Şah-ı Hazne Ahmed el-Haznevi
Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) Haznevi dergahının kurucusudur. Babaları Hoca Murad Efendi, Türkiye’nin Mardin ili’nin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banıhe köyündendir. Hoca Murad Efendi âlim ve muttâki bir zat olup asil ve temiz bir aileden gelmektedir.
Ahmed El-Haznevi (k.s.) ile kardeşi Molla Mustafa (k.s.) hazretleri daha çok küçük yaşta iken Köylerinde bulunan Hiristiyanların bayramına gitmişler (Ravi şek ediyor bir şeyler yemişlermi mi yememişler mi onu hatırlamiyorum.) Molla Murad hazretleri arkalarından koşup yakalamış ve kusmaları ağızlarını su ile yıkamışlardır ve arkasında da cemaata hazır olanlara şöyle buyurmuştur: ”Elhamdulillah bu güne kadar benim ve çocuklarımın boğazına haram lokma girmemiştir.”
Şeyh Ahmed el-Haznevi (k.s.) babalarının İmam-Hatiplik yaptığı şu anda Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı kazasına bağlı Hazna beldesinde 1886 yılında doğmuştur.
Doğduğu bu yerden dolayı da Haznevi namıyla anılmaktadır. Babalarından sonra ilk hocaları Diyarbakır’ın Silvan kazasının seçkin alimlerinden Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendidir. Zamanın usulüne göre bu üstadlarının yanında okuyup, tahsillerini tamamlamış ve ilmi icazetlerini ondan almışlardır.
Şeyh Ahmed (k.s.) daha sonra tasavvufa ilgi duymuş Şeyh Abdurrahman-i Taği hazretleri (k.s.) nin halifesi olan Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendi (k.s.) nin sohbetlerinde bulunmuştur.
Birinci Dünya Savaşından önce hocası Şeyh Abdulkadir Efendinin vefat etmesi üzerine ise, büyük veli ve Allah dostu Abdurrahmani Taği hazretleri (k.s.) nin oğlu ve halifesi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin Nurşini Hazretleri (k.s.) nin sohbetlerine devam etmeye başlamıştır.
Şeyh Ahmed (k.s.) bu yüce dergaha dahil olduktan sonra on beş yıl boyunca Hazna’dan Nurşin’e bazen yaya bazen de binek üstünde gitmiş, ilmi ve manevi tedrisatını burada tamamlamıştır. Talebeliklerinin ilk zamanlarında başlarından geçen bir olayı şu şekilde anlatmışlardır: "Nurşin’e gittikten on beş yirmi gün sonrasıydı. Hazretin evindeydim. Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı."
Birgün Muş tarafından o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret’i (k.s.) i ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. Hazret de onun davetini kabul edip, icabet edeceğini bildirdi. Nasıl olsa ben de gideceğim ve güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevk duydu. Hemen çarıklarımı ıslansınlar da rahatça giyeyim diye suya bıraktım.
Hazret (k.s.) yolculuk hazırlıklarını tamamladığında ben de diğer talebeler gibi hazırlanmıştım. Hazret (k.s.) dışarı çıktı, yüzünü bana döndürüp;
-’Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle beraber gelsin. Yalnız Molla Ahmed kalsın.” diye buyurdu.
Ben gitmeyip, kaldım. O zaman hocamın niye böyle dediğini anladım;
Ve nefsime dönüp dedim ki;
-”Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefis senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır. Bunu yaparsan Allahu Teala’nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.”
Şeyh Ahmed (k.s.) on beş yıl süren bu uzun talebelik döneminde Muhammed Diyaüddin Hazretleri (k.s.) inden çok istifade etti. İlim ve irfan yolunda çok ilerledi. Tasavvuf güzargahında çok yüksek derecelere çıktı.
Üstadı ona ilim öğretmek ve insanları Nakşibendi üstadlarının usulüne göre manevi olarak yetiştirip, terbiye etmek için icazet ve hilafet verdi.
Bunun üzerine o Hazna’ya dönmüş ve orada insanları irşada başlamıştır. Kısa bir süre sonra da asıl dergahın merkezini oluşturacak,Tel Maruf beldesine yerleşmiştir.
Mürşidi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretleri ile Birinci cihan harbinde aynı safta düşmanlara karşı mücadele vermiştir. Hatta savaşın en şiddetli anlarında bile mürşidinin yanından ayrılmamıştır.
Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretlerinin kolunun şehid edildiği esnada yine Hazret (k.s.) ın yanlarında Şeyh Ahmed (k.s.) vardı.
O zamanları oğlu ve halifesi olan Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle anlatmaktadır:
-”Küçük yaşta Hazna’daki Haznevi medresesinde tahsile başladım. Medrese çok mahir ve muttaki alimlerden, çalışkan ve ahlaklı talebelerden müteşekkildi.
Birinci dünya savaşının zifiri karanlığı, açtığı yara, oluşturduğu kıtlık ve sıkıntı devam ediyordu. Memleketimiz Fransızların işgali altındaydı. Her taraftan dine, imana, irfana karşı saldırılar düzenleniyordu. Büyük şeyh babam Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) köyden köye sürülüyordu. Buna rağmen o yılmıyordu. Kimi zaman çölde, kimi zaman çadırlar içerisinde talebe okutmaya devam ediyor, misafir kabul ediyor ve insanların irşadıyla aralıksız bir şekilde uğraşıyordu.”
-”Bu zor şartlara rağmen insanlar da ona teveccüh ediyorlardı. Babam korkuyu tanımaz, yorulmak bilmez, en korkunç olaylar karşısında dahi kırılmaz bir irade sahibi, cesaretli, vakur, maneviyatı son derece kuvvetli engin bir alim, tanınmış bir İslam önderiydi.”
-”Medresemiz toprak bir bina idi. Duvarları delikler ve çatlaklarla dolu idi. İçerisinde akrep, fare gibi zararlı hayvanlar da eksik olmazlardı. Sergilerimiz hasırdandı. Rahlelerimiz ise içi saman dolu yastıklardı. Tüm bunlara rağmen ilim öğrenmek ve babamıza layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışıp, didiniyorduk. Dünyamız bu anlattıklarımdan başka bir şey olmamasına rağmen Şeyh Ahmed (k.s.) medresenin kapısına gelir ve bizlere;’
-”Ey hocalar! Ey öğrenciler! İnancınızı ve ahlakınızı İslam’a uygun hale getirmek, cehalet karanlığından kurtulmak, insanlara hizmet etmek, halifelik makamına yakışır bir hale gelmek, helali ve haramı bilmek hülasa yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsil edin. İnsanların itibarını kazanmak, makam ve maddeyi elde etmek, ün salıp, şöhret kazanmak için ilim tahsilinin sonucu nedamet ve hüsrandır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki;
-”Allah’ı rızasını kazandıran ilmi, dünya menfaati için tahsil eden kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamıyacaktır. (Ebu Davut R.S 400)’d iye hitap ederlerdi.’
Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) tüm bu zor şartlara rağmen yılmadan çalışmaya devam ediyordu. Baskılar, sürgünler onu asla yıldırmıyordu. Cehalet her tarafta göze çarpıyordu. Şeyh hazretleri öyle oluyordu ki bazen bir çobana kelime-i şehadeti öğretmek ve düzgün bir şekilde söylenmesini sağlamak için saatlerce uğraşıyordu.
Bir seferinde yine böyle bir çobana namaz kılabilmesi için Fatiha suresini ve Ettahiyyatü duasını öğretmeye çalışıyordular. Ne yaptılarsa çoban bu duaları ezberliyemiyordu.
En sonunda Şeyh Ahmed (k.s.) çobanın tanıdığı ve birbirlerinden rahatlıkla ayırabildiği koyunlarına tek tek isim koymaya başladı. Bunun adı ‘Ettahiyyatü’, bu diğerinin ki’ Lillahi’, şuradaki ‘Vessalavatu’diye. Böylece çoban duaları ezberleyebildi.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu çoban Tel Maruf’a ziyarete geldiğinde, Şeyh Hazretleri camide ona bu duayı okutturdu. Gördü ki duanın içindeki bir kelimeyi mesela ‘Vettayyibat‘ı eksik okuyordu. Sebebini sorduklarında o isimli koyunun öldüğü şeklinde bir cevap aldılar .
Pek çok alim ve fazilet sahibi kişiler yetiştirdiler. Gerek talebelerini göndererek ve gerekse de kendileri irşatlara çıkarak insanları eğittiler. Fakat tüm talebeleri ve halifeleri arasında ilimleri, takva ve Allah’a yakınlıkları ile bambaşka olan üç kişi vardı ki bunlar oğulları olan Şeyh Masum (k.s.) Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Şeyh İzzeddin (k.s.)’ dur ve tarikat onlar vasıtasıyla bu güne kadar devam ederek gelmiştir.
Şeyh Ahmed (k.s.) in 1950 yılındaki vefatından sonra irşad makamına Şeyh Masum (k.s.) oturdular. Şeyh Masum (k.s.) zamanında bu tarikat biraz daha büyüdü ve insanlar arasında daha fazla tanınmaya başladı.
Şeyh Alaaddin (k.s.), Haznevi mürşitlerinin üçüncüsü olarak 1958 yılında irşad makamına oturdular.
Şeyh Alaaddin 1969 yılında vefat ettikten sonra yerlerine Şeyh İzzeddin (k.s.) geçtiler. Bu Şeyh Ahmed (k.s.)’in vasiyeti idi. Şeyh İ zzeddin (k.s.) yüce Allah’a (c.c.); ‘Rasullah Efendimiz (s.a.v.) yirmiüç yıl insanları irşad ettiler. Ben de onun gibi irşad makamında bu kadar süre kalayım.’diye sürekli dua ederlerdi. Gerçekten de vefat ettikleri 1992 yılında yirmiüç yıllık insanlara faydayla dolu bir süreyi tamamlamış oluyorlardı.
31 Temmuz 1992 tarihindeki vefatlarından sonra açıklanan vasiyetleri ile yerlerine Şeyh Muhammed (k.s.) geçti ve 2005 yılında vefatına kadar irşad görevini üstlendi.
|