Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ak -şeyh- Şemseddin
MesajGönderilme zamanı: 15.01.10, 13:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Ak -şeyh- Şemseddin

-Q-

(Şam,1390 - Göynük,1459)


İstanbul`un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh`tir.

Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî`nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk`a ulaşır.Hacı Bayram-ı Velî`nin, ona; `Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd`den,insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin. demesi sebebiyle, Akşemseddîn lakabı verilmiştir. Saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle Akşemseddîn denildiği de rivâyet edilmiştir.

1390 (H.792) senesinde Şam`da doğdu.Küçük yaşta Kur`ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ileAnadolu`ya gelip Amasya`nın Kavak nâhiyesine yerleşti. Bir süre sonrababası vefât etti. Akşemseddîn`in babası da âlim ve velî idi. Babasıvefât edip, defn olunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bukurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyümezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza`yı da parçalamak ve yemekistemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübârek elini uzatarak, o kurdu boğazındansıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, ŞeyhHamza`nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri;

Kurda değdiği için, Şeyh Hamza`nınmübârek elinin yıkanması lâzımdır. dedi. Elini yıkadılar. El, hemeniçeri çekildi. O günden beri Akşemseddîn`in babası, Kurtboğan lakabıile meşhûr oldu.

Akşemseddîn, babasının vefâtından sonratahsîline devâm ederek, sarf, nahiv, mantık, meânî, belâgat ilm-iusûl-i fıkıh, akâid, hikmet okudu. Zekâ ve istîdâdının yardımıyla kısasürede ilimleri ikmâl eyleyip tıp ilmini dahi tahsil ettikten sonraOsmancık medresesine müderris oldu. Burada günün belli saatlerinde dersverir artan zamanlarda nefsinin terbiyesi ile meşgûl olurdu. Devamlıtakvâ üzere hakla birlikte bulunurdu. Yüksek ahlâk sâhibi idi. Ondakibu hâlleri görenler ve bilenler kendisine zamânın büyük velîsi HacıBayram hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bu tavsiyelere uyan vetasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri müderrislikgörevini bırakarak, Ankara`ya geldi. Rastladığı bir kimseye HacıBayram-ı Velî`yi nerede bulabileceğini sordu. O da karşı sokaktayanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek;

İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerekpara toplayan kişi Hacı Bayram`dır. dedi.

Akşemseddîn hazretlerinin yüzü buruştukalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkanpara topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradanuzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebeolmak gâyesiyle Haleb`e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan AkşemseddînHaleb`e bir konak mesâfeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, elleriyüzünde korku, şaşkınlık ve dehşet içerisinde uyandı. Hâlâ gördüğürüyânın etkisi altındaydı. Sabah namazını edâ eden Akşemseddîn iziüzerine, Haleb yerine tekrar geri Ankara istikâmetine döndü. OysaHaleb`e bir saat kalmıştı. Onu geri döndüren, Akşemseddîn hazretleriile ilgili bir rüyâ idi ve hep bu düşün tesiri ile yürüyordu.

Rüyâsında boynuna takılan bir zincir HacıBayram`ın elindeydi. Akşemseddîn, Haleb`e gitmek istedikçe Hacı Bayramzinciri çekiyordu. Tam boğulmak üzere iken uyanmıştı. Rüyâ tâbirigerektirmeyecek kadar açıktı. Akşemseddîn hızla Hacı Bayram`a gelirken;Ne yaptım ben diyerek kendi kendine söyleniyordu. Ankara`ya gelip,Hacı Bayram-ı Velî`nin dergâhına ulaşınca, onun talebeleriyle tarladaçalıştığını öğrendi. Hemen oraya koştu, fakat Hâcı Bayram hiç iltifatetmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarlada çalıştı. Yemek vaktigelince, Akşemseddîn`in yüzüne bakmadı. Hacı Bayram, hazırlanan yemeğitalebelerine taksim etti, artığını da köpeklerin çanağına döktürdü.Akşemseddîn, bir onlara bir de kendine bakarak, nefsine; Sen bunalâyıksın! diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemeye başladı.Hacı Bayram-ı Velî, onun bu tevâzusuna dayanamayarak; Köse, kalbimizegirdin, gel yanıma! diyerek gönlünü alıp sofrasına oturttu. Sonra;

Zincirle zorla gelen misâfiri böyleağırlarlar. dedi. Akşemseddîn buna çok sevindi ve kendini onun irfanmeclisine verdi.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleriAkşemseddîn`i diğer talebelerinden daha zor imtihanlara tâbi tuttu.Nefsini terbiye ve ıslah etmekte büyük sıkıntılar çektirdi. Birdefâsında yedi günde bir kaşık sirkeden başka bir şey yedirmedi. AncakAkşemseddîn bütün bunlardan memnun ve hattâ kendisi daha fazlasınatâlipti. Nitekim nefsinin istediği şeyleri yapmamakta şeyhininkendisine buyurduğu tâlim ve terbiyedeki şiddet derecesini kendiisteğiyle artırdığı zaman Hacı Bayram hazretleri ona:

Yâ Köse nice riyâzet eylersin, nefsinisteklerinden sakınırsın, âkıbet nûr olursun. Vefât ettikten sonra senikabrinde bulamazlar! dedi.

Böylece Akşemseddîn hazretleri kısazamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayramhazretlerinden icâzetini, diplomasını aldı.

Onun kısa sürede icâzet alması bâzılarınazor geldi. Hacı Bayram-ı Velî`ye;

Diğer dervişlere kırk yıldır hilâfetvermedin, az müddet içinde Akşeyh`e hilâfet verdin. Hikmeti nedir?diye sordular. Hacı Bayram-ı Velî de;

Bu zeyrek, uyanık ve akıllı bir kösedir.Her ne görüp duydu ise hemen inandı. Sonra hikmetini yine kendisianladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemengördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Onahilâfet verilişinin sebebi budur. cevâbını verdi.

Akşemseddîn hazretleri, hocası HacıBayram-ı Velî`nin ileride bir büyük fethin mânevî fâtihliği müjdesinede nâil oldu.

Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tahsilve terbiyesiyle irşâd makâmına yükselen Akşemseddîn hazretleri önceBeypazarı`na yerleşti. Orada bir mescid, bir değirmen yaptırdı. Halkınetrâfına toplanması üzerine İskilip`te Evlek`e oradan da Göynük`e gelipmekân tuttu. Birgün bir kişi gelip, Akşemseddîn`e bir mikdâr mülkbağışladı. Akşemseddîn hazretleri o yerin üzerine gelince, tebessümetti. Niçin tebessüm ettiniz? diye sordular. O da;

Otuz sene kadar önce seyâhat ederken,yolum buraya düşmüştü. Görünce gönlüm buraya meyil etmişti. Gönlümdengeçen bu arzu, otuz yıl sonra gerçekleşti. Onu hatırladım ve tebessümettim. cevâbını verdi.

Hacı Bayram hazretleri Ankara`da fenââleminden bekâ âlemine göç etmek üzere iken; son sözleri:

Benim namazımı Akşemseddîn kıldırsın vecenâzemi yıkasın. Bu haberimi ona iletirsiniz! oldu ve vefât etti.

O sırada Akşemseddîn orada değildi venerede bulunduğunu kimse bilmiyordu. Talebeler ile Hacı Bayram-ıVelî`nin yakınları, merak ve hayret içinde kaldılar. Bâzı kimseler;

Hacı Bayram-ı Velî`nin bu sözü, ölümhâlinde söylenen sözlerdendir. Buna pek îtibâr edilmez. dediler.Kararsız ve üzüntülü bir halde yollara bakarlardı. O esnâda;Akşemseddîn geliyor! diye bir ses işitildi. Halk Akşemseddîn`ikarşıladı ve olup biteni haber verdi. O da vasiyet üzerine yıkayıpnamazı kıldırdıktan sonra, Hacı Bayram-ı Velî`yi defn etti. İşlerbitince, Hacı Bayram-ı Velî`nin doksan bin akçe borcu olduğunu öğrendive otuz bin akçesini ödemeyi vâdetti. Kalanını da Hacı Bayram-ıVelî`nin yakınları ile dostları ödediler. Akşemseddîn, üzerine aldığıotuz bin akçenin yirmi dokuz binini ödedi ve geriye bin akçe kaldı.Alacaklı, Akşemseddîn`e gelerek hepsini istedi. Birkaç gün müsâadeet. dediyse de, faydası olmadı. Sert ve küstah bir şekilde bir dakikabile bekleyemeyeceğini bildirdi. Bu söz üzerine fevkalâde müteessirolan Akşemseddîn hazretleri alacaklıyı içeri çağırdı. Evin önünde birbahçe vardı. Ona;

Bahçeye gir, alacağın bin akçeyi al.Fazlasını alma! dedi.

O kimse, bundan sonraki durumunu şöyleanlatıyor:

Bahçeye girdim. Bahçenin içinde yassıyapraklı bir ot vardı. Her yaprağın üzerinde bir akçe vardı. O otta okadar çok yaprak vardı ki, sayısını ancak Allahü teâlâ bilir. Onunyapraklarından bin akçe topladım. Fakat yaprakların üzerinden birakçenin eksilmemiş olduğunu gördüm. Bahçenin içi de akçe ile doluydu.Bu hâli görünce, hayrette kaldım. Dışarı çıkıp, o bin akçeyiAkşemseddîn`in önüne koydum. Bu akçeleri size bağışladım. dedim,yalvardım ve özür diledim. Fakat Şeyh, o bin akçeyi kabûl etmedi.

Akşemseddîn hazretleri hocasınınvasiyetini yerine getirdikten sonra tekrar Göynük`e geldi. Burada dabir mescid ve değirmen inşâ eyledi. Bir yandan oğullarının, diğertaraftan da kendisine intisâb edip gönül veren talebelerinin tâlim veterbiyeleriyle uğraşıyordu.

Tıb ilminde de kendini yetiştirenAkşemseddîn hazretleri çeşitli hastalıklara, hangi otlardan hazırlananilaçların iyi geleceğini bilirdi. Bu husustaki ilmi dillere destan idi.Bulaşıcı hastalıklar üzerinde de çalışmalar yaptı. Çünkü o devirdesalgın hastalıklar binlerce insanın ölümüne sebeb oluyordu. Akşemseddînhazretleri, etkileri bakımından kansere benzeyen seretân denilen birhastalıkla da uğraşmıştı. Tıptaki şöhreti o dereceye vardı ki birkaçdefâ Edirne sarayına çağrıldı.

Talebelerinden Şeyh MısırlıoğluAbdurrahîm anlatıyor:

Hocam Akşemseddîn ile Edirne`yegitmiştik. Sultan Murâd Hanın kazaskeri Süleymân Çelebi hasta idi. Bizisaraya dâvet ettiler. Sultanın tabibleri Süleymân Çelebi`nin etrafındaona ilâç veriyorlardı. Hocam tabiblere bunun hastalığı nedir? diyesordu. Onlar;

Şu hastalıktır. diye cevap verdiler.Hocam;

Buna Sersam ilâcı yapmak lâzımdır.buyurdu. Tabibler;

Bunun hastalığı o değildir amma sen yineo ilâcı ver. deyip gittiler. Ben çok üzülmüştüm. Zîrâ hocamınhastalığa tam vâkıf olamadığını zannetmiştim. Hocam divitle kalemistedi, reçetesini yazdı. İlaçlarını hazırladı ve Süleymân Çelebi`yeverdi. Aradan kısa bir zaman geçince, Süleymân Çelebi`de sıhhatalâmetleri belirdi ve iyi oldu.

Yine Fâtih Sultan Mehmed Han`ın kızıGevherhan Sultan hastalanmıştı. Tabibler tedâvide âciz kalıp özürdilediler. Sonunda Akşemseddîn hazretlerine mürâcaat edildi. Onunyazdığı ilâç Allahü teâlânın izni ile iyi geldi.

İkinci Murâd Hanın vefâtı ile Osmanlıtahtına çıkan genç pâdişâh Sultan Mehmed, İstanbul`un fethihazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket ederken, Allahadamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu dâvet üzerineAkşemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinângibi meşhûr âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar.Yine orduya katılan Aydınoğlu, Karamanoğlu, İsfendiyaroğlu kuvvetlerigibi gönüllü birlikler, İstanbul`un fethinin, bütün Türk-İslâm âlemincemukaddes bir gâye kabûl edildiğini dile getirdiler. Bilhassatalebeleriyle birlikte orduya katılan Akşemseddîn hazretleri ve diğerâlim ve evliyâ zâtlar, askerlere ayrı bir şevk ve azim veriyorlardı.Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurduktan sonra,düşmana önce İslâmı tebliğ etti. İslâmiyetin emri olan hususlarıbildirdi. Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmayabaşladı. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bâzı devletadamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelikbir Haçlı ordusunun Bizans`ın imdâdına koşacağını sanıyorlardı. Bütünbu olumsuz propagandalara karşı orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşıgayrete getiren bir din büyüğü vardı; Akşemseddîn. O, şeyhi HacıBayram-ı Velî`nin; İstanbul`un fethini şu çocukla bizim kösegörürler! sözünü biliyor ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.

Muhâsaranın devâm ettiği bir sıradaAvrupa`dan asker ve erzak getiren gemiler, Osmanlı donanmasınınmüdahalesine rağmen şehre girmeye muvaffak oldu. Kâfirler görülmemişşenlikler yaparken, Müslümanlar üzüntülü idi. Pâdişâha gelen bâzıdevlet adamları;

Bir sofunun (Akşemseddîn) sözüyle bukadar asker kırdırdın ve bütün hazîneyi tükettin. İşte Frengistan`dankâfire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı. dediler.

Bunun üzerine Sultan Mehmed Han, veziriVeliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn`e göndererek;

Şeyhe sor, kal`a feth olmak ve düşmanazafer bulmak ümidi var mıdır? dedi. Buna Akşemseddîn hazretleri şöylecevap verdi:

Ümmet-i Muhammed`den bu kadar müslümanve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ fetholur.

Sultan Mehmed Han, umûmî cevaplayetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn`e gönderip;

Vaktini tâyin etsin. dedi. Akşemseddînmurâkabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzüterledi. Sonra başını kaldırarak;

İşbu senenin Cemâziyelevvel ayınınyirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftanyürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye`nin içi ezan sesiyle dola!dedi. Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;

Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdireder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul,elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir.Resûlullah`ın ve Eshâbının sünneti budur. diyordu.

Böylece Akşemseddîn hazretleri birtaraftan İstanbul`un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandanda ne şekilde davranılması husûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.

Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin tâyineylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken,hocası Akşemseddîn`den okumak için bir duâ istirham etti. Bunun üzerineAkşemseddîn;

Yâ Fakih Ahmed! diyerek himmet talebeyle!.. Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle.buyurdu. Sonra çadırına giren Akşemseddîn hazretleri yanına hiç kimseyikoymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.

Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar,serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyâlar Sultan MehmedHanın buyruğuyla İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sıradahocası Akşemseddîn`in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi.Gelmeyince Akşemseddîn`in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafıiyice kapatılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançeriniçıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceğikadar bir delik açtı. İçeri bakınca, hocası Akşemseddîn hazretlerinikuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçıve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak sakalını toprağasürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hâli ileİstanbul`un fethinin gerçekleşmesi için Allahü teâlâya yalvarıp duâediyor, gözyaşı döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, hocasıAkşemseddîn`in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksekhâlini görünce, doğruca yerine döndü. Kaleye bakınca surlara tırmananİslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisaragirmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri de surları geçip şehregirdi. Böylece İstanbul`un fethi ve Peygamber efendimizin büyükmûcizesi gerçekleşti.

Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul`agirdikten sonra, İslâmiyet`in harp ile ilgili hukûkunun gözetilmesinigenç pâdişâha tekrar hatırlattı. Buna uygun hareket edilmesini bildirdi.

İstanbul sabah sekiz sıralarındafethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerindeTopkapı`dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla vealkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya`ya doğru yol aldı. Zulümden vehaksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi.Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu.Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî,Molla Hüsrev, Akşemseddîn veAkbıyık Sultan gibi âlimler ve velîlertopluluğu da bulunuyordu. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fâtih SultanMehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddîn`i pâdişâh sanıyordu.Ona, demet demet çiçek veriyorlardı. Akşemseddîn`in, genç pâdişâhıgöstererek;

Sultan Mehmed ben değilim, odur. sözünekarşılık;

Sultan Mehmed de;

Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmedbenim, ama o benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihidir. diyordu.

Fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul`agirdikten sonra, hocası Akşemseddîn üç gün gözden kayboldu. Bütünaramalara rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarındavîrâne bir yerde ibâdetle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri buyere, onun ismine izâfeten Akşemseddîn mahallesi denildi. FâtihSultan Mehmed Han, fethin üçüncü günü Ayasofya`ya gidip, orayı câmiyeçevirdi. Ayasofya`yı câmiye çevirmesi, Bizanslılar ile yapılan biranlaşmaya bağlanmıştı. Burada ilk hutbeyi, Akşemseddîn okudu.Okmeydanı`nda bir zafer alayı tertiplenmişti. Orada Akşemseddîn devardı. Akşemseddîn gâzîlere bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında;

Ey gâzîler, bilin, âgâh olun ki;cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi ol Server-i kâinât; Onlar negüzel askerdir. buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiş oluruz.Fakat gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul içinde hayr-ü-hasenâta sarfve pâdişâhımıza itâat ve muhabbet ediniz. diye nasîhatte bulundu.Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hanın başına iki çatal ablak sorguç takıp;

Pâdişâhım, bütün Âl-i Osman`ın âb-ı rûyuoldun. Hemen mücâhid-i fî sebîlillah ol!.. diyerek, Gülbank-iMuhammedî çekti.

Akşemseddîn hazretlerine; İstanbul`unfethedileceği zamânı nasıl bildin? diye sorulunca, şöyle cevap verdi;

Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyyeüzere İstanbul`un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün,Hızır`ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kalefetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış otururhâlde gördüm.

Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihden sonrahocası Akşemseddîn`e, son taarruzun başladığı sırada; Yâ Fakîh Ahmeddiyerek Fakîh Ahmed`den himmet taleb etmesini söylediğini hatırlatarak;

Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyâzeyledim? Himmetini istedim? Allahü teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâdeğil mi idi? diyerek, sebebini sordu. Hocası Akşemseddîn bu suâle;

O sırada Fakîh Ahmed, kutb, sâhib-itasarruf idi. cevâbını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onunvâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmetettiğini söylemiştir. Akşemseddîn hazretlerinin Fakîh Ahmed dediğikendisi idi. Fakat tevâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisinigizleyerek böyle konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmış olduğurivâyet edilmiştir.

Bir gece Fâtih Sultan Mehmed Han,Akşemseddîn hazretlerinin ziyâretine gitti. Fâtih, sohbet sırasında birara Akşemseddîn`e;

Hocam!Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden,mihmandâr-ı Resûlullah olan Ebû Eyyûb-i Ensârî`nin mübârek kabrininİstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu târih kitaplarından okudum.Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa ricâ ederim. dedi. O zamanAkşemseddîn hemen;

Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde birnûr görüyorum. Orada olmalıdır. cevâbını verdi. Derhâl pâdişâhla orayagittiler. Akşemseddîn hazretleri, oradaki bir çınardan iki dal aldı.Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve;

Bu iki dal arası, Mihmandâr-ıResûlullah`ın kabridir. buyurdu. Sonra, kaldıkları yere döndüler.Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddîn`in söylediğine inandıysa da, hiçşüphesi kalmasın istiyordu. O gece silâhdârına;

Gidin, Akşemseddîn`in diktiği çınardallarının ortasına şu mührümü gömün ve o dalları yirmişer adım güneytarafına çekin. dedi. Sabah olunca Sultan Fâtih, Akşemseddîn`den,hazret-i Hâlid`in kabrinin yerini tekrar tâyin etmesini ricâ etti,tekrar gittiler. Akşemseddîn silahdarın diktiği dalların dikildiği yerebakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve;

Dalların yeri değiştirilmiş, hazret-iHâlid buradadır. dedi ve sonra silâhdâr ağasına hitâben;

Sultân hazretlerinin mührünü çıkarın vekendisine teslim edin. dedi. Akşemseddîn hazretleri, silâhdâr ağanıngizlice gömdüğü pâdişâh yüzüğünün de orada olduğunu kerâmetiyleanlamıştı.

Bunun üzerine Fâtih, Akşemseddîn`e;

Kalbimde hiç şüphe kalmadı. Ama taminanmam için bir alâmet daha gösterir misiniz? dediğinde, Akşemseddîn:

Kabrin baş tarafından bir metrekazılınca, üzerinde; Bu Hâlid bin Zeyd`in kabridir. yazılı bir taşvardır. dedi. Kazdılar, Akşemseddîn`in dediği gibi çıktı. Bu hâligören Sultan Fâtih`in vücûdunu bir titreme aldı. Bu hâl geçince Fâtih;Zamânımda Akşemseddîn gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç,İstanbul`un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir. diye şükretti.

Fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû EyyûbEnsârî`nin kabr-i şerîfinin üzerine bir türbe ve Akşemseddîn iletalebelerine mahsus odalar, bir de câmi-i şerîf yaptırdı.Akşemseddîn`den orada oturmalarını ricâ etti. Fakat o, bu teklifi kabûletmeyerek, memleketi olan Göynük`e döndü.

Akşemseddîn hazretleri Göynük`e geldiktensonra yine talebe yetiştirmeye ve insanları irşâda başladı. SultanFâtih`le ilgisini kesmeyip zaman zaman Edirne`ye ve İstanbul`a geldi vepâdişâhı ziyâret etti. Gönderdiği mektûblarla ikaz ve tavsiyelerdebulundu. Bir mektubunda Fâtih`e şöyle nasihat etmektedir:

Bir dünyevî râhat ve cismânî lezzete,bir de uhrevî rahat ve rûhânî lezzete dayanan iki türlü hayat tarzıvardır. Birincisi ikinciye bakarak değersiz ve geçicidir. Şu halde onailtifât etme. Esâsen peygamberlere, velîlere, halîfelere rahat değil,cefâlar ve müşkiller lâyıktır. Sen de onların yolundasın. Nasîbindenelem değil zevk duy... Sen herhangi bir insan gibi değilsin, memleketindurumu, senin durumuna bağlıdır. Bedende görünen her şey ruhun eseriolduğu gibi, memlekette meydana gelen şeyler de Fâtih`in eseriolacaktır. Çünkü bedene oranla ruh ne ise, memlekete oranla sultanlarda aynı şeydir.

Pâdişâhın kendisine gönderdiği bütün ihsan ve hediyeleri hayır işlerinde kullanmak üzere vakıflar kurdurdu. Bir taraftan da oğullarının terbiyesi ile meşgul oldu.

Birgün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûlolurken;

Bu küçük oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok dünyâdan göçerdim. deyince, hanımı;

A efendi! Göçerdim dersin yine göçmezsin. dedi.

Bunun üzerine Şeyh hemen:

Göçeyim. deyip, mescide girdi. Evlâdınıtopladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ eyledi. Yâsîn sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi.

Akşemseddîn Göynük`te 1459 (H.863) yılında alem-i bekâya göç etti.

Göynük`teki târihî Süleymân Paşa Câmiinin bahçesine defn edildi. Daha sonra oğullarınınkabri ile berâber bir türbe içine alındı.

***

Akşemseddîn, birçok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zâhirî ve bâtınî ilimleri çok iyi bilenyedi oğlu da vardı. Oğulları şunlardır: Muhammed Sadullah, MuhammedFazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah,Muhammed Nûr-ul-Hudâ ve Muhammed Hamîdullah.

Meşhûr halîfeleri ise: Muhammed Fazlullah, Harizatü`ş-Şâmî Mısırlıoğlu, Abdürrahîm Karahisârî, Muslihuddîn İskilibî ve İbrâhim Tennûrî`dir.

***

Akşemseddîn hazretleri sohbetlerinde ve vâazlarında buyururdu ki:

Her işe Besmele ile başla. Temiz ol,dâim iyiliği âdet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nîmete şükr,belâya sabr et. Dünyânın mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, eziyetve cefâ etme. Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nîmetine hased etme.Kimseyi kötüleyip, atıp tutma. Senden üstün kimsenin önünden yürüme.Dişin ile tırnağını kesme. Ayakta pantolon giymekten sakın. Misvâkıbaşkasıyla berâber kullanmak uygun olmaz. Çok uyumak kazancınazalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanıkol, seher vakti tilâvet kıl, Kur`ân-ı kerîm oku. Dâimâ Allahü teâlâyızikret. Kendini başkalarına medhetme. Nâmahreme bakma, harama bakmakgaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, virân eyleme. Düşen şeyi alıptemizleyerek yersen, fakirlikten kurtulursun. Edebli, mütevâzî vecömerd ol. Tırnağınla dişini kurcalama. Elbiseni, üzerinde dikmektensakın. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktansakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebeb olur.

***

Velî, insanlardan gelen sıkıntılara katlanıp, tahammül eden kimsedir. Sıkıntıları göğüsler, belâlaryüzünden şikâyetçi olmaz ve adâvet beslemez, düşmanlık tavrı takınmaz.O, toprak gibidir. Toprağa her türlü kötü şey atılır. Fakat topraktan hep güzel şeyler biter.

***

Allahü teâlâ, Kur`ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: O insanlar sandılar mı ki, (sâdece) îmân ettik demeleriyle bırakılacaklar da imtihâna çekilmeyecekler. (Ankebût sûresi:2)

Îmân, taklîd ile, babadan ve dededen görerek, sırf îmân ettim demekle olmaz. Böyle taklid ile inanankimseler, imtihân olunması bakımından belâ ve musîbetlere düçârolmazlar. Belâ ve musîbetler, Allah dostlarının muhabbet ve sevgisiniartırır. Nitekim altın için ateş ne kadar kızgın olursa, altını o derece saf ve hâlis yapar. Bu sebeble kişi mânevî mertebesinin yüksekliğine göre büyük veya küçük belâ ve musîbetlere uğrar.

Nitekim Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîfte buyurdu ki:

Kişi, dînindeki sebâtına göre belâya(imtihâna) mübtelâ olur. Âfiyet, kıymetini bilmeyen kimse için derdgibidir. Belâ, kadrini bilen için devâ gibidir. Belânın, insanınRabbine dönmesini sağlayan sıkıntıların kadrini bilen, Hakkı gerçekdensevenlerdendir. Taklid ile sevenler değillerdir. Çünkü taklid ilesevmek, belanın, imtihânın faydasını giderir. Sevilenin hareketi,gerçek muhabbeti bozmaz. Nitekim Mûsâ aleyhisselâm, Fir`avn`ınsarayında Âsiye Hâtun tarafından büyütülürken, Âsiye Hâtun onugerçekten seviyordu. Fir`avn ise, Âsiye Hâtunu taklid ederek seviyordu.Âsiye Hâtun gerçekten sevdiği için, onun hareketlerinden incinmiyordu.Mûsâ aleyhisselâm Fir`avn`ın sakalını tutup çekince, Fir`avn`ın sevgisigerçek sevgi olmadığı için, hemen rahatsız oldu.

Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı,mihnetlere, belâ ve musîbetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar.Bu mihnet, dünyâlığın olmaması veya eksilmesi, elden çıkması ile olur.Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri; yâni sabır,tevekkül, kanâat ve hilm, yumuşaklık gibi güzel hasletleri artar.Böylece olgunlaşan insanın kalb aynasındaki kirler, cevherin hâlis hâlegetirilmesi gibi temizlenir. Belâ günlerinde, belâ geldiğinde Eyyûb aleyhisselâmın kulluğu iyi bir kulluktur.

Kulluk beş kısımdır:

Birincisi ten kulluğudur. Bu, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır.

İkincisi; nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek,ıslâh etmek, mücâhede ve nefsin istemediği şeyleri yapmak, riyâzetçekip nefsin istediği şeyleri yapmamaktır.

Üçüncüsü; Gönül kulluğudur. Bu ise, dünyâdan ve dünyâda bulunan şeylerden yüz çevirip, âhirete yönelmektir. Âhirete yarar iş yapmaktır.

Dördüncüsü; sır kulluğudur.Bu, her şeyi bırakıp, tamâmen Allahü teâlâya dönüp, O`nun rızâsınıkazanmaktır.

Beşincisi; can kulluğu. Bu kulluk, müşâhedeye ermek içinkendini Allah yoluna vermekle olur...

***

Mânevî huzûra ermek ve bu yolda ilerlemek için dört şey lâzımdır:
1. Az yemek, 2. Az uyumak, 3. Halkaaz karışmak, 4. Allahü teâlâyı çok zikretmek.

***

NE SEN GÖRÜRSÜN NE DE BEN

Osmanlı Sultânı İkinci Murâd Han, HacıBayram-ı Velî`yi son derece severdi. Fırsat buldukça, sık sıkziyâretine giderdi. Bir defâsında, dört yaşındaki oğlu Şehzâde Mehmedile berâber Hacı Bayram`a gelip, elini öptüler. Sultan Murâd Han,sohbet sırasında Hacı Bayram`a;

Efendim, İstanbul`u alıp, kâfir diyârınıİslâm`ın nûru ile nûrlandırarak, çan çınlamaları yerine ezân seslerininyükselmesini arzu ederim. Bu hususta duâlarınızı beklerim. dedi. HâcıBayram-ı Velî;

Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletiniziziyâde etsin. Yalnız, İstanbul`un alındığını sen ve ben göremeyiz.dedi, sonra da, şehzâde Mehmed ile Akşemseddîn`i göstererek;

Ama şu çocukla bizim köse görürler.buyurdu.

***

BİZİM TATTIĞIMIZI TADARSAN

İstanbul`un fethinden sonra, Fâtih SultanMehmed Han, hocasını ziyârete gitmişti. Sohbet esnâsında;

Muhterem hocam! Elhamdülillah büyükyardımlarınızla İstanbul`u fethettik. Artık beni talebeliğe, dervişliğekabûl buyurmanızı istirhâm ediyorum. dedi. Akşemseddîn hazretleri;

Sultânım, sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanâtı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın.Dîn-i İslâmı yayma işi yarım kalır. Müslümanların rahat ve huzûr içindeyaşıyabilmeleri için, devletin ayakta kalması şarttır. Talebeliklepâdişâhlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür. Seni talebeliğe kabûledersem, düzen bozulabilir, halkımız perişân olabilir. Bunun vebâlibüyüktür. Allahü teâlânın gazâbına mâruz kalabiliriz. diyerek,teklifini reddetti. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Han, hocasına ikibin altın hediye etmek istemiş ise de, bunu da kabûl etmedi.

1) Mu`cem-ül-Müellifîn; c.9, s.271
2) Şakâyık-ı Nûmâniyye Tercümesi; s.240
4) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c.1, s.164
5) Nefehât-ül-Üns; s.684
5) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.12
6) Fâtih`in Hocası Akşemseddîn, Hayâtı ve Eserleri

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak -şeyh- Şemseddin
MesajGönderilme zamanı: 16.01.10, 16:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Akşemseddîn hazretleri hakkında birkaç kelime...

Ahmed Doğrusözlü

bilgi@tg.com.tr

16 Ocak 2010

Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Hân, Hâcı Bayram-ı Velî’yi son derece severdi. Devlet işlerinden fırsat buldukça, sık sık ziyâretine giderdi. Yine bir def’asında, dört yaşındaki oğlu Şehzâde Mehmed ile beraber Hâcı Bayram-ı Velî’ye gelip, elini öptüler.
Sultan Murâd Hân, sohbet sırasında Hâcı Bayram-ı Velî’ye: “Efendim, İstanbul’u alıp, kâfir diyârını İslâmın nûru ile nûrlandırarak, çan sesleri yerine ezân seslerinin yükselmesini arzû ederim. Bu husûsta duâlarınızı beklerim” dedi.
Hâcı Bayram-ı Velî: “Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbul’un alındığını ne sen, ne de ben görebileceğiz” dedi. Sonra, bir köşede oynayan Şehzâde Mehmed (Fâtih) ile hizmet için kapı eşiğinde bekleyen Akşemseddîn’i göstererek buyurdu ki: “Ama şu çocukla bizim köse görürler.”
***
Akşemseddîn hazretleri yüksek bir ahlâk sâhibi idi. Tasavvufda yetişmiş büyük bir velî ve rehber olduğu gibi, diğer ilimlerde de büyük bir âlim idi. Bu husûs, yazmış olduğu eserlerin tetkîkinden açıkça anlaşılmaktadır.
Ayrıca zamanındaki medrese tahsîlini tamâmlamış olup, şu eserleri de okuyup tetkîk etmiştir. Arapça’nın büyük lügatlarından Ebû Nasr bin Hammâd el-Cevherî’nin “Sıhâh”ını, Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan “El-İhtiyâr li-ta’lîlil-Muhtâr”, “Kunyetül-Fetâvâ”, “Tavzîhul-Fıkıh”, “Mecmûatül-Bahreyn”, “Şerh-i Hidâye” ve Fahrul-İslâm Pezdevî’nin eserlerini okumuştur. Fetvâ kitaplarından: “Hülâsatül-Fetâvâ”, “Fetâvâ-i Kâdîhân” ve “Hızânetül-Fetâvâ”yı okumuş, tetkîk etmiştir...
***
Bulunduğu yerde onun tasavvufa merâkını bilenler, ona, zamanın büyük velîsi, Hâcı Bayrâm-ı Velî hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bir gün Akşemseddîn, Ankara’ya giderek, Hâcı Bayrâm-ı Velî ile görüştü. Bu gidişinde henüz talebesi olmadı.
Akşemseddîn (rahimehullah), 840 (m.1436) senesinde meşhûr Velî Şeyh Zeynüddîn hazretlerine talebe olmak için Haleb’e gitti. Haleb’e vardığında bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve kendisi zorla Ankara’da Hâcı Bayrâm’ın eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise, Hâcı Bayrâm-ı Velî’nin elinde idi.
Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anladı ve hemen Ankara’ya geri dönmek için yola çıktı. Ankara’ya gelip, Hâcı Bayram-ı Velî’nin dergâhına gidince, onun, talebeleriyle beraber tarlada olduğunu öğrendi. Hemen tarlaya gitti. Hâcı Bayrâm-ı Velî, onu görmesine rağmen, hiç iltifât etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarladaki yabânî otları temizledi. Yemek vakti gelince, yine Akşemseddîn’e kimse iltifât etmedi. Hâcı Bayrâm-ı Velî, hâzırlanan yemeği, orada bulunan talebelerine taksîm etti. Artakalan yemeği köpeklere verdi. Akşemseddîn, nefsine; “Sen buna lâyıksın” diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemek istedi. Hâcı Bayrâm-ı Velî, onun bu tevâzuuna dayanamayarak: “Köse, kalbimize girdin, gel yanıma” dedi ve ona iltifâtlar etti, kendi sofrasına oturttu.
Sonra ona; “Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar” diyerek onun rüyâsından haberdâr olduğunu belirtti. Akşemseddîn buna çok sevinerek, kendini onun irfân meclisine verdi ve tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi. Kısa bir süre sonra Hâcı Bayrâm-ı Velî, ona icâzet (diploma) verdi.
Bu konuda şöyle bir şey anlatılır: “Bir gün Hâcı Bayrâm-ı Velî’ye; “Bazı talebelere kırk yıldır hilâfet vermediniz. Akşemseddîn’e ise kısa bir zaman zarfında hilâfet verdiniz. Bunun hikmeti nedir?” diye sordular.
Hâcı Bayrâm-ı Velî de: “Bu, bir zeyrek kösedir. Her ne görüp duydu ise, hemen inandı. Sonra, hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet verilişinin sebebi budur” dedi.
***
Akşemseddîn hazretleri, çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zâhirî ve bâtınî ilimleri çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Bu oğulları şunlardır: Muhammed Sa’dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûrul-Hudâ ve Muhammed Hamîdullah.
Akşemseddîn’in (rahimehullah) halifeleri ise şunlardır: Muhammed Fazlullah, Harîzatüş-Şâmî Mısırlıoğlu, Abdürrahîm Karahisârî, Muslihuddin İskilibî ve İbrâhîm Tennûrî...
[Hepsine Allahü teâlâdan rahmetler diliyor; ayrıca âhiret’te onları bize şefâatçi yapmasını tazarru’ ve niyâz ediyoruz.]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak -şeyh- Şemseddin
MesajGönderilme zamanı: 26.05.10, 15:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
AKŞEMSEDDİN (K.S.) HAZRETLERİ'NİN HAYATI
(1390 - 1458)

NESEBİ VE HAK YOLA İNTİSABI:

Tarihimizin şeref levhası İstanbul fethi¬nin esas (manevi) fatihi Akşemseddin Haz¬retleri H: 792 yılında Şam'da dünyaya geldi, Nesebleri Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A.)in mah¬dumlarından Muhammed'e varır:
Şeyh Muhammed b. Hamza b. Şeyh el-Hâc Ali b. Şeyh Hediyetullah b. Şeyh Musa b. Şeyh Muhammed b. Şeyh Ebu Hafs Ömer (Şihabüddin Sühreverdi) b. Muhammed b. Abdullah b. Mes'ud b. Âsim b. Nasır b. Kasım b. Mu¬hammed b. Ebu Bekr is'-Sıddık (R. Anhüm) şeklinde...
İsmi Muhammed’dir. Araplar hem Muham¬med hem de Muhammed Akşemseddin derlerdi.
Neseb silsilesinde de görüldüğü gibi, babası Şeyh Hamza adında muhterem ve fâzıl bir zât idi. Devrinde bir çok kerametleri nakledilir.
Şeyh Hamza, Akşemseddin yedi yaşların¬da iken Allah'ın emriyle Amasya'ya geldi. Ka¬vak nahiyesine yerleşti. Hâlen kabirleri de ora¬dadır. Hakkında şöyle bir hikâye vardır: Âhirete intikal edip de kabre konduğu gece, sırt¬lan kurdu adındaki bir canavar gelip kabrini açar, cesedini yemek ister. Şeyh, elini çıkararak o canavarı boğazından sıkar öldürür. Er¬tesi sabah halk ziyarete geldiğinde, merhumun elini dışarda görürler. O anda kalb gözü açık (arif) bir zat da orada bulunur. Zikredilen zat: “Kurdu tuttuğundan meyyitin elinin yıkanması gerekir” der. Ve yıkarlar. Akabinde eli derhal içeri çekilir. O zamandan beri merhuma «Kurt boğan» denir. Şimdi o diyarda bu adla anıl¬maktadır.
Akşemseddin Hz.leri peder-i âlilerinin ve¬fatından sonra kendini zahiri ilimlere verdi. Kı¬sa zamanda arkadaş ve akranını geçerek Osmancık Medresesine Müderris oldu.
Fakat, çok geçmeden gönlüne yerleşen bâ¬tın ilminin lezzeti ile ilâhî muhabbet ateşinin hasretinden dayanamıyarak müderrisliği bı¬raktı. Kâmil bir mürşid aramağa başladı. İran (Fars) ve Maveraünnehr'i dolaştı, tekrar eski vatanına döndü.
Bu arada bir kısımları Hacı Bayram Hz.lerine intisabı tavsiye ettilerse de bir hoşnut¬suzluk sebebiyle vazgeçti. Tekrar Arap bölgele¬rine gitti.
Orada da irfaniyle Zeynüddin adında bir zât şöhret bulmuştu (H. 840).
Fakat, hazret Haleb'e uğradığında bir rüya görür: Boynuna zincir takmışlar zorla Ankara'da Hacı Bayram Hz.lerinin eşiğine bırakmaktalar. Zincirin ucu da Hacı Bayram Velî'nin elinde.
Bunun üzerine derhal Ankara'ya gelir. Bakar ki müridler (talebeler) tarladalar. Bur¬çak topluyorlar. Yanlarına varır. Fakat, Hacı Bayram Velî hiç iltifat göstermez, bakmaz.
Akşemseddin Hz.leri hizmet edip çalışma¬ya başlar. Yemek vakti gelir. Teknelerle yoğurt ve buğday çorbası getirilir, paylaşılır, herkes nasibince alır. Köpeklere de verilir. Fa¬kat, yine Akşemseddin Hz.lerine dönüp bak¬mazlar. Akşemseddin Hz.leri varır, köpeklere verilen yemekten beraberce yemeye başlar. Bunu gören Hacı 'Bayram Velî: “Köse, beni yak¬tın!” diyerek sofraya çağırır. Ve sonra da; “Zin¬cirle zoraki getirilen misafiri böyle karşılar¬lar”, der.
Akşemseddin'de bu sözden sonra gerçek bir irade meydana gelir. Aradığı yolu bulur.
Hacı Bayram Velî Hz.lerine türlü türlü ibadet, riyazat ve mücadele usulünü öğretti ve tatbik ettirdi. Hatta, Akşemseddin yedi günde bir kaşık sirkeden başka bir şey yemez oldu.
Bu hal üzere devam etti, İç âlemin: temiz¬leyip düzenledi.. Mükâşefe, mücahede ve çe¬şitli tecellilerle ilm-i ledün ve hakikatlerin marifetlerine mazhar oldu.. Nerede akşam orada yatardı sabahlara kadar ibadet ederdi..
Hazret, bir münasebetle İskilip kazasının Evlek köyünde, bilahere Köynükte kaldı. Köynükte mescit ve değirmen yaptırdı. Bu yıllar¬da Hacı Bayram Velîden hilâfeti aldı.

HAKKINDA ANLATILANLARIN BAZILARI

Hacı Bayram Veliye sorarlar: “Bazı der¬vişlere kırk yıldır hilafet vermedin de kısa bir zaman içerisinde Akşemseddin'e verdin. Hik¬meti nedir?” derler.
Hacı Bayram Veli: “Bu bir zeyrek kösedir ki; gördüğüne, işittiğine inandı, hikmetini son¬ra kendisi bildi. Fakat o kırk yıldır hizmet eden dervişler görüp işittiklerinin hemen hik¬metini sorarlar” cevabında bulunur.
Hazretin zayıfladıkça gözünün nuru art¬makta idi. Sebebini sordular: “Sofra kalktıktan sonra dökülen ekmek parçalarını ve düşen pirinç tanelerini yerdim”, cevabını verir.
Çok riyazat yapmaktan yüzü, başı ve sa¬kalı bembeyaz olmuştu. Ekseri de beyaz elbise giyerdi. Bundan dolayı kendisine AKŞEMSEDDÎN derlerdi.
Bayram olunca herkes yemeğe içmeğe dalar. O ise halvet köşesinde oturur, derin derin ağlar, ne yer ne içerdi.
Bâtinen gönüllerde olduğu gibi zahiren de vücutlarda şifâyab olmada mahirdi.
Gezdiği yerlerdeki ağaçlar, otlar, taşlar ve hayvanlar kendisine konuşup söylerdi.
Hatta Köynük kazasında bulunduğu sıra¬larda (halkça bilinen) bir ot kendisine dile ge¬lip: Ben göğüs darlığına şifa veririm, demiş¬tir.
Sultan Muhammed Han'ın kızı hastalan¬dığında tabibler aciz kalır, Hazrete başvurur¬lar. Hazret bir ilaç verir ve derhal iyileşir,
Bir Kadıasker"in hastalığında yine ümit¬ler kesilir, Hazret Samsar otuyla ilgili bir ilaç tavsiye eder ve hasta iyileşir.
Yedi defa Kâbetullaha sefer etmiş, yedin¬cide dört sene mücavir kalmıştır.

İSTANBUL'UN FETHİ

855 H. Yılında Fâtih Sultan Mehmet Han 21 yaşında padişah olunca, ulemâ ve ileri ge¬lenleri toplar, Kostantiniyyenin (istanbul) fet¬hini müşavere eder Fakat hiç biri rıza göster¬mez. imkânsız olduğunu ileri sürerler. Hadis-i Şerifler naklederler.. Hulefâ-i Râşidin ve di¬ğer meşhur padişahların dahi fethe demediği bu şehrin ancak Mehdi’ye müyesser olacağını iddia ederler.
Bu durumu ve ulemânın sözlerini Akşemseddin Hazretleri duyar ve şu cevabı verir: «Kostantiniyyeyi Muhammed Han fetheder. Sonra benî asfar alır.»
Ulema ve diğer ileri gelenler bu söze pek rağbet etmezse de (Fâtih) Muhammed Han inanır. Bu arada Bizans’a diğer devletlerden bol miktarda yardım gelmeğe başlar.
Ulema bunun üzerine tekrar padişaha gelip: “Bir şeyh'in sözüne bakıp bu kadar asker ve hazine helak oldu. Ehli küfre devamlı yardım gelmektedir. Vaz geçilmeli…” derler.
Bunun üzerine Sultan Mehmet Han veziri Veliyyüddin Ahmet Paşayı Hazrete gönderir. Kalenin fethi ve zaferin mümkün olup olmadığını sordurur.
Hazret: “Ümmet-i Muhammed’den bu kadar müslüman bir kâfir kalesine yöneldi. İnşaallah feth olunur…” der,
Sultan Mehmet bu kadar işarete kanaat etmiyerek vezirini tekrar gönderir ve: “Vaktini tayin etsin.” der.
Hazret murakabeye varır; mübarek yüzü terler.. Nihayet başını kaldırır: “Bu yılın Rebiülevvel ayının yirminci günü seher vakti ihlâs ve gayretle falan falan tarafdan yürünür, o gün feth olunur. Kostantiniyye ezan sesleriyle do¬lar..” der.
Savaşa devam edildiği sırada Sultan Mehmet bir ara Hazret’i davet eder. Fakat Hazret çadırı¬na kimsenin alınmamasını talebelerine tenbih ettiğinden haber verilemez. Gelmeyince Sultan Mehmet hiddetlenir. Gelir, fakat bakar ki ça¬dırı örülmüş vaziyette kapalı. Kılıcını çekerek yarar ve içeri girer. Görür ki, içeride hiç bir şey yok. Hazret sadece toprak üzerinde secde¬ye varmış. Tacı mübarek başından yuvarlan¬mış, başının ak saçı ve sakalı parlamakta.. Mübarek ak saçını ve sakalını toprağa sürmüş, toprak olmuş.. Mübarek gözlerinden boşanan yaşlar bir sofralık yeri tutmuş. Bu hâlde münacaat etmekte.
Padişah şeyhin bu halini görünce döner ve makamına gelir.
Kaleye bir de bakar ki; İslâm askeri (Hisa¬r’a) yürümüş.. Önlerinde ak elbise aba) giy¬miş bir taife hisara gelmekteler.. Ardından da İslâm askeri… Derken, kale feth edilir.
Fetihden sonra halk Akşemseddin Haz¬retlerinin etrafını alır: “Fethi tayin ederek gaibi nasıl bildin?” derler.
Şöyle cevap verir: “Kardeşim Hızırla ilm-i ledünde Kostantiniyye’nin fethini istihraç et¬miştik. Kale feth olunduğu gün Hızır’ı gördüm, aba giymiş velilerle askerin önünde Hisar’a girmişti. Kalenin fethinden sonra da Hızır kar¬deşim kale duvarının üzerine çıkmış, ayakla¬rını salmış oturuyordu.” cevabını verir.
Fetihden sonra Fatih Sultan Mehmet Akşemseddin’i aratır, bulamazlar. Nihayet, Edirnekapı’da bir eski odada ibadet ederken bulurlar.
İstanbul’da bulunduğu müddetçe de Şeyh o evde oturmuş, orada bir mescit yapmıştır. Hâlen oraya Akşemseddin mahallesi denir.
Bu meyanda Fatih Sultan Mehmet Han, Ebâ Eyyüb el-Ensâri (R.A.) nin kabr-i şerifi¬nin bulunması (keşfi) için Akşemseddin Hazretlerinden yardım ister.
Hazret, kabri bir ormanlık içerisinde bu¬larak asasını kabre diker ve tayin eder. Bazı kimseler asayı atıp yerini de işaretledikten sonra tekrar Hazrete giderler: “Kabr-i şerifin yerini ve işaretini kaybettik, bir daha gösterir tayin eder misiniz?” derler. Hazret tekrar gelir, asasını ayni yere ayni noktaya diker: “Kabr-i şerif budur” der.
Akşemseddin Hazretlerinin kerametleri daha çoktur. Fakat, hepsini saymanın burada imkânı yoktur. Türlü sebeplerle ihtisar yolu¬na gidildi.
Bir gün hanımı hazrete: “Göçerdim (göçe¬ceğim) dersin, yine göçmezsin…” der. Hazret, he¬men Köynük kasabasında yaptırdığı mescide girip ahbab ve evladını topladı. Vasiyet etti, yazdırdı. Helâllaştı, veda etti. Yasin sûresine başladı, sünnete uyarak yattı ve mübarek ru¬hunu teslim etti. H: 863 (M.1459) Rabiülahirin sonlarında..
Halifesi, Mısırlı oğlu şeyh Abdurrahman'dır.
Vefatlarından beş sene sonra kabrinin üzerine kubbe yapıldı.

MUHAMMED SADULLAH, MUHAMMED FAZULLAH, MUHAMMED NURULLAH, MUHAMMED EMRULLAH, MUHAMMED NASRULLAH, MUHAMMED HAMDUL¬LAH oğullarındandır.

ESERLERİ:
Arapça:
1. Risale-i Nûriyye
2. Def-i Metain
3. Risale-i Zikrullah
4. Risâle-i Şerh-i Hacı Bayram Veli
5. Telhisi Metain
6. Hall-i Müşkilat
Türkçe:
1. MAKAMÂT-I EVLİYA
2. Maddetü'l-Hayat (Tababete ait)

(*) Akşemseddin Hz.lerinin hayatına dair olan bu yazı: Mehmet Tahîr Efendinin (Osmanlı Müellifleri), Şeyh Emir Hüseynin (Menakıb-ı Akşemseddin adlı risalesi ile Şakâik-i Numaniyye) eserlerinden
ihtisaren hazırlanmıştır.

KAYNAK: Ak Şemseddin, MAKAMÂT-I EVLİYA

BÜYÜK KİTAPLIK

Nuruosmaniye Cad. Nu: 50 Cağaloğlu - İstanbul

İSTANBUL - 1972


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye