Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 17:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Kuşadalı İbrâhim Halvetî

[ Qaddesallahu Sırrahulaziz ]

( 1774 - 1845 )


Osmanlılar zamânında, Anadolu'da yetişen tasavvuf adamlarından ve Halvetiyye tarîkatının Şa'bâniyye kolunun büyüklerindendir.

İsmi, İbrâhim bin Mustafa eş-Şa'bânî el-Halvetî'dir.

Aydın ilinin Kuşadası kasabasına bağlı Çınar köyünde 1774 (H.1188) senesinde doğdu.

İlim ve irfân sâhibi sâlih bir zât olan İbrâhim Halvetî, âilesinden çok güzel edeb ve terbiye alarak yetişti. Anadolu'da çeşitli yerlerde ilim tahsîl ettikten sonra İstanbul'a gelerek, Fâtih'te bulunan Feyziyye Medresesine (Şimdiki Millet kütüphânesi'nin bulunduğu yere) yerleşti. Burada Emîn Efendiden ders alarak ilmini ilerletti.

Sonra yine Fâtih'te bulunan Fâtih Atpazarı Dergâhına geçti. Fâtih Atpazarı Dergâhında riyâzetler ve mücâhedeler çekerek, tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı. Fâtih Atpazarı Dergâhı'na intisâbı şöyle olmuştur:

Kuşadalı, bir gün bir âyet-i kerîmenin tefsîri üzerinde çalışıyor, fakat bir türlü çözemiyordu. Bu müşkil durumdayken, yanına medrese arkadaşlarından olan Mustafa Efendi geldi. Onun bu hâlini gören Mustafa Efendi, ona böyle müşkil meselelerini halletmek husûsunda, o günlerde Fâtih'teki Atpazarı Dergâhında bulunan Beypazarlı Şeyh Ali Efendiyi tavsiye etti ve onu alarak Ali Efendinin yanına götürdü.

Beypazarlı Şeyh Ali Efendi, Kuşadalı'nın üzerinde çok durup çözemediği âyet-i kerîmenin, zâhirî ve bâtınî mânâlarını, âlimler tarafından bildirilen çeşit çeşit tefsîrini, ayrı ayrı ve uzun uzun îzâh etti. Bu ilk sohbette Ali Efendiye hayran kalan Kuşadalı, artık o büyük zâttan ayrılmayıp, müridlerinden oldu.

Beypazarlı Şeyh Ali Halvetî'nin irşadı ve sohbetleri ile kemâle erdi.

Ali Efendi, Fındıkzâde semtindeki Kızılelma Caddesinde bulunan Beşikçizâde Dergâhında irşad yapmaktayken, 1818 (H.1234) senesinde vefât etti. Vefât ederken, kendi yerine geçecek zâtın, Kuşadalı İbrâhim Halvetî olduğunu bildirdi. Onu kendi yerine tâyin etti.

Kuşadalı, o sırada Mısır'da bulunuyordu. Şeyh Ali Halvetî'nin Kuşadalı'dan başka, Ahmed Nâzikî, Kâtip Muhammed Azîz İstanbûlî ve Veliyyüddîn Hilmi Efendi isimlerinde üç halifesi daha vardı.

Kuşadalı, mürşidinin vefâtı üzerine İstanbul'a döndü.

Daha evvel kendisinin ders alarak yetiştiği Feyziyye Medresesine yerleşti. Orada bir yıla yakın kaldı. Bundan sonra, Aksaray Sineklibakkal'da, Hacı Halîl Efendi isminde bir zâtın, kendisi için yaptırdığı ve Kuşadalı Dergâhı diye anılan dergâha geçerek, orada hizmete devâm etti.

İstanbul Aksaray Sineklibakkal'daki hizmeti Kuşadalı Dergâhı diye anılan tekkenin bir yangında yandığı 1833 (H.1249) senesine kadar devâm etti.

Dergâh yandığı zaman, mürid ve sevenleri "tekkeyi yeniden inşâ edelim" diye çok ısrar etmelerine rağmen o, tekkelerde eski sâfiyetin kalmadığını, gittikçe değiştiğini, asıl hüviyetinden uzaklaştığını bildirerek, dergâhının yeniden inşâına müsâade etmedi.

Dergâhı yandıktan sonra, Bâyezîd semtinde kirâladığı bir evde bir yıl kadar kalan Kuşadalı, sonra Fâtih'te, Çarşamba Pazarı civârında bir ev satın alarak oraya taşındı.

Aksaray'da on üç, Bâyezîd'de bir ve Çarşamba'da dokuz sene olmak üzere, yirmi üç sene müddetle İstanbul'da hizmet edip, birçok müridi irşad ettikten sona, 1843 (H.1259) senesi Şevval veya Zilkâde ayında, hacca gitmek üzere İstanbul'dan yola çıktı.

Hacdan sonra Medîne-i münevvereye geçerek, orada da bir müddet kaldı. Sonra Şam'a gelip yerleşti.

Hayâtının sonuna kadar Şam'da kalıp, imkânları dâhilinde hizmete devâm eden Kuşadalı, ilim âşıklarına çok faydalı oldu.

Şam Vâlisi Hacı Ali Paşa da talebelerindendi.

1845 (H.1262) senesinde, yanında âile efrâdı ve en büyük talebesi Bosnalı Muhammed Tevfîk Efendi de olarak ikinci defâ hacca gitti. O sene hacdan dönerken o mukaddes topraklarda vefât etti. Vefât senesinin 1847 (H. 1263) - 1848 (H.1264) olduğu da rivâyet edilmiştir.

Kutb-ül-ârifîn, Meşhûd-i ayn-il-yakîn, Gavs-ül-vâsılîn ve Mukâbil-i şems-i a'zam gibi isimlerle tanınmış olan Kuşadalı İbrâhim Halvetî, bilhassa Türk tasavvuf büyükleri içinde özel bir konuma sâhip bir velî idi.

Ünlü Osmanlı bilgini Ahmed Cevdet Paşa dâhil olmak üzere, o zamânın önemli şahsiyetleri sohbetlerine katılarak feyz almıştır. Ahmed Cevdet Paşa, eserlerinden birinde /TEZÂKİR- cild.IV) şöyle demektedir: "Kuşadalı İbrâhim Efendi, devrinin en derin din âlimiydi. Son derece vakarlı ve heybetliydi. Güler yüzlüydü. En büyük ilmî müşküller onun vesîlesiyle hâlledilirdi."

İlim ve velilikteki yüksekliği ile birlikte, edebiyât ve şiirde de mâhir olan Kuşadalı, Osmanlı Türkçesini fevkalâde güzel bir şekilde konuşurdu.

Şiirleri de vardır.

Kuşadalı İbrâhim Halvetî hazretlerinin müridlerinden bâzılarının isimleri şöyledir:

Bosnalı Muhammed Tevfîk Efendi (halefidir.)
Muhammed Ali Fethi er-Rusçukî,
Hacı Kayyım Müezzin Efendi,
Muhammed Nâşir Efendi,
Nâzikî Ahmed Efendi,
Muhammed el-Kırîmî,
Mustafa Aczî Efendi,
Ali Fikrî,
Kâdızâde Ömer Halvetî,
Kapânî Hacı Hüseyin,
Muhammed Necîb,
Muhammed Şevkî,
Ahmed İzzet,
Keçecizâde Hâfız Ali İzzet Efendi,
Aydî Muhammed Efendi.

Kuşadalı İbrâhim Halvetî'nin (rahmetullahi aleyh), mürid ve sevdiklerinden bâzılarına yazdığı mektuplardan başka bir yazılı eseri yoktur.

Bu hazretten feyz aldığı bilinen yakın tarihten bazı isimler arasında Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi; Balıkesir milletvekili AbdulAziz Mecdi Tolun ; Ord. Prof.Dr. Süheyl Ünver, Fethi Gemuhluoğlu sayılabilir.

***

MEHDİ a.s. ve KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ

"Şimdi vakitler, mukaddeme-i zuhur-i Mehdi kuddise sirruhu'dur. Yine vara vara O'nun vaktinde süluk gaza ile olacaktır.

Şimdilik bir mevzı'da zikrolunması devam-i adet elvermez. 23 Muharrem 1260/1844 tarihli mektubundan...

...Yine Hz. Mehdi zuhurunda kırk senesi cihat esnasında Deccale uyanlar, çift u çift heyetinde böyle böyle mücahade ederek Deccal ve avanesi katlonuldukta bi yedi 'isa aleyhisselam tertibi süluk böyle böyle değişilir...

KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ'nin işaret ettiği MEHDİ a.s. için
KAYNAK: (Y.N.Öztürk, Kuşadalı İbrahim Halveti, s. 204-212, Fatih Yay. 1982)

***

1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.71
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.151

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 17:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
KUŞADALI İBRAHİM HALVETİ 'nin Önemli Görüşleri:

ZİKİR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ :

El-Zikr kelimesi hatırlamak, hatırda tutmak, şöhret, şeref anlamlarını taşır. Zikirdeki hatırlama iki tür anlama işaret eder: l. Unutulan şeyi hatırlamak, 2. Unutmamak için sürekli olarak hatırda tutmak. Kur'an ve Hadiste "zikr kavramı" dua, niyaz ve hatta Kur'an-ı Kerim manâsına da kullanılmıştır, (bk. Kur'an, 3/58, 21/24, 51, 43/44) Tasavvuf ıstılahı olarak zikr, havf (=korku)in galebesi veya hubb (=Allah sevgisi)un çokluğu ile "gaflet meydanından çıkıp Allah’ı müşahede fezasına yükselmek" anlamını taşır. Zikredene "zâkir", zikredilene yani Allah'a "mezkur" denir. Vird (çoğulu:evrad): Anlam olarak Kur'an-ı Kerim'den her gün okunan muayyen kısım demektir . Vird zamanla, dervişin devam ettiği günlük zikir ve dua manasına da kullanılmıştır.

İslam bilginlerinin bir çoğu zikri «ibadetlerin en yücesi olarak yüceltmektedirler.

Zikr Kur'an’ı Hakim’de üzerinde ısrarla durulan konulardan birisidir. Zikr kelimesi kavram olarak, Kur'an’da, 256 yerde geçmektedir. Bu keyfiyet zikir ve ondan türeyen kelimelerin vücut verdiği kavramların Kur'an bünyesinde tuttukları yerin büyüklüğüne bir delildir. Rasûlullah (s.a.v) ‘in sözleri ve davranışları, zikrin İslam’daki yerini göstermektedir.

Zikir dışındaki ibadetlerin hiç birisi Allah ile kul arasındaki perdelerin tamamını ortadan kaldırmaz, Allah-kul arası bütün perdelerin kalktığı an zikir anıdır. Bu yüzdendir ki zikir, İslam’ın beş temel şartından biri olan namazdan da ulvî ve erdirici olarak takdim edilmektedir. Şah Veliy'yullah ed-Dehlevî şöyle diyor: “Namaz — Allahın azameti hakkında tefekkür ve sürekli zikir (:zikr-i daimi) istisna edilirse— amellerin en üstünüdür. Tefekkür ve sürekli zikre gelince onlar sadece ruhları ulvîleşmiş insanlardan beklenebilir.»

Zikir için , namazın aksine her hangi vakit belirlenmemiştir.. Kul, « her vakitte Allahı zikretmekle yükümlü tutulmuştur» Kur'an’ın ifadesiyle bu memuriyet “ayakta iken, otururken, yatarken” kısaca her hal ve tavır içinde devam eder. Bu ilahî beyana sadık kalarak sürdürülen zikre sürekli zikir (:zikr-i daim) denmektedir.

Zikrin cehri (dil ile sesli) veya sırrî (dil ile sessiz veya sadece kalbî) olması tarîkattan tarîkata farklıdır. Fakat bazen aynı tarikat bünyesinde salikin durumu cehri veya sırrî zikirden birinin tercihine sebep teşkil edebilmektedir. Denmiştir ki: “Cehri zikir bidayette olanlar için faydalıdır. Çünkü onların kalplerine kasvet musallat olur. Kasveti gidermede, cehri zikir sırrî zikrden daha etkilidir. Sülükte ilerlemiş olanlara ise sırrî zikir tavsiye edilir.” Şunu belirtmek zorundayız ki sırrî zikir yapan her salik ileri merhalelere gelmiş sayılamaz. Nakşbendi tarîkatinde bütün müntesiblere, derecelerine bakılmadan sırrî zikir verilir. Bu uygulama o tarikata ait bir özellikdir.

Zikir için esas alınacak “kutsal cümle veya kelime” olan lafız da önem taşımaktadır. Kelime veya cümle seçimini tarîkatin özelliği yanında müridin yaradılışı ve sulükteki durumu da etkilemektedir. Hangi cümlenin veya Allah’ın Esmau'l-Hüsna'sından hangisinin mürîde daha lüzumlu ve uygun olduğuna mürşid karar verecektir. Fakat her müridin haline uygunluğu ittifakla kabul edilen bir cümle ve bir de kelime vardır: “La ilahe illAllah” cümlesi ve Allah (:lafza-i celal) kelimesi. Her mertebede her mürid, zikrini bunlarla yürütebilir. Esmau'l-Hüsnanın diğer isimleriyle zikir, büyük Halveti mürşidi Kuşadalı İbrahim Halveti’nin de da ifade ettiği gibi, «izn-i mürşide mütevakkıftır».

Halvetiyyede zikir, prensip olarak esma-i seb'a (: yedi isim) denen isimlerle yapılmaktadır. Ancak bu isimlerden hangisinin ne kadar tekrarlanacağına mürşid karar verecektir. Şayet bunlarla zikretmek zararlı bulunursa umumî zikir ve dualarla iştigal emredilmektedir. Bunların başında da Kur'an okumak gelir. Halvetîler zikre istiğfar ile başlarlar; emredilen müddet kadar istiğfardan sonra salat ü selama geçilir ve nihayet mürşidin beyanı veçhile zikir icra edilir.

Zikri, «ruhun gıdası” sayan Kuşadalı İbrahim Halveti onun en erdirici şeklini Kur'an-ı Kerim’de bulmaktadır. Kur'an her salikin haline uyan bir zikirdir. Salikin, bizzat kendisinin seçeceği isim veya cümleyle zikretmesi çoğu kere tehlikeli olmaktadır. Çünkü her ismin veya cümlenin bir tecellisi vardır ve bu tecellinin, durumuna uygun düşüp düşmediği salik tarafından bilinemez. Halbuki Kur'an Allah tertibi olduğu için bütün kulların maslahatlarına uygun tecellîlerle doludur. Onun tecellîlerine korkusuzca teslîm olabiliriz.

Bazı durumlarda, salikin kul tertibi olan evrad ve zikirler ile uğraşması tamamen yasaklanabilir. Kuşadalı İbrahim Halveti’nin de bu yasağa zaman zaman başvurduğu görülüyor. Mürîdine şöyle yazıyor: “Kur'an-ı Azîmüşşan, hakkınıza göre zikirdir, başka zikir ve evrad ile iştigal yüzün göstermeyesiniz”.Böylesine önemli ve feyizli bir zikir olan Kur'an'ın, tam istifade için, belirli şartlar altında okunması gerekir. Her şeyden önce zakir Kur'an'ın tertîbine dokunmayacaktır. O tertib “Levh-i Mahfuz tertibi” olduğu için, zakirin onu bir takım takdîm ve te'hirlerle değişikliğe uğratması, beklenen ilahî feyiz ve tecellîyi engelleyebilir veya aksatabilir. O halde Kur'an'dan seçmeler yaparak bir vird vücuda getirmek doğru değildir. Onu, mushaflanmızda yeralan tertîb üzre okumalıyız. Kuşadalı İbrahim Halveti , Kur'an'ın mana ve lafzı gibi tertîbinin de ilahî olduğuna dikkat çekiyor.

İkinci şart olarak, bu okuyuş, Kur'an'ın evvelinden ahirine tekrar, tekrar hatimler şeklinde olmalıdır.Üçüncü şart da, Kur’an’daki anlamı inceden inceye düşünerek okumaktır. Bu, «düşünerek okuma» keyfiyetini ifade için mektûbatta «tedebbür-i ma'anî», «tefekkür-i ma'anî» ve «teemmül» tabirlerinin kullanıldığını görüyoruz. Nihayet Kur'an-ı Kerim'i teennî ile (: aceleden kaçınarak) ve ta'zîm tavrı içinde okumak ve tashîh-i hurüf (:harf-leri gerektiği şekilde telaffuz) a da dikkat etmek lazımdır.

Sulûku tekke dışında yürütmeyi esas alan bir mutasavvıf sıfatıyla İbrahim Halveti, zikir için mekan, hatta zaman tayinine lüzum görmez. Her yerde ve her zamanda zikredilebilir. Zikr için belirli zaman ve mekan kaydı koymayan Kuşadalı İbrahim Halveti, zikir meclisleri teşkiline müsaade etmektedir. Fakat bunun çok ağır şartlarla bağlandığı hemen dikkatimizi çeker. Bu şartlar: Fenafi'ş-şeyhe mazhar bulunmak ve dünya çıkarlarından uzaklıktır. Kendisinde bu iki şart mevcut olmayanların zikir meclisi teşkîl etmeleri veya teşkîl edilmiş meclise girmeleri, sadece zarar getirir. Şartları yerine getirilen bir zikirde vecd ve coşkunluk zuhur etmişse bunu içimizde hapsetmek yerine izhar etmeliyiz. Kuşadalı İbrahim Halveti’nin tabiriyle, «coşkunluk zuhurunda aşkı yutkunmayarak ağlıya ağlıya sema'-i Mevlana etmeli». Demek oluyor ki Kuşadalı İbrahim Halveti, bir halveti olmasına rağmen mevlevî semaına müsade etmekte, bunun da ötesinde onu övücü ifadeler kullanmaktadır.

***

TEKKELER HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Kuşadalı İbrahim Halveti sulûkün tekke dışında tamamlanmasını tarîkatının aslî prensipleri arasına koyarak, kendine has bir sülük anlayışının en önemli adımını atar. Bir kaza sonucu yanan tekkesinin yeniden inşaını isteyenlere engel olmuş ve sebep olarak da tekkelerden feyzin kaldırıldığını söylemiştir. “Tekkesi yandığı zaman halîfesi Ahmed Îzzet'e şöyle der:

“Keyfine bak izzet, masivayı yaktın !”

Kuşadalı İbrahim Halveti, tekke devrinin kapandığı yolundaki düşüncesini şu gerekçelere istinad ettirmekten çekinmemiştir: “Zamanımızda (: Fî zamanina) tekkelerde sulûk ve irşad etvarı yok.” “Tekkeleri meyhane, kerhane ediyorlar”. “Sofîlik taç ile aba oldu Hayfakim marifet heba oldu.”

Sulûk ve irşadın zamana, salikin durumuna göre şekil ve tavır kazanacağım beyan eden Kuşadalı İbrahim Halveti, yaşadığı devirden itibaren sulûkün tekkelerde yürütülmesini mümkün görmemekte ve 13 asır süren tekke tatbîkatından rücü' edilmesi gerektiği fikrini savunmaktadır. İlk tekkenin hicri 150/767 ‘de ölen ve Sûfî diye anılan Ebü Haşîm tarafından, Şam'ın Remle mevkiinde yaptırıldığı söylenmektedir.Buna göre ilk tekkenin h. 100-150 yılları arasında inşâ edildiğini kabul mümkün görünmektedir.

Rabıtasında meleke peyda etmiş salikler için zaman ve yer tayinine lüzum kalmamıştır, herkes bulunduğu yerde sulûkünü sürdürecektir. Bu, bir bakıma, bütün yeryüzünü bir tekke olarak görmektir.

Sulükün tekke dışında yürütülmesi, diğer bir ifadeyle tekke yerine bütün yeryüzünün ikame edilmesi ne demektir? Ve böyle bir sülük nasıl gerçekleştirilecektir? Kuşadalı İbrahim Halveti ‘nin bu sorulara cevabı şudur: Bidayete rücü'(=Başlangıca dönüş) Bidayete rücü' kavramıyla ilgili olarak getirdiği izahlardan bunun, Rasulullah (s.a.v.) devrine dönmek olduğunu anlıyoruz. Şimdi, bu noktaya açıklık getiren bir beyanım okuyalım: «Evler istirahat için, camiler ihfaen ibadet için olmasına binaen tekkeler yapılıp cehren çalışması için mukaddem işaret olunmuş idi. Şimdi tekkeleri meyhane, kerhane ediyorlar. Evailde sülük gaza ile; ta'addüd-i esma dahi yok. Sonra ülke kavgası zuhuru ile gaza ile sulûkte inkıraz zuhur edip sonra istirahata ve ihfaen ibadete halel getirilmeyecekleyin olan mevazı'da, gerek bûyût-i vasi'ada, ve gerek kırlarda ihvan, rabıta birliği ile böyle çalışırlar iken o mahallerde dahi türlü fesat zuhürundan sonra tekkeler ihdası işaret olundu. Şimdi vakitler, mukaddeme-i zuhûr-i Mehdî kuddise sirruhu'dur. Yine vara vara onun vaktinde sulûk gaza île olacaktır. Şimdilik bir mevzi'da zikrolunması devam-i adet elvermez, îstirahata halel getirilmeyecek mevzi'da ve sibyan işitmeyeceği mahalde ve rabıtası olmayan ve rabıtasında meleke birliği olmayanlardan tehaşî ederek mahal tesadüf eder ise edivermelidir. Yoksa yok. îmdi, kesret lazım değil, olur ise bile, bila halel olmalıdır. Keçi gibi olmalıdır, keçi mekan tutmaz.»

İlk tekke, hicret sonraki ikinci yüzyılda yapıldığına ve bundan önce, evler ve kırlarda zikir meclislerinin teşkil edildiği bir devir geçtiğine göre sulûkün gaza ile gerçekleştirildiği » evâilin Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidîn devri olduğu, rahatlıkla söylenebilir. O halde evaile dönmek, devr-i peygambere avdet manasını taşır. Yukarıdaki sözler, ayrıca, Kuşadalının, Hz. Peygamber devrinden sonra gazaların ülke fethetmek kavgası haline dönüşmek suretiyle îslamî manalarını yitirdikleri yolunda bir kanaate sahip bulunduğunu da göstermektedir. Gazalar, o aslî manalarım kaybettikleri içindir ki Allah’a vasıl olma cehdi gaza meydanların-dan tekkelere nakledilmiştir. Fakat tekkeler de giderek bozulmuş ve meydanlara çıkma zamanı tekrar gelmiştir. Kuşadalı İbrahim Halveti, avdet eden «gaza ile sulûk» devrinin mukaddimesi olarak kendi yaşadığı zamanı (19.yüzyılı) gösteriyor.

Kaynak : Dr.Yaşar Nuri Öztürk , Kuşadalı İbrahim Halvetî , İstanbul 1982

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


En son arsiv tarafından 02.03.09, 17:49 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 17:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-'un Bir Şiiri:

İ S T E M E Z

Vech-i yâre düş olan âlemde seyrân istemez
Varını dildâre teslim eyleyen can istemez

Bu misafirhanenin faniliğin fehm eyleyen
Hane-i kalbinde Hakk'dan gayrı mihmân istemez

Cennet ummaz tamudan kaçmaz Hakk'ın âşıkları
Arif oldur kim cennet içre huri-ğılman istemez

Gerçi zahir ilminin nefyi de vardır talibe
Lîk esrara erenler sûri irfan istemez

Mâsivâllahdan mücerred oldu İbrahim bugün
Varını canana verdi gayri hem can istemez

Kuşadalı İbrahim el-Halveti k.s.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 18:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nden:

Kuşadalı İbrâhim Halvetî -Q-

Kuşadası’nın Çınarlı köyünde doğdu.

Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğrenim gördü.

İstanbul’a geldi ve Halvetî-Şâbânî tarikatının Çerkeşiyye kolunun pîri Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifelerinden Beypazarlı Ali Efendi’ye intisap etti. Mısır’a gönderildi ve Kahire’de bulunan Gülşenî Dergâhı’nda irşad faaliyetini sürdürdü.

1820’de İstanbul’a dönen Kuşadalı Aziz’in, tekkesinin bulunduğu mahallede çıkan bir yangın tekkeyi de kuşatınca “Haydi çıkalım, elhamdülillâh merasimden kurtulduk” dediği, yangının ardından tekkenin yeniden yapılmasına, “Bundan sonra seyrü sülûk hususi sohbetlerle devam eder, artık tekkelerde eski feyiz kalmamıştır” diyerek izin vermediği bilinmektedir.

1843’te ifa ettiği hac dönüşü Şam’a yerleşti. 1846’da ikinci defa hacca gitmek niyetiyle Şam’dan ayrıldı. Medine ziyaretinden sonra Mekke’ye giderken hacıların ihram giydikleri Râbiğ mevkiinde vefat etti.

(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 26, s. 468-470)

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye