Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: ÇAĞDAŞ SELEFİLİK VE KUTLU DOĞUM
MesajGönderilme zamanı: 09.10.09, 09:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
ÇAĞDAŞ SELEFİLİK VE KUTLU DOĞUM

Necip ALEMDAR

Asırlardır müslümanlar rebiu’l-evvel ayında Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidini ihya eder. Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim, naat-şiir okur, oruç tutar, tasliyede bulunur; mali durumu yerinde olanlar, eşraf ve fukara ayırımı gözetmeden ziyafet verir, hediye dağıtır.
Karşıt olarak nitelediği ameliyeleri bidat, şirk, dalalet, küfür gibi olumsuz anlam taşıyan kavramları kullanarak “gayr-i meşru” ilan eden çağdaş selefiliğin bidat kavramı ile olumsuz anlam yüklediği, dolayısıyla da uzak durulması gereken bir dalalet olarak gördüğü konulardan biri de, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğumu çerçevesinde yapılan “mevlid” kutlamasıdır.
Yakın dönemde yaşayan selefi düşünceye mensup pek çok yazar mevlidin bidat olduğunu iddia eden makaleler/reddiyeler kaleme almıştır.[1] Mevlid etrafında yapılan tartışmalar çağdaş selefiliğin, var oluşunu inkarı üzerine bina ettiği “tevessül” gibi konuları dahi geride bırakmıştır. Bazı İslam ülkelerinde halk arasında “kandil geceleri” olarak bilinen, bereketli zamanlar öncesinde hutbelerde cemaate sakınılması gereken şeyler babında, mevlidi ihya da anlatılır ve mutlaka o günde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nü anacak/anlayacak ihtifallerden uzak durulması gerektiği söylenir. Çağdaş selefi düşünceyi benimseyen yazar ve vaizlerin idaresindeki gazete ve kürsülerde de rebiulevvel ayı yaklaştığında ağırlıklı olarak mevlidin zararları işlenir. Bazı dergiler de mevlidin ne derece şeni bir bidat olduğunu savunan makaleler neşreder. Bütün bunlara gerekçe olarak selefin mevlidi ihya etmemesi ve mevlid çerçevesinde yapılan ihtifallerde İslami esaslara riayet edilmemesi gösterilir.
Bu durum bilgi kirliğinin yanında saf Müslüman zihinlerde soru işaretleri de oluşturmuştur. Dergimiz merkezini arayan ya da mail gönderen pek çok okur mevlid etrafında yapılan tartışmaların nasıl anlaşılması gerektiğini ve konu ile alakalı İslam’ın fasl edici hükmünü ortaya koyan bir makale yazılmasını talep ettiler.
İslam’ın mevlid hakkındaki hükmünü tesbit gayesiyle kaleme alınan bu makalede öncelikle mevlidin bidat olduğunu iddia edenler ve aksini söyleyenlerin görüş ve delilleri tahlil edilecek sonra tercihte bulunulacaktır.

MEVLİD
İslam’ın esasları “halidî” özelliğe sahiptir. Halidîlik, halefin selefle; iman, fikir ve amelde birlikteliğini sağlar. Bu yüzden insanlar peygamberlere ulaşma, peygamberler de birbirlerini tanıma iradesi içerisinde olmuşlardır. Nitekim Allah Teala Resul-i Ekrem’e hitaben: “Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi sana anlatıyoruz.”[2] buyurmaktadır. Nasıl Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün kalbi peygamber haberleriyle mesrur oluyorsa, Müslümanların gönül dünyası da O’nun siretini anlatan eserler ve O’nu anma çerçevesinde akdedilen ihtifallerle ferahnak olur.

Ulema mevlidle yaşanan ruhi değişimi kalıcı ve O’nun siretini sürekli okunur kılmak amacıyla mevlidle alakalı çok sayıda eser kaleme almıştır. Hafız İbn Nasıruddin ed-Dımeşkî bu eserlerin bir kısmını üç ciltten oluşan: “Camiu’l-Asâr fî Mevlidi’n-Nebiyyi’l-Muhtâr” adlı kitabında bir araya getirmiştir.[4]

Allah Resulü’nün Viladeti
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün hesap-kitap bilmeyen, okur-yazar olmayan, meşhur hadiseler dışında tarih tutmayan ümmî bir toplumda dünyaya gelmesi doğum tarihiyle alakalı farklı rivayetlerin oluşmasına neden olmuştur.
Cumhur, Efendimiz’in “fîl hadisesi”nin olduğu yılın rebiu’l-evvel ayının pazartesi günü dünyaya geldiği hususunda ittifak etmiştir. Fakat viladetin söz konusu ayın dokuz, on ya da on ikinci günlerinden hangisine tekabül ettiğinde ihtilaf vardır. İbn Dihye rebiu’l-evvelin dokuzuncu günü dünyaya geldiğini, tarihçilerin de bu noktada fikir birliği içerisinde oldukların belirtmektedir. Mahmud Paşa da matematiksel araştırmalarla doğum gününün hicri dokuz rebiu’l-evvel (yirmi nisan 571) tarihine muvafık olduğunu söylemektedir.[4] Doğum günün ihtilaflı olmasından dolayı bazı bölgelerde ihtifallerin başlangıç tarihleri senelere göre değişiklik arz etmiştir. Nitekim mevlidle alakalı ihtifali ilk olarak başlatan Erbil’in idarecisi Muzafferuddin de kutlamaları bir yıl rebiu’l-evvelin sekizinci, diğer yıl ise on ikinci günün gecesinde yapar, böylelikle iki rivayetle de amel etmiş olurdu[5].

Mevlidin İçeriği
Mevlid; Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün dünyayı teşrifi, çocukluğu, risaleti, mucizeleri, ahlakı, evsafı yanında O’na iktida edebilmek için gerekli olan meseleleri ihtiva eder.
Nitekim Abdullah b. Ravaha, Ka’b. Züheyr, Hassan b. Sabit gibi şair sahabiler de O’nun bu yönlerini anlatır, O’na tazimde bulunurlardı. İnşad edilen şiirler, dinleyiciler üzerinde azim tesirler uyandırır, sahabenin Allah Resulü’ne ittibaı güç kazanırdı.
Sonraki yüzyıllarda gelen müellif ve şairler de mevlid ihtifallerinde mevcut geleneği devam ettirdiler. O’nu anlatan ürünlerini O’na yaklaşma ve şefaatini kazanma vesilesi olarak gördüler. Maddi imkanı yerinde olanlar Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğum gününde insanlara ikramda bulundular. O’nunla sevinenler, hediyelerle insanları sevindirirler.

Mevlidin Bidat Olduğunu Söyleyenler
Çağdaş selefiliğin mevlidle ilgili kanaatinin oluşmasında önemli etkisi bulunan Ebû Hafs el-Fâkihânî, Abdulaziz b. Baz, Ebû Bekir el-Cezâirî gibi selefi yazarlar mevlidin bidat olduğunu iddia etmektedirler.
Çağdaş selefilik, bidat olarak gördüğü mevlide ilk olarak Fatimiler tarafından ihdas edilmesi, bayram olarak algılanması ve ihtifallerde İslami esaslara uyulmaması gibi nedenlerden dolayı karşı çıktığını söylemektedir.

İbn Teymiyye
Çağdaş selefiliğin en güçlü referanslarından olan İbn Teymiyye’nin mevlid ile alakalı tesbit ve görüşü muasır takipçilerine göre daha mutedildir. İbn Teymiyye, mevlidle alakalı şöyle demektedir: Bazı insanlar mevlidi ya Hz. İsa’nın doğumunu kutlama noktasında Hrıstiyanlara benzemek ya da Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne duydukları sevgi ve O’nu yüceltmek gayesiyle ihdas etmişlerdir. Yemin olsun ki mevlidi sevgi ve ictihatlarından dolayı yapanları Allah mükafatlandıracaktır.
Yukarıdaki ifadeleri söyleyen İbn Teymiyye, bidat olarak gördüğü mevlidi ihya edenleri ilahi ecir almalarına rağmen Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün emrine uyma noktasında gevşeklik göstermekle itham eder. Ona göre mevlidi ihya edenler Mushaf’ı süsleyip de okumayan ya da okuyup ona tabi olmayan kişilere benzemektedir.
İbn Teymiyye mevlidi ihya edenlerin bu ameliyelerinden dolayı sevap kazanmalarını Ahmed b. Hanbel (rahimehullah)’den naklettiği bir fetva ile delillendirir. Ahmed b. Hanbel’e bazı devlet adamlarının Mushaf’ı süslemek için bin dinar harcadıkları sorulduğunda, kendi mezhebinde Mushaf’ı süslemek mekruh olmasına rağmen devlet adamlarının uygulamasına karşı çıkılmamasını söyler. İbn Teymiyye, Ahmed b. Hanbel’in; Kur’an’ın tezyinine harcanmayan fonun gece sohbetlerini havi kitaplara ya da şiir ve felsefe eserlerine sarfedilmesini önlemek gayesiyle böyle bir fetva verdiğini ifade eder. [6]Görüldüğü gibi, İbn Teymiyye mevlidi çağdaş selefiler gibi bütünüyle gayri meşru ilan etmeyip garip gerekçelerle amel-i salih kapsamında değerlendirmiştir.
Mevlid Bidat İlişkisi
Bidat; öncesi olmayan, sonradan ortaya çıkan şey demektir. Buna göre Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabın yapmadığı, onlar tarafından bilinmeyen daha sonra Müslümanlar arasında ortaya çıkan ameliyeler bidat kapsamına girer.
Istılahta bidat, kendisinden uzak durulması gereken dalalet olarak tarif edilir. Tarifin bu şekilde yapılmasının arka planında şu hadisler vardır: “Kim bu bizim dinimizde onda olmayan bir şeyi ihdas ederse o batıldır.”[7] , “Her bidat delalettir.”[8]
Bidatla ilgili şeri hüküm tesbit edilirken kelimenin lügat anlamı esas alınırsa hayatın tabi akışı inkar edilmiş olur. Çünkü dünyada sürekli bir değişim yaşanmaktadır. Hayat sürekli yenilenmektedir. Bu ilahi bir kanundur. Saadet asrında da olaylar ve onlara bağlı olarak verilen hükümler değişmiştir. Bu dinin temel inanç esaslarına aykırı olmadığı gibi; bizzat dinin, müctehitlerden talebidir.
İslam “Dinde asıl olan mubahlıktır.” kaidesini vaz ederek değişim alanına giren konuları nasslara aykırı olmama şartıyla meşru addeder.
Tarih boyu hiçbir alim de bidati lügat anlamında kullanıp bu çerçevede hüküm vermemiştir. Nitekim Şatibî bidati şu şekilde tarif etmektedir: “Dinde uydurulan, şeriata benzeyen bir yoldur. Ona tabi olmakla şeri disiplinde amaçlanan şey kastedilir.” [9] Buna göre bir şeyin bidat olabilmesi için onu icad eden ya da icra edenin bidati dinin içinde bir unsur olarak görmesi gerekir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ondan sakındırmasının nedeni de bu tür bir algılamadan kaynaklanmaktadır. Bidatla ilgili yukarıda anlamı verilen hadiste geçen “men ahdese fî emrina haza…” ifadesinde ki “fî emrina haza” dan maksat da “din”dir[10].
Dinin sahibi Allah Teala’dır. Onda insanın artırma ya da eksiltme hakkı olamaz. Bidatı icad eden ise Allah’ın dinine onda olmayan unsurları dahil etmektedir. Bu yüzden bidat kesin bir dille reddedilmiştir.

Bidat Sünnet-i Hasene İlişkisi
Bidatın ıstılah tarifi esas alındığında insanın dini ya da dünyevi bir gaye ya da maslahata dönük ortaya attığı fakat dinin aslından ya da hükümlerinden biri olarak addetmediği fiil ve tasarrufların bidat olmadığı görülmektedir. Bu tür fiiller, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün ifade ettiği şekilde ya: “sünnetün hasenetün/güzel bir çığır” ya da “sünnetün seyyietün/kötü bir yol” olarak isimlendirilir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem) Müslim’in rivayet ettiği hadiste şöyle buyurmaktadır: “Kim İslam’da güzel bir çığır (sünneten haseneten) açar da, kendisinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye bu çığırla amel edenlerin ecri kadar sevap yazılır, hiç birinin ecrinden de bir şey eksilmez. Kim de İslam’da kötü bir yol açar (sünnetün seyyietün) kendinden sonra onunla amel edilirse, o kimseye açtığı bu yolla amel edenlerin günahı kadar yazılır, hiçbirinin günahından da bir şey eksilmez[11].
İnsana ait fiiller ve tasarrufların bidat kavramı dışında kalanları, ilahi emir ve yasaklarla çatışırsa haram ve mekruh gibi muhtelif başlıklar altında toplanırlar. Bu tür mevzuların sonradan ortaya çıkmalarıyla önceden var olmaları arasında bir fark yoktur.
Eğer mevlid şeri hükümlere ne karşı ne de muvafık bir konumda değilse bu durumda ihtiva ettiği hükümlerin sonuçlarına bakılır. İslam’ın riayet etmeyi gerekli kıldığı “zaruraâ-ı hamse” başlığı altında toplanan “din, hayat, akıl, nesil, mal” gibi hususlardan birinin gerçekleşmesini temin ediyorsa bu, “sünnetün hasenetün” bağlamında değerlendirilir. Bu da kendi içerisinde maslahatı gerçekleştirme sürecinde kendisine duyulan ihtiyaç nisbetinde mendub, vacip gibi isimler alır. Eğer bu beş husustan birini yıkmaya ya da zarar vermeye matuf olursa bu durumda “sünnetün seyyietun” başlığı altına girer. Kötülüğü de, zararı nisbetinde farklılık arz eder. Bazen mekruh bazen de haram olur. Eğer her tür zararlardan uzaksa mübah addedilir.
Buna göre bidati ikiye ayırıp birine “seyyie/kötü” diğerine ise “hasene/iyi” demek İslami kabullerle çelişir. Çünkü bidat peygamber dilinde “dalalettir.” Ayrıca bidat dinde artışı ya da ona yeni şeyler izafe etmeyi gerektirir. Bazı alimlerin “bidat-ı hasene” şeklindeki ifadeleri ise mecazi anlamdadır. Onlar gerçekte bununla “es-sünnetu’l-hasene” yi kastetmektedirler[12].
Müslümanların belli münasebetler çerçevesinde idrak ettikleri hicri yılbaşı, İsra-Miraç, Mekke’nin Fethi, Bedir Gazvesi, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidi gibi ihtifaller “sünnetün hasenetün” bağlamında değerlendirilir. Çünkü bunlar netice itibariyle maslahattırlar. Bu ihtifallerdeki anma ve anlama ameliyeleri ile müminlerin yürekleri yeniden var olur. Kur’an-ı Kerim okuma, ayetleri tefekkür, tezekkür gibi şarinin zamana bağlı olmaksızın emrettiği ameliyeler daha yoğun bir şekilde yapılır.
Mevlid ve ona benzeyen ihtifaller dinin özüne dahil birer unsur olarak algılanmadığından bidat kapsamına da girmezler. Çünkü adettirler. Adet dinin esasına dahil olmadığından terki durumunda bir şey gerekmez. Dinin esasını teşkil eden unsurlardan biri terk edildiğinde ise mükellefler günahkar olur.

Tarihi Arkaplan
Çağdaş selefilik, mevlidin tarihi arka planını reddedilmesinin nedenleri arasında zikreder. Onların iddiasına göre mevlid, Fatimi Devleti’ne dayanır. İlk mevlid ihtifali hicri 362 yılında Kahire’ye gelen el-Muizlidinillah tarafından ramazan ayında okutulan altı mevlidle icra edilmiştir. El-Muizlidillah söz konusu mevlidleri Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve mevcut halife için okutmuştur. İlerleyen yıllarda Fatimiler mevlidlerde çeşitli etkinlikler düzenler, mevlid sahibi için hutbeler irat ederlerdi.
Suyutî mevlidi ilk olarak ihdas edenin Fatimiler değil Erbil hükümdarı Muzaffer (Ebû Said) olduğunu söylemektedir. Suyutî mevlidlerde yanında büyük alim ve sufileri de bulunduran Muzaffer’le alakalı Ebu’l-Hattab İbn Dihye’nin “et-Tenvîr fî Mevlidi’l-Beşîri’n-Nezîr” adını koyduğu bir kitap telif ettiğini de zikreder[13].
Babasının vefatından sonra h. 563 yılında devlet başkanı olan Muzaffer’in mevlid ihtifali ile alakalı değerlendirmelerde bulunan İbn Hallikân yapılanları vasf etmenin güç olduğunu söyler. Çevre illerden toplanan fakih, sufî, vaiz ve karilerden oluşan geniş halk kitlesi muharrem ayından rebiu’l-evvelin ilk günlerine kadar Erbil’e akın ederlerdi. Her yıl tekrar eden bu uygulamanın sonunda insanlara hediyeler de verilirdi[14].

Deliller
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) tarihteki büyük dini hadiselerle yaşadığı zamanı irtibatlandırır, hadiselerin muayyen tarihleri geldiğinde de meseleyi canlı bir şekilde tezekkür ederdi. Medine’ye hicret ettiğinde Aşura günü Yahudilerin oruç tuttuklarını görünce sebebini sormuş; “Bu Allah Teala’nın Firavun’u boğup Musa’yı kurtardığı gündür. Allah’a şükür olarak oruç tutmaktayız.” cevabını alınca, “Biz Musa’ya sizden daha yakınız.” deyip kendi oruç tutmuş, ashabına da tutmalarını emretmiştir[15].
Bilindiği üzere, kulun Allah’a şükrü, secde, oruç, sadaka, Kur’an-ı Kerim okumak gibi çeşitli ibadetlerle olur.[16] Yahudiler Hz. Musa’nın kurtulması ve Firavun’un boğulması nimetini onlara ihsan eden Allah’a oruç tutarak fiili şükürde bulunmuşlardır. Müslümanlar da onlar için en büyük nimet olan Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün mevlidini çeşitli ibadetlerle Allah’a şükrederek ihya etmektedirler. Bazı alimler, mevlidin Hz. Musa ile ilgili hadiseye uygunluk arz etmesi için Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün viladetinin tesbit edilmesi ve şükrün özellikle o gün izhar edilmesi gerekir, demektedir. Fakat şükrün ifasını gerektiren ibadetler için bir gün söz konusu olmadığından mevlidi de gün ile sınırlamak doğru olmaz.
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) pazartesi günü tuttuğu orucun gerekçesini açıklarken: “Bugün dünya geldim.[17]” demiştir. Buna göre Mevlid-i Nebi’yi ilk ihya eden, o gün oruç tutarak Allah Teala’ya şükreden Resul-i Ekrem’dir.
Günümüzde Müslümanların mevlid ihtifalleri şekil açısından kısmi farklılıklar arz etse de Aşure ve pazartesi günleri Efendimiz’in tuttuğu oruçların gayesi ile tamamen örtüşmektedir. Zira hepsi ilahi rızayı celbetmek için îfa edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim Müslümanlara İslam’ın ulvi değerleriyle meşru ölçüler çerçevesinde sevinmeyi tavsiye etmektedir: “De ki: ‘Allah’ın lütuf ve rahmetiyle; yalnız bunlarla sevinsinler.[18]’” Allah Teala müminlere “rahmet”le sevinmelerini emretmektedir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), şu ayetin delalet ettiği gibi bizzat rahmettir: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” Nitekim İbn Abbas “rahmet” kelimesini Muhammed Mustafa olarak tefsir etmiştir.[19] Müminler Allah Resulü’nün varlığıyla her dem mesrur olur. Fakat doğduğu ay ve gün sürur daha yoğun bir şekilde yaşanır.
Mevlid İslam coğrafyasında uygulanan alimlerin güzel gördüğü, halkın benimsediği bir gelenektir. “Müslümanların güzel telakki ettiği Allah katında güzel, çirkin addettikleri ise çirkindir.[20]”
Her pazartesi Ebu Leheb’in azabı Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün doğum müjdesi kendinse verildiğinde cariyesi Süveybe’yi azad etmesinden dolayı hafifler. Muhammed b. Nasıruddin ed-Dimeşki şöyle demektedir:
[21]Kur’an’ın elleri kurusun diye zemmettiği ebedi cehennemlik o kafir;
Ahmed’in doğumuna sevindi diye pazartesi günleri daha az azab görür.
Ömür boyu Ahmed’le sevinen ve muvahhit olarak ölenin hali ise bir düşün nasıl olur.
Hadis’i şerife göre Süveybe’yi azad ettiğinden dolayı Ebû Leheb’in azabı hafifleyecekse viladetle sevinen Müslümanların sevap kazanmaları evleviyetle mümkündür.
Suyutî, “mevlid ihtifallerinin esasını teşkil eden, toplanıp Kur’an-ı Kerim okumak, Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’nün dünyaya gelmesi ve doğumu ile yeryüzünde meydana gelen harikuladeliklerle ilgili rivayetleri nakletmek ve sonrasında hazırlanan sofralarda ikram edilen yemekleri yiyip dağılmak, program sahibinin sevap kazanmasını sağlayan hayırlı ameliyeler cümlesindendir.” demektedir. Çünkü mevlidin gayesi Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’ne ta’zimde bulunmak ve doğumu sebebiyle oluşan mutluluğu açığa vurmaktır.[22]

Mevlidin Muayyen Zamanı
Mevlid her zaman ihya edilebilir. Her ne kadar muayyen bir zamanı olsa da Allah Resulü’nü anlamak için bir araya gelenler ya da ferdi olarak mevlidi ihya edenler mecur olacaktır. Çünkü mevlit bir ibadet olmadığından vakit dışında da akdedilebilir. Kişinin mecur olmasında esas, niyyettir. Bu durum düğün yemeğine davet edilen, fakat gününden önce tören yerine giden misafire benzer. Nasıl ki tören alanına erken giden konuk ev sahabi tarafından hüsnü kabul görüyorsa, ihtifal sahipleri de mevlidin sahibi tarafından makbul olur.

Sonuç
İslam eşyayı doğru okumayı emreder. Kabe’yi tavaf etmek, Safa-Merve’de sa’y etmek, şeytanı taşlamak belli mekanlarda akdedilen ve uzun bir tarihi geçmişi olan ibadetlerdir. Her biri bir anda defaatle yapılır. Tekrar, ibadetlerin gayelerini idrak etmeye katkıda bulunur. Kabe etrafında döndükçe ya da Safa Merve arasında sa’y ettikçe “hakikat” daha yakından tanınır ve mesaj daha net kavranır. Çünkü insan bir şeyi tanıyabildiği ölçüde tasavvur eder. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) de mevlid ile daha yakından tanınacaktır. Fakat bu günde yapılanları Kur’an-ı Kerim, naat, şemail, şiir okumak, oruç tutmak, sadaka vermek gibi hayrî hizmetlerle sınırlı tutmak gerekir.
Mevlid çerçevesinde yapılan gayri İslamî etkinlikleri gerekçe gösterip mevlidi inkar etmek ise, yılın diğer günlerinde işlenen haram ya da mekruhlardan dolayı yıl boyu yapılan amel-i salihlere sınırlama getirmek gibidir. Bu yüzden mücerred olarak mevlidin meşru olup olmadığını tartışmak akla ziyan bir ameliyedir.

Dipnotlar:

[1] Komisyon, Resâil fî Hükmi’l-İhtifâl bi’l-Mevlid, (İki cild halinde tab’ edilen eserde 7 risale vardır.) Riyad, 1997.
[2] Hud(11): 120.
[3] Muhammed Zahid Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî, Kahire, ty., s. 365.
[4] Kevserî, a.g.e., s. 363-69.
[5] Kevserî, a.g.e., s. 364.
[6] Ahmed İbn Teymiyye, İktidau’s-Sıratı’l-Mustakîm, Riyad, 2003, s. 404-407.
[7] Müslim, Akdiye, 8.
[8] Müslim, Cumua, 13.
[9] Ebû İshak İbrahim eş-Şâtıbî, el-İ’tisam, Beyrut, 1997, I, 24.
[10] Benzeri değerlendirmeler için bkz. Said Ramazan el-Butî, “Leyse Küllü cedidin Bida”, s. 150.
[11] Müslim, Zekât, 20; İlim, 6; Ahmed, Müsned, V, 357.
[12] Müslim, Zekât, 20; İlim, 6; Ahmed, Müsned, V, 357.
[13] el-Mutîî, a.g.e., s. 47-48.
[14] el-Mutîî, a.g.e., s. 49-52.
[15] Buharî, Savm, 69; Müslim, Sıyam, 19.
[16] el-Mutîî, a.g.e., s. 48.
[17] Müslim, Sıyam, 1162.
[18] Yunus(10): 58.
[19] Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, III, 308.
[20] İbn Mesud’a ait mevkuf hadis için bkz. Hakîm, Müstedrek, III, 78, h. NO: 4465.
[21] Muhammed b. Alevî, Menhecü’s-Selef fî Fehmi’n-Nusus beyne’n-Nadar-i ve’t-Tatbîk, y.y., 1419, s. 390.
[22] Muhammed Bahît el-Mutîî, Ahsanu’l-Kelam, Kahire, 1939, 48.

Bu yazının orjinali, İnkişaf Dergisi SAYI 10 'içerisindedir.

http://inkisaf.net/sayi-10/cagdas-selef ... dogum.aspx


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: ÇAĞDAŞ SELEFİLİK VE KUTLU DOĞUM
MesajGönderilme zamanı: 26.04.10, 10:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.04.09, 13:19
Mesajlar: 55
Mevlid Kandili ve Neo-Selefî Tarza Dair

Ömer Faruk Tokat


Sayın Useymîn hocam der ki: "[Bu zendaka/zenâdika taifesi] (burası bana ait) Hz. Peygamberin doğum gününü kutlamakla kalmıyor aynı zamanda bu merasimlerde Peygamber sevgisinde aşırıya kaçarak onun Allah'tan daha büyük olduğuna vurgu yapan ilahî ve kasîdeler okuyorlar"… hayli ilginç… böyle birşey var mı gerçekten…. Dünyanın bir köşesindeki çok uç ve marjinal bir takım mistik yapılanmalar kast olunuyorsa var ama, mesela Türkiye'de böyle bir şey olduğunu kim söyleyebilir? Ve böylesine uç bir gerekçeden yola çıkarak çok genel bir kanaat izhar etmek…

Hocam, aynı zamanda leyle-i velâdetin vakti konusunda ihtilaf olduğunu belirtiyor. Yani biz aynı zamanda anakronist bir bidatçi oluyoruz.

Muhammed b. Sâlih el-'Useymîn'in hemşerisi ve Günümüz selefî tasavvufunun öncülerinden olduğunu düşündüğüm Seyyid Muhammed b. Alevî el-Mâlikî bu konuda der ki: "Burada bizi esas itibariyle ilgilendiren şey, bu gecenin tesbitinden daha öte, insanların bir şekilde bir vesileyle toplanmış olmalarıdır. O halde bu fırsat değerlendirilip hayra kanalize edilmelidir. Vakit konusunda isabet etsinler ya da yanılsınlar farketmez neticede bu gece insanlar mescidlerde toplanmıştır. Allah Teâlâ'nın rahmetine ve lütfuna kavuşmak için yalnızca, Allah Teâlâ'yı zikretmek ve Rasûlullah muhabbetine ulaşmak amacıyla toplanmış olmaları bile tek başına yeterlidir." (bkz. Seyyid Muhammed b. Alevî el-Mâlikî, Mefâhîm yecibu en tusahhah, s. 314, Dabî 1995).

Keşfu'z-Zunûn sahibi merhum Hacı Halîfe Kâtip Çelebi (rh. a.), Mîzânu'l-Hakk adlı eserinde bu konuyu enine boyuna değerlendirmekte ve bu tür meselelerde ceffelkalem bidat mühürdarlığı yapanları müthiş tî-ye almaktadır ancak müellif "Osmanlı olduğundan dolayı zaten ehl-i bidatin merkezi olmuş ve başta tasavvuf olmak üzere çeşitli bidatleri devlet eliyle yaygınlaştırmış olan bir medeniyetin müdafii(!)" olması hasebiyle burada zikretmedim.

Hadis ve sîret kitaplarında zikredilen bir hadise vardır… Ebu Leheb'in, cariyesi Suveybe'yi azad etmesi meselesi… Evet Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) doğduğu gece olmuştu bu… O'nun doğumuna sevinen Ebû Leheb o denli coşmuştu ki sevincinden cariyesini azad etmişti… Ebû Leheb ölür… aradan bir süre geçtikten sonra Abbas b. Abdulmuttalip (r.a.), Ebu Leheb'i rüyasında görür ve durumunu sorar. Ebu Leheb der ki: " Azad ettiğim Suveybe sebebi ile her pazartesi günü azabımın hafiflemesinin dışında sizden sonra hiçbir hayır görmedim." (bkz., Buhârî, Kitâbu'n-Nikâh, Hadis no: 5101; Abdu'r-Razzâk, el-Musannef, VII. 478; Bu hadisi ayrıca İbn Hacer, İbn Kesîr, Beyhakî, İbn Hişâm, Beğavî, 'Âmirî de rivayet etmiştir).

Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) doğumuna sevinmesi sebebiyle, küfrü mukarrer olan Ebû Leheb'in bile azabı hafiflerken, peygamberimizin dünyaya teşrif etmesine sevinmek anlamındaki leyle-i velâdet kutlamaları konusunda müminlerin durumu izahten varestedir sanırım.

Bu tür durumlar söz konusu olduğunda neden ilk müracaat ettiğimiz yerler genelde neo-selefi çevreler oluyor doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum… Yani bu tür konulardaki yegane kriterin Albâni (rh. a.), b. Bâz, Selmân Avde, Kattân veya Useymin olması şart mı….

Bir defasında, üniversite kantininde muhtemelen "anda smoza"lı kahvaltı yaparken bir "Neo-selefî" arkadaşla tartıştıktan sonra Kuwait Hosteldeki odama çekilmiş ve şöyle bir şeyler karalamışım ajandama:
"Hep İbn-i Teymiye Merhumun ortodoks yorumlarıyla değil, bir Ebu Hanife enginliğiyle algılayacağız yaşamı, hatta bazen Ömer Hayyamvari... İmgeleyerek... Zoomlayarak…
Abdullah Ibn'i Mes'ud'un aşk mektuplarından girip, İbn’i Hazm'ın 'Tavk'l-Hamame’ (Güvercin Gerdanlığı)sinden çıkmak bazen de olsa... Cennetteki yasak meyveden yiyen Âdem'in (a.s.) çocukları olduğumuzu unutmadan…. "Siz günah işlemezseniz sizin yerinize günah işleyip tevbe edecek bir topluluk yaratırım" mealindeki kutsi anlamı gözardı etmeden….


Varsın dağınık kalsın… Varsın uyum olmasın… konu dışı olsun… anormal olsun… Varsın diyalektik olarak tutarsız olsun…
Senin gibi sisterler çanına ot tıkasın genel kabızlığın...
"İstifhamsız adamlar" diyor Atilla İlhan. Şu kadar yıllık hayatları tasdiklerden ve satır başlarından ibaret olanlar. Ünlemsiz hayatlar ve kıpırtısız... ve heyecansız... ve tapınmasız... ve göklerden uzak....
Gökhan Özcan da buna benzer şeyler söylüyor: Sınırları göreceli ve rölatif olan ve fetişleştirdikleri "normallik" adına bütün üreticiliklerini ve işlevselliklerini toprağın altına gömenler... Coşturan kutsal ve mistik çılgınlıkların yerine, muteber addedilen sıradanlıkları yeğleyenler... Sonsuz bir coşkudan gelen hayatı sonsuz bir hiçliğe gidecekmiş gibi öğütenler... Gökyüzünün maviliğine bile baygın bakanlar... 'Legal'liğe, 'yasal'lığa, 'normal'liğe handiyse tapanlar...
Ve kainattaki ilahi müziği atlayarak müziğin haram olduğunu söyleyenler…

Aslında bir nevi ajitasyon mu yapıyorum? Doğrusu bundan pek emin değilim.

İnsanların amel-i Salih işlemek için bir şeye tevessül etmeleri konusunda bu kadar kesin hükümler koymak sizi bilmem ama bana hayli itici ve gerçek dışı geliyor… Allah'ın dinini daha geniş kitlelere ulaştırmak ve ona teşvik etmek için bütün meşru araçları kullanma azminde olması gereken bir davetçinin, geniş halk kesimlerinin coşkun katılımıyla eda edilen ve kanaatimce iyi değerlendirildiği taktirde büyük hayırlara ve infitahlara sebep olan bu tür toplanmaların ve kutlamaların önemini kücümsemesi sizce de tuhaf değil mi….

Dün yani mevlit gecesi, Abdullah Zerrar'la birlikte bir caminin önünden geçiyorduk…. Tanık olduğumuz manzara gerçekten çok etkileyiciydi… hatta baştan çıkarıcı olduğunu bile söyleyebilirim… İbadetlerini eda etmiş olmanın getirdiği dinginlik yüzlerine yansımış olan müminler camiden çıkarken her birinin eline bir gül, evet bir gül tutuşturuluyordu…. Biz de büyük bir coşkunlukla aldık gülümüzü… Bir "bidat" işlemenin kıpkızıl tadına vardık.. o sırada üstümüzde duran yıldızlar da buna tanıklık etti.

Bu mantalite, bu bakış, böyle bir Allah ve İslam yorumu Halife Ömer'in (r.a.) uygulamalarını da şirk ve bidat saymazsa kendi kendisiyle çelişik bir durum arzedecektir.

Hoş benim ki de laf mı yani… Tutarlılık kimin umurunda…. Önemli olan duygular… hisler… hamasettir önemli olan…. Yaşasın sübjektivite (!) …

Bizim Türkiye'de dini dekonsakre ederek gudubet bir din resmi çizmeye koşullanmış "büyük" ilahiyatçılarımızın ve "Neo-selefiliğin" onulmaz katılıktaki ucunda seyreden zevatın görüşleri bana Arjantin'in ünlü kitap kurdu Borges'in (Toprağı bol olsun) şu manifestosunu hatırlatır ve her hatırladığımda bana tebessüm ettirir. Şöyle der Borges: "İLAHİYATCILARA RAGMEN İNANIYORUM". Ağzına sağlık sayın Borges….

İslam dünyasında bir ekol var…. Bir anlayış… Bu anlayışı daha derinden yaşayan bazı kesimler, İlahî alana müdahale olarak algıladığı için, düşünmeyi bile şirk kabul eder.…
Tekfir etmekle, müşriklik ya da bidatçilikle nitelemekten adeta zevk alan koşullanmış tuhaf bir anlayış bu…
"İslam'ın engizisyonu" kelimeleriyle başlayan bir cümlenin ucundan tutacaktım ama çok iddialı olacak galiba… vazgeçiyorum öyle söylemekten…

Geçtiğimiz günlerde, yurtdışında üniversitede beraber okuduğumuz bir Arap arkadaş burada İstanbul'daydı… Sağ olsun giderken bir cd hediye etti… cdyi actığımda üzüldüm… güldüm de aynı zamanda.. yani renkten renge girdim…yanar döner gibi oldum… Cdnin içinde çok önemli konular (!) ele alınmaktaydı… Müslümanların evleviyetle ve ivedilikle üstüne gitmesi gereken problemler işlenmekteydi (!)… Sözgelimi Yusuf el-Kardavî'den niçin uzak durulması gerektiği üzerine sayfalarca yazı yazılmış… Bir kaç sebep zikrediliyor ama ben sizinle burada en ironik olanını paylaşacağım: Deniliyor ki; "ehl-i bidatten olduğu tartışmasız olan Eş'arî ve Mâturîdîlere hoşgörülü davranıyor"… Kardâvî'nin suçunu gördük dimi…

Enerjimizi nerelerde tüketiyoruz ? Çok nefis değil mi arkadaşlar…

Evet bir grup Türkiye'li öğrenci olarak biz de etkilenmiştik o zaman aynı bakış açısından. Eteklerinde konuşlandığımız Himalayaların derinliğine inat, olabildiğince sathi bir düzlemde algılanıyordu her şey. Pakia Birelvîleri'nin çok az bir kesimi tarafından yapılan kimi uygulamaları Birelvîlerin hepsine teşmil ederek, aşırı kanatların eleştiri konusu olması gereken onca yanlışları varken Sünnî Brelvileri de işin içine katan bir genellemeyle süpürür götürürdük. Ne de keyifli olurdu ama dimi… Ümit Aktaş'ın deyimiyle "süpürgeci mantık"tı doğrusu bizimki…

Bu iddiaları ciddiye almayan, gülüp geçen kimilerimiz de hayret ve dehşetle izlenirdi… ipsiz sapsız bir günahkarlar güruhu olarak görülürdü… Kendimizi bir an için kocaman "bir günah yutmuş" gibi hissederdik bir an… enteresan bişeydi bu… Aka kara demesi için psikolojik tacize uğrayan bir çaresiz gibi olurduk bir an…

"Vellezzîne âmenû eşeddu hubben lillâhi" ayeti bizim yüzeysel anlayışımız üzerindeki puslu ve palyatif perdeleri biçip geçerken hala birileri İslâm'da aşk olur mu kardeşim… Bu tür şeyler bidatçi sûfîlerin uydurmalarıdır… diye söylenip dururdu bir zamanlar nedense bunu da hatırladım birden… "Hubb-i eşedd" aşk değilse, bir şirk ve bidat sendromu mudur?

Ve International Islamıc University'nin kütüphanesinde her sayfası ağzı alınmayacak küfürler de dahil olmak üzere sövgü ve hakaretlerle doldurulmuş, kenarları çiziktirilmemiş sayfası kalmamış olan Muhyiddîn b. Arabî tefsiri geldi gözümün önüne…. "Gerçek İslamcıların", "Kuran- Sünnet İslamcılığının" ne kadar ahlaklı olduğunu düşündüm…..

Pakistan Alevîliğinin nerdeyse sembol kutlamalarından olan "Bara İmam" kutlamalarını da tasavvufa yamamıştık ya hani… Hem de yıllar boyu böyle inanmış ve üniversiteye yeni gelen her arkadaşa ve misafire de işin vebalini düşünmeden böyle aktarmıştık…. Halbuki bu, -kudemâdan olan abilerimizin de literatüründe var mıydı bilmiyorum ama - bizim nerdeyse başat şakalarımızdan biri haline gelmiş olan, yeni gelen arkadaşları ya da misafirleri kerhaneye/karhaneye götürme esprisinden daha vahim bir durumdu.

http://www.cemaat.com/mevlid-kandili-ve ... tarza-dair


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: ÇAĞDAŞ SELEFİLİK VE KUTLU DOĞUM
MesajGönderilme zamanı: 26.04.10, 10:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Alıntı:
International Islamıc University'nin kütüphanesinde her sayfası ağzı alınmayacak küfürler de dahil olmak üzere sövgü ve hakaretlerle doldurulmuş, kenarları çiziktirilmemiş sayfası kalmamış olan Muhyiddîn b. Arabî tefsiri geldi gözümün önüne….


Hiç şaşırmadım bu habere...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye