ESAD COŞAN, TAKVA VE MÜZİK
Dr. Seyfi Say
Cibrîl hadîsinin gösterdiği şekilde, ihsan anlamına gelen tasavvufun İslam’da vazgeçilmez bir yeri vardır.
Peygamber Efendimiz s.a.s., ihsan’ı, “Allah’ı görür gibi ibadet etmek” olarak tarif etmiştir. “Sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor.”
Buradan çıkan birinci ders şudur diyebiliriz: İhsan, ancak ibadetle birlikte kendisini gösterir. İbadeti olmayanın ihsanı da olmaz.
Bir başka deyişle, ibadetsiz tasavvuf düşünülemez.
İbadetin ise, makbul olmasının iki temel şartı vardır: Birincisi, ihlasla yapılması gerekir.
İkincisi, ibadetin Sünnet’e (Şeriat’e) uygun olması zorunludur. Kişi, kendi aklına göre ibadet icat edemez.
İhsan, ibadetle birlikte ortaya çıkan bir haslet olmakla birlikte, takva daha çok, günahtan kaçınmakla ilgilidir.
İnsanlar, genellikle, çok ibadet ettiklerini gördükleri kişiler için “takvalı” sıfatını kullanırlar. Gerçekte, çok ibadet eden kişiler için âbid demek uygun düşer. Takva, daha farklı birşeydir.
Takva, esas itibariyle, günahtan kaçınmakla ilgilidir. En müttekî insan, en çok ibadet eden değil, Allah’a en az isyan eden, en az günah işleyendir.
Gerçekte, asıl âbid, yani Allahu Teala’ya en iyi kulluk eden kişi, günahlardan en çok kaçınan kişidir. Tirmizî’nin Sünen’inde ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadîste şöyle buyurulmuştur:
“Haramlardan sakın ki, insanların en âbidi olasın. Allah’ın taksimine razı ol ki, halkın en ganîsi olasın....”
Nitekim, Mecelle’de belirtildiği gibi, def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
Bununla birlikte, böylesi bir şuurun, sûfîlerin cahilleri arasında (ki zamanımızda sayıları hiç de az değil) pek fazla yeşermediğini söylemek mümkündür. (Haramlardan ve günahlardan kaçınma konusuna yazı ve konuşmalarında yoğun bir vurgu yapmış olan merhum Mehmed Zahid Kotku gibi zatlar ne yazık ki istisna durumunda.)
İmam Şâtıbî, el-Muvafakat’ında, dinî konularda kendilerine uyulan insanlar için mekruhların haram hükmünde olduğunu söylemektedir.
O nedenle, belirli toplulukların içinde hoca, şeyh, muallim, üstad vs. gibi sıfatlarla metbu konumuna gelmiş bulunanların, sözlerine, fiillerine ve amellerine, herkesten fazla dikkat etmeleri gerekir.
Çünkü, birçok insan, dinî bilgilerinin yetersizliği ve söz konusu şahıslara olan hüsnüzanları nedeniyle, dinî konularda onları otorite kabul edebilmekte, böylece onların ameline bakarak haramı helal kabul etme noktasına sürüklenebilmektedir.
İhsanın hadîs-i şerîfteki tarifinden çıkarılması gereken ikinci ders şu olabilir: Kul için ihsan, ya da tasavvufta ilerlemek, Allahu Teala’yı görür gibi ibadet etmekten ibarettir, Allahu Teala’yı görüyor olmak değildir. (Bunu yazmamız sebepsiz değil. Yıllar önce, bir akşam bir evdeki sohbet sırasında ev sahibi, tasavvufçuların kullandığı müşahade vs. gibi kavramların etkisiyle olacak, velîlerin Allahu Teala’ya, görme anlamında özel bir yakınlığının olduğuna inandığını açıklamıştı. Her ne kadar ona durumun böyle olmadığını anlatmaya çalıştıysam da, ikna etmem mümkün olmadı. Bizi dinleyenler de, beni destekleyen herhangi bir beyanda bulunmamış, velîler hakkında yanlış düşünen insanlar olarak damgalanmaktan korkuyor olsalar gerek ki, susup durmuşlardı. Allahu Teala, kendisini görmek isteyen Hz. Musa’ya bile, “Beni göremezsin/göremeyeceksin” buyurmuşken, velîler için böyle bir makamın düşünülmesi tam cehalettir. Günümüzde bu cahilce tasavvufun insanların ahlâkına fazla bir katkısı bulunmamakla birlikte, kimi zaman itikatlarını bozduğu görülmektedir.)
Takva bağlamında haramlardan kaçınma konusundaki hassasiyet eksikliği, cahil sûfîlerde özellikle müzik (daha doğrusu çalgılar) konusunda kendisini göstermektedir. İmam Gazâlî’nin İhya’da belirttiği üzere, telli ve nefesli çalgılar dînen yasaktır. (Telli ve nefesli olmadığı için davulun ve def'in durumu ayrı bir kategoride ele alınmıştır. Bkz. İhya, çev. Ahmed Serdaroğlu, C. 2, s. 684-685.)
Mutasavvıfların semasına (zikir eşliğinde yaptıkları hareketler, sallanmalar, dönmeler, oynamalar vs.) gelince, İmam Gazâlî şöyle demektedir:
Kimin semâ’ı Allah’tan, Allah için ve Allah’ta olursa, Allahu Teala’nın zat ve sıfatı ile alâkalı ilim kanunlarını iyice bilmesi lazımdır. Aksi takdirde sema’dan Allah hakkında muhal olan bir mana çıkarır ve küfre gider. (A.g.e., C. 2, s. 715.)
... Bu şekilde sema’da olan tehlike, şehveti tahrik eden musikideki tehlikeden daha büyüktür. Çünkü şehveti tahrik eden musikinin sonu günahkâr olmaktır. Fakat bu kabilden olan semaın sonu küfürdür. (A.g.e., C. 2, s. 717.)
İmam Gazâlî ayrıca şunu da söylemektedir:
Resulullah efendimiz, Rebi' binti Muavviz’in evine geldi. Cariyeler def çalıyor, şarkı söylüyorlardı. Onu görünce kesip, kasidelerle Resulullah'ı övmeye başladılar. [Buharî’nin rivayet ettiği] "Susun, önceki söylediğinize devam edin" buyurdu. Çünkü onu övmek ibadettir. Oyun eğlence arasında ibadet olmaz. (Kimya-yı Saadet, s. 333) (Bkz.
http://www.dinibilgiler.eu/i-gazali-ve-muezik.html)
Merhum Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
ZİKİR-KIRAAT VE TEHLİL YAPARKEN TANBUR VEYA SAZ ÇALMAK VEYA BUNLARA UYARAK RAKSETMEK:
Raks, tez tez hareket ederek havaya atlamak ve tepinmektir. Peygamber Efendimiz, "Aşk ve vecdinden meydana gelmeyen ve ihtiyar dışı olmayan her oyun (raks) haramdır" (Fetava-yı Hindiyye, C. V, Kitabu’l-Kerahiyye babı, s. 388) buyurmuştur. Aşıkların duydukları deruni zevk ve gönüllerindeki hassasiyetin bir neticesi, vecde kapılarak iradeleri dışında raksetmeleri ise caizdir. Çünkü bunların bu tür hareketleri, ellerinde olmayan sebeplerle meydana gelmiştir. Bunun riyasız olabilmesi için halvette (yalnız başına) olması gerekir.
Büyük mutasavvıf Mevlana Celalüddin ve birçok gönül ehli sofilerin aşka gelip raksetmeleri, ilâhî cezbe ve vecdlerinden meydana gelmişti. Ancak kalbinde riya ve süm’a (gösteriş ve duyulma arzusu) olanların bu büyük zatları taklide yeltenmeleri büyük bir hatadır. Son zamanlarda, bu büyük insanların ulvî ruhlarını ta’zip ederek (azaplandırarak), bilhassa Konya’da, Mevlevîlik adına onu anlamaktan fersahlarca uzak bulunan birtakım kişilerin raks ve sema ayinleri düzenleyip şeriate aykırı kılık ve kıyafette kadın ve erkeklerin de bu toplantılara iştirak etmesi büyük bir gaflettir. Saatlerce zikir ve sema yapmak ise, bir tek Kur’an ayeti okumak kadar kıymetli değildir. O halde en büyük zikir olan namaz kılmak ve İslâmî ilimleri okumak daha mükemmeldir. (Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Gafillerin Kurtuluş Yolu, çev. Ali Kemal Saran, Ankara: İkbal Y., t.y., s. 92-93.)
Mehmed Zahid Kotku rh. a. ise şöyle demektedir:
Çalgı Dinlemek ve Çalgı Meclisinde Oturmaktan Hoşlanmak: Bunların her biri ayrı ayrı günahtır. Bazı ulema bunları kebairden [büyük günahlardan] saymışlardır. Çalgı dinlemek günahtır. Çalgı meclisinde oturmak fısktır. Fasıklık alâmetidir. "Bunlarla telezzüz [lezzet ve keyif almayı] eğer helal itikad edilirse, küfürdür." Bu, hadis-i şerif mealidir. (Mehmed Zahid Kotku, Mü’minlere Vaazlar 2: Günahlar, 3. b., İstanbul: Seha Neşriyat, t.y., s. 129.)
Konuyla ilgili olarak Allâme Âliyyü’l-Kârî ise şu bilgiyi vermektedir:
El-Hülasa’da şöyle varid olmuştur: Kim ki, Kur’an-ı Kerîm’i def ve saz çalarak okursa, o kimse tekfir edilir. Zikrederken, Peygamber Aleyhisselam’ın na’tını okurken def ve saz çalanların hükmü de bu hükme yakındır. Zikrederken alkış tutmak da böyledir. (Fıkh-ı Ekber Şerhi, çev. Hüseyin S. Erdoğan, s. 441-442.)
Esad Coşan’a gelince... Ne yazık ki, Mavera Dergisi’nin 54’üncü sayısı için kendisiyle yapılan röportajda (
http://iskenderpasa.com/F19D1BAE-2BEB-4 ... 57C9D.aspx), müzik konusunu tasavvufun bir artısı olarak gösterebilmiştir:
Sanata gelince; malum, sanat gönül işidir. Gönlü kıpırdamayan bir insanın güzelliği sezmesi, bulması ve tasvir etmesi mümkün değildir. Bize kadar ulaşan Osmanlı sanatkârlarını inceleyecek olursak, büyük ölçüde gönül erbabı insanlar olduğunu görürüz…. Osmanlı sanatını mimariden musikiye, edebiyata ve daha başka sanatlara doğru inceliyecek olursak büyük sanatkârların hemen hepsinin böyle olduğu görülür.
Coşan, Allah taksiratını affetsin, bu bakış açısının bir uzantısı ya da sonucu olarak, çalgılarla ilahî (yani Allahu Teala’nın anıldığı ya da salavat-ı şerîfe içeren şiirler) söylenen toplantılar tertip edilmesine izin vermekte ve bunlara bizzat katılmaktaydı.
Yukarıdaki açıklamaların gösterdiği gibi, bu, fısktır. Helal itikad edilmesi ise, Âliyyü’l-Kârî ve Mehmed Zahid Kotku rh. a. gibi zatların verdiği bilgiler çerçevesinde küfürdür.
Yani bunu, fasıklık olduğunu kabul ederek icra etmeniz, alenen günah işlemeniz anlamına gelmektedir.
Günah olmadığını düşünmeniz ise, Âliyyü’l-Kârî ve Mehmed Zahid Kotku rh. a. gibi zatların ifade ettiği gibi, küfürdür.
Başa dönersek, ihsan (tasavvuf) Allahu Teala’ya ihlasla ve Sünnet çerçevesinde ibadet etmektir. Fıskı ibadet zannetmek, iyi bir iş yapıyormuş gibi cahilce zanlarda bulunmak değildir.
Asıl takva ve âbidlik, günahtan kaçınmaktır.
Esad Coşan gibi bir şeyhe, İmam Şatıbî’nin ifade ettiği şekilde, böylesi “kültürel ve sosyal etkinlik” etiketli haram amellerin hiç yakışmayacağı açıktır.
Asıl sorun, Esad Coşan’ın bilgisizlik ya da gaflet sonucu yaptığı bir hatanın (Evet, kasten değil, fıkıh bilgisinin yetersizliği yüzünden yaptığını düşünüyorum), ona yönelik hüsnüzanları nedeniyle birçok insanı haramı helal kabul etmeye kadar sürükleyebilmesidir.
Bir şeyhin insanları hakka irşad etmesi beklenir, küfre doğru sürükleyecek hatalar yapması değil.
http://beyanname.blogcu.com/esad-cosan- ... k/13391358