Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Kalbin Zümrüt Tepelerinde Yolculuk
MesajGönderilme zamanı: 07.07.09, 09:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
Kalbin Zümrüt Tepelerinde Yolculuk

Hamza AYDIN


İnsanlık tarihine baktığımızda, insanlar kendini bilme ve tanıma konusunda çeşitli usuller ve ekoller geliştirmişlerdir. İnsanın kendisi üzerinde çalışma yapması kültürümüzde enfüsî tefekkür olarak tarif edilmiş ve âfâkî tefekkürden önce yapılması gereken bir çalışma olarak teşvik edilmiştir. İnsanın kendini tanımasının onlarca yolu olduğu bilinmektedir. 'İnsan nedir ve kimdir?' sorusuna verilecek cevap, kabul edeceğiniz temel değerlere göre birden fazla olabilir. Siz insanı ona yüklenen mesuliyet ve vazifeler açısından tarif edebileceğiniz gibi, onu fıtratının özellikleri, istidatları ve potansiyelleri açısından da tarif edebilirsiniz. İnsana yaratıcısı tarafından yüklenen mesuliyet ve vazifeler onu diğer varlıklardan ayıran en mühim belirleme noktasıdır. İnsan olmanın mesuliyetini yüklenen herkes, vazifelerini yapabilmek için, birer âlet mesabesinde olan kabiliyet ve kişilik özellikleriyle de techiz edilmiştir.

Her insan ayrı bir sanat eseri ve ayrı bir âlem olarak, farklı bir mizaç, kişilik ve kabiliyetler manzumesidir. Bu durumda yapılması gereken, onun mizacının ve kişilik özelliklerinin doğruya en yakın şekilde tarif edilmesi, ne gibi potansiyellere ve istidatlara sahip olduğunun önceden tespit edilmesi ve ona göre eğitim, iş, vazife taksimi yapılmasıdır. Bugün akademik çevrelerde şahsiyet analizleri üzerine periyodik olarak yayınlanan çok sayıda dergi bulunmaktadır. Bu dergilerin bazılarının isimleri, Journal of Personality and Social Psychology; Journal of Personality; Personality and Social Psychology Bulletin; Journal of Research in Personality; Personality and Individual Differences; European Journal of Personality; Journal of Personality Assessment; Social Behavior and Personality; Personality and Social Psychology Review şeklindedir.

Dünyamıza birebir uymasa da bu dergiler insanın kişiliğini meydana getiren idrak ve anlayış dünyasını esas alan belli kavramlara dayanan özellikleri incelenmekte ve insanlar çeşitli sınıflara ayrılarak, her bir sınıftaki insanın yapabileceği işler önceden tahmin edilmektedir. Kur'ânî bakış açısıyla insanı tarif etme adına yola çıkıldığında modern psikolojiye ait bazı temel kavramları da ister istemez kullanmak mecburiyetinde kalmaktayız. Maalesef bu konudaki temel kavramlar Batı'nın pozitivist ve materyalist bakışından oldukça etkilenmiştir. Buna rağmen insana ait bazı gerçekleri tespit ettiklerini de inkâr etmemek gerekir. Ancak Allah'ı bütün isim ve sıfatlarıyla, insanı da bir kul olarak acizliği ile tarif etmekten doğan Batı'daki eksiklikler, bu konuda yapılan çalışmaların gerektiği şekilde değerlendirilememesine sebep olmuştur.

Şu ana kadar yapılan araştırmalar, insan fıtratının modellenebileceğini, insanların kişilik özelliklerine göre sınıflanabileceğini, bu bilgiler ışığında insanlara danışmanlık hizmetlerinin verilebileceğini, kişilik yapılarına göre kendi sağlıklarını nasıl koruyabileceklerini, hangi tarzlarda daha iyi öğrenebileceklerini ortaya koymuştur. Son yıllarda belli bir kişilik grubuna ait fertlerin ne çeşit psikolojik ve psikiyatrik bozukluklara temayüllü olabileceğine dair tahminler yapılmaya başlanmıştır.

İnsanların kişiliklerini modellemede çok sık kullanılan motiflerden biri, 'zihin merkezliler, kalb (his) merkezliler ve aksiyon (fizik) merkezliler' şeklinde yapılan ana sınıflandırmadır. Burada 'merkezliler' şeklinde bahsedilmesi, her hangi kişide bir merkezin ağır basması, diğer ikisinin ise daha zayıf olduklarını göstermek içindir. Yoksa bir insanda sadece bir merkez vardır, diğerleri yok demek değildir. Bu üç ana merkezli sınıflandırma sistemi kendi içinde ayrıca üç alt gruba ayrılmaktadır. Açarsak, zihin merkezliler; araştırmacı, şüpheci ve gelecek tasarımcısı; his merkezliler; verici, imaj yapıcı ve melankolik; fizik merkezliler ise; mükemmelciler, barış elçileri ve yöneticiler şeklinde üçe ayrılır.

Kalbin Zümrüt Tepeleri isimli, çok farklı açılardan ele alınabilecek kitap, mevzumuz olan kişilik motifleri penceresinden gözden geçirildiğinde, müellifin, 'Hak yolcusunun arşı kemalâtı, kendi istidat ve mizacına göre şekillenir' meselesine vurgu yapması ve kişinin mânevî gelişiminde, insanlara hak ve hakikatin duyurulmasında, mürşidin talebelerine yol göstericiliğinde, kişilik ve mizaç farklılıklarının dikkate alınmasının önemli olduğuna işaret etmesi son derece mânâlıdır. Kişilik motiflerinin önemine dikkat çeken kısımlardan en çarpıcı olanlarından bir-iki misal:

'Her ferd, istidat, kabiliyet ve mazhar olduğu/olacağı mevhibeler açısından farklı farklıdır.' (2.cilt, s. 281) 'Her hak yolcusu, kendi mizaç, istidat ve gayretinin ulaştığı burç ve şerefeden bütün mülk ve melekûtu temâşâ eder. Umum ehl-i kemâlâtın kendine göre ulaşacağı son nokta, onun için bir zirvedir ve bütün zirvelerin hepsi de izafidir. Herkesin kabiliyetine vabestedir asarı feyzi fehvasınca...' (2.cilt, s. 284-285) İnsanlar ne ölçüde büyük olurlarsa olsunlar, yine de kendi istidat ve kabiliyetleriyle mukayyettirler. Her insan kendi zirvesine tırmanmak için kendi yol haritasını çıkarmalıdır. Bu insanın da tespit ve gözlemleri, kendi zirvesinden gözlenen şeylerdir. Bir başkasının zirvesi farklı ise, bu insanlar farklı şeyleri göreceklerdir. İşte bu husus, hak ehlinin ihtilafının temelini oluşturur. Herkesin mizaç ve istidat sermayesi ve mazhar olduğu İlahî mevhibeler izâfî olduğu için, aynı konuda farklı beyanlar, uslûblar ve tespitler kaçınılmaz olmaktadır.

Kalbin Zümrüt Tepeleri'nin ikinci cildinde bulunan 'İnsan-ı Kâmil' isimli yazıda insan-ı kâmilin, âdeta bütün varlığın aklı, kalbi ve ruhu mesabesinde olduğu vurgulanır. İnsan-ı kâmil, yol ve yörüngesini üçlü sacayağı olan iman, islâm ve ihsan üzerine oturtur; hassasiyetin, mesuliyetin ve temsiliyetin örnek temsilcisi olarak tarif edilir: 'İnsan-ı kâmil, her zaman başkalarına yararlı olma emelinde ve marifet ufkunu yükseltecek bilgi peşindedir. Her mekân parçasının ve her zaman diliminin su kadar, hava kadar, insan-ı kâmile ihtiyacı vardır. Çünkü Hak, insan-ı kâmilde câmî ve tafsilî bir plânla mütecellidir? (2.cilt, s. 302-317) 'İnsan-ı kamil, herşeyin Haktan geldiği şuuruyla kendi mahlukiyet ve kulluk sınırlarını korumada fevkalâde hassas hareket eder ve ne mazhariyetlerini şatahat vesilesi yapar ne de âyinedârlığında ayniyyet iltibasına düşer. Arifler, imân-ı billah, mârifetullah, muhabbetullah ve zevki ruhânîde derece derece birbirlerinden farklı oldukları gibi, Esma-i İlâhiye'nin farklı derecedeki tecellilerine mazhariyet açısından da insan-ı kâmil mertebeleri farklı farklıdır. Evliya, asfiya, ebrar, mukarrebinin dinin yoruma açık yanlarıyla alâkalı, yani furuatta ortaya koydukları teviller, tefsirler de o kâmil insanlara dair böyle bir farklılığın tezahürüdür. Enbiya ve mürselîn arasındaki farklılıkta Esma-i İlâhiye'nin farklı dalga boylarındaki tecellilerinden kaynaklanmaktadır. Herkes kendi çerçevesinde kâmildir ve kemâli de onun istidat ve mârifet gayretiyle doğru orantılıdır. İnsan-ı kâmilde Kur'ân ve sünnet temel yörünge, mantık ve akılla istidlâl, beyana bağlı bu konunun bir burhan ayağı, irfan ise, böyle bir istikametin meyvesidir.'

Mârifet konusu ele alınırken, insanlar ve ârifler arasında mizaç ve meşrep farklılığıyla belli ayrılıkların göze çarptığına dikkat çekilmektedir (1. cilt, s. 199-200). Yedi farklı mizaç ve meşrep farklılığına işaret edilir: 'Bazı arifler, sessizlik ve derinlikleriyle (içe dönük fıtratlar) girdapları andırırken(1), bazıları çağlayanlar gibi (dışa dönük tipler) gürül gürüldür (2). Bazıları bir ömür günahına sevabına ağlar, ağlar da ne âh u efgândan ne de Rabbini senâ etmekten doymaz. Ve doymadan göçer gider bu dünyadan (3). Bazıları da hep heybet-haya-üns atmosferinde seyahat eder durur ve bu deryadan ayrılıp sahile ulaşmayı asla düşünmez (4). Bazıları toprak gibidir; gelip geçen herkes basar geçer başlarına (5). Bazıları bulut gibidir. Sâlih, tâlih alır herkesi şemsiyesi altına ve ona damla damla rahmet sunar (6). Bazıları da hava gibidir; her zaman duygularımız üzerinde binbir râyihâ ile eser durur (7).'

Mahlukatın solukları sayısınca Hakk'a uzanan vuslat yolları, sınıflandırılacak olursa iki ana gruba toplanabilir (1.cilt, s. 206-207). Birincisi; riyazet, az yeme, az içme, az uyuma, çok tefekkürde bulunma ve gereksiz ihtilattan sakınma gibi disiplinlerin telkin edildiği yol, ki sofi tarikatlarının çoğu bu esaslar üzerinde yolculuklarını yaparlar. Bu yolculukta nefsin yedi mertebesi olan emmare, levvame, mülhime, mutmainne, radiye, merdiyye, safiye (tezkiye) mertebelerine ulaşma vardır. İkinci yol ise, Kitap ve Sünnet'e ittiba etmenin üzerinde hassasiyetle durulduğu, evrâd u ezkârın teşvik edildiği yoldur. Bu yola girenler her meselede sünneti takip eder ve her işlerini sünnetle irtibatlandırmaya çalışırlar. Allah Resulu'nun ibadet, dua, zikir ve fikir usûlünü araştırır ve Allah'ı bütün esmâsıyla anarlar.

Nefis terbiyesi, bütün dinî sistemlerde çok önemli bir esas olarak kabul edilmiştir (2.cilt, s. 262-263). İnsanı diğer canlılardan ayıran bu nefse, nefs-i nâtıka, nefs-i insanî denir ve insan nefsinin yedi varlık derecesinin olduğu üzerinde durulur. Hayvanî ve cismanî arzularını yaşayan nefse, nefs-i emmare veya nefs-i hayvanî denir. Nefs-i emmare (1) mertebesindeki mümin çok defa işlediği günahların ya farkında değildir veya hayatını hesapsız yaşamaktadır. Bir başka ifadeyle hayatını hayvanlar gibi otomatik pilotta arka beynin kontrolünde yaşamaktadır. Dinî takva yolunda yürümekle beraber, sık sık düşüp kalkıyorsa ve her düşüşünde kendini sorgulayıp Rabbine yöneliyorsa, bu nefse levvame (2) denir. Fenalıklara karşı bütünüyle tavır alıp yüzü Rabbine müteveccih ise ve safveti ölçüsünde İlâhî mevhibelere mazhariyet kazanıyorsa, ona nefs-i mülhime (3) denir. İhlâsı etemm ve ubudiyeti kâmile içinde Rabbi ile münasebeti ve muamelesi açısından vicdanı tam oturaklaşmış ise; bu nefse nefs-i mutmainne (4) denir. Kendi muradından vazgeçip, Hakkın muradının itirazsız mümessili haline gelmiş ise; bu nefse nefs-i râziye (5) denir. Hak hoşnutluğunu en büyük bir gâye haline getirmiş ve her zaman o istikamette davranıyor ise; bu nefse de nefs-i marziyye denir. Bunun ötesinde istidadı elveren ve ilâhî sıfatlarla ittisâfa açık peygamberâne azim sahibi bir nefse de nefs-i kâmile veya nefs-i sâfiye (7) denmektedir. 'Bazı hakikat ehline göre, seyr u sülûkta en son mertebe nefs-i mutmainne zirvesidir. Bu mertebeden sonra gelen raziye, marziyye, sâfiye (kâmile) makamları veya varlık dereceleri itminan mertebesinin değişik buutlarda zuhur ve inkişafından ibarettir.' Bazıları da nefsin yedi mertebesinin aslında üç mertebede toplanabileceğini belirtmektedirler. Nefsin arındırılması, nefs-i emmare, nefs-i levvame ve nefs-i mutmainne olarak üçlü yaklaşım ve mertebe üzerinde modellenebilir:

'Sofiler de insanları üçe ayırırlar. Birinci grupta kâmil ve vâsıl insanlar (mukarrabinler), ikinci grupta sâlikler (ashab-ı yemin), üçüncü grupta mukiminler (ashab-ı şimal) yer alır.' (1. cilt, s. 17). 'Sofiye, ruh içinde bazı mertebelerden bahsetmişlerdir. Bütün bunları duyabilmenin asgarî şartları, evvelâ istidat, sonra o istidadı inkişaf ettirme adına sây-u gayret, ve daha sonra usûlüne göre çile çekmek ve erbainlerle beden hâkimiyetinden kurtulabilmektir.' (2. cilt s. 272-273). 'Seyr-i sülûk-i ruhânide letâifi aşere (on latife) veya yedi nefis mertebesine bağlı olarak kalbî ve ruhî hayat derecesini elde etme ve çile disiplini dahil bugüne kadar insan-ı kâmil olmanın biricik yolu kabul edilmiştir. Ancak bunların dışında bir mânâda peygamberlik hakikatının tecellisi ve sahabi mesleğinin inkişaf ettirilmesi yolu da diyebileceğimiz farklı yöntemler de vardır' (2. cilt s. 288). Bu noktadan acz (1), fakr (2), tefekkür (3), aşk u şevk (4) ve şükür (5) bu alternatif yöntemin temel esaslarıdır. Bediüzzaman'a göre bu yol daha kestirme, selâmetli ve emindir. Kalbin Zümrüt Tepeleri'nin ikinci cildinde bulunan 'Seyr u sülûkta Bir Başka Çizgi' isimli yazıda, Bediüzzaman'ın bu pratik ve farklı yolu çok açık ve net şekilde izah edilmektedir. (2.cilt, s. 288-299).

Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde modern psikolojide önemli bir yer tutan ego meselesine de çok çarpıcı bir açıklama getirilerek, egonun İslâmî terbiyedeki yeri tespit edilmektedir. İkinci cilt sahife 214'de egonun nefsânî ve rahmânî olmak üzere iki boyutundan bahsedilmektedir. Nefsânî egonun, cismânî ve hayvanî bir hayat sürmeyle şekillendiği ve bu tür egonun öldürülmesi gerektiği söylenirken, kalbî ve ruhî hayat mertebesinde yaşayan insanda ise; rahmânî egonun geliştiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla İslâmî terbiyede nefsin öldürülmesi veya enaniyetin terk edilmesi meselesi, günümüzün anlayışı içinde, nefsânî egoyu rahmânî egoya dönüştürme süreci olarak tanımlanabilmektedir.

Bütün bunların ışığında mizaca ve kişiliğe göre nefis terbiyesi ve karakter eğitiminin nasıl yapılması gerektiği, 'Derviş' isimli yazıda ele alınmaktadır. Bu yazının kısa bir özeti aşağıda verilmektedir. Nasıl tıp ilminde hastalık yok hasta var. Aynen öyle de her insan başlı başına bir âlemdir. İnsanların hepsi için genel geçer tedaviler yok, her insana has, hususî reçeteler vardır. Her insanın rahatsızlığının tedavisi için usûlde (teoride) olmasa da teferruatta (pratik uygulamalarda) farklı farklı yöntemlere ihtiyaç vardır. Her insanın mizaç ve istidadına (kişilik motifine) göre uygun yaklaşımların ve gelişme pusulalarının, herkese ulaşabilme açısından pratikte uygulanmasına şiddetle ihtiyaç vardır. Meselâ, bir türlü cismâniyet ve bedenin baskısından kurtulamayan sâlikler (modern psikolojide fizik merkezliler) için zühd çok önemlidir. Onun bu boşluğunu teşhis ve tespit eden ârif bir rehber, böyle birisinin tedavisini kalben dünya ve mâ-fîhâyı terke bağlayacak ve ona sürekli terk-i dünya telkininde bulunacaktır. Diğer yandan bütün himmet ve gayretini uhrevî hazlara (modern psikolojide his merkezliler) bağlayıp Hakiki Matlup ve Maksud'u ihmâl eden Hak yolcusuna da terk-i ukbâ temrini yaptıracaktır. İster dünya, isterse âhiret bir hakikat erini asıl hedefinden alıkoymuyorsa, hattâ fânî şeylere bekâ rengi vermeye birer malzeme teşkil ediyorsa, böyle birine de dünya ve âhiret kapılarını ardına kadar açacaktır. Bu çerçevede düşüncelerini dile getiren Mevlana, 'Dünya Allah'tan gafil olmaktır. Yoksa gümüş, kumaş, evlâd u iyal sahibi olmak değildir.' diyor. Peygamberimiz (sas) ise, 'Helal mal sâlih kimse için ne hoştur' buyurarak, meşru kazancı takdir ve teşvik etmiştir.

Kalbin Zümrüt Tepeleri' isimli eser, insana ait derinliklerin, mânevî buudun daha iyi anlaşılmasında çok derin tahliller yapan ve kendisi de anlaşılmayı bekleyen bir çalışmadır. İnsanın farklı yönlerini araştıran ilim adamları daha isabetli teşhisler yapmak istiyorlarsa böyle bir kaynağı asla gözardı etmemelidir. Aksi takdirde yapılacak bütün çalışmalar eksik ve kusurlu kalmaya mahkûmdur. Kişilik ve mizacın insan eğitiminde önemine dair yaptığımız bu kısa yolculukta eksik olan hususlar muhakkak vardır, fakat bu eksikliklerin adı geçen eserden değil, eserin sadece bir cephesini yorumlayandan kaynaklandığı da unutulmamalıdır.

Kaynak
- Gülen M. F., (2001). Kalbin Zümrüt Tepeleri, Cilt 1 ve 2, Nil Yayınları, Yayın No: 182, İstanbul.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 10 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye