Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: RASULULLAH DÖNEMİNDE MEDİNE ve YAHUDİLER
MesajGönderilme zamanı: 19.01.09, 14:44 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
RASULULLAH DÖNEMİNDE MEDİNE ve YAHUDİLER

- Rasulullah döneminde müslümanların yahudilerle olan ilişkileri -

Berat BEŞİR


A- YAHUDİLERİN KISA TARİHÇESİ

“Tamamen akrabalık bağları ve temeli üzerine oturması itibariyle Yahudi zümresi, bugün yeryüzünde mevcut milletler arasında en eskilerden birini teşkil eder.”(1) “Yahudilerin atası, İsrael lakabıyla anılan Yakub Peygamber’dir ve kendisi İbrahim Peygamber’in torunudur.”(2) “İbrahim Peygamber’in kabri olarak Filistin’deki Halil şehrinde mevcut bir kabir gösterilmektedir.”(3)

Kur’an-ı Kerim’in 12. Suresinde anlatıldığı üzere; Hz. Yakub’un oğulları arasında çıkan bir kıskançlık, ailenin Mısır’a göç etmesinde rol oynamıştır.(4) Bir zamanlar Yusuf (a.s.)’ın da içinde yaşadığı Mısır’da kısa zaman sonra Suriye asıllı Hiksos Hanedanının yerini Mısır’lı Firavunlar Hanedanı almıştır. Bu değişikliğin tabi bir sonucu olarak dünün gözdeleri ertesi günün mağdurları ve zulüm görenleri haline gelmişlerdir. M.Ö. 1260 yılında Mısır Hükümdarı II. Ramses zamanında Yahudiler Mısır’dan çıkarılmışlardır.(5) Kur’an-ı Kerim’de belirtildiğine göre (20/77-78) I. Siti’nin oğlu olan Ramses İsrail Oğulları için pek şiddetli davranmıştır(...) İsrail Oğulları Hz. Musa ve Hz. Harun’un idaresi altında kitle halinde Mısır’ı terketme kararı aldılar(...) Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre(5/23-29) Musa Peygamber halkı ile birlikte yerleşmek üzere Filistin yolunu tuttu ise de Yahudiler, bu ülkede oturmakta olan Araplardan korkup başkan mevkiindeki Musa Peygamber’i dinlemeyi reddettiler.(6) “Bu reddedişin bir ilk cezası olarak 40 yıl boyunca çölde kalmaya mecbur oldular. Bu zaman zarfında Hz. Harun ve Hz. Musa vefat ettiler. Tevrat’ta zikri geçen kıssa (Samuel, 15/1-3) Kura’an-ı Kerim’de yer almamıştır. Tevrat’ta belirtildiği gibi şayet bu İsrail Oğulları, Filistin’de yaşayan Amalika’lı Arapları kadın-erkek, çocuk-bebek, öküz-keçi, deve-eşek hiç birbirinden ayırmaksızın kılıçtan geçirip, dışardan gelen bu yabancılar istilasına karşı sırf vatanlarını savundukları için onları yok etmişlerse; zulme uğramış bu mağdur insanların bir gün gelip, bu yolda kurban edilen uluslarının intikamını almak isteyecekleri muhakkaktır.”(7)

Yahudiler, Sion’dan defalarca çıkarılıp atılmalarından sonra küçük veya büyük insan bölükleri halinde yeryüzünün muhtelif bölgelerine dağılıp gitmişlerdir; gittikleri yerler arasında Arabistan da vardır.(8)

B- ARAP YARIMADASI YAHUDİLERİ

İslamdan Önce

“İslamın ortaya çıktığı senelerde Arap Yarımadası’nın dört bir köşesinde Yahudileri görüyoruz. Bunlar, ferdi olduğu kadar küçük camialar halinde ve mütesanid, sağlam insan toplulukları halinde Akaba Körfezi’ndeki Eyle limanından Yemen ve Uman’ın en ücra köşelerine kadar, Medine’den Bahreyn’e kadar uzanan bölgeler üzerine yayılmış vaziyetteydiler.

Mekke’de ise hemen hemen hiç Yahudi yoktu denebilir; fakat bu bölgede her yıl toplanan fuarlarda, Yahudileri, istikbali okuyan kahinler olarak pek bol paralar kazanan insanlar olarak görmekteyiz. Bunlar “Ehli Kitap” bir ulus olarak, okuma-yazmadan nasibini alamamış ve gönlü saf Bedeviler üzerinde özel bir nüfuz ve itibar kazanmış durumdaydılar.(9)

“Miladi 6. asrın başlarında Yahudi ve Hıristiyanlar, büyük bir şahsiyetin son peygamber olarak zuhur etmesini ve insanlığın eksik taraflarını tamamlamasını beklemekteydiler.”(10) Ancak Yahudiler, bu peygamberin kendi içlerinden çıkacağını bekliyorlardı ve bu peygamberle diğer kavimlere karşı güç kazanacaklardı.

İslamın Başlangıcında

Nübüvvetin ilk yıllarında nazil olan Kur’an-ı Kerim ayetlerinde “Ey İsrailoğulları!” şeklinde başlayan bir hitabın bulunmayışı Mekke’de yerleşik bir Yahudi topluluğun bulunmadığını gösterir.(11)Fakat Mekke döneminde inen ayetlerin bir çoğunda dolaylı yoldan; ima ve telmihlerle Yahudilerle alakalı birçok konudan bahsedilmiştir. Firavun’un başından geçenler(12) ve Sina Dağı’nın zikredilişi(13) bu ayetlere örnek olarak gösterilebilir.

Ticaret ve diğer maksatlarla Yemen, Medine gibi şehirlere giden Mekke’liler muhtemelen kendileri arasında Allah’ın elçisi oluğunu iddia eden bir kimsenin bulunduğunu haber vermişlerdir.(14) Ancak Yahudilerin düşüncesine göre; Musa Peygamber’in dini öğretimi iyi vaziyette saklanmış denebilirken; Tevrat’ın Pentatök’ü yani ilk beş kitabı göz önündeyken ve Yahudilerin kendileri de ortadayken yeni bir peygambere ve yeni bir kitaba ne lüzum vardı? Bütün dünya Yahudiliğe sokulamaz mıydı? Arabistan Yahudileri, kendi dinlerini İsrail Oğullarının tekelinde saymıyorlar; aksine, bizim meşgul olduğumuz devirde Araplar arasından dahi bir takım kimseleri kendi dinlerine döndürme çarelerine başvuruyorlardı.(15)

C- MEDİNE DÖNEMİ

Medine’nin Sosyal Yapısı : “Resulullah bu şehre hicret edip sığındığında hemen hemen şehrin yarı nüfusu Yahudi idi. Yahudilerin nasıl ve ne zaman buraya yerleştiklerine dair açık ve kesin bir bilgi yoktur. İslamın az öncesinde bu Yahudiler artık Araplaşmış durumdaydılar. Arapçayı kendi dilleri olarak kullanıyorlardı. Çocuklarına Arap adı veriyorlardı. Hatta kabileleri bile Arapça isimler taşıyordu.”(16)

Medine’nin Siyasi Yapısı : Komşuları putperest-müşrik Araplar gibi kabile, muhalif bölük ve ufak zümreler halinde yaşıyorlardı. Bazı Yahudi kabileleri Arap kabilelerinden bazıları ile ittifak anlaşması yapmış olarak diğer Arap kabileleri ile çatışma haline girebiliyorlar ve saldırılan Araplar da diğer Yahudilerle anlaşmalar akdediyorlardı.(17)

Yahudi Kabileleri: Tarihçilerin eserlerinde üç ayrı kabile olarak toplanmışlardı: Benu Kaynukaa, Benu-n Nadir ve Benu Kurayza. Bu üçe ayırmada büyüklük ve kudret dikkate alınmıştır.(18)

Benu Kaynukaa : Kaynukaa, kuyumcu anlamına gelir. İslamın ortaya çıktığı dönemde kuyumculuk ve umumi ticaret işleriyle uğraşıyorlardı.(19)

Benu-n Nadir : Nadir, yeşil ve çiçekli bir bitki anlamına geliyordu. “Bu kabile, büyük hurma bahçeliklerinin sahibi olarak bilinir.”(20)


Benu Kurayza : Arabistan’da deri tabaklayanların kullandıkları bir nevi “akasya ağacı” manasına gelir.(21)

“Akıllı ve çalışkan tutumları sayesinde Medine Yahudileri kısa zaman içinde bütün şehir iktisadiyatını elleri altına almış bulunuyorlardı. Bütün dünyada küçük küçük halk toplulukları halinde yaşayan bu ulusun kendi aralarında yardımlaşma ve irtibat halinde oluşları, onların uluslar arası ticarette başarı göstermelerine yardımcı olmuştur. Önce kendileri servet sahibi olmuşlar, sonra ödünç para vermeye ve faizciliğe başlamışlar ve bu yolla yavaş yavaş diğer insanların mülk ve arazilerini ele geçirmeye başlamışlardır.”(22)Bu gün de bu sömürgeci ve yayılmacı tutumlarını devam ettirmektedirler.

Arap Kabileleri : “Hepsine birden Benu Kayle adı verilen Medineli Araplar, iki bölük halinde yaşıyorlardı. 1- Evs’ler ve 2- Hazrec’ler; her ikisi de iki kardeşin soyundan gelmekteydiler.”(23)

3- Medine’nin Müdafaası : “Resulullah (s.a.v.), Medine’ye geldiğinde Kureyş’in kendisini orada barış içinde yaşamaya bırakmayacağını; kendisiyle birlikte destek sağlayanları da yok etmek için her şeyi yapacaklarını biliyordu. Bu sebeple Medine’nin müdafaa sistemini sağlamlaştırmak için çok kuvvetli tedbirler alınması gerekiyordu. İslam dinine sarılmış olan herkes şehirde kendilerini ancak böyle tamamen emniyet ve güvenlik içinde hissedebilirlerdi. Bu görüşe en büyük öncelik tanınmıştı ve uzunca bir süre bu görüş, Resulullah (s.a.v.)’ın müdafaa politikasının mirengi noktasını teşkil etti. Resulullah (s.a.v.)’ın bu endişesi, yalın bir realiteye dayanıyordu ve doğruluğu da ispatlandı.

Kureyş; baskın, yağmalama, tecavüz ve tehdit seferlerini düzenlemeye başladığında, Resulullah (s.a.v.) ve ashabı henüz Medine’ye iyice yerleşmiş bile değillerdi. Aynı zamanda Resulullah (s.a.v.)’ı şehirlerinden kovmak arzusunda olan Yahudilerin ve Medine münafıklarının entrikalarıyla karşı karşıyaydılar. Hatta Ebu Cehil, münafıkların başı Abdullah b. Ubey’e mektup yazarak Resulullah (s.a.v.)’ı öldürmesi veya şehirden sürmesini, yoksa Muhammed’le beraber hepsini yok edeceğini bildirdi. İçteki ve dıştaki düşmanlığa karşı Medine’nin müdafaası ve güvenliği için acil tedbirler almak gerekiyordu. Bu nedenle, Resulullah (s.a.v.), Medine’nin içerdeki asilerden ve dış hücumlardan müdafaası için bir plan hazırladı.”(24)

Müslüman Kardeşliği : Muhacirler, bütün mal ve mülklerini Mekke’de bıraktıkları için açlık ve fakirlik hayatı yaşıyorlardı. Bu nedenle; Resulullah (s.a.v.), ensar ve muhacirler arasında, din kardeşliğine dayanan bir kardeşlik anlaşması teşkil etti.(25)

Yahudilerle Anlaşma

Anlaşma Gerekçesi : “Medine’de kalabalık bir Yahudi nüfusu vardı ve şehrin etrafında dağınık, fakat muhafazalı kalelerde yaşarlardı. Askeri noktadan şehrin müdafaası için onlarla bir çeşit antlaşma müzakerelerine girişilmesi hayati bir konuydu. Bunun idrakinde olan Resulullah (s.a.v.) Yahudilerle, tarihte en büyük politik belgelerden biri olarak kabul edilen bir ahit yaptı. Bu ahit aynı zamanda insan hürriyeti doktrinine en asil ve en nitelikli bir katkı olarak kabul edilebilir. Bu, gerçekten Yahudiler ve diğer Medine vatandaşları için bir Hürriyet Beyannamesi’ydi.”(26)

Anlaşma Maddeleri

Her kabile ve grup kan diyetlerini kendi aralarında, geleneğe göre ortaklaşa ödeyecekleri gibi, esirlerin kurtarılması için ödenen diyetleri de müminler arasında bilinen adil esaslar dairesinde ödeyeceklerdir.

Sulh, müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak bir sulh antlaşması akdedemez. Bu sulh, ancak müminler arasında umumiyet ve adalet esasları üzerine yapılacaktır.

Medine toprakları dışında bir harp vuku bulursa, hiçbir Medineli herhangi bir tarafın lehine çarpışmaya iştirak etmeye zorlanamaz.

Yahudiler, Müslümanlarla birlikte, beraberce harbettikleri müddetçe masrafta bulunacaklardır.

Her kabile veya topluluk kendi dininde serbesttir. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlaları ve gerekse bizzat kendileri dahildirler.

Her iki taraf arasında, Medine’ye hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır. Şayet Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din mevzuunda girişilen harp vakaları müstesnadır. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.

Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine Vadisi dahili mukaddes bir yerdir.

Bu belge sahipleri arasında herhangi bir olay veya anlaşmazlık çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından korkulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen şanı Yüce Allah’a ve Allah’ın Resulüne arz ve havale edilecektir.”(27) 3. Anlaşmanın Değerlendirilmesi : Anlaşmanın son iki maddesi çok önemliydi, çünkü bu maddelerle Muhammed (s.a.v.) tartışmasız Medine Devletinin başı ve halkın lideri kabul ediliyor ve Medine mukaddes ve haram bir yer ilan ediliyordu. Bu ahit, politik ve psikolojik olarak Medine’nin müdafaasının güçlenmesine çok faydalı oldu. Bütün Medine ahalisinin hakları eşitlendi. Kazançları ve kayıpları, zaferleri ve yenilgileri ortak hale geldi. Medine’nin müdafaasında hepsi birleşik bir halk oldu. Komşu kabileler, bu üç iştirakli anlaşmanın önemini iyice anlamışlardı ve hiçbir grup asla tek başına Medine’ye saldırmayı düşünmedi. Bununla beraber, Resulullah (s.a.v.), bu anlaşmanın sağlamlığına asla tam olarak güvenmedi ve daima kendi güç ve kudretinin üzerinde dikildi. Kureyş’ten artan saldırı tehlikesi ve Yahudilerin ahitlerine olan güvensizlik sebebiyle daima dikkatli ve gelebilecek saldırılara karşı hazır bulundu.(28)

D- YAHUDİLERE KARŞI İZLENEN POLİTİKA

1- Medine’ye Varınca : Resulullah (s.a.v.) Yahudilere karşı önceleri hahamları ve ileri gelenleriyle iyi niyetle görüşmeler yaparak ilişkileri geliştirmeye başladı. Onlara karşı iyilik, muhabbet ve alicenaplıkla muamele etti. Başkan ve asillerini ziyaret edip dostluklar kurdu. Resulullah (s.a.v.)’ın bu jestleri Yahudilerle iyi ve dostça münasebetler kurulmasını sağladı.

“Fakat, gittikçe daha çok insanın İslam’a girmesi ve Muhammed (s.a.v.)’ın pozisyonunun dini bir lider olarak gittikçe kuvvetlenmesi nedeniyle işler başka türlü gitmeye başladı. Yahudiler onun artan güç ve kudretinden korkmaya başladılar ve İslam’ı kendilerinin bölgedeki üstünlüklerine potansiyel bir tehlike olarak gördüler.”(29) “Hicret’in ikinci yılının ortalarında Müslümanların kıblesi Kudüs’ten Mekke’ye çevrilince, Yahudiler Resulullah (s.a.v.)’a ve dinine açıkça saldırmaya başladılar. Bundan sonra artık, düşmanca faaliyetleri, müslümanların düşmanlarıyla birlikte entrikalar çevirme şekline dönüştü ve Arap kabilelerini Medine’ye saldırıp yok etmeleri için kışkırtmaya başladılar.”(30)

“Yahudiler, müslümanlarla bir savunma-işbirliği anlaşması yapmış olmalarına rağmen, bu sırada da onlara karşı her türlü düşmanca faaliyete giriştiler.(...) Bu anlaşmanın hiçbir maddesine riayet etmediler, fakat onun bütün nimetlerinden faydalandılar.”(31)

2- Genel Politika : “Daha önce işaret edildiği gibi, Resulullah (s.a.v.)’ın Yahudilere karşı izlediği genel politika uzlaşma, dostluk ve işbirliği temeline dayanıyordu(...) Fakat Resulullah (s.a.v.), Yahudilerin yıkıcı faaliyetleri nedeniyle bunun imkansız hale geldiğini görünce, Yahudilere karşı politikasının temel esaslarını değiştirmek mecburiyetinde kaldı.”(32)

3- Benu Kaynukaa’ya Karşı İzlenen Politika : “Bu kabile Medine çevresinde otururdu ve özellikle savaş zamanında çok tehlikeli olurlardı. Müslümanlarla yaptıkları muahedeye göre dışarıdan saldırı olduğunda kanunen ve ahlaken Müslümanlara yardım etmeye ve Resulullah (s.a.v.)’ın düşmanlarıyla savaş yapmaya mecburdular. Fakat Bedir Savaşı’nda Müslümanlara yardım edeceklerine muahedeyi tercih ettiler; Medine münafıklarıyla ve Kureyş’le Müslümanlara karşı entrikalar çevirdiler.(...) Resulullah (s.a.v.)’ın onları muhasarasından sonra Resulullah (s.a.v.)’ın vereceği hükme kayıtsız şartsız teslim oldular. Bu kabile Medine’den sürüldü. Kalelerinde bulunan birçok silah ve savaş aracı ganimet alındı.”(33)

4- Benu-n Nadir’e Karşı İzlenen Politika : “Benu-n Nadir de Resulullah (s.a.v.)’la Medine Anlaşmasını imzalamıştı.(...) Fakat Müslümanlara karşı düşmanca faaliyetler başlattılar ve münafıklarla birlikte entrikalar çevirip, Kureyş’le işbirliği yaptılar(...) Ayrılıkçı ve bölücü faaliyetleri Uhud Savaşı’ndan sonra iyice arttı.”(34)

5- Benu Kurayza’ya Karşı İzlenen Politika : Benu Kurayza, Medine sınırları içinde yaşıyordu ve bu nedenle özellikle savaş zamanında onların haince ve ayrılıkçı faaliyetleri son derece tehlikeli oluyordu. Ahzab Savaşı’nda Benu Kurayza düşman tarafına geçti ve Medine içinden Müslümanları tehdit etmeye başladılar(...) Ahzab Savaşı’ndan sonra, Resulullah (s.a.v.)’a vahiy yoluyla ihanetleri nedeniyle Benu Kurayza’yı cezalandırması emredildi. Böylece Resulullah (s.a.v.) onların üzerine yürüyerek 25 gün boyunca muhasara etti. Sonunda Benu Kurayza haklarındaki hükmü eski müttefikleri Sa’d b. Muaz’a bırakarak teslim oldular. Sa’d b. Muaz,

Muharip erkeklerin katline

Kadınların ve çocukların esir edilmesine

Mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine

karar verdi.

Sa’d bu kararına mesned olarak Tevrat’ı almış ve onun mağlup düşman karşısında Yahudilere tanımış olduğu hakları aynen Müslümanlara tanımıştı. Benu Kurayza’nın kalelerinde muazzam miktarda silah bulundu.”(35)

E- MEDİNE DIŞI YAHUDİ KABİLELERİ

1- Hayber : Medine’nin kuzeyindedir. “Hayber Yahudilerinin nüfusu, Benu-n Nadir Yahudilerinin Medine’den ayrıldıktan sonra buraya gelip yerleşmesiyle artmıştır(...) Medine, Mekke ile Hayber arasında bulunduğundan; Müslümanlar, Mekke ile Hudeybiye Anlaşması’nı gerçekleştirdikten sonra; bu devamlı ve aşikar tehlikeden sıyrılmak için Hayber’e sefer hazırlıklarına başladılar(...) Muhammed (s.a.v.), İslam Yahudi ilişkilerini düzeltmek ve iyiye yöneltmek için genç bir dul olan Safiye adlı Hayber’li bir hanımı nikahladı(...) Hayber’in fethinden sonra bu bölgeye tam bir muhtariyet tanındı.”(36)

2- Vadi’l-Kura : “Vadi’l-Kura, Arap ve Yahudi birçok kabileler tarafından iskan edilmiş durumdaydı. Resulullah (s.a.v.), Hayber’den ayrıldıktan sonra Vadi’l-Kura üzerine yürümüştür. Bilhassa, sığınmış oldukları müstahkem hisarlarda gösterdikleri bir gün süren bir direnişten sonra bu bölgenin Yahudileri, Hayber ahalisinin kabul ettiği şartlara razı olarak boyun eğmişlerdir.”(37)

3- Fedek : “Fedek bölgesinde oturan Yahudiler, Hayberlilerin yardımına koşmak üzere toplanıp bir araya gelmişlerdi; bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) 6. Hicri yılın Şaban ayında onlara karşı Hz. Ali’nin kumandasında bir birlik göndermiştir.”(38)

4- Teyma : “Hayber ve Vadi’l-Kura seferlerinden bir müddet sonra, Teyma ahalisinden bir heyet Muhammed (s.a.v.)’ın huzuruna çıkıp, cizye vergisini ödemeye razı olarak bir sulh anlaşması yapmak istemişlerdir. Resulullah (s.a.v.) bu teklifi kabul emiştir.”(39)

5- Taif : Taif’te bir çok Mekke’li, Yahudiler ve çok sayıda kabileden çıkmış mevla statüsündeki insanlar yaşamaktaydı. Mekke ve Taif İslam’a karşı işbirliği yapıyorlardı. Resulullah (s.a.v.) Taif üzerine bir sefer düzenlemiştir. Kuşatma uzun sürdü; Resulullah (s.a.v.) kuşatmayı kaldırdı. Bunun üzerine Müslüman olan Urve B. Mes’ud; Taif’te Müslümanlığı anlatmaya başlayınca şehid edildi. Bu olayla civar kabilelerden kendilerine düşmanca tavır takınılması üzerine anlaşmak için Medine’ye bir heyet gönderdiler.(40)

DEĞERLENDİRME

Tarih, Yahudilerin Müslümanlar karşısında daima sadakat duygularına riayet etmediklerine şahit olmuştur. Müslümanlara göre Yahudilerin prensipleri; hedeflerine ulaştıracak her yolu mübah saymak olduğundan, devamlı ihanet etmiş; ahde vefa göstermemiş; kendi ırklarını üstün saymış ve menfaatlerine dokunulmadığı sürece dost görünmüşlerdir; aksi takdirde olabildiğince düşman kesilmişlerdir. Daima sömürgeci ve yayılmacı bir politika izlemişlerdir. Müslümanların karşılaştığı en ufak zor durumdan dahi istifade etme yoluna gidip, onları daha da büyük sıkıntılara sokmuşlardır. Üstelik, kendilerine gönderilen Peygamberleri öldürmeye teşebbüs edecek kadar vahşice tutumlar sergilemişlerdir.

Yahudiler, tüm uğraşlarına rağmen geçmişten günümüze kadar İsrail Devleti hariç tarihin hiçbir döneminde tam bir devlet olamamışlardır.

Müslümanlar, Yahudilerle ilişkilerinde, her konuda olduğu gibi Peygamber (s.a.v.)’ın uyguladığı politikayı kendilerine örnek almalıdırlar. Bu yüzden de İslam Tarihinin Müslümanlarca doğru bir şekilde incelenip tahlillerinin yapılması elzemdir. Zira; İslam Tarihinde yaşanan bir çok olayın altın bir tas içinde sunulan zehir misali günümüzde de farklı görüntülerle önümüze çıkarıldığını görmekteyiz.


BİBLİYOGRAFYA


HAMİDULLAH, Prof. Dr. Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, İstanbul 1991, İrfan Yayımcılık

KUR’AN-I KERİM ve Meali, M.Ü. Komisyon

RAHMAN, Afzalur, Siret Ansiklopedisi, c. I., İstanbul 1996, II. Baskı, İnkılab Yayınları


DİPNOTLAR:
--------------------------------------------------------------------------------

1) Hamidullah, Prof. Dr. Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, s.546
2) A.g.e., s. 546
3) A.g.e., s. 546
4) A.g.e., s. 546
5) A.g.e., s. 547
6) A.g.e., s. 550
7) A.g.e., s. 551-552
8) A.g.e., s. 552
9) A.g.e., s. 552-553
10) A.g.e., s. 553
11) A.g.e., s. 554
12) Kur’an-ı Kerim, 87/16-19
13) Kur’an-ı Kerim, 95/2
14) Hamidullah, Prof.Dr. Muhammed, a.g.e., s. 557
15) A.g.e., s. 558-559
16) A.g.e., s. 570-571
17) A.g.e., s. 571
18) A.g.e., s. 571
19) A.g.e., s. 571-572
20) A.g.e., s. 572
21) A.g.e., s. 572
22) A.g.e., s. 572
23) A.g.e., s. 571
24) Rahman, Afzalur, Siret Ansiklopedisi, c. I. s. 610
25) A.g.e., s. 610
26) A.g.e., s. 610
27) A.g.e., s. 611
28) A.g.e., s. 611-612
29) A.g.e., s. 614
30) A.g.e., s. 614
31) A.g.e., s. 615
32) A.g.e., s. 616
33) A.g.e., s. 617
34) A.g.e., s. 617
35) A.g.e., s. 618
36) Hamidullah, Prof.Dr. Muhammed, a.g.e., s. 594-594
37) A.g.e., s. 596
38) A.g.e., s. 597
39) A.g.e., s. 600
40) A.g.e., s.495-496


http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=990

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


En son arsiv tarafından 20.01.09, 03:53 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: RASULULLAH DÖNEMİNDE MEDİNE ve YAHUDİLER
MesajGönderilme zamanı: 20.01.09, 03:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Medine Sözleşmesi ve Yahudilerin Sürgünü

Medine Sözleşmesi

Hz. Peygamber'in (s.a.a), Müslümanları çatışma ve direnme şartlarında yapıcılık ve İslâm şeriatını uygulama aşamasına intikal ettirebilmesi için nispî de olsa güven ve istikrar ortamını sağlaması gerekiyordu. Çünkü çatışma ortamı, İslâm şeriatının halk kitleleri arasına yayılmasına engel olabilirdi.

Yesrib şehrinde Müslümanlara karşı varoluş mücadelesi veren rakip güçler vardı. Meselâ Yahudiler ekonomik güçleri ve bilinen siyasî entrikaları ile ve bunların yanı sıra asla azımsanmayacak silâh, teçhizat ve insan sayıları ile büyük bir yük ve potansiyel bir tehlike oluşturuyorlardı. Müşrikler de bir başka güç odağı idi. Gerçi Hz. Peygamber'in (s.a.a) ve muhacirlerin gelişi ile fonksiyonları zayıfladı, ama büsbütün yok olmadı. Hz. Peygamber (s.a.a) onlara karşı güzel davrandı ve onları iyilikle mukabelede bulundu.

Hz. Peygamber (s.a.v) bunların yanı sıra münafıkların da muhtemel varlığını mutlaka hesaba katmalıydı.

Öte yandan Yesrib şehri dışında Kureyşliler ile diğer müşrik kabileler vardı ki, bunlar genç İslâm devletinin varlığı için gerçek bir tehdidi temsil ediyorlardı. Resulullah (s.a.a) bunlara karşı koymak ve tehlikelerini savmak için hazırlık yapmak zorunda idi.

İşte bu noktada Resulullah'ın (s.a.v.) büyüklüğü ve çeşitli güçlere yönelik ilişkilerdeki siyasî ustalığı ortaya çıktı. Başkalarına karşı iyi ve temiz niyetler göstermek ve bu güçlerin hepsini barışa ve güvene çağırmak bu ustaca ilişkinin esasını oluşturmuştur.

Müslümanlar ile Yahudiler arasında barış ve işbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre merkezinde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yer alacağı ve bünyesinde yaşayan herkesin insan haklarından eşit bir şekilde yararlanacağı bir devlet kurulacaktı.

Bu anlaşma belgesinin Yesrib toplumunda kurulacak ilk uygar İslâm devletinin anayasa taslağı niteliğini taşıdığını söylemek mümkündür. Bu devlet önce Arap toplumunun tümünü kapsayacak, arkasından evrensel insan toplumunun tümüne doğru gelişerek yeni İslâmî düzeni kabul ettirecekti.
Söz konusu belgenin içerdiği ilkelerin en önemlileri şunlardır:

1) Müslüman bir toplumun varolduğunu açıkça ortaya koymak ve Müslüman ferde bu topluma bağlı olduğu duygusunu güçlü bir şekilde hissettirmek.
2) Kabileleri bazı sosyal faaliyetlere iştirak ettirerek ve problemlerin bir bölümünün çözümünde onlardan yararlanarak, fonksiyonu ve yetkisi genişletilerek kabile düzeninin özünü korumaksaklı tutmak, böylece devletin omuzlarındaki yükü hafifletmek.
3) Yahudilerin, dinlerine bağlılıklarını sürdürmelerine ve dinî geleneklerini, ayinlerini uygulamalarına hoşgörü göstermek ve onları yeni İslâm devletinin vatandaşları saymak suretiyle inanç özgürlüğünü vurgulamak.
4) Yesrib şehrini, savaşmanın caiz olmadığı güvenli bir yasak bölge yaparak bu şehrin güvenliğinin dayanaklarını sağlamlaştırmak.
5) Devletin egemenliğini ve İslâm düzenini kabullenmek ve anlaşmazlıkların çözümünü sağlayacak kararları Resulullah'ın (s.a.a) şahsında temsil edilen İslâm önderliğine havale etmek.
6) Müslümanlar ile Yahudilerin tek bir siyasî düzen içinde yaşayıp o düzeni dış tehlikelere karşı savunmaları itibarı ile siyasî toplum çerçevesini genişletmek.
7) Müslüman toplumun karşılaştığı bunalımları aşmak için bu toplumun fertleri arasında yardımlaşma ruhunun yaygınlaşmasını teşvik etmek.

YAHUDİ KABİLELERİNİN MEDİNE’DEN SÜRGÜN EDİLMESİ

Medinedeki üç Yahudi kabilesi bazı olaylar ve gelişmeler neticesinde Medine’den sürgün edildi.

1- Benî Kaynuka'nın Sürgün Edilmesi

Yahudiler İslâm'ın ve Müslümanların güçlenmesinin kendileri için taşıdığı tehlikeyi somut olarak idrak ettiler.
Aradaki barış anlaşması, Bedir Savaşı'ndan önce çatışmanın her iki tarafını frenleyen ve patlama tehlikesini önleyen bir emniyet supabı idi. Fakat Müslümanları güçlendiren Bedir zaferi, Yahudilerdeki düşmanlık ruhunu körükledi ve kötülük dürtüsünü alevlendirdi. Münafık unsurlar da onlara yardımcı oluyordu. Bu destekle iyice şımaran Yahudiler, Müslümanlara kötü sözler dokundurmaya, aleyhlerinde entrika çevirmeye, hiciv içerikli şiirler göndermeye başladılar. Yeni dinlerinin yanı sıra yeni bir otorite sahibi de olan Müslümanları kışkırtmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı.
Peygamberimiz bunlarla konuşup ikna etmeye çalıştıysa da, Yahudileri ikna etmek mümkün olmadı. Yahudilerin bir Müslüman kadına sarkıntılık etmeleri, bir Müslümanla bir Yahudidinin ölümüne sebep oldu. Bunun üzerine Beni Kaynuka Yahudileri Medine’den çıkarıldı.


2- Beni Nadir Yahudileri’nin Medine’den Sürgünü

Medine’de yaşayan bir diğer Yahudi topluğu Beni Nadir idi. Bunlarda peygamberimizin bir duvarın dibine oturtup, üzerine taş düşürmek suretiyle onun hayatına kasdetmek istiyorlardı. Fakat bunların kötü emelleri Cenab-ı Hakk tarafından peygamber efendimize bildirildi. Bunun üzerine peygamberimiz (SAV) orayı hızlıca terk etti. Bunun üzerine onların bulunduğu bölge kuşatılarak, sürgüne mecbur edildiler.

3- Benî Kurayza Yahudilerinin Medine’den tasfiyesi

Benî Kurayza Yahudileri, Müslümanlara karşı besledikleri gizli kin ve düşmanlığı Hendek Savaşı'nda açığa vurdular. Eğer yüce bu savaşta müttefik güçleri perişan etmemiş olsaydı, Benî Kurayza Yahudileri, Müslümanları arkadan vurmayı başaracaklardı. Bu yüzden Resulullah'ın (s.a.a), onların haince davranışlarına mutlaka bir karşılık vermesi gerekirdi. Bu yüzden Müslümanların dinlenmelerine fırsat vermeden Yahudileri kalelerinde kuşatmak üzere onlara hemen hareket etmelerini emretti. Böylece yeni askerî hareketin önemini vurgulamış oldu. Nitekim müezzin Müslümanlara şöyle seslendi: "Kim emir dinleyen ve aldığı emre itaat eden biri ise, ikindi namazını mutlaka Benî Kurayza Yahudilerinin bölgesinde kılsın."

Bundan sonra aralarında kısa bir savaş ilişkisi meydana geldi. Yenilen taraf Yahudiler oldu. Bundan sonra bu Yahudi grup da Medine’den çıkarıldılar.

http://www.sadakat.net/forum/tarihi-ve- ... 766.0.html

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: RASULULLAH DÖNEMİNDE MEDİNE ve YAHUDİLER
MesajGönderilme zamanı: 09.02.09, 17:55 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Efendimiz’in (s.a.v) Yahudilerle mücadelesi (1)

M. Emin Yıldırım - Vakit

m.eminyildirim@mynet.com

2009-02-07


***

Bir önceki hafta sizlere Efendimiz’in (s.a.v) o günkü adı ile Yesrib’e hicret ettiğinde, orada bulunan Yahudilerle nasıl bir yöntem ile mücadele ettiğini yazacağıma söz vermiştim. Öyle ise gelin Üsve-i Hasene, yani hayatın her alanı ve her anının tartışılmaz rehberi olan, Efendimiz’in (s.a.v) bu alandaki örnekliğini, o günün olayları içerisinde, ama bugüne de söz söylediğini unutmadan anlamaya çalışalım.

Efendimiz (s.a.v) Nübüvvetin 13. yılında Yesrib’e hicret ettiğinde, orası 10 bin nüfuslu, o günün şartları içerisinde orta ölçekli bir şehirdi. Bu nüfusun yarısı, yani 5 bin kadarı Yahudi, geri kalan 5 bini ise Arab-ı Aribe diye bilinen has Araplardan oluşuyordu. Bu Araplarda kökenleri Yemen’e dayanan Ezd kabilesinin içerisindeki 5 büyük kabilenin 2'sinden müteşekkildiler. Tarihte isimlerini çokça duyduğumuz bu 2 kabile Evs ve Hazrec’lilerdi. Aynı babanın iki oğlundan soyları oluşan bu Araplar, ne yazık ki asırlık çekişmeleri ile birbirleriyle savaş halindeydiler. Tarihe Bu’âs Savaşları diye geçen bu kardeş kavgalarından en memnun olanlar, elbette bölgedeki Yahudilerdi. Çünkü onlar birbirlerine düştükçe, güçleri zayıflıyor, etkinlikleri kırılıyor, bunun neticesinde de Yahudiler bu ortamdan çokça istifade ederek, onlar üzerinde her türlü hâkimiyeti çok daha rahat bir şekilde sağlıyorlardı. Bundan dolayı da bazen Evs ve Hazrec arasında bir ittifak ya da bugünün lisanı ile bir ateşkes ilan edilse, Yahudiler ne yapıp edip, bunu bozmaya çalışıyor, onları yine birbirlerine düşürüyorlardı. Bu tablo bize çok tanıdık geldi; değil mi? Sanki bugünün dünyasını anlatıyor gibiyiz. Zaten Efendimiz’in (s.a.v) yaşadığı dünyayı tarihe hapsetmeden okumayı becerebilsek, göreceksiniz ki değişen hiçbir şey yok; değişen sadece zaman, mekân ve olayın aktörlerinin isimleridir. Zihniyet aynı zihniyettir ve bu zihniyet aynı olduğu için de, onlara karşı yürütülecek mücadelenin yöntemi aynıdır.

Efendimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde Arapların hali böyleydi. Peki, ya Yahudilerin durumu nasıldı? Şimdi onların durumunu anlatınca, şaşıracak ve diyeceksiniz ki; bu kadar mı benzerlik olur? Sanki o günü değil de, bugünü anlatıyormuşuz gibi gelecek sizlere, gerçekten durum aynen bugünkü gibidir.

Allah Rasûlü (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde tahmin edeceğiniz üzere; bölgenin siyasi, iktisadi ve içtimai tüm ipleri Yahudilerin ellerinde bulunuyordu. Nüfus itibari ile Araplarla aynı oranda olmalarına rağmen, hayatın her alanında hâkimiyet onlardaydı. 5 bin nüfuslu Yahudiler, bazı alt aileleri içerisinde barındırsa da, 3 büyük kabileden oluşuyorlardı. Bunlar, Benû Kaynuka, Benû Nadir ve Benû Kurayza’dır. Bu kabilelere ait bazı bilgileri yazımızın ilerleyen bölümlerinde sizlerle paylaşacağız.

İşte Efendimiz (s.a.v) böyle bir bölgeye hicret etmek durumunda kalmıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) gerek hicrettin öncesinde, gerekse sonrasında bölgeyi çok yakından takip eden ve tanıyan biriydi. Orada Yahudilerin neler yaptıklarını, neleri hedeflediklerini ve bu hedeflerine ulaşmak adına neler yapabileceklerini, hem elde ettiği bilgilerden, hem de Kur’an’ın Beni İsrail hakkında azımsanmayacak düzeyde dile getirdiği beyanları ile çok iyi anlamıştı. Özellikle Akabe Biatları sürecinde yakın bir temas kurduğu Yesrib’i her yönü ile incelemiş, oraya gönderdiği muallim olan Mus’ab ibn Ümeyr’den gerekli bilgileri almış ve bu bilgiler ışığında daha hicret etmeden onlarla nasıl bir mücadele edeceğinin yöntemini belirlemişti.

Bu mücadelenin ilk ayağı hiç şüphesiz Medine İslâm Devleti'nin Anayasası olan Medine Vesikası idi. Merhum Hamidullah Hocamızın da belirttiği gibi, yeryüzünün ilk yazılı Anayasa olma özelliğini taşıyan bu 47 maddelik (Hamidullah Hoca, bazı alt maddeleri de, birer birer ele alarak vesikanın 52 maddeden oluştuğunu söyler.) Vesika, gerçekten üzerinde çalışmayı çokça hakkedecek önemli bir konudur.

Efendimiz (s.a.v) bölgeye hicret ettiğinde Medine’nin tüm kavmî ve dinî unsurlarını dışarıda bırakmadan içerisine alarak oluşturduğu bu çok hukuklu antlaşma metninin, 1’den 23’e kadar olan maddeleri Müslümanları, 24’ten 47’ye kadar olan maddeleri ise Yahudileri ilgilendirmekteydi. Efendimiz (s.a.v) bu antlaşma ile belli şartlar çerçevesinde Yahudilerin ellerinde var olan siyasi üstünlüklerini kontrol altına almış ve o güne kadar astığım astık, kestiğim kestik mantığında olan Yahudileri de bu Anayasa'nın gölgesinde yaşamaya mecbur etmişti. Tabiî Yahudilerin bu antlaşma metnini neden kabul ettikleri meselesi de önemli bir bahistir. Bu konuda birçok neden sayılabilir; ama özellikle birkaç tanesini anmak gerekirse; en başta Müslümanların siyasal anlamda güç kazanmalarını ve Bedir Savaşı'nın galibi olarak Medine’ye dönmelerini söyleyebiliriz. Ayrıca, Efendimiz’in (s.a.v) düne kadar birbirlerini yiyen Evs ve Hazrec kabilelerini birbirlerine ve Muhacirleri de onlara kardeş kılmasının, bu kardeşliğin destansı bir boyuta varmasının da etkileri vardı. Bir diğer husus ise üzerinde ittifak edilen antlaşma metni, sadece Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki hukuku düzenlemekle kalmıyor, Yahudilerin kendi aralarındaki hukuku da düzenliyordu. Mesela; hiçbir hukuksal zemine dayanmayan ve tamamen ailevi bir üstünlük eseri oluşturulan diyet bedellerindeki haksız oranlar eşit düzeye çekiliyor; toplumda var olan ayrıcalıklar tamamen ortadan kaldırılıyordu. İşte bu ve daha nice sebeplerden dolayı Yahudiler, Medine Vesikasını kabul ediyor ve bu hukukun içerisine dâhil oluyorlardı.

Efendimiz (s.a.v) ihaneti içselleştiren bu toplumun rahat durmayacağını çok iyi biliyordu. Bunun için de hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyordu. İlk iş olarak Zeyd b. Sabit’e onların yazı ve konuşma dilleri olan İbranice’yi öğrenmesini emretti. Zeyd, bu emir gereği 15-17 günlük kısa bir zaman zarfında bu dili, bir Yahudi kadar güzelce öğrendi.

Allah Rasûlü’nün (s.a.v) ilk tedbiri bu olmuştu; ama bu tedbir elbette son olmamıştı. Başka neler yapmıştı? İnşallah devamı bir dahaki yazıya...


_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye