Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 20 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 12.03.10, 13:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 20.05.09, 11:50
Mesajlar: 69
Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"

Müslüman toplumların önemli bir gerçeği olan tasavvufi hareketler günümüze gelene kadar pek çok farklı adla ortaya çıktı. Tasavvufun tarikat ve tekkeyle sınırlı olmadığının altını çizen yazar Süleyman Uludağ, kitabında İslam toplumundaki sufi hareketleri ve derviş tiplerini anlatıyor.

Resim

SEVİL KUZU

Sufilik olarak da adlandırılan tasavvuf, İslam toplumlarında pek çok farklı adla kendini gösterdi. İslama özgü olan ve İslamın özünü oluşturan bu hareket, ilk dönemde takva, ihsan ve zühd isimlerini aldı. Birçok değişik isimle karşılaşsak da 'aklın yolu birdir' misali, tasavvufun her farklı hareketi birbiriyle bazı açılardan benzeştiğini, bazen de birbirinden farklılaştığını görüyoruz.

İşte bu tasavvufi hareketleri Süleyman Uludağ, Dört Kapı Kırk Eşik kitabında kaleme aldı. İslam Toplumlarında Sufi Gelenekler ve Derviş Tipleri alt başlığıyla Dergah Yayınları'ndan çıkan kitapta, tasavvuf konusunda adeta geçmişe bir yolculuğa çıkıyoruz.

Uludağ, kitabında Müslüman toplumlarda bulunan tasavvufi hareketlerin nasıl yayıldığını ve tarih boyunca insanları nasıl etkilediğini açıkça ortaya koyuyor. Yazar, kitabına tasavvufun tarikat ve tekke ile sınırlı bir hareket olmadığına, tarikat ve tekkelerden önce de sufiliğin olduğuna vurgu yaparak başlıyor. Büyük sufilerin belli bir tarikatı olmadığının altını çizen yazar, kitabının önsözünde İslam'ın ve Müslüman toplumların daha iyi anlaşılması için kitabını önemli bir adım olarak gördüğünü ifade etmiş.

Kitapta, Kur'an-ı Kerim'de insanların sınıflandırılmasının anlatılmasından sonra, kötü huylardan arınma ve iyi huylar edinme çerçevesinde tasavvufun konusunun kalp tasfiyesi olduğu belirtiliyor. İlk olarak sufilerin özelliklerini okuduğumuz başlıklarda yapılan tanımlamalardan birisi şöyle:Sufi ahlak ve adaba büyük önem verir, hak-hukuk gözetir. Allah ve insan sevgisi tasavvufi hayatın temel unsurudur. İbadet etmek ve ahlak kurallarına hassasiyetle uymak sufinin ubudiyet/kulluk görevidir. Mevla'nın makbul ve razı olduğu bir kul olmak sufi için en büyük saadettir."

HERKESE BİR GÖZLE BAKMA ANLAYIŞI

Günümüzde de birçok farklı tarikat, cemaatin varlığı düşünüldüğünde tasavvufta tutulan yollar farklı olsa da maksatın aynı olduğu inancı oldukça önem taşıyor. Bu nedenle kitapta, 'Herkese bir gözle bakma', 'Yetmiş iki milleti bir görme' anlayışının altı önemle çizilmiş.

Kitabın diğer bölümlerinde yer yer ayetlerle desteklenen örneklerle, tasavvufi hareketler anlatılmış.

Bütün mümin ve Müslümanların evliya olduğu, veliliğin ise iki türlü olduğu belirtilirken, önemli bir tespite de yer verilmiş:"Yıldızların parlaklıkları, bulundukları konumlar ve göründükleri vakitler farklıdır. Evliya da böyledir, hepsi birer yıldızdır ama her biri öbüründen az çok farklıdır, farklı olmaları tabiî, hatta zaruridir"


13.01.2010


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 13.03.10, 03:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
hayır efendim!..

bütün büyük sufilerin tarikatı vardı; tevassut ma'nasında.. yani büyük bir zat ile hemsaye olma, sohbetine devam etme, akıl danışma, işlerinde istişare etme, onu Hakk'a ulaşmaya vesile edinme, hatır ve hayalinde yer verme ma'nasında..

bu ma'nada tarikat asr-ı Saadette de vardı.. bunun aksini iddia edenlerin niyeti bozuktur ben söyliyim.. evvelce tarikat yoğ idi hicri 2. 3. asırda çıktıydı mesajı vermek istiyorlar..

buradan da bir tez olarak şuna ulaşmaya çalışmaktalar: "tasavvuf ve tarikat elbette kendi başına ferdî de olabilir..(!)" ve "insan elbette kendi tedbirine göre Hakk'a bir yol bulabilir..(!)" gibi...

tarikatı çatılı kubbeli tabelalı bir müessese olarak tahayyül ediyorlar galiba.. şöyle camisi tekkesi türbesi haziresi hatmehanesi çilehanesi semahanesi olan fiziki muayyen bir kurum.. (yani: o zamanlar bu alemler emareler olmadığına göre -o asırda- tarikat da olmamak lazım gelir ma'nasında..)

19. yüzyılda yaşamış olan osman nureddin Şems-i Kadirî hz.nin (ks.) muayyen bir mahalli yoktu.. onun gibi nice zatlar var bilinen bir yerleri yok.. mesela, İdris-i Muhtefi hz. (ks.) gibi.. yani demek istediğim: tarikat hafi/manevi bir kurumdur..

dergahın tekkenin olmadığı devirde (mantıken) tarikat da yoktu ama sufilik vardı dervişler vardı demek yanlıştır.. çünki bu tez: "tarikatsız sufilik, tarikatsız tasavvuf" iddiasını doğurur..

o da iyi bir doğuş olmaz..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 13.03.10, 20:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 19.09.09, 21:50
Mesajlar: 105
herkes bir müctehide tabi olmak zorunda değil...her müctehidin de illa takipçisi olacak diye bir şey yoktur...

var sen bunu "tasavvufa" kıyas et...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 14.03.10, 05:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
efendi kardeş, kelamın 1. kısmını (herkes bir müctehide tabi' olmak zorunda değildir) kıyas ediyorum: "herkes bir şeyh-i kamile tabi' olmak zorunda değildir.." sonucuna vardım, yanlış mı anladım acep?..

kelamın 2. kısmını (her müctehidin illa takipçisi olacak diye bir şey yoktur..) kıyas ediyorum: (sonuç) her velinin illa takipçisi olacak diye bir şey yoktur.. çıktı.. şu halde takipçisi olmayan veli irşada mezun (şeyh-i kamil) değildir de o yüzden metbu' olmaz.. (bu ibareden maksud nedir onu da anlamış değilim..)

neyse biz sözün 1.kısmına gelelim..

eğer kişinin maksadı "Vasıl: İlellah..." olmak ise.. şeyh-i kamil tevassutu ona (muradı uğrunda) vacib olur.. diyoruz.. ha yok "ben ferdî olarak amel eder ebrar zikri çekerim ve Subhan Allah'ın özel terbiyesi ile (vuslata değil) kurba nail olurum.." diyorsa insan: (o dahi) 400 yılda mümkündür... fefhem cidden / iyi anla !..

nitekim şeyh-i Kebir hz.Garibullah (ks.) şöyle buyurur:

Meâl e'mali zahirle bir insan
Gice gündüz ibadet etse her an
Oruç tutsa dahi çok hayr u ihsan
Bulur vuslat sene dört yüzde ey can
aman Mürşid bulup Hakk'a gidelim
Cemal-i ba kemale seyr idelim...


beyt-i şerif muhal (imkansız) bir işten hikayet kılar.. hz.İmam-ı Rabbani efendimizin [437. mektub-i şrf.de gelen beyanında] "..kişinin ebrar zikri (ve gayreti) ile (bir nevi) veli olması caiz olur.." dediği ise kurb'a dairdir hakiki vuslat değil.. zira ferdî gayret, kuru zühd ve tekrar-ı zikr ile kurb (yakınlık mesafeleri) dahi 400 senede derkâr olasıdır.. yani -adeta- olanaksızın takribi olasılık hesabını yapmış bu mübarekler.. ve sonra hz.İmam'ın (ks.) "caiz olur" dediği söz; ferdiyet (süluksuz reviş) için genel hüküm ve delil teşkil etmez.. o belki nadir ve istisnai hususiyette bir imkanın varlığını ifade eder..

istidrad: 1.cildin başlarında bir mektub'da geliyordu: hz.İmam (ks.) diyor ki: ".. Allahu teala ahirette kişiye Şeriattan soracak Tasavvufdan değil.." imdi, hiç kimse bu gibi ibareleri yanlış ma'nalara yormasın -yani- tasavvuf kendisinden sorulmayacaksa "tarikat benim neme gerek canım ya?" gibi.. haşa!.. bakın dikkat edin: "tasavvufdan.." diyor "tarikattan" demiyor çünki tasavvuf daha özel/deruni ve latif ma'naları içine alır.. nedir onlar, tarikatın (yani: şeriatla muamelenin) manevi meyveleri halleri vecdleri keşifleri zuhuratları gibi..

şu halde Hakk Teala o şeylerden değil şeriatın ahkamı ile amel edildi mi edilmedi mi ondan soracak demektir.. tarikat dahi şeriatın tatbikinden ibaret olduğu yüzden: muhakkak tarikatlardan da sorulacak hükmünü anlayabiliriz... (bu ma'nada: evvelce intisabı olup bilahare terk edenler mes'uldür..) ama kişinin tarikatı olmayıp (ferdi olarak) ebrar makulesi bir gayrette ise ona "niye tarikat almadın la !" diye sormazlar -ama- o kişi: "ben dünyada tarikata gerek yoğ idi deyu ictihad eylerdim..(!)" derse bak ona nasıl soruyorlar gör !..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 14.03.10, 07:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 24.12.09, 22:13
Mesajlar: 147
Kudsî yazdı:
............

istidrad: 1.cildin başlarında bir mektub'da geliyordu: hz.İmam (ks.) diyor ki: ".. Allahu teala ahirette kişiye Şeriattan soracak Tasavvufdan değil.." imdi, hiç kimse bu gibi ibareleri yanlış ma'nalara yormasın -yani- tasavvuf kendisinden sorulmayacaksa "tarikat benim neme gerek canım ya?" gibi.. haşa!.. bakın dikkat edin: "tasavvufdan.." diyor "tarikattan" demiyor çünki tasavvuf daha özel/deruni ve latif ma'naları içine alır.. nedir onlar, tarikatın (yani: şeriatla muamelenin) manevi meyveleri halleri vecdleri keşifleri zuhuratları gibi..

şu halde Hakk Teala o şeylerden değil şeriatın ahkamı ile amel edildi mi edilmedi mi ondan soracak demektir.. tarikat dahi şeriatın tatbikinden ibaret olduğu yüzden: muhakkak tarikatlardan da sorulacak hükmünü anlayabiliriz... (bu ma'nada: evvelce intisabı olup bilahare terk edenler mes'uldür..) ama kişinin tarikatı olmayıp (ferdi olarak) ebrar makulesi bir gayrette ise ona "niye tarikat almadın la !" diye sormazlar -ama- o kişi: "ben dünyada tarikata gerek yoğ idi deyu ictihad eylerdim..(!)" derse bak ona nasıl soruyorlar gör !..


muhterem hoca Kudsî,

belki sizler tasavvufu sadece tarikat berzahına ait sanırsınız, yada sadece ders-i tarikat'ta tasavvufa şayan oldunuz da onda böyle konuşursunuz..
tasavvufu, en iyi yaşayanlar, bu güne ulaştıranlar eskiden beri hep ehl-i tarik olmuştur. çünkü o dairede bu yaşanır idi belki de o yüzden böyle kesin ve kat'a konuşursunuz,

ancak siz de bilmektesiniz ki, bugünün tarikatları sureten tarikan gibi görünmekte ama aslında içerik olarak birer cemaat gibidirler. haa.. bu da şu zamanda en doğru olanıdır! yadsımamak lazım.

ancak hodgâmlığı köşeye bırakıp şunu da söylemek isterim ki, tasavvuf erbabı yukarıdaki cümlelerimi de söylemezdi, derdi ki : "tatmayan bilmez"

vesselam..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 14.03.10, 13:52 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 19.09.09, 21:50
Mesajlar: 105
Efendi Kardeş ;

evvela, tasavvuf, tarikatın içinde daha has bir yol değil, tasavvuf tarikattan daha geniş bir kavramdır...tasavvuf genel, tarikat ise hususidir...

sonra 437. mektupta mevzunun geçtiği yer şöyledir :

Caiz olur ki, şeyhin tavassutu olmadan, Sübhan Hakkın fazlı terbiye ede... Kendisini, zikir tekrarı ile mukarrebin zümresinden kılar. Hatta, zikir tekrarı olmadan, yakınlık mertebeleri ile müşerref olması, Allahu Teala'nın veli kulları arasına girmesi caiz olur.

...........

sen genel olanı anlatıyorsun...ekser ve ağleb olanı...

ama kişi diyor ki (Bediuzzaman ) ;

ben genel olandan değil, az olan yoldan gittim ve genele şumul edilecek yepyeni bir yol buldum...

bu mevzuyu Ancak İmamı Rabbani gibi biri aydınlatabilirdi...

yani genel yoldan da gitse özel yolların hepsine vakıf, ulaşılabilecek mertebelere ulaşmış, söz söyleme yetkisine sahip...

birileri alternatif yoldan bahsediyorlar...tabiiki ahirette davet ettikleri yolla ilgili olarak sorguya çekileceklerdir...

Davet ettiği yolla ilgili sorguya çekileceği Kuran'la sabit olan Hz. İsa'nın yanında adı zikredilen şahısların makamı bellidir....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 14.03.10, 16:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
aziz kardeş,

"tasavvuf genel, tarikat ise hususidir..." dersin

sonra da: "sen genel (tarikatı) olanı anlatıyorsun...ekser ve ağleb olanı..." diyorsun..

ve sonra da "bediüzzaman genelden (tasavvufdan) değil husus (az) olan (tarikatlı) yoldan gitmişti.." diye devam ediyorsun..

izahında iki itibar birbirine karışıyor..

fakire göre de tarikat hususdur tasavvuf geneldir (yani, tarikatı içine alıcı: genel) ama tasavvufun içine (tarikattan zaid) marifet ve hakikata tealluk eden bütün manevi semereler girer: o itibarla husus ve özeldir dedim..

konuya devam edecez inşallah..

selamlar saygılar..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 16.03.10, 04:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
Said-i Nursi'nin (rh.a) velayeti üzerine...

Bismillahi Teala.. hz.İmam-ı Rabbani (ks.) Mektubat'ın bir yerinde mücerred ilim yoluyla nefs-i mutmainneye (velayete) erişmenin cevazına (mümkün oluşuna) değiniyordu.. hatta bir zatın ismini de orada misal olarak aktarır..

şimdi soru: acaba Said efendi'nin (rh.a) velayet durumu bu tarza girer mi?.. fakire göre o baba girmez.. çünki ilim yoluyla gelen velayet mükemmel surette mütabaatın neticesidir -ki onda Rüsuh ma'nası derkar olur..

hz.İmam'ın (ks.) 367. mektub 4. derecede beyan ettiği gibi: " bu ma'na bugün için (yani: 400 yıl öncesinde) cidden çok zordur.." imam Fa'ruki hazretlerinin (ks.) "cidden çok zor" dediği "bu ma'na" velayet ve seyr-i süluk yolundan hariç sırf mütabaata dayanan nisbettir.. çünki ilim yoluyla n.mutmainneyi derkar etmek ancak mütabaatın mükemmel olmasına bağlıdır.. bu da ancak rasihun ulemanın kârı..

peki rasih alimlerin vasfı nedir oraya gelelim: mezkur Mektub'da şöyle geçer: "kişi bid'at-ı seyyieye düşmek havfıyla bid'at-ı hasene'den dahi sakınmaz ise onun ruh nuru bu devletin rayihasını (kokusunu bile) alamaz.." ve diğer yerlerde de (ma'nen nakl) şu vasıflar sıralanır: "..rasihun ulema enbiya varislerinin kamilleridir.. bu zatlar kemalat-ı velayet derecelerini kat' ettikten sonra "aslı" enbiyaya aid olan irşad/davet makamına ulaşmışlardır.. kemalat-ı nübüvvet nuru ile nişanlı ve müteşabihat (ve mukattaatın) tevilinde de hazlar sırlar ve rumuzlarla dolu zatlardır bunlar.."

bunları aktarmakla anlatmak istediğim şey şudur: ferdî surette (sırf ilim ve mütabaat yoluyla) rüsuha mazhar olmak, nefs-i mutmainneye (velayete) ermek "imkansıza yakın" derecede asirdir (çok çetin..) bu babda istisnalar kaideyi bozmaz.. ama molla said efendi (rh.a) o istisna kullardan biri de değildir.. zira eylem ve söylemleri râsihun tavrından uzaktır bunun tafsilatı uzun gider -bilen bilir zaten- oralara girmiyorum..

şimdi o Rüsuh ma'nasının azameti bir de şunu dikte ediyor: eğer söz konusu istisna 400 yıl öncesinde "cidden çok zor" ise bugün için "imkansız" derecesinde olması bi tarikıl evladır.. şimdi buna mukabil Tarikatta ki duruma gelelim: tarikatta "büyük zatlarla" muamelenin ve maiyyetin bereketi o kadar azimdir ki o ma'na bütün zorlukları (hatta imkansız görülen merhaleleri) kısa zamanda tayy ettirebilir.. intisab biat ve inabede olan manevi torpil (şerbet) hiç bir ma'nada mevcud değildir..

***

437. mektub'da hz.İmam (ks.) tarikatı ağleb ve ekser itibarıyla esas tutuyor -yani- (anlatılan şart: tarikatın umum için geçerli olan yol olduğu..) nitekim mektub'un ahirinde " bu yolda şeyh zaruriyattan sayılır onun (şeyhin) talimi dahi mühimlerin ehemmi (önemlilerin en önemlisidir..)" der..

ihtimal ki bediüzzaman'ın gitmek isteyip de gidemediği o yol (yani: şeyh tevassutuna hacet bırakmayan yol) mahza cezbe yoluydu (diyelim).. görüşümüz değişmez -zira- aşk ve mahabbet kuşatmasıyla, sırf sekr bineği ile revan olunan bu yol dahi (hz.Maşuk-i Tusi gibi) ekallel-kalile nasib olan nadirattandır.. üstad (rh.a) eğer bu yoldan güzer edip o manevi dağın zirvesine tırmananlardan olsa idi aynı rahda güzeran edenlere berzahî yakıştırması yapmazdı... nitekim (daha önce) o konu hakkında bir şeyler yazmıştım şurdan buyrun:

http://www.kudsharemi.com/makaleler/105 ... oldur.html

***

baş tarafda da söylediğim gibi bediüzzaman'ın (rh.a) 367. mektub 4.derecede beyan olunan Rüsuhî manasına da dahil olması mümkün değildir.. (mesela daha önce de ifade etmiştik) ne sebeb ve ne hikmetle olursa olsun bir tek sakal traşı bile o devletin rayihasından (kokusunu bile almaktan) kişiyi mahrum bırakır.. nerde kaldı ki rasihun devletlülerden olacaksın?.. zahir tamam olmadı batına ıttıla nasıl ve nereden hasıl olacak?.. (bunlar hep hz.İmam-ı rabbani tahkikatıdır..) bizler aciz "sunucularız" başka bi şey değil..

diyelim ki üstad (rh.a) tarikat ve mürşid ve velayet makamları hakkında o sözlerin hiç birini risaleye almadı.. şu halde dahi: bizim onun velayeti hususunda ki görüşümüz yine değişmezdi.. zira bu konunun gaybi (gizli) olmaklığı yoktur.. eylemler ve söylemler her şeyi açık ve seçik ortaya dökmektedir zaten.. biz haşa gayb hakkında tahmini mütalaa yürütmüyoruz.. notu ben (günahkar) vermem hz.İmam (mutahhar) verir onun tarifi bana aid değildir: Mektubat'a (mecelle-i hakk vel-hakikata) aiddir..

***

hemen şunu da ifade edelim -ki: [üstad'ı (rh.a) sevmediğimizi tanımadığımızı zannetmesinler] biz müşarünileyhin gönül ehli ve ilham sahibi bir zat olduğunu bilmez/görmez değiliz.. anlatmak istediğimiz şey: onun, büyüklerin (Rüsuhi zatların) devleti ile ne ortaklığının ne de yakınlığının bulunmadığını belirtmektir..

fakirin bu hususda ki sözleri ilmel-yakin ve aynel-yakin ve hakkal-yakin'den rivayettir.. ki onun tafsilli "aşikaresi" Rabbani mektublara dayanıyor.. sözlerimin bir de "gizlisi" vardır ki o burada denilmez.. tanhu kardeş diyor ya "niye bu kadar eminsin?" diye.. emin olan haber sahiblerine itimadım (ve ifşa edilmemeye dair sözüm) vardır o yüzden eminim: dahasını sorma!...

***

şimdi, bu babı Ebu Saidi'l-Harraz hz.nin (ks.) vecizesiyle biraz daha açalım o mübarek zat şöyle diyor: "Halas olmadıkça nailiyet (ayıklık) olmaz nailiyet (ayıklık) olmadıkça da halas olmaz.. bunların hangisinin daha önce geldiğini bilemedim.." imam-ı Rabbani hz.ne (ks.) göre: "..Zılla (vehim kuşatmalı gölgesel mearife) nailiyet halasdan öncedir: Zati/aslî (hayal ve vehimden ma'sun hakiki) muamele ise gerçek halasdan sonradır.." gerçek halas ise: Sünnet-i seniyyeye mütabaatın ve bid'atlardan (ve şaibelerden) ictinab etmenin hakikatine (aslına) erişmekle ele geçiyor.. ve gerçek nailiyet de (ayıklık da) ancak o ma'nanın üzerine bina oluyor.. fefhem cidden !..

said efendi'nin (rh.a) velayet makamları hakkında yürüttüğü mütalaa galattır.. halttır.. hatalıdır.. onun tahayyül ettiği şey mübtedi (henüz yolun başında olan) bir salikin kendisini (keşf-i hayal ve galebe-i hal saikasıyla) şeyhinin ve pirlerin üzerinde görmesine benzer.. üstad bediüzzaman (rh.a) Muhammedi meşreb üzere seyr-i sülukunu sırasıyla ikmal etmiş, makam-ı tekmili görmüş, irşad mansıbı ve davet devleti ile ittisaf etmiş bir Mürşid değildir ki böyle olan zatların güzeran eyledikleri menazır ve makamat hakkında söz sahibi olabilsin....?!

***

said efendi (rh.a) fetha kadir olmamış (cezbe ve süluku hatm etmemiştir ki) neticesi (hali ve eseri) hakkında ne diyelim?.. mesela Tarikat hakkında (istisna bile gözetmeden) topyekün "Berzah" hükmü veriyor.. (bunu düşünebilen bir zata hakiki veli rasih alim demek Kıyamet alametlerindendir!..) eğer bir şeyh-i ekmel ile tevassut (sohbet ve muamele) berzaha düşmekdiyse ve bundan daha özel (karib ve kavi) bir yol var idiyse bu şeyi hz.imam-ı Rabbani niye görememiştir?..

hz.İmam (ks.) bir çok yerde şeyhinin tevassutu ile fahirlenir; o yolla (tevassut bereketi ile) mazhar olduğu özel makamları ve görülmemiş terakkileri anlatır durur.. hatta bir yerde şöyle geçer: " ..öyle sanıyorum ki en üstün bir kabiliyet bile bunu (yani: tevassut yoluyla müntehi olduğu makamı) geçemez.." halbuki bunları söyleyen zatın mutlak mürşidi hz.Allah'dır.. demek ki ancak tevassutun yüzü suyu hürmetine Subhan Hakk'ın özel muamelelerine mazhar olma durumu vardır... ilk mektublarda buna da değinir..

***

molla said efendi'nin (rh.a) süluksuz cezbe (ile ferdiyet) yoluna girdiğini var saysak bile o yoldan da hatme erdiği fetih gördüğü söylenemez.. çünki muasırı olan zatlar arasında onun o makamı ihraz ettiğinin bir tane şahidi ve musaddıkı yoktur.. (bu arada Abdulhakim-i Arvâsi-i Nakşî hz.ni açıkca kızdırmış olması da unutulmasın..) 2.si mütabaatta nakısdır.. (malum) sünnete ittiba eksik olduğu zaman zılldan (vehim kuşatmasından.. gölgeler berzahından) öteye gidemezsiniz... böyle olan zatlara kalb ehli derler.. vaktin oğlu derler.. hal sahibi derler.. (bir vakit bulup diğer vakit kaybeden.. hatta öyle hayal ve tevehhüm eden)...

buna rağmen üstad (rh.a) kendi revişini velayet-i Kübra'ya nisbet ediyor.. keza şakirtlerini cadde-i kübraya revan olmuş Ashabâsa kahramanlar olarak takdim ediyor fil-mesel gavs-ı azam şah-ı geylani gelse tarafına bakmayacaklar fesubhanallah ya-Rabbi !..

bunlar eğer fikir ve nazar değil de keşifdense birer keşf-i hayalî'dir.. ve durmadan boyuna risale, nur, risale, nur, risale, nur diye.. bu yolu (okuma işini) hararetle tervic etmek tarikatı inkar ve cerh u ta'dil değilse en hafif tabiriyle kendini takdim ve tafdildir.. güya tarikatı reddetmiyoruz ama düşük ve tehtâni olarak isbat ediyoruz (!)... arkadaş hakiki (vuslata ermiş) bir veli şu mütalaaları yürütmezdir.. daha evvel velayet-i Kübra'ya müntehi olan hiç bir Rasih veli şeyhler ve tarikatlar hakkında böyle sözler etmemiştir... ves'Selam...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 16.03.10, 08:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
fakirin kalbine gelen odur ki : şu zamanda imam rabbani r.a'ın emanetinin az sayıda ki hakiki varislerinden olan mahmud efendi gibi ekmel-i mürşid bir zat saidi nursinin velayetinin ekmeliyetine şehadet getirirse ben merhumun davasına inanırım...

lakin biz efendi hazretlerinden dahi şu sakal mevzundan ötürü sıkıntıdadır dediğini sağlam yerlerden duydukdan sonra buna kimse bizi inandıramaz..

inandığım şudur: saidi nursi alimdir belkide velidir amma şu yolda suluk edenler gibi değil..

vesselam..

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Süleyman Uludağ: "Tasavvuf tarikat ve tekkeden ibaret değil"
MesajGönderilme zamanı: 16.03.10, 10:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Kudsî yazdı:
güya tarikatı reddetmiyoruz ama düşük ve tehtâni olarak isbat ediyoruz (!)...


:)

Ahmet Akgündüz'den:

Şahsî araştırma ve tesbitlerime göre, asrımızın ferîd ve müceddid makamını ihrâz eden zat, Risâle-i Nurun şahs-ı ma‘nevîsidir ve o şahs-ı ma‘nevî adına onun tercümanı olan Bediüzzaman Said Nursi’dir. Bu zatın, daha evvelki veya olsa dahi şu zamandaki bir kutb-ı a‘zamın tasarrufu altına girmeye mecburiyeti yoktur. Zira kendisi kutb-ı a‘zamlık makamının da üzerinde olan ferdiyyet makamını ihrâz eylemiştir. Vefâtından sonra onun bu manevî tasarrufunu, şahs-ı ma‘nevîyi temsil eden talebeleri devam ettirmektedirler. Mustafa Sungur, Fethullah Gülen Hoca Efendi ve Mehmed Kırkıncı Hoca Efendi gibi Nur Talebeleri, en az bir kutub kadar hizmet ettikleri halde, ferîd makamını ihrâz eden Bediüzzaman ve Risâle-i Nur şahs-ı ma‘nevîsinin tasarrufu altındadırlar. Bahsettiğimiz zatlar da, asrımızda yaşayan maneviyât reislerinin başlarında gelen şahsiyetlerdir.

Bediüzzaman’ın ferîd ve müceddidlik vazifesini ihrâz etmesi, asrımızda başka kutubların ve imâmların olmasına mani değildir. Ancak bilinse de, bilinmese de, kutb-ı a‘zamın ve ferîd makamını ihrâz eden zatın manevî tasarrufundan manevî yardım almaktadırlar. Bu çeşit kutubların ve imamların başında Süleyman Hilmi Tunahan Efendi, Muhammed Zâhid Kotku ve Abdülhakîm Arvâsî gibi manevîyât erenleri gelmektedir. Ancak bu zatlar, günümüze kadar manevî tasarrufları devam eden Kutb-ı A‘zam Abdülkâdir-i Geylânî yahut Şah-ı Nakşibend ve İmâm-ı Rabbânî gibi maneviyât reislerinin manevî tasarrufları altında hizmete devam etmektedirler.

Biz Nur Talebeleri olarak Bediüzzaman’ın şu tesbitine de aynen katılıyoruz: "Bu dürûs-u Kur'aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Nurlar’ın şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur'anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a'mal kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 20 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye