Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 20:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
GAVS-ÜL A'ZÂM ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

EVVELİ HÛ, ÂHİRİ HÛ, ZÂHİRİ HÛ, BÂTINI HÛ
HÛ YA ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNİ

Güney Azerbaycan'ın Geylân şehrinde 1078 (H.471)de doğdu.

Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır. Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir. Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir. Abdülkâdir Geylânî 1166 (H.561)'da Bağdad'da vefât etti. Türbesi Bağdad'dadır.Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi. Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur. Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî idi.
Abdülkâdir Geylânî daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü. Babası rüyâsında Rasulullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü. Rasulullah efendimiz kendisine; "Ey Ebû Sâlih! Allah bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak." buyurdu. Doğduktan sonra da hâlleri ile dikkatleri çekti.
Abdülkâdir Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi. Buradaki âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yetişti. Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ gibi fıkıh âlimlerinden öğrendi. Hadîs ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek, Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ gibi hadîs âlimlerinden öğrendi. Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır.

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaâz ve ders vermeye başladı. Hocası Ebû Saîd Mahzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vaâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple,Bağdad halkının yardımlarıyla çevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi.

Abdülkâdir-i Geylânî , bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vaâz vermeyi bıraktı. İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahrâlara çıktı. Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı. Buyurdu ki:
"Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu. Bâzan uzun müddet yemezdim ve "Açım! açım!" diye midemin feryâdını duyardım. Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır." meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi."
"Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı. Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim. İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin." derdi. İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım." diye beni tehdit ederdi. Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamâmen yandığını görürdüm."
Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.""Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım." diyordu. Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî "Eûzübesmele" çekti. "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolla yetmiş kişiyi yoldan çıkarmışdım." dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım. Çünkü Allah böyle şeyleri emretmez." buyurdu.
Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü. "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir." denildi. Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allah beni onlardan da korudu. Onlara hiç kıymet vermedim. Bunun için kaybolup gittiler. Sonra Allahnın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Senin içinde bulunan mânîlerdir." denildi. Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım.
Sonra içimi seyrettim. Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm. "Bunlar nedir?" dedim. "Arzu ve isteklerindir." denildi. Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim.
"Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı. Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi. Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm. Bir sene mücâdele ettim. Allah'ın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum. Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim. "
"Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım. Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim. Aradığımı fakirlik kapısında buldum. Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım. Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi. Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu. Gönülden Allah’dan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım".
"Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim. Her şeyim Allah için oldu. Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım. Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum. Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm. Sonra kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum. Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi."
"Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum. Allah'ın izni ile istediğim olurdu. Bunun için çok şey buldum... Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim. Allah’a karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim."
Abdülkâdir Geylânî bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu. Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu. "Emir var. Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin." dedi. Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi. Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin." diye bir ses duydu. Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi. Doğru Şeyh Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine geldi ve geceyi orada geçirdi. Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır." dedi.
Bir müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi. Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak." diyen bir ses işitti. "Ben dînimi kurtarmak istiyorum." dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek." denildi. Düşünmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allah’a yalvardı. Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkâdir! Buyurun." dedi. Yanına varınca; "Söyle, dün Allah’dan ne istemiştin?" dedi. Abdülkâdir Geylânî şaşırıp cevap veremedi. Bunun üzerine o Zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı. Dün Allah’dan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı. Biraz sonra o zâtın Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı.
Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı. O da ona bir bir açıklardı. Bâzan ilim öğrenmek için başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi. Dönünce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi var mı?" derdi. Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin. Burada ne işin var, buradan gitsene." derler; Şeyh Hammâd da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz. İçinizde onun gibisi yok. Benim ona eziyet ettiğime bakmayın. Onu imtihan etmek, denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum." derdi.
Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî dışarı çıkmıştı. Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek." dedi.
Başka bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin, Allah’ı tanıyanların seyyidi, efendisisin. Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak. Bütün boyunların sana eğileceğini ve akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim." dedi.
Zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ileride onun derecesinin yüksek olacağını haber verdiler. Abdülkâdir Geylânî zaman zaman Şeyh Tacül ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi. Ebü'l-Vefâ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor." derdi. Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; "Henüz zamânı var. Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır..." derdi.Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allah’a yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır." dedi ve Abdülkâdir Geylânî 'ye dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak. O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın." diye hitâb etti.
Nihayet Abdülkâdir Geylânî Bağdad'da insanları irşâda, Allah'ın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye başladı. Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü. Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allah'ın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi. Nûrun git-gide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir." buyurdular.
Resûlullah efendimizden Hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra Hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti. Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi. Abdülkâdir Geylânî dünyâya gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi. Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla geldi. Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı. Bunun için; "Önceki velîlerin güneşi battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır." buyurdular. Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir. Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam(= En büyük Gavs) " denildi. İmâm-ı Rabbânî bu hususda onun vekîlidir.
Abdülkâdir Geylânî 'nin evliyâlıktaki derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti. Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır: Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum. "Doğru söylemiştir. O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu."Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım. O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen makâmını açıklar. Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir." der.
Abdülkâdir Geylânî bu sözü söylediğinde, yeryüzünde velîler boyunlarını ona doğru uzattı. O anda boynunu uzatanlardan biri Ahmed Rufâî'dir. Ona niçin böyle yaptığını sorduklarında şöyle dedi: "Şu anda Abdülkâdir Bağdad'da "Ayağım, her velînin boynundadır" diyor.Ahmed Rufaî; "O bu sözü mânevî emirle söyledi." dedi.
Ebû Medyen Mağribî de; "Evet ben Mağrib'de ona boynunu uzatanlardan biriyim." buyurdu.
İbn-i Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir." dedi.
Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi." demişti.
Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki: "Abdülkâdir Geylânî bu sözü söyleyince, bütün velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı. İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü. Çünkü onlar istisnâsız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı."

Abdülkâdir Geylânî 'nin tasavvuftaki yoluna Kâdiriyye tarîkatı denir. Tarîkatının husûsiyeti, dînin emir ve yasaklarına uymak, devamlı zikir, Allah’ı anmak, gönlü Allah’dan başkasından kurtarmaktır.
Abdülkâdir Geylânî tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Rasulullah efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri şöyle anlatır:
Hicrî beş yüz yirmi bir senesi Şevval ayının on altısı olan Salı günü öğleden önce, Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm."Ey oğlum, niçin konuşmuyorsun?" buyurdu. "Babacığım ben yabancıyım. Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim. "Ağzını aç!" buyurdu. Ağzımı açtım. Yedi defâ ağzıma sürdü ve; "İnsanlarla konuş, onları güzel hikmet ve vâzlar ile Rabbinin yoluna çağır." buyurdu. Öğle namazını kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gördüm. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî Tâlib'i gördüm. Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum niçin konuşmuyorsun?" diyordu. "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum." dedim. "Ağzını aç." buyurdu. Açtım. Altı defâ sürdü "Niçin yediye tamamlamadınız?" dedim. "Resûlullah'a karşı olan edebimden." buyurdu ve gözden kayboldu. Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa başladım.
Birgün, minberde oturmuş vâz ediyordu. Birden süratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevâzi bir şekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vâzına devâm etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye suâl edince; "Ceddim Resûlullah'ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Hayâ edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vâz etmemi emr etti." dedi.
Sohbetlerinde bâzan birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cumâ, salı ve pazartesi gecesi halka vâz ederdi. Vâzında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzûr içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devâm etti. Sorulan suâllere gâyet açık ve doyurucu cevaplar verirdi.Ders ve fetvâ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hâl altmış yaşına kadar devâm etti. Huzûrunda Kur'ân-ı Kerîm tegannîsiz gâyet sâde, tecvide riâyetle okunurdu.
Derin ilim sâhibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh; öğleden sonraları Kur'ân-ı kerîm ve kırâat dersleri okuturdu. Akşam ve sabah ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle talebeler çabuk ilerlerdi.
Ebû Muhammed Haşşâb der ki:"Gençken nahiv okuyordum. Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî'nin vâzlarında çok tesirli konuştuğunu söylediler. Vakit bulamadığım için gidemezdim. Nihâyet bir gün vâz verdiği yere gittim. Beni görünce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni Sîbeveyh yapalım." dedi. O günden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde çok istifâde ettim. "
Bir gün birisi huzûrunda Kur'ân-ı kerîm okudu. Âbdülkâdir-i Geylânî okunan âyet-i kerîmeleri tefsîr etmeye başladı. Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gösterdi. Orada bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı. Sonra; "Sözü burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik"Lâ ilâhe illallah" dedi. Bunları söyler söylemez cemâatı bir hâl kapladı, hepsi kendilerinden geçti.

Önce lâzım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbâî ismindeki bir zât anlatır: "Evliyânın hayâtından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyet-ül-Evliyâ kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibâdetle meşgûl olmak istedim. Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivâya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da mürşid-i kâmillerin huzûrunda edeb öğren. Daha sonra inzivâya, yalnız ibâdete başla. Yoksa, ibâdet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek îcâbeder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın." buyurdu.
Abdülkâdir Geylânî 'nin şöhreti her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihân etmek için huzuruna gelip oturdular. Bu esnâda Abdülkâdir Geylânî'nin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nûr çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hâl kapladı. Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suâllerinizi sorun buyurdu. Her biri suâllerini sorup, hemen cevâbını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzûrunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suâllerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık." dediler.
Ebû Sa'îd Kilevî şöyle anlatmıştır: "Ben, Abdülkâdir-i Geylânî'nin meclisinde iken, Resûlullah efendimizi ve gördüm.Bir defâsında da Hızır aleyhisselâmı görmüştüm. "Her kim dünyâda kurtuluşa ermek ve saâdete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir'in meclisine devâm etsin!" buyurmuştu."
İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir: "1166 (H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylâni'yi ilmin zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara sâhipti. Onun gibi bir zâta daha hiç rastlamadık."
Dîne uygun olmayan bir şeye müsâade etmezdi. Bir gün yanında; "Falanca çok ibâdeti ve kerâmetleri ile meşhûrdur." diye konuşuldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yûnus aleyhisselâmı geçtim." dediği nakledildi. Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri görüldü...
Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zât gelmişti. Abdülkâdir Geylâni'nin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkâdir Geylânî ; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefât edeceğim." buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda dünya boyutundaki görünüşünden sıyrıldı!

Vefâtı:
Abdülkâdir-i Geylânî vefât edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında Allah ile berâberim." Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekâtühü. Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle buyurdular.
Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:
Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.
Vefât ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allah'ın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim." buyurdu.
Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah iledir." buyurdu.
Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allah'ın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz. Hüküm değişir, ilim ise değişmez. Allah, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur." buyurdu.
Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allah, her ayıp ve kusurdan münezzehdir. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim eyledi.
Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı.Cenaze merasimine gelen büyük kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi.

Eserleri:

1) El-Gunye li-Tâlibî Tarîk-ıl Hak: Îmân, ibâdet ve ahlâkî konuları ihtivâ eder.
2) El-Fethur-Rabbânî vel-Feyz-ur-Rahmânî: Vâzlarından meydana gelir.
3) Fütûh-ul-Gayb: Bu eser vâzlarından ve oğlu Abdurrezzak'a vasiyetinden meydana gelir.
4) El-Füyûzâtu'r-Rabbâniyye fî Evrâd-il-Kâdiriyye: Duâ ve virdlerden meydana gelir.
5) Mektûbat: On beş mektuptan meydana gelir.

Hazreti Pîr Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahü Sırrahül Azîz ve Hakîm, velayet burcunun batmayan güneşi, bütün velilerin piri, intisab edenlerin mutluluğa erdiği hidayet sancağı, ebedi saadetleri kendinde toplayan, maddi ve manevi tertemiz bir yolun mensubu ve Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelen torunudur. Tüm tarikatlar, hikmet ve ilim yolları, kaynağı Hz. Muhammed (s.a.v.) ummanı olan O yüce pınardan beslenmişlerdir. Yüce vasıflarını dile getirmede kelimelerin güçsüz kaldığı o yüce veli kamil insan, Gavsül Azam, Velayetin Sultanı, Sultanü’l Evliya, Sertacü’l Evliya, Kutbu’r Rabbani, Gavsü’s Samedani gibi yüce sıfatlarla anılır.
Hazreti Abdülkadir Geylani, 1077 (hicri 470) yılında, Peygamberimizin vefatından 445 yıl sonra, Hazar denizinin güneyinde Geylan kasabasında doğmuş, 1165 (hicri 562) yılında 91 yıllık muhteşem bir ömürden sonra, yani 833 yıl önce bu aleme veda etmiştir. Soy itibariyle hem Seyyid, hem de Şerif idi. Yani soyu, babası Seyyid Musa tarafından İmam-ı Hasan Efendimiz’e, annesi Fatma Hatun tarafından da İmam-ı Hüseyin Efendimiz’e dayanıyordu. Onun için şu ibare meşhur olmuştur: “Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i aşk ile Rabb’ine vasıl oldu.”
Doğacağı Ramazan ayının ilk gecesi babası Seyyid Musa Cengi bir rüya görmüştü: Peygamberler peygamberi Hz. Muhammed (A.S.), ashab ve bütün evliyayı kiram bir yere toplanmışlardı. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Ya Musa, Oğlum! Gücü herşeye yeten ve herşeyin sahibi olan Cenab-ı Allah, bu gece sana insanların üstünde müstesna bir erkek evlat hediye etti. Bu evlat benim evladımdır. Ne mutlu sana..”
Abdülkadir hiçbir çocuğa benzemiyordu. Ramazan günleri annesinden süt emmiyor, yöre halkı ramazanın giriş çıkışını onun bu durumuna göre tayin ediyordu. 18 yaşında çobanlık yaparken bir ineğin, hikmeti ilahiye ile “Sen bunun için yaratılmadın,” demesi üzerine annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat’a geldi. Yolda kervanın yolunu kesen eşkiyalara annesine doğruluktan ayrılmayacağına dair verdiği söz için parasını saklamadan vermesinden dolayı eşkiyalar utanıp tövbekar oldular.
Hammad-ı Debbas Hazretleri Bağdat’ta ilk mürşidi olmuş, uzun yıllar ilim tahsili ve vazu nasihatla meşgul olduktan sonra, Bağdat’tan uzaklaşıp 25 yıl çöllerde uzlete çekilmiş ve kimseyle görüşmemiştir. Bu süre içerisinde kendini ayakta tutacak kadar çöldeki bitkilerle beslenmiş, Peygamber Efendimiz’in ruhaniyyetinde terbiye görmüş ve Hızır (A.S.) ile arkadaşlık yapmıştır. 25 yıl sonra Bağdat’a dönmüş ve tüm insanlık alemine bir hakikat güneşi olarak doğmuştur.
Bağdat’a gelince tüm halk onun nasihatlarını dinlemek için toplanmış, konuşmaya başlayamaması üzerine, Fahr-i Kainat Efendimiz’in ruhaniyyeti teşerrüf etmiş, ağzına yedi defa üflemiş ve O’na “Konuş, ya oğlum Abdülkadir; insanlara vaaz ve nasihatta bulun,” diye buyurmuşlardır. Bundan sonra Hz. Pir Efendimiz, durmaksızın kaynayıp coşan bir rahmet, hikmet ve ilim pınarı gibi tüm insanlara, susamış gönüllere hayat vermiştir ve hala da hayat vermeye devam etmektedir.
Evet, Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri, ölümünden sonra bile tasarrufu ve himayesi devam eden velayet burcunun şahıdır. Birgün İbrahim bin Ethem’den bahsederlerken tesadüf ettiği talabelerine “Yazık, ona çok üzülüyorsunuz değil mi? Eğer zamanımızda olsaydı onu sarayında, tahtından ayırmadan irşad ederdik,” diye buyurmuşlardır. Bugün dahi aynı o gün ve o dakika gibi, O’nun himmet ve tasarruf eli, eskilerin katlandığı sıkıntı, zahmet ve belalara maruz bırakmadan Hakk’ı arayan Hak yolcularının üzerindedir. Biraz gayretle tefekkür edip anlayabilenlere ne mutlu!
Bir defasında şöyle buyurmuştur: “Hallac-ı Mansur, yanıldı. Ne var ki, zamanında elinden tutacak kimse çıkmadı. Bana gelince, her yolda kalanı sırtıma alanım. Arkadaşlarım, müridlerim, sevenlerim, ta kıyamete kadar, ne zaman darda kalsalar, ellerinden tutacağım. Her ne niyetle olursa olsun ismimizi anan ve kapımıza gelen herkese yardım elimiz uzanır. Ey şurada duran! Atım hızla yol alır. Mızrağım mutlaka hedefe isabet eder. Kılıcım kından çıktı, hem de keskindir. Her an seni korumaktayım, ama sen gafilsin; anlayamazsın.”
Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Hazretleri hem maddi ilimlerde hem de manevi ilimlerde devrinin tek otoritesi idi. O alimdi, pirlerin piriydi, kaynağını Habib-i Kibriya’nın o sonsuz deryasından alıyordu. Bilgi yönünden herkes O’na muhtaçtı. Soruyorlardı da, soruyorlardı. O da durmadan, dinlenmeden cevap veriyordu da cevap veriyordu. İnsanlara, istedikleri her neyse, Rahman’ın bitmez tükenmez Hazinesinden dağıtıyordu.
“Dünyayı ne yapmalı? Dünyalığı neylemeli?” diye soranlara “O’nu kalbinden çıkar, eline al. Böyle yap, artık dünyanın ve dünyalığın sana zararı olmaz,” diye cevap verirdi. Bazan da, malın-mülkün su gibi olduğunu, gemi gibi üzerine binene yol aldıracağını, içine alanı ise helak edip batıracağını söylerdi. O, manevi bakımdan eşi bulunmaz bir hazine olduğu gibi, maddi bakımdan da insanların en zengini idi. Fakat onun zenginliği hep fakirlerin, muhtaç ve yetimlerin yaralarını sarıyordu. Çünkü O, aynı zamanda insanların en cömertiydi. Üzerine hiç sinek konmamasının nedenini soran talebelerine şöyle demişti: “Evlatlar, sinek, bal ve pekmez neredeyse oraya üşüşür. Benim üzerimde ne dünya pekmezi, ne de ahiret balının işareti vardır. İşte bunun için üstümde sinek durmaz.”
Bir keresinde kendisinden ihsan umarak gelen, doğduğu köyde çobanlık yapan bir çocukluk arkadaşını, en güzel biçimde misafir ettikten sonra, giderken de ona en iyi cinsinden bir kısrak ve yüz altın vermesi üzerine, arkadaşı Abdülkadir Geylani Hazretlerine kendini tutamayıp: “Ya Abdülkadir! Bu koyunlar, bu çobanlık bana çoktur. Şu sarayın, köşkler, dünya ve yıldızlar da sana azdır,” diyerek O’nun cömertliği ve inceliği karşısında hayranlığını dile getirmiştir.
Bir keresinde de Onun debdebe ve saltanatını kıskanan bir yahudinin gelip, “Ya Gavs, sizin peygamberiniz ‘Dünya müminin cehennemi, inanmayanın ise cennetidir’ diye buyurmuşken, bir senin şu ihtişamına bak, bir de benim şu sefil ve fakir halime bak. Bunu nasıl izah edersin?” demesi üzerine atından inip adama sağ kolundan cübbesinin yenine bakmasını söylemiştir. Adam orda Geylani’nin cennetteki durumunu görüp hayranlık ve hayret içinde kalmış ve şimdi Geylani Hazretlerinin cennete nisbetle cehennemde olduğunu söylemiştir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin sol kolundan bakan adam orda da cehennemdeki kendi durumunu görmüş, korku ve dehşet içinde kalarak dünyanın cehennemdeki yere nisbetle kendisi için bir cennet olduğunu itiraf etmiş ve pişmanlık içerisinde tövbe ederek Hz. Pir’in huzurunda müslüman olmuştur.
O’nun daha pek çok tasavvufi kerametleri anlatılagelmiştir. Şeytanın bir cihetten seslenip üzerinden şeriatın kalktığını söylemesi üzerine ilahi ilmi vukufiyetiyle bunu sezip “sus, ey melun” diye cevap vermesi; bir ölüyü mezardan Hz. İsa Peygamber gibi “Allah’ın izniyle kalk,” diyerek diriltmesi; hizmetinde bulunan bir aşçıyı, birkaç saniye içinde aslında o aşçıya 12 sene gibi gelmesine rağmen tayy-ı zamanla imtihan etmesi; saldırıya uğrayan bir hanımın onun ismini anarak ondan yardım dilemesi üzerine elindeki asayı mescidinden atarak saldırganı uzaklaştırması onun sayısız kerametlerinden sadece birkaçıdır.
Maddi ve manevi ilimlerdeki derinliği ve üzerindeki manevi lütuf ve rahmetle dinin esaslarını yeniden dirilttiği için kendine “dinin dirilticisi” anlamında “Muhyiddin” denmiş, O da bu ismi Endülüs’te dünyaya gelen ve “Şeyhül Ekber” namıyla ün salan manevi evladı İbni Arabi’ye vermiştir.
Manen aldığı selahiyet ve emirle birgün Bağdat’ta zamanın kutbu (sahibüzzaman) olduğunu ve ayaklarının bütün evliyanın boynu üzerine olduğunu ilan etmiş ve bütün evliya da onun bu sözünü tasdik etmişlerdir. O’nun bu üstün halini, makamını ve mertebesini anlayan, bilen ve tasdik eden ve Seyyid Abdülkadir Geylani’den 150 yıl sonra dünyaya gelen Şah-ı Nakşıbend Efendimiz “Bütün evliyanın boynu üzerine olan Geylani’nin ayağı benim gözümün nuru üzerine olsun,” diyerek mukabele etmiştir. Rivayete göre, birgün uzun bir süre hiç hareketsiz durduğunu gören ve bunun nedenini soran talebelerine Geylani Hazretleri, “Velayet kokusu Buhara’dan geliyor,” demiştir. Bahaüddin bin Muhammed El-Buhari Hazretleri Hacca giderken Hz. Pir’in türbesini ziyaret etmiş; bu sırada manevi bir halle, Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin elinin kalbine nakşedildiğini ve kabz halinin çözüldüğünü gördüğünden kendisine “Şah-ı Nakşibend” lakabı takılmıştır. Geylani’nin feyz ve himmetinden istifade ederek ona olan minnettarlığını, muhabbetini izhar eden Şah-ı Nakşibend Efendimiz, bu hususu şu müstesna şiirinde dile getirir:
Her iki alemin sultanı Şah Abdülkadir
Evladı Ademin hakanı Şah Abdülkadir,
Arşın, Kürsi’nin, Kalem’in ayı hem güneşi,
En büyük nurdan bir kalb nuru Şah Abdülkadir.
Bu şiir mana büyüklerinin birbirini nasıl anladıklarını, birbirlerine nasıl muhabbet ettiklerini, nasıl yardımlaştıklarını ve manen nasıl tevhid sancağının taşıyıcıları olduğunu gösteren bir ibret tablosudur. Bu tablo bize bu büyüklerin ardından yürüyenlerin, birbirlerini nasıl anlayıp muamele edecekleri hususunda bir anahtar hüviyetindedir.
Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri oğluna şöyle vasiyet etmiştir: “Tasavvuf öyle bir haldir ki, o hale kimsenin laf ile varması mümkün değildir. Onun için bir fakire rastlarsan ilmine dayanarak onunla münakaşa etme, itirazda bulunma. Gönlünü almaya bak. Şunu iyi bil ki, tasavvuf sekiz hal üzeredir: 1. Merhamet ve şefkat, 2. Doğruluk, 3. Sadakat, 4. Cömertlik, 5.Sabretmek, 6. Sır tutmak, 7. Fakirliğini ve acizliğini bilmek, 8. Rabbine şükretmek.”
Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne hayranlıklarını ve minnettarlıklarını anlata anlata bitiremeyen Hak aşıklarından birkaç mısra şöyledir: Yunus der ki:
Seyyah olup şol alemi ararsan
Abdülkadir gibi sultan bulunmaz
Ceddi Muhammeddir, eğer sorarsan
Abdülkadir gibi sultan bulunmaz

Hak yeri yaratıp göğü düzeli
Hoş nazar eylemiş ona ezeli
Evliyalar serçeşmesi, mana güzeli
Abdülkadir gibi sultan bulunmaz
O zamandan bu yana asırlar asırları kovalamış, ama Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin güneşi hep aynı kalmıştır. O güneş ki, hala ötelerin ötesine ulaştıracak engin ufuklar çiziyor. O, Ebu Muhammed, Kutbu’r Rabbani, insanların ve cinlerin rehberi olan Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani’dir. Tam sekiz asırdan fazladır insanların sığınağı, darda kalmışların yardımına yetişici olmaya devam etmiştir. O batmayan güneştir. Menkıbe ve kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Hiçbir velide ondaki kadar çok keramet görülmemiştir.
O, Gavsül Azam’dır; O’na bu ismi Cenabı Hak ihsan etmiştir. Adetleri yırtacak ve akılları donduracak kadar halleri ve keşifleri olmuştur. O, zikri daim, fikri çok, kalbi yumuşak, yüzü mütebessim, ruhu ince, eli açık, ilmi umman, ahlâkı üstün ve soyu temiz bir Zat-ı Şeriftir. O ve onun yolunun nurdan halkaları, ömür denilen sermayeyi en güzel şekilde yaşayarak bu yüksek makamlara hak kazanmışlardır. Onlar ehli sünnet üzere doğru bir itikat, sabır, gayret, doğruluk, güzel ahlâk, ihlas ve diğer pek üstün meziyetlerle kulluk makamının en üstün noktalarına ulaşmışlardır. Onları anlamak ancak onların gittiği nurlu yolun yolcusu olmakla, yani İslamiyet’i yaşamakla mümkündür. Onu sevmek saadet tacı, onun ahlâkıyla ahlâklanmak sonsuz kurtuluş ilacıdır. Çünkü O’nun namı: Hazreti Pir Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahu Sırrahul Aziz ve Hakim’dir



Abdulkadir Geylaniden(k.s)hikmetli sözler
-Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir.

-İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması.

-Büyük âlimlere tâbi olunuz; bidat yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahtan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız.

-Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, ahireti sevmiş olamaz.

-Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Hâlbuki kalbi mahzundur" buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir.

-İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.

-İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda "Müminin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacip ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Hz. Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Hz. Muhammed diyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz" demiştir.

-Kötü arkadaşları terk et. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hâsıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.

-Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve Onun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terk edersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap.

-Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır.

-Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor.

-Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vazgeçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.

-Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tâbi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzip etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun.

-Kardeşinin sana yaptığı nasihati kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resul-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır" buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır.

-Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek, Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir.

-Allahü teâlâdan hakkıyla hayâ ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur.

-Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için tevbe et.

-İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı.

-Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Hz. Muhammed'e; "Ben seni seviyorum" deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu. Bir başkası gelip Hz. Muhammed'e; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum" deyince; "Bela için elbise hazırla" buyurdu.

-Halinizden şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin. Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor (Bakara suresi: 153)

-Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tevbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tevbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz.

-Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir.

-Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu.

-Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlânın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Hz. Muhammed; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır, buyurdu" diye bildirmiştir. Resul-i ekrem bir hadis-i şerifte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer" buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.
__________________
''Allahümme, inna nec'alüke fi nuhurihim ve neuzü bike min şururihim.''

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: kadirilik
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 20:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
Kadirilik'e göre tasavvuf seha, rıza, sabır, işaret, gurbet, seyahat, fakr ve suf (yün elbise) giyinmek üzerine kuruludur. Geylani'ye göre bir mürid önce bir çile dönemi yaşayarak zâhitliğe tamamiyle alışmalı, sonra uzaklaştığı dünyaya yeniden dönerek haz ve nasibini ala ala başkalarını irşad etmeli, aydınlatmalıdır. Ancak dünya ve ahiret nimetlerinin insan ile Allah arasında bir perde olduğu unutulmamalı, mutasavvıf bu nimetleri değil, Allah'ın zatını kendine amaç edinmelidir. Bunun için üç konuya özen gösterilmelidir: Allah'ın emirlerini yapmalı, yasaklarından kaçınmalı ve kadere boyun eğmelidir. Mürid öncelikle farz görevlerini yerine getirmeli, bunları bitirdikten sonra vacib ve sünnetleri yapmalı, daha sonra da nafile ibadetlerle uğraşmalıdır. Nafile ibadetlerin en önemlisi ise zikirdir.
Kadirilik'e giriş "Mübayaa" denilen bir törenle gerçekleşir. Bu tören sırasında şeyh önce üç kere Fatiha'yı, arkasından mübayaa âyetini okur ve üç kere "Estağfirullah el-azim ve etubü ileyh" der. Sağ eliyle adayın sağ elini tutar ve "Ben Allah'a, meleklerine, peygamberine şehadet ederim. Şüphesiz ben Allah ve Rasûlüne bütün günahlarımdan dolayı tevbe ve Rasûlünün emirlerine imtisal, yasaklarından ictinabla Hakk'a ibadete gayret ediciyim. Takatım nisbetinde fakir ve düşkünlerin hizmetine koşmanın en büyük vazife olduğuna inancım tamdır. Abdulkadir Geylanî Hazretleri dünya ve ahirette bizim şeyhimiz olsun. Bu ikrarımıza Cenab-ı Hak şahittir" diyerek telkinde bulunur. Telkinin son bölümü bir ahitleşmedir: "El şeyhimizin elidir. Sizin örnek tutacağınız zat Seyyid Şeyh Muhyiddin Abdulkadir Geylanî'dir. Ahid Allah ve Rasûlü iledir." Bu sırada mürid dizleri üzerine çöker ve gözlerini kapar. Şeyh üç kere kelime-i tevhidi tekrar eder, mürid de onu takip eder. Daha sonra bir makas getirilerek müridin alnından bir miktar saç kesilir. Bu, müridin masiva ile kalbî bağlarının kesildiğini simgeler. Daha sonra hep birlikte kıbleye yönelerek üç kere tekbir getirirler. Tören şeyhin duası, Hz. Peygambere salat ve selam, Hz. Peygamber'in, bütün peygamberlerin, ashabın, geçmiş velilerin, Abdulkadir Geylanî'nin ve tarikat büyüklerinin ruhlarına okunan Fatiha ile sona erer.
Kadirilere göre Mübayaa'nın her harfinin özel bir anlamı vardır. Bu anlamlar, bir bakıma Kadirilik'in esaslarını belirtir. Buna göre: Mim, Allah'ın bâkî, nefsin fânî ve mürşidin kemal sahibi olduğunu bilmektir. Be, Kalbin Allah ile, cesedin ibadet ile, zatın mürşide hizmetle, ayağın İslam'a uymakla beka kazanmasıdır. Elif, mirac ile ruhun saflaşması, her zaman verilen sözü yerine getirme, mürşidin söz ve davranışlarına içten inanmadır. Ye, sebat, bütün hallerde ihlâsın kaynağı bulunduğu intibaını uyandırmaktır. Ayn, himmet yüceliği, başkalarına uymama ve sağlam bir kalbe sahip olmadır. Te, doğruluk, tevekkül, tahakkuk ve tahkik ehli olmaktır. Kadirilik'te zikir açık olarak ve çok defa topluca yapılır. Zikir sırasında oturulabileceği gibi ayakta da durulabilir. Zikir ayakta yapılacaksa halka biçiminde dizilen müridler ellerini birbirlerinin omuzları üzerine koyarak hep bir ağızdan zikre başlarlar. Genellikle "Hu" diyerek yapılan zikir sırasında gözler kapatılır; baş, kelime-i tevhidi temsil edecek biçimde sağa-sola sallanır. Kadirilerin ayrıca her sabah namazından sonra ya da günün uygun bir vaktinde okumak zorunda oldukları virdleri vardır. Allah'a hamd, Hz. Peygamber'e salat ve selam ile dualardan oluşan bu virdler Arapça olarak okunur. Kadiriye tarikatı İslam dünyasında en yaygın tarikattır. Tarikat merkezi Bağdat'taki dergahtır ve halen Geylânî'nin soyundan geldiği kabul edilen birisi tarafından yönetilir. Kadirilik'i Anadolu'ya ilk getiren kişi Eşrefoğlu Rûmî'dir (ö. 1469). Eşrefoğlu Rûmî'nin kurduğu Eşrefiye kolu, Kadirilik'in tanınmasında önemli bir rol oynamıştır. Eşrefiye'nin daha çok Bursa ve çevresinde yayılmasına karşılık, Kadirilik'i İstanbul'da tanıtan İsmailiye ya da Rûmiye denilen kol olmuştur. Bu kolun kurucusu İsmail Rûmî (ö. 1631) Anadolu ve Rumeli'de kırk kadar Kadiri tekkesi açmıştır. Anadolu Kadiriliğinin merkezi de İsmail Rûmî'nin İstanbul Tophane'de yaptırdığı Kadirihane'dir. Fas'tan Endonezya'ya kadar çok sayıda üyesi bulunan Kadirilik, kendisinden sonra zok sayıdaki kollar aracılığı ile güç ve etkinliğini arttırmıştır. Bu kolların başlıcaları Esediye, İseviye, Yafiiye, Hilaliye, Garibiye, Halisiye, Eşrefiye ve Rûmiye'dir. Kadiriler, mühr-i Kadiri denilen bir külah (sikke), çok süslü bir tac, değerli kumaşlardan yapılan kolları geniş ve belden bir kuşakla bağlanan haydariye ya da cübbe ve şalvardan oluşan özel giysileriyle diğer insanlardan ve tarikat üyelerinden ayrılırlardı. Türkiye'de varlığını günümüzde de sürdüren Kadirilik, üyelerinin "burhan gösterme" adını verdikleri şiş kaplama, kızgın fırına girme, ateşle oynama gibi gösterileri bugün de büyük ilgi çekmektedir. Ancak bu gibi gösterilerin Hz. Peygamber, sahabe ve tabiin devrinde görülmemiş bir takım bid'atler olduğu görülmektedir. Silsilesinin Hz. Ali'ye dayalı olduğunu iddia ettikleri bu tarikatta görülen şiş vurma, ateşe girme vb. davranışların Hz. Ali ile ilgisinin olmadığı ve bütün bunların sonradan uydurulduğu gayet açıktır.

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hz Pir Abdulkadir Geylani
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 20:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
EVRAD-I KADİRİYYE

E’ûzübillâhimineşşeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm...

Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în. İhdinessirâtel müstakîm. Sırâtellezîne en’amte ’aleyhim, ğayril mağdûbi ’aleyhim veleddâllîn. (AMİN)


İnnellâhe vemelâkitehû yusallûne ’alennebiyy, Yâ eyyühellezîne âmenû sallû ’aleyhi vesellimû teslîmâ.[1]

Allâhümme salli ve sellim ve bârik ’âlâ seyidinâ Muhammedin ve ’alâ âlihi ve sahbihî ecma’în.

Sübhâne rabbike rabbil ’izzeti ’ammâ yasifûn, ve selâmün ’alel mürselîn, velhamdü lillâhi rabbil ’âlemîn.[2]

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Rasûlallâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Habîballâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Halîlallâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Nebiyyallâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Safiyyallâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Hayra Halkillâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Nûra ’Arşillâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Eminei Vahyillâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Zeynehullâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Şerefehullâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men Kerremehullâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men ’Azzemehullâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ men ’Allemehullâh

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Seyyid elMürselîn

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ İmâm elMüttekîn

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Hâtemennebiyyîn

Essalâtü vesselâmü 'aleyke yâ Rahmeten lil ’âlemîn

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Şefî’al Müznibîn

Essalâtü vesselâmü ’aleyke yâ Resûle Rabbil ’âlemîn

Salevâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî, ve hameleti ’arşihî ve cemî’i halkihî ’alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecma’în. Allâhümme salli ’âlâ Seyyidinâ Muhammedin ’abdike, ve habîbike, ve Rasûlikennebiyyel ümmiyye, ve ’alâ âlihi ve sahbihi vesellim. Allâhümme salli ’âlâ Seyyidinâ Muhammedin Nebiyyil Melihi sâhibil mekâmil ’alâ vellisânilfasîhi. Allâhümmec’al efdale salevâtike ebeden ve enmâ berekâtike sermeden ve ezkâ tahiyyâtike fadlen ve ’adeden ’alâ eşrefil halâikil insâniyyeti ve mecme’il hakâikil îmâniyyeti ve tûrittecellîyâtil ihsâniyyeti ve vâsiti ikdinnebiyyîn ve mukaddimi ceyşil mürselîn. Ve kâidi Rabbil enbiyâil mükerremîn. Ve efdalilhalki cema’in âmili vâil ’izzil a’lâ. Ve mâlikî ezimmetil mecdil esnâ. Şâhidi esrâril ezeli ve müşâhidi envâri sevâbı kılu velî ve tercümânı lisânil kıdemi ve menbâil ilmi vel hilmi vel hıkemi mazhâri sırril cüdil cüziyyi vel külliyyi ve insani ’aynil vücûdu ’ulviyyi vessüfliyyi râhi cesedil kevneyni ve’ayneyni hayâtiddâreynil mütehakkiki bi’alâ rutebil ubûdiyyeti velmütehalliki biahlâkil makamâtil istifâiyyetil halîlil a’zami vel habîbil ekremi Seyyidinâ Muhammed ibni ’Abdillâhibni ’Abdilmuttalibi ve ’alâ saîrilenbiyâi vel mürselîn. Ve ’alâ melâiketel mukarrabîn. Ve ’alâ ’ibâdillâhissalihîne min ehlissemâvâti ve ehlil ’arâzın küllemâ zekerekezzâkirûn. Ve ğafele ’an zikrikel ğâfilûn. Ve sellim ve Radiyallahu ’an ashâbi Resûlillâhi ecma’în...[3]



MEALİ:

Rahmeti İlâhî’den kovulup taşlanmış şeytan’dan Allah (CC) Hz.leri’ne sığınırım. Rahman ve Rahîm olan Allah (CC) Hz.leri’nin adıyla..

Her türlü Hamdü Sena, alemlerin Rabbi olan Allah (CC) Hz.leri’ne mahsustur. O ki, Rahman ve Rahîm’dir. Kıyamet gününün tek Hakimi’dir. (Ey Rabbimiz) Ancak sana ibâdet eder, ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola sevkeyle, gazaba uğramışların ve sapıtanların yoluna değil...

Şüphe yok ki, Allah (CC) Hz.leri de, melekleri de Nebî’ye (Allah’ın (CC) Rasulü Muhammed Mustafa’ya (SAV) selâtü selâm getirirler. Ey imân edenler... O’na siz de salât getirin, O’nu selametle anın.

Allah'ım.. (CC)! Sen Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (SAV), O’nun soyuna ve kendisine uyan bütün müminlere rahmet et. Selamet ver. Kendilerini mübarek eyle. Kudret ve İzzet sahibi Rabbin, noksan sıfatlardan münezzeh ve berî'dir. İnsanların O'na izafe ettiklerinden uzaktır. Allah (CC) Hz.leri’nin Resulleri Peygamberlere selâm olsun. Her türlü Hamdü Sena, alemlerin Rabbi olan Allah (CC) Hz.leri’ne mahsustur.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Rasûlü.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Sevgilisi.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Dostu.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Nebisi.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Temiz kulu.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın En hayırlısı.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Arş'ın Nuru.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Vahyi Emîn'i.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Tezyin ettiği.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Şerefli kıldığı.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Mükerrem kıldığı.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Büyük yarattığı.

Salât ve selâm sana olsun Ey Allah'ın Öğrettiği.

Salât ve selâm sana olsun Ey Resullerin Efendisi.

Salât ve selâm sana olsun Ey Muttakîlerin İmamı.

Salât ve selâm sana olsun Ey Nebilerin sonuncusu.

Salât ve selâm sana olsun Ey alemlere Rahmet olan.

Salât ve selâm sana olsun Ey günahkârların şefaatçisi.

Salât ve selâm sana olsun Ey Âlemlerin Rabbi’nin Rasûlü.

Allah’ın (CC), meleklerinin, peygamberlerinin, arşını taşıyanlarının ve bütün mahlukatının salât ve selâmı Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV) Aleyhisselâm’a, O’nun soyuna, Ashabına ve kendisine uyan bütün mü’minlere olsun. Allah'ım.. Sen ümmî Nebîn, Rasûl’ün, Habîbin, kulun Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (SAV), O’nun soyuna, ashabına ve kendisine tabi olan bütün müminlere rahmet eyle. Allah'ım.. Sen yüce makam sahibi fasih lisanlı, güzel ahlâklı Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) Nebî'ye Rahmet et.

Allah'ım (CC). Ebedî Rahmetlerinin en faziletlisini, Sermedi bereketlerin en artanını, adet bakımından tahiyyetlerinin en temizini; insan olarak yaratılanların en şereflisi, iman hakikatlerinin karargahı, iyilik tecellîlerinin merkezi, Rahmânî esrarının nüzul mahalli, Rabbani vahdet ülkesinin sır evi, bütün Peygamberlerin ahd ve mîsâk vâsıtası, Rasûller ordusunun öncüsü, bütün şerefli Peygamberlerin kumandanı, bütün mahlûkâtın en üstünü, yüce izzet sancağının taşıyıcııs, yüce kerem dizgisinin sahibi, ezel sırlarının şahidi ilk nurların müşahidi, Kur’ân’ın tercümanı, ilmin, ahlakın ve hikmetlerin kaynağı, cüz'î ve küllî ni'metlerin zuhur mahalli, insanın ulvî ve süflî yanlarının gözbebeği, her iki alemin varlığının nuru, iki cihanın gözü, sana kulluğun en yüce derecesinin göstericisi, ahlâkların en yücesi ile ahlâklanan, en büyük dostun, en şerefli Habîbin, Efendimiz Abdülmuttalib oğlu Abdullah oğlu Muhammed’e (SAV), diğer Nebilere, sana yakın olan meleklere, salih kullarına, ve göklerde ve yerde olanların hepsine ver. Seni zikredenler Seni zikrettikçe, zikirden gafil kalanlarda gafil kaldıkları müddetçe sen ver Allah'ım.

Allah (CC) Hz.leri, Resûlünün (SAV) bütün Ashabından da (RA) Razı olsun... (AMİN)

[1] El-Ahzâb S. A.56

[2] Es-Sâffât S. A.180-182

[3] İlahi Armağan




--------------------

Hamd olsun Allah’a, selâm olsun O’nun beğenip seçtiği kullarına (Neml 59)
--
Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed. Kad dakat hıyletiy edrikniy ya Rasulallah.
---
Subhaneke Allahümme ve bi hamdike. Eşhedü en la ilahe illa ente. Estağfiruke ve etubu ileyk.
--
Şah-ı Geylani Pirimiz
Hakk'a gider yolumuz
... Baba kılavuzumuz
Kadiriler derler bize

---
2 dervişim olsa. Biri mağrıbda biri maşrıkta olsa. Bir ayağımı mağrıba bir ayağıma maşrıka koyarım. Hangisi MEDET dese yanındayım. Hz. Pir Abdulkadir Geylani KS

MEDET YA PİR
İyiler kendilerini bize adadılar. Biz de kendimizi kötülere adadık. Hz. Pir Abdulkadir Geylani KS

---
Ey Ali! İslam üryandır. Giysisi takvadır, tüyleri hidayettir, süsü ise hayadır, direği veradır, ayakta tutucusu da salih ameldir. İslam’ın esası , beni ve Ehl-i Beyt’imi (RA) sevmektir
---
DİKKAT DİKKAT DİKKAT
* Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim Kitabullah hakkında şahsi re`yi ile söz ederse, isabet bile etse hatadadır." [Cündeb] (Rezin şu ilavede bulunmuştur: "Kim re`yi ile söz eder de hata ederse küfre düşer.")
* Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim Kur`an hakkında ilme dayanmadan söz ederse ateşteki yerini hazırlasın." [İbnu Abbas]
* Hz. Resulullah (sav) söyle buyurur: "Kim kardesine kafir derse, ikisinden biri mutlaka kafir olmustur. Eger itham edilen kafir degilse, küfür itham edene döner" [Buhari]

---

Furkan 63
Rahman'ın(has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) "Selam!" derler (geçerler);
SELAM

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hz Pir Abdulkadir Geylani
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 15:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Gavsu'l-Âzam Abdulkadir Geylani

http://anonymouse.ws/cgi-bin/anon-www.c ... ylania.htm

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-
MesajGönderilme zamanı: 16.03.09, 22:46 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Resim




GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-

http://thedivinewisdoms.blogspot.com/2008_08_01_archive.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-
MesajGönderilme zamanı: 07.11.09, 04:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Şu resimler de mübarek Abdulkadir Geylani efendimizin resimleri olarak internet aleminde yayılmıştır. Allahu alem.

Resim

Resim

Resim

Resim


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-
MesajGönderilme zamanı: 07.11.09, 04:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Bu da mübarek Şah-ı Nakşibend Bahaeddin Buhari efendimiz olarak tanınmış bir resimdir:

Resim


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: GAVS-ÜL A'ZÂM Hz. Pir Abdulkadir Geylani -Q-
MesajGönderilme zamanı: 08.11.09, 02:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
Allah razı olsun..

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye