Hz. Pîr Aziz Mahmud Hudai
http://anonymouse.ws/cgi-bin/anon-www.c ... udayi1.htm***
AZİZ MAHMUD HÜDAİ TEKKESİ
Üsküdar'da Doğancılar semti, Ahmet Çelebi Mahallesi'nde bulunmaktadır. Celveti tarikatı kurucusu Şeyh Aziz Mahmud Hüdai tarafından 1594-95 yıllan arasında yaptınlmıştır.Tekke külliye şeklinde olup mutfak, mezarlık, türbe, cami, tevhidhane, kütüphane, kadınlar bölümü ve evler bulunmaktadır.
Celveti tarikatı kişinin kendi benliğinden sıyrılarak topluma geri dönmesi gerektiğini, hem halk hem de Hak'la bir olduklarını kabul ederler. Celveti ayinlerine fatiha ve kelime-i tevhid ile başlanır. İlahiler, diğer tarikat ayinlerinden farklı olarak solo okunur, zikr esnasında zikredenler bedenlerini sağa eğerek, başlarını da sağa sola çevirerek hareket ettirirler. Ayin şeyhin duasıyla sona erer.
Aziz Mahmud Hüdai Camii ve Külliyesi
Cami, Üsküdar’a hakim, tatlı bir meyil üzerinde Ahmetçelebi Mahallesi'nde yer almaktadır. Cami, zaviye, imarethane, derviş hücreleri, mektep ve meşruta evlerden oluşan külliyeye sonradan bir hünkar mahfili ile kütüphane de katılmıştır.
Külliyenin çekirdeğini oluşturan tekkenin banisi Celveti tarikatının piri Şeyh Aziz Mahmud Hüdai'dir (ö. 162 . 1589' da tekkenin arsasını satın alıp inşaata başlatmıştır. Zaviye, mescit, imarethane, türbe, mektep, çeşme ve meşrutaları, Aziz Mahmud Hüdai Efendi 1598-99 tarihinde, kendisi yaptırmıştır. Aynı zamanda tevhidhane olarak kullanılan mescidine bir minber koydurarak cami haline getirmiştir. Türbesi, Aziz Mahmud Hüdai'nin vefatına yakın inşa edilmiştir.
Bir tarikat külliyesi olan bu yapı topluluğu 19. yüzyılın ortalarına kadar çeşitli eklerle genişletilmiştir. 1850'de Üsküdar çarşısında çıkan ve külliyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan bir yangında, Hüdai Türbesi dışında kalan binalar ortadan kalkmıştı. Sultan Abdülmecid tarafından 1855 tarihinde, türbe de dahil olmak üzere külliye yeni baştan inşa ettirilmiştir. Bu ikinci kuruluşunda, külliyenin yerleşim düzeni aynen korunmuş, fazladan cami-tevhidhaneye bir hünkar mahfili, arsanın güney kesimine bir sıbyan mektebi eklenmiştir.
1899-1900 tarihleri arasında sarayda görevli Lütfi Bey tarafından cami-tevhidhanenin karşısına bağımsız bir kütüphane binası yaptırmıştır.
Evliya Çelebi, Seyahatname’de Aziz Mahmud Hüdai ile ilgili şunları yazmaktadır: “Üsküdari Mahmud Efendi Camii, şehir içindedir. Tekkesi Halvetiyye tekkelerinin biricik tekkesidir. Gece ve gündüz fukarası ilahi zikr etmekle meşguldür. Her birinin birer hücresi vardır. Cuma namazından sonra öyle sultani tevhid olur ki, duyan aşıklar kendinden geçer.”
Avlu kapısından girildiğinde iki tarafta ahşap meşrutaların olduğunu görürüz. Sağdaki Kapıcı Baba’nın meşrutası imiş. Merdivenli bir yokuş olan avlunun biraz ilerisinde, bir hazire ve şeyhler kabristanı vardır. Tekkedeki katipler odası, dergahın çok büyük olan vakıflarının hesaplarının yapıldığı yer olup, semt ileri gelenlerinin kıymetli mücevheratı ve Yahudi mesihi Sabatay Sevi’nin emanetleri korunmaktaydı. Buradaki yevmiye defterleri, 1976 senesinde Hüdai Efendi Türbesi’ne taşınmıştır. Bu daireye hazine dairesi de denirdi.
Şeyhler haziresinin yanında Hüdai Efendi Türbesi ve türbe camekanı karşısında ise imaret kapısı vardır. Hünkar mahfilinin altından geçerek küçük bir meydana gelinir. Burada, Hadika yazarının bahsettiği binalardan eser kalmamıştır. Meydanın sağ tarafında Lütfi Ağa Kütüphanesi ve Camii bulunmaktadır.
Tekke son defa 1894 büyük depreminde zarar gördüğü için, bir sene sonra, Galip Paşa’nın Evkaf Nazırlığı döneminde mükemmelen tamir edilmiştir. Fevkani olan mabet, bu yapım sırasında büyütülmüş ve bu yüzden, kıble tarafındaki mezarlık, cami sahanının altında kalmıştır. Şeyh kapısı üzerinde de tarihsiz şu şiir bulunmaktadır.
“Eğer vasıl olan dersem dila sen sırr-ı maksuda
Gel adab ile yüz sür’asitan-ı Şeyh Mahmud’a”
Aziz Mahmud Hüdai Efendi
Aziz Mahmud Hüdai Efendi, ilk tahsilini Sivrihisar’da, yüksek öğrenimini ise İstanbul’da tamamlamıştır. Mısır’da naiplik görevini yerine getirirken (1573) Halveti olmuştur. Üç yıl kadar şeyhi Üftade Efendi’ye hizmet ettikten sonra, halifelik alıp önce Sivrihisar’a kısa süre sonra da Üsküdar’a gönderilmiştir. 1580 yılında ailesi ile geldiği Üsküdar’da, Küçükçamlıca Tepesi’nde ve şimdiki Musalla Mescidi’nin bulunduğu yerde iki taş oda yaptırarak yerleşmiştir.
Hüdai Efendi, Çilehane mevkiinde ikameti sırasında küçük oğlunu kaybetmiştir. Bir set üzerindeki kabri, Çilehane Camii avlusunun sağ tarafında ve dört yol ağzındadır. Sultan III. Murad’ın gördüğü bir rüyayı tabir etmesiyle şöhreti bir kat daha artmıştır. Ayşe Sultan o tarihlerde, babası Rüstem Paşa’dan intikal eden İmrahor semtinde, Oyma Saray Sokağı’na ismini veren muhteşem sarayında oturuyordu. Naima Tarihi’nde de belirtildiği gibi, tekke ve müştemilatı bu tanışmadan sonra yapılmıştı.
Tekkesinin yapılması sırasında ve Cemaziyelahir 1002 (Mart 1593) tarihinde Mu’id Dede yerine Fatih Camii’ne vaiz olan Hüdai Efendi daha sonra bizzat minber koyduğu kendi camisinde ve Perşembe günleri de Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde aynı vazifeyi ifa etmiştir. Bu arada 1020 (1611-12) tarihinde tamamlanan Sultanahmet Camii’ne de her ayın ilk Pazartesi günü vaaza giderdi.
Üç defa hacca giden Hüdai Efendi son defa, eşi olduğu söylenen Ayşe Sultan ile bu farizayı yerine getirmiştir.
1580 tarihinden 1628 yılına kadar 48 sene gibi uzun bir süre Üsküdar’da ömür sürdüğünden, Üsküdari sıfatı ile de anılan Aziz Mahmud Hüdai Efendi 1038 Safer ayının 3/4 Pazartesi/Salı gecesi (2/3 Ekim 162 vefat ederek caminin sol tarafındaki türbesine defnedilmiştir. Vefatına bir çok tarihler düşürülmüş olup, bunların içindeki kendi ismi olan ‘Şeyh Mahmud Hüdai’ adının ebcet hesabı ile vefat tarihi olan Hicri 1038 rakamını vermesi son derece manidardır. Müstakimzade’nin söylediği bu tarih cidden çok enteresandır.
***
Aziz Mahmud Hüdai’nin asıl adı Mahmud’dur. Bu aynı zamanda dedesinin adıdır. Şiirlerinde Hüdai mahlasını kullanırdı. Bu; hidayet, doğru yolu gösterme veya doğru yola gitme anlamına gelir. Aziz ismi ise, şeyhi Üftade hazretleri tarafından verilmiştir.
Zamanında büyük bir hürmete mahzar olmuştur. Sultan I. Ahmed’in şeyhin eline su döktüğü ve valide sultanın havlu tuttuğu, padişahın şeyhin arkasından yaya yürüdüğü rivayetleri yaygındır. Sultan Ahmed’in Kösem Sultan ile bir çok kereler asitaneye geldiği görülmüştür.
Mahmud Hüdai, vahdet-i vücudu, şeriat hudutlarını aşmamak üzere kabul eden ve her hususta şeriatın zahidlik yolunu tutan bir Sünni şeyhtir. Hatta o, tasavvufta taşkınlık gösteren yahut biraz serbest fikri olan sofilere bile muarızdır. Simavna kadısı Şeyh Bedreddin ve sofilerinin aleyhine padişaha ariza bile vermiştir.
Celvetilik tamamıyla Sünni bir tarikattır. Kuruluşu çok eski yıllara dayanır. İsmail Hakkı Bursevi Hazreti “Silsilename-i Celvetiye” adlı eserinde: “Celvetiliğin kurucusu İbrahim Zahid Gilani olup, zamanında hilal, Üftade hazreti zamanında yarım ay ve Hüdai hazreti devrinde ise ayın on dördü gibi parlak olmuştur” demektedir.
Yerini yurdunu terk etmek manasına gelen Arapça ‘celvet’ kelimesi, tasavvuf istilahı olarak kulun, Tanrı sıfatları ile halvetten çıkışına ve Tanrı varlığında fani oluşunu ifade eder. Celvetiye ise, celvete mensup olan kimseler için söylenmiş bir sözcüktür.
Bu tarikate giriş Esma (isimler) iledir. Esmai-i seb’a, yani Tanrı’nın yedi adı “Usul-i Esma” adını alır. Celvetilikte bunlardan başka beş ad daha kabul edilmiştir ki bunlara da “Füru-i Esma” denilir. Şeyh tarafından bu adlar, dervişe sıra ile muayyen miktarda verilir.
Derviş rüya gördükçe şeyhine söyler ve şeyhi de bu rüyayı yorarak, dervişin zikir miktarını artırır yahut zikrettiği adı değiştirir. Derviş sabah namazından sonra güneş 1-2 mızrak boyu yükselinceye kadar zikir ile uğraşır, sonra iki yahut dört rekat İşrak (güneşin doğması) namazı, biraz sonra da altı rekat Kuşluk namazı kılar. Akşam namazından sonra altı rekat Evvabin namazı denilen bir namaz vardır. Gecenin son kısmında da Teheccüd (gece namazı) kılması lazımdır. Pazartesi ve Perşembe günleri, Zilhicce ve Muharremin ilk onuncu günü, Recep ve Şaban ayları ile Ramazan bayramından sonra altı gün oruç tutar ve her hususta takva (dinin yasak ettiği şeylerden çekinme) yolunu güder.
Celvetilerin taçları yeşil çuhadır. Ve on üç dilimlidir. Bu on üç dilimin, Allah’ın Kur’an’da zikredilen isimlerinden on iki tanesi ile bu adların birleştiğine delalet ettiği söylenir. Celvetiliğin pir makamı Aziz Mahmud Hüdai Efendi’nin bu tekkesi idi.
Aziz Mahmud Hüdai aynı zamanda bir musikişinastı. Merhum Sadettin Nüzhet Ergun, “Türk Musikisi Antolojisi” adlı eserinde şunları yazmıştır:
“Ezgileri bugün bize kadar intikal edebilen bestekarlarımızdan biri de 17. yüzyılın şöhreti büyük mutasavvıflarından Aziz Mahmud Hüdai’dir. Celvetiliğin intişarından mühim bir amil olan bu değerli şahsiyet ilmi, tasavvufi eserleri ve bilhassa şiirleri ile tanınmıştır. 17. asırda ve daha sonraki zamanlarda yetişen çok mühim musikişinasların da onun vücuda getirdiği ilahilere besteler yaptıklarını görüyoruz. Tesbih ve temcidler, münacaatlar, ilahiler yazmıştır. Hüdai Efendi’nin, 18 Arapça ve 12 Türkçe olmak üzere 30 kadar telif eseri vardır.
Büyük mutasavvıfın şairliği ve musikişinaslığı kadar “lalezarlığı” da meşhurdur. Bu sahada, bir devir açacak kadar derin bilgisi olduğu söylenir. 18. yüzyıl sonralarında yaşamış bulunan Tabib Mehmed Aşki Efendi, “Takvimü’l-Kibar fi Mi’yaru’l-Ezhar” adlı eserinde, başlangıçtan itibaren 1730 yılına kadar yetiştirilen bütün laleleri üç devreye ayırmaktadır. “Mukaddeme-i Esma-i Lale; Esma-i Lale der Vakt-i Hüdai Mahmud Efendi; Hüdai Mahmud Efendi hazretlerinin zamanı şeriflerinden sonra, yani Sultan Mehmed Han hazretlerinin zamanı şeriflerinden, Sultan Ahmed Han-ı Salis hazretlerinin vakitlerine değin bazı malum olunan lalelerin esmaları (isimleri)” demekte ve bu arada Hüdai Mahmud Efendi’nin yetiştirmiş olduğu lalelerin isimlerini vermektedir.
Bunlardan bazıları şunlardır: “Ferah perver, Şur-efgen, Alem-i zib, Ruh-perver, Bala-i turunci, Pertev-efgen, Mihr engiz”