Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hulefa-i Rabbani'den: Seyyid Mîr Muhammed Numân Bedahşî
MesajGönderilme zamanı: 11.11.09, 17:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.12.08, 17:20
Mesajlar: 565
Hulefa-i Rabbani'den:

Seyyid MÎR MUHAMMED NUMÂN Bedahşî

Seyyid ve Hindistan`ın büyük velîlerinden olup, 1569 (H.977) senesinde Semerkand`da doğdu. 1650 (H.1060) senesinde Agra şehrinde vefât etti.

Hindistan`a gelip, Hâce Bâkî-billah hazretlerinin sohbeti ile şereflendi.Hocasının vefâtına kadar Delhi`de hizmetinde bulundu. Hâce Bâkî-billah`ın, vefâtında, İmâm-ı Rabbânî Delhi`yi teşrif etmişti. Merhamet buyurup, Seyyid Mîr Muhammed Numân`ı Serhend`e götürdü. Mîr Muhammed, uzun seneler İmâm-ı Rabbânî`ye hizmetetti ve sohbetinde bulundu. Sonra talebe yetiştirmesi için Burhânpûr`a gönderildi.

Mîr-i Büzürk diye bilinen babası Mîr Şemseddîn Bedahşânî, asâleti, fazîleti, ilmi, takvâsı, huzûru ve safâsı ile Bedahşan ve Mâverâünnehr`in meşhûrlarındandı. Tefsîr ve benzeri Arabî ilimlerde asrının bir tânesiydi. Doğduğu ve kaldığı yer, Bedahşan beldelerinden olan Keşm beldesidir. Kabri Kâbil`dedir.

Mîr Muhammed Numân şöyle anlattı: Azîz babam, dünyâya gelen her oğlunun ismini Muhammed aleyhisselâm ismi ilebirlikte olacak diye karar vermiş. Çocuklarına: Celaleddîn Muhammed,Sa`deddîn Muhammed ve Ziyâeddîn Muhammed gibi adlar vermiş. Bunlar benim kardeşlerimdi. Ben annemin karnında üç-dört aylık idim. Babam, İmâm-ıA`zam Ebû Hanîfe Numân bin Sâbit hazretlerini rüyâda görmüş ve; Biroğlun dünyâya gelecek, ona benim ismimi, yâni Numân ismini ver.buyurmuş. Babam, banaMuhammedNumân ismini koymuş. 1569 (H.977) daSemerkand`da dünyâya gelmişim. Ben çocukken, bâzı garip hâller benikaplar, beni benden alır, kendimden geçer dünyâyı unuturdum. Büluğaerince, Belh şehrinde Emîr AbdullahBelhî Işkî`nin huzûrunda, işâret vemüjdeleri ile ona talebe oldum ve tövbe ettim.

Mîr Muhammed Numân bundan sonraHindistan`a gitti. Dînimizin emirlerine uyma isteğinin çokluğundanvaktin velîlerinin hizmet ve sohbetlerinde bulundu.Herbirindenvazifeler aldı, meşgûl oldu. Şeyh Saîd Habeşî ile de müsâfeha ileşereflendi. Nerede bir derviş duysa, onun sohbetine gider, onu cân vegönülden sever, talebe olmayı arzu ederdi. Nihâyet hazret-i HâceMuhammed Bâkî`nin sohbetleriyle şereflendi. O büyük velî, MîrMuhammed`e nihâyetsiz lütuflarda bulundu. Onu kendi silsile dizisine vetalebeleri arasına aldı. Şâh-ı Nakşîbend hazretlerinin yoluna uygunzikr ve murâkabe ile şereflendirdi. Mîr Muhammed işini bırakıp, dünyâyıterk etti. Kalabalık âilesini alıp, tam bir tevekkülle Bâkî-billah`ınhuzûruna geldi.

Mîr Muhammed Numân`ı, Fîrûzâbâd Câmiininaltında ikâmet ettirmeyi düşündüler. Bu câminin altında odalar vardı.Bu odalarda asırlarca kimse oturmamıştı. Rutûbetten nefes bile zoralınırdı. Hazret-i Hâce`nin emri üzerine, çoluk-çocuğu ile orayayerleştiler. Mîr Muhammed Numân`ın hâller sâhibi ve sâlihadan olan kızkardeşi orada oturmaktan hastalandı. Hazret-i Hâce`nin temiz anneleri,Mîr`i ziyârete geldi. Oranın fenâ kokusundan bir saat orada oturamadı.Bu hâli gören anneleri, oğulları hazret-i Hâce`ye dönüp; Ey oğlum,üstâdım ve gözümün nûru! Sizin bu sevenleriniz burada ölmesinler!dedi. Hazret-i Hâce; Anneciğim, bunlar, bu gibi işler kalblerine ağırgelip, incinme düşüncesiyle buraya gelmediler. Allahü teâlânın rızâsınıkazanmak için geldiler. Mâdem ki onların oradan çıkarılmasınıistiyorsunuz. Öyle ise yeni eve taşıyalım. dedi. Sonradan Mîr MuhammedNumân; Velîlikte hangi makamlara kavuşmuş isem, hepsi de FîrûzâbâdCâmiinin altında ihsân edildi. buyurdu.

Mîr Muhammed Numân buyurdu ki: Birkaçgün dînin emirlerine uygun olmayan, sekr hâlleri beni kapladı. Ne kadaruğraştıysam bu hâllerden kurtulamadım. Nihâyet hazret-i HâceBâkî-billah`a hâlimi arz etmeyi düşündüm. Câmiye geldiğim zaman onlarda bana baktılar. Bu bakışlarının bereketi ile kalkmasını istediğimhâller, benden tamâmen kalktı.

Hazret-i Hâce`nin talebelerinden olan birvâli, hocasına ricâ edip; Duydum ki, dergâhınızdaki fakir talebelerdenbir kısmı aç kalıyormuş. Emrederseniz her gün hepsinin ihtiyâcını bengöreyim. dedi. Hazret-i Hâce eshâbından bâzıları için buna izinverdiler. Bu esnâda biri arz etti ki: Mir Muhammed Numân da çok fakirve ailesi kalabalıktır. Hazret-i Hâce onun ihtiyâcının karşılanmasınarâzı olmadılar ve; Bunlar bizim bedenimizin parçalarıdır. buyurdu.Yâni vücûdumuzun parçasını bu gibi işlere yaklaştırmayız. Mîr MuhammedNumân buyurdu ki: O günlerde çok fakir ve parasız olduğum hâlde, bulütuflarını duyunca kendimden geçtim.

Bâkî-billah hazretleri vefât edinceyekadar, Mîr Muhammed Numân`ı en güzel şekilde yetiştirip, olgunlaştırdı.Velâyette yüksek makamlara ulaştırdı. Sonra da en önde gelentalebelerinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerine havâle eyledi.Mîr Muhammedbunu şöyle anlattı: Hazret-i Hâce`nin vefâtlarından önceki günlerde,bir gece uyumayıp hizmet eyledim. Bana baktılar. Bu bakışlarınıntesiriyle bir hâle tutuldum. Her ne yaparsam; Acabâ Allahü teâlânınrızâsına uygun mudur, değil midir? diye düşünceye dalardım. Öyle olduki, bir adım atsam; Acabâ rızâsına uygun mu, değil mi? derdim.Döndüğüm zaman da, şu düşüncelere gark olurdum ki; Bu vakit onlarateslim ve rızâ vaktidir. Ve o kıymeti takdir olunmayan deryâdan, bukalbi susamışın kalbine bir yudum su sunmak zamânıdır.

Hazret-i Hâce, hazret-i İmâm`a (yâniİmâm-ı Rabbânî hazretlerine) talebe yetiştirme icâzeti verdikleri vebütün eshâbını onlara ısmarladıkları zaman, her talebesini ayrı ayrıçağırıp vedâ etti. Sonra hazret-i İmâm`ın huzûruna gönderdi. Hazret-iİmâm`ı, talebelerin terbiyesine vekil eylediler. Talebelerine de,onların huzûrunda bizi tâzim etmeyiniz, hattâ bize teveccüheylemeyiniz. buyurdu. Bana da; Ahmed-i Fârûk`a hizmeti kendisaâdetin, kurtuluşun bil, her emrini yerine getir. buyurdu. Üstâdımınbüyüklüğünü düşünüp, bu sözleri bana ağır geldi ve; Kalbimin aynası,ancak sizin yüksek kalbinizin parlak nûruna karşı duruyor. Onlar nekadar büyük olsa da bu böyledir. diye arz ettim. Kızarak buyurdularki: Meyân Şeyh Ahmed, bizim gibi binlerce yıldızı örten, göstermeyenbir güneştir. Geçmiş evliyânın en büyüklerindendir. Bundan sonrainanarak, isteyerek ve severek hazret-i İmâm`ın hizmetine ve huzûrunakavuşmayı arzu eyledim.

Hazret-i Hâce vefât edince, İmâm-ıRabbânî tâziye için Delhi`yi şereflendirdiler. Mîr Muhammed Numân,kalbinin kırıklığını, garipliğini, miskinliğini, nasîbsizliğini,istidâtsızlığını ve hazret-i Hâce`nin, kendisini İmâm`a havâle ettiğinihatırlatan bir mektup yazdı. Mektupta; Merhametinize kavuşmak için,Peygamberlerin efendisinin hânedânına mensûb olmaktan başka vesîlemyoktur. Peygamberlerin efendisinin sadakası olarak bana acıyın. diyearz etti. Hazret-i İmâm bu mektubu okuyunca, kalbine bir incelik geldi.Buyurdu ki: Mîr, ümidsiz olmasın. İnşâallahü teâlâ daha iyi olacak.Yine buyurdu: Hâce`nin eshâbı arasında, Mîr`in bize husûsî birbağlılığı vardır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri Serhend`e giderken, Mîr`ide yardım ve terbiyelerine alıp, yanlarında götürdüler.

Mîr Muhammed Numân, senelerce hazret-iİmâm`ın sohbetinde bulundu. Bir defâsında İmâm-ı Rabbânî hasta oldu.İmâm-ı Rabbânî hazretleri; Eğer ölürsem, emâneti ehli olan birinebırakmak lâzım. diye düşündüler. O zaman bu ağır yükü yüklenebilecek,büyük oğulları Hâce Muhammed Sâdık ve hazret-i Mîr Muhammed Numân`danbaşkası bulunmadığından, bu emâneti onlara ısmarlamak istedi. Bununiçin de bâzı makamları, bu iki azîzin istidâdlarına göre, onlarınkalblerine akıttılar. Sonra oğullarının ve sevdiklerinin yalvarmalarıile Allahü teâlâya yaptığı duânın hemen akabinde sıhhate kavuştular.

Bundan sonra Mîr Muhammed Nûmân`a olanyardımları ve onu ilerletme vesîleleri her gün arttı. Dâimâ husûsîlütuf ve ihsânlarda bulunup, onun hâllerini yükseklere çıkardı. 1609(H.1018) yıllarında hilâfet verdiler. Dînin yayılması için Burhânpûr`agönderdiler. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bizzat el yazıları ileyazdıkları hilâfetnâmeleri şudur:

Allahü teâlâya hamd ederim. Resûlüne veO`nun keremli ehl-i beytine ve Eshâbına salâtü selâm ederim. Velîlerinyolunda ilerleyip, ârif-i billah olan sâlih ve olgun kardeşim SeyyidMîr Muhammed Numân (Allahü teâlâ onu ve bizi dâimâ rızâsındabulundursun) bu fakîrin vâsıtası ile, Nakşibendiyye büyüklerinin yolunagirdi ve yükseldi. Talebeye faydalı olacak hâle gelince, bu yoluntâlimi, öğretilmesi için kendisine icâzet izin verdim. İcâzetin şartı;dînin emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak, büyüklerimizin yolundagitmekte sabır ve sebât etmektir. Allahü teâlânın yolunda gidenlere vePeygamber efendimize uyanlara selâm olsun.

Mîr Muhammed Numân hazretleri iki defâBurhânpûr`a gittiler. Bu şehirde, ilim ve söz sâhibi Muhammed Fadl veŞeyh Îsâ gibi büyükler vardı. Mîr`in çalışmaları netice vermeyip,Nakşibendî yolu bu beldede revaç bulmadı. Hazret-i İmâm`ın huzûrunageldi ve hakîkatı anlattı.Hazret-i İmâm, üçüncü defâ aynı şehirdeinsanlara dînimizin emir ve yasaklarını tebliğ etmelerini emredip, Buson şekil, inşâallah, eskilere benzemez. buyurdular.

Hazret-i Mîr emre uyarak tekrarBurhânpûr`a gitti. Bu defa büyük kabûl gördü. Sohbetine giden fakîrolsun, zengin olsun, gâfil veya huzur sâhibi olsun, sohbet vetasarrufunun tesirinden kendinden geçerdi. Hattâ bunların o hâllerinigörenler aynı hâle düşerdi. Bu büyük velînin sohbetlerinin tesirleri ohâle ve dereceye ulaştı. Hattâ o şehirdeki büyük âlimlerintalebelerinden çoğu gelip, talebeleri arasına girdi. Çoğu fâsıklar,Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyan tam bir mümin oldu. Çokayıklar, muhabbet şarâbı ile kendinden geçtiler.

Mîr Muhammed Numân, hazret-i İmâm`ıneshâbı arasında, İmâm`a aşk ve muhabbet ile bağlananların en öndegeleniydi. Bu yüzden Hindistan`daki şöhret ve hizmeti güneş gibiaçıktır. Kendisine bağlananlar o kadar çok oldu ki, bazı düşmanlarvaktin sultânına; Sizin saltanatınız, hudud şehriniz Burhânpûr`da sonaerer. Çünkü orada hazret-i Mîr dedikleri bir derviş vardır ve yüz binÖzbek talebesi süvari hâlde emrindedir. Sultan tesir altında kalıp,hazret-i Mîr`i Burhânpûr`dan çağırdı ve; Size niçin hazret-i Mîrdiyorlar dedi. O da; Ben seyyidim. Seyyide Mîr derler. Hazretdemelerinden râzı değilim, emrediniz demesinler. buyurdu. Yüz binmürîdin varmış! dedi. Hazret-i Mîr, tebessüm etti. Sultan, oradaolanlara; Bakın, ben onunla konuşuyorum, o ise gülüyor. Bu dervişinböbürlenmesini anlıyorsunuz değil mi? dedi. Mîr`i seven ve hürmet edenMehâbetHan oradaydı. Sultânın sözüne katılmış görünerek; Onun üstâdı,memleketleri halîfelerine taksim etmiştir. Bunu Burhânpûr`a verdi.Bunun oradaki makam ve mertebesi o derecededir ki, bizim ve sizingibilerin orada varlığı hissedilmez. dedi. Sultan, Mehâbet Hanın da budervişe düşman olduğunu sanıp; Onu sana bıraktım. dedi. MehâbetHan,Mîr Muhammed Numân hazretlerini kendi evine götürdü, yakınlık vemuhabbet gösterdi. Çeşitli ziyâfetler ikrâm eyledi. Söz sâhibi kimselerve diğerleri, karınca ve çekirgeler gibi hazret-i Mîr`in ziyâretinegeldiler.Çok adaklar yapıp, yerine getirdiler. Sultan bunu işitince,Mehâbet Hana kızdı. O da; Pâdişâhım, bu derviş beş vakit namaz kılar,başka hiçbir şey yapmaz. diye arz etti. Pâdişâh, Mîr`in Burhânpûr`dakalmayıp başşehir Ekberâbâd`da bulunmayı kabûl ederse onu bırakalımdedi. Mîr hazretleri kabûl etti ve Ekberâbâd`da oturmaya râzı oldu.Orada tâliblere ders vermeye başladı.

Mîr Muhammed şöyle anlatır: Yine bir günResûlullah efendimizi rüyâda gördüm. Hazret-i Ebû Bekr de yanındaydı.Buyurdular ki: Ey Ebû Bekr! Oğlum Muhammed Numân`a de ki; ŞeyhAhmed`in makbûlü benim makbûlümdür. Şeyh Ahmed`in merdûdu (reddettiği)benim de merdûdumdur. Benim merdûdum da Allahü teâlânın merdûdudur. Bumüjdeyi işitince, son derece sevinip; Elhamdülillah ki, ben hazret-iİmâm`ın makbûlüyüm. O hâlde Allahü teâlânın da makbûlü oluyorum. diyeiçimden geçirdiğimde, Resûlullah efendimiz hazret-i Sıddîk-ı ekber`ebuyurdular ki; Oğlum Muhammed Numân`a de ki; Onun makbûlü olan, ŞeyhAhmed`in de makbûlüdür, benim de, Allahü teâlânın da makbûlüdür. Onunmerdûdu, Şeyh Ahmed`in, benim ve Allahü teâlânın merdûdumuzdur.

Yine bir gün rüyâda, pâdişâhların cülûsveya tebrik günlerinde yaptıkları gibi, bir meydana büyük bir çadırkurulduğunu gördüm. Bütün insanların yaşadığı memleketler o çadırınaltında kalıyordu. Dünyâdaki pâdişâhlar, hâkimler, memleketin idâresiniyürüten âmirler ve devlet erkânı hep orada bulunuyorlardı. Köyler,şehirler, çarşılar, yollar, ölüm, hayat, fakirlik, zenginlik,efendilik, hizmetçilik hep orada... Bütün o erkân, iş yapmak için,çadırın tepesindeki deliğe bakıyorlar ve ardından ikinci bakışlarıdünyâya ve dünyâdakilere oluyordu. İş yapanlardan herbirine oradan biriş buyuruluyordu. Hatırımdan, Ben de yukarı bakayım, orada ne vardırki, bütün bu erkân oradan emir alıp, iş yapıyorlar. diye geçti. Başımıkaldırınca, çadırın orta direğinin en üst noktasında bir pencereolduğunu ve hazret-i İmâm orada oturup, mübârek yüzünü o pencereyekoyarak, işaret ettiğini gördüm. Bütün dünyâdaki devlet erkânı,yapacakları işleri onun o işaretlerinden anlıyor, birbirine uyan veuymayan işleri, hep o bir işâretten çıkarıp yapıyorlardı.

Yine bir gün sabah namazından sonracâmide oturmuş murâkabe ile meşgûl oluyorduk. Hocam ile karşı karşıyaoturmuştuk. Bir ara başımı meşgûliyetimden kaldırdım. Hazret-i İmâm`ınyerinde Resûlullah efendimizin oturduğunu gördüm. Üzerimi bir heybetkapladı. Hemen başımı önüme eğdim. Bir müddet sonra, tekrar başımıkaldırdım. Hazret-i İmâmın da Server-i kâinâtın yanında oturduğunugördüm. Tekrar murâkabe için başımı eğdim. Bir an sonra yine başımıkaldırdım. Gördüm ki, Resûlullah efendimizin yerinde hazret-i İmâm,hazret-i İmâm`ın yerinde de, Resûlullah efendimiz oturuyor. Tekrarmurâkabeye koyuldum. Bir zaman sonra başımı kaldırınca, iki yerde deResûlullah efendimizi gördüm. Biraz sonra ikisini de hazret-i İmâmbuldum. Sonra da hazret-i İmâmın yalnız oturduğunu gördüm. Bugördüklerim baş gözü ile olmuştur, rüyâ ve vaka hâli değildir.

Hazret-i İmâm`ın Mektûbât isimliüç cild, değer biçilmez eserinde, Mîr Muhammed Numân hazretlerineyazılmış mektuplar vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

...Üstâdım Hâce Muhammed Bâkî-billah`tanişittim. Buyurdu ki, Şeyh Muhyiddîn-i Arabî yazıyor ki: Kerâmet vehârikaları çok görülen evliyâ, son nefeslerinde, bunlarıgösterdiklerine pişmân olmuştur. Keşke hiç kerâmetimiz görülmeseydidemişlerdir. Evliyânın üstünlüğü, hârikaların görülmesi ileölçülseydi, bunların görünmesine pişmân olmak yersiz olurdu.

Suâl: Vilayette, hârika görünmesi şartolmayınca, hakîki velî ile, yalancı şeyhler birbirinden nasıl ayrılır?

Cevap: Bu dünyâda evliyânın belli olmasılâzım değildir. Doğru ile yalancının karışması lâzımdır. Bu dünyâda hakile bâtılın, doğru ile yanlışın karışması lâzımdır. Velînin, kendivilâyetini bilmesi de şart değildir. Kendi vilâyetini bilmeyen evliyâçok idi. Bunları, başkaları nasıl tanıyabilir? Tanımalarına lüzum dayoktur. Evet, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar göstermesilâzımdır. Böylece, nebî, nebî olmayandan ayrılır. Çünkü, nebîninpeygamberliğini tanımak herkese lâzımdır. Evliyâ, insanları, kendipeygamberinin dînine çağırdığı için, peygamberinin mûcizelerikendilerine yetişir.Evliyâ, eğer dinden başka bir şeye çağırmışolsaydı, o zaman, hârikalar göstermesi elbette lâzım olurdu. Dîneçağırdığı için hârika göstermesi hiç lâzım değildir. Din âlimleri,herkesi, kitaplarda yazılan emirleri yapmaya çağırıyor. Evliyâ, hembuna çağırıyor, hem de dînin bâtınına dâvet ediyor. Önce, dîneçağırıyor. SonraAllahü teâlânın ismini zikretmeyi gösteriyor. Herzaman, aralıksız zikr-i ilâhi ile olmayı ehemmiyetle istiyorlar.Böylece vücûdu zikr kaplayıp, kalbde Allahü teâlâdan başka bir şeybulundurulmaz. Her şey öyle unutulur ki, insan kendini ne kadarzorlasa, Allahü teâlâdan başka bir şey hatırlayamaz. Bu iki türlü dâvetiçin, evliyânın hârikalar göstermesine niçin lüzum olsun? İrşâd etmek,bu iki dâveti yapmak demektir.

Hârikanın, kerâmetin burada hiç yeriyoktur. Şunu da söyleyelim ki, uyanık bir talebe, tasavvuf yolundailerlerken, üstâdının nice hârikalarını, kerâmetlerini hisseder. Obilinmez yolda, her an, onun mededine baş vurup, hep yardımına kavuşur.Evet, başkaları için hârikalar göstermesi lâzım değildir. Fakat,talebesine her an kerâmet göstermekte, hârikalar, üst üste gelmektedir.Talebesi, üstâdının hârikalarını hissetmez olur mu ki, ölü olan kalbinehayat vermektedir. Onu, müşâhedelere keşiflere kavuşturmaktadır.Câhiller, ölüyü diriltip, mezârdan çıkarmayı, büyük kerâmet sanır.Büyükler ise, ölü kalpleri diriltmeye, hasta rûhları tedâvî etmeyeehemmiyet verir. Sofiyye-i âliyyenin büyüklerinden, HâceMuhammedPârisâ:İnsanların çoğu ölüleri dirilteni büyük bildiğinden, Allahü teâlâyayakın olanlar, bunu yapmak istemeyip ölü rûhları diriltmişler,talebenin ölü kalplerini diriltmeye çalışmışlardır. Doğrusu da,kalpleri, rûhları diriltmek yanında, ölüleri diriltmenin hiç kıymetiyoktur. Hattâ abes, yâni faydasız şeyle vakit öldürmek olur. Çünkü,ölüyü diriltmek ona birkaç günlük ömür kazandırır. Kalplerindiriltilmesi ise sonsuz hayâta kavuşturur. Allahü teâlâya yakınolanların vücûdları kerâmettir. İnsanları Allahü teâlâya dâvetetmeleri, Hak teâlânın rahmetlerinden bir rahmettir. Ölü kalpleridiriltmesi, hârikaların en büyüğüdür. İnsanların selâmeti, onlarınvarlığı iledir. Mahlûkların en kıymetlisi onlardır. Allahü teâlâ, onlarile rahmet yağdırıyor. Onlar sebebi ile rızk gönderiyor. Onlarınsözleri devâdır. Acıyarak bir bakışları şifâdır. Onlar, celîs-iilâhîdir, Allahü teâlâ ile berâber olandır. Allahü teâlânın lütufları,ihsânları, onların bulunduğu yerden eksik olmaz. Yanlarında bulunanlarkötü olmaz. Onları tanıyanlar mahrûm kalmaz. buyuruyor.

O büyükleri, yalancılardan ayıranfarkların en açığı; her sözlerinin, hareketlerinin dîne uygun olması,yanlarında bulunanların kalplerinde,Allahü teâlânın korkusu ve sevgisihâsıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır. Evliyâ ile münâsebetiolanlarda, bu alâmetler görülür. Münâsebetleri olmayanlar, zâtenherşeyden mahrûmdur. Fârisî beyit tercümesi:

İyiliğe elverişli olmayan kimse,
Faydalanamaz, Pegamberi de görse.

(2. cild, 92. mektup)

Allahü teâlâya hamd olsun ve O`nunseçtiği kimselere selâmlar olsun! Kıymetli seyyid kardeşim! Dikkatledinleyiniz! İyi düşünceli olan kardeşlerimizin dertlerden kurtulmamıziçin, her çâreye baş vurduklarını, hiçbirinin fayda vermediğini haberaldım. Allahü teâlânın yarattıklarında, gönderdiklerinde hayır,iyilik vardır. hadîs-i şerîfi meşhûrdur. İnsan olduğumuz için,başımıza gelenlerden, bir aralık üzülmüştük. İçimiz sıkılmıştı. Birkaçgün sonra, Allahü teâlânın lütfu ile, üzüntü ve sıkıntılar gitti, hiçkalmadı. Onların yerine sevinç, genişlik geldi. Bizimle uğraşanlar,Allahü teâlânın istediğini istemekte ve yapmaktadırlar. Böyle olunca,sıkılmanın, üzülmenin yersiz olduğu, Allahü teâlâyı seviyorum diyeninböyle olmaması gerektiği anlaşıldı. Çünkü sevene, sevgilinin gönderdiğiacıların da, O`ndan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olmasılâzımdır. Sevgilinin iyilikleri tatlı geldiği gibi, O`nun acıtması datatlı gelmelidir. Hattâ, O`ndan gelen acılarda, tatlılardan daha çoklezzet bulmalıdır. Çünkü acılar, sıkıntılar nefse tatlı gelmez. Nefis,böyle şeyleri istemez. Her bakımdan güzel olan, her şeyi güzel olanAllahü teâlâ, bu kulunu incitmek dileyince, O`nun irâdesi, isteği, bukula elbette güzel gelmelidir. Daha doğrusu, bundan zevk almalıdır.Bizimle uğraşanların diledikleri, istedikleri, Allahü teâlânındilediğine uygun olduğu için ve bunların dilekleri, O sevgilinindilediğini gösterdiği için, bunların diledikleri ve yaptıkları da,elbette güzeldir ve tatlı gelmektedir. Sevgilinin işini gösteren birkimsenin işi de, sevene sevgilinin işi gibi, sevimli ve tatlı gelir.Bunun için bu kimse de, sevene sevgili olur. Şaşılacak şeydir ki bukimsenin vereceği acılar, sıkıntılar, ne kadar çok olursa, seveningözüne o kadar çok tatlı görünür. Çünkü, onun verdiği sıkıntılar,sevgilinin düşman gibi olduğunu göstermektedir. Bu yolda aklıgidenlerin işlerine akıl ermez. Demek ki, o kimseye karşılık yapmak,onu kötü bilmek, sevgiliyi sevmeye uymaz. Çünkü o kimse, sevgilininişlerini gösteren bir ayna gibidir. Bizimle uğraşanlar, incitenler,başkalarından daha sevimli görünüyorlar. Kardeşlerimize, dostlarımızasöyleyiniz! Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar. Bizi incitenlerikötü bilmesinler. Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların yaptıklarınasevinseler, yeridir. Evet, duâ etmekle emr olunduk. Allahü teâlâ, duâedenleri, O`na boyun bükenleri ve yalvaranları, sızlayanları sever.Böyle yapmak, O`na tatlı gelir. Belâların, sıkıntıların gitmesi içinduâ ediniz! Af ve âfiyet için yalvarınız!

O kimsenin incitmesi, sevgiliyi düşmangibi göstermektedir dedim. Evet çünkü, sevgilinin düşmanlığı, düşmanlariçindir. Dostlarına düşmanlığı, görünüştedir. Bu ise, merhametini,acımasını bildirmektedir. Böyle düşman görünmesinin, sevene nicefaydaları vardır ki, anlatılmakla bitmez. Bundan başka, dostlarınadüşmanlık gibi görünen işler yapması, bunlara inanmayanları harâbetmekte, onların belâlarına sebeb olmaktadır. Muhyiddîn-i Arabî,Ârifin niyeti, maksadı olmaz. buyuruyor. Yâni Allahü teâlâyı tanıyankimse, belâdan kurtulmak için, bir şeye başvurmaz demektir. Bu sözün nedemek olduğunu iyi anlamalıdır. Çünkü, dert ve belâların, sevgilidengeldiğini, O`nun dileği olduğunu bildirmektedir. Dostun gönderdiğişeyden ayrılmak ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler mi? Evet duâederek, gitmesini söyler. Fakat, duâ etmeğe emrolunduğu için, bu emreuymaktadır. Yoksa, gitmesini hiç istemez. O`ndan gelen her şeyi desever, hepsi kendine tatlı gelir. Doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlâselâmet versin! Âmîn. (3. cild, 15. mektup)

RÜYÂNIN BEREKETİ

Mîr Muhammed Numân anlattı:

Bir gece rüyâda hocam İmâm-ı Rabbânî`yigördüm. Bir yerden mübârek dergâhına gelmişim. Kapıda bekliyorum.İçerden çıkıp beni ayakta, başı önüne eğik, muhtaç hâlde görünce memnunoldu. Çok teveccüh edip, beni kucakladı ve yanındakilere; Mîr, yoldangeldi. Harâreti vardır. Meyve suyu getiriniz. buyurdu. Önüme beyaz birkâse getirdiler. Hazret-i İmâm; Mîr, bu kâseyi al ve hepsini iç veondan hiç kimseye bir damla verme! buyurdu. O meyve suyunu tamâmeniçtim. Bundan sonra mübârek hocam yüzünü kıbleye dönüp ellerinikaldırdı ve; Ey Allah`ım! Muhammed Resûlullah`a mahsus olan nisbetiMîr`e nasîb eyle! diyerek, duâ etti ve ellerini mübârek yüzüne sürdü.Sonra yine ellerini kaldırıp; Yâ Rabbî, bana mahsus olan nisbeti deMîr`e ihsân eyle. dedi. Uyanınca, rüyâmı hazret-i İmâm`a arz iletâbirini istirhâm ettim. Cevap vermediler. Huzurlarından ayrıldım. Birmüddet sonra şu mektubu bana gönderdiler:

Bir gün sabah namazından sonra eshâbımlaoturuyordum. Gayr-i ihtiyârî size teveccüh eyledim. Hissettiğim zulmetve bulanıklıkların giderilmesine gayret ettim. Böylece sizin kemâlhâliniz ayın on dördü gibi oldu. Hidâyet güneşine verilen her şey odolunaya aksetti. Hattâ kemâl cihetinden fark kalmadı. Ancak bundansonra zarfı genişletmek ve genişlediği kadar onu doldurmak kaldı. Uzunzaman bu mânânın temsîlî sûretini, doğruluğunu gösteren bir yakîninhâsıl olması için, nazarımda tuttum. Bunun için Allahü teâlâya hamd veşükürler olsun. Bu nîmete kavuşmanız gördüğünüz ve tâbirini çokistediğiniz o rüyâ sebebiyledir. Allahü teâlâya hamd ve senâlar olsunki, borcunuz tamâmen ödendi ve vâd edilen şey gerçekleşti. Verilen sözyerine geldi. Temennimiz, kavuştuğunuz bu kemâle, insanları dakavuşturmanız ve o memleketin köyünü, sahrâsını mübârek vücûdunuzlaaydınlatmanızdır.

ETİN ÜZERİNDEKİ KURT

Mîr Muhammed Numân hazretleri, bir gündervişlerden bir grupla, kendisini sevenlerden birinin evine dâvetedildi. Mîr, ev sâhibini huzûruna çağırıp; İkrâmda ifrâta, aşırılığagitmemesini söyledi ve sakın yemeklerde şüpheli bir şey bulunmasın.buyurdu. O da elden geldiği kadar ihtiyâtlı hareket etti. Ama hazret-iMîr`in yanında kalabalık bir cemâat bulunduğundan, pekçok keçi ve koyunkestiler. Âniden, kesilen bu hayvanların birinin eti üzerinde sayısızkurtlar peydâ oldu. Öyle ki, bir anda etten kemiğe geçtiler. Hazret-iMîr`e getirdiler; Bunun için çok dikkat edin demiştik. Keçi, helâldendeğildir. Allahü teâlâ kurtlarla bunu bize gösteriyor. Siz yine dearaştırın. buyurdu. Araştırdılar. Anlaşıldı ki, bu keçi, hayvan zekâtıtoplama memuru arkadaşının zulmen alıp, kendisine gönderdiği ve evsâhibinin bundan hiç haberi olmadığı bir hayvandı.


1) Hadarât-ül-Kuds; s.299
2) Zübdet-ül-Makâmât; s.326
3) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 2. cild,92. ve 3. cild, 15. mektup.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye