Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: GUNCEL: "HOŞGÖRÜ" VE "DİYALOG" ...
MesajGönderilme zamanı: 21.01.09, 10:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 09:14
Mesajlar: 764
HOŞGÖRÜ VE DİYALOG; HEM SAFSATADIR, HEM SAHTEKÂRLIKTIR !..

İslami ahlak ve yaklaşımda: dinine, devletine ve milletine değil, kendi nefsine yönelik haksızlık ve yanlışlıkları; "affedip bağışlamak, alttan alıp yumuşak davranmak, öfkesini yutmak, güler yüzlü ve alçak gönüllü olmak" vardır ve bunlar övülüp önemle tavsiye edilmiştir.

Ama, imani gayretin, insani haysiyetin ve vicdani hassasiyetin laytlaştırılıp laçkalaştırılmasına yol açacak bir "hoşgörü" kavramı, temelsizdir ve Müslümanları yozlaştırmaya ve şeytanla uzlaştırılmaya yöneliktir. Hoşgörü kelimesinin ne karşılığı, ne de yakın anlamlısına asla Kuran'da yer verilmemiştir.

Ve yine hoşgörü anlamına gelecek her hangi bir kelime ve kavram, başta Kütübü Sitte olmak üzere, hadisi şeriflerde de geçmemektedir.

Ve yine "hoşgörü"nün karşılığı olduğu söylenen "müsamaha" kelimesi de, ne Kur'an-ı Kerim de, ne de hadisi şeriflerde zikredilmemiştir. Hatta binlerce sayfalık Risale-i Nur Külliyatında bile "müsamaha" kelimesi sadece iki yerde geçmektedir.

Şimdi kalkıp ta "hoşgörü" kavramını sulandırmak ve İslam'ın temel hükmü gibi sunmak, elbette art niyetlidir.

"Semehe" kökünden müsamaha: Boyun eğmek, hoş görmek, cömertlik göstermek, hakkından vazgeçmek, kolaylık ve yumuşaklığı tercih etmek, tolerans ve geniş yüreklilik demektir.

Mekke, Medine, Kahire ve Şam gibi Arapça konuşulan merkezlerde "İsmeh Liy" (bana müsamaha et-hoş gör) deyimi çok seyrek kullanılır, kolay kolay duymak mümkün değildir.

Risale-i Nur'da ise iki yerde geçtiği görülmektedir. Birisi; Kastamonu Lahikası'nda: "Müslümanlar ve imanı hizmet erbabı, biri birine müsamaha ile bakmak şimdi elzemdir" denmektedir. Diğeri ise:

Sünühat, ifade-i meram başlığında: "Mesela, fert, mütekellim-i vahde olsa, ("ben" diye kendi tekil nefsi adına ve şahsına karşı kusurları bağışlasa); müsamahası, fedakarlığı amel-i salihtir. (Ancak) Mütekellim-i maal gayr olsa ("Biz" diye, millete ve Müslümanlara yönelik hakaret ve haksızlıkları hoş görmeye ve boş vermeye kalkışsa, bu) hıyanet olur.

Mesela, bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs edebilir. (Tevazu gösterip nefsini küçültebilir) tefahür edemez (övünüp böbürlenemez. Ama) millet namına tefahür edebilir (övünebilir), hazm-ı nefs edemez. (Alçakgönüllülük diye milletini ve hizmet verenlerini küçük göremez, değerini düşüremez) şeklindedir ve bizim endişelerimiz dile getirilmektedir.

Hz. Peygamber efendimizin; "herkesi ve her melaneti affettiği, kimseye beddua etmediği, hiç kimseyi cezalandırıp üzmediği" iddiaları da, tamamıyla yalandır, yanlıştır ve yine İslami gayreti törpülemeye, yöneliktir.

Hz. Resulüllah'ı, sanki; "zalim ve saldırgan müşriklerle hiç savaşmamış, hiç kan akıtmamış, hainleri hiç cezalandırmamış, Allah'ın adalet yasalarını hiç uygulamamış" gibi göstermek te yine tam bir sahtekarlık örneğidir.

O (SAV), Sahibus-Sayf (Kılıç Sahibi) bir savaş ve barış peygamberidir!

Hendek savunması sırasında Müşriklerle işbirliği yaparak anlaşmayı bozan Beni Kureyza Yahudileri üzerine yürüyen Hz. Peygamberimizin barış ve teslimiyet şartlarını reddedip savaşan Yahudiler yenildikten sonra, yaralı bulunan ve Beni Kureyza halkınca yakından tanınan ve itimat duyulan Sa'd Bin Muaz Hazretlerinin:

*Savaşa katılan erkeklerin boynunun vurulması,
*Kadın ve çocukların esir alınması ve
*Tüm mallarının ganimet sayılması

kararı Efendimizce uygun bulunarak yedi yüz (700) kişi kılıçtan geçirildi. Hatta Yahudi bilgin ve reislerinden Huay öldürülmeden önce: Bu karar; yoldan çıkan ve azıtan İsrail oğullarına, Allah'ın kitabında haber verdiği bir cezadır" demişti.[1]

Hani peygamberimiz kimseyi incitmemişti? Hani kimseyi öldürtmemişti?

Hayır, insanlık bünyesinin kurtulması için, yeri geldiğinde kanser çıbanları ve kangren parçaları elbette kesilip temizlenecekti.

Hz. Resulüllah Bir'i Muane katillerine bir ay boyunca beddua etmiştir!.

Hicretin 4. yılında bir tavsiye ve teklif üzerine, Necit halkına, İslam'ı tebliğ için seçip gönderdiği yetmiş (70) sahabeyi (RA) Biri Maune kuyusu başında pusuya düşürüp, develerini bekleyen birisi hariç, hepsini şehit eden (Zeyd bin Desine ve Hubeyb esir alınıp sonra da Bedir'in intikamı olarak öldürülmüşlerdi) Süleym kabilesine, Resülüllah tam bir ay boyunca ve her sabah namazında sürekli ve en ağır biçimde beddua etmiştir. Ve bu, Şafiilerce vacip makamında kuvvetli sünnet olarak hala yerine getirilmektedir. (Ramazan El Buti-Fıkhussiyre).

Hani Resülüllah kimseye beddua etmemişti?. Hani herkesi ve her mel'aneti affetmişti?.

Hatta, dini bir gayretle, bazen aşırılığa kaçan bir sertlik bile, zulmü, küfrü ve nankörlüğü "hoş görüp, boş verme" gevşekliğinden daha şereflidir.

Bir gün, Hz. Ömer Resulullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Peygamberimizin yanındaki kadınlar telaşlanıp perde arkasına kaçışıverdi. Resulullah bu duruma gülünce, Hz. Ömer sebebini sordu. Efendimiz:

"Yanındaki kadınların haline hayret ediyorum. Senin sesini duyar duymaz perdenin arkasına gizlendiler!.

Hz. Ömer kadınlara dönerek:

"Ey nefislerinin düşmanları!. Siz Allah Resulünden değil de, benden mi korkuyorsunuz? diye çıkıştı.

Kadınlar ise:

- Evet!. Çünkü Sen, Allah Rasulünden daha sert, katı ve acımasızsın da ondan!" dediler.

Bunun üzerine Rasulullah Hz. Ömer'e şunları söyledi ve bunlar bir iltifat ifadesiydi:

- Ey Hattab'ın oğlu, dahası var!. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, yolda yürüdüğünde Şeytan sana rastlasa, mutlaka yolunu değiştirip, başka yerden yürüyecektir. (Senin hak ve adaletten asla taviz vermeyeceğini ve zalimlere yüz göstermeyeceğini bilir).

(Buharı-Müslim)

Bugün dindar geçinen, hizmet erbabı bilinen, ama zalim Siyonist Yahudilerle ve Haçlı gavuru emperyalist çevrelerle çok hoş geçinip, Şeytanın hizmetine giren sözde ılımlı Müslümanların, özellikle elebaşları, maalesef Kur'an'da anlatılan Mekke Müşrikleriyle, aynı zihniyet ve çizgidedir:

"And olsun (müşriklere) onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?" diye soracak olursan.. Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzün(deki tüm bitki türlerini baharda tekrar) dirilten kimdir? diye sorsan, kesinlikle: "Allah" diyecekler.." (Ankebut: 61-63 Zumer: 38)

"And olsun (müşriklere) onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olursan, hemen, "onları aziz ve alim olan (Allah) yarattı" diyecekler" (Zuhruf: 9)

"(Ama buna rağmen Allah'ın yarattığı) kendi kullarından (bazı kişileri ve güçleri) O'na bir parça kılıp (Allah'ın vekili, kefili, şefaatçisi diye) yakıştır(ıp şirke sürüklendiler)" (Zuhruf:15)

İşte bugün de, sorulduğunda: "Her şeyi yaratan, evreni donatan, yerleri, gökleri ve içindekileri varlıkta tutan Allah'tır, diyen; bunların akli ve ilmi delillerini içeren kitapları ders gören, belgeselleri izleyen; bir takım ibadetleri ve dini hizmetleri yerine getiren öyle kimseler ve kesimler vardır ki, O Allah'ın Kuran'da bildirdiği şeriat-düzen kaidelerini, hak ve adaletin hakimiyetini, zulüm ve sömürü sistemlerine son verilmesini ve bu yolda mücadele edilmesini gereksiz görürler, hatta bu yolda gayret içinde olanları fitne çıkarmak ve hayal kurmakla suçlayıp hücum ederler.

"Allah'ın vekili, şefaat yetkilisi ve asrın sahibi" sıfatlarını yakıştırdıkları kişileri (şeyhleri, ağabeyleri, hoca efendileri) kendilerini, İslam ve insanlık düşmanı Siyonist Yahudilerin ve Haçlı emperyalistlerin peşine taktığı halde, bu hıyanetlerine bin türlü keramet ve hikmet uydurup dizerler.

Yani Mekke müşrikleriyle ve o günkü Yahudi ve Hıristiyan keşişleriyle aynı zihniyeti güdüp, aynı mazeretlere sığınıverirler.

İşte Fethullah'çı Zaman Gazetesinin, hem de bir Ramazan bayramının ilk günü yorum sayfasında yayınladığı: Siyonist ve saldırgan İsrail Yahudileriyle, mazlum ve Müslüman Filistinlileri aynı oranda suçlu ve sorumlu gösteren, hatta Filistinli çaresiz müminleri daha gaddar ve barbar olarak tanıtmaya gayret eden yazısı..

İşte "hoşgörü" havarilerinin hayâsızlığı ve insafsızlığı:

"Kudüs, cennet, şimdi" yazısında içini dışa kusuyordu.

(Mescidi Aksa'nın)...Kapıda 'eğer Müslümansanız şahadet getirin' diyor biri. "Eğer Müslümansanız şahadet getirin!" Öyle zor dayatarak ve korkuyla söylüyor ki bunu... Elbette Allah kalbine bakacaktır insanın. Aşağıda şahadet getiremeyen kulunu da sarmalayacaktır, Filistin'den esirgenmiş o şefkatle. Çünkü bakılacak tek yer kalptir. Bakılması gereken tek yer iyilik. Çünkü Mescid-i Aksa'nın kapısında şahadet getiremese de, bir Müslüman içeride olmak isteyebilir. O altın kubbenin yakınında, kadınların, çocukların dua seslerinin içinde, onlarla ağlamak isteyebilir. Yahudi mezarlığına bir de oradan bakmak, ağlama duvarının iniltileri Mescid al Aksa'ya ulaşıyor mu duymak isteyebilir. Eğer Müslümansanız şahadet getirin, yoksa altın göğü görmezsiniz... Bu zorbalık, bu korku hiç yakışmıyor ama Kudüs'ten söz ediyoruz, onca kötülüğe tanıklık eden dinlerin, sadece doğumuna değil can çekişmesine de tanıklık eden şehirler şehrinden... 'Bir Müslüman için söz esastır' denildiğinde duymuyorlar bile. Kudüs'te herkes kendi tanrısına ağlıyor, bilmeden onun aynı tanrı olduğunu.

Çünkü biliyorlar, çok kan görüldü. Çünkü biliyorlar şehrin duvarları, kapıları nereden bakılırsa bakılsın aynı sözleri fısıldıyor; Kudüs'te barış olmaz... Çünkü barış için aynı olmak, aynı duymak, aynı sükunet, aynı hayal gerekli... Ama yok Kudüs'te. Orada herkes kendi tanrısını sınıyor. Herkes kendi tanrısını yormak telaşında. Tanrı'nın yukarıdan baktığını, olanlara güldüğünü düşündüm.

Bir kavganın satışı var bugün Kudüs'te. Kudüs'te barış olmaz. Paradise Now filminin çocukları sanki şehrin her yerinde dolaşıyorlar. Bellerinde fünyelerle... Bir durakta bekliyorlar sanki. Havaya uçuracaklar İsrail askerlerini, çocuklarını... Kendilerini havaya uçuracaklar. Nasıl bir öfkeyle?.."[2]

Şimdi söyleyin bakalım:

"Ey Nebiy, kafirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert-katı ve caydırıcı davran"(Tevbe: 73)

"(Allah bu örneği) Kafirleri öfkelendirmek içindir"(Fetih: 29)

"Ey iman edenler, inkarcılardan size (zararı) en yakın olanlarla çarpışın; (Onlar) Sizde (caydırıcı) bir sertlik ve mertlik bulsunlar" (Tevbe: 123) buyuran Allah mı haklı, yoksa: "Yahudi ve Hıristiyan kafirlere yanaşalım, yılışalım, yumuşayalım; Masonları, münafıkları, din düşmanlarını, Müslüman yamyamı saldırganları hoş tutalım, bunların himayesine sığınıp dini hizmet yapalım" diyen Fetullah mı haklıdır?.

"Kim bir nefsi (hangi dinden ve kökenden olursa olsun, suçsuz bir kimseyi) haksız yere öldürürse; sanki bütün insanları öldürmüş gibi (büyük bir kötülüğün sahibidir) (Maide:32) buyuran Allah ve böylelerine en azından buğzetmemiz gerektiğini duyuran Resulullah mı haklıdır yoksa;

Filistin topraklarında, Irak'ta, Afganistan'da, emperyalist amaçlar ve şeytani duygularla milyonlarca Müslümanı haksız yere katleden ABD, İsrail ve AB güçleri yetkililerini (devlet başkanlarını, Hahamlarını, Papazlarını) hoş gören ve onların himayesine giren Fetullahınız mı haklıdır?. Sizin tanrınız ve tapındığınız hangisi olmaktadır?. Bunları ağabeylerinize sorun, bakalım hangi hikmetleri yumurtlayacaklardır.

Ve hele bu kesimlerin, yani başımıza hoş görü ve diyalog havarisi kesilenlerin; kendi arasında ve özel sohbet sırasında:

"Atatürk Deccal'dir, ordu ise Deccal'in askeridir. Öyle ise, Deccal'in ve silahlı kuvvetlerin gölgesinde yaşamaktansa, Avrupa ve Amerika'nın güdümüne girmek daha iyidir ve ehveni şerdir. Çünkü ABD ve AB en azından kitap ehlidir ve kafirlere tercih edilir" diyenler ve böyle düşünenler, acaba esfeli safiline (aşağıların en aşağı derecesine) yuvarlanmayacak mıdır?.

Ey "İbrahimi Dinler" diye, yozlaştırılmış ve Hak yoldan çıkarılmış Yahudilik ve Hıristiyanlığı Müslümanlıkla harmanlamaya ve hepsini aynı ayardaymış gibi sunmaya çalışan sapık sahtekârlar! Şu ayet başınıza tokat gibi inip durmaktadır:

"(Ey mü'minler!) Hz. İbrahim'de ve Onunla beraber (hareket edenlerde) sizin için (şöyle) güzel bir örnek vardır. Hani kendi (sapık) kavimlerine demişlerdi ki:

Biz sizlerden ve Allah'tan gayrı tapındığınız (her şeyden ve herkesten) uzağız!. (Artık) Sizi (sisteminizi ve batıl düşüncelerinizi) tanımayıp inkâr etmiş bulunmaktayız!. Sizinle; Allah'a bir olarak (zatında, icadatında, icraatında ve şeriatında asla eşi ve şeriki olmadığı gerçeğini kavrayıp) iman edinceye kadar, aramızda ebedi bir düşmanlık (ve ayrılık) baş göstermiş bulunmaktadır" (Mümtehine: 4)


"(Ey mü'minler) Allah, din konusunda sizinle savaşanları (İslam'ı yıkmaya ve yozlaştırmaya çalışanları), sizi yurtlarınızdan (huzur ve hürriyet ortamınızdan) sürüp çıkaranları; ve (sindirilip susturulmanız ve esir konumuna sokulmanız üzere yurdunuzdan ve haklarınızdan) uzaklaştırılıp çıkarılmanız için (uğraşan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere) arka çıkanları, veli (rehber, dost, yoldaş) edinmenizden (şiddetle) sakındırır. Kim bunları dost edinip (peşinden giderse), artık onlar gerçekten zalim olanlardır" (Mümtehine: 9)

Bu Fetullahçılar ve Zamancılar herkesten hoşgörü bekliyorlar, ABD ve AB'ye hoş görünmek için çırpınıyorlar, ama işlerine gelmeyenleri hiç hoş görmüyorlar:

Serdar Akinan'ın dediği gibi:

Zaman Gazetesi "Yaftalamadan Düşünün" diyor ama, Kampanya filminde kendilerinin herkesi yaftalayıp karaladığı kelimeler yok. "Laik" yok... "Seküler" yok... "Solcu" yok... "Ulusalcı" yok... En önemlisi "Ergenekoncu" yok... Neden? Yanıtı çok basit. Ortada bir misyon var. Bu açığa çıktı... Ergenekon soruşturması kapsamında Susurluk uzantısı son derece kirli isimler temizlenecekken cemaat bunu muhalefeti susturacak bir cadı avına çevirtti... Ama bu cadı avı o kadar dejenere oldu ki... Misyon kendini iptal etti. Merdan Yanardağ'ın tam da Fetullah Gülen hareketinin arka planını anlatacağı bir konferansa gitmeden gözaltına alınıp konferans bitince serbest bırakılması bile tek başına bir ölçü değil mi?

Kamuoyu, Ergenekon soruşturmasında Susurluk uzantısı bir ekibin olduğuna inanıyor. Aynı oranda da bu soruşturmada alınan isimlerin başta cemaat ve misyonunu ortaya çıkartacak söylemleri dile getiren isimleri susturacak veya sindirecek bir kampanyaya dönüştüğünü de görüyor. Bu kampanyada "Ergenekoncu" kelimesinin kullanıl(a)maması çok önemlidir. Sizi ele veren detaydır... Madem "yafta" yapıştırmayan bir gazetesiniz o halde kampanya lügatınıza bir zahmet "Ergenekoncu", "ulusalcı", "laik" kelimelerini de ekleyin.

Hatta, birinci Abant Platformu'ndan aşağıdaki sonuç çıkmamış mıydı? (...)Akıl ve vahiy çatışmaz; bireyler sosyal yaşamlarını düzenlemek için akıllarını kullanmalıdır.(...) Hani nerede "akıl" kullanan birey..? Zaman'ın sayfalarında her gün yer alan bir yaftanın reklam kampanyasında kasten kullanılmaması bile cemaat içindeki üst yapının "samimiyet" sınavına dair bir fikir vermektedir. Yaftalamadan düşünün... Bir de ahireti düşünün... Nasıl hesap vereceksiniz?"

Papa: Dinlerarası diyalog imkansız

Papa 16. Benedict dinler arası diyaloğa karşı çıktı. 16. Benedict, "dar anlamıyla dinler arası bir diyaloğun mümkün olmadığını" açıkladı. Papa, "Gerçek diyalog, birinin inancını parantez içine almakla mümkün olmaz. Fakat dinler arası farklılıkların pratik sonuçları üzerinde daha fazla tartışmalar yapılmalı" deyerek bizim diyalogcuları yalanladı..

İtalyan Corriera della Sera gazetesinin haberine göre, Papa 16. Benedict yeni bir kitabı yayınlanacak olan ve merkez sağ görüşleriyle tanınan yazar Marcello Pera'ya bir mektup yazdı.

"Neden kendimizi Hıristiyan olarak adlandırmalıyız" adlı kitabında Pera, Avrupa'nın liberal ve Hıristiyan temelleri üzerinde kalması gerektiğini belirtiyordu. Papa 16. Benedict ise mektubunda kitapta "dar anlamıyla dinler arası bir diyalogun mümkün olmadığı" ifadesinin büyük bir açıklıkla ifade edildiğini belirterek, "Gerçek diyalog, birinin inancını parantez içine almakla mümkün olmaz" ifadesini ekliyordu.

Buna karşın Papa, temel dini fikirlerin sosyal sonuçlarını daha da derinleştirecek kültürlerarası diyalogun önemli olduğunu belirterek bu yönde kamuya açık forumlar düzenlenmesini öneriyordu.

Fakat Vatikan Sözcüsü ve Siyonist mahfillerden güdümlü Federico Lombardi ise; Papa'nın bu sözleriyle sadece kitaba dikkat çekmek istediğini, Vatikan'ın çok kez gerçekleştirdiği dinler arası diyaloga karşı bir anlam çıkarılmaması gerektiğini belirterek: Papa'nın camiye de sinagoga da gittiğini, bu şekilde diğerleriyle bir araya gelebilecekleri ve görüşebilecekleri mesajı verdiğini öne sürüyordu.

2008 Kasım başında Vatikan'da ilk kez düzenlenen bir konferansla Papa'nın 2006 yılında sarf ettiği sözlerinin izleri ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Papa 2006 yılındaki bir konuşmasında Bizans imparatorlarından birinin sözüne atfen Hz. Muhammed'in kılıçtan başka bir şey getirmediğini ileri sürmüş, bu sözleri İslam dünyasının yanı sıra Batı'da da büyük bir tepkiye yol açmıştı.

Papanın Dinler Arası Diyalogun imkansız ve kötü kasıtlı bir girişim olduğunu açıklaması, bizdeki ılımlı İslamcılara ve Fetullahçıları hayalı kırıklığına uğratmıştı.

Vatikan: Ermeni soykırımı bir vakıadır

Papalık Hristiyanlararası Birlik Kurulu Başkanı Kardinal Walter Kasper, Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbantyan'ın Türkiye'de bulunduğu sırada, "Ermeni soykırımının bir vakıa" olduğunu iddia etti.

Kasper, Roma Katolik Kilisesi'nin lideri Papa 16. Benediktus'un dün Ermeni din adamlarını kabulünden önce Vatikan Radyosuna verdiği demeçte, "Ermeni soykırımı bir vakıadır. Vatikan'ın bu konudaki tavrı, (Papa) 2. Jean Paul'ün Ermenistan ziyareti sırasında açıklanmıştır. Papa, oradaki soykırım anıtını ziyaret etmiş, Türklerin hoşuna gitmese de soykırım kelimesini kullanmıştır" görüşünü dile getirdi.

"Soykırımın iddia değil bir gerçek olduğunu" ileri süren Kasper, "Bu bir terim meselesi değildir. Pek çok kurbanın bulunduğu tarihi bir vakadır ve bu hatıranın iyileştirilmesi gerekmektedir. Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin iyileştirilmesi için Vatikan ne yapabilir bilemem. Ama bu Orta Doğu barışı için de önemli bir hadise. Katolik Kilisesi her şeyden önce mağdurlardan yanadır. Bu bizim davranışlarımızı belirleme konusundaki en önemli ilkedir" diye konuştu.[3]

[1] Bak.Martin Lings-Hz. Muhammed'in Hayatı- Beni Kureyza kısmı

[2] Bejan Matur / 30 Eylül 2008 / Zaman

[3] Milli Gazete, 25 Kasım 2008, Sh:9

_________________
Ehl-i Bidat-ı Red ve Tahkir Ediyoruz |


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye