Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İbrâhim Gülşenî (k.s)
MesajGönderilme zamanı: 11.04.10, 17:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
) HAYATI
İbrahim Gülşenî evliyanın büyüklerindendir. İsminin uzunca söylenişi İbrahim bin Muhammed bin İbrahim bin Şehabeddin bin Aydoğmuş bin Gündoğmuş bin Oğuz Ata şeklindedir. Lakabı Gülşenî'dir. Doğum yeri ile ilgili birçok kaynakta farklı bilgiler bulunmasına karşın genel kanaat Diyarbakır Amid'de dünyaya geldiğidir. Bu konuda ileri sürülen bir diğer iddia ise Azerbaycan'ın Barda şehrinde doğduğudur. Fakat şairin Amidî nisbesini taşıması ve türbesinin Diyarbakır'da bulunması ileri sürülen bu iddiaların doğru olmadığını göstermektedir. Yinede bu konu ile ilgili kesin bir yargıya ulaşabilmiş değiliz. (İSLAM ALİMLERİ ANS., C.14, s.135 )
İbrahim Gülşenî'nin hayatı hakkında bilinenlerin büyük bir kısmı oğlu Hayâlî'nin halifesi Muhyî-i Gülşenî'nin Menâkıb-ı İbrahim Gülşenî adlı eserine dayanmaktadır. Ancak bu eserde Muhyî onun nerede doğduğuna ilişkin herhangi bir bilgi vermemiştir. İbrahim Gülşenî'nin doğum yeri olduğu gibi doğum tarihi de tartışmalıdır. Ataî, Şakayık Zeylî'nde "830-1426" da doğduğunu yazar. Muhyî de onun 1534'te vefat ettiği zaman 114 yaşında olduğunu söyler. Bu duruma göre 826-1422 senesinde doğmuş olması gerekir. Yine Muhyî'nin eserinden alınan bilgiye göre babası Muhammed Amidî anlatılırken onun Akkoyunlu Sultanı Hamza Döneminde (1434-1444 ) yetişmiş ve İbrahim iki yaşındayken ölmüştür. Buna göre, babasının Sultan Hamza'nın saltanat devri olan 1434- 1444 tarihleri arasında veya 1444'ten sonra ölmüş ve İbrahim Gülşenî'nin de hemen hemen bu tarihlerde doğmuş olması gerekir. (TDEA., C.3, s.398)
Muhyî başka bir yerde İbrahim Gülşenî'nin 15 yaşında Tebriz'e gittiğini ve orada Uzun Hasan'ın kazaskeri Molla Hasan ile görüşerek ondan bazı görevler aldığını anlatır. Fakat onun bu sıralarda 15 yaşında acemi bir çocuk olmaktan ziyade yaşının biraz daha büyük olması en azından aldığı görevi bilinçlice tetkik edebileceği olgun bir yaşta olması gerekir. Aksi halde bir kazaskerin görevlerini bir bölümünü bu yaştaki bir çocuğa bırakması pek fazla akıl karı olmaz. Uzun Hasan'ın Tebrîz'i alışı ve burayı başkent yapışı 1468 yılına denk gelir ki daha önceki ihtimaller göz önüne alındığında İbrahim Gülşenî'nin 38-40 yaşlarında olması gerekir. Muhyî, İbrahim Gülşenî'nin kendi soyunu yedi kuşakla Oğuz ataya ulaştırdığını söyler. Onunla aynı zamanlarda yaşayan Uzun Hasan'ın soyunun da 52. veya 54. kuşakta Oğuz ataya dayandırıldığı bilinmektedir. Ayrıca İbrahim Gülşenî'nin kendi soyunu Hz. Peygamber'e veya Sahabeye değil, Oğuz ataya bağlaması Akkoyunlular da kavmiyetçi duyguların canlanması sürecinin başlamasıyla ilgili olarak düşünülmüştür.
Gülşenî, kültürlü bir ailenin çocuğudur. Babası kelam, fıkıh, mantık konusunda eserleri olan bir âlimdi. Dedesi ise müderristi ve aynı zamanda "Tekkü'l Muğlak" adlı bir kitabın ve tasavvufa dair bir çok eserin müellifiydi. Aynı şekilde amcası da ilimle uğraşan ve yaklaşık 200 müridi olan bir şeyhti. Gülşenî'nin babası ölünce onu amcası yanına aldı ve eğitimini üstlendi. İlk öğrenimini burada yaptı. Çok küçük yaşta eğitime başladığını hatta 4 yaşındayken Kur'an-ı hatmettiği, Türkçe kitaplardan ayet ve hadisler okumaya başladığı, 10 yaşında ise mübarek geceleri ihya ettiği, oyun ve eğlenceye değer vermediği Muhyî tarafından söylenmektedir. Daha sonra bilgisini ve görgüsünü daha da arttırmak için Maverâünnehir'e gitmek için yola çıkmıştır. Tebrîz'e vardığında Uzun Hasan'ın kazaskeri Molla Hasan ile karşılaşır, onun kabiliyetini fark eden Molla Hasan, tahsil görmek için Maveraünnehre gitmeye gerek yok diyerek Tebrîz'de de bunu yapabileceğini söyleyerek
İbrahim Gülşenî'yi kalması konusunda ikna eder. Burada Uzun Hasan'ında yardımıyla medrese eğitimini görür ve Molla İbrahim olarak tanınmaya başlar. Tebrîz'de itibarı gittikçe artan İbrahim Molla daha sonra Uzun Hasan'la tanışma imkanı buldu ve sürekli huzuruna girip çıkabilmesi için ona "tarhan" unvanı verildi. Daha sonra Herat'a gönderildi. Burada Abdurrahman-ı Cuma ile tanıştı. ( TDVİA., 2000, C.12, s.302 )
Gülşenî, Halvetiyye tarîkatı ikinci pîri Seyyîd Yahyâ'yı Şirvanî'nin halîfelerinden Dede Ömer Rûşenî ile tanışıp ona intisab etti. İbrahim Gülşenî, bir süre daha onunla kaldıktan sonra Tebrîz'e geri döndü. Bunun ardından sıkı bir zühd ve riyazet hayatı yaşamaya başladı. Dede Ömer Rûşenî, Uzun Hasan döneminde Tebrîz'e geldiğine göre İbrahim Gülşenî ona 1487 yılından önce intisab etmiş olmalıdır. Dede Ömer Rûşenî vefatından birkaç gün önce İbrahim Gülşenî'yi halife ilan etti. Rûşenî'den hilafet alarak tarikat kurmaya koyuldu. Gülşenî'ye Sultan Yakub'da büyük değer vermiştir. Hatta onu kendisiyle birlikte bazı savaşlara götürerek askerlerinin maneviyatını yükseltmeye çalışmıştır. Gülşenî de Tebrîz'i anlattığı bir şiirinde Sultan Yakub'dan övgü ile söz etmiştir. ( TDEA, C.3, s.398 )
Sultan Yakub'un ölümünden sonra Akkoyunlu ailesi içinde meydana gelen taht kavgaları nedeniyle sıkıntılı bir dönem geçiren İbrahim Gülşenî 900 yılında çok sayıda müridi ile birlikte hacca gitti. Mekke de bazı Mısır'lı âlimlerle tanıştı ve sonra Tebrîz'e döndü. Şah İsmail, Tebrîz'e girince ailesi ile birlikte buradan ayrılıp Diyarbakır'a gitti. Burada "Ma'nevi" adlı eserini yazmaya başladı. Burada ona intisab eden Müslümanların yanı sıra gayri Müslimler de intisab etmeye başladı. Ancak devlet cizye gelirlerinin azalmasından endişe ettiği için bunu kabul etmez. İbrahim Gülşenî, Diyarbakır'dan ayrılıp Kudüs'e gitmek istediyse de isteği her defasında reddedildi. Ardından Aleüddevlenin daveti üzerine Maraş'a gitti ve oradan Kudüs'e gitmek için yola çıktı. Kudüs yolu ile Mısır'a gitti ve buraya yerleşti. Şöhreti kısa sürede her yere yayılmaya başladı. Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethedip Kahire'ye geldiğinde onu ziyaret edip Müeyyediye Camisi önündeki, yanındaki araziyi dergah yapılması için kendisine ricada bulunması üzerine onlara bağışlamıştır. Gülşenî, dostlarının da yardımıyla zaviyesini inşa ettirip tarikatını yaymaya başladı. Ünü bütün Mısır'a yayıldı. Zavîyesi dolup taşmaya başladı. Bu büyük şöhreti duyan Kanunî Sultan Süleyman kendisini İstanbul'a çağırmıştır. Fakat bazı yanlış anlaşılmalar dolayısıyla padişahın karşısına tahtına göz diktiği söylentisi nedeniyle çıkartılmadığı ve kimilerince ancak 1528-1529 yılında ulaştığı kaydedilmiştir. Önce İbrahim Paşa onu padişahın karşısına çıkarmayıp hakkında söylenenlerle ilgili kanıt toplamaya çalışmış sonrada suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Gülşenî, Kanûnî Sultan Süleyman'la görüşme imkanı bulmuş ve padişah ona saygı göstermiştir. Ayrıca Kehhalbaşına şeyhin gözlerini iyileştirmesini emretmiş ve ilerlemiş yaşına rağmen gözleri açılmıştır. Kanûnî, Gülşenî'nin İstanbul'dan ayrılıp Mısır'a gideceği zaman onun şerefine bir ziyafet vermiş ve ona İstanbul'da kalmayı teklif etmiştir. Çok yaşlı olduğunun ileri sürülmesi üzerine Hasan Zarîfî'yi halife olarak bırakmıştır. Mısır'a döndükten sonra yaklaşık beş yıl daha yaşayan İbrahim Gülşenî 23 Nisan 1534'te vefat etmiştir. Ölümüne "Mate Kutbüz Zaman İbrahim" ibaresi tarih düşürülmüştür. ( TDVİA, 2000, C.21, ss.302-303 )


b) ŞAHSİYETİ
Gülşenî'nin tarîkat silsilesi Halvetiye'nin ana kollarından Rûşenîyye' nin Pîri Dede Ömer Rûşen vasıtasıyla tarîkatın ikinci pîri Yahya'yı Şirvâniye ulaşır. Mürşîdi Dede Ömer Ruşen'inin kendisine bir gül vererek "sen ol bağı bekanın gülşenisin" demesi üzerine mahlası Heybeti'yi değiştirerek Gülşenî'yi kullanmaya başladığından kurduğu tarikata Gülşeniyye denilmiştir. İbrahim Gülşenî'nin öğrenim durumu hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Abdülvehhah Eş-Şe'rânî onunla bir çok defa görüştüğünü onu beğendiğini fakat dili tutuk bir ümmî olduğunu söylemek istediklerini güzel bir şekilde anlatamadığını söyler. Ancak oldukça hacimli bir Arapça, Farsça ve Türkçe manzum eserleri Şa'rânî'nin bu sözlerinde haklı olmadığını göstermektedir. Ayrıca Muhyî, onun aynı anda üç ayrı kitabe, üç dilde irticalen şiir yazdığını kaydeder. (TDVİA, 2000, C.21, s.303 )
İbrahim Gülşenî, inancı çok kuvvetli bir insandı Allahü Teala'nın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçmaktaki gayreti pek fazla idi. Dünya malına hiç değer vermez, çok şüpheli korkusu ile yapılmasında sakınca olmayan davranışların ve işlerin fazlasından kaçınırdı. Allahu Teala'ya olan korkusundan günlerce yemek yemek aklına gelmezdi bile. Asla başkalarından hediye kabul etmez, üstelik eline geçen malları fakirlere dağıtırdı.
İnsanlara karşı davranışları çok tatlı, hoş ve yumuşaktı. Dost düşman fark etmeksizin herkes onu çok severdi, takdir ederdi. Müslümanların gönlünü kazandığı, huzuruna getirttiği gibi kâfirleri de alçak gönüllülüğü ile ikna edip seve seve Müslümanlaştırırdı. Sultan, İbrahim Gülşenî'yi sever hürmet ederdi. Sultan bir gece acayip bir rüya gördü rüyasında iri yarı siyah bir kimse kendisini öldürmek kasdıyla elinde kılıçla saldırdı. Sultan öldürülme korkusunda iken İbrahim Gülşenî Hazretleri talebeleriyle geldi. Talebelerin her birine altın bir kılıç verdi. Gülşenî'nin talebeleri o siyah kimseye kılıçlarını vurup, parça parça ettiler. Sultan ertesi gün İbrahim Gülşenî'yi sarayına davet etti. Hürmet ve saygısını gösterdi. İzzet ve ikram da bulundu. Sultan daha rüyasını anlatmaya fırsat bulamadan İbrahim Gülşenî rüyanın tabirini söyledi. "Sadaka belayı giderir, ömrü uzatır." buyurdu. Böylece Sultanın İbrahim Gülşenî'ye olan itikat ve bağlılığı artmış oldu.
Bir gün şehzadelerden biri düşman olduğu birinin zarar görmesini istedi. Bu maksat ile İbrahim Gülşenî'ye gelip, o kişinin zarar görmesi için bir yazı yazmasını istedi. İbrahim Gülşenî de "İşi Hak Teala'ya havale etmek iyidir. Kin tutarak, öfkelenerek bir Müslüman zarar vermeye kalkmak hatta uğradığı bir zarara sevinmek caiz değildir." buyurdu. İbrahim Gülşenî'den bu yazıyı alamayacağını anlayan şehzade atına bindi, başka bir kimseden böyle bir yazıyı almak için yola çıktı. Yolda at şahlanarak iki ayağı üzerine doğruldu. Şehzade atın arkasından düştü ve kendinden geçip bayıldı. Görenler yetişip bu haliyle evine getirdiler. Ayılıp kendine gelen şehzade: "İbrahim Gülşenî'ye gidin, ben tövbe ettim, pişman oldum. Beni affetsin" diye haber gönderdi. İyi olup ayağa kalkınca hemen İbrahim Gülşenî'nin yanına gitti. Huzurlarında tekrar tövbe etti. Sadık talebelerinden oldu.
İbrahim Gülşenî yine bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeleri : "Efendim! Allahu Teala'nın ihsanı ile kabirdeki insanların azapta veya nimet içinde oldukları biline bilir mi? Dua edilerek azapta olanın azabı kaldırılabilir mi? Diye sordular." İbrahim Gülşenî de; Allahu Teala'nın sevdiklerinden biri kabre uğradığında, kabirdekinin azap içinde olduğunu gördü. Aradan bir müddet geçtikten sonra tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde azabın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sıra da kendisine bir hitap geldi. Deniyordu ki "Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmeleyi öğrenince Besmelenin hürmetine babasının azabı kalktı." (İSLAM ALİMLERİ ANS., C.14, ss.136-137 )
Halvetî tarikatının Gülşenî kolunu kurmuş olan İbrahim Gülşenî'nin eserlerinde Mevlana, Yunus Emre ve kısmen Nesimî'nin tesiri hissedilmektedir. Tam bir mutasavvıf olarak yaşamıştır. Sağlam bir dili ve akıcı bir üslubu vardır. Özellikle Türkçe divanındaki gazel-ilahileri ile büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Gülşenî'nin geleceği Mevlânâ Celaleddin-î Rumî'nin "Dîdem ruh-ı hub-ı Gülşenî râ / Ân çeşm-i çerağ-ı Rûşenî râ" (Gülşenî'nin güzel yüzünü gördüm, o Rûşenî'nin gözünün ışığıdır.) beytiyle müjdelenmiştir.
İbrahim Gülşenî de Ma'nevî adlı eserinde bu beyiti ihtiva eden gazelle başlamıştır. Gerçekte bu eser Mevlânâ'nın mesnevisine nazire olarak yazılmıştır. Bu da Gülşenî'nin Mevlana'ya olan ilgisini göstermektedir. İbrahim Gülşenî üzerinde etkili olan bir şahsiyet de Muhyiddin İbnü'l Arabî'dir. Etkilendiği diğer bir sufî de İbnü'l Farız'dır. Arapça divanını onun Et-Ta'iyyetü'l-Kübrâ'sına nazire olarak yazmıştır. ( TDEA, C.3, s.398-399 )

c) ESERLERİ
Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere ortalama 75.000 şiir yazmıştır. Eserlerinin başlıcaları ise şunlardır:
1) Ma'nevî: Mevlânâ'nın Mesnevî'sine nazire olarak yazılan bu eser Farsça olup 40000 beyitten oluşmaktadır. Diyarbakır'da on ay içinde tamamlanmıştır. Gülşenî, İstanbul'da iken eseri Şeyhülîslam Kemalpaşazâde'ye inceletmiş, Kemalpaşazâde de sıradan insanların bunu anlamayacağına ve eserin bir çok ilahi sırı ihtiva ediğini söylemiştir. Hulvî bu eserin bir nüshasının Kemalpaşa zade'nin türbesinde muhafaza edildiğini söyler. Mesnevi'den alınma pek çok hikaye de bulunmaktadır. Kitabın hemen hemen hepsi müellifi hayata iken yazılan ayrıca ciltlerin de değerli olan pek çok nüshası vardır. Eserin ilk beş yüz beyiti La'li Mehmet Fenâî tarafında şerh edilmiştir.
2) Dîvân : 17.000 beyitten oluşan Farsça divanda şairin Mevlânâ ve Yunus Emre'nin etkisinde kaldığı görünmektedir.
3) Kenzü'l-Cevâhir : Tasavvufî konulara dair bazen tuyuğ bazen de rubai vezinlerinden meydana gelen bu Farsça eser 7500 beyitten meydana gelmekte olup tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndedir.
4) Şîmurgnâme : Muhyî tarafından bu eserin 30000 beyit olduğu söylenmektedir.
5) Divan :1700 beyitten oluşmaktadır bu Türkçe divanda Yunus Emre ve Nesimî'nin şiirlerin etkisi belli olmaktadır. En önemli nüshası Ankara'da Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Başka bir nüshası da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. Gülşenî'nin diğer Türkçe eserleri de şunlardır ; Manzum olanları, Pendnâme ve Cobannâme'dir. Manzum olan bu iki eserden başka "Tahkîka-ı Gülşenî" adlı mensur bir Türkçe eserde İbrahim Gülşenî'ye nisbet edilmektedir. İbrahim Gülşenî'nin İbnü'l Farız'a ait Et-Ta'iyyetü'l-Kübrâ'nın etkisi altında yazdığı şiirlerinden oluşan 5000 beyitlik Arapça Divanı bulunmaktadır. Bu divanın tek nüshası Ankara'da Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi'ndedir. ( TDVİA, 2000, C.21, s.304 )


ç) İBRAHİM GÜLŞENÎ'DEN ÖRNEKLER
GAZEL I
1- Gaflet ile geçdi günüm âh n'ideyim ömrüm seni
Çün bozıla bu düzenün âh n'ideyin ömrüm seni
2- Ecel irişe nâgehân cânın ala çü Kahramân
Döndüre yasa düğünün âh n'ideyin ömrüm seni
3- Gice gündüz çalışduğın hırs u emelle yığduğın
Kala sensüz hânümânun âh n'ideyim ömrüm seni
4- Anma mısın öleceğin kara yire gireceğin
Azrâîl'e virüp cânın âh n'ideyim ömrüm seni
5- Terk itmedün bir dem heves elindeyken almadun ders
Çün kim hevâyadur yönün âh n'ideyin ömrüm seni
6- Kıyâmet kopar haşr içün dirilür ölen neşr içün
Cânun olıser düşmanun âh n'ideyin ömrüm seni
7- Zikir budur ey Gülşenî telkîn idelden Rûşenî
Cân atmadun sevdün teni âh n'ideyin ömrüm seni

GAZEL II
1- Ben bu mülke gelmedin nerdenliğüm bilmişem
Bilmeyene o mülki bildürmeğe gelmişem
2- Od u su toprak hevâ bulmadan neşv ü nemâ
Gelübeni bu eve girmeğe yönelmişem
3- Evveli yok evvele gün gibi mir'at ile
Mahzar olup zât ile ayn-ı safâ olmışam
4- Işk ile aklın ilin tayy kıluban cüz' külün
Yokluğ ile varlığın bilmek içün gelmişem
5- Ma'rifetin haline münkir olan kaline
Cehl ile ıdlâline ağlar iken gülmişem
6- Işk ilşe hamr-ı ezel içeliden lem-yezel
Sarhoş olup sahv ile sanmanuz yanılmışam
7- Rûşenî'den ay gibi Gülşenî devrân ile
Ay ile gün yoğ iken buluşuban dolmışa
GAZEL III
1- Işk ile den hâlümi n'olasıdur âkıbet
Nem var ise çün anun olasıdur âkıbet
2- Işk ile mecnûnluğum vâlih ü meftunluğum
Fâş oluban hâs ü âm bilesidür âkıbet
3- Işk akuban aklumı unutdurup naklümi
Deli gibi dağlara salasıdur âkıbet
4- Işk ile şeydalığum ağlar iken güldüğüm
Yâd ü biliş görüben gülesidür âkıbet
5- Işka olup müptelâ bir dime yüz bin belâ
Başuma andan kazâ gelesidür âkıbet
6- Dilin ile varlığın sal yerine yokluğ al
Almaz isen bî-makâl alasıdur âkıbet
7- Işk izini izleyen doğrı yolın gözleyen
Rûşenî'den Gülşenî bulasıdur âkıbet

KOŞMA
Benüm gönlüm alan dilber
Gider dirler gider dirler
Beni Mecnûn tek o Leylî
İder dirler gider dirler
Kapup aklumı başumdan
Komadı bilgi hûşumdan
Soraram yad bilişümden
Gider dirler gider dirler
Ne sevdâdur dey'nüz bana
İşidüp kalmanuz tana
Gönül benden kaçup ana
Gider dirler gider dirler
İşitdüm ışk ile sevdâ
Kılanda âşıkı şeydâ
Düşüp deli gibi dağa
Gider dirler gider dirler


N'idem ey uslular dey'nüz
Delirmeden ganum yey'nüz
Çü başdan aklumı yaz güz
Gider dirler gider dirler
Görüp ışk ile medhûşi
Bilün âşık o bîhûşı
Çü anun akl ile hûşı
Gider dirler gider dirler

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye