Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 25 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Bir Osmanlı Sufisi Aşçı Dede: İbrâhim Efendi ve Hatırâtı
MesajGönderilme zamanı: 12.01.09, 17:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-

Erzincan velîlerinden olan İbrâhim bin Halil bin Muhammed Ali, 1828 (H.1244) senesinde İstanbul'da Kandilli'de doğdu. Bir hac seferinde Medîne'de vefât ettiği ve orada defnedildiği nakledilmiştir. Babası Muhammed Ali Ağadır. Dedesi Kastamonulu Uzun Halil Ağa demekle meşhûr bir zât olup, yeniçeri devrinde Anadolu Hisarında köy ağası gibi hatırı sayılır bir ağa idi. Babası beş yaşında iken yetim kalmış, amcasının yanında büyümüştür. Annesi Çerkeşoğulları denilen bir âileden Hasan Ağanın kızı Behiye Hanımdır. İbrâhim Efendi'den önce bir kız çocukları doğmuş ve küçük yaşta vefât etmiştir.

Babası yeniçeri başçavuşu olup, Rusya muhârebesinde iken İbrâhim Efendi doğmuş, babasına müjdelenmiştir. İbrâhim Efendi belli bir tahsilden sonra tasavvufta Mevleviyye yoluna girdi. Bir müddet bu yolda ilerlemek için çalıştı. Daha sona Erzincan'a gidip Hacı Fehmi Erzincânî hazretlerini tanıyıp ona mürid oldu. Onun sohbetlerinde kemâle erdi. Mükemmel bir medrese tahsîli gördü. Askeriyede rûznâmeci olarak vazîfe yaptı.

Mürşidini tanıdığı ve tasavvufta kemâle erip yükseldiği yer olması sebebiyle "Kûy-i Cânân-ı Hakîkî" diye vasfettiği Erzincan'a gitmek için İstanbul'dan gemi ile yola çıkıp Trabzon'a oradan da Erzincan'a geçti.

Şöyle anlatır: "Ben bilmezdim. Fakat Kûy-i Cânân-ı Hakîkî Erzincan imiş. Altı-yedi gün gâyet hoş bir yolculuktan sonra bir sabah vakti dağ üzerinde iken Erzincan Ovası göründü. Ova gözüme o kadar hoş gözüktüğünden, elimde olmadan meâlen; "Bunlar Adn Cennetleridir. Oraya devamlı kalıcılar olarak giriniz." buyrulan âyet-i kerîmeyi okudum. Bu sırada yanımda bulunan yol arkadaşım İsmâil Ağa yüzüme bakıp neden bu âyet-i kerîmeyi okuduğumu sordu. İçimden geldi deyince, benim tarîkat ehli bir kimse olduğumu anlayıp; "Niçin söylemezsiniz, ben de tarîkat ehliyim." dedi. Hangi tarîkatten olduğunu sorunca, "Hâlidiyye" dedi. Sonra Erzincan'da bu tarîkatın çok yaygın olduğunu söyledi. Bu sırada ben Mevlevî tarîkatında idim.

Daha sonra Erzincan Ovasına indik. Oradan Erzincan'a bir günlük yolumuz daha vardı. Ova o kadar hoşuma gitti ki, hayretimi yol arkadaşım İsmâil Ağaya söyledim. Erzincan daha güzeldir, dedi. "Zâhiri de bâtını da mâmur." sözünden; bu beldenin hem zâhiri hem de bâtını mâmur bir belde olduğunu anladım. İçimden; "Bu beldede elbette büyük ve mübârek bir zât olmalı. Çünkü insana pek hoş geliyor, bambaşka bir haz veriyor." diye düşündüm. Hatırladığıma göre 1853 (H.1270) senesinde Receb ayında Erzincan'a ulaştık.

Yolculuğumuz sırasında İsmâil Efendiye Erzincan'da velîlerden kimler vardır, diye sordum. "Hacı Fehmi Efendi vardır. Büyük bir zâttır. Hâlidiyye yolu halîfelerindendir. Şeyh Vehbi Hayyât'ın (Terzi Baba) halîfesidir. Hani Erzincan'a girerken kabristanda gördüğümüz türbe var ya işte o türbe Şeyh Vehbi Hayyât hazretlerinin türbesidir." deyince, ben Fehmi Efendiyi daha görmeden ona âşık oldum. İsmâil Efendi bana dedi ki: "Bu sözleri söyleyince yüzünün rengi değişti. Bambaşka birisi oldunuz." Ben ise; "Gönlümde bambaşka bir tecelli hâsıl oldu. Fehmi Efendinin aşkının ateşi üzerimde görülmeye başladı. Aman İsmâil Efendi! Bu Cumâ günü ziyâretine gidip ayağının toprağına yüz sürelim." dedim. "Baş üstüne." deyip, evine gitti. Bunun üzerine benim içime bir başka aşk ateşi düştü ki, öncekinden daha tatlı ve tesirli idi. Cumâ gününün gelmesini iple çekiyordum. Yemekten içmekten kesildim. Annem; "Sende bir efkâr var! Oğlum bu hal nedir?" diye sordu. "Hiçbir şey değil birkaç gündür vücûdumda kırıklık hâli var." diyerek cevap verdim.

Cumâ günü gelince, gusül abdesti alıp temiz elbiselerimi giydim. İsmâil Ağa, berâber câmiye gitmek için yanıma gelip; "Bugün güveği gibi giyinmişsin." deyince; "Evet öyledir. İnşâallah Fehmi Efendinin dâmâdı olacağım." dedim.

Câmiye vardığımızda daha kimse gelmemişti. Müezzin Kur'ân-ı kerîm okuyordu. İlk safa oturduk. Cemâat yavaş yavaş toplanıyordu. Etrâfıma bakınırken sanki bir ses kulağıma arkana dön bak der gibi oldu. Dönüp baktığımda bir zâtı oturuyor gördüm. Kalbimde şimşek çakar gibi bir hâl oldu. Bir hareket ve âzâlarımda bir titreme meydana geldi. Bu zâtın Hacı Fehmi Efendi olduğunu hissedip yanımda oturan İsmâil Efendiye yavaşça; "Arkamızda bir zât oturuyor. Fehmi Efendi bu zât mıdır?" diye sordum. Bakıp; "İşte odur." deyince, bende öyle bir heyecan meydana geldi ki, anlatmak mümkün değil. Öyle mânevî bir hâle girdim ki, koca câmi sanki bana dar geldi. Dönüp mübârek yüzüne bakamıyordum. Bakmadan da edemiyordum. Izdırabımdan terlemeye başladım. İsmâil Ağa; "Çok muzdarip oldun sebebi nedir?" dedi. "Arkamda oldukları için muzdarip olduğumu söyleyince; "Hazret-i Şeyh hoş görür. Böyle şeyleri aramaz, üzülme." dedi. Halbuki benim ızdırabım başka bir sebepten ileri geliyordu.

Nihâyet ezân okundu. Namaz için kalktık, artık mübârek yüzünü görmek mümkündü. Ama başımı nasıl çevirip de bakabilirdim. Edebimden dönüp bakamadım. Namazdan sonra içimden bir âh çektim. İsmâil Ağa bana; "Sen bu hâl ile nasıl evlerine gidebileceksin?" deyince, artık ister istemez gideceğiz, dedim. "Fazla oturmayalım. Hizmetçiye de tenbih edelim bizim için tütün çubuğu da doldurmasın." dedim. İsmâil Ağa; "Hazret-i şeyhin âdeti öyle değil muhakkak çubuk doldurtur." dedi. Ben içeri girerken hizmetçiye içerde benim için sakın çubuk doldurma diye tenbih ettim.

Nihâyet İsmâil Ağa önde ben de arkasında uzun bir merdivenden çıktık. Oturdukları oda uzun bir oda olup, odada İbrâhim Paşa ve dört beş kişi daha misâfir vardı. İsmâil Efendi odaya önce girdi. Fehmi Efendinin huzûruna girince, mübârek yüzüne baktım. Uzun boylu, ince zayıf yapılı, buğday benizli, yüzünde nûr parlıyordu. Elini öpmek istediğimde âdeti olmadığından ve tevâzu gösterip öptürmek istemediler. Öpmek nasîb oldu. İsmâil Efendi; "Rûznâmeci efendidir." diyerek beni tanıttı. "Mâşâallah bârekallah." buyurdular.

Sonra karşısına oturmamı emretti. Huzûrunda edeple oturdum, göz ucuyla yüzüne baktım. Hâlimi hatırımı sordu. Başım önüme eğik olduğu halde cevap veriyordum. Çok sıkıldığımdan terledim. Sıkıldığımı anlayıp bana bir şey söylemeyip diğer misâfirler ile konuştu. Bir müddet sohbetinde kaldıktan sonra müsâde istedik. Ayrılırken elini öpmek istedim, elini yukarı kaldırıp öptürmek istemedi. Fakat elimi biraz sıktılar. Âh âh milyonlarca âh! Hani "Hayâli cihan değer" diye bir söz vardır. İşte şimdi o hatıralarımın hayâli cihan değer. İşte bunları yazıp anlatırken o hayâl hâsıl oldu. Ağla gözlerim ağla! Hocam Fehmi Efendinin ayrılık derdiyle ağla! Huzûrundan ayrılırken müsâfeha edip elimi sıktıkları sırada kalbime şöyle yerleştirdiler ki: "Sen bizimsin, üzülme, mahzun olma!" İşte o andaki sevincim sevdiğine kavuşan kimsenin sevinci gibi pek ziyade oldu. Kan-ter içinde huzûrundan ayrılıp dışarı çıktım. Huzûrunda bana nasîb olan mânevî hâli İsmâil Efendiye açmadım. Bir nazarlarıyla aşk-ı hakîkiye kavuşturdular.

İsmâil Ağa bana; "Artık bugün senin bayramındır. Abdüssamed Efendinin ziyâretine de gidelim."

dedi. "O zât kimdir?" diye sorunca; "Terzi Baba'nın dâmâdıdır. Hem Terzi Baba'nın evini de görmüş olursun." dedi. Doğruca oraya gittik. Evi, Câmi-i kebîrin yakınında idi. Beş-altı merdiven basamağı çıktıktan sonra, büyük bir odada idiler. O beldenin âdeti üzere odada bir de ocak vardı. Orayı görünce, içimden aynen İstanbul'daki Merkez Efendinin çilehânesine benziyor düşüncesi geçti.

Abdüssamed Efendi bir köşede oturuyordu. Leblebici Baba da yanındaydı. Başka misâfirler de vardı. Huzûruna girince, elini öpmek istedim, öptürmediler. Karşılarına oturdum. Fakat Hacı Fehmi Efendinin huzûrundaki gibi fazla hicap duymadım. Hürmet ve saygı göstererek konuşuyordum. İsmâil Efendi bu fakiri tanıtınca, memnun oldu. Abdüssamed Efendi konuşurken gözlerini yumuyor arasıra açıp tekrar kapatıyordu. Leblebici Baba ise siyah bir aba giyinmiş elindeki tesbihini çekiyordu. Huzurda bulunanlar edeple oturuyorlardı. Bir müddet sohbetten sonra müsâde alıp ayrıldık. Sonra İsmâil Efendi ile bizim eve gittik. Bu zâtların hayatlarından ve menkıbelerinden anlatmasını istedim.

İsmâil Efendi, Muhammed Vehbi Hayyât hazretlerinin hayâtını uzun uzadıya anlatıp sözünü bitirdi fakat bu fakirin de işini bitirdi. Yâni gönlüm tamâmiyle Vehbi Hayyât hazretlerine meyl ve muhabbet ederek gece gündüz âh u figânım arttı. Ertesi günü vazîfe yerime gittim. Bedenen vazîfe mahallim olan yerdeyim, fakat aklım, rûhum Muhammed Vehbi Efendideydi. Olup bitenleri vazîfe arkadaşım Şerif Efendiye anlattım. Bana; "İsmâil Efendinin nakl ve hikâyesinin hepsi doğrudur. Bu işler yakında olduğuna göre bu durumları bilenler çoktur. Hem de Hoca Fehmi Efendinin, Şeyh Hayyât hazretlerinin halîfesi olup, "Vehbi Efendinin makâmının Hacı Fehmi Efendiye ihsân olunduğunda dahi aslâ şüphe yoktur." dedi. İşte şimdi baştan başa ateş saçağı sardı. Fakat henüz yalnız olarak Fehmi Efendinin huzûruna gitmeye kuvvet ve cesâretim yoktu. Bu sebeple İsmâil Efendiye bir kere daha gidelim dedim. Bunun üzerine bir sabah gittik. Önceki gibi Hacı Fehmi Efendinin yine ellerini öptük. Sonra, içimden Hacı Fehmi Efendiye karşı çekingenlik hâlim gidip, bir ferahlık geldi.

Bir ara kendisine baktığımda Allahü teâlâya yemîn ederim ki, o anda elimde olmayarak içimden bir aşk deryâsı zuhûr edip, iki gözümün pınarından yaş geldi.Hele ki kendimi zabtederek sırrımı, içimde olanları dışarı vurmadım. Biraz sonra İsmâil Efendinin işâreti ile izin isteyip huzurdan ayrıldık. İsmâil Efendiye; "Benzeri cihana gelmemiş bir Yûsuf'a insan nasıl alâka, ilgi gösterirse, işte, şâhid ve bilmiş olun ki, Fehmi Efendi hazretlerine de öyle âşık oldum. Eğer bu aşk daha ilerlerse, bil ki, kalemi (rûznâmecilik vazîfesini) çoluk çocuğumu terk eder, onun kapısında hizmetkâr olurum." dedim. İsmâil Efendi; "Bu hususta korkum yoktur. Çünkü Hacı Fehmi Efendi hazretlerinin mânevî kuvvet ve kudretlerini iyi bildiğim için, sizi bu duruma varmaya bırakmazlar." dedi.

On beş-yirmi gün sonra İsmâil Efendiyi çağırıp, Fehmi Efendi ve daha başkalarını bir akşam yemeğine dâvet etmek istiyorum. Aceb Fehmi Efendi kabûl ederler mi?" dedim. "Kabûl ederler." dedi. İsmâi Efendi ile berâber huzûruna varıp arz ettik. Kabûl buyurdular. Oradan Abdüssamed Efendi, Leblebici Baba, Hacı Hafız Efendi, Abdülbâki Baba ve diğer ihvâna giderek hepsini dâvet ettim. Ertesi günü akşam yemeğine teşrif ettiler. Yemekten sonra sohbet başladı. Fakir de şöyle bir köşede ayakkabılık tarafında oturdu. O âna kadar az çok ehl-i tarik ile muhabbetimiz olmuş ise de onların birisinden işittiğim bâzı sözler fakiri o kadar benden aldı ki, doğrusu aklım ve fikrim başka bir çeşit oldu. Abdüssamed Efendi beni kasdederek buyurdular ki:

"Rûznâmeci Efendiyi kimseye vermem. Benim olsun." dedi. Vehbi Hayyât Efendinin dâmâdı olduğu için Fehmi Efendi ona çok hürmet gösterirdi. Buyurdular ki; "Rûznâmeci duâcınız, buna fevkalâde teşekkür eder. Siz kabûl buyurursanız." dediler. Hepsinin ellerini teker teker öptüm. İşte o dâvet sâyesinde biraz onlara alıştım. Fakat yine yüzlerine bakamazdım. Önüme bakarak gâyet edepli arzederdim. Ertesi gün Abdüssamed Efendi hazretlerine gittim. Merhamet ve lütuflarının çokluğundan bana zikr yapmayı ve daha başka şeyleri öğretip, teveccüh buyurdular. Bu sırada kalbim harekete geldi. Fakat bir başka âleme girdim. Başka bir renge boyandım.

Oradan Fehmi Efendinin yanına geldim. Onlar da gâyet memnun olup duâ buyurdular. İşte elden geldiği ve gücüm yettiği kadar zikr ile meşgûl oldum. İçimizdeki muhabbet git-gide artıyordu. Hacı Fehmi Efendinin yanında bir köşede boynumu eğip zikr ile meşgûl oldum.

Hacı Fehmi Efendinin âdetleri üzere yanlarında dâimâ Muhammediyye kitabını okuturlardı. Erzurumlu bir derviş olan İsmâil Efendi vardı. Sesi gâyet güzeldi. Muhammediyye'yi ona okuturlardı. Orada bulunanların hepsi gözlerini yumup murâkabe hâlinde dinlerlerdi. Kendileri de murâkabeye dalar bu âlemden çıkardı. Muhammediyye'yi bir saat kadar okuturdu. Muhammediyye okunması tamam olunca, herkes donmuş kalmış gibi olurlar, sonra kendilerine gelirlerdi. Fakir, Hacı Fehmi Efendinin himmetiyle az zamanda hayli terakkî edip ilerleyerek, nice senelik müridler, talebeler gibi oldum.

Hacı Fehmi Efendi, kendisine talebe olmaya gelenler için; "Benim gibi zavallı birinin dervişi mi olur. Biz kendimiz dervişiz. Ancak ihvân-ı din gelip, gönüller böyle arzu ediyor. Fakir de elinden tutup hocam Vehbi Hayyât hazretlerinin sürüsüne katıyorum. Yalnız fakirin hizmeti dışarıda kalan koyunları birer birer hazret-i Hayyât'ın sürüsüne katmaktır. Oradan ötesine karışmam. O sürünün çobanı vardır. Benim işim onlara teslimdir." buyururlardı.

İbrâhim Efendi, hocası Hacı Fehmi Efendinin ve onun hocası Vehbi Hayyât'ın (Terzi Baba'nın) hayâtını ve kendi hayâtını anlatan üç ciltlik bir eser yazmıştır. Büyük ciltler hâlinde olan bu hâtırâtında ayrıca tasavvufa âit çok kıymetli bilgiler, hocalarının sohbetleri yer almıştır. Kendi hayâtını uzunca anlattığı bu eseri çok kıymetli bir eser olup, tasavvufta ilerlemek, yetişmek isteyenler için çok güzel misâller ve faydalı bilgiler yazmıştır.

Bu eserinden başka İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin Rûhul-ül-Beyân Tefsîri'ndeki Fârisî şiirleri tercüme etmiş ve bu tercümenin sonuna Fârisî kâideleri anlatan bir risâle eklemiştir.

Risâle-i Tercümet-ül-Hakâyık adlı bir eseri vardır.

1) Hâtırât-ı Aşçı İbrâhim, Üniversite Kütüphânesi, T.Y., No: 3222

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede
MesajGönderilme zamanı: 12.01.09, 21:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.12.08, 23:18
Mesajlar: 245
rahmetullahi aleyhi ve kuddise sirruhu..

bu zat-ı şerifin 4 ciltlik bir hatıratı var her cildini inceledim; Vallahi tam bir hatırat hazinesi.. bunu ilk fırsatta almak lazımdır..

ben o güzeli (kitabı) bir kere gördüm hala aklım onda ve içindekilerde.. :roll:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 07.02.09, 18:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
'Beşi bir yerde' Tarikatçi Dede

Abdullah MURADOĞLU

Osmanlı genelkurmayı Seraskerlik'te 60 yıl görev yapan 'Aşcı Dede' lakaplı İbrahim Efendi, 19. yüzyılın sosyal-dini hayatını detaylı olarak hatıralarında anlatıyor.

Attar dükkanı, yanında pek aşağı kalır; yaştan kurudan, aşktan meşkten, zahir ve batın her ne istersin mevcuttur Aşcı dedenin kitabında."

Bu cümleler, Kitabevi'nden 4 ciltlik hatıraları yayınlanan Aşcı Dede İbrahim Efendi'ye ait. 19. Yüzyıl Osmanlı'sının sosyal, kültürel, dini hayatını anlatan Aşcı Dede'nin hatıraları adeta "Kırk Ambar"dır. Osmanlı Genelkurmayı Seraskerlik'te 60 yıl görev yapan Aşcı Dede, İstanbul, Edirne, Hicaz, Erzincan, Erzurum, Şam gibi şehirlerde bulunmuş. Hatıraları şehir tarihleri açısından zengin bilgiler veriyor. Hatıraları yayına hazırlayan Dr. Mustafa Koç ve Eyüp Tanrıverdi'nin verdiği bilgilere göre Aşcı Dede Kasımpaşa Mevlevihanesi'nde semaa soyunmuş, Erzincan'da Halidi Tekkesi'nde elinde taşlar hatm-i hacegan indirmiş, Erzurum Kadirhanesi'nde ise devrana çıkmış. Hatuniye Dergahı'nda Mesnevi, Şam'da Fütuhat, Beyazıt Camiinde Arapça okumuş, hatıratını ise gönül diliyle dokumuş. Gün olmuş Edirne Mevlevihanesi'nde şeyh-i sani ve Mesnevihan olmuş, Hamzavi şeyhlerle hemhal, Bektaşilerle dost olmuş, şiir tadındaki nesrinde sufi tecrübelerini, hallerini, en çok da düşlerini, tabiriyle söylemiş. Hatıralarında "Beşi bir yerde Tarikatçi Dede" ibaresine yer veren Aşcı Dede, ibareyi şöyle açıyor: Süluk-ı Nakşi, adab-ı Mevlevi, aşk-ı Kadiri, teslim-i Bektaşi, teveccüh-i Halidi.

MEVLEVİ-BEKTAŞİ BİRLİĞİ

Tarikatte farklı yolların hususiyetlerini anlatan Aşcı Dede bakın neler diyor: Mevlevilerin Bektaşiler ile ittihad-ı manevileri vardır, ehlinin malumudur. Mevlevilerle Bektaşiler cansız-meysiz; Kadirilerle Rufailer aşksız-ateşsiz; Sadi'lerle Bedeviler cezbesiz-donsuz; Halvetilerle Celvetiler lale i sümbülsüz olamazlar azizim. Zahiri manası malumdur, mana-yı işareti budur ki Mevleviler, Bektaşiler dost severler, zira ki mey için saki lazımdır, sakisiz mey içilmez. İmdi Kadirilerin aşkı inkar olunmaz. Rufailer de ateş ekl ederler. Biz şarab içeriz, onlar nar şurubu. Sa'di, Bedevi sahihen ehl-i cezbedir, donar ise "müşkül açılır", dikkat etmeli rumuza. Halveti, Celveti bizzat cananın bahçesinden lale i sümbül "Onu sen bil" devşirir, yani enva'-ı şukufe-i tecelliyat-ı rabbani ile dimag-ı maneviyyesini pür-neş'e-i zevk ü sefa eder. Hele Nakşiler, artık onları sorma ki onlar göze yar ve ağyara görünmeyip onlar kafileyi tarikten getirirler, yani Nakşbendan acib kafile-salardır. Gizli yoldan getirirler hareme kafileyi azizim."

HERKESİN BİLDİĞİ 'SIR'LAR

Aşcı Dede, sıradan bir Osmanlı dervişi. Anlattığı şeyler, bugünlerde bir 'sır' olarak piyasaya sürülen bazı tarikatlere ilişkin gerçeklerin hiç de sanıldığı gibi sır olmadığını ortaya koyar. Bu gerçekler, sıradan bir Osmanlı'nın gündelik hayatında karşılaştığı şeylerdir. Özellikle de farklı tekkeler arasındaki geçişkenliğin sıklıkla yaşanması da dikkat çekici. Ne var ki tarihinden, dilinden koparılmış insanların 19. Yüzyıl Osmanlı sosyal-dini hayatını anlaması için neredeyse akademik çaba göstermeleri gerekiyor. Neyse ki Aşcı Dede'nin akıcı İstanbul Türkçesiyle kaleme aldığı hatıraları bu dönemi detaylarıyla anlatıyor. Aşcı Dede'nin 1847'de 16 yaşında başlayan devlet görevi 1906'ya kadar uzanıyor. Aşcı Dede'nin hem Kandilli Mahalle Mektebi'nden hem Süleymaniye Rüşdiyesi'nden en yakın arkadaşı ünlü Ziya Paşa'dır. Dolayısıyla Osmanlı mektepleri hakkında detaylı bilgiler de alıyoruz böylece.

'DERVİŞ ARTİN' UTANDIRDI

Aşcı Dede'den öğrendiğimize göre, Galata Mevlevihanesi'ne Frenkler, yani hıristiyanlar bile devam edermiş. Yüzyıllar önce Mevlana'nın sohbet halkasına papazların katıldığı gibi. Aktaracağımız vakadan "sır"cılar "yeni sırlar" keşfedebilirler. Ama olsun. Aşcı Dede, Edirne Mevlevi Şeyhi Hacı Eşref Efendi'nin doktoru Ermeni Operatör Binbaşı Artin Efendi'yle ilgili bir anısını şöyle anlatır: "Oldukça kulağı delik ve kendisi vaktiyle Arabiyat görmüş ve Divan-ı Sadi mütalaa etmiş, bazı hadisi şerifler de ezberinde idi. Onun için vaktiyle kendisine 'Derviş Artin' lakabı verilmiştir. Elimin fitilini değiştirip merhem koyup sardıktan sonra oturup tarikat-ı aliyye sohbetleri olur idi. Hatta bir gün bu beyti okudum: 'Mide tehi ten durust.' İlk mısrasını benden evvel Artin Efendi okudu. Aferin deyip taaccüp ettim.

DERVİŞ PAŞA'NIN İTİRAZI

Aşcı Dede, Osmanlı insanı ve hizmet anlayışı hakkında, "böyle insanlar yaşamış" dedirtecek ibret verici anekdotlar anlatır. Aşcı Dede uzun süre yanında bulunduğu Derviş Paşa'ya geniş yer verir. Osmanlı Erkan-ı Harbiye Nazırlarından Derviş İbrahim Paşa savaşlardan savaşlara koşmuş bir askerdir. Hatıralarda geçen bir anekdot şöyle anlatılıyor: Paşa merhumun biyografisi gibi bazı şeylerin kendisinden sual olunarak bir kağıda yazılmasını oğlu Halid Paşa istemiş. Merhum Paşa cevaben, "Oğlum ben çok işlerde bulundum ve onun cümlesini Cenab-ı Hakk'ın rıza-yı şerifi için işledim. Şimdi onları meydana koyup halka satmak ne lazımdır? Hak için olan şey, yine Hak için gizli ve saklı olması evladır" demiş. Evet öyledir, merhumun, Hak için yapmış olduğu şeylerin çoğunu bu yüzsüz Aşcı Dede bilir azizim. Yine bizde kalsın şahım."

DELİ SULTANA VELİ DEDİLER

Aşcı Dede hatıralarında Sultan II. Mahmut'un, büyük büyük dedesi İkinci Bayezid hakkında söylediği sözlere de yer veriyor: Sultan Mahmut Han Gazi rahmetullahı aleyhi bir gün Sultan Bayezid-i Veli hazretlerinin türbe-i şerifine gidip kendisine mahsus olan mahalde oturup Kur'an tilavet eder iken yanında duran adama "bu yatan kimdir" diye sual etmiş. O adam bu sualden bir şey anlamayıp yani malum olan şey sual etmeden murad-ı şahane acaba nedir gibi cevabında sükut etmiş. Sonra padişah tekrar "söyle" diye irade buyurmasıyla bu kişi şöyle arz etmiş ki "sülale-i izamınızdan Sultan Bayezid-i Veli hazretleridir" demiş. Padişah, "Bu deli bir adam idi, lakin yakınındakiler veli idi. Onun için buna veli dediler. Ben veliyim, lakin yakınımdakiler deli olduğu için bana deli diyorlar" buyurmuş.

ARAPÇA ÇOK KOLAY

"Şöyle ki Şam-ı şerifte iken, merhum Hamdi Paşa'nın valiliği zamanında gayet nüktedan, muhacir komisyon azasından bir Halid Beyefendi var idi. Hamdi Paşa bir gün sual etmişler ki "Halid Bey, nasıl Arapça öğrenebildin mi??" Demiş ki "Arapça öğrenmek pek kolay efendim", "nasıl" buyurmuşlar. Demiş ki "Bizim Türkçe ibaremiz yok mu?", "evet, var" "işte efendim o bizim Türkçe olan kelimemizin sonuna bir 'zil" ilave ederseniz Türkçe olan kelime Arapça olur". Paşa merhum "Aman Halid Bey, nasıl oluyor, yap bakalım?" buyurmuşlar. Halid Bey demiş ki "Mesala biz bir adama Türkçe 'in' deriz., yani 'aşağı in' deriz, işte bu "in" kelimesinin sonuna bir "zil" ilave edip "inzil" der isek Arapça "aşağı in" manasına demektir" deyince Paşa merhum o kadar kahkaha ile gülmüş ki arkası üzerine düşmüştür. Bunun gibi bizim münzevi oluşumuz zilli düdük münzevilerden addolunuruz azizim."

http://www.yenisafak.com.tr/arsiv/2006/ ... dusum.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Aşçı Dede'nin Hatıraları
MesajGönderilme zamanı: 08.02.09, 10:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Aşçı Dede'nin Hatıraları

Risale-i Tercüme-i Ahval-i Aşçı Dede-i Nakşî Mevlevî

Çok yönlü bir sufinin gözüyle son dönem Osmanlı hayatı

Hatırat veya seyahatname okumayı sevenler için oldukça hoş bir kitab Aşçı Dede'nin Hatıraları.

Tarih kitaplarında ağırlıklı olarak siyasi tarih anlatılır.

Oysaki geçmişte dedelerimizin günlek hayatını, gailelerini, endişe ve sevinçlerini, adetlerini hatırat türü eserlerle öğrenebiliyoruz.

Her ne kadar bu eserler tek başına tarihe kaynaklık edemese de yazıldığı dönemindeki sosyal ve kültürel hayatı tanıma ve anlama yolunda oldukça faydalı ve bir o kadar zevkli kitaplardır diye düşünüyorum.

Aşçı Dede'nin Hatıraları da son dönem Osmanlı hayatını ve bu dönemde meydana gelen değişmeleri, tasavvuf erbabı bir memurun kaleminden okuma imkanı sunmakta.

Memuriyetinden dolayı pekçok şehirler gezen Aşçı Dede'nin dört ciltlik hatıratı, tanıtım yazısında ifade edildiğine göre Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinin ikinci versionu mesabesinde imiş.

Kitap sadeleştirilmediğinden Osmanlıca sözlüğünüzü de yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim. Aşçı Dede sufi olduğu için, beyitlere yer verdiği gibi, aşk uşşak kelimesini, tasavvuf mefhumlarını bol bol kullanmış. Tasvirlerinde zaman zaman abartılar, sıkıcı ayrıntılar bulunmakla beraber; insana olan muhabbeti, ağırbaşlı, mülayim yorumlarıyla aşıkmeşreb bir Osmanlı efendisini dinlediğinize hükmedersiniz.

Mustafa Koç ve Eyyüp Tanrıverdi'nin hazırladığı kitap, Kitabevi tarafından neşredildi.

http://mihmanhane.blogspot.com/2006/07/ ... ralar.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Bir dervişin Osmanlı hatıraları.
MesajGönderilme zamanı: 08.02.09, 15:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Bir Dervişin Osmanlı Hatıraları

Servet Kabaklı

Kastamonulu bir aileden gelen, İstanbul'da iyi bir tahsil görüp devlette görev alan Aşçı İbrahim Dede, 1828 ile 1906 gibi uzun bir zaman diliminde, o geniş Osmanlı coğrafyasının askerî, siyasî ve sûfî hayatını anlatıyor.

"...İMDİ aşk ne şeydir, nasıl olur der isen, sana bir temsil ve hikâye ile aşkı beyan edeyim. Bir deveci, devesini kaybedip aramak için sahralara şuraya buraya gider imiş. Bir sahrada bir çeşme başında bir kız görmüş. Murat etmiş ki bu kıza sual edeyim, belki deveyi görmüştür deyip yanına yaklaşıp kızdan develeri sual etmiş. Kız ona cevabında demiş ki 'Beni babam dayımın oğluna verecektir. Ben ona varmıyorum, istemem, ben filâna varacağım!' Deveci tekrar: 'Kızım ben senden develeri sual ediyorum.' Tekrar kız cevabında: 'Canım emmi, dedim ya, ben ona varmayacağım, filâna varacağım' demiş. Deveci birkaç defa tekrar tekrar böyle demiş ise de fayda etmeyip yine o kendi efkârını söylüyor. Deveci anlamış ki buna işi anlataveremeyecektir, oradan gitmiştir. İşte aşk-ı ilâhîde olan zat böyle olmalı, yani aşk-ı ilâhîden başka bir şey bilmemeli demektir."

Açık olan gönül gözlerinden sevda tüten dostlarım; bu ifadeler 3 Osmanlı padişahı döneminde yaşayıp günlük tutarak, hatıralarını yazmış bir dervişe ait. Kastamonulu bir aileden gelen, İstanbul'da iyi bir tahsil görüp devlette görev alan Aşçı İbrahim Dede, 1828 ile 1906 gibi uzun bir zaman diliminde, o geniş Osmanlı coğrafyasının askerî, siyasî ve sûfî hayatını anlatıyor.

Aşk-ı muhabbet lisanı...

AŞÇI Dede'nin Hatıraları* adıyla dört büyük ciltlik bu eseri okurken, o zamanki vatanımızın uçsuz bucaksız topraklarını dolaşıyor, hem de manevî âlemlere sık sık kanat açıyorsunuz. 19. Yüzyıl İstanbul Türkçesi'nin aynen muhafaza edildiği bu kitap, az bir gayretle çok rahat anlaşılıyor ve zevkle okunuyor. Hem zaten düşünce ufuklarımızı genişletebilmek için kelime hazinemizi alabildiğince zenginleştirmeye mecburuz. O bakımdan da bu eser çok büyük bir hizmet görüyor.

Madem satırlarımıza aşk ve muhabbetle başladık, kitaptan bir başka alıntıyla yine aynı yolda devam edelim:

"...Şeyh-i Ekber kuddise sırruhu'l-azîz hazretlerinin Futûhât'ta muhabbet bâbında buyururlar: 'Çaylak denilen kuş, dişisiyle beraber Hazret-i Süleyman aleyhisselâmın kubbe-i sa'âdetleri üzerinde kendilerine yuva yapıp oturup erkek çaylak, dişisine esnâ-yı muhabbette arz-ı aşk u muhabbet için demiş ki "Sana olan aşk u muhabbetim o dereceye varmıştır ki eğer desen ki şu kubbeyi Süleyman aleyhisselâmın üzere yık, hemen hedm ederim." Bunun bu sözünü kubbenin içinde Süleyman aleyhisselâm işitip mezkûr çaylağı huzuruna çağırır. Hazret-i Süleyman aleyhisselâm der ki "Ne söz söylüyordun, yani bî-edebâne nasıl söz idi ki söylüyordun?" Derhâl çaylak der ki "Kerem ve lutuf buyurun, arz edeyim. Şöyle ki seven ve sevgi için bir lisan vardır ki onu kimse söylemez, illâ ki âşık ve ehl-i muhabbet söyler. Ben dahi arkadaşım olan dişi çaylağa arz-ı aşk u muhabbet edip söyledim. Zira âşıklar üzerine yol yoktur, illâ ki o lisân-ı aşk u muhabbet ile tekellüm ederler ki gayrıları edemez. Onlar ilim ve akıl lisanıyla söylemezler" dedi. Süleyman aleyhisselâm güldü ve onu azarlayıp cezalandırmadı azizim.'"

Deveyi hamuduyla yutanlara

AŞÇI Dede, çevresindeki insanların kadar, bugünkü biz torunlarından haddini bilmezlerin de hep kısa kısa ve oldukça güzel hikâyelerle kulaklarını çekiyor. İşte fakir fukarayı düşünmeden "deveyi havuduyla yutanlara" verdiği acı ders:

"...Vaktiyle Trabzon memleketine bir deve gelmiş. Ahâlî-i belde böyle deve görmediğinden taaccüp ederler. Deve de önünü boş bulup ekin tarlasına girmiş. Ekinleri koparıp koparıp yukarıya kaldırıp ekl ediyor. Ahalinin ileri gelmiş ukalâsından birisi getirip deveyi göstermişler ki 'bu nedir' diye. O zat bunlara demiş ki 'Bu Trabzon'un tanrısıdır.' Ahali 'Ya!' deyip devenin ziyaretine gitmişler. Lâkin görmüşler ki deve tarlalarda ekin bırakmıyor, ekl ediyor. İçlerinden birisi deveye hitaben demiş ki 'Ey Trabzon'un tanrısı! Yerde alıp gökte yersin, senin kulların senin siyah habbelerini mi yesin!'"

Aşçı Dede'nin Hatıraları, kalp gözü açık okuyucular istiyor. İçindeki her söz ya Kur'ân'dan, ya Hadis'ten ya da Mevlânâ Hazretleri gibi büyüklerin sözlerinden alınmış ve onlardan alınan ilhamla da yazılmış olduğu için, okuyucunun aklının da gönlünün de ilâhî mesajlara açık olması gerekiyor. Zaten Aşçı Dede de bunu çok açık bir şekilde şöyle dile getiriyor:

"...Cenâb-ı Hak rahmet etsin, iş bu risalemizde evvelce adı geçen Alay Emini İsmail Hakkı Efendi, 'O bir kelâm ki Allah kelâmı değildir, o bir söz ki Peygamber sözü değildir, o bir deyiş ki büyüklerin deyişi değildir, işte o söz hades gibi pis pis kokar' der idi. Lâkin bu kokuyu alacak burun hani? Bu senin görünürdeki burnun, manevî olan kokuları alamaz, ancak dışarının kokularını alır. Hâlbuki dışarının kokuları da pis pis kokar. Ama sen dersen ki 'O kokular bana pek güzel gelir'. Doğru söylersin, tabakhanede olanlar da senin gibidir, onlara da pek güzel gelir o pis kokular."

Bu eseri Osmanlı'nın son dönemlerinde hükümran olan üç Sultan'ın idaresini, o sıralardaki toplumun yapısını ve maneviyatını bilip öğrenmek isteyenlere, ayrıca da tasavvufî hassasiyete sahip olan gönüldaşlarıma tavsiye ederim.

(Kitabevi, +90 (212) 512 43 28)

(Servet Kabaklı / Tercüman)


http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=169596

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 08.02.09, 23:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.12.08, 23:18
Mesajlar: 245
bu antik hazineyi alıp alıp..
bir köşeye çekilip çekilip.. ;
dalıp gitmek lazım usul usul...

aslında hatırat ve teracim-i ahval kitapları ana bilim sahasıdır..
zira ulum ve hikemin babalarını bu kitaplar anlatır..
babaları bilirsen bablar malum olur.. :idea:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 09.03.09, 11:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Heyeman yazdı:

bu zat-ı şerifin 4 ciltlik bir hatıratı var her cildini inceledim; Vallahi tam bir hatırat hazinesi.. bunu ilk fırsatta almak lazımdır..

ben o güzeli (kitabı) bir kere gördüm hala aklım onda ve içindekilerde..


2. cild baş kısımlarında tamamı dercedilerek verilen "Nefs dereceleri"ni birer şehir olarak anlatan Nakşi büyüğümüz Üsküdar Alacalı Minare Mescidi imamı Muhammed Sadık Efendi -Q-'un "Nefs Mertebeleri" risalesini az önce tamamladım.

Hangi nefsin şehrinde ikamet edilmekte ? anlamak için eşsiz bir kılavuz...

***

Aşçı İbrahim Dede'nin 4 cildlik hatıratının kıraatı dün tamama erdi.

1826. sayfada Hz. Aziz'i 77 yaşında, 7 aydır Sultan'ın irade-i seniyyesi ile Edirne'deki resmi vazifeden emekli olmayı bekler halde Kandilli'de bıraktım.

Şu eser Hz. Pir Terzi Baba Muhammed Vehbi Hayyat -Q-, Hz. Şeyh Mustafa Fehmi Erzincanî en-Nakşbendi -Q- ve Hz. Şeyh Ali Eşref el-Mevlevî-Q- ile tanış olmak ve manevi feyz ve terbiyelerinden istifade etmek için okunmalı.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 02:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.12.08, 23:18
Mesajlar: 245
inşaallah en yakın zamanda bu matbaha kavuşur da biz de nasibimizi alırız.. Aşçı dede hazretlerinin sofrası herkese açık amma o taam-ı maneviyyeye ilgi ve iştiha duyacak açlık lazım: açlık nerde?

sufi azizim, okudun bitirdin de açlığın yatıştı mı bari..? ;)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 16:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Heyeman yazdı:
inşaallah en yakın zamanda bu matbaha kavuşur da biz de nasibimizi alırız.. Aşçı dede hazretlerinin sofrası herkese açık amma o taam-ı maneviyyeye ilgi ve iştiha duyacak açlık lazım: açlık nerde?

sufi azizim, okudun bitirdin de açlığın yatıştı mı bari..? ;)


AŞÇIDEDE'min aşçılığı filan yok ki; kepçesinden bolca isteyesin...Aç kaldık azizim.

(Teberruken kendisine AHÇIDEDE demişler (hem de Nakşi şeyhi vermiş bu lakabı) ; oysa Mevleviyyede bu unvan onemli bir makamdır malum..; kendisi askeriyye kalemine mensub imiş...)

Fakat AŞÇIDEDE'min kitabına ne niyetle daldırırsan kepçeyi istediğin çıkacaktır...

Mücerrebdir...

:D

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Aşçı Dede İBRÂHİM EFENDİ en-Nakşi vel-Mevlevî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 12.03.09, 10:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Alıntı:

Aşçı Dedem İbrâhim Efendi, mürşidi Hacı Mustafa Fehmi Efendinin ve onun mürşidi Muhammed Vehbi Hayyât'ın (Terzi Baba'nın) hayâtını ve kendi hayâtını anlatan bu üç ciltlik ( Latin harfli basılan 4 cild halinde) hâtırâtında tasavvufa âit çok kıymetli bilgiler, mürşidlerinin sohbetleri yer almıştır. Kendi hayâtını uzunca anlattığı bu eseri çok kıymetli bir eser olup, tasavvufta ilerlemek, yetişmek isteyenler için çok güzel misâller ve faydalı bilgiler yazmıştır.



tasavvufta ilerlemek, yetişmek isteyenler için çok güzel misâller ve faydalı bilgiler...

Aranıp da bulunamayan şeyler bugünkü zamanda ;
haza kibrit-i ahmer...

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 25 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye