Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kâinatı Kuşatan Gönüller
MesajGönderilme zamanı: 20.03.09, 17:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Kâinatı Kuşatan Gönüller
Dr. İbrahim Es
2000 - Mayis, Sayı: 171, Sayfa: 034
Ramazanoğulları, Oğuzların Üçok Boyu'na mensup, asil ve temiz bir âiledir. Bu aile tarihte bir zamanlar, Çukurova'ya egemen olmuş mâddeten, o küçük coğrafyayı âbâd etmiş. Aynı âilenin, yirminci yüzyılda, gönül ülkelerinde, çok geniş bir mana coğrafyasına ışık saçmış bir şahsiyet yetiştirip armağan etmesine ulvi bir tevâfuk. Hep düşürüm, dedeleri mi, yoksa Samî Efendi Hazretleri (k.s.) torunları mı, hangisi etkili, hangisi kalıcı olmuş? Dedeler, tarih içinde, üzerlerine bir sis tabakası örtülmüş vaziyette iken, Sami Efendi Hazretleri (k.s.) zamanların aşımıyla, sonlu maddenin ötesinde, sonsuz mânâ iklimlerinin Sultan'ı olmaya, devam ediyor.

İzmir'den rahmetli Dr. Baha Bey'in, bizzat yüzüne ifade ettiği gibi o, çağın Abdul-Kadir-i Geylânî'si idi. Ve bu yönünü, derin bir mahviyet duygusu içinde örtmeyi de başarmış bir zat-ı âlî-kadr idi. Uzun yıllar önce İstanbul'daki bir sohbetinde, Dr. Baha Bey -Allah rahmet eylesin- yüzüne karşı "Zamanımızın Abdülkadir'i sizsiniz, Efendim" deyince, Sami Efendi Hazretleri (k.s.) ellerini utançtan kızaran yüzüne kapayarak, hayasından bitab düşmüştü. Rahmetli Bâhâ bey, o sohbetin akabinde istirahat için, öteki odaya geçen Sami Efendi Hazretleri (k.s.)'den, artık öleceği içine doğmuş birinin son isteyeceği şeyi istemek üzere huzura girmişti.

Bu mülakâttan sonra, merhum Dr. Baha Bey, büyük bir ihtimalle alacağını almış olmalıydı. Zira yüzünde huzur okunuyordu. Sohbet bitmiş herkes ayrılmış, Dr. Bâhâ Bey, uçağa binerek İzmir'e dönmüştü. Arabası havaalanındaydı. Bindi, Çeşme'ye doğru yola koyuldu. Evi oradaydı merhûmun. Ancak, bu yolculuk bir kaza ile, Dr. Bâhâ Bey'in bu dünya limanından ayrılışına sahne oldu. Bu noktada Sami Efendi Hazretleri (k.s.)nin "Evlâdım, kabre insan olarak giriniz" sözü hatırıma geliyor. İnancım odur ki, Dr. Baha Bey, İstanbul'daki mülâkâtından, "Hazret-i İnsan" olarak ayrıldı, ve inşâallah, kabrine de Sami Efendi Hazretleri (k.s.)'nin dediği gibi "İnsan" olarak girdi.

Hacı Bayram-ı Veli, çilehanede üstüste yedi çile çıkaran ve sonunda 7 günde bir kaşık sirke ile yetinir hale gelen talebesi Akşemseddin'e, "Ya köse! Nice riyâzet eylersin, âkıbet (sonunda) nur olursun, vefat ettikten sonra, seni kabrinde bulamazlar" der ve şu sözleriyle ona "Akşemseddin" adını verir ki onun daha önceki adı Muhammed'dir: "Beyaz bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanlıklarını, lekelerini söküp atmakta güçlük çekmedin, âciz kalmadın" Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin (k.s.) ifâde ettiği gibi, insan olabilmek için, insan cinsinin (nefsinin) pisliklerinden sıyrılmak gerek. Allah (c.c.) cümlemizi bu şerefe nâil eylesin, âmin!

Merhum Sami Efendi Hazretlerinin, Adana-Tepebağı Mahallesinde doğduğu yeri gördüm.

Ulu Cami'yi, avlusu, haziresi, alttaki Ramazanoğlu Beylerinin kabirlerini gördüm. Caminin, sanırım kuzey veya kuzeybatı tarafında, Sami Efendi Hazretlerinin çeşitli kereler çileye girdiği hücreyi ve onun yanıbaşındaki, banyo mahallini ziyaret ettim. Muhterem üstadımız, o karanlık hücrede tek başına kırk günlük halvetler yaparmış. Malûm halvette, Allah'tan başka bir şey, dünyalık herhangi bir şey kalbe hutûr ettiğinde, bu tür düşünceler manevî pislik sayılarak bu halden kurtulmak üzere, hemen gusül abdesti alınırmış. Ve bu bir kuddûsiyyet sırrı imiş. Bu hâli evliyânın büyükleri yaşarmış. Bizim gibi kalbi dünya kiri ve pasıyla dolu kişileri düşünüyorum da, nerelerdeyiz, nerelere, nasıl koşuşturuyoruz diyorum! Bu gibi âlî-kadr zevat-ı kiram için "kaddesallahu sırruh" veya "Kuddise Sırruh" denir, yani Allah sırrını, (iç âlemînin gizli hafî yönünü) her türlü pislikten temiz kılsın, denir, Şöyleki: "Hazreti-i Mahmud Sâmî Ramazanoğlu kaddesallahu sırrah"

Bundan hemen hemen tam otuz sene önce Bor'da din görevlisi olarak vazife yaptığımda, Mer'aşîzâde Şeyh Kuddûsî Hazretlerinin (k.s.) çilehane tarzındaki evi dikkatimi çekmişti. Mübârek kadîrî büyüğünün çileye girdiği bu mekânın hemen bitişiğinde de bir hamam vardı. Yani bir hücre, orada kalp temizleniyor, yanında ikinci bir hücre (hamam), arada da beden temizleniyor. Yani çilede hem madde, hem de mana temizliği yapılıyor. O zaman ilgililere sormuştum: "Bir ev ve bir hamam? Nedir bu?" diye!.." verdikleri cevap şu olmuştu; "Çilede sürekli Allah (c.c.) düşünülür; eğer bir ân dünya ve onunla alâkalı şeyler dü?ünülürse, mânevî cenabetlik (pislik) hali zuhur eder. Bu hal kemalâtâ engeldir. Hemen kurtulmak için gusül abdesti almak gerekir." işte Sami Efendi Hazretleri (k.s.) çileye girdiği yerdeki, banyonun bilebileceğimiz hikmeti...

Hayal âlemimiz geniş ya, "Acaba o çilehaneye fakîr-i pür-taksir biz girsek, ne olurdu acaba?" Cevabı, kendimizi ne kadar zorladıysak da, müsbet alamadık: Biz, o kutsal gönüllü velinin yerinde olsak, inanın banyo'dan çıkamazdık. Tepeden tırnağa maalesef, dünya kokuyoruz.

Fridjof Capra "Kâinata Mensup Olmak" diye bir kitap yazmış ve iç âlemini tüm kâinatın lehine sevgiyle, rahmetle dolduran insanın, kâinatı kuşatacağını anlatmış. Aklıma hemen Sami Efendi Hazretleri (k.s.) ve onun gözü yaşlı, rakîk kalpli, yolun en himmeti büyük zatı, sadık Dânâ'sı, dostu Musa Efendi Hazretleri geldi. Evet bu iki dost kâinatı kuşatmıştı. Nasıl mı? Muğla'dan, edeb timsali edîb bir dost, zarîf bir hazret-i insan, şöyle yirmi küsur sene kadar önce, kışa yeni girilmiş soğukça bir mevsimde İstanbul'a gider. Ak gönüllü aziz dostu Musa Efendi'yi (k.s.) ziyaret etmek ister. Yeşillikler, çiçekler ve güzellikler arasındaki devlethaneye varır. Huzura kabul edilir. Bakar ki, Musa Efendi Hazretleri (k.s.) üzerinde bir battaniye, soğuk bir odada, sedirde oturmaktadır. Selam, musafaha ve hâl hatırdan sonra aralarında şu konuşma geçer:

- Efendim, kış geldi, soğuk bastı, soğukta oturuyorsunuz. Halbuki imkânınız var, niçin sobanızı yaktırmıyorsunuz?

- Evet, doğru söylüyorsunuz. Ama, daha Muterem Üstazımız devlethanelerinde soba yaktırmadı. O da, bizim gibi soğukta oturuyor. O ne zaman sobayı yakarsa, biz de o zaman yakacağız inşaallah!

- Efendim, Sami Efendimizin odunu kömürü mü yok?

- Hayır, aksine, yeteri kadar odunu da var, kömürü de...

- Peki efendim, sobasını yaksa da, soğukta oturmasa!.. Acaba sobasını niçin hâlâ yaktırmadı?

- İstanbul'da fakir fukara evleri, henüz sobalarını yakmadılar. Onlar soğukta otururken, sıcak evinde rahat etmeyi Sami Efendimiz edebe aykırı buluyorlar.

İşte bu, kâinatı kuşatmak, ummanda olmak, umman olmak, küçük dere, çay ve nehir olmaktan kurtulup okyanus olmak değil de nedir?

Benzeri bir olayı garib gönüllü bir derviş şöyle yaşamış, Musa Efendi Hazretlerinin bir talebesi: Teheccüd.. Gözler yaşlı, eller duada... Dualar Çeçen kardeşlerime... Dua uzuyor, uzuyor... Uzadıkça sağdan bir ses "be sahtekâr, be sahtekâr" diyor. Tabi bu ses vicdanının sesi. Şaşırıyor. "Kutlu bir vakitte, kutlu bir dua... Bunun sahtelik neresinde?" Yine sağdan cevap geliyor: "Çeçenler, aç, bîtab, uykusuz, karda ve fırtınada cihad etmede... Sense sırtın pek, karnın tok, sırtını kalorifere dayamışsın... Dilin duada, ama içinde bulunduğun hal duada değil! Çık bakalım şu soğuk balkona, hem de çıplak ayakda yap bakalım orada duayı!" Garib gönüllü derviş utanır, hemen balkona fırlar... Gözyaşları içinde çeçen kardeşlere bir dua yapar, bir dua yapar ki, sormayın! Bütün vücudu soğuğu yaşayarak yapılan dua, Çeçenistan'ı, çeçenleri yaşayarak yapılan bir dua olur. Garip gönüllü derviş âlemlere, kainata mensub olmuştur bu haliyle, tıpkı engin gönüllü Efendisi Musa Efendi gibi, Sami Efendi gibi.

Ve bu dinin yüce peygamberi Hz. Muhammed Mustafa rahmet olarak âlemini/âlemleri (kâinatları kuşatmak için gelmedi mi? "Ve ma erselnâke illâ rahmeten li'l-âlemîn." ve biz hâla kuşatmaya niye tâlib değiliz? Ah zavallı, hâlim...

Ve Sami Efendi Hazretlerinden (k.s.) bu yönde ince bir hikmet: "Uzun yıllar var ki dualarda Allah'tan (c.c.) kendimiz için bir şey istemedik, isteyemedik; hep ümmet için istedik, hep ümmet için istedik!" İşte edeb, işte rahmet, işte âlemlere katılmak... Allah, cümlemizi âhiret yurdunda da bu iki Allah dostunun gölgesinden ayırmasın, âmin! Bi hurmeti Tâhâ ve Yâsin, Ya Hûûû!...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye