Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Türkistan’ın Işığı Necmeddin-i Kübra / Prof.Dr. Mustafa Kara
MesajGönderilme zamanı: 07.05.10, 09:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Türkistan’ın Işığı: Necmeddin-i Kübra

Prof.Dr. Mustafa Kara


1145-1221 Tarihlerinde Türkistan’da yaşayan tasavvuf ulusu Necmeddin Kübra, Moğol istilasına karşı duruşu ve bu yolda şehid olması ile de tanınır.

Yazar önsözde, “Türkler müslüman olmaya başladıktan sonra kendilerini huzurunda buldukları ilk gönül adamı Ahmed Yesevi olmuştu onun hizmetleri devam ederken dünyaya gelen Necmeddin-i Kübra ise Türkistan bölgesinin ikinci ulu kişisidir. Bir asır sonra gelen Bahaeddin Nakşıbend ile ‘sacayağı’ tamamlanır” diyor.

Necmeddin Kübra’ya isnad edilen Kübreviye tarikatı, Anadolu’da ve Balkanlar’da da yayılmış etkili bir yoldu. Tasavvuf tarihi ile ilgili çalışmaları ile tanınan Prof. Dr. Mustafa Kara, bu hacmi küçük, muhtevası zengin kitapta Necmeddin Kübra’yı, yaşadığı dönemi ve tesirlerini güzel bir üslupla sunuyor. Kitapta yer alan resimler esere ayrı bir güzellik veriyor.

Hassa Mimarlık Kültür Yayınları,
İstanbul-2008


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Türkistan’ın Işığı Necmeddin-i Kübra / Prof.Dr. Mustafa Kara
MesajGönderilme zamanı: 10.05.10, 09:03 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Hz. Pîr Necmeddîn Kübrâ'nın Şehadeti

MENAKIBA GÖRE:

Moğollar’ın Harezm’i İstilâsı ve Necmeddîn Kübrâ'nın Şehîd Edilmesi

“Tatarlar ‘ın, diğer adıyla Moğollar ‘ın İslâm diyârına girişleri hâdisesini kaleme almaktan yıllarca çekindim. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine inanıyor, bazen de vazgeçiyordum. İslâm’ın ve müslümanların ölüm haberlerini ve başlarına gelen büyük felâketi yazmak kimin kolayına gelebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felâketten evvel ölüp gitseydim. Adım ve sanım unutulsaydı da bu olayla karşılaşmasaydım, böyle bir olayı yaşamasaydım.”190

Devrin meşhur tarihçisini bu kadar hüzne boğan ve olayları yazmakla yazmamak arasında bırakan büyük bir katliamı İslâm dünyası daha önce hiç yaşamamıştı. Halkın büyük bir kısmının canını ya da malını kaybettiği böyle bir felâketin, insanları çeşitli efsâneler ve kahramanlıklar üretmeye sevk ettiği muhakkaktır. Elbette olayların dînî, siyâsî ve sosyal bazı sebepleri vardır. Fakat halk bunları, büyük şahısların haksız yere öldürülmelerine veya gönüllerinin kırılmasına bağlamaktan memnuniyet duymuştur. İşte Necmeddîn Kübrâ’nın halk nezdinde, Harezm kuşatmasından önce, kuşatma sırasında ve şehîd olurken oynadığı rolü böyle bir ortamı ve zihnî paradigmayı göz önüne alarak yorumlamak zarûridir.

Peki Moğol istilâsı niçin vuku buldu? Menkıbelere baktığımızda, halifesi Mecdüddîn Bağdâdî’nin haksız yere katledilmesi karşısında Necmeddîn Kübrâ’nın sultana cevabı “Bunun diyeti senin başın olacak!” sözüdür. Bunu yapacak olanlar ise kısa bir süre sonra ortaya çıkacak olan Moğollar‟dır.

Hâdise şu şekilde gelişmiştir:
Bir gün Bağdâdî dervişleriyle birlikte oturuyordu. Sekr hâli kendisine galip geldi ve şöyle dedi: “Deniz kenarındaki bir kaz yumurtasıydık, şeyh ise bir kuş idi. Terbiye kanadını bizim üzerimize örttü, yumurtadan çıktık Kaz yavrusu gibi denize gittik, o kenarda kaldı.”

Şeyh Kübrâ kerâmet nûruyla bu sözü bildi. Dilinden şunlar döküldü: “Deryâda ölsün!” Mecdüddîn bunu işitince korktu, Sa‟deddîn Hammûye'nin huzuruna geldi, yalvarıp yakardı ve şöyle dedi: “ Şeyh müsait olduğu bir zaman haber et de gidip özür dileyeyim.” Şeyh de semâ‟ esnasında bir ara hoşhâl oldu. Sa‟deddîn, Mecdüddîn’e haber verdi. Mecdüddîn yalın ayak geldi. İçi ateş dolu bir leğeni başı üzerine koyarak pabuç çıkardıkları yerde durdu. Şeyh ona bakarak şöyle dedi: “Perişan sözlerinden özrünü dervîşâne diliyorsun. Din ve imânını selâmete ilettik, fakat başını vereceksin ve deryâda öleceksin. Biz de senin ardından gideriz, nice serdârların başları ve Harezm meliki de senin yüzünden gider ve âlem harap olur.”

Bağdâdî, şeyhinin ayağına kapandı. Ama yine de bir zaman sonra onun dediği zuhûr etti. Mecdüddîn, Harezm‟de vaaz ediyordu. Sultan Muhammed’in anası gayet güzel bir kadındı ve onun vaazlarına geliyordu. Bazen ziyâretine bile giderdi. İddiacılar fırsat kolladılar. Sultanın aşırı sarhoş olduğu bir gecede ona şöyle bir şey arzettiler: “Ananız İmam Ebu Hanîfe mezhebince şeyhin nikâhlısı olmuştur.” Sultan had safhada huzursuz oldu ve “Onu Dicle’ye atın.” diye emretti, attılar.

Haber Şeyh Kübrâ’ya ulaştı, hâli değişti ve şöyle dedi: “ İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciûn. Oğlum Mecdüddîn’i suya attılar, öldü.” Başını secdeye koydu. Uzun bir zaman secdede kaldı. Başını secdeden kaldırdı ve şöyle dedi: “Hz. İzzet'ten şunu istedim: Oğlum Mecdüddîn’in diyetini Sultan Muhammed’in mülkünden ala!”

Sultana haber verdiler. Son derece pişman oldu, yaya olarak Hz. Şeyh’e geldi. Bir leğen dolusu altın getirdi. Üzerine de bir kılıç ve bir kefen koydu ve: “Diyet istiyorsanız işte altınlar, kısas diyorsanız işte kılıç!” dedi.

Şeyh cevap olarak, “Bu Kitap‟ta takdir edildi.” (İsra, 17/58) âyetini okudu. “Onun diyeti senin mülkündür. Senin de, birçok kişinin de başı gider. Biz de sizin yüzünüzden gideriz.” diye de ekledi. Sultan Muhammed ümitsiz bir vaziyette geri döndü. Kısa bir zaman sonra Cengiz Han hurûc etti. Olan oldu.191

***

Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi ‘nde geçen aşağıdaki menkıbede ise İslâm âleminde derin yaralar açan Moğollar’ın Bağdat’ı istilâsı ve Abbâsî hilâfetine son vermesi, Necmeddîn Kübrâ’nın kitabına ilgi göstermeyip suya atan padişahtan incinmesine bağlanmıştır. Olay şöyle cereyân etmiştir:
Şeyh rasad bilgisine ait bir kitap yazıp Bağdat padişahına sundu. Bu kişi Abbasoğulları’ndandı. Bağdad, Cezâyir, Kürdistan ve Musul onun elindeydi. Fakat aklı biraz kıttı. Şat ırmağının kıyısında yüce bir köşk yaptırmıştı. Oturduğu yerin duvarında, Şat ırmağına karşı pencereler açtırmıştı. Oturur, bu ırmağı seyreder dururdu. Aynı zamanda elinde ne varsa suya atardı. Vezirler, “Neden böyle yapıyorsun?” diye sorduklarında, “Suyun sesi hoşuma gidiyor.” derdi.

Şeyh Kübrâ yazdığı kitabı götürüp bu padişaha verince, o bir müddet kitaba baktı, sonra pencereden suya atıverdi. Vezirler “Aman, ne yapıyorsun? Böyle yüce, üstün, olgun, bilgin kişi ömrünü sarf etmiş, rasad bilgisine ait eşsiz bir kitap yazmış sana getirip sunmuş. Sen ise onu suya attın, iyi bir iş yapmadın.” dediler. Padişah yine âdeti üzere “Suyun sesi bana hoş geliyor, o yüzden attım.” diye cevap verdi.

Necmeddîn Kübrâ bu durumu görünce, pek incindi. Mahzun bir halde dışarı çıktı, vezirler de çıktılar. Şeyh, vezirlere “Bu yaptığı iş nedir? Rasad bilgisi gibi bir bilgiye ömrümü harcadım, bunca zamandır uğraşıp bir kitap yazdım, ona sundum, tuttu, suya atıverdi. Benim zahmetim hiçe gitti.” dedi. Vezirler, “Ne yapalım, deli bir adam, aklı kıt, biz de bu hâlinden incinip duruyoruz. Cin mi tutuyor nedir? Dâima böyle yapıyor. Neden yapıyorsun deyince de kızıyor.” dediler.

Şeyh oradan kalkıp yola düştü. Bu padişaha kinlendi. İçinden “Sana bir iş edeyim ki, âlemde destân olsun, söylensin dursun.” dedi. Deşt-i Kıpçak‟tan ötede, Tataristan ülkesi vardı. O ülkede Cengiz Han adlı bir melik hüküm sürmekteydi. On oğlu vardı.192 Necmeddîn Kübrâ da bütün bilgilerde eşsizdi. Şeyh, Cengiz’in oğullarından her birinin tâlihine baktı. Onların birinin adı Kâvus Han‟dı. Şeyh onun tâlihini pek kuvvetli buldu. Cengiz Han’a gidip “Ben bütün bilgilerde eşsizim, oğlunun tâlihine baktım, eğer ona asker verir Bağdad padişâhına gönderirsen bütün memleketleri alır, hiç kimse ona karşı koyamaz.” dedi. Cengiz Han onun sözüne inanmadı. “Atalarımız, dedelerimiz nice kere asker çektiler, onlarla başa çıkamadılar. Ben oğlumu yollamam.” dedi. Şeyh Kübrâ, “Ben bulup anladığım şeyi söylüyorum. Sözüme inanmıyorsun. Ayın filan gecesi ay tutulacak, gör de bak, sözüm yalan mı gerçek mi?” dedi. Cengiz, “Bakalım, görelim. O gece dediğin gibi, ay tutulursa, oğlumu yollarım.” diye cevap verdi.

Necmeddîn Kübrâ’nın dediği gece ay tutuldu. Şeyh, Cengiz Han’ın sarayına gelip kapıcılara “Girin, padişâha haber verin, ay tutuldu.” dedi. Kapıcılar, “Uyuyor, uyandıramayız.” dediler. Şeyh oradan koştu, şehir halkına “Ay tutuldu, tas, tepsi, leğen, hâsılı bakırdan yapılma her ne varsa çalın da bu ay tutulması geçsin.” diye seslendi. Bunu duyan halk da hemen eline geçirdiği şeyi çalmaya başladı. Şeyhin maksadı padişâhın uyanmasını sağlamak ve sözünün doğru olduğunu ispat etmekti.

Gürültü çoğalınca Cengiz Han uyandı, “Bu nedir?” dedi. “Ay tutuldu.” dediler. Ayağa kalktı, sahiden de ay tutulmuştu. Şeyhin sözüne inandı, oğluna yüz bin göçer Tatar evi verdi, oğlan, kız, kavim, kabile hepsini şeyhle gönderdi. Onlarla beraber bir de ulu keşiş yolladı. O vakit Tatar, İsa dinindendi.193

Kâvus Han o yüz bin Tatar eviyle yürüdü, günün birinde Bağdad’a geldi. Bağdad padişahına haber verdiler, o da asker topladı. Kâvus Han’a karşı mücâdele etti. Fakat savaşta yenildi. Kâvus Han Bağdat’ı aldı, bütün Irak’a hükmetmeye başladı. Necmeddîn Kübrâ’nın amacı öç almaktı, maksadına ulaştı. Kâvus Han‟dan izin aldı, işine gitti.194

***

Aşağıdaki menkıbelere göre, Moğol istilâsının gerçekleşmesine neden olan olayların baş aktörü Şeyh Kübrâ, Harezm savunması esnasında da önemli görevler üstlenmiş, hem bir velî olarak çeşitli kerâmetler göstermiş hem de kahraman bir savaşçı gibi mücâdele vermiştir. Hattâ şehîd olurken bile başını vuran kişinin müslüman olması için gayret göstermiştir. En sonunda da hayır ve şerrin sadece Yüce Allah‟tan olduğunu belirterek teslimiyet halindeki bir sûfî portresi çizmiştir. Onun Harezm kuşatması ve savunması esnasındaki menkıbelerini takip edelim:
Hülâgû akşam vakti Harezm’i kuşatınca195, “Sabahleyin şehri tasarruf altına alacağız.” dedi. Fakat sabah olunca, Harezm görünmez olmuştu. Sadece halkın ve hayvanların sesi kulaklara ulaşıyordu. Bu durum, şeyhin kerâmetlerindendi. Allâme Tûsî, “Sadece Harezmli olan birisi şehri görebilir.” deyince, askerler ırmak kenarındaki bir balıkçıyı tutup getirdiler. Tûsî onu Necmeddîn Kübrâ’nın yanına gönderdi ve ondan kaleyi terk etmesini istedi. Şeyh bunu yapmayacağını bildirdi. Hülâgû ona ailesiyle birlikte şehri terk etmesi konusunda izin verdi. O, bu teklif karşısında şu tarihî sözlerini söyledi: “Hayatımın en güzel günlerinde burada idim, musîbet anında şehri terk etmek benim için alçaklık ve zillettir.” Bu cevap üzerine Tûsî, Hülâgû’ya atları aksi yönde sürmelerini ve sonra da şehre girmelerini tavsiye etti. Hülâgû de bu tavsiyeyi yerine getirdi.196

Kerbelâî’nin aktardığı rivâyette Necmeddîn Kübrâ ile Moğollar arasında elçilik yapan kişi farklıdır. Şeyhin cevabı da daha sert ve meydan okuyucu niteliktedir. Aynı zamanda geleceğe yönelik bir kerâmeti de içermektedir:

Tatar ordusu Buhara’ya ulaşınca, devrin en büyük âlimi olan Kadı Han orada idi. Onu orduyla birlikte Harezm’e getirdiler. Harezm’in kapısına vardıklarında Kadı Han onlara şöyle dedi: Sultânü’l-Meşâyih Şeyh Necmeddîn Kübrâ buradadır, o ve müridleri edebsizlik yapıp şehri terk etmezler. Orduyu komuta eden Cengiz Han’ın oğulları şu mesajı iletmesi için Kadı Han’ı şeyhin yanına gönderdiler: “Bizim sizinle ve müridlerinizle bir işimiz yok. Şeyh lûtuf buyurup yakınları ve müridânı ile şehri terk etsin ki istenmeyen bir hâdise olmasın.” Bu mesaj karşısında şeyhin cevabı şu oldu: “Eğer sizin bizimle işiniz yoksa, bizim sizinle işimiz var. Zîrâ biz sizin için bir duâ ettik ve bu belâ duâmız sebebiyle meydana geldi. Mürüvvet ve fütüvvet bakımından bu olaya boyun eğmek gerek. Biz gazâ ve şehâdet devletine sizin sayenizde ulaşacağız; siz de bizim sayemizde İslâm’la şerefleneceksiniz.” Bu sözüyle o, Sa‟deddîn Hammûye’nin oğlu Sadreddîn İbrahim vasıtasıyla Sultan Saîd Gāzân Han’ın müslüman olacağına işaret ediyordu.197

Bu elçilik hâdisesi vuku bulunca casuslar, Harezm yöneticisine, Necmeddîn Kübrâ’nın düşmanla görüştüğünü söylediler. Sultan buna kızdı ve şeyhe düşmanla her türlü teması kesmesini emretti. Sonra müneccimlerden Moğollar’ın ne ile meşgul olduklarını öğrenmelerini istedi. Onlar da, Moğollar’ın atlarının Çin tarafına doğru gittiğini haber verdiler. Harezmşah Muhammed şehrin dışına çıkmak istedi, fakat Şeyh Kübrâ şehrin kapısına oturmuş, ayaklarını uzatmış ve yolu kapatmıştı. Sultan ondan ayağını çekmesini istedi. Bu sırada şeyh, Hızır’ın Moğol ordusunun en önünde bulunduğunu gördü. Ona, orada ne işi olduğunu sordu. Hızır da kendisinin Şeyh Kübrâ’nın gözcüsü ve muhâfızı olduğunu söyledi.

Bunun üzerine şeyh ayaklarını çekti ve Harezm apaçık göründü. Necmeddîn Kübrâ şehrin dışına çıktı. Bu esnada Hülâgû’nun oğlu ona hücum etti ve onun başını kılıçla kesti. Şeyh bir eliyle kendi başını diğer eliyle de katilin başını tuttu, yaşlı bir kadının bahçesine yöneldi ve orada öldü. Ölüm tarihi için “şâh-ı şühedâ” (616) tarihi düşüldü.198
Arkadaşları Hülâgû’nun oğlunun perçemini şeyhin elinden kurtaramadılar. Tûsî, “Yegâne kurtuluş yolu, bu gencin müslüman olmasıdır.” dedi. Bunun üzerine genç kelime-i şehâdet getirdi ve müslüman oldu. Bu sırada Necmeddîn Kübrâ dile geldi ve “Biliniz ki ben onu cennete götürüyorum, zîrâ o benim için büyük bir iftihardır.” dedi. O anda ikisi de görünmez oldular. Hülâgû bu kızgınlıkla Hârezm’i katle ve yağmaya girişti.199

Nefehât ‟te ise Şeyh Kübrâ’nın Harezm savunması esnasında gösterdiği kahramanlık şu şekilde anlatılmaktadır:

Moğollar Harezm’e geldiği zaman şeyh müridlerini topladı. Bunlar altı yüzden fazlaydı. Sultan Mahmud Harezmşah kaçmıştı. Moğollar ise onu Harezm‟de biliyorlardı. Nihâyet Harezm’e girdiler.
Şeyh müridlerinden Sa‟deddîn Hammûye, Radıyyüddin Ali Lâlâ ve diğer bazılarını çağırdı ve “Hemen kalkınız, memleketinize gidiniz. Doğu tarafından bir ateş yakıldı. Batıya yakın bir yere gelmiştir. Bu büyük bir fitnedir. Bu ümmet içinde onun benzeri görülmemiştir.” dedi. Bazı müridleri, “Hz. Şeyh dua buyursa da bu fitne müslümanların diyârından defolup gitse.” dediler. Şeyh, “Hayır bu bir mübrem kazâdır200, dua ile ona engel olunamaz.” buyurdu. Dostları, “Davarlar hazır, şeyh arkadaşlarıyla beraber uygun görürse Moğollar gelmeden Horasan'a doğru yola çıkalım.” diye ricâda bulundular. Şeyh ise şöyle buyurdu: “Ben burada şehîd olmak isterim. Dışarı çıkmak için bana izin yoktur.” Daha sonra müridleri Horasan’a doğru yola çıktılar. Kâfirler şehre geldi. Şeyh geriye kalan arkadaşlarını çağırıp şöyle dedi: “Hadi, kalkınız! Allah ismi uğruna O’nun yolunda savaşalım.” Kendisi de evine gitti. Hırkasını giydi, kemerini iyice kuşandı. Hırkanın önü açıktı. İki koltuğunun altını taşla doldurdu. Eline de bir ok aldı. Dışarı çıkıp düşmanlarla karşı karşıya geldi. Onlara taş atıyordu. Nihâyet taşı kalmadı. Kâfirler onu ok yağmuruna tuttular. Bir ok mübarek sînesine isabet etti. Çekip çıkardı, oraya düştü ve vefat etti.

Şehîd olacağı sırada bir kâfirin perçemini tutmuştu. Şehâdetten sonra hiçkimse onu elinden kurtaramadı. Nihâyet kâfirin perçemini kestiler. Bazı kimseler de Mevlânâ bir manzumesinde bu kıssaya şu şekilde işaret etmişlerdi, derler:

Biz ol ızz u kerem kavmindeniz kim
Demâdem ıyş idüb sâğar tutarlar
Ne şol bî-kad ü müflislerdeniz kim
Füsûn edüb bize lâğar tutarlar
Bir elden nûş edip îman şarâbın
Bir elde perçem-i kâfir tutarlar.201

201 Bkz. Câmî, ss. 594-595. Osmanlıca metni için bkz. Câmî, Nefehâtü’l-Üns, tercüme ve şerh: Lâmiî Çelebi, Marifet Yay., İstanbul, 1980, ss. 479-480. Mevlânâ’nın Dîvân-ı Kebîr’inde geçen bu gazelinin asıl metni ve tercümesi şöyledir:

viewtopic.php?f=157&t=4167

}}}}}}}}}}}}}}}}}}}
}}}}}}}}}}}}}}}}}}}
}}}}}}}}}}}}}}}}}}}

“Biz ne şarap kadehi elinde bulunan varlıklı, tanınmış kişilerdeniz ne de sadece bir keçisi olan zavallı müflislerdeniz / Biz aşk ateşi ile yanıp yakılmadaki mânevî lezzeti bulduğumuz için âb-ı hayâtı bırakmışız da ateş peşinde koşanlardanız / Biz herhangi bir evin penceresinden içeri “ay” gibi ışığımızı düşürürsek, o evdeki gece huyluların hepsi de kapının yolunu tutarlar / Feleğin şarap kadehlerini kırdığı ümitsiz kişiler yüzümüzü görünce, yeni baştan zevke, yeni baştan neş’eye dalarlar / Kapıyı kapayınız, şarap sununuz! Senin aşkınla benizleri solmuş, sararmış âşıkların kırmızı şarâbı içme zamanı geldi / Hak âşıkları bir elleriyle hâlis imân şarabı içerler, öbür elleriyle de kâfirin perçemini tutarlar.” Bkz. Mevlânâ, Külliyât-ı Şems-i Tebrîzî, haz. Bediüzzaman Firuzanfer, İntişârât-ı Dostân, Tahran, 1384, s. 237; Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr-Seçmeler, haz. Şefik Can, Ötüken Yay., İstanbul, 2000, I, 325-326.

Şeyh Kübrâ’nın Harezm kuşatması esnasında bir savaşçı gibi değil de, kendi dergâhında müridlerin terbiyesiyle uğraşan bir mürşid olarak faaliyetlerine devam ettiğini, fakat sonunda yine şehîd olduğunu anlatan diğer bir menkıbeyle de karşılaşıyoruz:
Cengiz Han, Harezm’e ulaşınca, askerler ellerindeki kılıçlarla Necmeddîn Kübrâ’nın dergâhına geldiler. Şeyh, kıbleye doğru yönelmiş oturuyordu. Askerler onu öldürmek istediler, fakat şöyle dediğini duyunca hayretler içerisinde kaldılar: “Ben 40 müridi, 40 hücrede, 40 günlüğüne halvete soktum. 37 gün geçti, onların Hakk’a vâsıl olmalarına 3 gün kaldı. 40 gün tamamlanıncaya kadar siz bana el süremezsiniz.” Üç gün daha geçip, süre tamamlanınca, 40 müridin her biri kemâl mertebesine eriştiler. Kâfirler tekrar dergâha geldiler, önce seccâdenin üzerindeki şeyhi, sonra da bu 40 velîyi ve şeyhin câriyelerini şehîd ettiler.202

Moğollar’ın saldırıları ve her yeri harap etmeleri karşısında Necmeddîn Kübrâ’nın ağzından şu sözlerin döküldüğü rivâyet edilmiştir:

Ey yılana, karıncaya, kargaya ve bülbüle rızık veren
Senin kulların tamamıyla helâk oldular
Sen bir avuç köpeği bir bahâne yapmışsın
Her şey Sendendir ve Sen yapıyorsun,
Ne Tatarlar ne Moğollar.203

Kendi Cesedinin Yerini Bildirmesi ve Harezm Halkına Müjdesi:

Menkıbeler, öldükten sonra da Necmeddîn Kübrâ’nın kerâmetlerinin devam ettiğinden söz ederler. Menkabet-i Şeyh-i Kebîr204 adını taşıyan, hicrî 1847 tarihli, anonim bir menâkıbnâmeye göre cesedinin yerini bir müridi vasıtasıyla halka bildiren şeyhin bizzat kendisidir. Aşağıda bu kısa menâkıbnâmedeki hâdiseler özet bir şekilde zikredilecektir.

Necmeddîn Kübrâ’nın aynı zamanda komşusu olan bir müridi vardı, ona çok bağlıydı. Cemilcân205 olmadığı zamanlarda şeyhe o hizmet ederdi. Moğollar Harezm’i alınca bu kişiyi Çin’e esir olarak götürdüler. Bu falaketin ardından dokuz yıl geçince Harezmşah’ın yeğeni kırk arkadaşıyla beraber Harezm’i tekrar geri alıp orayı bir İslâm ülkesi haline getirdiler. Fakat Şeyh Kübrâ’nın cesedine ulaşamadıkları için çok üzüldüler.
Bu mürid kendi yurdunun İslâm diyârı haline geldiğini duyunca çok sevinir ve oraya dönmek ister. Bunun üzerine yola koyulur.

Giderken Kûh-i Sühan adı verilen bir dağa rastlar. Efsaneye göre bu dağın eni 250 yıllık yol, yüksekliği ise dünyayı dolaşacak kadar uzundur. Kaf dağına kadar uzanmaktadır. Mürid bu dağın eteğinde Şingan kabilesiyle karşılaşır. Bunlardan zengin birisi onun yabancı olduğunu anlayınca şöyle bir teklifte bulunur: “Sen bana bir gün hizmet et, ben seni bir yıl boyunca besleyeyim.” Mürid bu teklifi kabul eder. Aradan bir yıl geçince, ikisi bir öküz alıp dağın eteğine gelirler. Öküzü kesip yerler. Sonra o zengin kişi, müridi öküzün derisine sarar ve şöyle der: “Biraz sonra bir kuş gelecek, seni öküz sanıp dağın tepesine çıkaracak Yukarı çıkarınca deriyi delecek ve bakacak ki bir insan, senden ürküp kaçacak. Sen de etrafındaki değerli taşları aşağıya yuvarlayacaksın.” Mürid denileni yapar ve la’l, yakut ve zümrüt gibi taşları aşağıya atar. Aşağıdaki kişi onları çuvala doldurur ve hemen kaçmaya başlar. Adam yukarıdan “Beni bırakma!” diye bağırınca ona şöyle seslenir: “Etrafına bir bak, ne görüyorsun?” Mürid etrafta bir çok insan kemiği olduğunu farkeder. Aşağıdaki devam eder: “Onlar, benim senin gibi yukarıya gönderdiğim insanların kemikleridir.” der ve hemen orayı terk eder. Mürid çaresizlik içinde gözyaşı döker ve şeyhinden himmet ister.

Bu sırada yorgunluktan uyuya kalır ve rüyasında şeyhi Necmeddîn Kübrâ’yı görür. Şeyh ona, “ Uyandığında yanıbaşında bir tilki olacak, onu takip et.” uyarısında bulunur. O da uyanınca, denileni yapar ve tilkinin peşinden gitmeye başlar. Sonunda siyah süslü bir eve gelirler. Bu evin içinde Şeyh-i Kebîr, Cemilcân, Şeyh Şerefüddîn b. Hâcib ve Şeyh Şihâbüddîn vardır. Ona bir şarap takdîm ederler. O, şarabı içince bu kişilerin şehîd olduklarını unutur, sanki canlı kişilerle berabermiş gibi bir hisse kapılır. Necmeddîn Kübrâ ona “Sen büyük bir tehlikeden kurtuldun, bizimle kalacak mısın yoksa yurduna mı döneceksin?” diye sorar. Mürid yurduna dönmeyi tercih eder. Bunun üzerine şeyh ona bir karpuz çekirdeği verir ve der ki: “Bugün millet bu karpuza "şehîdî‟ adını veriyor. Bu karpuzun çekirdeği beyaz, içi ise kırmızı olur. Bu çekirdeği falan yerdeki iğde ağacının yanına ekersin, bundan iki karpuz çıkar. Arkadaki karpuzu yiyebilirsiniz, fakat öndekine sakın dokunmayın. Onun altında benim cesedim vardır. Harezmşah’a söyle, mahzun olmasın. Harezm halkının tevbesi kabul edildi, bir daha saldırıya uğramayacaklar.”

Sonra Cemilcân’a bu müridi götürmesini söyler. Cemilcân, onun elinden tutar, üç adım atar atmaz, “ Şimdi gözünü aç.” der. Mürid kendini yurdunda bulur. Onu görünce, akrabaları ve arkadaşları hal hatır sorarlar ve o da başından geçenleri bir bir anlatır. Hepsi evliyânın kerâmetine inanırlar. Sonra Harezmşah’ın yanına gidip çekirdeği ona teslim eder ve Necmeddîn Kübrâ’nın söylediklerini aktarır. Sultan bunları duyunca çok mutlu olur, fakirlerden üç yıl vergiyi kaldırır ve o müridi de önemli bir makama tayin eder.
Yazar bu menkıbeyi şöyle bitirir: “Kim Necmeddîn Kübrâ’nın müridiyse 11 Fâtiha, 11 İhlâs, 11 Salavât okusun ve sevâbını ona bağışlasın. Eğer müridi olmak isterse ya 11 tille (altın) ya da 11 koyun versin, eğer fakirse 11 tenge (para) hediye etsin. Böylece onun müridi olur.”206

206 Menkabet-i Şeyh-i Kebîr, Özbekistan Fenler Akademisi Beyrûnî Şarkiyat Enstitüsü Elyazmaları Hazinesi, nr. 2069/2, vr. 23b-33a. Bu menkıbeye göre Cemîlcân, Mecdüddîn Bağdâdî’nin, Şeyh-i Kebîr de Necmeddîn Kübrâ’nın yaygın bir lâkabıdır. Bkz. Menkabet-i Şeyh-i Kebîr, vr. 23b-33a.

***

TARİHÇİLERE GÖRE:

Necmeddîn Kübrâ 540/1145'te doğmuş, 618/1221 yılında da vefât etmiştir. 78 yıllık hayatının büyük bir çoğunluğunu kendi vatanı olan Harezm‟de geçirmiştir. Gençlik çağlarında ilim tahsili ve tasavvufî eğitimi için başka bazı şehirleri dolaşmış, muhtemelen 580/1184 civarında elinde icâzeti olan bir mürşid olarak tekrar Harezm’e dönmüştür. Bundan sonra neredeyse kırk yıl boyunca bu topraklarda tarîkat faaliyetlerinde bulunmuş; yaygın bir rivâyete göre, 618/1221'de Moğollar’ın Harezm saldırısı esnasında, bir grup müridânı ile birlikte şehri savunurken şehîd olmuştur.

Bu hâdise, onun şânını daha da arttırmış ve kendisinden sonra yazılan sûfî biyografilerinde ve menâkıbnâmelerinde bu yönü hep ön plana çıkarılmıştır.

Şimdi burada sormamız gereken önemli soru şudur: “Şeyh gerçekten bu savaş sırasında mı şehîd olmuştur? Yoksa bu, daha sonraki dönemlerde yakıştırılan bir hâdise midir?”

Önceki bölümde Şeyh Kübrâ’nın menkıbevî hayatına değinirken, onun Moğol saldırıları karşısında nasıl kahramanca mücâdele verdiğini ve şehâdete erdiğini gördük. Dolayısıyla sûfîlerin bu hususta herhangi bir tereddütleri bulunmamaktadır, diyebiliriz.300 Fakat olaya bir de tarihçiler cephesinden bakmak yararlı olacaktır.

Tarih-i Güzîde, Ravzatu‟s-Safâ ve Habîbü‟s-Siyer gibi Farsça tarîhî kaynaklar Necmeddîn Kübrâ’nın Moğol fitnesi karşısında 618/1221 yılında şehîd olduğu hususunda hemfikirdirler.301 Bununla birlikte Âsârü’l-Bilâd yazarı Zekeriyyâ Kazvînî, şeyhin 610/1213 yılında vefât ettiğini söylemektedir.302 Bu tarih, Moğollar’ın Harezm kuşatmasından tam sekiz yıl öncedir. Tabakāt-ı Nâsırî ve Târîh-i Cihângüşâ müellifleri Harezm olayını detaylı bir şekilde anlattıkları halde Necmeddîn Kübrâ’ya hiç yer vermemektedirler.303 İbnü’l-Esîr, ne Harezm’in ele geçirilmesi başlığı altında ne de 618/1221 yılı olayları arasında bu konuya değinmemektedir.304 Tabakātü‟ş-Şâfiiyye sâhibi Sübkî de onun şehîd oluşuna hiç işâret etmemektedir.305 İbn Batuta 733/1332 yılında bu bölgeye yaptığı ziyârette, Şeyh Kübrâ’nın kabrinin Harezm’in dışında olduğundan söz etmekte, fakat şehâdete erip ermediğinden bahsetmemektedir.306 Sûfîlerin görüşünü destekleyen en erken tarihçi Yâfiî gibi görünmektedir. O, Mir‟âtü’l-Cinân‟da Necmeddîn Kübrâ’nın Harezm savunmasına katıldığını, orada şehid olduğunu ve kendi ribâtına defnedildiğini anlatmaktadır. Fakat Yâfiî de, bu olayı Şeyh Kübrâ’nın ashâbından dediği Kemâleddîn Sığnâkî (ö. ?) adlı tek bir kişinin rivâyetine dayanarak bize aktarmaktadır.307

Câmiü‟t-Tevârîh müellifi Reşîdüddîn Fazlullah’ın söyledikleri, sûfîleri kısmen teyit eder niteliktedir. Fakat onun anlatımından da şeyhin bu hâdise esnâsında şehîd olup olmadığı sonucuna ulaşamayız. Fazlullah’ın verdiği bilgiye göre Cengiz Han, Necmeddîn Kübrâ’nın şöhretini duyunca bir elçi gönderdi308 ve Harezm‟de katliam yapacağını söyleyerek, şeyhin şehirden ayrılmasını tavsiye etti. Şeyh ise bu teklife şu şekilde bir cevap verdi: “Ben yetmiş yıldır bu tâife ile iyi kötü günler geçirdim. Şimdi, belâ vakti kaçarsam bu, insanlığa sığmaz.” Reşîdüddîn sözlerini şöyle tamamlamaktadır: “Bundan sonra, onu ölüler arasında bulamadılar, vesselâm”309

Orta Asya ve Moğol tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan Jean Paul Roux da bu şehâdet hadisesini bir efsâne olarak nitelendirmektedir. Yazar aynen şu ifâdeleri kullanmaktadır:

“Gürgenç‟te, Sühreverdî’nin tarîkatına bağlı ve sonra kendi tarîkatı Kübreviyye ‘nin kurucusu Necmeddîn Kübrâ adında büyük bir mutasavvıf yaşıyordu. Söylenene göre ünü, şehri terk edebilmesi için önlem alan Cengiz Han’a ulaştı. Ama şeyh hemşehrilerine düşen kaderi iyi ya da kötü paylaşacağını ifâde etmiş ve yağmalama sırasında ölmüştü. Bir efsâne daha mı? Büyük felaketler efsâneler doğurur ve öte yandan kuşatmadan az önce öldüğüne inanmamız için elimizde bazı bilgiler de mevcuttur.”310

Bütün bu söylenenlerden sonra şöyle bir değerlendirme yapabiliriz: Tarihî ve tasavvufî kaynaklar birlikte mütâlaa edildiğinde, Şeyh Kübrâ’nın Moğollar’ın 618/1221 yılındaki Harezm saldırısı sırasında şehîd olup olmadığı tartışmaya açık bir husustur. Sûfîler nazarında şüphe uyandıracak herhangi bir söyleme rastlanmasa da, bir kısım tarihçilerin bu hâdise ile ilgili olarak suskun kalmaları veya daha erken bir vefât tarihi vermeleri, olayın sonradan türetildiği ve sağlam tarihî verilere dayanmadığı hakkında soru işârelerine neden olmaktadır.

Fakat bu durum, sosyal psikoloji açısından değerlendirildiğinde, şeyhin ve tarîkatının toplum içinde kazandığı itibarın bir nişânesi olarak da yorumlanabilir. Moğol istilâsının getirdiği siyâsî ve sosyal bunalımları da hesaba katarsak, insanların kendilerine bir kurtarıcı aramaları ve hemen yanıbaşlarındaki mânevî güçlere de sahip olan bir tarîkat şeyhini kahraman bir savaşçı gibi görmeleri gayet normaldir. Zîrâ bu, o günkü Türk toplumunun hiç de yabancı olmadığı bir algılayış biçimidir.

Son olarak, Lemezât ‟ta Şihâbüddîn es-Sühreverdî’nin vefâtına dair anlatılan bir olayı burada aktarmanın uygun olacağını düşünüyorum. Bu olay, Necmeddîn Kübrâ’nın şehâdete erişiyle ilgili olarak çeşitli menâkıbnâmelerde ve tarihî kaynaklarda zikredilenlere ne kadar da çok benzemektedir. Söz konusu rivâyet bazı istisnâlar dışında, hemen hemen aynıdır. Bu da bizi Şeyh Kübrâ’nın Moğollar’ın elinde şehîd olduğuna dair aktarılanlara teenniyle yaklaşmamız gerektiği sonucuna götürmektedir. Bu durumun, yani aynı olayı veya sözü birden çok kişiye atfetmenin, tasavvuf tarihinde sıkça görüldüğü olgusunu da gözden ırak tutmamamız gerekmektedir. Aksi takdirde, burada da görüleceği üzere, tarihî ve coğrâfî olarak hiç alâkası olmayan bazı hâdiselerin karıştırılması mümkündür.

Sühreverdî’nin, Harezm kuşatmasından yıllar sonra, 632/1234‟te öldüğü bilgisini göz önüne alırsak, önce Kübrâ’ya atfedilen bu olay, daha sonra ona da atfedilmiş gibi görünmektedir.

Mahmud Cemâleddîn Hulvî (ö. 1064/1654)’nin anlatımı şöyledir:
Tatar orduları İslam âlemini istilâ edip Hülâgû saldırıya geçtiğinde, dostları şeyhe, “Sultanım, hayır dua buyursanız da bu zâlimler İslâm âleminin başından def olsalar.” diye ricâda bulundular. Şeyh, “İslâm padişahları arasında fitne ve şikakı defetmek için Ulü’l-emr olan Halife Nâsır’a itaate ve Muhammed Harezmşah’a da sulh için tavassutta bulundum. Ama sözümüz geçmedi. Ehlullah münkesirdir. İkdâm ettiğinde vilâyet ehli bu halden memnun mudur ki?” diye buyurdu. Sonra mübarek koltuklarının altından nazar etmemi söylediler. Oradan baktığımda gördüm ki, Tatar askeri o gece, gayb askeri ve müslümanları yutup, “Ey küfür askerleri, fecre dek etrafı telef edin!” diye bağırıp, kâfirleri İslâm üzerine getiriyorlardı. Ben bu hâlin dehşetiyle, “Hay sultanım, bu nasıl iştir? Hâlimiz ne olur?” deyince, şeyh, “Halâs isteyen Rûm ‘a gitsin. Bize gelince, biz safâlı hallerinde bu halk ile birlikte olduk, mâtemlerinde de onlarla birlikte olmamız insaf gereğidir. Biz kazâya rızâ gösterenlerdeniz.” diye buyurdu. Nakledildiğine göre, kâfir ve putperest Moğol orduları Bağdat’ı zaptedip, yakıp yıkarken, şeyh hazretleri kendi zâviyesine kapanıp asla dışarı çıkmadı. Moğol askerleri zâviye ve mescide girip şeyhi kırk dervişiyle birlikte şehîd ettiler. Rivâyete göre, şeyh hazretleri, kendisini şehîd eden mel’un kâfirin yüzüne bir tokat vurarak sakalını tutmuş, vefâtından sonra bile o kâfirin sakalını şeyhin pençesinden kurtarmak mümkün olmamıştır. Ancak sakalını keserek başını şeyhin pençesinden kurtarabilmişlerdir. Sakalın bir kısmının yine de şeyhin avucunda kaldığı nakledilir.

Şeyh hazretleri bu Moğol istilası sırasında, 656/1258 tarihinde, Harezmşahlar Devleti ‘nin çöküşü, Cengiz İmparatorluğu’nun İslam âlemini istilâsı ve Bağdad Halifesi el-Mu‟tasım Billah asrında şehîd olarak vefât etti. Bağdad‟da kendi zâviyesinde medfûndur.311

Bugün Kübreviyye tarîkatıyla ilgili önemli bir mekân Necmeddîn Kübrâ’nın Köhne Ürgenç‟teki kabridir. Günümüzde Türkmenistan sınırları içerisinde yer alan ve Sovyet döneminde “Şeyh Kebîr Ata Türbesi” olarak bilinen bu yapı sıradan halk ve çeşitli tarikat mensupları tarafından da yoğun bir şekilde ziyâret edilmektedir. Şeyhin efsânesi halk arasında varlığını hâlâ canlı bir şekilde korumaktadır.

Necmeddîn Kübrâ’nın türbesinden iki görüntü:

Resim

http://www.rufai.net

Türkmenistan/Köhne Ürgenç

KAYNAK: NECMEDDÎN KÜBRÂ VE KÜBREVÎLİK
Dr. Süleyman GÖKBULUT

(Doktora Tezi) s.52-63 ; s.90-95
2009


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye