http://www.ismetozel.org/site/modules.p ... le&sid=378TÜRKİYE ÜZERİNDE OYUN OYNAYAN İNSANLARIN ALAMADIKLARI TEK KALE KALDI: ŞİİR!
İsmet ÖZEL'in Kültür Ocağı Vakfı'nda "Türklük Şuuru" üzerine verdiği konferansın konuşma metninden alıntı.
(21 Ocak 2006)
“Dinler arası diyalog doğrudan doğruya kâfir tezgâhıdır.”Benim Türk tarifim bugün insanlığın geldiği yerde mana ifade ediyor. Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk deriz. Siz diyeceksiniz ki: “Yahu, bu olmaz.” Neden olmaz?
Çünkü size 1839 yılından beri kâfiri düşman bilmemeyi öğrettiler. Kâfir düşman değilse, küfür düşman değilse, sen kimsin, sen nesin? Eğer küfrü kendine hasım kabul etmiyorsan, sen kimsin? Böyle bir şey olmaz. Yani küfrün reddedilen bir şey olamadığını kabul etmeyen insan, Türk olmadığı gibi, insan da olmaz. Küfrü hasım saymayan “En iyi şey yanlış şeydir.” demiş olur. Bu Müslüman olmayan birinin söyleyeceği şeydir. İslamiyet, Allah katındaki yegâne dindir, bu anlamda diğerleri din değildir. Onun için dinler arası diyalog doğrudan doğruya kâfir tezgâhıdır. Bunu savunanların hepsi kâfirlerin köpeğidir. İslamiyet, Adem (as)’dan bugüne kadar yaşayan dindir. Yani İsa (as)’ı Hıristiyanlığın peygamberi sayabilirsiniz. Ama hiçbir Hıristiyan bunu kabul etmeyecektir. Yani İsa (as)’ı Hıristiyanlığın peygamberi olarak kabul etmek, Türklerin gâvurlara kabul ettirdikleri bir görüştür. “Senin peygamberin O”, demiştir Türkler onlara. Onlar da: “Bu efendiler böyle söylüyor, böyle diyelim.”, deyip geçiştirmişlerdir. Oysa bir Hıristiyana göre İsa’nın tanrılığından şüphe etmek sapıklıktır. Yani İsa’nın rububiyetinden, uluhiyetinden şüphe eden kişi Heretik dediğimiz şey olur. Hıristiyan dünyasında bütün fikir ayrılıkları İsa’nın ulûhiyeti yüzünden edir. İsa’nın, tanrının kendisi olduğu, tanrının aynı zamanda oğlu olduğu tartışılmaz hükümlerdir Hıristiyanlıkta. Kolay kavranılır bir şey yok. Yani ruhban zümresi, Ruhûl-Kudüs, İsa ve Allah diye bir üçleme vardır; ama bu bizim felsefemizde olan bir şeydir; gel, eğer aklın eriyorsa, sana izah edelim derler. İncil’de net olarak yazıyor. Yuhanna İncili 3. bab, 16. ayetinde diyelim. Bunu nereden biliyorsun diye sorun bana.
“Türkiye üzerinde oyun oynayan insanların alamadıkları tek kale kaldı: Şiir!”
Bir gün otobüsle eve giderken Beylerbeyi’nde, elle, metruk ahşap evin penceresinde camdaki tozun üzerine yazılmış: “Yuhanna 3:16” diye bir şey gördüm. Gittim eve, İncili açıp baktım. Şöyle yazıyordu: “Zira Allah dünyayı öyle sevdi ki, biricik Oğlunu verdi; ta ki ona iman eden her adam helâk olmasın, ancak ebedi hayatı olsun.” Bu olayın üzerinden belki yirmi yıl geçti. Caddelerde İncil’e göndermelerde bulunanların ne kadar mesafe kat ettikleri bilinmiyor. O bakımdan Türkiye’de ciddi bir Hıristiyanlaşma var. Bu demek, Türklükten istifa etmek demek. “Türküm ama Müslüman değilim”, diyen adam gözlem altına alınması gereken bir insandır. Bunun akli dengesi yok. Ama “Ben Müslümanım ama Türk değilim.”, diyebilirdi. “Ben Müslümanım ama Türk değilim.”, dediği zaman, benim arkamda Irak’ı işgal eden kuvvetler var, demiş olur. İyi, böyle parlak parlak laflar ediyoruz; ama bunlar hayatımızın alacağı yön bakımından çok ciddi şeyler. Bugün Türkiye’de, Türkiye’nin varlığını korumak için tedbir alan hiçbir unsur güç yok. İnsanlar bunu şaka gibi görüyorlar. Türkiye’nin fiziki varlığı tehlikede. Türkiye haritadan silinmek üzere. İsmet Paşa Lozan’dan çıkarken “bir yüz sene kazandık” demiş. Bunun seksen dördü gitti. Sanmayın ki yüzü bekleyecekler. Türkiye aslında devlet olarak varlığını, millet olarak varlığına raptetmedikçe, bu işten bir hayır gelmez. Bu işin sonu geldi zaten. Bu işin doğrudan doğruya ne yapılacak meselesi, şu anda yapılmakta olanlarla alakalı bir şeydir. Siz bugün “Dünya sisteminin dayattığı şeyleri yapmaktan başka bir çare yok.” diyorsanız, bitmiştir bu iş. Daha yapılacak hiçbir şey yok. Onun için Türkiye’de yaşayan herkes, “Acaba biz kendimiz olarak ne üretebiliriz, hangi yolu açabiliriz?”, meselesini düşünmeleri lazım. Kim düşünecek bunu? Bunu sadece Türkler düşünebilir. Çünkü öbürlerine göre Türk ha olmuş, ha olmamış, önemli bir şey değil. Hatta “Olmasa daha iyi”, diye düşünecekler ve o istikamette de çok şey oluyor Türkiye’de. Bugün Türkiye’nin, Türkiye üzerinde oyun oynayan insanların zapt etmedikleri, kalesi kalmadı. Bir tek -ciddiye alır mısınız, almaz mısınız bilmiyorum- şiir kaldı. Yani şu anda kâfirler, kendi heveslerine denk düşen ”İşte Türk şiiri budur”, diyebilecekleri bir örneğe sahip değiller. Yahut 27 Mayıs’ta Onuncu Yıl Marşı’nın güfte yazarlarının başına gelen şeyin benzeri bir şey şu anda yaşanmıyor. Bir bakıma ufkumuzun ne olduğuna dair ipuçlarını şiirden elde edebilme imkânı var. Ama bu imkânı siz ciddiye alır mısınız, almaz mısınız, o, size kalmış bir şey. Ben aslında söylemek istediğim şeylerin onda birini bile söyleyemedim. Ama başında da söylediğim gibi, ne söylesem hiçbir işe yaramaz. Ortak kelimelerimiz yok, ortak endişelerimiz inşallah vardır. Teşekkür ediyorum.