Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mevlâna Kimdir? / M. Şevket Eygi
MesajGönderilme zamanı: 20.12.08, 14:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Mevlâna Kimdir?

M. Şevket Eygi

Milli Gazete

20.12.2008




Mevlana hakkında birbirine zıt bir yığın düşünce, görüş, övgü, tenkit var. Her konuda olduğu gibi bu konuda da kafalar çok karışık. Çok aşırı gidenler var.

Bir kısım dinsizler Mevlâna’yı kendi inançsızlıklarına alet etmek istiyor.

Onlar Kur’ân’sız, Sünnetsiz, Şeriatsız, fıkıhsız bir Mevlâna icat etmişler, o zatı öyle tanıtıyorlar.

Arabistan’da çıkmış, aşırıya kaçmış bir fırkaya mensup olanlar, diğer tasavvuf ve tarikat büyükleri gibi Mevlâna’yı da -hâşâ- evliyauşşeytan olarak gösteriyor.

Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî’ye “Şeyh-i Ekfer” (En kâfir şeyh) diyen aşırı zatın peşinden gidenlerin Mevlâna’yı övmeleri beklenemez.

Masonlara bakarsanız Mevlâna sanki bir mason büyüğüdür.

Derin ve güçlü din kültürüne, insafa, adalete, terbiye ve edebe, dengeye sahip olmayan niceleri sokak serserisi ağzıyla Mevlâna’ya çatıyor.

Peki gerçek Mevlâna kimdir? Bunu araştıran yok.

Konunun uzmanı olmamakla birlikte, sağlam kaynaklara dayanarak Mevlâna’nın özelliklerini madde madde saymak istiyorum:

(1) O, İslâm’ın zahir hükümlerine sımsıkı bağlı bir dindardır.

(2) İtikatta sahih inançlara sahip bir Kur’ân ve Sünnet Müslümanıdır.

(3) Beş vakit namazını kılmıştır.

(4) Ayrıca geceleri saatlerce nafile ve teheccüd namazı kılmıştır.

(5) Ramazan orucunu tutmuş, ayrıca senenin önemli bir kısmında nafile oruç tutmuştur. Bazen, oruçlu bir günün akşamında bir yudum su içer, ertesi gününün orucuna devam ederdi. Bu ona mahsus bir haldi. Bunu herkes kaldıramaz.

(6) Dünyaya, paraya, dünya zenginliklerine, servete, makama, mevkie, şana, şöhrete, alkışa hiç değer vermezdi.

(7) Bir gün işlerine bakan kimseye “Bugün evde ne var?” diye sormuş, “Hiç birşey yok efendim” cevabını alınca “Oh çok şükür evim Peygamber evine benzedi...” buyurmuştur.

(9) Son derece yüksek bir kültüre ve bilgi birikimine sahipti. Arapçayı, Farsçayı çok iyi bilirdi. Türkçe, Rumca bilirdi. Zahir ve bâtın ilimlerini bilirdi.

(10) Coşkun bir gönüle sahipti. Sık sık aşk ve şevke gelir, ihtiyarı (elinde) olmaksızın sema ederdi.

(11) Çok soğuk bir kış gecesinin sabahında ev halkı onu aradılar, bulamadılar. Meraklandılar. Nihayet soğuk bir yerde sakalları zemine yapışmış olarak buldular. Başını yerden kaldıramıyordu. Gece namazı kılarken secdede çok ağlamış, gözyaşları donmuştu...

(12) Mevlâna Kur’ân’ın bendesiydi. Bir şiirinde “Men bende-i Kur’ânem eğer can dârem... Ben Kur’ân’ın bendesiyim, bu tende can olduğu müddetçe” buyurmuştur.

(13) Efendimize, Ashab-ı Güzine, Ehl-i Beyt’e çok bağlıydı.

(14) Onda mürüvvet ve fütüvvet ahlâkı vardı.

(15) Onun yanına ham ve nâkıs gelenler pişmiş ve olgunlaşmış olarak ayrılırdı.

Onun meziyetleri faziletleri, üstünlükleri, hikmeti, örnek tarafları anlatmakla bitmez.

Haydi, Masonlar, dinsizler bu zatı kendi bozuk inançları ve kötü emelleri uğrunda kullanmak istiyorlar, peki birtakım Müslümanlara ne oluyor ki, terbiyeye, edebe, insafa uymaz şekilde saldırıp tenkit ediyorlar.

Mevlâna tabiî ki, spor salonlarında yapılan turistik sema törenleri ile anlaşılamaz.

Mevlâna tabiî ki, kadın erkek karışık yapılan uyduruk sema törenleri ile anlaşılamaz.

Ehl-i Sünnet İslâmlığında, usûl bir olmakla birlikte, rahmanî çeşitlilik vardır. Mevlâna’nın meşrebi bu rahmanî çeşitliliklerdendir.

On dokuzuncu asırda Sultan İkinci Mahmud’un yakını ve padişah’ı avucunun içine almış olan Hâlet Efendi’nin Halid-i Bağdadî hazretlerinin aleyhinde konuştuğu o büyük zata nakl edilmiş, Hazret-i Halid-i Bağdadî şöyle buyurmuş: “Halet efendi, tarikat-ı seniyye-i Mevleviyeye mensuptur. Binaenaleyh kendisini Konya’da Mevlâna Celalüddin hazretlerine havale ederim...” Bir müddet sonra, Padişah Halet efendiye artık tahammül edememiş, onu Konya’ya sürmüş, ardından da idam fermanını göndermiş.

On dokuzuncu asırda hem Nakşîlikten, hem de Mevlevîlikten icazeti ve hilafeti olan meşayih vardı.

Çarşamba’da Murat Molla Nakşî dergahı postnişîni Şeyh Murad Efendi, haftanın belirli günlerinde tekkede Mesnevî okuturdu.

Mevlevîlik tarikatının sekiz ana esası vardır. Birincisi devamlı taharet halinde olmaktır, yani abdestli bulunmaktır.

Kimseyi üzmek istemiyorum ama söylemem gerekiyor, namazsız, abdestsiz, şeriatsız, fıkıhsız Mevlevî olunmaz.

Mevlevîliğin temel esaslarından biri de yüksek ahlâk ve karakterdir.

Gerçek Mevlevî dervişi gıybet etmez, yalan söylemez, haram yemez, yamukluk yapmaz.

Mevlevî dervişi olabilmek için 1001 gün ve gece tekke mutfağında ağır ve süflî hizmetler yaparak çile çekmek gerekir. Çilesiz derviş olunmaz, sadece muhib olunur.

Bir büyüğe, bir tarikata, bir meşrebe bağlanmak nasip meselesidir.

Çok rica ediyorum, bazı kardeşlerimiz Allah’tan korksunlar ve Mevlâna hazretleri hakkında saygısızlık ve edepsizlik etmesinler.

Şu cahilliğe bakınız. Mevlâna demek şirkmiş!.. Araplar evlerine bir misafir gelince “Ente rabbülbeyti...” (Siz bu evin efendisiniz) derler. Kur’ân-ı Kerim’de, Yusuf aleyhisselamın zindan arkadaşına, hapishaneden çıktığı zaman efendisinin (rabbinin) yanında kendisini hatırlamasını söylediğini bildirir... Krallarına celaletül-melik el-muazzam diyenler kalkmışlar Mevlâna gibi bir İslâm büyüğüne çatıyorlar. Fesubhanallah!

Vehhâbîlere kalacak olsa, şu bir buçuk milyarlık İslâm dünyasında yüz milyon mü’min kalmaz. O müşrik, bu kafir, o sapık, bu evliyauşşeytan diyenler, mü’mini tekfir etmenin küfür olduğunu bilmiyorlar mı?

Evliyaullah’a hakaret edenlerin sonu iyi olmaz. Vakt-i merhunu gelince bir tokat yerler...

İnsaflı olalım, edeblî ve terbiyeli olalım, adaletli olalım... Saldırgan olmayalım... Anlayışlı olalım. Mevlâna bir nimettir. Nimete küfranda bulunmayalım.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mevlâna Kimdir? / M. Şevket Eygi
MesajGönderilme zamanı: 20.12.08, 15:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:16
Mesajlar: 58
Yavuz Bahadıroğlu - Vakit
ybahadiroglu@vakit.com.tr
2008-12-20
Celâleddin’in Mevlânalaşma Süreci


30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Belh kentinde dünyaya gelip 17 Aralık 1273 günü, 66 yaşında iken Konya’da vefat eden Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin Peygamber Efendimizden ilham alarak öncelediği üç esas var:
Bunlardan birincisi, aşktır ki, içinden sevgi, saygı ve şefkat gibi bütünleştirici unsurlar geçmektedir.
İkincisi hoşgörüdür ki, “ötekileştirme”ye son derece yatkın olan çağın insanı için tekrar insanlaşma ve vicdanlaşma fırsatıdır.
Çünkü bu tür bir hoşgörünün, dünyevi amaçlarla güdükleştirilip hatta kirletilmiş Batı hümanizmi ile hiç ilgisi yoktur.
Çünkü bu tür hoşgörünün içinde öncelikle “iyi niyet” yatar…
“İyi niyet”in özünde ise “ötekini anlama” cehdi ile “insanlık”ta buluşup “birlikte yaşama” azmi vardır.
Ancak bu tür bir anlayış insanı barışa, dostluğa, kısacası insanlığa götürür.
Üçüncüsü ise “kardeşlik”tir…
İçinden “muhabbet” geçen bir “kardeşlik” anlayışı, hangi inanç sisteminden olursa olsun, tüm insanlığın ortak hasretidir.
Aynı zamanda bu ilkeler Aleyhisselatü vesselâm Efendimizin vahiy eksenli olarak hayata kattığı ilkelerdir.
“Cehalet asrı” bu ilkeler sayesinde süratle “hidayet, selamet ve saadet asrı”na dönüşmüş, kin tufanı yürekler yumuşamış, intikam hissiyle savaşan kabileler barışmış, “Hak kuvvettedir” anlayışının yerini “Kuvvet haktadır” anlayışı almış, bu temelde hukuk ve adaleti esas alan dünya örneği devletler kurulmuştur.
Şu halde Mevlana, Peygamberi Alişan Efendimizin aşk, hoşgörü ve kardeşlik eksenli öğretisini tazeleyen bir “Yürek Adam”dır.
Böyle biri kendiliğinden yetişmez. Bu yüzden yetiştirenlere dikkat etmek ve meziyetlerini kendi çocuklarımızı yetiştirme çabamıza katmak gerekiyor.
Annesi Mümine Hatun, rivayete göre toprağa abdestsiz basmayan, besmelesiz adım atmayan bir kadındır.
Sultânü’l-Ulema (Alimler Sultanı) unvanını hakkıyla kazanmış baba Muhammed Bahâeddin Veled’in, Mevlana’laşacak bir çocuğa verilmesi gereken terbiyeyi hassasiyetle verirken önünü kesmek (şimdiki bazı annelerin babalara, ya da bazı babaların annelere yaptığı gibi) şöyle dursun, terbiye yöntemini desteklemiş, elinden geldiği kadar kendisi de evladını pak yüreğiyle beslemiştir.
Baba Bahâddin Veled ise kendi döneminin deryasıdır. Minnetsiz, biraz da aykırı bir kişiliktir. Doğduğu topraklarda Moğol zulmü kök salmaya başladığında minnetsiz ve tereddütsüz ailesini almış “tevekkeltü alellah” diyerek Belh’ten ayrılmıştır (1212).
O tarihte henüz dokuz yaşlarında bulunan Celaleddin’in de aralarında bulunduğu bu göç kafilesi Nişâbur, Bağdat ve Küfe yoluyla Mekke’ye varmış, haccedilmiş, daha sonra Şam, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Niğde yoluyla Karaman’a gelinmiştir.
Veled sanki Celaleddin’in Mevlana’laşacağı muhiti aramaktadır.
Aile Karaman’da yedi yıl kadar kaldıktan sonra, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubât’ın ısrarlı davetleri üzerine Konya’ya gidip yerleşmiştir (3 Mayıs 1228).
Mevlâna’nın annesi Karaman’da, babası ise Konya’da vefat etmişlerdir (12 Ocak 1231).
Babasının vefatı üzerine, postuna geçen Celaleddin 15 Kasım 1244’de Şems-i Tebrizî ile tanışmış, böylece Mevlanalaşma süreci de başlamıştır.
Celaleddin’i “Mevlâna” yapan isimlerin üçüncüsü Seyyid Burhaneddin Tirmizi’dir ki, bu zat, arkadaşı ve dostu Şehabeddin Sühreverdi ile buluştuklarında ağızlarından tek kelime çıkmadan saatlerce karşı karşıya oturur, bir birlerinin göz bebeklerine bakarak gülümserleşirlerdi.
Öğrencileri bunun sebebini merak edince Tirmizi, şöyle bir cevap verdi:
“Hâl ehli yanında, hâl dili gerekir... Hakikatı görenlerin huzurunda susulur. Hâl olmadan, kâl ile müşkülleri çözmek mümkün değildir.”
Ama Celaleddin’e asıl kıvamını verip Mevlânalaştıran isim Şems-i Tebrizi’dir. Öyle bir fazilettir ki, hayata Batılı kriterlerden bakanların onu kavraması mümkün değildir.
Mevlâna’yı da asıl kimliği ile algılayamamaları, onu Batı kafasıyla tarife çalışmaları hep bu yüzdendir.
Hakikatte Mevlâna, adını dillerine pelesenk eden çoğu hümanistin kavrayamayacağı kadar derin bir tasavvuf, tefekkür ve vecd ummanıdır.
Mevlana, aşkın kemalidir!
Mevlana tek başına bir sistemdir, bir hayat ve düzendir.
Ahlâkı, ilmi, fazileti, hikmeti, sevgisi, hoşgörüsü, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve her şeyi ile yüceliği öğreten bir “hâl abidesi”, çünkü tam bir Peygamber-i Zişan taklitçisidir.
Kestirme bir ifade ile söylemek gerekirse Mevlana tam bir “Sünnet yolcusu”dur. Onu sünnetten koparmaya kalkışanlar, Peygamberinden de koparırlar…
Peygamberinden koparılmış Mevlana’dan Mevlâna’lıktan eser kalmaz!


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye