Erzincanî SÜLEYMAN EFENDİ / LEBLEBİCİ BABA -Q- (ŞEMS-İ HAYAL)
( 1806 - 1877 )
Abdurrahman Efendi'nin oğlu olup, hicri 1221 (M. 1806) senesinde Erzincan merkez Zatkığ (Değirmenköy) köyünde doğmuştur. Leblebici Baba adıyla tanınmasına rağmen asıl adı Süleyman'dır.117 1918 senesine kadar Müslümanlarla Hıristiyanların müşterek yaşadıkları bu köyün 1516'da 13.000, 1520'de 15.431 ve 1591 senesinde de 90.000 akçe gelir kaydetmiş olması118 buranın günümüzde olduğu gibi daha önceki asırlar içerisinde de büyük bir tarımsal potansiyele sahip bulunduğunu göstermektedir. Bu nedenle şairimizin bir çiftçi ailesinin çocuğu olduğuna hükmedebiliriz.
Süleyman Efendi ümmidir. Yani okur-yazar değildir. Fakat hep söylemiştir. Her ne kadar köyündeki sıbyan mektebine (ilkokul) devam etmiş ise de bitirememiştir.119 İyi bir tasavvuf kültürüne sahip olduğu ve özel bir eğitimden geçtiği şiirlerinden anlaşılmaktadır. Hocalarının kim olduğu, kimden veya kimlerden feyz aldığı, Erzincan şehir merkezine ne zaman naklettiği, leblebicilik mesleğinin babasından kendisine intikal edip etmediği belli değildir. Onun Erzincan şehir merkezinde (1939 deprem öncesi) bir dükkânının bulunduğu ve burada leblebicilikle iştigal ettiği, geçimini bu yolla yani ticaretle sağladığı, bu mesleğin kendisine ebedi isim (lâkap) kaldığı bilinmektedir. Terzi Baba'ya, dolayısıyla Nakşibendi tarikatına intisap etmezden önce, başka bir tarikatla bağlantısının olup olmadığı tespit edilememiştir. Fakta büyük bir ihtimalle, girdiği ilk tarikat Nakşibend ve Mürşidi de Terzi Baba'dır. Çünkü şiirlerinde sitayişle ondan bahsetmekte ve başka bir tarikatla ilişkisinin olduğuna dair herhangi bir beyanı yoktur.
Terzi Baba vefat ettiği zaman (1848) Süleyman Efendi 42 yaşındadır. Ona intisap ettiği tarih ve dolayısıyla kaç yaşında mürit olduğu bilinmemektedir. Ancak, onun çocukluk yıllarını bir kenara bıraktığımız zaman bu intisabın muhtemelen 1820 senesinden sonraki bir tarihte gerçekleşmiş olabileceğini söylememizde bir sakınca olmasa gerektir. Mürşidine intisabından sonra bir cezbe devresi geçirmiş, bu halinden bahsedilirken "Delilik zamanım" diyerek bir anlamda gençlik çağındaki ahvalini tarif ettiği gibi, bir süre Terzi Baba'dan ve tasavvuftan uzak kaldığı günlerin üzüntüsünü, pişmanlığını dile getirmiş olmalıdır.
Hayatını, bed aleme, mürşidine ve tasavvufa vakfeden Süleyman Efendi, ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş ve neticede hicri 1294 (M. 1877) senesinin Ramazan ayında ve Kadir Gecesi'nde ikâmet buyurdukları Gerekgerek mahallesindeki hane-i şeriflerinde teslim-i ruh eylemiştir. Kabri Terzi Baba mezarlığında olup, girişe göre sağ tarafta kalan ağaçlık alan içerisindedir. Mezar taşında; "Hüvel Hallaku'l Bâki Gavsu'l vasilin Şeyh Muhammed el Hayyat Vehbi el üveysi Kaddesallahu Teâla Sırrahu'l Aziz Efendimizin bazı ahval-ı gaybiyelerinin tercümanı Leblebici Baba eş-Şeyh Süleyman Şemsi Hayal Hazretlerinin ruh-ı ervahları içün Fatiha" Sene: 1294 yazısı okunmaktadır.
Leblebici Baba'nın kaç çocuğunun olduğu bilinmemekle beraber, Abdullah adında bir oğlundan bahsedilmektedir.
Onun okur yazar olmadığını, ama söylediğini daha önce belirtmiştik. Bu nedenle, şiirlerinin bir kitapta toplanması için, dostlarından Hilmi Efendi (muhtemelen Hoca Mustafa Hilmi Efendi olmalıdır)'ye ricada bulunarak şiirlerinin bir divanda toplanmasını talep etmiştir. Kendisi gibi şair olan bu zat, olayı şu mısralarla dile getirmektedir:
"Bu ülfetler muhabbetler arasında hemin Baba Ederdi bu hakıykat sözlerinden remzile iyma Dedim, ey Şeyh-i kâmil bu kelâmın cem-ü tertibet Dedi, yazmak, okumak bilmezem ben söylerim amma Dedim, ahbabların yazmasına sarfeylesün himmet"
Hilmi Efendi'nin gayretleriyle bir araya getirilen bütün şiirleri yine bizzat Süleyman Efendi'nin kendisi tarafından "Tuhfetü'l Uşşak" adını verdiği bir kitapta toplanmıştır. Bu kitap, 1863/64 senelerinde hazırlanmış olmasına rağmen, ne yazık ki onun vefatından sonra yani 20 Sefer 1296 (16 Şubat 1879) tarihinde ve Bab-ı Ser Askeri'de Ceride-i Askeriye matbaasında basılmıştır.121 Şiirlerinde "Şems-i Hayal (Hayal Güneşi), Hayali Şems-Hayal-Şems ve Hayali Şems-i Nakşi" gibi mahlasları kullanmıştır. Tasavvufi deyişlerinin yanı sıra beğenmediği hususlar için de manzum hicivleri de vardır. Şiirlerinde arı bir ifade kullanmış, hem Divan Edebiyatı, hem de Halk Edebiyatı nazım şekillerini tercih etmiştir. Divan edebiyatı nazım şekillerinden en çok gazeli, daha sonra murabba-muhammes-kaside ve müstezadı, Halk Edebiyatından da Koşma türünü kullanmıştır. Yine şiirlerinde arûz ve milli hece veznini kullanmış, hece vezninden en çok (6-5) veznine yer vermiştir. Genellikle tam kafiye üzerinde durmuş, yarım ve zengin kafiyeye de rastlanmaktadır. Yine şiirlerinde mecaz-teşbih-istiare-teşhis-tenasüb-telmih gibi sanatlara rastlamak mümkündür.
Şiirlerinden örnekler:
Şems-i Hayaliyim Hayyat'a erdim Hazret-i beytinin silkine girdim Vücudum bin gözdür Mevlâmı gördük O feyz-i rahmanı saçup giderim.
Koğanımız hikmet, balımız kudret İlâhi ver bize hayırlı nimet Vatanım Erzincan menendi cennet Duaya durmuşlar el bizim içün.
Bize cevreyledi bu zalim felek Kimi çuha giyer kimi şal yelek Kimisi tef çalar, kimi dünbelek Boynu buruk duruşuma ne dersin?
Vehbi Hayyat beni terbiye etti Kendisi üveysin izine gitti Hızır ile İlyas elimden tuttu Hayat suyun buluşuma ne dersin?
Bir başka şiirinden;
Bu zamane âhır oldu hürmeti kaldırdılar Hubb-ı fillah birbiriyle sohbeti kaldırdılar.
Malına mağrur olanlar bize etmezler nigâh Ağniyalar fıkaradan ülfet-i kaldırdılar. Bu şeriat baki ama sureti kaldı heman Taat-i Hak'ta sebat-u himmeti kaldırdılar.
Özellikle bir din adamının nasıl olması gerektiğini, mala-mülke itibar etmemesini, bilhassa Kurân'ın para kazanmak için öğretilip, okunmasına taraftar değildir. Bu düşüncesini de şu meşhur hicivleriyle dile getirmektedir:
Dünya için okuyan Maksadı ot ya saman Bir kalaylı koz gibi İçi çürük bir palan.
İlmine mağrur olanlar için de şunu söyler şair:
İlmine mağrur olan Bir kuruca ad ve san Kürsüde vaaz eylese Sanki öter saksağan.
Terzi Baba'nın vefatıyla adeta yıkılan Leblebici Baba, büyük üzüntüsünü şu dörtlükleriyle dile getirmektedir:
Bilmem nedir benim ah-u efganım Feryadımdan cümle cihan ağladı Bekaya göçmüştür ol şeyh-i şah'ım Uçtu bülbül hep gülistan ağladı
Gönderdi hafızı çekti alemi Urdu yüreğime derd ile gamı Bütün ihvanlara verin selâmı Bizim içün cümle insan ağladı
Tasavvuf mülkinin Kenzil Miftahı Beni burda koydu eylerim ahı Gitti elden gitti erenler şâhı Tükendi çaremiz derman ağladı
Hakkın kudret eli geldi yetişti Aldılar ruhunu seyrana geçti Yandı pervane şamadan ağladı
Müridlerin boynu buruk dolanır Dökülür gözyaşı yerler sulanır Dökmüş allarını kara bağlanır Ecel dermanından Lokman ağladı
Vardım hanesine boştur kafesi Gelmez gülistandan bülbülün sesi Geydim karaları tuttum hem yası Bir ben değil cümle ihvan ağladı
Gördüm yetim kaldı körpe kuzular Her birisi dertli dertli sızılar Kara bahtımızda budur yazılar Ehl-i beyti cümle nisvan ağladı
Emir-i Hak bu imiş ne gelür elden Çekelim tevhidi can-ü gönülden Tomurlar ayrıldı ol gonca gülden Melâikle arş-ı Rahman ağladı
Arşın direğidir Gavs-ı âzamı Destinde içürdü âb-ı zemzemi Asrında görmedim imam âzamı Çar mezhebde ehl-i iman ağladı
_________________ " Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."
|