RASULULLAH DÖNEMİNDE MEDİNE ve YAHUDİLER
- Rasulullah döneminde müslümanların yahudilerle olan ilişkileri -
Berat BEŞİR A- YAHUDİLERİN KISA TARİHÇESİ
“Tamamen akrabalık bağları ve temeli üzerine oturması itibariyle Yahudi zümresi, bugün yeryüzünde mevcut milletler arasında en eskilerden birini teşkil eder.”(1) “Yahudilerin atası, İsrael lakabıyla anılan Yakub Peygamber’dir ve kendisi İbrahim Peygamber’in torunudur.”(2) “İbrahim Peygamber’in kabri olarak Filistin’deki Halil şehrinde mevcut bir kabir gösterilmektedir.”(3)
Kur’an-ı Kerim’in 12. Suresinde anlatıldığı üzere; Hz. Yakub’un oğulları arasında çıkan bir kıskançlık, ailenin Mısır’a göç etmesinde rol oynamıştır.(4) Bir zamanlar Yusuf (a.s.)’ın da içinde yaşadığı Mısır’da kısa zaman sonra Suriye asıllı Hiksos Hanedanının yerini Mısır’lı Firavunlar Hanedanı almıştır. Bu değişikliğin tabi bir sonucu olarak dünün gözdeleri ertesi günün mağdurları ve zulüm görenleri haline gelmişlerdir. M.Ö. 1260 yılında Mısır Hükümdarı II. Ramses zamanında Yahudiler Mısır’dan çıkarılmışlardır.(5) Kur’an-ı Kerim’de belirtildiğine göre (20/77-78) I. Siti’nin oğlu olan Ramses İsrail Oğulları için pek şiddetli davranmıştır(...) İsrail Oğulları Hz. Musa ve Hz. Harun’un idaresi altında kitle halinde Mısır’ı terketme kararı aldılar(...) Kur’an-ı Kerim’in ifadesine göre(5/23-29) Musa Peygamber halkı ile birlikte yerleşmek üzere Filistin yolunu tuttu ise de Yahudiler, bu ülkede oturmakta olan Araplardan korkup başkan mevkiindeki Musa Peygamber’i dinlemeyi reddettiler.(6) “Bu reddedişin bir ilk cezası olarak 40 yıl boyunca çölde kalmaya mecbur oldular. Bu zaman zarfında Hz. Harun ve Hz. Musa vefat ettiler. Tevrat’ta zikri geçen kıssa (Samuel, 15/1-3) Kura’an-ı Kerim’de yer almamıştır. Tevrat’ta belirtildiği gibi şayet bu İsrail Oğulları, Filistin’de yaşayan Amalika’lı Arapları kadın-erkek, çocuk-bebek, öküz-keçi, deve-eşek hiç birbirinden ayırmaksızın kılıçtan geçirip, dışardan gelen bu yabancılar istilasına karşı sırf vatanlarını savundukları için onları yok etmişlerse; zulme uğramış bu mağdur insanların bir gün gelip, bu yolda kurban edilen uluslarının intikamını almak isteyecekleri muhakkaktır.”(7)
Yahudiler, Sion’dan defalarca çıkarılıp atılmalarından sonra küçük veya büyük insan bölükleri halinde yeryüzünün muhtelif bölgelerine dağılıp gitmişlerdir; gittikleri yerler arasında Arabistan da vardır.(8)
B- ARAP YARIMADASI YAHUDİLERİ
İslamdan Önce
“İslamın ortaya çıktığı senelerde Arap Yarımadası’nın dört bir köşesinde Yahudileri görüyoruz. Bunlar, ferdi olduğu kadar küçük camialar halinde ve mütesanid, sağlam insan toplulukları halinde Akaba Körfezi’ndeki Eyle limanından Yemen ve Uman’ın en ücra köşelerine kadar, Medine’den Bahreyn’e kadar uzanan bölgeler üzerine yayılmış vaziyetteydiler.
Mekke’de ise hemen hemen hiç Yahudi yoktu denebilir; fakat bu bölgede her yıl toplanan fuarlarda, Yahudileri, istikbali okuyan kahinler olarak pek bol paralar kazanan insanlar olarak görmekteyiz. Bunlar “Ehli Kitap” bir ulus olarak, okuma-yazmadan nasibini alamamış ve gönlü saf Bedeviler üzerinde özel bir nüfuz ve itibar kazanmış durumdaydılar.(9)
“Miladi 6. asrın başlarında Yahudi ve Hıristiyanlar, büyük bir şahsiyetin son peygamber olarak zuhur etmesini ve insanlığın eksik taraflarını tamamlamasını beklemekteydiler.”(10) Ancak Yahudiler, bu peygamberin kendi içlerinden çıkacağını bekliyorlardı ve bu peygamberle diğer kavimlere karşı güç kazanacaklardı.
İslamın Başlangıcında
Nübüvvetin ilk yıllarında nazil olan Kur’an-ı Kerim ayetlerinde “Ey İsrailoğulları!” şeklinde başlayan bir hitabın bulunmayışı Mekke’de yerleşik bir Yahudi topluluğun bulunmadığını gösterir.(11)Fakat Mekke döneminde inen ayetlerin bir çoğunda dolaylı yoldan; ima ve telmihlerle Yahudilerle alakalı birçok konudan bahsedilmiştir. Firavun’un başından geçenler(12) ve Sina Dağı’nın zikredilişi(13) bu ayetlere örnek olarak gösterilebilir.
Ticaret ve diğer maksatlarla Yemen, Medine gibi şehirlere giden Mekke’liler muhtemelen kendileri arasında Allah’ın elçisi oluğunu iddia eden bir kimsenin bulunduğunu haber vermişlerdir.(14) Ancak Yahudilerin düşüncesine göre; Musa Peygamber’in dini öğretimi iyi vaziyette saklanmış denebilirken; Tevrat’ın Pentatök’ü yani ilk beş kitabı göz önündeyken ve Yahudilerin kendileri de ortadayken yeni bir peygambere ve yeni bir kitaba ne lüzum vardı? Bütün dünya Yahudiliğe sokulamaz mıydı? Arabistan Yahudileri, kendi dinlerini İsrail Oğullarının tekelinde saymıyorlar; aksine, bizim meşgul olduğumuz devirde Araplar arasından dahi bir takım kimseleri kendi dinlerine döndürme çarelerine başvuruyorlardı.(15)
C- MEDİNE DÖNEMİ
Medine’nin Sosyal Yapısı : “Resulullah bu şehre hicret edip sığındığında hemen hemen
şehrin yarı nüfusu Yahudi idi. Yahudilerin nasıl ve ne zaman buraya yerleştiklerine dair açık ve kesin bir bilgi yoktur. İslamın az öncesinde bu Yahudiler artık Araplaşmış durumdaydılar. Arapçayı kendi dilleri olarak kullanıyorlardı. Çocuklarına Arap adı veriyorlardı. Hatta kabileleri bile Arapça isimler taşıyordu.”(16)
Medine’nin Siyasi Yapısı : Komşuları putperest-müşrik Araplar gibi kabile, muhalif bölük ve ufak zümreler halinde yaşıyorlardı. Bazı Yahudi kabileleri Arap kabilelerinden bazıları ile ittifak anlaşması yapmış olarak diğer Arap kabileleri ile çatışma haline girebiliyorlar ve saldırılan Araplar da diğer Yahudilerle anlaşmalar akdediyorlardı.(17)
Yahudi Kabileleri: Tarihçilerin eserlerinde üç ayrı kabile olarak toplanmışlardı: Benu Kaynukaa, Benu-n Nadir ve Benu Kurayza. Bu üçe ayırmada büyüklük ve kudret dikkate alınmıştır.(18)
Benu Kaynukaa : Kaynukaa, kuyumcu anlamına gelir. İslamın ortaya çıktığı dönemde kuyumculuk ve umumi ticaret işleriyle uğraşıyorlardı.(19)
Benu-n Nadir : Nadir, yeşil ve çiçekli bir bitki anlamına geliyordu. “Bu kabile, büyük hurma bahçeliklerinin sahibi olarak bilinir.”(20)Benu Kurayza : Arabistan’da deri tabaklayanların kullandıkları bir nevi “akasya ağacı” manasına gelir.(21)“Akıllı ve çalışkan tutumları sayesinde Medine Yahudileri kısa zaman içinde bütün şehir iktisadiyatını elleri altına almış bulunuyorlardı. Bütün dünyada küçük küçük halk toplulukları halinde yaşayan bu ulusun kendi aralarında yardımlaşma ve irtibat halinde oluşları, onların uluslar arası ticarette başarı göstermelerine yardımcı olmuştur. Önce kendileri servet sahibi olmuşlar, sonra ödünç para vermeye ve faizciliğe başlamışlar ve bu yolla yavaş yavaş diğer insanların mülk ve arazilerini ele geçirmeye başlamışlardır.”(22)Bu gün de bu sömürgeci ve yayılmacı tutumlarını devam ettirmektedirler.
Arap Kabileleri : “Hepsine birden Benu Kayle adı verilen Medineli Araplar, iki bölük halinde yaşıyorlardı. 1- Evs’ler ve 2- Hazrec’ler; her ikisi de iki kardeşin soyundan gelmekteydiler.”(23)
3- Medine’nin Müdafaası : “Resulullah (s.a.v.), Medine’ye geldiğinde Kureyş’in kendisini orada barış içinde yaşamaya bırakmayacağını; kendisiyle birlikte destek sağlayanları da yok etmek için her şeyi yapacaklarını biliyordu. Bu sebeple Medine’nin müdafaa sistemini sağlamlaştırmak için çok kuvvetli tedbirler alınması gerekiyordu. İslam dinine sarılmış olan herkes şehirde kendilerini ancak böyle tamamen emniyet ve güvenlik içinde hissedebilirlerdi. Bu görüşe en büyük öncelik tanınmıştı ve uzunca bir süre bu görüş, Resulullah (s.a.v.)’ın müdafaa politikasının mirengi noktasını teşkil etti. Resulullah (s.a.v.)’ın bu endişesi, yalın bir realiteye dayanıyordu ve doğruluğu da ispatlandı.
Kureyş; baskın, yağmalama, tecavüz ve tehdit seferlerini düzenlemeye başladığında, Resulullah (s.a.v.) ve ashabı henüz Medine’ye iyice yerleşmiş bile değillerdi. Aynı zamanda Resulullah (s.a.v.)’ı şehirlerinden kovmak arzusunda olan Yahudilerin ve Medine münafıklarının entrikalarıyla karşı karşıyaydılar. Hatta Ebu Cehil, münafıkların başı Abdullah b. Ubey’e mektup yazarak Resulullah (s.a.v.)’ı öldürmesi veya şehirden sürmesini, yoksa Muhammed’le beraber hepsini yok edeceğini bildirdi. İçteki ve dıştaki düşmanlığa karşı Medine’nin müdafaası ve güvenliği için acil tedbirler almak gerekiyordu. Bu nedenle, Resulullah (s.a.v.), Medine’nin içerdeki asilerden ve dış hücumlardan müdafaası için bir plan hazırladı.”(24)
Müslüman Kardeşliği : Muhacirler, bütün mal ve mülklerini Mekke’de bıraktıkları için açlık ve fakirlik hayatı yaşıyorlardı. Bu nedenle; Resulullah (s.a.v.), ensar ve muhacirler arasında, din kardeşliğine dayanan bir kardeşlik anlaşması teşkil etti.(25)
Yahudilerle Anlaşma
Anlaşma Gerekçesi : “Medine’de kalabalık bir Yahudi nüfusu vardı ve şehrin etrafında dağınık, fakat muhafazalı kalelerde yaşarlardı. Askeri noktadan şehrin müdafaası için onlarla bir çeşit antlaşma müzakerelerine girişilmesi hayati bir konuydu. Bunun idrakinde olan Resulullah (s.a.v.) Yahudilerle, tarihte en büyük politik belgelerden biri olarak kabul edilen bir ahit yaptı. Bu ahit aynı zamanda insan hürriyeti doktrinine en asil ve en nitelikli bir katkı olarak kabul edilebilir. Bu, gerçekten Yahudiler ve diğer Medine vatandaşları için bir Hürriyet Beyannamesi’ydi.”(26)
Anlaşma Maddeleri
Her kabile ve grup kan diyetlerini kendi aralarında, geleneğe göre ortaklaşa ödeyecekleri gibi, esirlerin kurtarılması için ödenen diyetleri de müminler arasında bilinen adil esaslar dairesinde ödeyeceklerdir.
Sulh, müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak bir sulh antlaşması akdedemez. Bu sulh, ancak müminler arasında umumiyet ve adalet esasları üzerine yapılacaktır.
Medine toprakları dışında bir harp vuku bulursa, hiçbir Medineli herhangi bir tarafın lehine çarpışmaya iştirak etmeye zorlanamaz.
Yahudiler, Müslümanlarla birlikte, beraberce harbettikleri müddetçe masrafta bulunacaklardır.
Her kabile veya topluluk kendi dininde serbesttir. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek mevlaları ve gerekse bizzat kendileri dahildirler.
Her iki taraf arasında, Medine’ye hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır. Şayet Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh akdine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din mevzuunda girişilen harp vakaları müstesnadır. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.
Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine Vadisi dahili mukaddes bir yerdir.
Bu belge sahipleri arasında herhangi bir olay veya anlaşmazlık çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından korkulursa; bu anlaşmazlık veya olay hemen şanı Yüce Allah’a ve Allah’ın Resulüne arz ve havale edilecektir.”(27) 3. Anlaşmanın Değerlendirilmesi : Anlaşmanın son iki maddesi çok önemliydi, çünkü bu maddelerle Muhammed (s.a.v.) tartışmasız Medine Devletinin başı ve halkın lideri kabul ediliyor ve Medine mukaddes ve haram bir yer ilan ediliyordu. Bu ahit, politik ve psikolojik olarak Medine’nin müdafaasının güçlenmesine çok faydalı oldu. Bütün Medine ahalisinin hakları eşitlendi. Kazançları ve kayıpları, zaferleri ve yenilgileri ortak hale geldi. Medine’nin müdafaasında hepsi birleşik bir halk oldu. Komşu kabileler, bu üç iştirakli anlaşmanın önemini iyice anlamışlardı ve hiçbir grup asla tek başına Medine’ye saldırmayı düşünmedi. Bununla beraber, Resulullah (s.a.v.), bu anlaşmanın sağlamlığına asla tam olarak güvenmedi ve daima kendi güç ve kudretinin üzerinde dikildi. Kureyş’ten artan saldırı tehlikesi ve Yahudilerin ahitlerine olan güvensizlik sebebiyle daima dikkatli ve gelebilecek saldırılara karşı hazır bulundu.(28)
D- YAHUDİLERE KARŞI İZLENEN POLİTİKA
1- Medine’ye Varınca : Resulullah (s.a.v.) Yahudilere karşı önceleri hahamları ve ileri gelenleriyle iyi niyetle görüşmeler yaparak ilişkileri geliştirmeye başladı. Onlara karşı iyilik, muhabbet ve alicenaplıkla muamele etti. Başkan ve asillerini ziyaret edip dostluklar kurdu. Resulullah (s.a.v.)’ın bu jestleri Yahudilerle iyi ve dostça münasebetler kurulmasını sağladı.
“Fakat, gittikçe daha çok insanın İslam’a girmesi ve Muhammed (s.a.v.)’ın pozisyonunun dini bir lider olarak gittikçe kuvvetlenmesi nedeniyle işler başka türlü gitmeye başladı. Yahudiler onun artan güç ve kudretinden korkmaya başladılar ve İslam’ı kendilerinin bölgedeki üstünlüklerine potansiyel bir tehlike olarak gördüler.”(29) “Hicret’in ikinci yılının ortalarında Müslümanların kıblesi Kudüs’ten Mekke’ye çevrilince, Yahudiler Resulullah (s.a.v.)’a ve dinine açıkça saldırmaya başladılar. Bundan sonra artık, düşmanca faaliyetleri, müslümanların düşmanlarıyla birlikte entrikalar çevirme şekline dönüştü ve Arap kabilelerini Medine’ye saldırıp yok etmeleri için kışkırtmaya başladılar.”(30)
“Yahudiler, müslümanlarla bir savunma-işbirliği anlaşması yapmış olmalarına rağmen, bu sırada da onlara karşı her türlü düşmanca faaliyete giriştiler.(...) Bu anlaşmanın hiçbir maddesine riayet etmediler, fakat onun bütün nimetlerinden faydalandılar.”(31)
2- Genel Politika : “Daha önce işaret edildiği gibi, Resulullah (s.a.v.)’ın Yahudilere karşı izlediği genel politika uzlaşma, dostluk ve işbirliği temeline dayanıyordu(...) Fakat Resulullah (s.a.v.), Yahudilerin yıkıcı faaliyetleri nedeniyle bunun imkansız hale geldiğini görünce, Yahudilere karşı politikasının temel esaslarını değiştirmek mecburiyetinde kaldı.”(32)
3- Benu Kaynukaa’ya Karşı İzlenen Politika : “Bu kabile Medine çevresinde otururdu ve özellikle savaş zamanında çok tehlikeli olurlardı. Müslümanlarla yaptıkları muahedeye göre dışarıdan saldırı olduğunda kanunen ve ahlaken Müslümanlara yardım etmeye ve Resulullah (s.a.v.)’ın düşmanlarıyla savaş yapmaya mecburdular. Fakat Bedir Savaşı’nda Müslümanlara yardım edeceklerine muahedeyi tercih ettiler; Medine münafıklarıyla ve Kureyş’le Müslümanlara karşı entrikalar çevirdiler.(...) Resulullah (s.a.v.)’ın onları muhasarasından sonra Resulullah (s.a.v.)’ın vereceği hükme kayıtsız şartsız teslim oldular. Bu kabile Medine’den sürüldü. Kalelerinde bulunan birçok silah ve savaş aracı ganimet alındı.”(33)
4- Benu-n Nadir’e Karşı İzlenen Politika : “Benu-n Nadir de Resulullah (s.a.v.)’la Medine Anlaşmasını imzalamıştı.(...) Fakat Müslümanlara karşı düşmanca faaliyetler başlattılar ve münafıklarla birlikte entrikalar çevirip, Kureyş’le işbirliği yaptılar(...) Ayrılıkçı ve bölücü faaliyetleri Uhud Savaşı’ndan sonra iyice arttı.”(34)
5- Benu Kurayza’ya Karşı İzlenen Politika : Benu Kurayza, Medine sınırları içinde yaşıyordu ve bu nedenle özellikle savaş zamanında onların haince ve ayrılıkçı faaliyetleri son derece tehlikeli oluyordu. Ahzab Savaşı’nda Benu Kurayza düşman tarafına geçti ve Medine içinden Müslümanları tehdit etmeye başladılar(...) Ahzab Savaşı’ndan sonra, Resulullah (s.a.v.)’a vahiy yoluyla ihanetleri nedeniyle Benu Kurayza’yı cezalandırması emredildi. Böylece Resulullah (s.a.v.) onların üzerine yürüyerek 25 gün boyunca muhasara etti. Sonunda Benu Kurayza haklarındaki hükmü eski müttefikleri Sa’d b. Muaz’a bırakarak teslim oldular. Sa’d b. Muaz,
Muharip erkeklerin katline
Kadınların ve çocukların esir edilmesine
Mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine karar verdi.
Sa’d bu kararına mesned olarak Tevrat’ı almış ve onun mağlup düşman karşısında Yahudilere tanımış olduğu hakları aynen Müslümanlara tanımıştı. Benu Kurayza’nın kalelerinde muazzam miktarda silah bulundu.”(35)
E- MEDİNE DIŞI YAHUDİ KABİLELERİ
1- Hayber : Medine’nin kuzeyindedir. “Hayber Yahudilerinin nüfusu, Benu-n Nadir Yahudilerinin Medine’den ayrıldıktan sonra buraya gelip yerleşmesiyle artmıştır(...) Medine, Mekke ile Hayber arasında bulunduğundan; Müslümanlar, Mekke ile Hudeybiye Anlaşması’nı gerçekleştirdikten sonra; bu devamlı ve aşikar tehlikeden sıyrılmak için Hayber’e sefer hazırlıklarına başladılar(...) Muhammed (s.a.v.), İslam Yahudi ilişkilerini düzeltmek ve iyiye yöneltmek için genç bir dul olan Safiye adlı Hayber’li bir hanımı nikahladı(...) Hayber’in fethinden sonra bu bölgeye tam bir muhtariyet tanındı.”(36)
2- Vadi’l-Kura : “Vadi’l-Kura, Arap ve Yahudi birçok kabileler tarafından iskan edilmiş durumdaydı. Resulullah (s.a.v.), Hayber’den ayrıldıktan sonra Vadi’l-Kura üzerine yürümüştür. Bilhassa, sığınmış oldukları müstahkem hisarlarda gösterdikleri bir gün süren bir direnişten sonra bu bölgenin Yahudileri, Hayber ahalisinin kabul ettiği şartlara razı olarak boyun eğmişlerdir.”(37)
3- Fedek : “Fedek bölgesinde oturan Yahudiler, Hayberlilerin yardımına koşmak üzere toplanıp bir araya gelmişlerdi; bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) 6. Hicri yılın Şaban ayında onlara karşı Hz. Ali’nin kumandasında bir birlik göndermiştir.”(38)
4- Teyma : “Hayber ve Vadi’l-Kura seferlerinden bir müddet sonra, Teyma ahalisinden bir heyet Muhammed (s.a.v.)’ın huzuruna çıkıp, cizye vergisini ödemeye razı olarak bir sulh anlaşması yapmak istemişlerdir. Resulullah (s.a.v.) bu teklifi kabul emiştir.”(39)
5- Taif : Taif’te bir çok Mekke’li, Yahudiler ve çok sayıda kabileden çıkmış mevla statüsündeki insanlar yaşamaktaydı. Mekke ve Taif İslam’a karşı işbirliği yapıyorlardı. Resulullah (s.a.v.) Taif üzerine bir sefer düzenlemiştir. Kuşatma uzun sürdü; Resulullah (s.a.v.) kuşatmayı kaldırdı. Bunun üzerine Müslüman olan Urve B. Mes’ud; Taif’te Müslümanlığı anlatmaya başlayınca şehid edildi. Bu olayla civar kabilelerden kendilerine düşmanca tavır takınılması üzerine anlaşmak için Medine’ye bir heyet gönderdiler.(40)
DEĞERLENDİRME
Tarih, Yahudilerin Müslümanlar karşısında daima sadakat duygularına riayet etmediklerine şahit olmuştur. Müslümanlara göre Yahudilerin prensipleri; hedeflerine ulaştıracak her yolu mübah saymak olduğundan, devamlı ihanet etmiş; ahde vefa göstermemiş; kendi ırklarını üstün saymış ve menfaatlerine dokunulmadığı sürece dost görünmüşlerdir; aksi takdirde olabildiğince düşman kesilmişlerdir. Daima sömürgeci ve yayılmacı bir politika izlemişlerdir. Müslümanların karşılaştığı en ufak zor durumdan dahi istifade etme yoluna gidip, onları daha da büyük sıkıntılara sokmuşlardır. Üstelik, kendilerine gönderilen Peygamberleri öldürmeye teşebbüs edecek kadar vahşice tutumlar sergilemişlerdir.
Yahudiler, tüm uğraşlarına rağmen geçmişten günümüze kadar İsrail Devleti hariç tarihin hiçbir döneminde tam bir devlet olamamışlardır.
Müslümanlar, Yahudilerle ilişkilerinde, her konuda olduğu gibi Peygamber (s.a.v.)’ın uyguladığı politikayı kendilerine örnek almalıdırlar. Bu yüzden de İslam Tarihinin Müslümanlarca doğru bir şekilde incelenip tahlillerinin yapılması elzemdir. Zira; İslam Tarihinde yaşanan bir çok olayın altın bir tas içinde sunulan zehir misali günümüzde de farklı görüntülerle önümüze çıkarıldığını görmekteyiz. BİBLİYOGRAFYA HAMİDULLAH, Prof. Dr. Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, İstanbul 1991, İrfan Yayımcılık
KUR’AN-I KERİM ve Meali, M.Ü. Komisyon
RAHMAN, Afzalur, Siret Ansiklopedisi, c. I., İstanbul 1996, II. Baskı, İnkılab Yayınları
DİPNOTLAR:
--------------------------------------------------------------------------------1) Hamidullah, Prof. Dr. Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, s.546
2) A.g.e., s. 546
3) A.g.e., s. 546
4) A.g.e., s. 546
5) A.g.e., s. 547
6) A.g.e., s. 550
7) A.g.e., s. 551-552
8) A.g.e., s. 552
9) A.g.e., s. 552-553
10) A.g.e., s. 553
11) A.g.e., s. 554
12) Kur’an-ı Kerim, 87/16-19
13) Kur’an-ı Kerim, 95/2
14) Hamidullah, Prof.Dr. Muhammed, a.g.e., s. 557
15) A.g.e., s. 558-559
16) A.g.e., s. 570-571
17) A.g.e., s. 571
18) A.g.e., s. 571
19) A.g.e., s. 571-572
20) A.g.e., s. 572
21) A.g.e., s. 572
22) A.g.e., s. 572
23) A.g.e., s. 571
24) Rahman, Afzalur, Siret Ansiklopedisi, c. I. s. 610
25) A.g.e., s. 610
26) A.g.e., s. 610
27) A.g.e., s. 611
28) A.g.e., s. 611-612
29) A.g.e., s. 614
30) A.g.e., s. 614
31) A.g.e., s. 615
32) A.g.e., s. 616
33) A.g.e., s. 617
34) A.g.e., s. 617
35) A.g.e., s. 618
36) Hamidullah, Prof.Dr. Muhammed, a.g.e., s. 594-594
37) A.g.e., s. 596
38) A.g.e., s. 597
39) A.g.e., s. 600
40) A.g.e., s.495-496http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=990