sufiforum.com http://sufiforum.com/ |
|
Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine. http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=25&t=7838 |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) |
Yazar: | sahhaf [ 06.04.12, 10:47 ] |
Mesaj Başlığı: | Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine. |
Gölgeler Koridoru Muhyiddin Şekur Su Üstüne Yazı Yazmak kitabının yazarı Muhyiddin Şekur'un Yeni Kitabı Gölgeler Koridoru Sufi Kitap tarafından yayınlandı. Alıntı: “Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan, o hâlde hayat öğretsin sana öğrenmen gerekenleri…” Amerika'da doğan, orada İslam'la tanışan, çeşitli Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde psikolojik danışmanlık dersleri veren ve şu anda misafir öğretim üyesi olarak Türkiye’de bulunan Muhyiddin Şekûr’un yıllardır beklenen kitabı; Gölgeler Koridoru. Şekur’un tasavvufla tanışma serüvenini anlattığı ilk kitabı Su Üstüne Yazı Yazmak bugüne kadar yüzbinlerce kişiye ulaştı. Okuyan herkesi derinden etkiledi. Yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, her tecrübenin bizi bir hâlden başka bir başka hâle hazırladığını hissettirdi. Muhyiddin Şekûr, uzun zamandır beklenen Gölgeler Koridoru’nda, aynı akıcı üslupla hakikatte hepsi birer hikmete işaret eden hayat derslerine devam ediyor. İsmi Furkan Suresi’ndeki “Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı” ayetinden mülhem olan Gölgeler Koridoru’nda görünmeyen dünyayı keşfetme tecrübelerini daha ileriye taşıyor. Görünene odaklanıldığında kolayca üzerinden atlanıp geçilebilen sıradan olayların, görünenin ötesine nüfuz edildiğinde hakikate uzanan bir nişaneye dönüştüğünü gösteriyor. Gölgeler Koridoru, insana önce kendi bâtınına, enfüsî âlemine, sonra dış dünyadaki olayların iç yüzüne, yani aslında hakikate dair bir kavrayışa nasıl ulaşılabileceğine dair küçük ama etkileyici denemeler yaptırıyor. Bazen bir gece yürüyüşünden, bazen bir ateşböceğinden, bazen bir veranda inşaatından, bazen insanlığı tarif edilmez acılara sürükleyen savaşlardan yola çıkarak bakışımızın nereye odaklanması gerektiğine yönelik hatırlatmalarda bulunuyor. Gölgeler Koridoru, hakikat yolcularının kaçırmaması gereken bir roman. Âdeta karanlıkta kalan insana yolunu gösteren bir “altın iplik”… http://www.sufi.com.tr/kitaplar/muhyidd ... idoru.aspx Alıntı: Muhyiddin Şekur'un kitabı önce Türkçe'de!
Mehmet Erken Muhyiddin Şekur’un beklenen kitabının Türkçesi İngilizcesinden önce çıktı: ‘Gölgeler Koridoru’.. 28 Nisan 2012 Muhyiddin Şekur 3 sene önce Türkiye’ye geldiğinde şöyle bir temennide bulunmuştu; “Türkiye’deki insanlarla ne zaman karşılaşsam bana ‘ne zaman yeni bir kitap yazacağımı’ soruyorlar ve ben sırf mahçup olmamak için Türkiye'ye gelmekten çekinir oldum. Eğer fırsatım olursa yeni kitabımın İngilizce baskısından önce Türkçe baskısının yayınlanmasını isterim." Nisan ayının ilk günlerinde Şekur’un bu temennisinin gerçekleştiğini ve okurları tarafından uzun zamandır beklenen ikinci kitabının basıldığını öğrendik. Gölgeler Koridoru ismini taşıyan kitap, Sufi Yayınları tarafından yayınlandı. Kitap Şekur’un ilk kitabında bıraktığı yerden devam ediyor ve ‘96 yılında yaptığı İstanbul seyahati ile nihayete eriyor.Muhyiddin Şekur, Gölgeler Koridoru Kitabın adı neden “Gölgeler Koridoru”? Ikinci eserler sevenler için her daim bir tedirginlik oluşturur, bu nedenle ben Gölgeler Koridoru kitabının Su Üstüne Yazı Yazmak’tan bu noktada ayrılmadığını zikrederek başlayayım. Ve hatta bu kitapta okuyanların karşısına çıkabilecek bazı farklılıklardan bahsederek, ve kitabın mahiyetini anlatan birkaç ayrıntıya vererek bu kısa haberime nokta koyayım. Gölgeler Koridoru’nda siyasi ve sosyal meselelerle ilişkili çok daha fazla hikayeye rastlıyoruz. Hatta yazarın da ifade ettiği gibi, Bosna Savaşı kitabın belkemiğini oluşturuyor. Buna mukabil, daha deruni pek çok hikaye de mevcut kitabın içinde. Kitabın 123. sayfasında Şekur, kitabının bu zıtlıklarla kurulu hikayesini şu şekilde dile getiriyor: “...bu kitabın adının neden Gölgeler Koridoru olması gerektiğini kavramaya başladım. Çünkü bu kitabın konusu, birbirine zıt iki âlem arasında uzanan yolda yapılan bir yolculuktu, yakın ve uzak, aydınlık ve karanlık, tatlı ve tuzlu, mantıklı ve esrarengiz, zahirî ve batınî âlemler arasında.” Daha oturmuş bir üslup ve anlatım göze çarpıyor Zahirî âlemde yaşanan çetin mücadeleler ve batınî âlemde yaşayanı şaşkına çeviren -kimilerinin saçmalık dahi diyebileceği raddede- pek çok hikâye mevcut. Gölgeler Koridoru savaş, acı, cihad, ihanet, fesad gibi dersler ve olaylar içeren, daha zorlu bir mücadeleyi anlatıyor okura. Ve tahmin edilebileceği gibi bu zorlukların iz düşümleri, karşılıkları ve bunlardan çıkarılan dersler işleniyor. İlk kitaptakinin aksine bu sefer olaylar, hayatın ince detaylarından gözle görülür, büyük ve karşılaşması aynı derecede zor olaylara kayıyor diyebiliriz. Yazarın bu kitabında, ilk kitabının üzerinden geçen senelerin izleri, dil olarak da rahatça seçilebiliyor. Daha oturmuş bir üslup ve anlatımdan dolayı, daha olgun bir yazar ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Tavsiye veren bir şeyh ve dinleyen bir müridin hikâyesini işleyen Su Üstüne Yazı Yazmak’tan (kısmen) ayrılması, kitapta yazarın da okuyucuya yer yer tavsiye ve yönlendirmelerde bulunmasında yatıyor diyebiliriz. Buradan, yazarın yaşadıklarına yabancılaştığını değil bilakis yaşadıklarından, bize anlatmadığı pek çok mana daha çıkardığı sonucuna varabiliriz zannediyorum. İlk kitaba yapılan pek çok atıf var Bunun yanında anlatım olarak kitabın bir kitap olarak yazıldığı daha belirgin bu kitapta. Su Üstüne Yazı Yazmak’ı okuyanlar hikâyesinin gelişimini hatırlayacaklardır. Bu kitap ilk bölümünde, Şeyh’in M. Şekur’a yaptığı şu uyarı ile başlıyor; “ ‘Sen hidayete erdin’ dedi şeyh. ‘Yani sen, kendisine rehberlik edilensin. İkinci kitabında gayb âlemini keşfetmede daha da ileri gideceksin. Gayb âlemi, senin hakiki âlemindir. Ama bu âlemde, daha önceki gibi sana yardımcı olacak iğne de, tıkanmış borular da, park konuşmaları da olmayacak. Gayb âleminde kendini, varlığından azade olarak tecrübe edeceksin. ” (sf.48) Şeyhin dilinden buna benzer pek çok söz geçiyor kitapta ve dahası son kısım bu tür bir uyarı üzerine yazılmış. Son olarak, bu haberin bir “haber vermek haberi” olduğunu söylemeden edemeyeceğim sanırım. Tek amacı; Su Üstüne Yazı Yazmak’ı okuyup Gölgeler Koridoru kitabından haberdar olmayanları haberdar etmek zira kitap, Su Üstüne Yazı Yazmak’a yapılan pek çok atıfla devam ediyor ve bittiğinde okuru ne zaman çıkacağı meçhul bir üçüncü kitap için beklemeye çağırıyor. Son not: Muhyiddin Şekur, 30 Nisan Pazartesi günü saat 18:00’de TYB’de “Tasavvuf ve Modern Dünya” konulu bir konuşma yapacaktır. Konuşma Zeynep Kot Tan tarafından tercüme edilecektir. |
Yazar: | arz [ 04.07.12, 13:03 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Gölgeler Koridoru / Muhyiddin Şekur'un Yeni Kitabı |
Muhyiddin Şekur ile Söyleşi: "TASAVVUF İSLAM'da Derinleşmek İsteyenlerin Yoludur" Mahmut BIYIKLI Efendim, sizinle daha önce yapılan söyleşilere baktık. Biz, biraz daha farklı bir mecrada, seyr ü süluk bahsinde merak ettiğimiz noktaları sormak istiyoruz… Doğulular, bu sûfî hayatın derinliklerini kendi içlerinde yaşıyor ve muhafaza ediyorlar. Uygun bir tabir ise, bu şahsi macerayı aktarırken perdeyi tam açmıyorlar. Fakat Batılılara baktığımızda daha açık, daha cesur, hatta cüretkâr, bir şekilde iç yolculuklarından bahsettiklerini görüyoruz. Sizin de eserlerinize baktığımızda aynı hali, bu cesur aktarımı görüyoruz. Burada Batı kültürünün vermiş olduğu kendine has bir özgüven mi söz konusu? Yoksa Şark kültüründeki, mahreme sığınma, halin ifşasından çekinme hali mi bu duruş farkına vesile oluyor? Önemli bir soru fakat bu soruya tam bir karşılık veremeyeceğim. Bana göre, tasavvuf Doğu’ya ve Batı’ya has bir şey değil. Kendi açımdan konuya yaklaşmam gerekirse, halen bir keşif süreci içindeyim. Kitaplarımda paylaştıklarım, yaşadıklarımın tamamı değil ama dediğiniz gibi genel olarak açık olmaya çalışıyorum, çünkü insanlara imanlarını, manevî hayatlarını nasıl daha canlı ve yoğun bir şekilde yaşayabileceklerini örneklemek istiyorum. Çünkü böyle bir vakıa var, böyle bir imkân var. Bunu anlatmayı, bunu göstermeyi hedefliyorum. Tecrübelerimi yaşarken ve anlatırken bu kadar rağbet göreceğini düşünmüyordum. Yaşarken, bir gün bunları yazıya dökeceğim ve insanların bundan bu kadar etkileneceğini hesap etmemiştim. Efendim, biz de Batılı tekniği uygulayalım ve açık açık soralım istiyoruz. Sizce, insanların bu konuda anlatılanlara olağanüstü derecede ilgi göstermesinin en önemli sebebi ne? Okurun içsel arayışı mı, yaşanılanların gerçekten özgün olması mı, ya da genel anlamda sûfî hayata yönelik entelektüel bir merak mı söz konusu? Bunlar gerçekten ilginç sorular. Daha önce üstünde düşündüğüm şeyler değil. Beni hazırlıksız yakaladınız. Ben sadece, kendi deneyimlerini yazmak istedim. Şeyhim beni bu süreçte çok teşvik etti. Şeyhimin teşvikleriyle, ‘yaz’ dediği için yazdım. Yapmaya çalıştığım şey, söylediklerimi iletirken, hem söylediklerime hem de kendime karşı dürüst olmak. Bu da tahminimce okurların beklentisiyle örtüşüyor, okurların kalbine dokunuyor. Sorduğunuz şey çok önemli. Ben de arayış içindeydim. Sorularım vardı. Bu süreçte sorularımın cevaplandığını Allah bana gösteriyordu. Bu sebeple sizin sunduğunuz seçenekler içinde birinci seçenek daha güçlü bir seçenek olabilir. Hızlı bir dünyaya doğuyoruz. Hayatın hızına yetişemeyen insanların içinde sürekli bir arayış var. Adını koyamasak da fark edilmeyi bekleyen, bilinmek isteyen bir tarafımız var. O yüzden birçok insan modern dünya ile içsel dünyaları arasında sıkışıp kalıyor. İkisi arasında parçalanıyoruz. Ben kendimi bir Batılı olarak tanımlamam ama insanların gözünde Amerikalı, Batılı, İslâmî hayatın içinden gelmeyen, teknolojinin son derece hızlı geliştiği dünyadan birisinin bu tarz bir içsel yolculuğu yaşaması, insanlara çok ilginç geliyor olabilir. Elimizde Gölgeler Koridoru var… Türünü değerlendirirken hikâye mi, roman mı, menâkıbname mi diye sorguluyoruz. Siz kitabınızı ne olarak tarif ediyorsunuz? Kitaptaki anlatıları tasavvuf geleneğindeki menâkıbnamelere benzetebilir miyiz? Bu geleneğin bir devamı mı? İki kitabın içinde de bolca menkıbe var. Buradan yola çıkarak sufî eğitiminde kıssaların önemi nedir? Şeyh efendinin, ustanın sizi eğitirken menkıbeleri kullanma metodu ne idi? Sufî eğitiminde menkıbelerin rolünü değerlendirir misiniz? Yine beklemediğim ilginç bir soru. Ben bir roman yazmıyorum. Hedefim bir roman veya bir hikâye anlatmak değil. Bütün arzum, kendi yaşantımı en dürüst, en güzel şekilde nasıl anlatırım, nasıl aktarırım, bunu çabası içindeyim. Tek hedeflediğim şey budur. Oturup Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin ibn-i Arabî Hazretleri veya Bayezid-i Bistami Hazretleri nasıl anlatmış, ben de onlar gibi anlatayım veya o üslubu kullanayım, bu tür bir şeyi gözetmiyorum. Deneyimlerimi en güzel, en dürüst şekilde nasıl aktarırım, onun arayışındayım, bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Okurların kendileri için henüz yaşamadıkları ama yaşamaları mümkün olan şeyleri düşünmelerini istedim. Bu adamın başına gelenler, belki benim için de mümkündür diye düşünüyorlarsa o zaman ben kendimi başarılı sayarım. Bunların yazılması için Şeyh efendinin sizi ısrarla teşvik etmesindeki amacı nedir? Onun amacı da aynı, ikimizin amacı da aynı, hiçbir fark yok. İnsanların aslında doğuştan getirdikleri arayışlarına makul cevaplar bulabilmesini sağlamak… Kitaplar hem ülkemizde hem de Batı’da yayınlanıyor, dağıtılıyor, okura sunuluyor. Türkiye’de olağanüstü derecede ilgi görmesinin sebebi sizce ne olabilir? Türkiye’de farklı bir manevî açlık ve arayış mı söz konusu? Hazine aslında bu topraklarda da siz bir anlamda hazineden kullanıyor yine hazinenin üstünde oturanlara mı satıyorsunuz? Bu ilginin sebebini ben değerlendiremem. Burada yaşamıyorum. Türkiye coğrafyası üzerinde bir etüdüm de yok. Fakat şunu biliyorum ki Türkiye’de hâlâ aktif cemaatler var, hâlâ çok harika tasavvuf şeyhleri yaşıyor ve bu iç yolculuk macerasını dirayetle yönlendiriyor. Bunun farkında olmayan büyük bir kesimin varlığının söz konusu olduğu fikrine katılıyorum. İslâm âlemi içinde tasavvufa inananlar var, karşı duranlar var, bir de olumlu bakan sempatizanlar var. Tasavvufa itiraz edenlerle karşılaştınız mı? Onlarla bir tartışma yaşadınız mı? Bu zor bahiste davanızı ifade ederken nasıl bir anlatım dili kullandınız? Evet, tasavvufa olumsuz bakan, tasavvufu inkâr eden insanlarla karşılaştım. Böyle insanlar var. Kuzey Amerika’da hem İslâm’ın hem tasavvufun karşısında duranlar var. İnsanlar önyargılarını aktarıp bunun üzerine fikir geliştirebiliyorlar. Ben, insanlarla ilişkilerimde insanların bulundukları yerde olmaya çalışıyorum. Onları kendi noktama çekmeye çalışmaktan ziyade, onların bulunduğu noktadan bakmaya çalışıyorum. Velev ki, kaba davrandılar, kötü bir şey oldu, kendimi o mekândan, onların varlığından, onların olduğu yerden uzaklaştırmaya, onlardan uzak durmaya çalışıyorum. Gidip de insanları ikna etme, onları kendi tarafıma çekme veya sadece benim bakış açımın doğru olduğuna ikna etme çabasında değilim. Böyle bakmıyorum duruma. Daha ziyade, temel şeyler üzerinden insanlarla birleşmeye, ilgi, ilişki kurmaya çalışıyorum. Örneğin kendi adıma dürüst olmaya çalışıyorum. Bir şeyi konuşarak anlatmaktan çok dinlemeye çalışıyorum. İnsanlar ne diyorlar, bunu merak ediyor ve insanları dinliyorum. Dünyayı nasıl görüyorlar, bunu anlamaya çalışıyorum. İkna etmeye çalışmaktan ziyade bunları yapmaya çalışıyorum. Bu sebeple kitaplarımda fikir empoze etmeye çalışmaktan ziyade kendi tecrübelerimi, deneyimlerimi paylaşıyorum. Fikir değil, deneyim paylaşıyorum. Bu da insanları etkiliyor herhalde. Batı’da aynı zamanda hem tasavvuf hem İslâm karşıtlığı var; bir de yaygın olduğunu duyduğumuz ‘İslâmsız sûfîlik’ anlayışı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İslâmsız tasavvuf diye bir şey söz konusu olamaz; ancak ikisi bir arada yürür. En yüksek mertebe İslâm’dır. Müslüman açısından doğru bakış açısı budur. Tasavvuf, İslâm’da derinleşmek isteyenlerin yoludur. Tasavvuf Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat anlayışının içinde yer alır. Farz olan dört rekatsa, ben sekiz veya daha fazlasını kılmak isteyebilirim, daha fazla derinleşmek isteyebilirim. Tasavvuf, bende bu ibadet aşkını uyandırma yolunun adıdır. Yoksa ibadetler İslam’ın özüne aittir. Başka hiçbir manevi oluşumda bu şekilde yer almaz. Tasavvufu siz nasıl tarif ediyorsunuz? Tasavvuf, insanın manevî hayatına yaklaşımında kullanabileceği, zamana tabi olmayan yaşayan, canlı, insan tabiatına çok uygun bir yoldur. Manevî yaşamdan kastım şudur; şüpheden uzak, insanın bir amacının olduğundan emin olarak, kalbinde bir huzur ve tatmin duygusuyla panikten uzak bir yaşam... Tasavvuf, insanı bu hayat tarzına ulaştıran yaşanabilir ve ulaşılabilir bir yoldur. Dünyada olup biten ne olursa olsun tasavvuf varlığını hep sürdürecektir. Çünkü bu, Yaratıcı’nın tercihidir. Bazılarına Kendisini arasın bulsun tanısın diye daha fazla aşk ve şevk vermiştir… İç yolculukta şeyhin rolü nedir? Tasavvufun ön gördüğü teslimiyet, -aklın, fikrin ötesinde tamamen teslim olmak- nasıl izah edilir? Teslimiyet bu yolculukta neden önemlidir? Yine çok önemli bir soru… Tasavvuf bir felsefe değildir. Şeyhler, müridler şurada ne yapıyorlar acaba, diye gidilecek bir yol değildir. Bir tarafta merakı, arzusu olan, yardım arayışı içinde, isteyen, talep eden bir mürid vardır; bir tarafta da mürşid vardır. Mürşidin rolü nedir dersek, Hak yolda belli, güvenilir ve geçerli bir silsileye bağlı olması şartı vardır. Kişisel ve manevî iyi özellikleri, kaliteli bir yaratılışı olması gerekir. Çünkü müride iç yolculuğunda yardım etme sorumluluğu taşıyor. Bu çok ciddi, büyük bir sorumluluktur. Kişinin kendi içindeki hidayeti bulmasını sağlar. Müridin özgürleşmesi, bağımsızlaşması, kendinden emin bir şekilde ilerlemesi yönünde onu teşvik eden kişidir mürşid. Mürid evrende pozitif, olumlu bir kuvvet olarak ancak mürşidi ile durur. İnsanların rehbere ihtiyacı vardır. Eğer rehberi, mürşidi bulursanız bu çok büyük bir nimettir. Bu, size çok ciddi şekilde yardım edildiğinin göstergesidir. Tasavvuf bir kulüp veya yarışma değildir. Ancak çok samimi bir kalple yaklaşılacak bir şeydir. Bulmak isteyen kişinin Allah’a, yaratıcısına yönelmesi gerekiyor. Kişinin bunu Allah’tan istemesi gerekir. Çünkü mürşidler de isterler. Mürşidler de yardım alırlar. Bu bir şov değildir, kulüp değildir. Tasavvuf öyle bir yol ki, burada hedef, insanın imanda yakine ulaşması, şüpheden uzak durması, tüm yaratılmışlara sevgi ile hizmet etmesidir. Şeyh mi müridi bulur, mürid mi şeyhi bulur? Kime sorduğunuza göre değişir. Şeyhle mürid farklı cevaplar verebilir size. Ben müridi bulan şeyhler tanıyorum, biliyorum, müridin haberi bile yoktur; bulunduğunun farkında bile değildir. Genellikle, mürid samimi bir şekilde ararsa önünde kapılar açılır. Az önce söylediğim ihtimal de vardır, mürid bulunduğunun farkında bile değildir. Kendisi arıyordu, kapı önüne açıldı zanneder ama onun tahminin çok öncesinde zaten mürşid onu bulmuştur. İzini sürdüğünüz, beslendiğiniz, mübarek, ârif kutlu insanların, özellikle kendi şeyhiniz başta olmak üzere, ortak özellikleri nelerdir? Hepsinin kalbî özellikleri, kalp kalitesi çok kuvvetliydi. Hepsi de sevecendi ve sevebilme kapasitesi çok yüksek insanlardı. Hepsi çok merhametliydi. Birlikte olduğunuz zaman sizinle olduğunu hissettiğiniz insanlardı. Sizinleyken etrafa bakan, kafası başka yerde olan insanlar değillerdi. Orada sizinle birlikte olduğunu hissettiğiniz insanlardı. Sevecen bir anne veya baba gibiydiler, bunun bir cinsiyeti de yoktur. Çünkü benim ilk deneyimimi yaşadığım kişi annemdir. Hepsi de az sözle çok fazla şey söyler. Hepsi de geniş fikirli, geniş düşünebilen, ufuk sahibi insanlardır. Hepsi de çok cömert insanlardı, ellerinde ne varsa para, zaman vb. çok cömert davranırlardı. Düşünürsem çok daha fazla şeyler söylerim ama şu anda aklıma gelenler bunlar. Türkçemizde güzel bir söz var; bir ayet-i kerimeden ilhamını almış: ‘Bitmez güzelin vasfı ağaçlar kalem olsa.’ diye… Bu sözü burada söyleyebiliriz. Evet. Sayılamayacak kadar çok seçkin özellikleri var hepsinin… Biraz da sosyolojik olarak bakacak olursak, tasavvuf modern hayatın hangi problemlerine şifa sunuyor, çare oluyor? Temelde en büyük problemimiz, zihin dağınıklığı, kafa karışıklığı... Her ilgi merkezi bizi kendine çekebiliyor. Çok kolay aklımız çelinebiliyor. Dikkat dağınıklığı yaşıyoruz, o kadar çok şey bizi kendi tarafına çekmeye çalışıyor ki, bu yüzden çok meşgulüz. Aynı anda birçok başka şeyle ilgileniyoruz. Böylece zihnimiz darmadağın oluyor. Mesela cep telefonları…. Harika bir icat ama İstanbul yollarında şahit olduk: bir şoför trafiğin en sıkışık anında, en kritik noktalarında bir yandan elleri direksiyonda bir yandan da cep telefonlarıyla uğraşabiliyor... Bunu bir örnek olarak verdim ama en temel dikkat dağınıklığı insanın kendinden uzak olmasıdır, kendine dikkat edememesidir. Kendi hakikatinden uzak yaşamasıdır. Fakat tasavvuf, ancak kişinin kendi merakı, isteği, arayışı varsa yardım edebilir. Az önce söylediğim özelliklere sahip insanla tanışırsanız ne mutlu size, derim. Kitapta, “Marifetullaha ulaşabilmek için âşık olmak gerekir.” deniliyor. Bu aşk nasıl yakalanır, aramakla bulunur mu, bulanlar yalnız arayanlar mı? Bu aşkı yakalamak için yapılabilecek bir şey yok. Çünkü Allah vergisidir, kul mesaisi değildir. Herkes bir formül istiyor. Bir formül olsun, ben de onu yapayım, diyorlar. Bu yazgı meselesidir, zorluklara dayanma gücüne göre isteyene değil, Yaratıcı’nın istediğine verilir. Herkes bu yükü kaldıramaz çünkü. Siz bunu istersiniz, talep edersiniz ve bunu beklerken dengenizi kaybetmezsiniz, hak etmediğinizi de bile bile bunun bize geleceğinden emin olarak yaşarsınız; işte o zaman bu nimet sizin de kapınızı çalabilir. Efendim, çok keyifli, çok feyizli ve çok samimi bir söyleşi oldu. Sizin kitaplarınızdan tanıdığımız o içtenliğinize ve dürüstlüğünüze bizzat şahit olmuş olduk. Sizi ve eserlerinizi seviyoruz. Rabbimiz sa’yinizi meşkur etsin; nice arayış sahibine örnek olmaya devam etme gücü bahşetsin inşallah. Ben de çok keyif aldım. Daha önce pek karşılaşmadığım tarzda düşündürücü ve ufuk açıcı sorularınız, içtenliğiniz ve şahsınıza yakışan neşeliliğiniz ve mizah gücünüz için teşekkür ederim. Sizleri tanımaktan mutluluk duydum. Dualarımız müşterek olsun. |
Yazar: | asa [ 25.07.12, 09:25 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine.. |
ABD'li Psikolog-Yazar Muhyiddin Şekûr İle Söyleşi Yeni Şafak Gazetesi Pazar Eki'nde RECEP YETER, Tasavvuf yolculuğunu anlattığı Su Üstüne Yazı Yazmak kitabı Türkiye'de büyük ilgi gören ABD'li Psikolog-Yazar Muhyiddin Şekûr, ikinci kitabı Gölgeler Koridoru'nda söyleşi yolculuğuna çıktı... Muhyiddin Şekûr, ikinci kitabı Gölgeler Koridoru'yla bıraktığı yerden devam ediyor. Şekûr, hakikatin nasıl savunulacağına dair ipuçlarını paylaştığı ikinci kitabında siyahi bir işçinin sadece derisinin rengi nedeniyle hakettiğinin yarısı kadar maaş alması karşısında verdiği verdiği mücadelenin cihad olduğunu aktarıyor. 2 Mayıs 2012 *** Alıntı: Muhyiddin Şekûr'u Su Üstüne Yazı Yazmak kitabıyla tanıdı Türkiye. Ben de öyle. Şekûr'un yeni kitabını gazetede bir arkadaşımın masasında görünce hem kitap hem Şekûr bir kez daha ilgimi çekti. Fırsat olsa da muhabbet edebilsek diye düşünürken bir vesile ile röportaj imkanı oluştu. Bugünlerde Fatih Üniversitesi'nde misafir hoca olarak ders veren Şekûr ile Cağaloğlu'nda yeni kitabı Gölgeler Koridoru'nun çıktığı Timaş Yayınları'nda buluştuk. Röportaj sırasında aramıza dil duvarı girse de psikiyatrist olan bir Türk hanımefendi asistanının da yardımıyla muhabbet için başka kapılar aralandı ve yaklaşık iki saate yakın konuştuk. Öncelikle şunu söylemeliyimki gazetecilik hayatım boyunca yüzlerce röportaj yazdım söyleşi yaptım. İlk kez, sorduğum sorulara cevap verirken cevabın kıvamını bulmasını bekleyen bir insanla karşılaştım. Hemen her sorumu uzun uzun düşündükten sonra cevapladı. Siyahi derisine çok yakışan bembeyaz sakallarını tamamlayan ve içinde bir kaç kilometre yol alınabilir hissi veren bakışlarını uzaklara dikerek cevapları aradı, bulduklarını paylaştı. Ben de sizinle... YOLCULUK KİTABI Türkiye'de tasavvufla ilgili onlarca kitap yayınlandı. Sufilerin yolculuklarını anlatan yüzlerce hikaye okuduk. Ancak ülkemizde Şekûr'e özel bir ilgi var. Bana göre, alışageldiğimiz hidayet öykülerinden farklı olarak bu toprakların aşina olduğu bir dille hikayesini paylaşan Muhyiddin Şekûr, samimi yazım dili sayesinde okurlarıyla arasında saygın bir sevgi bağı kuruyor. Su Üstüne Yazı Yazmak isimli ilk kitabında bir dervişin, hakikat ve tarikatin bahçe kapısının dışından başlayan ve postun yanı başında biten yolculuğu anlatılıyor. Kitabın, aşina olduğumuz, Allah dostlarına ilişkin menkıbelerin aktarıldığı eserleri andırmasının yanı sıra zihnimizi çok da yormayacak bir tefekküre davet etmesi sebebiyle sevildiğine inanıyorum. Gölgeler Koridoru ise Şekûr'un ifadesiyle ilk kitabın bittiği yerden başlıyor. Yine bir yolculuğa tanık oluyoruz. Ancak bu kez, yolcunun geride kalan yola ilişkin anılarından çok, önünde uzayan meşakkatli bir yolu aşmak için, yol boyunca biriktirdiği azıklarına şahitlik ediyoruz. EŞİNE ALİYE İSMİNİ KOYDU Röportaj sırasında Şekûr'un eşi Aliye Hanım da bize eşlik etti. 34 yıldır evli olan çift, Müslüman olduktan sonra tasavvufla da birlikte tanışmış ve aynı mürşide bağlanmışlar. Hatta eşine Aliye ismini de Muhyiddin Şekûr koymuş. Aliye Hanım'a Şekûr'un kitaplarından bildiğimiz yolculuğu sırasında kendisinin bulunduğu yeri soruyoruz. Benzer bir yolculuktan kendisinin de geçtiğini anlatıyor. Aliye Hanım, Şekûr ile 40 yıldır devam eden birlikteliklerine ilişkin şu görüşleri paylaşıyor: "Beni daima cezbeden şey onun manevi hayatıydı. İlişkimizin bugüne kadar muhabbetle gelmesinin arkasında bu manevi yaşantı olduğunu söyleyebilirim. Benim bu yolculuktan çıkardığım en önemli ders, eşime dünyevi anlamda bağlı olmamayı öğrenmemdir." ATALARI MÜSLÜMANDI Şekûr, ABD doğumlu bir Afro-Amerikan. Kendi ifadesiyle 24 yaşında 'yeniden' Müslüman olmuş. Yeniden Müslüman olmasının sebebi, aslında atalarının neredeyse tamamının köle olarak Amerika'ya getirilmeden önce zaten Müslüman olması. Bugün 65 yaşında olan Şekûr'un İslamla tanışmasının üzerinden 40 yıldan fazla bir zaman geçmiş. Şekûr, tasavvufla, şehadet getirdikten 10 yıl sonra tanışmış. Kent Üniversitesinde Psikoloji eğiitimi alan Muhyiddin Şekûr, uzun bir süre SUNY Brockport College'de öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2006 yılında emekli olmuş. Bugünlerde Türkiye'de olsa da halen New York'a 500 kilometre uzaklıkta bir tekkede hizmetine devam ediyor. Söyleşimizden Şekûr'un dünyasına ilişkin çok daha fazla ipucu bulacağınıza ve o dünyanın kapısından bakabileceğinize inanıyorum. Buyrun... *** -İlk kitabınız Türkiye'de çok sevildi. Gençler sizi 'size yol gösterici bir yazar' olarak tanımladı. Nasıl karşılıyorsunuz bu ilgiyi? Su Üstüne Yazı Yazmak kitabını yazarken amacım hayatımın o döneminde olup biten anlamlı bulduğum anlara ilişkin gözlemlerimi paylaşmaktı. Yazmaya başlarken sonucunda ne olacağını kestirerek hareket etmedim. Öğretmenlik gibi bir iddiam yoktu. Başkaları benim yaşadıklarımdan ders çıkarsın diye düşünmedim hiç bir zaman. Ancak yaşadıklarımın başkalarına bir örnek oluşturmasından da mutlu olurum. Deneyimlerimi okuyanlar kendi hayatlarına ilişkin ipuçları bulabilirler. Okurlarımın nelerin mümkün olduğunu görmelerini isterim. -Kitaplar öğretmez mi? Kitapların amacı hocalık yapmak değildir. Ama sonrasında okuduklarınıza dönüp baktığınızda bir dönüşüme vesile olduğunu farkedersiniz. Kitabın öğretici olduğunu sadece o zaman görürsünüz. -Nedir sizce eserlerinizi bu kadar sevdiren? Bende hâlâ bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum. -İnsanın yaratıcıya olan yolculuğunu, çiceğin ışığa doğru yolculuğuna benzetiyorsunuz. Ancak bu yolculuk bazen gölgeler nedeniyle kesintiye uğruyor. Su Üstüne Yazı Yazmak'ta çiçeğin ışığı arama yolculuğunu anlatmıştınız, Gölgeler Koridoru hangi ışığa doğru yol aldığını bilen çiceğin ışıkla arasına giren gölgelerle savaşını konu ediniyor. Bu tesbitime katılıyor musunuz? Doğru fakat çiçek örneğinde ondan daha fazla dersler de var. İnsanın sevdiği şeylere ne kadar özen gösterdiği-göstermesi gerektiği, insanın sevdiği şeyler için yapabildiği fedakârlıklarla ilgili bir ders de çıkarabiliriz. Veya bizim bağlılıklarımız, dünyaya bağımlılığmız üzerine bir şey söyleyebilir çiçek. Çünkü çiçeğin hilkatinde ışığa yürüyüş vardır. Ama çiçeğin bu tabiii yolculuğunu engelleyen, çiceği tutan engeller var. Bunlar bizim nefsimizin dünyaya olan bağlılığıdır diyebiliriz. Çiçeğin gitmesi gerekiyor. Ancak biz dünyaya bağlılıklarımızla çiçeğin ayağına pranga vuruyoruz. Bu bağlılıklarımızla mücadele etmemiz gerekiyor. -Kitapta dünyayı bir yaprak yığınına benzetiyorsunuz. Oldukça çarpıcıydı. Geçen hafta sonu kelebek koleksiyonu olan bir kişiyle tanıştım. O kadar güzel şeyler öğrendim ki, dünyanın en güzel kelebeklerinin bile ömrü sadece yedi günmüş mesela. Biz dünyaya bağlılıklarımızla bir yaprak yığınından ibaret olan dünyayı Everest haline getiriyor, sonra da onunla kavgaya tutuşuyoruz. Halbu ki iman bize o yaprak yığınını bir çırpıda savurma imkanı veriyor. -Gölgeler Koridoru'nda satırlar arasına gizlenmiş bir hüzün daveti de var. Bir psikolog olarak insanın hüzünle mutlu olabileceğini söylüyorsunuz. Bu nasıl olacak? Bizim için hüzünde de bir tatmin vardır. Bizim hüznümüzde bir olumsuzluk -umutsuzluk yoktur. Kıstırılmışlık hali ya da negatif bir duygu değildir. Aksine zihin berraklığı halidir. O haldeyken güzelliği de görürsünüz. Muhiddin İbn-i Arabi Hazretleri 'Bu dünyada bir istasyondan bir istasyona sürekli geçiş halindeyiz' diyor yani bu dünyada bazı dönemlerde biraz konforumuz olabilir ama bu konfor hiç bir zaman kesintisiz olmayacak. İnanmayan bir insan olsanız da bu zorluklara katlanmak zorundasınız. Bu dünyada hüzün anları ve tatminkârlık duygularını tattığınız zamanlar olacaktır. -Tasavvuf coşku kaynağıdır. Kendini keşfettikçe mutluluk yolunda önemli adımlar atarsın. Fakat bir yandan da bu keşfin sonunda çıkılan yol, dünyevi hüzündür. Hüzün Müslümanların mecbur olduğu bir şey midir? Bu sorunuzun Hz. Peygamber'in hayatında çok örnekleri var. Bu dünyadan bir yolcu gibi geçip gitmek gerektiğini sürekli olarak bize hatırlatıyor. Bu dünyanın kalıcı bir yer olmadığını sürekli tekrarlıyor Efendimiz. -Bir psikolog olarak tasavvuf ile psikoloji biliminin kıyasını nasıl yapıyorsunuz? Psikoloji tasavvufa nüfuz edemez. Tasavvuf, çok daha kadim, çok daha eski, çok daha bütün bir şey. Kıyas götürecek bir şey değil. İmam Gazali Hazretleri koşullu öğrenmeyle ilgili bilgileri Pavlov'dan 1000 yıl önce söylemiştir. Psikolojinin şöyle bir avantajı var. Psikolojiyle ilgilenen kişiler bir potansiyel taşır. Çünkü psikojinin alanı da kendini keşif sürecidir. Oraya bir giriş yapar. Farkındalık denilen kavram çok önemli. Ben kimim, bir insanın kendim dediği şey nedir. Psikoloji, bu sorulara cevap araması açısından çok büyük bir potansiyel taşıyor. Buna bir de samimi bir ilgi eklenirse tasavvufu anlamak bir psikolog için çok daha kolay olabilir. Ancak şunu hatırlatalım ki, psikoloji biliminin bakış açısıyla tasavvuf tanınmaz. Tasavvuf kitaplardan okuyarak öğrenilecek bir şey değil. Yaşanarak öğrenilecek bir şeydir. TASAVVUF REÇETELERİ YAZMIYORUM -Tasavvufun ruh üzerindeki etkisi nedir? Kendi hastalarınıza tasavvufla ilgilenmeyi öneriyor musunuz? Ben hiç bir zaman tasavvuf reçeteleri yazmadım, yazmıyorum da... Ancak kendim için yazabilirim. Hastalara bunu asla yapmıyorum. Çünkü ben telapatik süreçte kendimi iyileştirici olarak görmüyorum. İyileşme benden gelen benden kaynaklanan bir şey değil. Benim görevim, orada bulunmak, anlamaya çalışmak, derin bir empatiyle paylaşmaya çalışmak. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Şifa kaynağı ben değilim. İyileştirme sorumluluğu benim üzerimde değil. Allah'ın takdiri ile benim aracılığımla geliyor olabilir ama benden bir şey değil. -Siz tasavvufda bir ferahlık bulmuşsunuz. Bunu tavsiye etmeniz doğru olmaz mı? Benim kendi değerlerimi empoze etmeye çalışmam doğru bir şey değil. Sadece insanların farkındalıklarını artırma yolunda girişimlerim olur. Kendi duygularına, kendi düşüncelerine, insanlarla olan ilişkilerine daha fazla odaklanmalarını sağlayabilirim. -Müslüman bir psikolog ya da psikiyatristin Allah inancı olmayan bir danışmandan farkı yok mudur? Benim hastayla buluşma noktam onların bulundukları yerdir. Kendi bulunduğum yere çekmeye çalışmam. Dergaha gelirlerse tabiki o farklı. O zaman başka şeyler konuşabiliriz. Hastam için dua edebilirim ama onlara dua etmelerini söylemem. Hastalarım için namaz kılabilirim ama namaz kılmalarını söylemem. Çünkü herkesin seçme özgürlüğü var. Ne istediklerini öğrenmek bir terapistin görevidir ama istediklerini vermek terapistin görevi değildir. BEN BU KİTAPLARI İNSANLAR DERVİŞ OLSUN DİYE YAZMADIM -Ama her Müslümanın tebliğ görevi vardır. Değil mi? Tebliğ, sokağa çıkıp insanları davet etmek değildir. İyi bir insan, cömert bir insan olmaya çalışarak insanların ihtiyacı olan şeye kulak kabartarak onları gözlemektir. İş buradan geçiyor. Ben bu kitapları insanlar derviş olsun diye yazmadım. Benim için manalı olan deneyimleri paylaşmak istedim. Bu deneyimler bir yere dokunursa insanlara adım attırırsa bir işe yararsa benden daha şükürdar birisi de olamaz. Sokağa çıkıp 50 kişiyi imana getirme gibi bir yükümlülüğümüz yok. Ben de bu kitapları bu yükümlülükle yazmıyorum. Bu mesele ne yaptığınızdan çok nasıl olduğunuz meselesidir. Biz bir şey yapma üzerine aşırı odaklanıyoruz. İlla bir şeyler yapmak zorunda hissediyoruz kendimizi. Halbu ki, ne yapıldığından çok, nasıl olunduğu önemlidir. -Nasıl bir 'hal'den bahsediyorsunuz? Bizim alanımızdan örnek vermek gerekirse bazı terapistler tanı koyma, test yapma hususlarına o kadar odaklanırlarki hastayı kaçırırlar. Hastayı duymazlar, görmezler. Halbu ki hasta oradadır. Örneğin bir asansöre bindiğiniz zaman samimi bir merhaba demek birçok şeyi yapmaktan çok daha kuvvetlidir. -Kitabınızda siyahi bir işçinin mücadelesini anlatıyorsunuz. Siyahi bir işçinin patrona karşı kendi haklarını savunmasıyla Müslüman olmasının nasıl bir ilgisi var? Hakikati müdafaa etmek bir Müslüman hasletidir. Doyuran Allah'tır. Bunu unutmamak gerekiyor. Bu da büyük bir teslimiyetle mümkün. -Şeyhiniz işçinin mücadelesi için cihaddır diyor. Cihad, Allah ile aramıza giren gölgelerle yapılan bir mücadele midir? Cihadla ilgili yanlış bir özdeşim oldu son yıllarda. Zulümle, zalimlikle eş anlamlı gösterilmeye çalışıldı. Cihad aslında mücadele demektir. Bu çoğunlukla çok kişisel bir şeydir. İnanan bir insanın herşeyden önce uyanık olması gerekmektedir. Gözü önünde olup bitenlere karşı uyanık olmalıdır. Bir ikilem, çelişki anında doğruyu seçme mücadelesidir aslında cihad dediğimiz şey. Karar verme anlarında ortaya çıkar bu mücadele. Çünkü ancak zor anlarda öğrenir insan. Hz. Peygamber'in Bedir savaşı sonrasında küçük cihaddan çıktık büyük cihada gidiyoruz demesinden bunu anlıyoruz. Tabii ki, bir Müslüman'ın doğrunun, hakkın tarafında durması gerekiyor. Önümde şeyhim gibi bir rehber olduğu için ben şanslıydım. Siyahi işçinin alması gerekenin çok altında bir ücret almasına karşılık mücadale etmesi gerektiğine üstadım bizi uyandırdı ve bunun bir cihad olduğu konusunda bilinçlendirdi. -Sufilikle bu mücadele anlayışının buluşmasına pek alışık değiliz... Şeyhim der ki, "Tasavvufun bir dergahta oturup sabaha kadar tefekkür edip zikir yapmak olduğunu zannediyorsanız, gerçek tasuvvuf bu değildir. Tasavvuf böyle olsaydı bugüne kadar sufilik diye bir şey kalmazdı. Hiç birimiz sıkıntı çıkmasını, pürüz çıkmasını istemeyiz hayatımızda. İsteriz ki bir ikilemle karşı karşı kalmayalım hayatta. Ama iş böyle değil. Peygamber Efendimiz 'Bir haksızlık gördüğünüz zaman onu elle düzeltin, bunu yapamıyorsanız dille düzeltin bunu da yapamıyorsanız kalbinizle buğz edin' diyor ki bu sonuncusu imanın en zayıf olduğu nokta. -Semboller dünyasında hiç başlamayacak olan ama aynı zamanda devam eden bir üçüncü dünya savaşının yaşandığını söylüyorsunuz. Gölgeler Koridoru'ndan anlaşılacağı üzere bir aydınlık bir de karanlık var. Bir iyi var bir de iyi olmayan. Mesele insanın karanlıkla karşılaştığında ne yapacağı meselesidir. Hangi tarafta olacaksınız, karanlığın tarafında mı olacaksınız aydınlığın tarafında mı olacaksınız? Bu savaşta bencilliğin, aç gözlülüğün, para hırsının, konfor arayışının karşısında silahlarınız; samimiyetiniz, sabrınız, sevginiz, doğruluğunuz, emin oluşunuz olacak. -Türkiye'de olmak ve kitabınızı İngilizce versiyonundan önce Türkçe basmak sizin için neden önemli? Türkiye'de başka bir güzellik görüyorum. İnanılmaz bir tarih var. Türkiye'nin hilafeti taşıması da çok sıradışı olmuştur. Kendini dindar olarak tanımlamayan insanlarda da çok güzel özellikler görüyorum. Adaba çok dikkat ediyorlar. Bu, kültürün bir parçası olmuş. Bu toprakların üzerinde halen sahabelerin ve Allah dostlarının nefesleri olduğunu hissedebiliyorum. Bu çok büyük bir şans. Burada yaşayan insanların bunlara dikkat etmesi gerekiyor. Çok ümit verici bir şey. Modern bir hayatta yaşıyoruz ve değerlerimizi korumaya çalışıyoruz eğer bunlar farkedilmezse gözardı edilirse büyük bir kayıp olur. Farkedilirse de çok büyük bir kazanç ve büyük bir ümit kaynağı. Allah ile bağlantılı birçok şey kültürün içerisine o kadar fazla yerleşmiş ki, dindar olmayan bir insandan da namaz kılmayan bir insanın da estağfirullah, inşallah dediğini duyuyorsunuz. Bu büyük bir şey. -İstanbul'da, bulunmaktan haz adığınız mekanlar var mı? Hangi birini söyleyeyim ki... Birini diğerine tercih edemiyorum. Sultanahmet ile Eyüp'ü nasıl kıyaslayabilirim ki... Şahsen Şehzedabaşı Camii'nde namaz kılmaktan büyük haz alıyorum. Şeyh Yahya Efendi Camii'nde bulunmaktan, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'nin huzurunda bulunmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Topkapı Sarayı yakınındaki İshak Paşa Camii'ni özellikle çok seviyorum. |
Yazar: | asa [ 25.07.12, 09:32 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine. |
Gölgeler Koridoru: Muhyiddin Şekûr’dan Yeni Bir Mektup Sadık Yalsızuçanlar 10 Mayıs 2012 Gölgeler Koridoru türünden hikayeler ve bir tür çağdaş menkibe diyebileceğim pür hikmet ve ibret dolu bu eserler, insandaki Hak ve hakikat iştiyakını güçlendirdiği için çok işlevsel ve yararlı oluyor. Türkiye okurunun ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’la tanıdığı Muhyiddin Şekur’dan yeni bir kitap geldi: Gölgeler Koridoru. Yeni bir haber, yeni bir mektup gibi geldi. Gölgeler Koridoru’nu bir çırpıda okudum. Çeviri için Öykü Özer’i kutluyorum. Sufi Kitap, Şekur’un, Su Üstüne Yazı Yazmak gibi, bir tür özyaşamöyküsel bir hikaye olan Gölgeler Koridoru’nu yayımlamakla gerçekten güzel, bereketli bir iş yapmış. Hak iştiyakıyla sancıyan ruhlara bir Hızır gibi yetişiyor kitap. Gerçi kitapla iş bitmiyor. Hatta kitap da bu yolda engel olabiliyor. Ama Gölgeler Koridoru türünden hikayeler ve bir tür çağdaş menkıbe diyebileceğim pürhikmet ve ibret dolu bu eserler, insandaki Hak ve hakikat iştiyakını güçlendirdiği için çok işlevsel ve yararlı oluyor. Şekur, Ohio, Cleveland doğumlu. Çeşitli akademik görevlerde bulunmuş. Şimdilerde İstanbul’da konuk öğretim üyesi olarak görev yapıyor. 1973 yılında ABD Kent Eyalet Üniversitesi’nde psikolojik danışmanlık dalında doktora derecesi almış. Uzun yıllar New York Eyalet Üniversitesi’nde eğitim danışmanlığı doçenti olarak çalışmış. ABD’de ve başka ülkelerde öğretmen ve uygulayıcı olarak bireysel terapi ve aile terapisi alanlarında ders vermiş, akıl sağlığı alanını konu edinen yazılar yazmış. İslam tasavvufuyla tanışmış. Kutsal toprakları defalarca ziyaret etmiş, Doğu’da uzun geziler yapmış. Bosna savaşında çocuklara psikolojik rehberlik hizmeti vermiş. Şekur, gerek Su Üstüne Yazı Yazmak gerekse Gölgeler Koridoru’nda bütün bu gezilerini, seyahatlerinde tanıdığı arifleri ve manevi öyküsünü samimi, içten bir dille anlatıyor. Gölgeler Koridoru, özellikle Türkiye’deki, Konya ve İstanbul’daki bazı ziyaret ve manevi hallerini de öykülüyor. İlk elden dikkatimi çeken, bilhassa Konevi ve Hz. Pir’in huzurlarında, ziyaretine gittiği zevatın ruhaniyetlerinin tecelli edişi. Ariflerin yüzlerindeki tebessümü görüşlerini bile ayrıntısıyla anlatıyor Şekur. Hakikate açılan pencereler Su Üstüne Yazı Yazmak’ı, Timaş, - The Writing on the Water adıyla - İngilizce aslıyla da yayımlamıştı. Okurun hayli ilgisini çeken ve gönlüne irfan aşkı düşmüş gençler üzerinde hayli etki uyandıran bu kült kitaptaki serencamın derinleşerek sürdüğünü görüyoruz Gölgeler Koridoru’nda. Kitabın adı yine Kurani bir istiareden süzülüyor. Furkan Suresi’ndeki ‘Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi, onu elbet hareketsiz kılardı’ ayetinden mülhem olan Gölgeler Koridoru’nda Şekur, görünmeyen dünyayı keşfetme tecrübelerini daha ileriye taşıyor. Görünene odaklanıldığında kolayca üzerinden atlanıp geçilebilen sıradan olayların, görünenin ötesine nüfuz edildiğinde hakikate uzanan bir nişaneye dönüştüğünü gösteriyor. Gölgeler Koridoru, insana önce kendi bâtınına, enfüsî âlemine, sonra dış dünyadaki olayların iç yüzüne, yani aslında hakikate dair bir kavrayışa nasıl ulaşılabileceğine dair küçük ama etkileyici denemeler yaptırıyor. Bazen bir gece yürüyüşünden, bazen bir ateşböceğinden, bazen bir veranda inşaatından, bazen insanlığı tarif edilmez acılara sürükleyen savaşlardan yola çıkarak bakışımızın nereye odaklanması gerektiğine yönelik hatırlatmalarda bulunuyor. Gölgeler Koridoru, hakikat yolcularının kaçırmaması gereken bir roman. Âdeta karanlıkta kalan insana yolunu gösteren bir ‘altın iplik.’ Şekur, Kuran’ın ve Efendimiz’in (sav) manevi ikliminde yaşıyor. Gerek Rufai meşrebi gerekse tanıştığı ve manevi açıdan gıdalandığı farklı meşreplerdeki arifler onu hep Kuran’ın kalbine taşıyor. Gölgeler Koridoru, bir prologla açılıyor : ‘Şayet benim kulağa tatlı gelen fısıltılarımı işitemiyorsan, o hâlde hayat öğretsin sana öğrenmen gerekenleri...’ Ve bir epilogla sonlanıyor : Bindokuzyüzdoksanlı yılların ikinci yarısında, Saraybosna’ya gidiş gelişleri, savaşın Bosna halkında açtığı derin yaralar ve acılar arasında yaşadıkları ve Şeyhinin nasıl gönlünü okuyarak ruhuna Kuran’dan ve Peygamberimizin hayatından ümit nurları düşürdüğü konu ediliyor. Şekur anahtar cümleyi burada söylüyor : ‘Marifetullaha ulaşabilmek için insanın gönlünde aşk olmalı.’ İrfanî anlatılara ihtiyacımız var Şekur’un hikayesinin tümünü okuduktan sonra gönlüme, Yunus Emre’nin dizeleri geldi: ‘Şeriat tarikat yoldur varana, Marifet hakikat andan içeru...’ Ve İbn Arabi’nin belirlemesini hatırladım: ‘Şeriat, Hakikat’in örtüsü veya perdesi değil, bizatihi kendisidir. Hakikate nüfuz edebilmek için şeriata nüfuz etmek zorunludur.’ Muhyiddin Şekur, uyanışını, kendisini Hakk’a vasıl edecek yolu buluşunu ve bu yolculuğun soluk kesici hikayesini iki kitabında anlatmayı sürdürüyor. Bu hikayenin sonu yoktur. Uğrakları, tanıdığı insanlar, ziyaret ettiği makamlar, huzuruna vardığı arifler, onlardan aldığı dersler ve katıldığı zikir meclisleri bu yolculuğunda yaşadığı hallerin yerleri. Onları o kadar samimi bir biçimde anlatıyor ki, kitabı bu yüzden hikaye mi, roman mı, menkıbe mi, anlatı mı nasıl niteleyeceğimizi şaşırıyoruz. Bu da aslında önemini yitiriyor. Çünkü herkesin biricik olan hikayesi, yine o maceranın içeriğine ve anlatanın mizacına bağlı olarak kendine yakışan bir dili ve kurguyu üretiyor. Ama bizim modern düşünme ve edebiyat ortamımızın böylesi irfani anlatılara ihtiyacı olduğu kesin. İçimizde manevi bir rüzgar estirecek, bizdeki Hak aşkını artıracak anlatılara. Şekur’un Gölgeler Koridoru bu anlamda gerçekten defalarca okunabilecek, her okunduğunda ayrı bir neşve duyulacak bir kitap. En’am suresinden yaptığı alıntıdaki gibi, ‘O’nun bilgisi dışında bir yaprak dahi düşmüyor...’ alemde. Hikaye, kendi kişisel algısının ve bireysel doğasının sınırlarını taşmak isteyen ve bunu başaran bir salikin hikayesi. Şekur bütün bu kozmik hikayeyi, kendi tecrübeleri içinden anlatıyor. Özel bir kurguya ihtiyaç duymuyor. Kendi öyküsü, yine kendi tabii mecrasında seyrederken anlatılmış oluyor. Bu da ancak acı çekenlerin başkalarına yardımcı olabileceğine ilişkin kanaatimizi pekiştiriyor. KİTAPTAN ... ‘(...) Tekrar tekkeye girdiğimde ezanın son nağmeleri duyulmaktayken camdan dışarı baktım. Gözlerim manzaraya kilitlenmişken gökte parlak bir yıldız zuhur etti. Bana öyle geliyordu ki, benimle sohbet eden bu yıldızın pırıltılarıyla ezan arasında tarif edemediğim bir rabıta vardı. Bu pasparlak yıldız, ezan hitam bulur bulmaz gözden kayboldu. Bu hadiseler, bana Ramazan ayının bitmekte olduğunu haber veriyordu. Parlayıp sönen ve titreşen bu ışıklar vesilesiyle bana, Allahu Azimüşşan, dualarımı kabul ettiği ve beni dosdoğru ve incelikli bir yoldan yürüterek maksuduma vasıl etmiş olduğunu bildiriyordu. Ramazan’ın son gecesinin aksine, Mafsad hocanın bizi ziyaret ettiği gece, gökyüzüne ta boynum ağrımaya başlayana dek ümitle baktım. Fakat hiçbirşey görmedim. Hal böyle olunca tekkeye geri dönmeye karar verdim. Ama kapıya yönelmemle birlikte ne yöne baksam karşımda yanıp sönen ateşböcekleri gördüm. Başından beri orada oldukları halde, nasıl olduysa görmemiştim onları. Ama sonra, birdenbire görüvermiştim işte. İçim hayret ve şaşkınlıkla doldu. Nasıl olurdu da bu mahlukları görmezdim. Neden gelmişlerdi? Bu sorulara cevap ararken, kendimi hâlâ aptal gibi hissediyordum. O gecenin daha erken saatlerinde, karanlıkta durup sanki galaksiler arası mesafeler görüş menzilimdeymiş gibi gözlerimi gökyüzüne dikmiştim. Oysa harikulade varlık, benim yanıbaşımdaydı. (...)’ (87-88) |
Yazar: | asa [ 25.07.12, 09:39 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine. |
ŞEKUR “GÖLGELER KORİDORU”NU ANLATTI Alıntı: İlk kitabı “Su Üstüne Yazı Yazmak” ile ülkemizde büyük bir kitleyle buluşan Muhyiddin Şekûr, bu kitabında manevi macerasını on binlerce okuruyla paylaşmıştı. Bu kitabın müptelaları, Şekûr’un ikinci kitabını yıllarca beklediler. Ortalıklarda görünmeyi pek sevmeyen Şekûr’un kendisinden de yeni kitapla ilgili bir haber alınamıyordu. Derken, nihayet Şekûr’un yeni kitabı, hem de ilk kez Türkçede yayınlandı. Bu ikinci kitap “Gölgeler Koridoru” adını taşıyor. “Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabının devamını yazıyor Şekûr. Sadece, ilk kitaptaki acemi derviş yerini daha uyanık, daha şuurlu bir dervişe bırakmış; imtihanlar zorlaşmış, işaretler daha girift hale gelmiş. Esenler Belediyesi’nce kitapseverleri yazarlarla buluşturmak amacıyla düzenlenen “Bir Kitap Bir Yazar” programında konuşan ABD'li Psikolog-Yazar Muhyiddin Şekûr, Türk okurları tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Şekûr, ikinci kitabı “Gölgeler Koridoru”nu kitapseverlere anlattı. Esenler Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü tarafından kitapseverleri yazarlarla buluşturmak amacıyla düzenlenen “Bir Kitap Bir Yazar” programı kapsamında, “Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabı Türkiye'de büyük ilgi gören ABD'li Psikolog-Yazar Muhyiddin Şekûr ağırlandı. Esenler Belediyesi Konferans Salonu’nda, Senai Demirci moderatörlüğünde gerçekleştirilen “Bir Kitap Bir Yazar” programı kapsamındaki söyleşide yazarın yeni kitabı “Gölgeler Koridoru” konuşuldu. Program, moderatör Senai Demirci’nin, “Çevirisini yaparken hayatımda olumlu yönde kırılmalar oldu” dediği ve Muhyiddin Şekur’la tanışmasına vesile olan yazarın ilk kitabı “Su Üstüne Yazı Yazmak” hakkında verdiği bilgiler ve kitaptan okuduğu bir bölümle başladı. HERŞEY, KİŞİNİN GÖRMEK İSTEDİĞİYLE ALAKALI Söyleşi, Senai Demirci’nin yazar ve kitaplarıyla ilgili verdiği bilgilerin ardından Muhyiddin Şekur’un kitaplarını okuyan okurların yazar ve kitapları hakkındaki düşüncelerini anlatması ve sorularıyla devam etti. “Ben sadece kendi hayatımla ilgili hikâyeler anlatıyorum” diyerek kitaplarının yazılış hikâyelerinden bahseden Şekur, mucizevî gibi görünen olayların istenirse herkeste olabileceğini söyledi. Kitaplarında insanın, kendine yönelik yaptığı arayışla aslında zannettiğinden çok daha ötede biri olduğunu keşfedebileceğini söyleyerek adeta insanlara bu keşfin davetiyesini sunan Şekur, "Kendinizi, gerçek sizi görmeye başladığınızda bu sadece bir başlangıçtır” dedi. Günümüze hemen her şeyin mekanik olarak yani ezberden yapıldığını vurgulayan Şekur, “İnanmaktan daha ötesini yapabilirsiniz. Gerçekte yapmak istenilenleri mekanik olarak yani ezberden değil de inanarak yaparsanız çok daha farklı ve fazla şeylere ulaşabilirsiniz” diyerek asıl önemli olanın bir şeyi kişinin gerçekten görmek isteyip istemediğiyle alakalı olduğunu ifade etti. Hz. Peygamber’in miraca yükselmesinin bir peri masalı olmadığını ve herkesin kendi içinde mucizelere tanıklık edebileceğini anlatan Muhyiddin Şekur, söylediği Türkçe ilahiler sonrasında okurların gösterdiği yoğun ilgi eşliğinde kitaplarını imzaladı. 21.05.2012 Alıntı: Muhyiddin Şekûr, Afro-Amerikan bir psikoloji profesörü. Çokları onu 'Su Üstüne Yazı Yazmak' isimli kitabından tanıyor.
24 yaşındayken İslâmiyet'le tanışan Şekûr'un son kitabı 'Gölgeler Koridoru' Sufi Kitap tarafından Nisan ayında yayımlandı. Şimdilerde Fatih Üniversitesi'nde misafir öğretim görevlisi olarak bulunan Şekûr, önceki gün yayınevinin Türkiye Yazarlar Birliği'nin İstanbul şubesinde düzenlediği konferansta okurlarıyla buluştu. "Kitaplarımda kendi hikâyemi anlatsam da, siz kendinizi okuyun." diyen Şekûr'un bu hayatta en önemsediği şey içsel yolculuk. Kendi içinde bir arayışla insan, olduğunu zannettiği kişinin çok ötesinde biri olduğunu keşfedebilir; işte Şekûr de yazdıklarıyla insanlara bu keşfin davetiyesini sunuyor ve ekliyor: "Kendinizi, gerçek sizi görmeye başladığınızda bu sadece bir başlangıçtır." Modern insan, hayatını sahip oldukları ve olmadıkları üzerine kuruyor. Tasavvuf ehlininse buna karşı duruşu belli: Sahip olduklarına bak ve şükret! Şekûr, tehlikesini anlatırken yine içsel arayışımıza değiniyor. "Bu yolculukta kim olduğunuzu keşfedeceğiniz şey şükürdür. Modern insan için elzem olan, 25 dakika bile olsa günün sonunda sükunet için zaman ayırmak ve anlam ifade eden şeylere şükür penceresinden bakmak." diyor. ZEHRA ONAT - CİHAN |
Yazar: | asa [ 27.07.12, 11:26 ] |
Mesaj Başlığı: | Re: Muhyiddin Şekur ve Yeni Kitabı "Gölgeler Koridoru" Üzerine. |
Tasavvuf ve nükleer eleştiri Sibel ERASLAN sibeleraslan@stargazete.com 27 Temmuz 2012 Dr. Muhyiddin Şekür’ün “Gölgeler Koridoru” adını taşıyan güncesi şu çarpıcı epilogla başlıyor: “John Greene suç duyurusunda bulundu”... Bir mutasavvıfın günlüğü için alışılmadık bir giriş. Irk ayrımcılığıyla alakalı olarak yaşanmış bir haksızlık ve bu haksızlığa karşı verilen hukuk mücadelesinin tasavvuftaki karşılığı nedir? Bizde genellikle itaat ve teslimiyet temrini ve “koyundan yavaş gerek”liğiyle temayüz eden üstünkörü malumatı sarsan bir kitap “Gölgeler Koridoru”. Kitabın beni çarpan diğer tavrıysa, yaşadığımız gündelik ve küçük hemen her olayın orta ve yüksek ilgileriyle birlikte ele alınması... a- Gece karanlığında yanıp sönen bir ateş böceğinin; b- Kainattaki başka ve büyük olaylarla ilgisi; c- Aynı böceğin pırıltısının batıni boyutta veya ahiretteki izdüşümü diyebileceğimiz karşılıklarının iç içe ve aynı anda okunması ile ilgili tecrübe... Hayatın tüm olaylarını bir arada ve çoklu okuyarak birdenbire ve adeta sıçrayarak düşünceye dönüştürmek. Bölünmüşlükten, yarılmışlıktan, düalizmden, hatta perspektiften kurtularak yeni bir seyir macerasından bahsediyor Şekür. Tasavvuf derslerinde Molyer okuyan müritlere rastlıyorsunuz veya meşhur bir caz şarkıcısının nakaratlarından Allah’ın birliğini terennüm eden şakirtlerle karşılaşıyorsunuz. Ya da Dr. Şekür’ün Bosna’da mermiler altında yaptığı bir terapi. Veya tıp profesörü olan Şeyh Efendi’nin Çernobil felaketi sonrasında “nükleer tehdit karşıtlığı” bağlamında başlattığı konferanslarını da aynı tasavvuf güncesinde okuyabiliyorsunuz. *** Geçtiğimiz hafta Akkuyu’da denize sıfır olarak tasarlanmış nükleer tesisin maketleri yayınlandı basında. Beynim zonkladı. Lakin bizde nükleer konusu siyasi bir tartışmadır. Neticeten Ortadoğu’nun savaşkan rüzgarları arasında büyümüş kimseleriz hepimiz. Burnumuzun dibinde esen savaş rüzgarları bir yandan, enerji konusunda dışa bağımlılığımızdan kurtuluş reçetelerinin bizleri zorunlu olarak yönelttiği nükleer iyimserliklerimiz bir yandan... Çok sesli bir tartışmamız yok nükleer konusunda... Öte yandan nükleer güç sahibi ulusların çoğu kez insan haklarını hiçe sayan güç delisi politikaları da farkında olmadan bizleri eğitiyor, nükleer savunma lehine... Tahran’da katıldığım bir uluslararası konferansta hem Fethi Yeken’in hem Rafsancani’nin nükleer güç lehine ortaya koydukları ikna edici dini, felsefi, siyasi görüşleri de anımsayarak... İlk kez bu kadar samimi nükleer karşıtı bir tez okudum Şekür sayesinde. Tasavvufun özündeki hikmetli seyrediş, rıza, paylaşım, infak, dayanışma, insana ve doğaya sevgi, çevrenin varoluş hakikatine saygı, kainattaki ahengin en anlamlı ders oluşu bilgisi gibi başlıklarla, nükleer tehdidin karşısında yer alıyordu Şekür ve arkadaşları... Doğrusunu isterseniz, ne alışık olduğumuz ulusalcı siyasetlerle ilgisi var tüm bu söylediklerinin, ne de iğneli fıçıya çevirdiğimiz Ortadoğu konjonktürüyle. Bizler, savaşların, katliamların, işgal ve sürgünlerin içinden geçen deneyimlerimizle Şekür’ün teklif ettiği kainatın çoklu okunması ve tevhidi anlamından oldukça uzağız. *** Fakat buradan bambaşka bir sonuç daha çıkıyor: Müslümanlar, her konuda aynı şeyi düşünen monist/homojen bir toplum değildir. Bunun bir düşünce bereketi hasıl edeceğini umuyorum. Geçtiğimiz yüzyıl, modernizmin insanlığa ve gezegenimize dayattığı ağır bilançolarla kapandı. İkisi büyük dünya savaşı ve yüzlerce yerel çatışmanın yanı sıra, sömürü, işgal, sürgün, açlık ve bozulan ekolojik dengeyle birlikte devasa bir yenilginin pençesindeyiz tüm bilimsel ilerleme nidalarının yanı sıra... Paradigmal iflas evresinde; hukuk taleplerini de içinde barındıran tasavvufi teklif, gına getiren çıkışsızlıklarımız için yeni bir öneri olabilir mi? Siyasetten değil, Kainatı yeniden okumaktan bahsediyorum. Enerji tröstleri, ulusal siyasetler ve reel diplomasilere rağmen, nükleer tehdide hayır diyebilir miyiz? |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |