Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: KEFENSİZ GÖMÜLENLER / Şükrullah YUSUFOĞLU
MesajGönderilme zamanı: 16.02.09, 22:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Kitap İncelemeleri

KEFENSİZ GÖMÜLENLER

Şükrullah YUSUFOĞLU

(Çeviri: D. Ahsen Batur),

İstanbul: İtil Yayınları



Dr. Hayati BİCE



Sovyetler Birliği döneminde Bolşevik komünizmin Türkistan ve Kafkasya
cumhuriyetlerinde hayata geçirdiği ‘Sovyetleştirme’ politikasının kültürel plandaki
uygulamaları giderek daha somut verilerle ortaya çıkıyor. Bir yandan arşiv
çalışması yapan araştırmacı-akademisyenlerin ulaştığı belgelerle açıklanan Sovyet
arşiv verileri, diğer yandan ‘Kültürel Sovyetleştirme’ kampanyalarında hayatını
kaybetmemiş olan sanatçı ve aydınların yaşadıkları baskı ve zulümleri kaleme
aldıkları kitapların yayınlanması o dönemin karanlıkta kalan yüzünü gün ışığına
çıkarıyor. 1928-1939 yılları arasında ‘yapılanların’ ‘bir numaralı sorumlusu’ olan
Stalin döneminde binlerce ‘milli aydın’ın nasıl gerçek dışı gerekçelerle baskı altına
alınıp yok edildiklerini bu anı kitaplarında tüm çıplaklığı ile görmek mümkün.
Türk yurtlarında yeni rejimle çatışan milliyetçi aydınların yanısıra, Sultan
Galiyev gibi önceleri Lenin’in yanında yer alan ancak daha sonra süreç içinde
Sovyet yöneticileri ile ayrılığa düşen bir çok yerli-komünist aydının ölüm tarihleri de
o yıllara - 1935-1945 - denk düşer. Bu katliam yıllarında kurşuna dizilmekten
kurtulan bazı Türk kökenli aydınlar ise ‘halk düşmanı’ yaftası ile Sovyetlerin soğuk
buzul bölgelerinde, Sibirya’da organize edilen çalışma kamplarına sürgün
edilmişlerdir.

Bu yazıda ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı otobiyografik anılardan oluşan eserini
inceleyip hakkında notlar düşeceğimiz Şükrullah Yusufoğlu da ‘halk düşmanı’
yaftası ile çalışma kampına sürgüne gönderilen Özbek yazarlarından biridir.1

Stalin’in Milli Aydınları ‘İmha’ Kampanyası

Şükrullah’ın ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı kitabına konu alan acıları yaşadığı süreç
Stalin döneminde milliyetçi yazar ve aydınlara karşı başlatılan ‘imha
kampanyası’nın bir parçasıdır. 1917 Ekim Devrimi sonrasında tüm Orta Asya’yı
işgal eden Bolşevik Ruslar ve diğer bazı Sovyet yöneticilerinin Türkistan Türklerine
uyguladıkları baskı politikalarının birebir anlatımını içeren bu kitap, bizatihi bu
politikaların mağduru olan bir Türkistanlı aydının anılarından oluşuyor. Kitap,
Şükrullah’ın 1951’de ‘Halk Düşmanlığı’ suçlamasıyla başlayan ve 1954 yılında
Stalin'in ölümüne kadar süren yaklaşık üç yıllık gözaltı, cezaevi ve sürgün kampı
anılarını dile getiriyor. Orijinal adı ‘Kafansiz Komilganlar’ (Kefensiz Gömülenler)
olan kitap Özbekistan'da ilk kez 1991 yılında Adabiyot va San’at Yayınevi
tarafından yayınlanabildi.

Türkistanlı bir Özbek Türk'ü olan Şükrullah, 1951 yılında tamamen keyfi ve
asılsız suçlamalar ile tutuklanır. 1954 yılında Stalin’in ölümüne kadar 3 yıl sorgu
odalarında, cezaevi ve sürgün yerlerinde çekmediği eziyet kalmaz. Kitap bu
yönüyle Sovyet sisteminde Türk kökenli halkların aydın kadrolarına yönelik olarak
yürütülen imha kampanyasının somut örneklerini ortaya koymaktadır.
Şükrullah; Abdülhamid Çolpan2, Abdullah Kadiri3, Osman Nasır4 gibi ‘milliyetçi
sapma’ suçlaması ile mahkum edilen Cedidçi yazarların kitaplarını okumak ile
itham edilir. Sovyet devriminin ilk yıllarında Lenin ile işbirliği yapan ancak daha
sonra gözden düşen Feyzullah Hocayev5 gibi yerel komünist idarecilerin izini takip
etmek de suçları arasındadır. Sorgulamasını başlatırken yerel bir halk hekimi olan
babasını bir suç imiş gibi ‘imam’ olarak kayda geçiren işkencecinin dile getirdiği şu
suçlama tabloyu ortaya serer: ‘Sovyetlere karşı giriştiğin hareketleri, Pantürkizm ve
Panislamizm için harcadığın çabaları bilmediğimi mi sanıyorsun?’.6
Hazırlanan sorgu tutanağında yazarın ağzından ‘suç itirafı olarak’ sorgucunun
talimatıyla kağıda şunlar dökülür: ‘Ben, halk düşmanı, aşırı milliyetçi ve Sovyetler’e
karşı hareketleri sebebiyle hapsedilen Abdullah Kadiri, Çolpan ve Osman Nasır’ın
milliyetçilik, hayat, sitem ve pesimistlik konularını işleyen kitaplarını severek
okudum. Onların milliyetçilik konusundaki fikirlerini, Sovyetler’e karşı iftiralardan
ibaret olan düşüncelerini, okul yıllarımda sohbetlerim sırasında arkadaşlarıma
anlattım...’.7

Bir insanın babasının ‘imam’ olduğu için ‘Pantürkist’ ve ‘Panislamist’ olarak
suçlanmasını anlayamayacak okur için dönem itibariyle Özbekistan’daki baskı
iklimini anlamak açısından yazarın şu tespitini okumak gerek: ‘O günlerde
sandığınızdan üç dört kat elbise çıkmış olsa, hemen kapitalist, burjuva damgası
yerdiniz. Anamın en büyük endişesi, evdeki kitaplardı. Özellikle Kur’an-ı Kerim’i
kimsenin aklına gelmeyecek bir yere saklayabilmek için oradan oraya gezdirir
dururdu. Çünkü o dönemler biraz mürekkep yalamış olanlar, camiye gidenler bile
burjuva ilan edilirdi. Evimizde Ali Şir Nevai, Sufi Allahyar gibi kişilerin eserler
vardı. Bir gün avlunun bir kenarına çukur kazıp hepsini gömdük. 1960 yılında o
çukuru açtık. Kitap yerine avuçlar dolusu topraklaşmış kağıt parçaları
bulduğumuzda göz yaşlarımı tutamadım.8


Şükrullah’ın yaptığı bir tespite göre ‘burjuva – dinci’ diye yapılan takibat
devrimin ilk yıllarında uygulanmış kısa süreli bir kampanya değildi: ‘Sadece 1920-
1937 yılları arasında değil, yakın zamanlarda bile dini inançlarından, karşı
düşüncelerinden dolayı feodalizmin kalıntıları olmakla suçlanıp ayıplanan
milyonlarca insanın hapsedilip kurşuna dizildiği herkesin bildiği bir şey.’9
‘1920’li yıllardan itibaren kültürlü insanlar hapse atılmaya başlanmıştı. 1927-28
yıllarında ise dindar ve mal-mülk sahibi olanlar hapse atılıp sürgüne gönderilirdi.
1937 yılından itibaren Merkezkom (Komünist Partisi Merkez Komitesi) Sekreterleri
(Başkanları), devlet ricali ve yazarlar halk düşmanı ilan edilerek, tutuklama ve
zindana atma hareketleri başladı. 1940 yılına kadar bu devam etti. Savaş (2. Dünya
Savaşı) bittikten sonra (1945) cepheden dönenlerin bir kısmı ‘faşistlerin eline esir
düşme suçu’ ile itham edildi. 1947’den itibaren ise yazarlar, ilim adamı ve
sanatkârlar ‘gayesizlik’ ve ‘kozmopolitizm’ suçlamalarıyla itham edilerek yeniden
hapse atıldılar. Bir akrabası hapse atılmayan insan yoktur.’10
Şükrullah’ın önüne suç diye çıkartılan bir iddia da şairin yazdığı eserlerde ‘halkı
karamsarlığa sürükleyecek pessimist konular’a yer vermesidir. 1940’lardan sonra
Özbek edebiyatında ciddi bir damar olarak nihilist ve pessimist bir yönelimin ortaya
çıkışının altında yatan zihinsel iklime işaret etmesi yönüyle Şükrullah’ın konu
hakkındaki ifadeleri anlamlıdır:
‘Sorgu zabiti ‘Sen bize karşısın; pessimist şiirler hoşuma gidiyor demişsin’
şeklindeki ithamlarına cevaben söylediğim sözler doğru mu yanlış mı bunu benden
değil, ama 1920’lerin sonlarında haksız yere sürgün edilip, öz yurdundan ayrı kalan,
yaprak gibi sararıp solan, 1932-33 yılları arasında açlıktan sokaklarda ölenlerden
sorsun! Hayır sadece bunlardan değil, 1937’de katledilen binlerce, milyonlarca
insanın inleyen ruhlarından, onların yetim kalan çocuklarından sorsun!’11
Başlangıçta bu tür bir suçlama ile başlayan sorgu, giderek rejim aleyhtarlığına
ve Stalin düşmanlığına yöneltilir: ‘Beni suçladıkları tek şey, Osman Nasır’ın
şiirlerini okumam; onu takdir etmemden dolayı milliyetçi bir şair olabileceğim idi.
Şimdi buna bir de Sovyet hükümetini yıkmaya çalışma faaliyetleri, Sovyet hayat
tarzından memnun olmamak gibi suçlar ilave ederek, itirafta bulunmamı
istiyorlardı... Stalin’in Tanrı mertebesine çıkarıldığı bir dönemde, ona dil
uzatmaktan daha büyük bir suç yoktu... İşte bugün beni, büyük dahi Stalin’in
söyledikleri ile alay etmekle suçlamak istiyorlardı!.. Güya ben yazar akranlarımdan
birinin düğününde, Stalin’in savaştan sonra söylemiş olduğu ‘Sosyal hayat düzeldi,
yaşamak güzelleşti’ şeklindeki sözünü alaylı bir şekilde anlatmışım. Bu, kuru bir
iftira imiş!’12
Şükrullah’ın kitabında Stalin hakkında daha pek çok anekdot yer almaktadır.
Stalin devrinde öylesine bir korku yüreklere salınmıştır ki buzullara sürgüne
gönderilen ve artık hayatlarından başka kaybedecekleri bir şeyleri kalmamış olan
mahkumlar bile - Şükrullah Yusufoğlu’nun yazdığına göre - Stalin aleyhine
yorumlanabilecek sözlerinden dolayı sorumlu tutulabilecekleri korkusu ile ondan
söz ederken adını değil ‘Bıyık’ şeklinde yaygınlaşan ‘kod ismi’ni kullanma yoluna
gitmeyi ve böylece başlarına bela açmaktan korunmayı tercih etmişlerdir.
Şükrullah’ın kitabında ‘suçlama bahanesi arayan partizan’ların uygulamalarını
anlatılırken çok çarpıcı örneklere de yer verilmektedir. Bunlardan iki olay var ki
dönemi anlamada önemli ışık tutmaktadır. Bir devlet mağazasından alınmış
‘komünist üretimi bir yelpaze’nin bir kaç kez kullanıldığında darmadağın olmasını
eleştirmeyi ‘rejim aleyhinde propaganda’ olarak değerlendirmek mümkün müdür?
Ya da ‘beyaz’ ve ‘kızıl’ renkli iki horozun dövüşünde ‘beyaz horoz’un kazanacağı
üzerine bahse girmek ile ‘Kızılordu Birlikleri’ ile Çar yanlısı ‘Beyaz Kuvvetler’
arasında Sovyetler aleyhine bir tercih yapıldığı belirtilmiş olabilir mi?13. Bütün
bunlar otoriter bir rejimde ‘akıl tutulması’nın hangi boyutlara ulaşabileceğini
göstermesi açısından son derece ilginçtir.

Yapılan sorgulamalar sonunda Şükrullah henüz 30 yaşında genç bir insan iken
aralarında “Özbek şairlerinden Çolpan’ın yasaklanmış şiir kitabını evinde
bulundurmak”, Ortaokulda okuduğu sıralarda “Özbek dili ve edebiyatı öğretmenlerinden
Münevverkari Abdurreşidoğlu’nun14 öğrencisi olmak” ve “dedesinin dindar oluşu gibi”
büyük suçlar’ı sabit görülerek 25 yıl hapis, 5 yıl sürgün ve 5 yıl da konuşma ve yazma
hürriyetinden men cezasına çarptırılmıştır.

Şükrullah 1951 yılında kesinleşen cezasını çekmek üzere Taşkent’ten 1952 yılı
Temmuz ayında nakledildiği Krasnoyarsk’daki dağıtım kampına, oradan da İnesay
nehri boyunca Turhansk, Igarka yoluyla Sibirya’daki Taymır yarımadasının
Dudunka bölgesindeki çalışma kampı cezaevine gönderilir. Çalışma kampı olarak
düzenlenmiş cezaevinde Şükrullah gibi fikir suçlularını bekleyen bir diğer tehlike
aynı kampı paylaştıkları ve en ufak bir bahane ile olay çıkarmaya, hatta adam
öldürmeye hazır, dünyada kaybedecek hiç bir şeyleri kalmamış hırsız, katil gibi
kriminal tiplerle kriminal tiplerle bir arada olma zorunluluğudur. Şükrullah bu adi suçluların kendisi
gibi fikir suçlularına ‘halk düşmanı faşistler’ diye hakaret ederken, kendilerinin
onlara ‘halk dostları’ diye hitap etmek zorunda kaldıklarını kaderin garip bir cilvesi
olarak kaydetmektedir.15

İnsanlık dışı bir ortamda yılın 11 ayı sırtları ısınmadan ve hatta güneş yüzü
görmeden çalışmak ve yaşamak zorundadırlar. Kampın bulunduğu bölgede 6 ay
süren kutup geceleri sözkonusudur. Kapatıldıkları kampın gerçek adının ‘Canlılar
Mezarlığı’ olduğunu ifade eden Şükrullah kitabına neden ‘Kefensiz Gömülenler’
adını verdiğini de şöyle anlatır: ‘Kampta, (ölenlerin) ölüm sebebi
soruşturulmuyordu. Bilen bilir bilmeyen bilmezdi, ama ölen kişinin ayağına bir
künye bağlayarak bir yere götürürler, orada üstünde başında ne varsa soyup alırlar,

sonra da kefensiz olarak toprağa gömerlerdi... Burada zamansız ölüp kefensiz
gömülenleri düşünürken nedense birden Abdullah Kadiri, Ekmel İkramoğlu, Osman
Nasır gibi Özbek halkının büyük evlatlarının yok olup gidişleri gözümün önüne
geliverdi...’16
1954 yılında artık olağanüstü bir kurtuluş fırsatı olmazsa çalışma kampında ölüp
gideceği düşüncesine iyiden iyiye inanan Şükrullah, Stalin'in ölümü ile yeniden
umutlanır. Tutsaklara af çıkarılacağı yolunda haberler kulaktan kulağa
yayılmaktadır. Nihayet umutsuzca verdiği ve yargılanmasının yenilenmesini talep
ettiği bir dilekçesine gelen ve ‘hakkında açılan davanın düşmesi nedeniyle ceza
almasının sözkonusu olamayacağı’nı içeren bir yazı ile Şükrullah Yusufoğlu,
Taşkent’e yollanır. Ancak suçu ortadan kaldırılmış olmasına rağmen hemen
salıverilmez; Taşkent’teki KGB hapishanesinde 2 ay daha gözlemde tutulduktan
sonra sonunda üç yıldır yitirmiş olduğu özgürlüğüne ve içinden koparıldığı ailesine
kavuşur.

Henüz hayatta olan canlı bir tanığın kaleminden bu duygusal satırları okumak;
Türkistan’da Sovyet rejiminin yerleştirilmesi adına işlenen cinayetleri ve baskı
ortamını ve bu ortamın toplumda yaptığı travmayı anlamak Türkiye’deki okurlar için
özellikle önemlidir. Okuyucu, Sükrullah Yusufoğlu’nun ‘Kefensiz Gömülenler’ adlı
otobiyografik eseri dolayımında, günümüzde ikili ilişkiler geliştirmeye çalıştığımız
Türkistan coğrafyasının aydınlarında yer yer şahit olunan ‘ürkek’, ‘aşırı ihtiyatlı’ ve
‘kuşkucu’ ruh halini de daha iyi anlayabilecektir.

1 Şükrullah Yusufoğlu: 1921 yılında Taşkent’te doğdu. 1938'de daha sonra Şeyh Sadi adı verilecek
olan Öğretmen Okulu'nu bitirdi ve kısa bir süre Karakalpakistan'da öğretmen olarak çalıştı.
Taşkent'te bugün bir üniversiteye dönüşmüş olan Pedagoji Enstitüsü'ne girdi ve 1944 yılında bitirdi.
1946'da Özbekistan Yazarlar Birliği üyeliğine kabul edildi. 16 yaşından itibaren yazdığı şiirlerini
içeren ilk şiir antolojisi 1949 yılında yayınlandı. Şiirleri daha sonra 1958, 1973 ve 1981'de üç cild
olarak basıldı. Bazı tiyatro oyunlarını içeren kitapları da 1991 ve 1997 yıllarında yayınlandı. Roman
ve öykü tarzındaki eserlerinden 1977'de Mücevherat Sandığı (Javohirlar Sandigi); 1999'da Diri
Ruhlar (Tirik Ruhlar); 2002'de Zor Günlerin Sevinci (Ogir Kunlar Sevinchi) adlı kitapları okura ulaştı.
Eserleri Rusça, Almanca ve Türkçe gibi diğer birçok dile çevrildi. ‘Özbekistan Halk Şairi’ ünvanı
verilen Şükrullah, Ali Şir Nevai adına verilen Özbekistan Cumhuriyeti Devlet Ödülü'nün de sahibidir.

2 Abdulhamid Çolpan Süleymanoğlu: ( Andican,1897-Taşkent, 4 Ekim 1938 ) Türkistanlı Özbek Türkleri’nin Çolpan adıyla ünlenmiş önde gelen şairidir. Cedidçilik akımının Türkistan’daki öncülerindendir. Hikâyeleri yanında ‘Gece ve Gündüz’ adlı bir roman da yazmışsa da şair olarak bilinir.1928 yılından itibaren komünist yönetimin sanatına ve şahsına yöneltilen ağır maddi-manevi baskılarıyla karşılaştı ve 4 Ekim 1938’de Taşkent’te katledildi. Son yıllarda ‘Yine Aldım Sazımı’(1991),‘Güzel Türkistan’ (1997) adını taşıyan ve şiirlerinden oluşan antolojiler yeniden Özbekistan okuruyla buluştu.

3 Abdullah Kadiri: ( Taşkent,1894- Taşkent, 4 Ekim 1938 ) Özbek milli roman geleneğinin öncüsü
olduğu kabul edilir. Cedid hareketi mensubudur. Aynen kaderini paylaştığı dava arkadaşı
Abdulhamid Çolpan gibi 1928 yılından itibaren komünist yönetimin ağır baskılarına maruz kaldı ve 4
Ekim 1938’de Taşkent’te katledildi. Başta ‘Ötken Künler’ (1992) adlı romanı olmak üzere bütün
eserleri katlinden yıllarca sonra yeniden neşredilerek okuruna ulaştı. ‘Ötken Künler’ Türkiye
Türkçesi ile Selenge Yayınları arasında D. Ahsen Batur çevirisi olarak yayınlanmıştır.

4 Osman Nasır: (Namangan 13 Kasım 1912 - 1944) Yetim olarak büyüdü. Semerkand Devlet
Üniversitesi Filoloji bölümünde okudu. Genç yaşlarından itibaren şiir yazmaya başladı ve kısa sürede
tüm Türkistan’a yayılan bir ün kazandı. İlk kitabı ‘Güneş ile Sohbet’ yayınlandığında (1932) henüz 20
yaşında idi. 14 Temmuz 1937’de ‘halk düşmanı’ ilan edilerek tutuklandı. Kemerova’da mahpus
bulunduğu sırada uğradığı ağır işkencelere katlanamayarak 1944 yılında henüz 34 yaşında iken vefat
etti.

5 Feyzullah Hocayev: (Buhara, 1896-1937) Cedid akımının Buhara’daki öncülerindendir. Buhara
Emiri’nin 1920’de tahttan indirilmesinde faal olarak görev aldı. Türkistan’da Sovyet rejiminin
egemen olmasına çalıştı. 1925 yılında Özbekistan Sovyetik Hükümet Başkanlığı’na atandı.
‘Milliyetçi eğilimli’ olarak suçlanarak 1926’dan itibaren izlenmeye alındı. 1937 yılında Stalin
tarafından öldürtüldü. Mezarının nerede olduğu halen bilinmiyor.

6 Şükrullah Yusufoğlu, Kefensiz Gömülenler, (İstanbul: İtil Yayınları, 2005), s. 11.
7 A.g.e., s. 45.
8 A.g.e., s. 17.
9 A.g.e., s. 19.
10 A.g.e., s. 41.
11 A.g.e., s. 27.
12 A.g.e., s. 75-76.
13 A.g.e., s. 79 ve 93.
14 Münevverkari Abdurreşidhanoğlu: (Taşkent, 1878 – Moskova, 23 Mayıs 1931) Türkistan Cedidcilik
akımının önderlerinden ve siyasi liderlerindendir. Taşkent’teki ilk Usul-i Cedid Mektebi’ni açtı.
Milliyetçilik çalışmalarına engel olmak isteyen Sovyet rejimi tarafından 1931 yılında Moskova’da
katledilerek Vagankovo mezarlığında gizlice toprağa verildi. ‘Hatıralarım’ adlı eseri 1991 yılında
Taşkent’te yeniden yayınlandı.
15 Şükrullah Yusufoğlu, Kefensiz Gömülenler , (İstanbul: İtil Yayınları, 2005), s. 151.
16 A.g.e., s. 161-162.


KAYNAK: Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları Dergisi; Cilt: 1 No: 2 (2006)

http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/l ... sO8sfz.pdf

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye