Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: EFENDİ HAZRETLERİYLE GÖRÜŞMELERİM - III BÖLÜM
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 07:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
“Allâh’ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve ancak onlar mahzun olmayacaktır” buyuran Allâh-u Te’âlâ’ya hamd-ü senâdan, “Bana en yakın olan dostlarım takvâ sahipleridir” buyuran Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına salât-ü selâmdan sonra!

Yine bir ay geçti ve bu esnâda biz Üstâdımız, Pîrimiz, Merciimiz, Melâzımız ve Müceddidimiz olan Hacı Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhu) Hazretlerini müteaddid defâlar ziyârete gittik ve kendisinin nurlu cemâlini müşâhede ederken, dünyanın hiçbir nîmetine değişilmeyecek olan bu devlete nâil olduğumuz için ne kadar bahtiyâr olduğumuzu düşünmeden edemedik.

Gerçekten bu böyledir, nitekim Yavuz Sultan Selim Hazretlerinden nakledilen: “Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş. Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş” dizeleri, bu hakîkatı bize çok vecîz bir uslüpla ifâde etmektedir.

Yine böylece Belh sultanlığını bırakarak mânevî yola girmeyi tercih etmiş olan İbrâhim ibni Edhem (Kuddise Sirruhu): “Krallar bizim içinde bulunduğumuz mânevî hâlin hazzını bilselerdi, elbette kılıç zoruyla onu bizden almak isterlerdi” sözü de, velîlik makâmının üstünlüğünü ortaya koymaktadır.

Bu fakir defaatle şunu tecrübe etmişimdir ki, Efendi Hazretlerimin huzûruna ne kadar dertli, gamlı-kederli ve hasta halde girecek olsam, onun huzûr-u saadetlerinden çıkarken mutlaka neşeli, sağlıklı ve mutmein olurum.

Nitekim: “Onlar görüldüğünde Allâh akla gelir” hadîs-i şerîfi, bu velîleri görmenin zikre vesîle olduğunu bildirmektedir ki: “Kalpler ancak Allâh’ın zikriyle tatmin olur” âyet-i kerîmesi de, Üstâdımız Hazretlerini ziyâretimiz esnâsında kendimizde hissettiğimiz bu huzûr hâlinin sahîh olduğunun büyük bir delîlidir.

Şimdi son görüşmelerimizde Üstâdımız Hazretleriyle aramızda geçen muhâvereleri sizlerle paylaşacak olursak; kendileri ilk olarak:

“Tefsir ne yapıyor, nereden gidiyorsunuz?” diye sorunca,

fakir: “Arâf Sûresi’nde Mûsâ (Aleyhisselâm)ın, kavmini buzağıya taparken görünce Tevrat levhalarını elinden bırakarak Hârun (Aleyhisselâm)ın sakalına yapışmasını beyân eden âyet-i kerîmenin tefsirine çalışıyoruz” dedim.

O zaman:

“Tefsirde çok mânâlar var, Allâh-u Te’âlâ Mûsâ (Aleyhisselâm)a Tur’daki münâcâtı esnâsında, onun ardından Sâmirî’nin onun ümmetini saptırdığını ve onları buzağıya taptırdığını bildirmişti ama o Mevlâ ile münâcâtın lezzetinden dolayı bundan fazla tesirlenmemişti.

Fakat Tur’dan inip onların şirke düştüğünü görünce çok hiddetlenerek levhaları bıraktı ve kardeşinin sakalına sarıldı. Onun için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Duymak görmek gibi olmaz” buyurdu.

Efendi Babam (Kuddise Sirruhu) bu âyet-i kerîmenin hâmişinde bu hadîs-i şerîfi kendi mushafına yazmıştı.

Bu (Rûhu’l-Furkan) tefsir(i) kıyâmete kadar tarîkat ehlinin ellerinden düşmeyecek diye bize bildirilmişti. Onun için diğer tarîkatlar da bunu çok okuyorlar, bunu yazmamızı bize Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) emretmişti, onun için her harfi O’na arzediliyor ve tasdîkinden geçtikten sonra yazdırılıyor.

Keşke insanlar televizyonları ve gazeteleri bıraksalar da bu tefsirden istifâde etmeye baksalar. Yarın âhirette çok pişman olacaklar var. O gün, Kur’ân ehlinin ve bugün tefsir ilmiyle meşgul olanların yüzü ak olacak, Kur’ân’ın tarafına bakmayanların suratları kapkara olacak. Ah ne olaydı Rabbimizin bize verdiği vakitleri O’nun kıymetli mektûbunu okuyup muktezâsıyla amel ederek geçirsek. Allâh-u Te’âlâ Âdem (Aleyhisselâm)ı cennetten indirirken ona:

“Size Benden bir hidâyet mutlaka gelecek, işte benim hidâyetime uyana korku ve üzüntü olmayacak, ama zikrimden yüz çevirenin geçimi dar olacak, hayâtı zor olacak, kıyâmet günü de âmâ olarak haşrolacak” buyurdu. İşte Kur’ân-ı Kerîm o hidâyettir ki, bize gelmiştir. Koyunları bile başıboş bırakmıyorlar, Allâh-u Te’âlâ insanı hiç ihmal eder mi? Sen bu Âdem (Aleyhisselâm)ın cennetten indirilme kıssasını vaazlarda çok anlat, bunda çok dersler var” buyurdu.

Sonra bana: “Şimdi nereye gideceksin?” diye sorunca,

ben: “Bursa’ya, bir emriniz var mı?” dedim.

O vakit: “Duâ, duâ! Orada kimlere uğruyorsun?” diye sorunca

ben “Pek kimseye uğrayamıyorum, sizden sonra vapura anca yetişiyorum, sohbete gidip hemen dönüyorum. Şimdi yollar kısaldı; köprüler, yollar, vapurlar çoğaldı. Eskiden Bursa’ya gidince kalmak lâzım gelirdi.

Geçenlerde açıkladılar ki, bu köprüleri zamanında Sultan Abdülhamid cennet mekan düşünmüş” dedim. O zaman kendileri: “Bir de padişahlara gülerler, Efendi Babamız Sultan Hamid’i çok severdi ve: ‘Evvelce bize onu kötü tanıttılar, sonra anladık ki veliymiş, ben onun huzur hocasıyken onun etrâfının kötü insanlarla sarılı olduğunu henüz bilmiyordum, o derslere perde arkasından iştirâk ediyordu, bir kere onun aleyhine olanların sû-i telkinlerine kapılarak, ahkâm-ı şeriyyenin tatbîkindeki gevşekliğin ondan neşet ettiğini zannederek:

“Allâh’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirlerdir, zâlimlerdir, fâsıklardır” âyet-i kerîmelerini okuyarak ona târizde bulundum. Dersin akabinde Fatih Camii’ne gittim, hünkâr mahfilinin altında cam kenarına oturdum, Kur’ân okuyordum, bir de baktım ki bahçeden kırmızı fayton geçiyor, o, sarayın arabasıydı, onunla götürülen kolay kolay sağ dönemezdi.

Ben de: ‘Acaba bu sefer kime gidiyor?’ diye düşündüm, bir müddet sonra omuzuma biri vurdu da: ‘Kalk saraya kadar gideceğiz’ dedi. O zaman ben: ‘Meğer fayton bana geliyormuş’ dedim ve kalkıp gittim. Beni padişahın huzûruna soktuklarında, o muhafızlara: ‘Siz çıkın’ dedi. Sonra bana: ‘Yaklaş’ dedi. Kendisi perde arkasında bulunuyordu, beni de perdenin önüne yaklaştırdı, sonra birden perdeyi kaldırınca burun buruna geldik. Ben onun bana kızacağını düşünüyorken : ‘Evlâdım! Benim etrâfımda senin gibi şerîat ehli âlimler olsaydı, hiç bu devlet-i aliyye bu hâle gelir miydi?’ diyerek benim tâvizsiz tavrımı takdir etti ve bana bir kese altın hediye etti’ diye anlatırdı.

Efendi Babam da o altınlarla çok câmileri tâmir ettirdi, bizim İsmâil Ağa Câmii’ni de kendi parasıyla yaptırdı. Kumrulu Mescidin imam meşrutâsına da yardım etti.

Sonra Sultan Hamid’i tahttan indirdiler, vefât ettikten sonra türbesini ziyârete kapatmıştılar.

Sonra ihvandan biri Sultan Ahmet Câmii’nde namaz kılarken Hızır (Aleyhisselâm) gibi biri onu yanına çağırıp: ‘Mahmud Hoca’ya söyle, Sultan Hamid’le bu milletin arasını barıştırsın’ dedi. O da gelip bunu bana haber verince, türbesinin ziyârete açılmasının lâzım geldiğini ve ancak bu sûretle onun âhının milletin üstünden kalkacağını anladım.

Arkadaşlara söyledim, onlar da bu işle alâkadar oldular ve onun türbesi böylece ziyârete açıldı. Onun ziyâretini ihmal etmemek lâzım, zîrâ himmet sâhibi velîlerdendir. O olmasaydı Ehl-i Sünnet kitapları bize ulaşmayacaktı.

Onun zamanında çok kitap neşredildi” buyurdu. Kendisi bâzı bilgileri mücmel olarak ifâde etmekteyse de, bu fakir zât-ı âlîlerine takrîben otuz beş senelik refâkatim bereketiyle, elde ettiğim önceki mâlûmâtımdan da istifâde ederek sizlere bu konuları tafsîlatlı bir şekilde nakledebilmekteyim, bunun için de Rabbime çok şükretmekteyim.

Diğer bir mülâkâtımızda nezâket timsâli olan Üstâdımız Hazretleri:

“Kusura bakma kalkamadım” buyurarak beni mahcup edince: “Estağfirullâh! Duâ edin de sizi sevmekle kurtulalım” dediğimde: “Mevlâ kurtarsın hepimizi” buyurarak, gavslık mâkamı gereği korkuyu elden bırakmadığına işâretle bizleri Allâh-u Te’âlâ’nın azâbından emîn olmamamız gerektiğine irşâd etmiş oldu.

Daha sonra: “Şimdi ne yapıyor ortalık?” diye sorduklarında:

“Efendi Hazretleri! İslâmiyete tam bir dönüş yok. Müslümanların çoğu da şer’i şerîfi istemiyor fakat siz çığır açtınız, inşâallâh sizin tarîkatınızla parlar bu iş. Duâ ediniz de kaymayalım, çocuklarımız da kaymasın” deyince:

“Sorma, büyük imtihandayız, korkma inşâallâh kaymazsın, çocukların da sâlih olur, senin bana karşı işlediğin bir suçun yok.

Şerîatı muhâfaza husûsunda gayretin ve derdin de çok, ne yapalım tarîkatlerin çoğunun ismi kaldı, Ehl-i Sünnet hassâsiyeti kalmadı.

Nakşibend Hazretleri (Kuddise Sirruhu): ‘Bizim tarîkatımızdan yüz çeviren kişi dîni husûsunda tehlikededir’ buyururdu.

Şimdi bu söz daha iyi anlaşıldı, ama Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhu)nun buyurduğu gibi; her nakşiyim diyen de bir olmaz.

Tarîkat ehli geçinenler bile îtikâdî meselelerde tâviz vermeye başladılar, onun için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ümmetim bozulduğu zaman sünnetime sarılana yüz şehid sevâbı vardır” buyurdu, iş zorlaştı ama sevap arttı.

Efendi Babam: ‘Nûru nübüvvet uzaklaştıkça millet dinden tecerrüd ediyor yâni yılan deri değiştirir gibi soyulup çıkıyor, bir rivâyet teberrüd ediyor yâni Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra O’nun nûrunun kayboluşu üzerinden zaman geçtikçe, güneş kaybolduktan sonra yavaş yavaş serinlik arttığı gibi milletin de dinden soğuması artıyor’ buyururdu. Göreyim sizi, bu işi sıcak tutalım
” buyurdu.

Sonra Efendi Hazretlerimiz:

“Şimdi en çok nelerle uğraşıyorsun?” diye sorunca: “

Reddiyelerle” dediğimde:

“Kime reddiye yapıyorsun?” diye sordu.

Ben de: “Bâzı hocalar, recmi inkâr ediyorlar, kimi Ömer (Radıyallâhu Anh)ın dinde huccet olmadığını söylüyor, kimisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gaybdan haber vermesi gibi fazîletlerini inkâr ediyor, hepsine cevap vermekle uğraşıyorum, sağa sola sohbetlere de gidip konuşuyorum. Hepsi sizin himmetlerinizle oluyor, ama gitme derseniz gitmem, konuşma derseniz konuşmam” deyince:

“Yok yok, git git, gidilen yerler yeşeriyor, hocalar tebliğsiz durmaz. Vâz-u nasîhatin çok tesiri var, biz millete acırsak Allâh-u Te’âlâ da bize acır, bu reddiyelere çalışmak hep ibâdete sayılır, bu hocalar nereden başımıza belâ oldu. Boş kalınca vâdi, tilki olur vâli! Ortalığı boş bırakmamak lâzım. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) recm cezâsını tatbik etti, bunu kim inkâr edebilir.

Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Benim sünnetime de, dört halîfemin sünnetine de sımsıkı sarılın, onları azı dişlerinizle ısırın” buyurmuşken Ömer (Radıyallâhu Anh) nasıl delil kabûl edilmez.

Allâh-u Te’âlâ: “Ben gaybımı rasüllerime bildiririm” buyuruyor.

Bu asâlet tarîkiyledir, onlara tebe’iyyet yoluyla velîlerine de bildireceğini Âlûsi (Rahimehullâh) söylüyor. Siz bunları anlatın, Allâh-u Te’âlâ tesir yaratacak. Sana anlatma diyenlerin lafına bakma, acı da olsa hakkı söyle, bunlar köpük gibi atar, tutturamazlar.

Bak Hâkime Teyze vefât etti, yaşı yüzü geçmişti, çoklarına çarşaf giydirdi, hep vaaz ederdi, şimdi rahat etti, Allâh ondan râzı olsun. Değirmen öğütüyor, yaşlı genç bakmıyor, bir köpek yal yediği kapıyı hoşça beklediği gibi biz de Allâh’ın kapısını bekleyelim.

En azından hırsıza havlayan bir köpek kadar olalım da, din hırsızları olan bu kötü hocalara reddiye yapalım. Allâh-u Te’âlâ kullarının kalplerini Ehl-i Sünnet îtikâdını anlatanlara çevirsin” buyurdu. Daha bir çok konu maalesef bir sonraki yazıya kaldıysa da, aklı olanlara bu veciz ifâdeler fazla bile gelir.

Allâh-u Te’âlâ Üstâdımız Hazretlerini başımızdan eksik etmesin, yokluğunu göstermesin, himmetlerini üzerimizde dâim, âhirette de şefaatlerine nâil eylesin.

Ahmet Mahmut Ünlü

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: EFENDİ HAZRETLERİYLE GÖRÜŞMELERİM - III BÖLÜM
MesajGönderilme zamanı: 02.04.09, 07:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
bize efendi hazretlerinden bu beyanları nakleden hocamızdan Allah razı olsun hizmetini daim eylesin amin.

sanki efendi huzurunda imiş gibi okudum elhamdulillah.

burda fakir açısından bazı mühim nokdalar var.

1 - efendi hazretlerinin bu reddiyelerinin devamını telkin buyurması

2 - ruhul furkan tefsirinin önemini ve de diğer tarikat ehlininde bu tefsiri okuduğuna işaret etmesi

3 - ben şeyhim bana güvenin diye kesin bir itikadda olmadan gayret içinde olunmaya teşvik etmesi..

4 - cennet mekan abdulhamid hazretlerinin ümmed-i muhammede olan hizmeti.

fi emanillah.

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: EFENDİ HAZRETLERİYLE GÖRÜŞMELERİM - III BÖLÜM
MesajGönderilme zamanı: 04.04.09, 01:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.12.08, 23:18
Mesajlar: 245
Efendi Babam: ‘Nûru nübüvvet uzaklaştıkça millet dinden tecerrüd ediyor yâni yılan deri değiştirir gibi soyulup çıkıyor, bir rivâyet teberrüd ediyor yâni Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra O’nun nûrunun kayboluşu üzerinden zaman geçtikçe, güneş kaybolduktan sonra yavaş yavaş serinlik arttığı gibi milletin de dinden soğuması artıyor’ buyururdu. Göreyim sizi, bu işi sıcak tutalım” buyurdu.


tarik-i Nakşıbendî'ye son derece ihtiyaç var.. çünki bu yol üveysî meşrebde bir yoldur.. o yüzden üveysî (veysîyân) olanlar bile gelip bir Nakşî şeyhinden ders telakki ederler.. neden? cenab-ı Resulullah efendimizin (sav.) envarından daha ziyade nasiblenmek içün...

bu tarik-i aliyyenin üveysî olmayanlara sağladığı faide; saliki üveysîlik neş'esi ile sarsılmaz bir iç hale kavuşturmasıdır.. sünnetlere, onu ihya edici müşahhas ayînesi (şeyh efendi) ile beraber merbût olan bir kimse kendi zamanı içinde deccal dahi çıksa 'Muhammedî' olduğu ecilden 'Emîn'dir bi-İznillah...

Nur-i Nübüvvet uzaklaştığı yahut gurub ettiği şu ahir zamanda aydınlanmanın (ve ayakta kalabilmenin) tek çaresi vardır: o da Aşk-ı Muhammedî.. madem ki Allahu Teala'yı sevmenin yegane şartı Efendimiz'e (sav.) uymak oldu: o halde buna bir hüküm daha terettüb etti: o da âyine-i Muhammedî (şeyh efendi aynası) ile mukabele ve ecnihâ-i Muhammedî (şeyh efendinin kanatları) ile seyr etmenin vücûbu...

not: bu mülakattan fakirin anladığı şudur: kim ne derse desin Cübbeli-Ünlü Hocamızın 'konumu' Havarî ve Sahabî'nin 'konumu' gibidir: bu 'konum' da Hazret-i Şeyh ile yüzyüze yakın olmayı, direkt alıp vermeyi, huzura çıkmaya mezun olmayı, kendisine dualar edilmeyi, sualler sorulmayı, himmet ve iltifat ve teveccühe mazhar olmayı.... iktiza ediyor..

ama 'konum' dediğimiz az şey değildir ve kolaylıkla da kazanılmamaktadır.. daha doğrusu bu kazanım: talib olmaya değil ıstıfâya/seçilmeye bağlıdır..

ve bir başka nükte şudur: seçilmek dahi talib olmaya vabestedir..

dua: Mevla'm Cübbeli-Ünlü Hocamızı konum ve liyakatta (temamına erdirip) Hz. Kemal Efendi Hocamıza benzetsin.. amin...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye