Sohbetlerinden:
* "İlim, amel, ihlas" Bu üçüyle itaatler tamam oluyor. İlim, Allah’ı bilmektir. Amel, bildiğini işlemektir. İhlas ise ilmini de amelini de Allah’dan bilmektir... Esas ihlasın anlamı: Ben yapamadım, işlemedim, bilemedim... Bir Mürşid'e varmayınca hakiki "ihlas" elde etmek zordur.
* “Mutu kable en-temutu” (Ölmeden Önce Ölünüz) sırrına ancak Rabıta Sahipleri mazhar olur. Yani kâmil-Mükemmil mürşidi kendisine hakikat aynası yaparsa... Evliyaullah, Hakikat aynasıdır, Hak aynasıdır. Orda kendisini bilir, aynada eksikliklerini görür ve tamamlar. Başka yerde tamamlayamaz!
* Sen, vücudundaki bu dört muhalif maddeyi (Anasır-ı Zıddiyeti; toprak, su, ateş, havayı) çevirdin, tebdil ettinse işte o zaman sen nerden geldiğini de bildin, nereye gideceğini de bilirsin. Anasır-ı Zıddiyet ise çileyle, Mürşid terbiyesinde tebdil olur. Mürşid terbiyesinden geçince toprak tevazu ve güzel ahlaka, su feyze, ateş aşka, hava da zikir ve hakikate dönüşür.
* Kalbin hakikatinde bütün mükevvenatın (bütün yaratılmışların) hakikatı vardır. Kalb alemi açılıyorsa onların hepsi bir vücut gösteriyorlar. Onlar harekete geliyorlar, canlanıyorlar. Hepsi lisanınca Allah demeye başlıyorlar. Bir nefeste bütün kainatın nefesi kadar zikreder Evliyaullah... Bütün zerreler adedince... "Zikren Kesira" "Çokça (adetsiz) zikredin" emrini ancak kalb alemi açılan tutabilir.
* Bir insanın kalbi açılırsa büyük varlık oluyor bu insan. Cenabı Hak “Mü’min kulumun kalbine sığarım” diyor. Onun için kalb Beyt-i Celîl’dir.
* Sohbeti ancak dinleyenlerin ruhu çeker. Beşeriyette insanlar ayrı ayrıdır. Hani bir mübtedi (başlangıçta olan) var bir de müntehi (nihayete yaklaşan) var. Bir avam var bir de havas var. Fakat maneviyata gelince, tarikata gelince bunlarda ayrılık yoktur. Ruhlar birbirleriyle anlaşıyorlar.
* Biz konuşmuyoruz (sohbeti) konuşturan O... Konuşan dil-dudak değil, bunu ruhu konuşuyor.
* İnsanların kalbi masumdur, ruhu da masumdur. Fakat o kalbi muhafaza etmek lazımdır. Eğer şeriat ve tarikatçe yasaklananları yaparsak bu masum kalbe hakaret etmiş oluyoruz, zulmetmiş oluyoruz.
* Allah, "şerden kaçın" (yasaklananları işlemeyin) demiştir. Şerre rızası yoktur, hayra (emirlerine) rızası vardır. Ama Hak’tan tecelli eden hayırlar, şerler var. Haşa! Estağfirullah! Allah şer halk etmez de bize şer geliyor. Allah'tan olan şer ne? Bizim hastalığımız, fakirliğimiz, sıkıntılarımız bize şer görünüyor. Halbuki, gafletten ayıksak, onların şer değil, lutuf olduğunu, ikram olduğunu bileceğiz.
* Ehl-i Zikir için bütün duyulan sesler “Allah” der.
* Şeriatte de Tarikatte de çalışmak vardır. Hakikate ulaştın. Orada da sen oluyorsun alet: Yaptıklarını sen yapmıyorsun, konuştuklarını sen konuşmuyorsun. Allah’ın bir aletisin. İraden yok. Seni konuşturan, yediren, giydiren, gezdiren Allah... Cüz’i iradede bu var mıdır? Vardır. Bunlar cüz’i iradede taklitdir, mecazdır. Mecazden hakikate geçiliyor. Taklid ede ede Hakikatına ulaşır.
* Peygamber Efendimizi sevmeden, O’na aşık olmadan gerçek Allah sevgisi olmaz. Mürşidi sevmeden, O’na aşık olmadan da gerçek Peygamber Efendimizin sevgisi olmaz.
* Cismi olan, ismi olan her şey, bu dünyada Allah’ın varlığının ispatıdır. Evet, cismimiz Allah’tan ayrı ama, Ruhlarımız Bir. O Ruhu makamına ulaştırmak lazım: Bu da ŞERİAT, TARİKAT, HAKİKAT, MARİFET ile olur. İnsan, Allah’ı İlme'l yakin bilebilir, Ayne'l yakin bilebilir, Hakke'l yakin bilebilir. İlmi ile Allah’ı ilmen bilir. Eger ilmi ile amel ederse Allah'ı ayne'l yakin bilir. Amel Allah'a yaklaştırır, vuslatı yok, ama yakınlaştı. Arada perde kalır. Ama bir insan kendi başına Hakke'l yakin olamaz. Yani kendi varlığından kendi başına kurtulup vuslata ulaşamaz. Hakke'l yakin olabilmesi için, KAMİL MÜRŞİD’e ihtiyaç vardır.
* Bir sarp, kayalık bir tepede, karanlık gecede çaresiz kalsanız. Oradan kurtulmak isteseniz. O anda birisi elini uzatıp kurtarmak istese hemen ona yaklaşırız. İşte bu karanlık dünya aleminden de bizi meşâyihimiz kurtaracak.
|