Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: SÜLEYMAN KUKU: Ziyaeddin Mevlana Halid
MesajGönderilme zamanı: 09.10.09, 09:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 20.05.09, 11:50
Mesajlar: 69
Hayatını, İslam literatürünün klasik eserlerini bugünkü neslin irfanına kazandırmaya adayan Süleyman Kuku (Ahmed Faruk Meyan) "Bütün insanlar Peygamberimizin ümmetidirler" diyor

(O, bütün peygamberlerin toplamıdır!)

Mülakat • Dündar Alikılıç


Okurlar onu Ahmed Faruk Meyan olarak tanıdı. Ahmed Faruk Meyan ismi "tarihin derinlik lerinden gelen" "bilgelik çağrıştıran" bir isim olarak çok sevildi.

Türk-islâm kültürünün temel eserlerinin çevirisi ve bugünkü Türkçe'ye kazandırılmasın da "A. Faruk Meyan" imzası daima bir kalite simgesi oldu.

Belki de bir çok A. Faruk Meyan okuru, bu ismin mahlas bir isim olarak Süleyman Kuku ya ait olduğunu bu söyleşi vasıtasıyla öğrenecek.

İslam literatürüne ait onlarca eseri 1966'dan beri Türk milletinin irfanına kazandırma faaliyeti içerisinde olan değerli alîm Süleyman Kuku beyefendi den istifadeye medar olacak bilgiler aldık.

http://damra.org/index.php?option=com_c ... &Itemid=55

RÖPORTAJ:

- A. Faruk Meyan ya da Süleyman Kuku kimdir?

- İsmim Muhammed Süleyman'dır.Trabzon vilâyetinin Sürmene kazası Baştımar köyünde dünyaya gelmi şim. İlk tahsilimi köye en yakın okul da, ortaokulu Sürmene'de bitirdim.Bu okullarda okurken okumaktan ve öğrenmekten başka bir şey düşün­mezdim. Bundan dolayı çalışkan ola rak bilinirdim. Sonra Kuleli Askerî Lisesi'ne kaydoldum. Oradan da iyi derece ile mezun oldum. Bir iki ay Harb Okulu’nda okuduktan sonra Dil Ta rih Coğrafya Fakültesi'nin Rusça Bölümü'nde 4 sene yüksek tahsil edip oradan "pekiyi" derece ile mezun ol dum. Rus Dili ve Edebiyatı dışında İngilizce ve Tarih Bölümü'nün "Orta Çağ" kısmından sertifikalarım vardır. Bundan sonraki hayatım hep aske riyede "Rusça öğretmenliği ve tercü manlığı" ile geçti. İki yıl Rusya sınırın da sınır çalışmalarında bulundum.

- Fakat siz Rusça ve İngilizce'den çevirilerinizle değil, Türk-İslâm klasik metinlerinin yazıldığı dil olan Osman lıca, Arapça ve Farsçadan yaptığınız çevirilerle tanınıyorsunuz. Türk-İslâm kültürünü oluşturan bu dillere, usta lıkla tercüme yapabilecek ve bugünkü kuşaklara aktaracak düzeyde alakanız nasıl doğdu?

Temiz hocalarımız oldu

-Askerî Lise'de iken temiz hocaları mız oldu. Onların elinde ve terbiye sinde bir başka hayata girdim diye bilirim. Yani din, tarih ve edebiyat duygularımızı okşayan, okşadıkça geliştiren ve kuvvetlendiren nadir sa yılabilecek askerî öğretmenlerin reh berliğinde hayatıma yeni bir şekil ve düzen verdim. Onların sohbetlerinde ruhumu okşayan, kalbimi Rabbime ve sevgili kullarına çeken ilim ve ma rifetlere şahit oldum. Bu vesile ile Arapça ve Farsça öğrenmenin lazım geldiğini anladım. Önce birkaç sene Osmanlıca ile meşgul oldum. Sonra elimden geldiği kadar bu dillere vâkıf olmaya çalıştım. Yaptığım birçok telif ve tercümede, bilhassa İslâm âlemin de ve Osmanlılar'da klasik sayılabile cek eserleri ön planda tuttum. Din deki samimiyet ve hüsnüniyetimin neticesi olarak ilmimi ve boyumu aşan kitapların dilimize aktarılması benim için zor olmadı. Halen aynı gayretle Türk-İslâm gençliğine ve bü tün Müslümanlara bilmeleri ve bul maları zor sayılabilecek olan eserleri kazandırmakla meşgulüm.

Bir ömrün muhassılası ;

- Ahmed Faruk Meyan imzalı telif ve ter cüme eserler 1966 yılından başlayarak 2004 yılına kadar devam ediyor. Bunların bir hulasasını yapar mısınız?

-Rusça'dan yaptığım tercümeleri ha riç tutarsak çalışmalarım üç sınıfta toplanabilir. Osmanlıca'dan yapılan sadeleştirmeler, Arapça'dan tercüme­ler ve Farsça'dan tercümeler.

Osmanlıca'dan, Kadızade'nin Amen-tü Şerhi, Birgivi Vasiyetnamesi Şerhi, Dürr-i Yekta Şerhi, İbrahim Hakkı haz retlerinin Marifetname'si, Hamza E-fendi'nin Bey ve Şir'a Risalesi. Taşköp-rüzade hazretlerinin Mevzuat'ül Ulum'u (oğlunun şerhi), Abdulkadir Geylani hazretlerinin Gunyetüt Talibin'i (Os manlıca metninin bugünkü dile ak tarımı), aslı Farsça olan Mearicün Nü-büvve'nin Osmanlıcası olan Altıpar mak Peygamberler Tarihi kitabı, Ni-şancızade Mehmed Efendi'nin iki cilt lik Mir'at-ı Kainatı. Mehmed Efendi' nin Akaidi.

Arapça'dan İbni Kemal Paşa hazret lerinin Risale-i Münire'sı, Taşköprüza-de hazretlerinin Şakaik-i Numaniye-sinden bazı bölümler. İmamzade Mu­hammed bin Ebü Bekir hazretlerinin Şir'at-ül İslâm'ının Seyyid Ali Şerhi. Ab-dülvehhab-ı Şarani hazretlerinin Mi-zanül Kübra'sı.

Farsça'dan Kimya-yı Saadet, İmâmı Rabbani hazretlerinin menakıbını an latan Berekât kitabı, Vehhabilerle alâ kalı Seyfül Ebrâr El Meslül alel Füccar ve Tashih-ül Mesail kitabı. Bunlardan Seyfül Ebrar Urduca yazılmış beş-altı sayfalık bir makaleye cevaptır. Bunu tercüme edebilmek için bir zaman Ur duca da çalıştım. Yine Farsça'dan Mev-lana Muhammed Rebhami'nin Rıyad-ün Nasihin'i, "Dört Mezhebin Dört Bü yük İmamı". Muhammed Fadlullah hazretlerinin Umdet-ul-Makamatı. İmâm-ı Rabbani hazretlerinin Mebde ve Mead'ı. İmam-ı Türpişti'nin "El Mutekat" Akaid Risalesi. Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin eshabından Ahmed Rauf hazretlerinin Dürr-ül Mearifin. Ab dullah-ı Dehlevi hazretlerinin Mekatib-i Şerife'si. Mevlana Halid-i Bağdadi haz­retlerinin Mektupları, tercüme-i hâli ve eshâbıru anlatan "Necd-i Tâlid: Menâ-kıb-ı Mevlânâ Hâlid gibi birçok kıy metli eser...

Telif ve derleme "Kutb-ul Evliya Mu hammed Masum" ve yine derleme Ve siletün Necat. İslâm Meşhurları Ansiklo-pedisi'ni te'lif ederken isim ve sayı larını zikredemeyeceğim kadar çok kitaptan bugünkü dile uyarlamalar yap tım. 2500 sayfayı aşkın üç büyük cilt halinde neşredilen İslâm Meşhurları Ansiklopedisi kitabı da senelerimi alan bir eser olmuştur.

Bütün bu eserleri bugünkü dilimize çevirerek milletime bir parça hizmet etmenin hazzını duyuyorsam da bu beni şımartmasın diye bir küçücük zaman dilimi sayılan ömrümde oku duklarımla ameli ve inandığım gibi yaşamayı düstur ve şiar edindim. İn­şallah o büyüklerin kervanının uzak tan da olsa çıngırak sesleri kulağımagelerek ruhumu imanla teslim ede rim de okuyacağınız fatihaların fayda sına kavuşurum.



- İslâm devletlerinin bugün içinde bu lunduğu durum için ne dersiniz?

Hak birdir

-İslâm devletleri olmaz. İslâm, bir dev lettir. Küfür, bir devlettir. Ne zaman dinden uzaklaşmalar olur, o zaman nefisleşmeler olur. Bu nefisleşmeler; önce şahıslar, sonra aileler, cemiyet ler ile sonra da kavimlerle olur. Ne ticede, birer küçük kavim ya da dev let hâlini alır. Bu şekilde dünyevî menfaatler işin içine karışır. Hak birdir, teaddüd etmez. Birden fazla Hak olmaz. Birden fazla Hak olma-dı-gına göre birden fazla da İslâm dev leti olmaz. Mademki hepsi Hak yoldadır, o halde ayrılık nerdedir ki, ay rılık konuşulsun, hudut konuşulsun, bayrak konuşulsun. Bunlar, ayrılığın alâmetleridir. Bayrakların ayrıldığı, hudutların ayrıldığı gibi şeyler, ayrılı ğın alâmetleridir. Gaye bir olunca ve millet de bir olunca o zaman İslâm bir millet ve küfür de bir millettir. Kü für kendi arasında taksim edilirse o ayrı!.. Kimi Komünist, kimi Ateist, ki mi Hıristiyan, kimi Yahudi, kimi Budisttir. İslâm bir millet olduğu hâlde, kendi içinde ayrılıkları yok mu den diğinde, o zaman İslâm'dan maksadı Ehl-i Sünnet olarak aldık deriz. Yoksa İslâm'ı Ehl-i kıble olarak alırsak, yet miş üç fırkadır, deriz. Bu yetmiş üç fırkadan bir tanesi, kurtuluş fırkasıdır. O da ameli bilgileri dört mezhep ile itikadi bilgileri iki büyük imamın bildir mesi ile günümüze kadar gelmiştir.



- Son olarak günümüzde çok konuşulan bir mesele olan "Dinler Arası Diyalog" için ne dersiniz?

Hepsi nesh olundu

-İmâm-ı Rabbani hazretleri bunu yet miş sekizinci mektubunda çok güzel açıklıyor. Bunu her Müslüman'ın çok iyi okuması lazımdır. Peygamberi mizin, bütün peygamberlerin toplamı olduğu; peygamberimizi inkârın bü tün peygamberleri inkâr olduğu; İs lâm'ı inkârın bütün dinleri inkâr oldu ğu göz önüne alınırsa dinler arası diyalogun mümkün olmayacağı anlaşılır. Eski dinler, hükmü geçmiş din lerdir. Onların yerine İslâm dini gel miştir. "İslâm'dan başka din edinenden bu din kabul edilmez" âyetini hatır layınız. Şu anda başka bir din yoktur. O halde başka dine "din" denmez. Hatta Âmentü Şerhi'nde der ki: "Şimdiki Hıristiyanlar, İsa aleyhisse-lâm'ın ümmetidir, diyenin küfründen korkulur." Niye? Çünkü şu anda bü tün insanlar, peygamberimizin üm metidir. Ya "ümmet-i icabet'tirler, ka bul etmişlerdir; ya da "ümmet-i dâ-vet'tirler. Davet makamında kalmış­lar, kabul etmemişlerdir. Artık, diğer hiçbir peygamberin dini devam et-miyor. Şu anda dünyada başka bir din yok. Dolayısıyla neyin diyalogu yapılacak. Eğer bir takım azaltmalarla yapılacaksa, Peygamberin ve Kuran'-ın dışında olur. O da olmaz. Yani, ye­ni bir din mi ortaya çıkarılacak. Eski dinlerin müşterek taraflarını mı ortaya çıkaracaklar. Bu da zaten diyalog de ğildir. Eski dinler, yürürlükten kalk mıştır. Allahü teâlâ, Peygamberimizi bütün kâinata göndermiştir. Peygam berimiz, bütün insanlığın peygambe ridir. O halde bu iş mümkün değildir. İslam itikadına göre eski dinlerin hiç biri kalmadı. İslâm, hepsini nesh etti.

-İslâm tarihine vukufiyetiniz, sizi tanıyan herkesçe malum.Muhakkak ki İslâm tarihi içinde çok etkileyici ve günümüz insanına yol gösterici, binlerce anekdot bulmak mümkün.

Bunlardan sizi en çok hangisidir?



-Belki sualinizin en zoru budur. İslâm tarihinin hangi sa-hifesinde biz sona kalmışlar için ibret, hayret hasret ve göz yaşı dökmeyeceğimiz bir menkıbe bulunmasın!

Büyüklerimiz buyurular ki, Eshab-ı kiramın menkıbelerini konuşmak imanı kuvvetlendirir. Evliya menkıbelerinden konuşmak muhabbeti artırır, imanın takviyesine çok muhtaç olduğu muz şu zamanda Eshâb-ı kiramdan bir menkıbe arz edeyim:

Hicretin 20. senesi... Adalet davulunun ismine çalındığı, Hazreti Ömer'in güzellik ve insanlık numunesi devri. Amr İb ni As (radıyallahü anh) şimdi Füstat denen yerde çadırlarını kurmuş (zaten "füstat", "büyük çadır" demektir.

Bu şehrin ismi de buradan kalmıştır), sekiz bin askerle Mısır'ı fethe niyetli, koyun sürüsü kadar çok. Çadırlar halinde sahrayı süslemiş, asgari yüz bin asker, iki kumandan karşı karşıya gelir.

Amr İbni As, Mukavkıs'a "Müslüman ol, harp etmeye lim!" der.

Mukavkıs, "olmazsam?" deyince Amr İbni As: "İslamiyet! ve hakimiyetini ka bul et, harp etmeyelim!".

Mukavkıs yine di retip "etmezsem" deyince Amr İbni As: "O zaman tebanızdan Müslüman olacaklar vardır.

Harp kaçınılmaz hâl alır. Çünkü biz Allah'ın askeriyiz. Allah'ın kullarına Allah'ın yeni gönderdiği İslâm dinini tebliğ etmekle vazifeliyiz. Kulların dünya ve ahiret saade tini temin etmek bizim canımızdan da kanı mızdan da evvel gelir. Onun için biz sizi öl­dürmeğe değil, kurtarmaya, oldurmaya geldik.

Eğer bu sözümü şimdi anlamazsan sonra anlayacaksın.

" Mukavkıs cevap verir: "Kaç askerin var? Neyine güveniyorsun?"

Amr İbni As: "Sekiz bin askerim var" deyince Mukavkıs sahrayı gösterir ve "şu sahraya bak, yüz bini aşan bir orduyla karşına çıktım. Korkmuyor musun da bu kadar cü ret gösteriyorsun" der.

Amr İbni As: "Hayır biz sizden çoğuz." Deyince Mukavkıs "Nasıl olur? O zaman sen hesap bilmi yorsun.

Sekiz bin, yüz binden nasıl çok olur?" Amr İbni As: "Çoğuz, çünkü bu sekiz bin kişiden her biri evin den çıkarken bir daha geri dönmemek üzere ve geri dön ersem rabbime karşı ne günah işledim de, bana şehadeti nasip etmedi diye üzülecek olanlardan oluşuyor. Eğer sizin içinizde böyle sekiz bin kişi varsa o zaman hesap yanlış ola bilir.

Yoksa biz, sizden çoğuz." (Nitekim daha sonra Mukav kıs, "Müslümanlar tarafındaki her kişi bizim yüz askerimize bedeldi" demiştir.)

Harp olur ve Amr İbni As'ın askeri galip gelir. Mısır Müslüman olur. Roma İmparatoru Heraklius, Mu-kavkıs'ı tecziye etmek ister ama o sırada ölür. işte bu hadise senelerdir islam'da cihadın manasını taşı makla içimde hep taze durur.


Madem ki derginiz 'Tarih ve Düşünce" dergisidir, önceki menkıbe tarih kısmına ait olsun da düşünce kısmından size Fahreddin-i Razi hazretlerinden (ki düşünce, tefekkür ehli büyüklerindendir ve kendinden evvelki islâm'ı kendinden son­rakilere, sonrakilerin dili ile aktaranların büyüklerindendir.) bir menkıbe arz edeyim.



Fahreddin-i Razi, Rey şehrinden Merv şehrine gider. Şehrin ayanı yani ileri gelenleri kendisine hoş âmediliğe (hoş gel-dine) gelip eşsiz ders ve sohbetlerinde bulunur. Bulunurlar da sanki Merv'de yeni bir sahife açılır. Herkes Fahreddin-i Razi hazretelerinin ilminden, büyüklüğünden konuşur.

Bir gün Fahreddin-i Razi, "bu şehirde olup da bize hoş âmediliğe gelmeyen var mı?" Der. "Herkes geldi, bir tek filanca gelmedi" derler. "Ona da söyleyin, onun da gelmesi vacip idi" buyurur. Gidip söylerler. Kendisine gelene, "siz söyleyeceğinizi söyledi niz, buyrun gidebilirsiniz" der o zat. Fakat yine gitmez. Şehirde bir şuriş (karışıklık ve dalgalanma) sezilir.

Eşraftan biri bu fit neyi önleyeyim der ve bir ziyafet verir. Bu ziyafette birçok kim seler çağrıldığı gibi Fahreddin-i Razi ve onu ziyaret etmeyen kişi de davet edilir. Her ikisi de davete gelip baş köşeye otur tulurlar. Fahreddin-i Razi, o zata "herkes bizi ziyarete geldi de, siz niye gelmediniz", diye sorar. O zat, "niçin gelecektim", diye buyurur.

Fahreddin-i Razi, "zamanın şeyhülislâmı olarak bizi seçtiler, sizin de bizi ziyarete gelmeniz hoş âmediliğe gelmeniz gerekirdi", der. O zat, "bu kadar insan sizi ziyaret etti de bir ben gelmedim. Niçin bunun üzerine bu kadar durdunuz? Ben gelseydim, Allah katındaki mertebeniz mi yükselecekti? Gelmedim de dereceniz mi düştü? Niçin bunun üzerine bu kadar durdunuz anlamadım." der Fahreddin-i Razi, "sizin verdiğiniz bu cevap ehli dîl'in cevabıdır. Ben ise esas sebebi öğrenmek istiyorum. Dedim ya bizi zamanın şeyhülislamı seçtiler." O zat, "o halde siz âlimsiniz. Size bir sual sorabilir miyim?" Fahreddin-i Razi, "estağfirullah, buyrun" der. O zat: "Allahü tealayı marife tiniz nasıldır?" der.



Fahreddin-i Razi, "yüz delil ve burhan iledir" der. Bunun üzerine o zat: "delil ve burhanın çokluğu, şüphelerin çokluğundan ileri gelir. Demek ki marifetiniz, yakin mer tebesinde değildir. Allahü teâlâ benim kalbime öyle bir yakinnuru ihsan etti ki, rabbimi, delilsiz ve burhansız biliyorum", buyurup, kimya nazarları ile Fahreddin-i Razi'nin yüzüne bir nazar edince Fahreddin-i Razi titremeye başlar ve gayr-ı ihti yari ellerine ve ayaklarına kapanıp özür diler. Sonra yemek yenir, sohbet edilir ve herkes dağılır. O zat da kendi evine gider. Fahreddin-i Razi'nin ardından cahil ve arzulu bir talebe gibi geldiğinin farkındadır veya değildir, kapıdan içeri girer.

Arkadan kapı çalar, döner, kapıyı açar.

Fahreddin-i Razi ile yüz yüze gelir. Fahreddin-i Razi "efendim, anladım ki siz, Cenâb-ı Hakk'ın sevgili kulusunuz. Bizim bilmediğimiz nice marifetlere sahipsiniz.

Biz zahir ulemasına eğer merhamet edip böyle beyanlarda bulunmazsanız, sizi tanıyamazdık, anlayamazdık. Bütün varlığımla kapınıza irşâd olmaya geldim. Beni irşâd edin", deyip ellerini öper ve on beş gün sohbetlerinde bulunur.

Halbuki o zatın bir nazarı "avam"ı "veli" yapacak kadar tesirli idi.

İşte Fahreddin-i Razi, 'Tefsir-i Kebirini bu muameleden sonra yazmıştır.

Şimdi diyeceksiniz ki, Fahreddin-i Razi'yi dahi terbiye eden bu büyük zat kim idi?

Gelin hep birden ruhuna Fatiha-yı şerife okuyarak, o kimya nazarlarından bir zerre umarak, Necmeddin-i Kübrâ hazretlerini, sevmek ile emr olunduğumuz evliya ordusunun büyük kumandanlarına hususi yer verdiğimiz kalbimizin mutena köşesinde muhabbetle saklayalım.

ESERLERİ

1. Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin Buhari / Sadeleştiren ve hazırlayan A. Faruk Meyan. İstanbul 1970 (Eskin Matbaası), 239 s.;

2. İslam Meşhurları Ansiklopedisi / A. Faruk Meyan, İstanbul : 1970 (Hikmet Gazetecilik limited şti.)

3. Birgivî Vasiyetnamesi : (KadızâdeŞerhi); Birgili, Muhammed b. Pir Ali, 1522-1573 / Sadeleştiren : A. Faruk Meyan, istanbul : Bedir Yayınevi, 1983 İstanbul; 307 s.

4. Riydd'ün-Nâsıhîn Tercemesi : Müslümanlara Nasihat / Yazan : Mevlânâ Muhammed Rebhâmî; çeviren : A. Faruk Meyan , Berekât Yayınevi, 1979, 672 s.

5. Büyük Amentü Şerhi (Feraid-ül fevaid fi beyan-il Akaid) / Kadızade Ahmed Bin Muhammed Emin Efendi; Hazırlayan A. Faruk Meyan, 4.bsk. istanbul : Berekat Yayınevi, 1978 İstanbul : 381 s.

6. Tashih'ül-Mesâil: Vesikalarla Vehhâbiliğin İçyüzü / Yazan : Mevlana Muhammed Fadlurresûl; Tercüme ; A. Faruk Meyan. İstanbul: Berekât,

1976 istanbul :416s.

7. Zûbde-tül-Makâmât: imâm-ı Rabbani ve Yolundakiler / Yazan : Muhammed Hâşim Kişmi, Tercüme : A. Faruk Meyan. 5. bsk. istanbul: Berekât, 1978: 462 s.

8. Altı Parmak Peygamberler Tarihi / Yazan : Muînüd-dîn Muhammed Emîn Hirevî; Osmanlıcaya çeviren : Muhammed bin Muhammed (Altıparmak); sadeleştiren : A. Fârûk Meyan. 4. bsk. istanbul: Berekât, 1978: 863 s.



9. Gunyetü-t Talibin : İlim ve Esrar Hazinesi / Yazan : Seyyid Abdülkadir Geylani; çeviren : A. Faruk Meyan. 4. bsk. İstanbul : Berekat Yayınevi,1977 : 542s.

10. Kimyâ-yı Saadet / Ebü Hamid Muhammed Gazali; Farsça aslından tercüme eden : A. Faruk Meyan, İstanbul: Bedir Yayınevi, 1986 : 822 s.

11. Tarık'un-Necât: Kurtuluş Yolu / Yazan : Hakîm-ül Ümmed Haca Muhammed Can Sahib Serhendî Müceddidî; tercümesi: A. Fârûk Meyan. İstanbul : Berekât Yayınevi, 1977 : 175 s.

12. Dürr-i Yekta Şerhi / Yazan : Hafız Muhammed Es'ad Bin Abdullah ; Tercüme : A. Faruk Meyan. 3. bsk. istanbul : Berekât Yayınevi, 1978 : 238 s.

13. Şir'at-ül İslâm Tercemesi / Yazan: Muhammed bin Ebûbekr, şerhe-den : Seyyid Alizâde ; Arabçadan tercüme edenler: Lûtfullah Uyan [ve] A. Fârûk Meyan. 1. bsk. istanbul : Berekât Yayınevi, 1979 : 575 s.

14. Mezhebsizlik ve Vehhabilik / Yazan : Allâme Muhammed Abdürrahman Silheti; tercüme : A. Faruk Meyan. İstanbul : Berekat Yayınevi, 1978: 208 s.

15. Mîzân-ül Kübrâ : Dört hak Mezhebinin Büyük Fıkıh Kitabı / Müellifi: Arif-i Samedânî ve Kutb-i Rabbani Abdülvehhâb-ı Şarani, tercüme : A. Fârûk Meyan, İstanbul : Berekât Yayınevi, 1980 : 720 s.

16. Peygamberimiz ve Dört Büyük Halifesinin Hayatı ve Menkıbeleri / Seyyid Eyyüb bin Sıddık; tercüme : A. Fârûk Meyan, Mehmed Çelik. İstanbul: Berekât Yayınevi, 1980 : 472 s.

17. Vesiletü'n-Necat / derleyen : A. Faruk Meyan (Abdürreşid Avanoğlu ). 2.bsk. İstanbul: Berekât Yayınevi, 1977 : 567 s.

18. Mârifetnâme (Açıklamalı eksiksiz metin) / Erzurumlu ibrahim Hakkı; hazırlayan: A. Faruk Meyan. İstanbul : Bedir Yayınevi, 1987 : 1166 s.

19. Menkıbelerle islâm Meşhurları Ansiklopedisi / haz. : Abdüllâtif Uyan. İstanbul: Berekât Yayınevi, 1983 : 3 cilt. 2142 s.

20. Mevzuat'ul Ulum : (İlimler Ansiklopedisi )Taş Köprülüzade Ahmet Efendi : mütercimi : Kemal Efendi: Sadeleştiren : Mümin Çevik İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1975 İstanbul.

21. Mir'at-i Kainat/Nişancızade Muhammed bin Ahmed:sadeleştiren:A.Faruk Meyan. Berekat Yayınevi. İstanbul 1987 2 cilt, 1471s.

22.Dört Büyük imam, toplayan ve tercüme eden: A. Faruk Meyan, istanbul 1968. 239 s.

23.Keşf-ül Zünun ve Zeyli (4 cilt) (Katip Çelebi)

24.Umdet-ul Makamat (Muhammed Fadlullah)

25.Mebde ve Mead (İmâm-ı Rabbani)

26.Mekatib-i Şerife (Abdullah-ı Dehlevi)

27.Necd-i Talit (Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretlerinin Hayatı ve Mektupları).

28.El Mutekat (İmam-ı Türpüşti)

29.Dürül Mearifin (Ahmed Rauf).

Bunlarla beraber, Süleyman Kuku, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektuplarından bazılarını, Osman Bedreddin hazretlerinin üstadı Mahmud-i Samini'ye yazdığı mektupları, Kısas-ı Enbiya ve Mir'at-i Hakikat gibi eserlerin bazı bölümlerini tercüme etmiştir.



S. Kuku'nun tercümesiyle telif eserlerinin bazdan A. Faruk Meyan mahyasıyla, bazıları da dostlarının isimleriyle yayınlanmıştır.

***


En son sahhaf tarafından 09.10.09, 11:12 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: SÜLEYMAN KUKU: Ziyaeddin Mevlana Halid
MesajGönderilme zamanı: 09.10.09, 11:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 20.05.09, 11:50
Mesajlar: 69
Ziyaeddin Mevlana Halid

SÜLEYMAN KUKU
Resim


DAMRA YAYINLARI



İslam büyüklerinden nimetlerine şükretmemiz vacib olanlardan biri de Mevlana Halid hazretleridir. Çünkü Bağdad'dan Hindistan'a Şah Abdullahı Dehlevi hazretlerinin huzuruna gitmiş, bir sene dolmadan kalbi Müceddid-i Elf-i Sani hazretlerinin feyiz ve nurları ile dolu olarak irşad vazifesi ile mutlak halife ünvanıyla dönüp Bağdad'a gelmiştir. Hazreti Müceddid'in Hindistan ve havalisinde yaptığı gibi Mevlana Halid efendimiz de Orta Doğu'yu irşad etmiş, irşad nuru ve feyizleri Türkistan'dan Balkanlara, Dağıstan'dan Arabistan'a, Anadolu'dan Mısır'a, Bağdad'dan Şam'a, İzmir'den Girit'e, hatta Güney Amerika'ya uzanmış, İslamın dünyaya gölge salan çınarı zahiren ve batınen bir bahar tazeliğine bürünmüş, dallarından ilim cıvıltıları, yapraklarından zikir terennümleri gül bahçesi gibi asumana yayılmış ve dünyanın insanlarla meskun bulunan dörtte biri tarafından duyulmuştur.

Naksibendiliğin Müceddidi rengiyle bu yeni ve asil renk Mevlana'nın manevi eliyle de hususi bir tarz ve şekil almıştır.

Kendisini görenle görmeyen, tanıyanla tanımayan, sevenle sevmeyen asla bir ve beraber sayılmamıştır.

İşte bu kitapta dinin parlak ışığı, güneşler güneşi Ziyaeddin Mevlana Halid hazretlerinin insanlığa örnek hayatlrı ve mektubları bir araya getirilmiştir.

ISBN : 9944304042
Basım Tarihi: 2008
Sayfa Sayısı : 312

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=433686


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: SÜLEYMAN KUKU: Ziyaeddin Mevlana Halid
MesajGönderilme zamanı: 25.10.09, 19:29 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
İşte Bediüzzamanın Mevlana Halidi

24 Ekim 2009

Yeni Ümit Dergisi yazarı Mustafa Kasımoğlu, Bediüzzaman Said Nursi'nin de büyük önem verdiği Mevlâna Halid Ziyaeddin Bagdadî'yi yazdı...

***

Bağdat'tan Doğan Güneş Mevlâna Halid Ziyaeddin Bagdadî

Mustafa Kasımoğlu


Mevlâna Halid Ziyaüddin Bağdadî 'Silsile-i âliye' adı verilen âlimler ve veliler silsilesinin 29. büyük şahsı. Asıl adı Halid, lâkabı Ziyaüddin, nispet adı Bağdadî'dir. Tasavvufî kişiliğiyle tanındığından kendisine 'Mevlâna' sıfatı da verilmiştir. Nakşibendiyye tarikatını kendi adına nispetle 'Halidiyye' ismiyle devam ettirmiş; Nakşîliğin hemen hemen bütün İslâm dünyasında yayılmasına vesile olmuş; Nakşî silsilesi içinde bir tarikat yenileyicisi, şube müessisi konumunu kazanmış; üstün ilmî-ahlâkî kişiliği ve dünya çapında yaptığı irşad faaliyetleri sebebiyle 12. hicrî yüzyılın müceddidi kabul edilmiştir. Her türlü gösterişten uzak sade hayatı, ilmî enginliği ile tarikatına İslâm'ın kalb ve ruh hayatının yaşanmasında 'ilmiyye sınıfının tarikati' pâyesini kazandırmıştır.

Bazı ansiklopedik kaynaklarda babasının adının Ahmed olduğu zikredilmekle beraber yapılan son araştırmalar, babasının isminin Hüseyin olduğunu göstermekte ve babası Hz. Osman, annesi de Hz. Ali'nin soyundan gelmektedir.

Mevlâna Halid, Süleymaniye, Köysancak, Hariri, Bağdat gibi yörelerde zamanının önde gelen âlimlerinden dinî ilimleri ve astronomi, matematik, geometri gibi bazı müspet bilimleri öğrenmiştir. Hocası Seyyid Abdülkerim Berzencî vefat edince henüz yirmi yaşında iken ders vermeye başlamıştır. Pek çok talebesi olmuş, bazı din âlimleri de derslerine iştirak etmiştir. 1805 yılında Hac için Medine'ye geldiğinde hayatında dönüm noktasını oluşturan şöyle bir hâdise yaşamıştır: Medine'de tanıştığı Yemenli bir zât kendisini "Ey Halid, Mekke'de bulunduğun sürece edebe uymayan herhangi bir şey görürsen hemen reddetme!" diye uyarmış; Mevlâna Halid Mekke'ye geldiğinde bir cuma günü Kâbe'nin yanında zikir ve tefekkür hâlinde iken bir adamın sırtını Kâbe'ye çevirmiş bir hâlde kendisine baktığını fark etmiş ve içinden "Utanmadan Kâbe'ye sırtını çevirmiş, edebi gözetmiyor!" diye düşünürken o şahıs kendisine seslenerek "Mümine hürmet Kâbe'ye hürmetten evlâdır. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Niçin beni kötülüyorsun. Medine'deki zâtın uyarısını unuttun mu?" demiş.

Bu enteresan hâdise karşısında Halid Bağdadî bu zâtın salih büyük bir kimse olduğunu anlamış ve kendisini talebeliğe kabul etmesini istirham etmişse de, bu zât eliyle Hindistan taraflarına işaret edip kendisinin yardımcı olamayacağını belirtip ayrılmıştır. Bu hâdise Mevlâna Halid'i çok etkilemiş olacak ki memleketine döndüğünde medresesindeki eğitim-öğretim faaliyetlerini bırakarak bir davet üzerine Hindistan'a gitmeyi kabul edecek, onun bu gidişi kendisini tasavvuf âleminde Mevlâna Halid Bağdadî yapacak olan asıl mânevî kimliğini kazanmasına kapı aralayacaktır. Kâbe'de karşılaştığı bu zâtın hocası Abdullah ed-Dihlevî olduğu rivayet edilmektedir. Gerçekten de Hac dönüşü bugünkü Irak sınırları içinde bulunan Süleymaniye'de ders vermeye başladıktan bir süre sonra Hindistan'dan Mirza Abdurrahim veya Rahimullah adlı bir kişi Süleymaniye'ye gelerek Halid Bağdadi'ye İmam Rabbanî'nin Müceddidiye kolunun ünlü şeyhi Abdullah Dihlevî'nin (1156-1240/1743-1824) selâmını getirmiş, kendisini davet ettiğini bildirmiştir. Bu davet üzerinden kısa bir süre sonra ders vermeyi bırakarak bu zâtla birlikte 1809 senesinde Hindistan'a gitmek üzere yola çıkmışlardır. Hindistan'ın başkenti Cihanâbâd'da Abdullah Dihlevî'ye intisap etmiş; yanında kaldığı beş ay veya bir yıl gibi kısa bir sürede üstadı Abdullah Dihlevî'den feyizler aldıktan sonra 36 yaşlarında Müceddidiyye, Kadiriye, Sühreverdiyye, Kübreviyye ve Çeştiyye olmak üzere beş tarikattan icazet ve yol-irşad yetkisi alarak Bağdat'a dönmüştür. Rivayet edilir ki, yola çıkmadan önce üstadı Abdullah Dihlevî, Mevlâna Halid'e "İste Ey Halid, ne istersen vereyim." demiş o da "Din için dünyalık isterim." şeklinde oldukça anlamlı bir talepte bulunmuştur.

Halid Bağdadî Hazretleri hiç şüphesiz Abdullah Dihlevî'nin nasihat ve feyzinden kısa zamanda çok şey almaya muvaffak olmuştu ki, kendisini temsil eden bir halifesi olarak irşad vazifesiyle görevlendirmişti.

Mevlâna Halid, Hindistan'dan dönerken dönüş yolu üzerindeki ilim merkezlerine uğramış, buralarda konakladığı esnada hem irşat faaliyetlerinde hem de Şii ulema ile çeşitli ilmî tartışmalarda bulunmuştur. 1811'de memleketi Süleymaniye'ye gelmiş, bir süre burada kaldıktan sonra Bağdat'a giderek Abdülkadir Geylânî'nin dergâhına yerleşmişse de, bu dergâhta beş ay kaldıktan sonra tekrar Süleymaniye'ye dönmüş ilim ve irşad faaliyetlerini 1813 yılına dek burada sürdürmüştür. 1813'te tekrar Bağdat'a gelerek oranın valisi Said Paşa ve müftüsü Abdullah Haydarî Efendi'nin destekleriyle Isfahaniyye Medresesi'nde ilim ve irşad faaliyetlerine başlamıştır.

Maruz Kaldığı Bazı Sıkıntılar

Halid Bağdadî Hazretleri hayatında çeşitli sıkıntılarla karşılaşmıştır. Bunların başında bazı dinî ve idarî çevrelerin iftira ve baskıları ile öldürülme teşebbüslerine maruz kalışı gelmektedir. Meselâ Hindistan'dan dönüşünde Süleymaniye'de ilim ve irşad faaliyetlerini sürdürürken kimi çevreler kendisini dinî çizgi dışına çıkma, yogilik ve hattâ küfürle itham etmişler, aleyhinde bir risale yazarak Bağdat valisi Said Paşa'ya şikâyet etmişlerdir. Said Paşa yakından tanıdığı ve hürmet ettiği Mevlâna Halid'e sahip çıkarak bu iftiraya karşı bir reddiye yazılmasını istemiş, bunun üzerine Müftü Muhammed Emin Topukçulu ileri sürülen iftiralara cevap veren bir mektup yazmış, Bağdatlı âlimler bu mektubu tasdik etmiştir. İleriki yıllarda Hazreti çekemeyenler bununla da kalmamış, onu Osmanlı'ya karşı isyan hazırlıkları içinde bulunmakla suçlayarak Sultan 2. Mahmud'a şikâyet etmişlerdir. Sultan iki kişilik gizli bir teftiş ekibini Şam'a göndermiş; bu ekip yaptıkları araştırma sonucunda yapılan isnatların asılsız olduğunu Sultan'a bizzat bildirmişlerdir. Ayrıca Sultan Mahmud'un saray nâzırlarından Mevlevî Hâlet Efendi, Mevlâna Halid'in halk ve devlet ricali arasındaki saygınlığını çekememiş, o da Halid Bağdadî'nin devlete isyan hazırlıkları içinde olduğundan ortadan kaldırılması gerektiği konusunda Sultan'a ısrarlı telkinlerde bulunmuşsa da Sultan Mahmud yaptırdığı araştırmalara dayanarak basiretli davranmış ve 'Din adamlarından devlete zarar gelmez.' diyerek Hâlet Efendi'nin sözünü dikkate almamıştır. Rivayet edilir ki Halid Bağdadî Hazretleri, Hâlet Efendi'nin bu ihanetinden son derece müteessir olmuş ve "Hâlet Efendi'nin işi Üstad Mevlâna Celâleddin Hazretleri'ne havale olundu. Elbet onu huzuruna çekip cezasını verecektir." buyurmuş; nitekim çok geçmeden Hâlet Efendi Mora isyanına sebep olduğu için Sultan Mahmud tarafından Konya'ya sürülmüş ve orada idam edilmiştir.

Ne acıdır ki Halid Bağdadî Hazretleri sadece belli çevreler tarafından değil, bazı talebelerinin de ihanetine uğramış, onların iftiralarıyla daha bir sarsılmıştır. Nitekim Hazretin İstanbul halifelerinden Abdülvehhab es-Susî kendi başına hareket etmeye başlaması sebebiyle görevinden azledilince üstadı Mevlâna Halid aleyhinde ağır suçlamalarda bulunmuştur. Bunun üzerine Halid Bağdadî'nin sohbetlerine katılmış olan ünlü Hanefî Fıkıh âlimi İbn Âbidîn (ö.1252/1836) Mevlâna Halid'e iftirada bulunanları ret sadedinde 'Sellü'l-Hüsâmi'l-Hindî li nusreti Mevlâna Şeyh Halid Nakşebendî' isimli bir kitap telif etmiştir.

Halid Bağdadî Hazretleri hayatında çeşitli çevrelerin attığı iftiraların acısını yaşaması bir yana birkaç defa suikasta da maruz kalmıştır. Meselâ Hindistan dönüş yolunda Hemedan yakınlarında bazı karanlık çevreler tarafından öldürülme teşebbüsüne maruz kaldığı gibi, 1813'lü yıllarda Süleymaniye'de bir cuma namazından çıkarken 200 kadar silâhlı Berzencî grubunun saldırısına maruz kalmıştır. Bütün bunların yanı sıra Bağdadî Hazretleri, ailevî ıstıraplar da yaşamıştır. Nitekim kendileri ilk iki hayat arkadaşını kaybetmiş olmanın acısı üzerine ayrıca evlât acısı da çekmiştir ki, dört oğlundan ikisi veba salgınından, biri de Urfa'da vefat etmiştir. Hazretin soyu dördüncü oğlu Necmeddin ile devam etmiştir.

Vefatı

Halid Bağdadî Hazretleri 1242/1826 da şehitliğinin bir alâmeti olsa gerek yakalandığı veba hastalığından kurtulamayarak Şam'da vefat etmiştir. Kabri Şam'ın kuzeyindeki Kâsiyûn Dağı eteğindeki kabristandaki türbesindedir. Vefatı ile ilgili şu anekdot ilginçtir: Ömrünün son günlerine doğru müntesiplerinden İbn Âbidîn, Mevlâna Halid'in yanına gelerek rüyasında Hz. Osman'ın vefat ettiğini, cenaze namazını kıldırdığını gördüğünü ve çok kalabalık olduğunu söylemiş; Mevlâna Halid de İbn Âbidîn'e, Hz. Osman soyundan geldiğini, yakında öleceğini ve cenazesini kalabalık bir cemaatle kendisinin kıldıracağını söylemiştir. Gerçekten de çok geçmeden veba hastalığından vefat etmiş; cenazesini de İbn Âbidîn kıldırmıştır. Cenaze namazı Şam'da kılındığı gibi Mekke başta olmak üzere İslâm ülkelerinin çeşitli yerlerinde de gıyabi olarak kılınmıştır.

İlmî-Ahlâkî-Edebî Yönü

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki, ilmî-ahlâkî kişiliği açısından ele alındığında Halid Bağdadî Hazretleri'nin hayatını, tasavvuf öncesi ve sonrası şeklinde iki ana safhaya ayırmak gerekir. Tasavvuf öncesi hayatında özellikle tefsir, hadîs, fıkıh gibi dinî ilimlerdeki vukufiyetiyle tanınmış bir din âlimidir ve bu dönem Hindistan'da Abdullah Dihlevî'ye intisap ettiği yıla -yaklaşık 34 yaşlar- dek sürmektedir. Tasavvufî kişiliği ise 1811'lerde Hindistan'da tasavvuf hayatına başlamasından vefat edene kadar süren dönemdir. Bu dönemde ilim ile mârifeti cem etmiş, ilmini irfan ile bezemiş, mâneviyat rehberi olarak daha bir tanınmıştır.

Hazret, genç yaşta aklî ve naklî ilimlerde üstün bir seviyeye yükselmiş; çalışkanlığı, keskin zekâsı, kuvvetli hafızası ile dikkatleri çekmiştir; öyle ki Fîrûzâbadî'nin meşhur Kamus'unu bile ezberlemiştir. Öğrendiği bütün ilimlerde din âlimleri ve bilim adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bilgiye sahip olmuş; dinî ve bazı pozitif ilimlerdeki üstünlüğü sebebiyle zamanının birçok âliminin takdirini kazanmıştır. Onun öğrenme ve öğretme aşk ve şevki belli bir yaşla sınırlı kalmamış ileriki yaşlarında da bir taraftan dersler verirken diğer yandan çeşitli vesilelerle öğrenmeye devam etmiştir. Meselâ 1805 yılında hacca gitmek üzere yola çıktığında Şam'da bir süre kalmış; bu süre zarfında Şamlı âlimlerden son derece saygı gördüğü gibi bu seyahatini bile ilim öğrenme fırsatına dönüştürerek Şam'da Allâme Muhammed Kuzberî'nin hadîs sohbetlerine katılıp ilmî müzakerelerde bulunmuş ve kendisinden hadîs icazeti almış; ayrıca Mustafa Kürdî'den Kadirî tarikatı icazeti almıştır. Diğer taraftan mânevî-ruhî gelişimini tamamlamak üzere Hindistan'a gittiğinde şeyhi Abdullah Dihlevî'nin izniyle Abdülaziz el-Hanefî'nin derslerine de devam ederek ondan hadîs, tefsir, tasavvuf dersleri aldığı gibi onun ahzâb ve evrâdını rivayet etme icazeti de almıştır.

Mevlâna Halid Bağdadî'nin âlim, sofî kişiliğinin yanı sıra edebî yönü de bulunmaktadır. Çeşitli ilimlere dâir Arapça telif eserleri, şerh ve haşiyelerinin bulunması onun ilmî yönünü ortaya koyduğu gibi Arapça, Farsça, Kürtçe şiirlerinden oluşan bir Divan'ının olması da onun zevk-i selim sahibi edip bir zât olduğunu göstermektedir. Tasavvufa intisap etmeden önce özellikle akâid, kelâm ve fıkıh ilmiyle meşgul olmuş ve bu alanlarda eserler telif etmiş; mânevî hayatında ise, müntesiplerine güçleri nispetinde özellikle Kur'ân'la meşgul olmalarını, diğer dinî ilimlerden daha fazla fıkıh ve hadîs ilmiyle ilgilenmelerini, irşad hizmetlerini Kitap ve Sünnet eksenli yürütmelerini tavsiye etmiştir. Mevlâna Halid'in zâhirî-dinî ilimlerde icazeti olmayanlara hilâfet vermemiş olması da onun ilme verdiği önemin yanı sıra –aksi durumda ilgilendiği insanların saadet-i dâreynlerini riske atma tehlikesinden olsa gerek- mürşid konumda olacak kişinin temel dinî ilimlere sahip olması gerektiğini göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir.

Bütün bunların yanında zikredilecek şu birkaç hâdise de Halid Bağdadî'nin ilmî kişiliği bakımından önemlidir. Meselâ Hindistan'a giderken yol arkadaşıyla birlikte Tahran'a uğrayan Mevlâna Halid burada Şii âlim İsmail Kâşî ile ilmî münazaralarda bulunmuş ve onu ilzâm etmiştir. Bu tartışma konularından biri Şiilerin Hz. Ali hariç Raşit Halifeler hakkında olumsuz tutum içinde olmalarıyla ilgiliydi. Halid Bağdadî bu olumsuz kanaatlerine cevap olarak Şiilerin Hz. Ebû Bekir hakkında olduğunu ileri sürdükleri Enfâl Sûresi 70. âyetini delil getirmişti. Bu ilmî münazarada Mevlâna Halid, İsmail Kâşî'ye 'Peygamberler günah işler mi?' diye sormuş; Kâşî 'Bütün peygamberler masumdur, günah işlemezler' diye karşılık vermiştir. Hazret de 'Enfâl Sûresinde Bedir Savaşı'ndaki esirleri saldığı için Allah Teâlâ'nın Hz. Peygamber'i affettiği bildirildiğine göre, bu durum Hz. Peygamber'in günah işlediği anlamına gelmiyor mu?' diye sormuş; Kâşî de söz konusu âyetin Hz. Peygamber hakkında değil, Hz. Ebû Bekir hakkında olduğu şeklinde cevap verince Mevlâna Halid "Madem böyle, Allah Teâlâ Ebû Bekir'i affettim buyuruyor da siz niçin affetmiyorsunuz?' diyerek karşılık vermiştir. Onun bu cevabı üzerine Kâşî susmak zorunda kalmıştır. Keza Ünlü Hanefî fıkıh Âlimi Muhammed Emin İbn Âbidîn, Mevlâna Halid'e birçok soru sormuş, sorulan her soruya kaynakları söylenerek cevaplar alınmıştır ki, muhtemelen bu hâdiseden sonra İbn Âbidin Mevlâna Halid'e intisap etmiştir.

Halid Bağdadî Hazretleri ömrünü ilim, ahlâk ve amel yönünden mânevî değerleri ihyâ etmeye adamakla kalmamış, ihyâ hareketinin bir boyutu olarak İslâm sanat ve mimarisinin temeli olan camileri tamir ve inşa faaliyetlerinde de bizzat bulunmuştur. Nitekim kendileri Şam'da kaldığı sürece İdas Camii de dâhil olmak üzere birçok yıkık mescidi tamir ettirmiştir.

Edebî yönüne gelince ifade edildiği üzere Mevlâna Halid'in Arapça, Farsça, Kürtçe kaside ve şiirlerinden oluşan bir Divan'ı bulunmaktadır. O bu şiirlerini çeşitli vesilelerle inşad etmiştir. Meselâ 1805'te yirmi yedi yaşlarında iken Hac için Medine-i Münevvere'ye geldiğinde Hz. Peygamber'e (aleyhisselâm) olan aşk ve tutkunluğunu yansıtan Farsça Kaside-i Muhammediyye'yi inşad etmiştir. Onun Nebiy-yi Zîşân Efendimiz'in merkadini ziyaret ettiklerinde musaffa ve mutahhar ruhaniyetine (sallallâhu aleyhi ve sellem) arz ettiği kasidesinden sıra gözetmeden seçilen bazı beyitleri şöyledir:

Li me'allah emini, mâ evhâ sır mahremi
Vasfını söyleyemem izaha zor geliyor.
Leamrük tahtı şahı, levlâke şehsuvarı
Adalet sahibi Hak seni pek medhediyor.
Onu hulkuyla övmek abesle iştigal olur
Onu hakkıyla öven ancak Rabbi oluyor.
Âlemi bir zerreye sığdırmak mümkün olur
Onu sözle anlatmak bundan da zor geliyor.
Bu mevsimde sahrayı boşuna geçme ey hacı
Kâbe şimdi Ravda'yı tavaf için geliyor.
Peygamberlerin bile âh eyledikleri gün
Hüsn-ü iltifatıyla halâs mümkün oluyor.
Güneş nur saçıyorsa hep O'nun nurundandır
Güldeki ter damlası gül yüzünden geliyor.
Hicriden odun ağlar sen ise ölmüyorsun
Mert isen bu yaşaman sana çok ar geliyor.

Keza Hindistan'a giderken İran'da uğradığı bazı şehirlerdeki İmam Ali Rıza, Bayezid-i Bistamî, Câmi gibi âlim ve veli zatların kabirlerini ziyaret edişinde onlara kasideler yazmıştır. Onun Ehl-i Beyt imamlarından Ali Rıza'nın kabrini ziyaret edip ayrıca bir kaside inşad etmesi Mevlâna Halid'in Şia'ya karşı taassup ve ön yargı içinde olmadığını ayrıca göstermektedir.

Ahlâkî yönüne gelince Mevlâna Halid Hazretleri beş tarikattan icazet sahibi olması itibariyle 'Câmiu't-turuk' olarak kabul edilmiştir. Kendileri sabırlı ve kanaatkâr; üzerlerinde dâima cezbe, ağlama, tefekkür hâli bulunan ilim ve güzel ahlâk sahibi örnek bir şahıstı. Son derece heybetli bir kişiliğe sahipti ve hiç kimse yüzüne dikkatle bakamazdı. Yeme-içme, oturup-kalkma, giyme, uyuma gibi bütün günlük işlerinde Sünnet-i Seniyye'ye son derece riayet eden ve mensuplarına özellikle bunu tavsiye eden bir Sünnet âşığıydı. O müntesiplerine Ehl-i Sünnet çerçevesi içinde 'meşreplerini geniş tutma ve kardeşlerin sürçmelerini görmeme' ilkesini şiar edinmelerini tavsiye ederek çeşitli toplum kesimlerini kucaklayan bir çizgide bulunmuştur. Bununla birlikte kendi hayatında ise azimetle amel etmiştir.

Son derece istiğna ve tevazu içinde bir hayat sürdürmüş, resmî ders hocalığını kabul etmemekle birlikte dışarıdan pek çok talebeye ders vermiştir. Keramet ve cezbe sahibi bir müceddid-veli olmakla birlikte dinde asıl olanın Kur'ân ve Sünnet merkezli istikamet üzere yaşamak olduğu üzerinde ısrarla durmuş, her vesile ile bunu vurgulamıştır. Nitekim onun 'Bir istikamet bin kerametten evlâdır.' ve "Zevk, şevk, keşif ve keramet peşinde olan Allah Teâlâ'yı arayıcı değildir." sözleri buna işaret etmektedir.

Eserlerinden bazıları şunlardır: Risale fi't-tarîk; Risale fî adâbi'z-zikr li'l-mürîdîn; Mektubat; İrade-i cüziyye Risalesi; Risale fî tahkîki'r-rabıta; Allah Teâlâ'nın 99 ismini ve Bedir mücadelesine katılan 373 sahabinin sadece isminden bahseden Câliyetü'l-ekdâr ve's-seyfu'l-beytâr'; İslâm'ın iman ve İslâm şartlarını açıklayan Farsça İtikadnâme (Kemahlı Hacı Feyzullah Efendi bu eseri Ferâidü'l-fevâid adıyla Türkçeye kazandırmıştır.); Cem'u'l-fevâid min Câmii'l-usûl Haşiyesi; bir akaid ve kelâm eseri olan el-Ikdu'l-Cevherî fi'l-farkı beyne kesbeyi'l-Mâtürîdî ve'l-Eş'arî'si; keza yine akaid ve kelâm kitabları olan Akâidu Adudiyye Şerhi, Hayalî Haşiyesi ve Siyalkûtî Haşiyesi.

Talebe ve Halifeleri

Bağdadî Hazretleri birçok talebe yetiştirip onları Orta Doğu, Arabistan, Anadolu, Balkanlar, Hindistan, Endonezya, Dağıstan, Afganistan, Maveraünnehir, Mısır, Umman, Mağrip ve Girit gibi ülke; Mekke, Medine, Kudüs, İstanbul, Şam, Halep, Bağdat, Basra, Kerkük, Erbil, Mardin, Antep, Urfa, Diyarbakır gibi önemli şehirlere temsil, tebliğ ve irşad vazifesiyle göndermiştir. Talebeleri içinden birçok büyük simalar yetişmiştir. Bu talebeleri arasında kendi medrese arkadaşları ve hemşerileri de bulunmaktadır ki insanın arkadaşları ve hemşerileri tarafından kıskançlık, haset, çocukluğunun onlar tarafından bilinmesi gibi sebeplerle kolay kolay üstat ve şeyh kabul edilmediği düşünüldüğünde, Mevlâna Halid'in ilmî ve ahlâkî kişiliğinin yetkinliği daha iyi anlaşılacaktır. Anadolu'nun mânevî mimarlarından günümüzde tanınmış birçok sima da halifeleri kanalıyla Mevlâna Halid Bağdadî'ye bağlanmaktadır. Meselâ Muhammed Esad Erbilî, Abdulhakim Arvasî ve Sıbgatullah Arvasî Mevlâna Halid'in talebelerinden Tâhâ el-Hakkarî'nin halifelerindendir. Mahmut Sami Ramazanoğlu ise Esad Erbilî'nin halifelerindendir. Keza "Alvarlı Efe" olarak tanınmış Erzurumlu Muhammed Lütfi Mazlumoğlu Efendi (ö. 1376/1956) de Bitlisli Muhammed Pir Küfrevî'nin halifesidir ve onun silsilesi de Küfrevî, Seyyid Tâhâ Hakkarî yoluyla Mevlâna Halid'e dayanmaktadır. Yine Türkiye'nin mâneviyat büyüklerinden Abdülhakim Arvasî'nin (ö. 1943) silsilesi de Seyyid Fehim ve Seyyid Tâhâ Hakkarî vasıtasıyla Mevlâna Halid'e ulaşmaktadır. Necip Fazıl ve Hüseyin Hilmi Işık gibi zâtlar da Abdülhakim Arvasi'ye bağlanmış ünlü simalardandır. Kafkas Kartalı Şeyh Şamil de Mevlâna Halid'in halifelerinden İsmail Şirvanî (ö.1270/1853) talebesi Muhammed Yeraği'nin halifesidir.

Bediüzzaman ve Mevlana Halid

Anadolu'nun önde gelen mânevî büyüklerinden Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî (ö.1311/1883), Halid Bağdadî'nin halifelerinden Ahmed b. Süleyman el-Evradî'nin talebesidir ve Gümüşhanevî vesilesiyle Halidîlik Karadeniz bölgesinde yayılmış; İstanbul'da birçok devlet büyüğü kendisine intisap etmiştir. Gümüşhanevî'nin halifesi Ömer Ziyauddin Dağıstanî (1920), ülkemizin önde gelen mânevî dinamiklerinden Mehmet Zahit Kotku'yu (ö.1980) yetiştirmiş olduğu gibi; Türkiye'nin önemli fikir önderlerinden Nurettin Topçu'nun mürşidi Abdülaziz Bekkine'nin (ö. 1952) silsilesi de Gümüşhanevî'ye uzanmaktadır. Keza Şeyh Nazım Kıbrisî'nin silsilesi de Mevlâna Halid'e ulaşmaktadır. Öte yandan Şeyh Abdurrahman Tagî vesilesiyle Halidîlik Doğu Anadolu'da ve Bitlis ve Nurşin'de etkili olmuş; Abdurrahman Tagî Nurşin'de tekke inşa ederek burayı ilim ve tarikat merkezi hâline getirmiştir ki, Bediüzzaman Said Nursî ve Şefik Arvasî gibi Anadolu'nun mânevî büyükleri de burada eğitim görmüşlerdir. Burada almış olduğu eğitimin etki ve bereketinden olsa gerek ki Bediüzzaman Hazretleri, Halid Bağdadî'den yer yer 'Mevlâna Halid Zülcenaheyn veya Hazreti Mevlâna Zülcenaheyn Halid Ziyaeddin' diyerek son derece saygı ve sitayişle bahsetmektedir. Ayrıca Bediüzzaman, 93 Harbi olarak meşhur olan Osmanlı-Rus Savaşı'nda Mevlâna Halid'in müntesiplerinin İslâm'ın muhafazası ve intişarı için oldukça mühim hizmetlerde bulunduğunu ifade etmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın bu tespiti sonraki araştırmacılar tarafından da vurgulanmıştır. Buna göre Mevlâna Halid Bağdadî, Osmanlı Devleti'nin çok sıkıntılı döneminde İslâm birliği için Osmanlı'yı desteklemiş; onun hemen bütün müntesipleri de Müslümanların birlik ve kuvvetinin odak noktası olarak Osmanlı'yı kabul etmişler; sonuna kadar Osmanlı'ya sâdık kalmışlar; Kafkaslardan Sumatra'ya dek Halidiyye'nin yayıldığı bütün bölgelerde Osmanlı lehine faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Mezkûr hususlardan başka Mevlâna Halid Bağdadî ile Bediüzzaman Said Nursî arasında bazı özel irtibatlar da bulunmaktadır. Nitekim Nursî Hazretleri Kastamonu'da iken Mevlâna Halid'in cübbe ve sarıklarından biri Hazretin Küçük Âşık adlı talebesinin torunu Mehmet Bahaeddin'in kızı Âsiye Mülazimoğlu Hanım tarafından Bediüzzaman'a hediye edilmiş; Bediüzzaman Hazretleri bu hâdiseden son derece memnun olmuş ve Hazretin irşat, dinî ıslah ve tecdit konusunda kendisine mânevî bir desteği ve yetkisinin işareti olarak kabul etmiştir. Bu meyanda Bediüzzaman'ın talebelerinden Şamlı Hafız Tevfik de Mevlâna Halid Bağdadî ile Bediüzzaman'ın hayatları arasında ilginç benzerlikler tespit etmiştir. Bu benzerliklere göre, her ikisi de çok genç yaşlarda (Mevlâna Halid yirmi yaşından önce Bediüzzaman ise on dört yaşlarında) bölgelerinde ders vermeye başlayacak kadar ilim âleminde temayüz etmişlerdir. Hicri 12. asrın müceddidi Mevlâna Halid hicri 1193'te, Bediüzzaman ise tam yüz sene sonra 1293'te doğmuştur. Dini hizmet ve irşad maksadıyla Mevlâna Halid o zamanki Hindistan'ın pâyitahtı olan Cihanâbâd'a hicrî 1224'te, Bediüzzaman da Osmanlı pâyitahtı İstanbul'a 1324'te gelerek dinî hizmet ve mücahedesine başlamıştır. Mevlâna Halid, Hz. Osman soyundan gelmesi gibi nesebî bir bağlılıkla da bütün gayretiyle Sünnet'in ihyâ ve tesisine çalıştığı gibi, Said Nursî de Kur'ân-ı Hakîm'e hizmet noktasında, meşreben Hazreti Osman'ın arkasından gidip, Mevlâna Halid gibi, Risale-i Nurlarla bütün kuvvetiyle Sünnet-i Seniye'nin ihyâsına çalışmıştır. Keza Mevlâna Halid'in şöhret ve nüfuz kazanmasını çekemeyen bazı çevrelerin aleyhte teşebbüsleri sebebiyle Mevlâna Halid 1238'de memleketi Süleymaniye'den Şam'a göç etmek zorunda bırakıldığı gibi, Bediüzzaman da Van'da inzivaya çekilmişken patlak veren Şeyh Said isyanı bahane edilerek 1338'de Van'dan Burdur ve Isparta'ya göç etmek mecburiyetinde bırakılmıştır.

Hiç şüphesiz daha başka benzerlikler de kurulabilir. Meselâ bu benzerliklere Mevlâna Halid'in Fîruzâbâdî'nin meşhur Kamus sözlüğünü ezberlemesi gibi Bediüzzamanın da Okyanus sözlüğünü "sin" harfine kadar ezberlemesi ilâve edilebilir. Yine Hafız Tevfik'e göre ikisi arasında bazı temel farklılıklar da bulunmaktadır. Mevlâna Halid kendi metodunda (Râbıta ilkesiyle) kutbu'l-irşad olarak şahsını nazara verirken Bediüzzaman şahsını değil, Kur'ân'ın tefsiri kabul ettiği Risale-i Nur'u nazara vermektedir. Bir başka mânidar farklılık ise, içinde bulunduğu şartlara bağlı olarak Halid Bağdadî, Sünnet-i Seniyye'yi esas alan tarikatı ön plâna çıkarırken Nursî Hazretleri Sünnet-i Seniyye'nin hayatî önemine vurgu yapmakla birlikte hakaik-i ilmiye ve imaniyeyi öne çıkarmıştır.

Bazı Nasihatleri

"Gıybetini yapsalar da, kimsenin gıybetini yapma... Mümin kardeşlerin muhtaç iken gereksiz harcamalardan kaçın... Nefsine, 'Hiçbir zaman makbul olacak hayır işlemedim.' düşüncesini kabul ettir... Şeytanın akıllarıyla oynadığı kimseler gibi Allah'ın fazlına güvenerek ibadeti terk etme."

"Nefs-i emmareden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile yermesini eşit görmektir. İnsanların teveccühüne sevinip aramamalarına, etrafınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik ve anlayışsızlıktır."

"Bütün âlem münkiriniz ve düşmanınız olsa veya muhibbiniz ve dostunuz bulunsa bile, murat olandan kıl kadar sapmayınız. Sadece Mahbub-u Hakiki'nin rızasına talip olunuz.... Kendiniz için ve size bağlı olanlar için sözde, harekette, dışta, içte Hz. Muhammed'in (aleyhisselâm) dininde gevşeklik ve tembelliğe cevaz ve imkân vermeyin."

"Tarikat, İslâm'ın buyruklarını yerine getirebilmek içindir. Dinimizin emir ve yasaklarına uymayan bâtın sapıklıktır."

"Küfran-ı nimet, kulun nimetten istifade ederken o nimetle meşguliyeti sebebiyle nimet vereni unutmasıdır."

"Kendini hiçbir hayır yapmamış kabul et. Niyet, ibadetin ruhudur. Niyet de ancak ihlâsla muteber olur... Kendini her hayırda iflâs etmiş kabul etsen de, Allah Teâlâ'nın rahmetinden ümidini kesme."

Kaynaklar
1. Abdurrahman Memiş, Halidi Bağdadî ve Anadoluda Halidilik, İstanbul, 2000.
2. Evliyalar Ansiklopedisi, İstanbul,1992.
3. Hamid Algar, DİA. 'Halid el-Bağdadî' md., İstanbul, 1997.
4. İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, İstanbul, trs.
5. Mehmet Tâhir Efendi, Osmanlı Müellifleri, (nşr. A.Fikri Yavuz- İsmail Özen), İstanbul, trs.
6. Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı, I-II, Nesil Yayınları, İstanbul, 2001.
7. Süleyman Uludağ, DİA. 'Halidiyye', md., İstanbul, 1997.
8. Süleyman Uludağ, DİA. 'Abdullah ed-Dihlevî' md., İstanbul, 1988.

Yeni Ümit


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye