Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Asiye Hatun’un Rüya Mektupları
MesajGönderilme zamanı: 18.05.09, 19:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.04.09, 13:19
Mesajlar: 55
Tasavvufta Rüya Dili ve Asiye Hatun’un Rüya Mektupları

Melek Paşalı


Alem-i misalden şahadet alemine yansıyan hakikat cüzleri mesabesinde olan rüya, tasavvufta salikin yolundaki işaretler hükmündedir. Gördüğü rüyalar yolun neresinde olduğu hakkında çözümlenmesi gereken semboller ve manalar içerir. Bu hikmete binaen, birçok tarikatta salikin gördüğü rüyaların mutlaka şeyhe iletilmesi tavsiye edilir. Bu iletme şifahen olabileceği gibi, şeyh ile müridin farklı mekanlarda bulunması durumunda yazıya müracaat edilmek suretiyle de gerçekleşebilir. Rüyanın yazıya dökülmesi halinde ise yazılan rüyanın şeyhe intikalinden sonra derhal yok edilmesi gerekliliği zuhur eder. Yabancı bir nazardan muhafaza edilmeye çalışılan rüya, şeyh ile mürid arasındaki bağlılığın mahremiyeti hakkında da bize ipuçları verir. Mürid şeyhi vasıtasıyla okumaya çalıştığı “sırrını” ve onun işaretlerini muhafaza etmekle de yükümlüdür.

Buna rağmen tasavvuf tarihinde istisna kabilinden örneklerle karşılaşmak mümkündür. Bu yazıya konu olan eser de bunlardan biri; Asiye Hatunun Rüya Mektupları.

17. yy’da Üsküp’te yaşamış bir Halveti dervişesi olan Asiye Hatun’un şeyhine gönderdiği rüyalarının birer örneğinin, vefatından sonra bulunup istinsah edilmesi sonucu oluşturulmuş metni, tarihçi Cemal Kafadar yayına hazırlamış. Rüya metinleri ile Kafadar’ın bu metinlere yazmış olduğu önsöz arasındaki zıtlıklar ve çelişkiler tam da yukarıda zikrettiğimiz hikmete örneklik teşkil edecek surette. Önsözde tahlil edilmeye çalışılan mektuplar ve mektupların sahibesi dervişe, yazar aradan çekildikten sonra bize kendi bütünlüğü ve dili içinde yekpare bir salik gibi görünür. Yazarın mektuplar vasıtasıyla bize göstermeye çalıştıkları ise daha ziyade bir “yabancı”nın göremediklerinden ibarettir sanki, ya da yanlış ve eksik gördüklerinden.

Rüyalardaki sembolik dilin göz ardı edilmesi suretiyle yapılan yorumlar Asiye Hatunun bir kadın olarak tahlilinde düğümlenip kalır ne yazık ki. Tasavvuf disiplini içinde çok katmanlı, derin ve mahrem anlamlar içeren rüyaların, bir tarihçinin 17. yy Osmanlı hayatında bir kadını anlama çabası içinde malzemeleştiğine şahit oluruz. Oysa bu rüyalar, Osmanlı toplumunda bir kadının günlük yaşamına ilişkin işaretler gibi okunmaya çalışılsa da, hakikat arayışı içindeki bir insanın – burada artık cinsiyet de belirleyici bir unsur olmamaktadır- yolda gördüğü işaretler, aldığı haberlerden ibarettir. Kafadar Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki araştırmaları esnasında tesadüf ettiği bu metinlerin diline ve dünyasına girmek yerine, bu malzemeyi kendi araştırma alanının (tarihin) içine çekmek suretiyle çözümlemeyi dener. Ortaya çıkan sonuç aşağıya alacağımız örneklerden de anlaşılacağı üzere, ikna edici olmaktan uzak, soru sormaktan acizdir. Daha çok, vakıf olunmayan bir dilden yapılan bir şerh gibidir önsöz. Açıklamaya çalıştıkça, açıkladığı şeyden uzaklaşır, soru sordukça ayan beyan olan bulanıklaşır.

Önsözde ilk dikkati çeken Kafadar’ın tarihi cinslilendirme (gendering) vurgusudur. “Toplumların kendi içlerinde veya karşılaştırmalı olarak değişme süreci ele alınırken kullanılan kategoriler arasına bilinçli ve sistemli bir şekilde cins öğesinin katılması “ şeklinde tanımladığı bu metodu kendisi de Asiye Hatunun mektuplarını incelerken ödünç alır. Tasavvuf tarihini cinslilendirmeye ise Asiye Hatunun ikinci şeyhi Muslihüddin Efendi’nin yakışıklılığı vurgusu ile başlar. Asiye Hatun ilk şeyhi Veli Dede’den sebebini anlayamadığı bir surette soğuyup kabahati kendinde ararken içine ismini işittiği Muslihüddin Efendi’nin muhabbeti düşer, ona ulaşmanın vasıtalarını aramaya başlar. Tasavvuf tarihinde pek çok örneği bulunan bir müridin birden fazla şeyh vasıtası ile irşadı, burada Asiye Hatunun bekar bir hanım, Muslihüddin Efendi’nin de yakışıklı bir erkek olması gerçekliğine indirgenerek anlamlandırılmaya çalışılır. Amaç meseleyi anlamak boyutundan çıkıp elindeki mikyasa (gendering) uydurma derekesine düşer. Bu bakış açısı yazarı o kadar köreltir ki, evlilik/nikah sembollerinin geçtiği rüyalar, Asiye Hatunun şeyhine bir erkek olarak duyduğu muhabbetin hatta onunla evlenme isteğinin üstü örtük delilleri haline getirilir.

Oysa tasavvuf literatüründe, mürid/şeyh ilişkisinin “manevi bir nikah” olarak tanımlanışı bilinen bir gerçektir ve kadın/erkek mürid ayrımı da yapmaz. Hatta bu “manevi nikah”la müride ile şeyh için evliliğin yolu kapanır; baba-evlat olmanın yolu açılmış olur. Muhabbet ise aşağıdan yukarıya yükselen değil yukarından aşağıya ( şeyhten müride) tenezzül eden bir olgudur. Bunu Muslihiddin Efendi’nin Asiye Hatun’a rüyasında verdiği cevapta açıkça görmek mümkün:

“Önce biz sana muhabbet eyledik, Veli Dede’nin elinden seni biz aldık. İraden elinde değil. Muhabbet bizden çıkıp sana naklolundu. “ s. 63

Rüyalarda evlilik ve nikah sembölünün dört yerde geçtiğini görmekteyiz. Dördü de birbirinden farklı anlamlar içermesi gereken bu durumun nedense hep aynı gerçeklik düzleminde anlaşılması en iyi niyetli bir eleştiride dahi metne yönelen nazarın titiz olmamasıyla izah edilebilir.

Kitaptaki ilk nikah sembölü şöyle geçer: “Rüyada bir adam gördüm, bana: Üsküp’le alakanı kesip Uziçe’ye gitmen ve o azizin ( Muslihüddin Efendi) nikahına girmen gerekir. Hatunu yoktur. Sen hatunu olup hizmet et. Nikahtan sonra aranızda yakınlık olur, mübarek eliyle cismine dokunur ve ne kadar beden rahatsızlığın varsa zahiren ve batinen izale olur. Bütün dileklerin yerine gelir. Kalbin teslim olmuştur zaten, hissin de onun hükmüne girsin. Elbette azizin nikâhına girmen gerekir, diyerek yön veriyor…Onun bu sözü beni utandırdı. “Nasıl söz bu? Benim sevgim ruhanidir. Allah u Teala’nın makbuludur. O yüzden kalbim teslim oldu.” dedim. Yine o adam dedi ki, “O azizde beşerlik yoktur. Gerçi görünüşte halk arasında beşer suretindedir ama ruh-i sırftır. Onda hiç beşeriyet yoktur. Lakin nikahına girdikten sonra aranızda mahremiyet olur, bedenine elini sürer, derdine deva, yarana şifa olur, diyorum. Aklın başında ise bu fırsatı kaçırma.”

Asiye Hatun’un bu rüyadaki nikah sembolünü beşeri düzlemde algıladığı ve bunun rüyada tashih edildiği görülmektedir. Peki nedir nikah sembolünden maksat? Rüyaların devamından yola çıkarak pekala “intisap, manevi bir bağlanma”nın ima edildiğini söylemek metnin ait olduğu alan (tasavvuf) göz nüne alındığında sadece akli değil aynı zamanda ilmi de olacaktır.

Asiye Hatun’un hem bu mektupta hem de virdinin değiştirildiğinin bildirildiği diğer mektuplardaki tevazua meyilli mütereddit halini Kafadar şöyle yorumlamaktadır: “…Şimdiye kadar görebildiğimiz birinci şahıs metinleri arasında bir tek Asiye Hatununki baştan sona tereddütlerle örülmüştür. Diğerlerinin hiçbirisi buradaki gibi kendini sorgulayan bir içe bakış, hatta suçluluk duyusuyla karışık bir “itiraflar” havası yansıtmaz. Hatunun çağdaşı iki erkek mutasavvıfın, Seyyid Hasan ve Niyazi Mısri efendilerin anılarına bakarsak mesela, bu tür bir kendinden şüphe bulamayız. Bir tek Asiye Hatun’un rüya defterinden yola çıkarak, bu farkı, yazarların kadın veya erkek oluşları ekseninde açıklamak acelecilik olur, ama kadın elinden çıktığını bildiğimiz tek hatıra metninin bu özelliği kesinlikle dikkat çekici. Bunun cinslerin toplumdaki değişik konum, rol ve güçleriyle ilişkili olmadığını düşünmek zor.” S. 13

Buradaki tereddüdü farklı hakikat düzlemlerinin birer ayrışması gibi görmek yerine – bu rüyalarda Asiye Hatun yolcu diğer kişi ise rehberdir- , farklı cinsiyet rollerinin 17. yy’da Osmanlı toplumundaki yansımaları gibi görmeye niyetlenmek en azından daha yolun başında yanlış tarafa yönelmek demektir. Tasavvuf kadınlık-erkeklik durumu da dahil bütün ikilikleri aşmayı öğreten bir yol, varlıktaki birliği talim eden bir disiplin olduğuna göre bunun bir “soruya” dönüştürülmesi sonuçsuz bir gayret olacaktır. Tasavvuf kültürü içinde kadın-erkek rollerine ilişkin malzeme bulmak elbette mümkündür. Mesela kadınların ayinlerde sema etmemesi bir farklılıktır. Fakat burada elimizdeki malzeme yazarın tanımlamaya çalıştığı gibi “anı” ve itiraflar metni değil, rüyalardır. Rüya ise farklı bir hakikat boyutunu ve kendine mahsus bir dili içerir.

Metindeki ikinci nikah motifi şu şekildedir: “ Yine bir kere rüyada gördüm ki, bir iki hatun var. Bana diyor ki, “Seni birisine nikahladım. Bu hatunlar onun tarafından gelmiştir. Bunlara şerbet vermek gerekir. Adam sipahi zümresinden birisi. Bana ızdırap bastırdı. “Bana erkek gerekmez, ona varmam” diye katı mücadele ettim. Sonra o hatunlar gittikten sonra merhum Veysi Efendi orada bulundu. Benim ıztırabımı görünce bana hitap ederek, “ Kızım sakın elem çekme, kimse seni o adama vermeye kadir değildir. Ama ben seni Allah’ın emri Peygamberin sünnetiyle Uziçe’de şeyh Muslihüddin Efendi Hazretlerine nikahladım. “ s. 71

Burada da nikah sembolünün öncekiyle benzer anlamlar içerdiği anlaşılmaktadır. Burada yoruma açık olan “sipahi” sembolüdur ki bunun da şeyhin temsil ettiği manevi yolun zıddı bir manaya işaret ettiğini tahmin etmek mümkündür.

Üçüncü nikahlanma rüyasına gelince: “ Bir keresinde de Perşembe gecesi rüyamda gördüm ki, Hazret-i Habibi- Ekrem (s.a.v) hazretlerinin nikahına girmişim, yani Peygamber hazretleri hakikaten bana nikah edip hatunu olmuşum. Birisi bana dedi ki, “Bu zamanda Peygamber hatunlarından başta sensin. Şimdiden sonra senin elini öperler. Kendi halime şaştım ve öyle bildim ki, gerçekten benimle nikahlanmış ve onlarla buluşmuşum.” S. 95

Bütün bu rüyalarda nikahın anlamının sembolik olduğu, nikahlanılan kişinin salikin durumu ile ilgili bir işaret içerdiği aşikardır. Fakat bütün bunlara rağmen Kafadar’ın, Asiye Hatun’un medeni durumunu belirlemeye çalıştığı aşağıdaki paragrafta, sadece rüya dilinin sembolik anlamına değil, Türkçe’nin deyimlerine de ne kadar uzak kaldığını görmekteyiz.

“ Asiye Hatun rüyalarını yazıya döktüğü sıralarda evli değildir anlaşılan. Yaşını bilmiyoruz, ama kendini evlilik çağını geçkin olarak görmediği tahmin edilebilir. Bir düşünde kör ve çirkin bir yaşlı kadın olarak beliren “ veliler aldayıcı, sükker gösterip zehir içirici” dünyaya kardeşlerinin nikah ( daha doğrusu kabin) kıyıp sonra talak verdiklerinden, ama kendisinin hiç kıymadığından söz eder. Acaba kardeşleri evlenmiş ( ve boşanmış) da kendisi evlenmemiş midir? Kesin bir şey söylemek zor.” S. 18

Yukarıda kısmen alıntılanan rüyanın tamamı şöyle: “Yine bir gece rüyada gördüm ki, birkaç berbat suratlı kadın. Gözleri kör. Bir kadın o kör kadının önüne oturmuş sanki onun gözlerine ilaç sürüyor gibi. Kör kadından kalbime sıkıntı geldi. Acaba kimdir diye düşünürken karı dedi ki, “ İşte dünya benim. Bil ve öğren.” Bunu öğrenince bana gazap geldi, karıya ciddi küfredip. “ Bre mekkare, tarrare, sahrare, bre veliler aldatıcı, şeker gösterip zehir içirici. Yıkıl git, yanıma gelme. Kardeşlerim sana nikah kıyıp sonra tez elden boşadılar, ama ben sana nikah kıymadım ki, boşayayım. Yürü git, yakınıma gelme” diye sıkı sıkı tenbih ederken, o melune bana “ Eğer bana muhabbetin olmasa kırmızı atlastan hoşlanmazdın” diye seslendi. Bu gazapla uyandım.” S.75

Bu rüyanın, görenin medeni haline hangi yönden referans olabileceğini, Kafadar’ın hangi nazar-ı itibarla bu kanıya vardığını kestirmek gerçekten zor. Fakat Yazarın, “dünyayı nikahlamak ve boşamak” deyimlerinin dünyaya meyletmek ve ondan uzaklaşmak anlamında kullanıldığını bilmemesi, biliyorsa da bu metni yazarken hatırlamaması mümkün müdür? Aksi halde hem mecazi hem de sembolik anlam içeren bu ifadeden, üstelik bir rüya metninden Asiye Hatunun evli mi bekar mı olduğunu tahmin etmeye kalkışması mevzu bahis olabilir miydi?.

Kafadar her ne kadar, “amacının birtakım motiflerin anlaşılmasında zaman içinde ortaya çıkan değişikliklere değinmek olduğunu, aksi halde vülger Freud’çuluk hatasına düşmenin kolaylığını, Freud’çu ruhbilimsel çalışmaların ayrı bir eğitim gerektirdiğini” vurgulasa da, asıl yapılması gerekeni atlamakta belki de hiç aklına bile getirmemektedir: Tasavvuf tarihine ait bu malzemeyi tasavvufun rüya dili içinde anlayıp yorumlama sorumluluğunu.

Bunun yerine tercih ettiği yöntemi bakın nasıl tanımlıyor Kafadar:

“Görüldüğü gibi, bu düşleri yazarken, hatta görürken, yanlış anlaşılabileceği konusunda kaygılanır ve bunu açıkça ifade eder (Asiye Hatun). Ama 20. yüzyılda kendisini okuyanların rüyalarda boy gösteren bazı motiflere bambaşka kulplar takabileceğinden elbette habersizdir.” S. 19

Acaba habersiz midir gerçekten? Yoksa elimizdeki bu metnin, “rüyaların neden mahrem olduklarını” göstermek için daha uzun yıllar yaşayacağını bizden önce “rüyasında” görmüş olmasın?

(Keşkül Dergisi’nin 11. ‘Rüya’ sayısında yayımlanmıştır.)


En son nun tarafından 18.05.09, 19:33 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Asiye Hatun’un Rüya Mektupları
MesajGönderilme zamanı: 18.05.09, 19:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.04.09, 13:19
Mesajlar: 55
Rüyasız benlikler

Prof. Dr. Kemal SAYAR


Rüya Doğu toplumlarında özellikle dinî yaşantının vazgeçilmez öğeleri arasındadır. Rüya benliğe kendini yeni bir biçimde ifâde etmenin vâsıtası olabilir. Rüya yaşantılarını önemli sayan kültürlerde rüyâların dönüştürücü bir güç taşıdıkları bilinmektedir.

Batılı bilinç, rüya hâlini uyanıklık hayatından keskin çizgilerle ayırır. Rüya gören ondan bahsetmediğinde de görülen düş sosyal anlam kazanmamış, buharlaşıp gitmiş olacaktır. Rüyanın fenomenolojisi, rüya yorumlamanın kültürel kodları, rüya hakkındaki yerli söylemler ve bu söylemlerin gerçekleştiği sosyal bağlamlarla şekillenir.

Sözgelimi Semitik gelenekte rüya yorumculuğu büyük bir bilim hâline gelmiş ve İslâm uygarlığıyla birlikte zirveye ulaşmıştır. Henry Corbin İslâm'da rüyanın bir bilgi ve keşif kaynağı olarak ne kadar önem taşıdığını neredeyse yarım asır kadar önce yazmıştı. Benliğin yapıcı unsurlarından birisi olarak rüya kişiyi bilinmez ile buluşturur, bilincin saklı alanlarına işâret eder ve paylaşılan arketiplerle rüya yaşantısına sosyal bir anlam kazandırır.

Asiye Hâtun'un Rüya Mektupları adıyla yayınlanan ve İstanbul'lu bir dervişenin Boşnak şeyhine yazdığı rüyaları bir araya getiren metin bu yönüyle çok anlamlı bir çalışmadır. Rüyalar mektuplar yoluyla mesâfeleri aşmakta ve geri dönen yorumlarla seyr-i sülûk hâlindeki bir dervişenin ruhsal gelişimini sağlamaktadır.

Rüyalarla zenginleşen bir benliğin kişiyi 'mutsuz bilinç'ten anlamlı bir varoluşa taşıdığı âşikârdır. Rüyaların şekillendirebildiği bir benlik, Bakhtin'den ödünç alınma bir kavramla konuşursak, diyalojik benliktir: Değişime ve yeniliğe açık, farklı sesleri içine alabilen ve onları içinde yaşatabilen bir benlik.

Bu diyaloji kendisini, Tanrı'nın rahmeti üzerine olsun, Yûnus'un 'bir ben vardır bende benden içerü' dizesiyle billurlaştırır.

TAMAMI: http://www.karakalem.net/?article=2589


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Asiye Hatun’un Rüya Mektupları
MesajGönderilme zamanı: 07.07.10, 13:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.04.09, 13:19
Mesajlar: 55
Asiye Hâtun'un Rüya Mektupları, Prof. Dr. Cemal Kafadar'ın yeni eserinde tam metin olarak yer almaktadır:

"Kim var imiş biz burada yoğ iken"

Metis Yay.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 7 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye