Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: MERKEZ Muslihiddin EFENDİ el-HALVETÎ
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 11:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
MERKEZ Muslihiddin EFENDİ el-HALVETÎ

***

MERKEZ EFENDİ (k.s.)

Dursun Gürlek


Tatlı suyun başı kalabalık olduğu gibi, güzel insanların çevresi de gül bahçelerini andırır. Gönül sultanları diye nitelendirilen büyük insanlar, dünyayı gülistana çevirmek amacıyla ömür boyun gayret gösterdikleri için, hem yaşarken hem de vefat ettikten sonra tam bir câzibe merkezi haline geliyorlar.

İşte bu câzibe merkezlerinden birinin de, İstanbul’un önemli semtlerinden birine adını veren “Merkez Efendi” olduğunu biliyoruz.

İnsan, yaratılışı itibariyle medenî bir varlık olduğu için, iç âlemini ilim ve sanat ışıklarıyla aydınlatmaktan büyük bir haz duyduğu için, dış dünyasını da mâmur etmek; iyi insanlarla komşu olmak, gerçek anlamda dostlar kazanmak, gönül bağıyla bağlandığı kimselerin sayısını çoğaltmak için özel bir çaba harcıyor. Hatta bu vadide o kadar ileri gidiliyor ki, öldükten sonra bile tarihî meçarlıklara; velilerin, âlimlerin, şeyhlerin bulundukları kabristanlara gömülmeyi arzu ediyor. Bu maksatla yakınlarına vasiyette bulunuyor. İstanbul’un önemli ziyaret yerlerinden biri olan “Merkez Efendi Mezarlığı”nın merkezî bir şahsiyet olan bu büyük zâta biraz daha yakın olmak isteyen insanlarla böyle kalabalık, büyük ve rûhâniyetli bir makbere haline geldiği öteden beri biliniyor.

Mübârek adıyla güzel İstanbul’un önemli semtlerinden birini âdeta mukaddes bir makam haline getiren, Topkapı’nın dışında bulunan Mevlânakapı’daki türbesinin kapısı sürekli açık duran Merkez Efendi’yi şimdi biraz daha yakından tanımaya çalışalım:

Hayatı

Asıl adı Mûsa Muslibuddin olan Merkez Efendi, 1462 yılında Denizli’nin Buldan ilçesine bağlı Sarı Mahmutlu köyünde doğdu.

Uşak’ta dünyaya geldiğini söyleyenler varsa da bu rivâyetin zayıf olduğu biliniyor. Devrin diğer büyük şahsiyetleri gibi o da, ilk tahsilini doğduğu yerde yaptıktan sonra on beş yaşında Bursa’ya gitti. Burada Veliyyüddin medresesine giren Merkez Efendi hem medrese eğitimi gördü hem de yüz yılın büyük bilginlerinden olan Hızırbeyzâde Ahmed Paşa’dan ders aldı. On beş yıl süren bir tahsilden sonra İstanbul’a geldi. Fatih’in ordusuyla İstanbul’a giren meşhur Buharalı Ömer’in oğlu Mirza Baba’nın kızıyla evlendi.

Kuvvetli bir hafızaya sahip olan Merkez Efendi, oldukça genç bir yaşta Kur’an-ı Kerîm’i ezberledi. Ayrıca devrin âlimleri tarafından büyük bir ilgi gören ve bir nev’i müracaat kitabı olarak kullanılan Kadı Beydavî tefsirinin önemli bir bölümünü de hafızasına aldı.İstanbul medreselerinde Klasik eğitime devam ederken bir yandan meşayih meclislerini takip etti, büyük şeyhlerin, maneviyat adamlarının sohbetlerinden feyiz almaya çalıştı. “Şerh-i Akaid” okuduğu sırada Amasya’ya ve Karaman’a giderek Molla Habib Karamanî hazretleriyle görüştü. Bu büyük zâtın dervişi olmak istedi. Fakat Molla Habib: “Senin şeyhin henüz irşad seccadesine oturmadı.” diyerek dervişliğini kabul etmedi.

Merkez Efendi derşn ilmiyle, mümtaz ahlâkıyla, etkileyici vaazlarıyla büyük bir şöhret kazandı. Devrin bilginleri kendisine hak ettiği saygıyı fazlasıyla gösterdi. Bu âlimlerin en önemlilerinden biri olan Ebussuud Efendi Merkez Efendi’yi hem takdir etti, hem de hakkında övücü sözler söyledi. “Bu dünyada riyadan uzak yaşayan adam az bulunur. Halbuki bu zâtta riyadan eser yoktur. Riyadan bu kadar uzak başka bir kimse görmedim!”dedi.

Hocası ve mürşidi Sümbül Sinan hazretleri de onun ne büyük bir makam sahibi olduğunu şu sözüyle dile getirdi: “Cüneyd-i Bağdadî’yi, Bâyazid-i Bestamî’yi görmedim diyenler, bizim Merkez Efendi’yi görsünler!”

MERKEZ EFENDİNİN RÜYASI

O devrin önemli mutasavvıflarından biri da Sümbül Efendiydi. Hazret, Koca Mustafa Paşa dergahındaki kürsüsünden gönülleri aydınlatmaya, insanları irşad etmeye, etrafına ışık saçmaya devam ediyordu. Sümbül Efendi ve dervişleri, zikir esnasında Mevlevîler gibi sema ve devran ettikleri için zâhir uleması tarafından eleştiriye maruz kalıyorlardı. O zamanın âlimlerden bazıları, bu metodla yapılan zikrin İslam’a uymadığını söylüyorlar, her vesileyle Sümbül Efendi’nin aleyhinde bulunuyorlardı. Merkez Efendi de ilk önce işte bu kafileye mensuptu. O da Sümbül Efendi’yi tasvip etmiyordu. Vaktinin büyük bir bölümünü diğer bir takım tekkelerde, dergâhlarda geçirdiği halde Sümbül Efendi’nin dergâhına hiç uğramıyordu. Hatta aleyhinde konuşmaktan, ileri geri sözler söylemekten bile çekinmiyordu.

Fakat bir gün ilahî kader garip bir şekilde tecelli etti. Sümbül Efendi’nin himmeti, Merkez Efendi’yi, tasavvur dünyasının tam merkezine yerleştirdi:
Merkez Efendi bir gün çok anlamlı bir rüya gördü. Fakat rüyasını tabir ettiği kimselerin hiç birinden umduğu ve beklediği cevabı alamadı. Hatta Etyemez şeyhinin yorumu da kendisini tatmin etmedi. Acaba bu rüyayı kime tabir ettireyim diye düşünürken ikinci bir rüya gördü. Şöyle ki; Merkez Efendi Sümbül Efendinin evinin önüne geliyor. İçeriye girmek için kapıyı zorluyor Merkez Efendi hanımına kapıyı kimin zorladığını soruyor. Eşi, Sümbül Efendi olduğunu söyleyince “Aman kapıyı açmayalım!” diyor. Evde ne kadar eşya varsa kapının arkasına yığıyorlar ve üzerine oturuyorlar. Fakat Sümbül Efendi kapıya daha hızlı bir şekilde yükleniyor ve kapı açılıyor. Onlar da yere yuvarlanıyorlar. Bu yuvarlanmanın etkisiyle uykudan uyanan Merkez Efendi derhal kendine geliyor ve hanımına: “Meğer biz delâlette imişiz. Allah bizi affetsin.”diyor.

Gördüğü bu rüyanın tesiriyle kendinden geçen Merkez Efendi sabah olur olmaz Koca Mustafa Paşa Camii’ne gidiyor. Hiç kimseye görünmüyor ve bir direğin arkasına oturuyor, âdeta gizleniyor. Derken Sümbül Efendi vaaz etmek üzere kürsüye çıkıyor ve o gün Tâhâ Sûresi’ni yorumlamaya başlıyor. Ders esnasında cemaate şöyle hitap ediyor:

-Ey cemaat! Bu dersimi siz anladınız. Hatta beni ilk defa dinlemeye gelen Mûsa Efendi de (Merkez Efendi) anladı.

Aynı âyetleri bu sefer daha geniş kapsamlı ve derin mânâlı tefsir eden Sümbül Efendi, yince cemaate yöneliyor ve şunları söylüyor:
-Ey cemaat! Bu tefsirimi siz anlamadınız. Direğin arkasında bulunan Mûsa Efendi de anlamadı.

Direğin arkasında duran, gerçekten de bir şey anlamayan Merkez Efendi, karşılaştığı bu manzara karşısında donup kalıyor. Onun direğin arkasında oturduğunu görmeyen Sümbül Efendi, o gün Tâhâ Sûresi’ni yedi ayrı metodla yorumluyor.

Hayatının en önemli dönüm noktalarından birini işte o gün yaşayan Merkez Efendi, böyle yüce bir makamın sadece kuru bilgilerle elde edilemeyeceğini, insanı maneviyat âleminde yükselten basamakları bir an önce tırmanmak gerektiğini anlıyor. Satırlardakini okumakla, sadırlardakini (göğüslerdekini) okumanın aynı şey olmadığını fark ediyor. Eşyanın iç yüzüne nüfuz etmeye, zahiri ilimlerin yanı sıra batınî ilimlere de sarılmaya karar veriyor. Derhal Sümbül Efendi’nin yanına gidiyor. Elini öpüp affetmesi için ricada bulunuyor. Tam bu vuslat ânında Sümbül Efendi şu ilgi çekici sözleri söylüyor:

-Mûsa Efendi! Ben de seni genç bir kimse sanıyordum. Meğer sen de, hanımın da ihtiyarlamışsınız. O akşam ki telâşınız neydi öyle? Beni içeriye almamak için çok zorlandınız. Neden bu kadar korktunuz? Neticede ben kapıyı açtım. İkiniz birden yuvarlandınız.
Bu sözler karşısında ağlamay başlayan Merkez Efendi, Sümbül Efendinin ayaklarına kapanıyor, talebeliğe kabul etmesi için âdeta yalvarıyor. Sümbül Efendi sonsöz olarak şöyle diyor:

-Haydi artık bu kuru davayı bırak. Allah’a ulaşmanın yoluna yönel! İşte o günden itibaren kendini bütün benliğiyle şeyhine adayan Merkez Efendi Sümbül Efendinin büyük teveccühünü kazandı. Onunla birlikte erbaîn çıkardı. Bir gün Sümbül Efendi, müritlerine şöyle seslendi:
“Haydi kırlara gidiniz. Çeşitli çiçeklerden toplayıp bana bir demet çiçek getiriniz.”
Şeyhlerine en güzel çiçekleri takdim etmek için sağa sola dağılan dervişler, bir süre sonra demet demet çiçeklerle huzura girdiler. Yalnız bir kişinin eli bomboştu. O da Merkez Efendi’ydi.
Sümbül Efendi sordu:
-Ey Mûsa, neden sen de arkadaşların gibi çiçek getirmedin.?
Merkez Efendi şu ilgi çekici cevabı verdi:
-Efendim! Kırlara gidip hangi çiçeğe elimi uzattıysam, onun Allah’ı zikrettiğini gördüm. Dolayısıyla hiç birini koparamadım. Böyle eli boş geldiğim için beni affediniz!
İşte dervişlik, ermişlik, gün görmüşlük böyle olur!

NEDEN MERKEZ EFENDİ DENİLDİ?

Mûsa Muslihuddin’e, niçin “Merkez Efendi” ünvanının verildiğine dair birkaç hâdise rivayet ediliyor. Şöyle ki: Bir gün Sümbül Efendi’nin meclisine kalb gözü açık bir zât geliyor. Hazret’in etrafında nice bülbüllerin şakıdığını, nice sümbüllerin güzel kokular saçtığını görüyor. Onun ne büyük bir makam sahibi olduğunu bu vesileyle daha iyi takdir ediyor. Böyle bir zâtın müridi olan Merkez Efendi’ye dönüyor ve şöyle diyor:

-Ne mutlu, siz merkezinizi bulmuşsunuz!

Diğer bir rivayet ie şöyledir:
Sümbül Efendi, bir gün dergâhtaki müritlere soruyor:
-Olacak şey değil, ama böyle bir yetki verilmiş olsaydı, siz dünyayı nasıl yaratırdınız?
Müritlerin her biri kendine göre cevap veriyor; kimi şöyle yapardım, kimi böyle yapardım diyor. Sıra Merkez Efendi’ye gelince o da şunları söylüyor:
-Efendim! İlâhî Kudret’in muazzam bir eseri olan bu âle öyle nizamlı ve intizamlı yaratılmış ki, daha mükemmelini düşünmek aklın alacağı bir şey değildir. Eğer ana böyle bir yetki verilmiş olsaydı, hiçbir şeyi değiştirmez, her şeyi merkezinde bırakırdım!
İşte sözün özü, böyle açık olur velilerin kalp gözü!

KERAMETLERİ:

Sümbül Efendi’yle Merkez Efendi arasındaki manevi yakınlık, bir ara maddi yakınlık ile takviye ediliyor. Bir gün Merkez Efendi, mürşidinin kızı Rahime Hatun’la evlenme talebinde bulunuyor. Sümbül Efendi ise şu cevabı veriyor:
-Musa Efendi! Böyle bir cevhere sahip olmayı kolay mı zannediyorsun. Eğer bir deve yükü altın getirirsen biz de kızımızı seninle evlendiririz.
“Başüstüne” diye huzurundan ayrılan Merkez Efendi, içini toprakla doldurduğu iki çuvalı bir deveye yüklüyor. Üstadın kapısına gelince çuvalları boşaltıveriyor. Her tarafa çil çil altınlar saçılıyor. Sümbül Efendi, sıradan insanların uğrunda birbirlerini yedikleri bu altınlara dönüp bakmaya bile tenezzül etmiyor. Şöyle diyor:
-Ey Mûsa! Bizim maksadımız dünya zîneti değildir.sadece senin nasıl bir insan olduğunu evdekilerin de anlamasını istedik. Sen de imtihanı kazanmış oldun.

Yavuz Sultan Selimin kızı Şah Sultan Lütfi Paşa ile yan yoldan İstanbul’a gelirken yolda ... ile karşılaşıyorlar. Diğer yolcular fena halde telâşlanıyorlar. Bu belâdan kurtulmak için çare aramaya başlıyorlar. Derken olanca heybetiyle Merkez Efendi, birden bire zuhur ediyor. Başta reisleri olmak üzere bütün eşkiyalar çil yavrusu gibi dağılıyorlar. Daha sonra Merkez Efendi de gözden kayboluyor. Gerek Şah Sultan, gerekse kocası Lütfi Paşa, önceden tanıdıkları ve büyüklüğünü kabul ettikleri Merkez Efendi’ye -bu hadise dolayısıyla- bir kat daha bağlanıyorlar. Şah Sulatn 1542 yılında kocası Lütfi Paşa Dimetoka’da vefat edince İstanbul’a geliyor ve tam anlamıyla Merkez Efendi’ye intisap ediyor. Eyüp Bahariye’ye Hazret’in adına cami, tekke ve mektep yaptırıyor. Merkez Efendi, bir Sürede buradaki tekkede irşad görevini sürdürüyor. Bir rivayete göre Şah Sultan, Lütfi Paşa’nın ölümünden sonra Merkez Efendiyle evleniyor ve Ahmet Çelebi adında bir oğulları dünyaya geliyor.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye