Sadık Yalsızuçanlar'dan Said-i Nursi Hz.nin Hayatı hakkında:
Alıntı:
Bediüzzaman’ın yaşamında manevi aşamalar bakımından üç ana safha görülür: Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said.
Kendi ifadelendirmesiyle, Bediüzzaman, Eski Said döneminde, siyasal ve toplumsal sorunlarla uğraşan, felsefi okumalar yapan ve daha dışa dönük bir yapıya sahip bir kimsedir. Pozitivist düşüncelerin yaygınlaştığı, Allah’a imanın güçsüzleştiği ve seküler bir zihniyetin resmi ideolojiye kaynaklık ettiği yeni toplumsal durum, Bediüzzaman’ı köktenci bir karar almaya yöneltir. Kendisine önerilen milletvekilliği ve Doğu Anadolu genel vaizliği görevini kabul etmez, Van’a, Erek dağına çekilir. Orada küçük bir menzilde, murakabe ve tefekkürle meşgul olmaya başlar. Bu, O’nun, manevi macerasında önemli bir adımdır. Lakin bu uzun sürmez, birkaç yıl sonra, Şeyh Said kıyamı bahane edilerek, buradan alınır ve Batı Anadolu’nun izbe bir kasabasına sürgün olarak gönderilir.
Yeni Said sürecinde, Bediüzzaman’ın özellikle siyasal ve dünyevi sorunlara karşı ilgisini tümüyle yitirdiği görülür. Çabalarını daha çok, iman esasları üzerinde yoğunlaştırır. Daha deruni bir yaşam tarzı başlar. Bu dönüşümde İmam-ı Rabbani ve Abdulkadir Geylani gibi irfan ve tasavvuf ehlinin etkisini anmamız yerinde olacaktır. Bediüzzaman, manevi bir silsile ile bağlı olduğu için, Yeni Said’e geçişinde, onların eserlerine başvurur.
Şah-ı Geylani’nin Fütuhu’l-Gayb’ı O’nun manevi tarihi bakımından çok önem taşır. Bu süreci şöyle anlatır: ‘Yaklaşık otuz yıl önceydi. Yolun ilk çeyreği bitmişti. Gerçi ecel gizliydi, ne kadar ömrüm vardı bilmiyordum ama, o ortalama denilen ömrün ilk çeyreğini aşmış, yarısına doğru hızla yol alıyordum. İşte bu günlerde, başımda nasıl bir gaflet uykusu olduğunu, okuduğum ayet bana bildirdi: ‘Ölüm gerçektir.’ Başıma inen dehşetli tokatla ayıldım. Ve kendimi bataklıkta buldum. Bir yardım istedim, bir kurtarıcı araştırdım. Gördüm ki birbirinden farklı yüzlerce yol var, tereddütte kaldım. Şah-ı Geylani’nin, Fütuhu’l-Gayb kitabını, kendi yaralarıma niyetlenerek açtım: ‘Sen, daru’l-hikmettesin, önce kalbini iyileştirecek bir tabip ara’
dizesi çıktı. Şeyh, bana, ‘hastasın’ diyordu, ‘bir doktor bul kendine.’ O’na yöneldim, ‘sen’ dedim, ‘tabibim olur musun?’ Fütuhu’l-Gayb’ı, sanki benim için yazmış gibi okudum. Kitap çok şiddetliydi, gururumu paramparça ediyordu, nefsimde adeta cerrahi bir ameliyat yapıyordu. Dayanamadım, ancak yarısına değin okuyabildim. Bitiremeden, kitaplığa kaldırdım. Bir zaman sonra, o manevi ameliyatın ağrıları dindi, sızıları çekildi, lezzet gelmeye başladı. Kitabı kaldığım yerden okumaya başladım. Sonuna değin, yakarış ve sürekli okuduğu virdini de sanki kendiminmiş gibi okuyarak bitirdim.
Sonra, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat adlı kitabını gördüm.
Onu, kendime niyetlenerek açtım. Hayretler içinde kaldım. İki yerde, ‘Bediüzzaman’ kelimesi geçiyordu. Mirza Bediüzzaman’a mektup vardı bir yerde. Babamın adı Mirza idi. Mektubu kendime yazılmış gibi okudum. Gerçi hicretin üçüncü yüzyılında yaşamış bir Bediüzzaman Hemedani vardı. Ama İmam, kendi çağındaki başka bir Bediüzzaman’a yazmış olmalıydı bu mektubu. Ne var ki, onu, kendime yazılmış gibi okudum. İnsanlar değişiyor ama farklı insanlar aynı hastalığa uğrayabiliyordu. Demek ki yazdığı kimsenin derdi de aynıydı. İmam, mektubunda, ısrarla, ‘kıbleni birleştir’ diyordu, ‘yolunu doğrult.’ Bu değerli önerisi, benim yeteneğime ve manevi hastalığıma uygun gelmiyordu. Bir zaman yol aradım, şunun arkasından mı gitsem, bunun arkasından mı... diye şaşkındım. Nereye, kime baksam, çekici bir yan buluyordum. Biriyle yetinemiyordum. Bu haldeyken Allah’ın rahmetiyle kalbime bir uyarı geldi: Bütün bu yolların ve kanalların kaynağı, bu gezegenlerin güneşi Hikmet kitabıdır, Kur’ân’dır. Yönünü birleştirmek onunla olur. En büyük yol gösterici ve en kutlu üstad odur. O’nun eteğine yapıştım. Halim berbattı, yeteneğim sınırlıydı, kavrayışım eksikti, bu yüzden, o bereketli kaynaktan tam manasıyla içemiyordum. O’nun feyzinden tam yararlanamıyordum. Lakin artık yönümü, yolumu bulmuş, üstadımı ve şeyhimi tanımıştım. Salt hikmet olan Kur’ân’ın ardına takıldım, artık yolumu doğrultabilmem için kılavuza kavuşmuştum.’
Bu dönem, O’nun yaşamında hem çileli hem de manevi açıdan feyizli ve bereketli bir sürece işaret eder. Artık eski ilgilerini terketmiş, tüm mesaisini iman ve Kuran üzerine yoğunlaştırmıştır. Nefsinin arınması yönünde, eski arif ve sufilerin izlediği muhasebe ve tezkiye yöntemlerini kullanacaktır. Sürekli Kutsal Kitap’la meşgul olacak, Cevşenü’l-Kebir ve diğer virdlerini her gün düzenli biçimde okuyacak, akşamdan sonra, tümüyle halvette kalarak, ertesi güne değin, geceleri zikir ve tefekkür dolu saatler geçirecektir.
Üçüncü Said dönemi, Bediüzzaman’ın, otuzsekiz yıl süren ve en şiddetli baskı ve zulümlere maruz kaldığı, defalarca öldürülme kastıyla zehirlendiği Afyon hapsinden tahliyesiyle birlikte başlar. Bu yeni ve manevi yaşamının üçüncü ve son evresinde, Bediüzzaman, Ayetü’l- Kübra gibi magnum opus sayılabilecek bir esere imza atar. Manevi miracının öyküsü ve meyvesi olan bu risale ile, artık Bediüzzaman, seyr-i sülukunu tamamlamış ve kamil bir mürşid haline gelmiştir. Marifetin en yüksek düzeyi olarak nitelediği tevhide dair risaleler kaleme almaya başlamıştır.
Tasavvuf Risalesi,(29.no.lu dipnot), s. 47-49.
KAYNAK: Sadık Yalsızuçanlar: Tasavvuf Risalesi/Bediüzzaman Said Nursi, SUFÎ Yayınları.
***
Alıntı:
Bediüzzaman'la kendimi iyi hissediyorum
04 Ocak 2010
Yazar Sadık Yalsızuçanlar, "Bediüzzaman hazretlerini anlatırken kendimi iyi hissediyorum" dedi
Risale Haber
Yazar Sadık Yalsızuçanlar, "Bediüzzaman hazretlerini anlatırken kendimi iyi hissediyorum" dedi. Gökekin sitesinden Arzu Ayan'a konuşan Yalsızuçanlar'la yapılan röportajdan ilgili bölüm:
Sevdiğiniz yazar ve şairlere dair’’ benim kitaplarım’’da Zaman’da söylediklerinize ek olarak en çok okuduğunuz şiirleri rica etsek… Belki izlemekten en keyif aldığınız filmleri de eklersiniz…
Sezai Karakoç, Turgut Uyar, Zarifoğlu, Lale Müldür, Ahmet Güntan, Cafer Turaç sevdiğim şairler arasında. Zaman zaman okuyorum. Bendeniz daha çok Bediüzzaman ve İbn Arabi okuyorum.
Yalnızlık dediğimizde aklınıza ne geliyor?
Yalnızlık Allah’tan gaflet anında beliren bir şey.
Hz. Pir bizler hepimiz aynı bahçenin aynı ağacın meyveleriz diyor. Bizler aynı baharın açmış çiçekleriysek idrak ne zaman gerçekleşecek? Umutsuzluk semtine uğramadan aydınlıkları görebiliyor musunuz?
Umut esastır. Umutsuzluk için pek çok neden varmış gibi görünüyor. Ama bizim Sahibimiz var. Kainatın Sahibi var. Umut için çok büyük nedenlerimiz var.
Yayınlanmış olan Dem'de anlattığınız Üstad ve paralel hayat hikayeleri atlara binip giden güzel insanların özlemini ve sıcaklığını hatırlatır mı yeniden? Ya da şöyle sormalıyım sanatla edebiyatla yaptığınız yapmak istediğiniz unuttuklarımız hatırlatmak mı? Neden her Yalsızuçanlar kitabında kendimizi yalnızlıklarımızı acılarımızı buluyoruz? Bu hikayeler neden kesişiyor?
Dem, benim son romanım. Çocukluğum, ilkgençlik yıllarım, Risale-i Nur eserleriyle tanışmam ve Bediüzzaman hazretlerinin yaşamından izler var.
Bediüzzaman hazretlerini anlatırken kendimi iyi hissediyorum.