sufiforum.com
http://sufiforum.com/

Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes
http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=22&t=3893
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Yazar:  free_soul [ 09.03.10, 17:31 ]
Mesaj Başlığı:  Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

Türkiye-AKP: Bekleyelim görelim

11/08/2003

Türkiye'nin, modernleşme ve laiklik yolunda tarihsel bir güç olan ordusu, yeni bir meydan okumayla karşı karşıya.

DANIEL PIPES


Türkiye'nin, modernleşme ve laiklik yolunda tarihsel bir güç olan ordusu, yeni bir meydan okumayla karşı karşıya. "Generaller şu sıralar kâbus görüyor olmalı." Bir Türk analizci, silahlı kuvvetlerin siyasi rolünü büyük ölçüde sınırlayan yasaların geçen hafta Meclis'ten geçmesinin ardından bu gözlemi yapıyordu. Britanya gazetesi Daily Telegraph da, "Bu yasalar Türk siyasetinin çehresini değiştirecek" yorumunda bulundu.Bazıları gelişmeleri bürokratik bir çekişme olarak görebilir, ama mesele çok daha derin, çünkü Türk ordusu uzun yıllardır siyasi itidalin ve ABD ve İsrail ile yakın ilişkilerin başlıca savunucusu olageldi.

Türkiye bu sarsılmaz iradenin yokluğunda nasıl bir seyir izleyecek?Asıl soruÇok hassas bir soru bu, çünkü söz konusu yasalar, Kasım 2002'deki ezici seçim zaferinden beri siyaset sahnesinin hâkim olan muğlak bir örgüt, yani AKP tarafından kabul edildi. Seçimden bu yana Türk kamuoyunu meşgul eden esas soru şu: AKP, otoriter eğilimleri ve gizli bir gündemi olan militan bir İslamcı parti mi, yoksa ılımlı muhafazakâr görüşlere sahip (AKP kendisini böyle sunuyor) laik bir parti mi?İlk göstergeler olumluydu. AKP lideri ve Başbakan Erdoğan, AKP'nin 'din esaslı bir parti olmadığına' dair güvenceler verdi ve İslam hukukunu uygulamak gibi bir niyeti olmadığını ısrarla vurguladı. Parti, seçmenlerin güvenini kazanana dek, köklü değişikliklere dair ılımlı bir tavır sergiledi.

Hassas İslami meseleler yerine, ekonomik kalkınmayı ve AB'ye katılımı öne çıkardı.İyimserler ve karamsarlarErdoğan'ın siciline bakıp iyimser sonuç çıkaranlar var. Sözgelimi önde gelen iki Türk profesörü Metin Heper ve Şule Toktaş, Erdoğan'ın "Siyasi İslam'dan yana olmadığı" kanısında. Daha ileri gidip, Amerikalı gazeteci Robert Kaplan gibi, AKP'nin "Protestan reformunun İslami versiyonunu hayata geçirebileceğini" ve Ortadoğu'da liberalizme doğru bir kayışın başını çekebileceğini öne sürenler de mevcut. Kaplan ayrıca, AKP iktidarının, ABD ile ittifaka Türk kamuoyunun desteğini artırarak, Washington'a fayda sağlaması ihtimalinden de dem vuruyor.Ancak karamsarlar, AKP'nin köklerinin, militan İslamcı faaliyetlerinden dolayı iki kez kapatılmış bir partiye uzandığına dikkat çekiyor.

Endişe içindeki Türk yetkililerinden biri, "AKP'yi kontrol eden insanlar, söylediklerinden çok daha aşırı uçta" diyor. Türk ordusu da benzer bir endişe içinde; bu yüzden Özkök'ün yeni kurulan kabineyi, "Türk silahlı kuvvetleri laikliği korumak konusuna bütün dikkatini vakfetmeyi sürdürecek" sözleriyle uyardığı söyleniyor.İyimserlik eğilimi Mart 2003'te, AKP'nin tam çoğunluk oluşturduğu Türk meclisi, ABD askerlerinin Irak savaşı için Türkiye'ye konuşlanmasını öngören tezkereyi reddedince sarsıldı; bu karar, ABD ile Türkiye arasında on yıllardır süren karşılıklı güven ilişkisini bir gecede kopardı. AKP'nin meclisin tecrübesizliği gerekçesinin ardına sığınma girişimleri de, Erdoğan'ın partisinin oylamada 'hata yapmadığı' yollu sözleriyle eriyip gitti.ABD'nin hayal kırıklığıMarttaki oylamanın birçok sonucu oldu. AKP ile ordu arasındaki gerilimi artırdı.

ABD yönetimini hayal kırıklığına uğrattı; Wolfowitz, kararı 'çok çok vahim bir hata' sözleriyle eleştirdi. Türkiye'nin Amerikalı dostları arasında çalkantıya sebep oldu; sözgelimi New York Times yazarı William Safire, düş kırıklığını, "AKP, eskiden sıkı bir Amerikan müttefiki olan Türkiye'yi, Saddam'ın en iyi dostu haline getirdi" sözleriyle ifade etti. Ve AKP'nin gizli bir İslamcı gündemi olduğuna dair yeni korkuları gündeme getirdi.İyimser yaklaşım, AKP'nin önde gelen isimlerinden Dışişleri Bakanı Gül'ün, yabancı ülkelerdeki Türk diplomatik misyonlarına Milli Görüş adlı aşırı bir İslamcı grubu desteklemeleri talimatı verdiğinin ortaya çıkmasıyla daha da geriledi.

Bir meclis komisyonunun, maaşları devlet tarafından ödenen cami görevlilerinin sayısını dokuz katına çıkarma kararı alması da, meselenin üzerine tuz biber ekti. Mayısa gelindiğinde Özkök Erdoğan'ı kapalı kapılar ardında azarladı; AKP ile ilgili 'hassasiyetlerinden' söz eden Özkök, başbakanı 'laiklik karşıtı faaliyetler'e kucak açmaması konusunda uyardı. Ordunun AKP iktidarını devirmesi ihtimalinden bile üstü kapalı dem vurdu.AKP orduya meydan okuyorBu bağlamda geçen hafta kabul edilen yasalar, AKP'nin meydan okuduğunu gösteriyor.

Parti, ordunun itirazlarını görmezden gelerek, Türkiye'nin AB'ye uyumu çerçevesinde generallerin siyasi nüfuzunu ağır şekilde sınırlandıran yasaları geçirmekten geri durmadı.Bu adım iki soruyu gündeme getiriyor: Ordu bu sınırlamaları kabul edecek mi? Ve bu, 80 yıldır Müslüman Ortadoğu'da laikliğin kalesi Türkiye'yi, İslam cumhuriyetine dönüştürecek bir sürecin başı mı? Sorulara bugünden yanıt bulmak çok zor.

Bekleyip görelim.

(DANIEL PIPES: Ortadoğu Forumu Başkanı, 6 Ağustos 2003)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? ... egoryID=99

Yazar:  free_soul [ 09.03.10, 17:33 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

Washington laiklerin tarafını tutmalı

18/05/2007

İstanbul'a bu hafta yaptığım ziyaret, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923'ten bu yana karşılaştığı en büyük meydan okumayla eşzamanlıydı.

DANIEL PIPES


İstanbul'a bu hafta yaptığım ziyaret, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923'ten bu yana karşılaştığı en büyük meydan okumayla eşzamanlıydı. Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerine kuran Atatürk, Avrupa yönteminin küresel şablona dönüşecekmiş gibi göründüğü bir zamanda Batı'yı örnek alarak, bir dizi baş döndürücü değişiklik yaptı.

Bunlar, Avrupa tarzı yasaları, Latin alfabesini, Gregoryan takvimi, soyadı kanununu, fes yerine şapkaları ve alkol tüketimine yönelik yasal hakkı içeriyordu.Reformların çoğu kökleşti; Arap alfabesine dönülmesi veya soyadlarından vazgeçilmesi düşünülemez bile. Fakat, ülke genel olarak İslami yöntemlere dönüş yaşadı. Okullarda dini eğitim, devletin mali yardım yaptığı camiler ve başörtüsü takan kadın sayısı arttı.Bu gelişmenin birkaç nedeni var: Atatürk'ün aşırılıklarına karşı beklenen tepki, Türkiye'nin kitlelere kendilerini ifade etme şansını verecek biçimde daha da demokratikleşmesi, Atatürk'ün değişikliklerine genellikle daha soğuk yaklaşan Anadolular arasındaki daha yüksek doğum oranı ve 1970'lerin ortasında başlayan İslami dalga.Erbakan'ın derslerini mi uyguluyor?

Bu dalga mecliste, 1960'larda tek bir koltukla başlayıp, seçim sisteminin tuhaflıklarının yardımıyla bugün üçte iki çoğunluğa varan güçlü bir İslami temsille kendini gösteriyor. İslami partiler başbakanlığı 1996-97 ve 2002'de olmak üzere iki kez kontrol etti. İlkinde, Necmettin Erbakan'ın dik başlı karakteri ve açık İslami programı, Atatürk geleneğinin koruyucusu orduyu, onu bir yıl içinde iktidardan indirmek için harekete geçirdi.Erbakan'ın düşüşünden sonra, eski yardımcılarından Recep Tayyip Erdoğan şu an iktidardaki AKP'yi kurdu. 1996-1997'de yaşanan fiyaskodan ders alarak, Erdoğan ve çalışma arkadaşları İslamileşme konusunda çok daha tedbirli bir tavır takındı.

Bunun yanı sıra, ekonomi, AB, Kıbrıs ve diğer konuları başarıyla ele alarak hükümette beceri sergilediler. Fakat Erdoğan geçen ay yakın çalışma arkadaşı Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanlığına aday göstererek fazla ileriye gitti. Hızla gelişen bir dizi olay sırasında, Gül yeterli oyu almayı başaramadı, Anayasa Mahkemesi seçimi hükümsüz kıldı, milyonlarca laik sokaklara döküldü, ordu bir darbe yapabileceğinin sinyallerini verdi ve Erdoğan erken seçim çağrısı yaptı.

Pek çok soru var: AKP mecliste çoğunluğu yeniden kazanabilir mi? Bunu başaramazsa, bir koalisyon kurabilir mi? Kendi üyelerinden birini cumhurbaşkanlığına getirmeyi başarabilecek mi? Daha önemlisi, AKP liderliğinin niyeti ne? Erbakan'ın kaderini görmüş bir parti olarak, AKP gizli bir İslami programa mı sahip ve İslami amaçlarını saklamayı öğrendi mi? Yoksa bu amaçlardan gerçekten vazgeçti ve laikliği kabullendi mi?Niyete dair bu sorular sadece spekülasyonla yanıtlanabilir. 2005 ortasında Türkiye'ye yaptığım bir ziyarette şu kanıya vardım: AKP'nin gizli bir programa sahip olup olmadığını değerlendirmek, iki tarafta da ikna edici kanıtların bulunduğu 'entelektüel bir yapboz'a benziyor. İki yıl sonraki ziyaretimde durumun hâlâ aynı olduğunu gördüm. Sadece incelenecek ve yorumlanacak daha fazla veri var.Her Türk gibi yabancı hükümetler de AKP'yi kendi kendine yargılamalı. Anketler Türk seçmenlerin hâlâ kararsız olduğunu gösterirken, yabancı liderler Erdoğan'ın lehine davrandı. Avrupa Konseyi ordu müdahalesini kınadı.

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 'Türkiye'yi Avrupa'ya yaklaştırdığı' için AKP'yi överek daha da ileriye gitti ve partinin bireysel ve dini özgürlükler alanındaki Türk kanunlarını Avrapa'nınkilerle uyumlu hale getirme çabalarını özellikle destekledi.AB üyeliği şeriata giden yol olabilir!Fakat Rice'ın açıklaması, AKP'nin zinayı suç haline getirmeye ve alkol satılmayan bölgeler yaratmaya çalışarak İslami hukuku uygulama çabasını göz ardı ediyor; ki AKP, İslami mahkemeleri laik mahkemelere tercih ediyor, dini azınlıklara taraflı yaklaşıyor.

Dahası, AB üyeliği AKP'ye büyük bir 'yan çıkar' sağlıyor: Türkiye'nin katı laik ordusunun siyasi rolünü azaltarak, AB üyeliği paradoksal biçimde İslami hukukun uygulanmasının yolunun açılmasını kolaylaştırıyor. Son olarak, Rice ABD-Türkiye ilişkilerinde AKP kaynaklı yaşanan gerginlikleri göz ardı ediyor.Fakat Rice'ın yüzeysel analizinin tali bir yararı da var: Türkiye'deki mevcut Amerikan karşıtlığı göz önüne alındığında, ABD desteği AKP'ye oy kaybettirebilir. Şaka bir yana, Washington AKP'yi desteklemeyi bırakıp, geleneksel müttefikleri olan laiklerin tarafını tutmalı.

(Daniel Pipes, Ortadoğu Forumu'nun yöneticisi, 16 Mayıs 2007)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? ... egoryID=99

Yazar:  free_soul [ 09.03.10, 17:37 ]
Mesaj Başlığı:  Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

'Stratejik derinlik' Batı'yı ikinci plana itiyor

Daniel Pipes

Radikal

29 Ekim 2009

Özgün metin çevirisi: Turkey: An Ally No More


Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad hakkında "Kuşkusuz ki o bizim dostumuzdur" diyor, hemen ardından da İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ı Gazze'de nükleer silah kullanma tehdidinde bulunmakla suçluyor. Bu aşırı değerlendirmeler, Türkiye hükümetinin yönelimindeki derin değişime işaret ediyor. Türkiye 60 yıldır Batı'nın en yakın Müslüman müttefikiydi, ta ki Erdoğan'ın AKP'si 2002'de iktidara gelene kadar.

Ekimde yaşanan üç olay, bu değişimin boyutunu açığa vuruyor. İlki, uzun yıllardır laikliğin kalesi ve İsrail'le işbirliğinin savunucusu olan Türk ordusunun 11 Ekim'de aniden, İsrail güçlerinin Anadolu Kartalı tatbikatına katılmamasını istemesiydi. Erdoğan 'diplomatik hassasiyetleri' gerekçe gösterdi; Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da 'Gazze, Doğu Kudüs ve El Aksa Camii'yle ilgili hassasiyetten' dem vurdu. Türkler, Gazze operasyonunda Hamas'a saldırmış olabilecek İsrail uçaklarını özellikle reddetti. Şam bu kararı alkışlarken, ABD ve İtalya güçlerini Anadolu Kartalı'ndan çekki; bunun üzerine uluslararası tatbikat iptal edildi.

İsrailliler içinse bu 'ani ve beklenmedik' değişim, Türkiye'yle 1996'dan beri sürdürülen askeri işbirliğini temelinden sarstı. Sözgelimi eski hava kuvvetleri komutanı Eitan Ben-Eliyahu iptali 'ciddi endişelere yol açan bir gelişme' diye niteledi. Kudüs buna derhal, İsrail'in Türkiye'ye ileri teknoloji ürünü silah tedarikini (sözgelimi Türk hava kuvvetlerine 140 milyon dolarlık savaş uçağı hedef sistemleri satışını öngören son anlaşma) gözden geçirme kararı alarak karşılık verdi. ABD Kongresi'ne sunulan Ermeni soykırımı tasarılarının alt edilmesi konusunda Türklere yardım etmekten vazgeçme fikri de gündeme geldi.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Türkiye ve Suriye güçlerinin geçenlerde 'Ankara yakınlarında tatbikat yaptığını' açıkladı. Muallim bunun önemli bir olduğunu söylüyordu, 'zira böylece Türkiye'deki askeri ve siyasi kurumların Suriye'yle stratejik ilişkiler konusunda anlaşmazlık yaşadığı iddiaları boşa çıkıyordu'. Tercümesi şu: Türkiye'nin silahlı kuvvetleri siyasetçilere yenildi.

Üçüncüsü de Davutoğlu liderliğindeki 10 Türk bakanın 13 Ekim'de Suriyeli muadilleriyle, yeni kurulan 'Türkiye-Suriye Üst Düzey Stratejik İşbirliği Konseyi'nin himayesindeki görüşmelere katılmasıydı. Bakanlar 10 gün içinde uygulanacak 40'a yakın anlaşma imzaladıklarını; nisanda ilkinden 'daha kapsamlı ve büyük' bir ortak kara tatbikatı düzenleneceğini ve iki ülke liderlerinin kasımda stratejik bir anlaşma imzalayacağını açıkladı.

Konseyin ortak nihai bildirisi, iki taraf arasında 'karşılıklı yarar ve çıkar temelindeki geniş bir alanda işbirliğini güçlendirmek ve yaygınlaştırmak, halklar arasındaki kültürel bağları ve dayanışmayı pekiştirmek için uzun vadeli bir stratejik ortaklığın' kurulduğunu ilan etti. Davutoğlu'na göre konseyin ruhu, 'ortak kader, tarih ve gelecek'ti ve 'geleceği birlikte inşa edeceklerdi'. Muallim'se bu birlikteliğin iki halkın 'kutlaması gereken bir bayram' olduğunu söylüyordu.

Ankara'nın Suriye'yle savaşın eşiğine geldiği 10 yıl öncesine kıyasla ilişkilerde gerçekten de müthiş bir dönüşüm söz konusu. Fakat Şam'la ilişkilerin iyileştirilmesi, Ankara'nın bölgede Müslüman ülkelerle ilişkilerini güçlendirmek yönündeki daha kapsamlı çabasının sadece bir parçası. Davutoğlu'nun 2000'de yayımlanan 'Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Konumu' adlı etkili kitabında dile getirdiği bir strateji bu.

Batılı yetkililer büyük hata yapıyor Özetlersek, Davutoğlu komşularla gerilimin azaltılmasını ve Türkiye'nin bir tür modernleşmiş Osmanlı İmparatorluğu misali, bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasını öngörüyor. Bu stratejiye içkin olan şey, Türkiye genelde Batı'dan, özelde de İsrail'den uzaklaşması. İslamcı kavramlarla sunulmasa da, 'stratejik derinlik' AKP'nin İslamcı dünya görüşüne oldukça uygun.

Barry Rubin'in de dikkat çektiği gibi, "Türkiye hükümeti siyasi olarak İran'a ve Suriye'ye, ABD ve İsrail'e olduğundan daha yakın." Jerusalem Post yazarlarından Caroline Glick daha da ileri gidiyor: "Ankara Batı ittifakını çoktan terk etti ve İran mihverinin dört dörtlük bir üyesi haline geldi." Fakat Batı'daki yetkililer Türkiye'nin ittifaklarındaki bu önemli değişimi ve bu değişimin sonuçlarını neredeyse hiç görmüyor. Bu hatanın bedeli çok geçmeden açığa çıkacaktır.

http://tr.danielpipes.org/7721/strateji ... ana-itiyor

Yazar:  free_soul [ 09.03.10, 17:48 ]
Mesaj Başlığı:  'Stratejik derinlik' Batı'yı ikinci plana itiyor / Daniel Pi

AKP orduyu da ele geçirmek istiyor

04/03/2010

1923'ten beri en ağır krizini yaşayan Türkiye'de, AKP'nin orduyu Atatürkçü bir kurumdan Gülenci bir kuruma dönüştürmekte başarılı olup olmayacağını yakın zamanda göreceğiz. Ordu bağımsızlığını korursa, Türkiye Müslümanlar için önüne gelen her şeyi yıkan İslamcılığa karşı alternatif olacak

DANIEL PIPES


Türkiye’de yüksek rütbeli askerlerin geçen hafta tutuklanması ve suçlanması, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923’te cumhuriyeti kurmasından bu yana potansiyel olarak en ağır krize yol açtı. Önümüzdeki haftalar muhtemelen, bu ülkenin İslamcılığa doğru kaymaya mı devam edeceğini, yoksa geleneksel laikliğine mi döneceğini gösterecek. Çıkacak sonuç da her yerdeki Müslümanlar açısından önemli etkiler içerecek.

Türkiye’nin ordusu uzun zamandan beri hem ülkenin en güvenilir kurumu, hem de Atatürk’ün mirasının, özellikle de laikliğinin garantörüydü. Kurucuya kendini adamak öyle kuru ve soyut bir durum değil, bir Türk subayın hayatının gayet hakiki ve merkezi bir parçasıdır; gazeteci Mehmet Ali Birand’ın da belirttiği gibi, askeri okul öğrencilerinin Atatürk’ün adının anıldığını duymadan bir saat bile geçirmesi neredeyse mümkün değil.

Ordu 1960-1997 arasında ters giden siyasi süreci onarmak için dört defa müdahale etti. Bu vakaların sonuncusunda, Necmettin Erbakan’ın İslamcı hükümetini yerinden etti. Erbakan’ın ekibinden bu deneyimle kulakları çekilen bazıları, daha temkinli AKP’nin altında yeniden örgütlendi. 2002’deki belirleyici seçimde de oyların çoğunluğunu alarak, itibarlarını kaybetmiş ve bölünmüş merkez partilerini sandığa gömdüler.

Tekrar tekrar elde ettiği seçim başarıları, AKP’yi ilk baştaki temkinli yaklaşımından vazgeçmek ve
ülkeyi Türkiye İslam Cumhuriyeti hayaline daha hızlı bir biçimde götürmek yönünde cesaretlendirdi. Parti eğitim, iş çevreleri, medya ve diğer önde gelen kurumlar üzerinde artan bir kontrol kurarken, cumhurbaşkanlığına ve yargıya da yandaşlarını yerleştirdi. Türklerin ‘derin devlet’ diye adlandırdığı, istihbarat organları, güvenlik hizmeti ve yargıdan oluşan seçilmemiş kurumlar üzerindeki laik kontrole bile meydan okudu. Ülkenin yöneliminin nihai belirleyicisi olan ordu, AKP’nin kontrolünün dışında kalan tek kurumdu.

O dönemde birkaç faktör AKP’yi orduya karşı koyma yönünde harekete geçirdi: AB üyeliğinin ordu üzerinde sivil kontrol gerektirmesi; 2008’de AKP’yi kapatılmanın eşiğine getiren bir dava; ve partinin İslamcı müttefiki olan Fethullah Gülen hareketinin giderek artan kararlılığı. Partinin desteğinin azalması da bu mücadeleye bir aciliyet hissi ekledi; zira oylarının düşmesi AKP’nin tek parti yönetiminin bir sonraki seçimde son bulması anlamına gelecektir.

AKP 2007’de, seçilmiş hükümeti devirmeyi planlama suçlamasıyla askerler de dahil olmak üzere kendisini eleştiren yaklaşık 200 kişiyi tutuklamak için Ergenekon adı verilen ayrıntılı bir komplo teorisi tasarladı. Ordu buna pasif bir yanıt verdi, dolayısıyla AKP bu kez Balyoz adı verilen ve yalnızca orduyu hedef alan ikinci bir komplo teorisini tezgâhladı.

Ordu herhangi bir yasadışı faaliyette bulunduğunu reddetti ve Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ “Sabrımızın bir sınırı var” uyarısında bulundu. Fakat hükümet buna rağmen 22 Şubat’tan itibaren 67 muvazzaf ve emekli askeri tutuklayarak ilerledi.

Askerin iki seçeneği var
AKP bu şekilde meydan okuyarak ordu liderliğini iki itici seçenekle karşı karşıya bırakıyor: İlki, AKP’ye boyun eğmeye devam etmek ve 2011 civarında düzenlenecek adil seçimlerin bu süreci durdurup tersine çevireceğini umut etmek; ikincisiyse, bir darbe düzenleyip, seçmenin itiraz etmesi ve İslamcıların seçim gücünün artması konusunda riske girmek.

Tehlikedeki mesele şu: Ergenekon/Balyoz saldırısı orduyu Atatürkçü bir kurumdan Gülenci bir kuruma dönüştürmekte başarılı olacak mı, yoksa AKP’nin bariz hilekârlığı ve fazlasıyla ileri gitmesi, laikleri kendilerine güvenmeye mi teşvik edecek? Bu mesele nihayetinde şu soruyla ilgili: Türkiye şeriatla mı yönetilecek, yoksa laikliğe geri mi dönecek?

Türkiye’nin İslami açıdan önemi, bu krizin sonucunun dünyanın her yerindeki Müslümanları etkileyeceğine işaret ediyor. AKP’nin ordu üzerinde hâkimiyet kurması, İslamcıların ülkenin en güçlü laik kurumunu kontrol etmesi anlamına gelir ve bu da onların şu an için durdurulamaz olduğunu gösterir. Fakat eğer ordu bağımsızlığını korursa, Atatürk’ün Türkiye’deki vizyonu hayatta kalacaktır ve dünya çapındaki Müslümanlar açısından da önüne gelen her şeyi yıkan İslamcılığa karşı bir alternatif oluşturacaktır.

2 Mart 2010
Jerusalem Post (İsrail gazetesi)

(Daniel Pipes, ABD’deki yeni muhafazakâr düşünce kuruluşu Ortadoğu Forumu’nun yöneticisi ve Stanford Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi )

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? ... goryID=132

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 12:54 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

Alıntı:
ABD’li ünlü akademisyen-yazar Daniel Pipes, Türkiye’de son dönemde ya$anan siyasi krizi yorumladi. Pipes’in kendi sitesinde dün yayinlanan makaleyi Odatv okuyuculari için Türkçe’ye çevirdik. I$te Pipes’in kaleminden “Türkiye’de Kriz” ba$likli makale:

Türkiye’de geçtigimiz hafta içinde en üst rütbelerdeki askerlerin tutuklanmalari ve haklarinda dava açilmasi, ülkede Atatürk’ün Cumhuriyet’i kurdugu 1923 yilindan sonraki en ciddi krizin çikma sürecini hizlandirdi. Ülkenin Islamizm’e dogru kayi$inin devam mi edecegini yoksa geleneksel laiklik anlayi$ina geri mi dönülecegini önümüzdeki haftalar gösterecek. Sonucun tüm dünyadaki Müslümanlar için de önemli anlamlari var.
Türk ordusu uzun süredir ülkenin en güvenilen kurumu ve Atatürk’ün mirasinin, özellikle laiklik anlayi$inin koruyucusu olagelmi$tir. Ülkenin kurucusuna olan baglilik kuru kuruya bir soyutlama degil bir Türk subayinin ya$aminin en gerçek ve merkezi parçasidir; gazeteci Mehmet Ali Birand’in belgeledigi üzere Harbiyeli subaylar Atatürk’ün isminin zikredilmedigi bir saat bile geçirmezler.
Ordu eksenden sapan politik süreci yoluna sokmak için 1960 ve 1997 yillari arasinda dört kere müdahale etti. Bu müdahalelerin sonuncusunda Necmettin Erbakan’in Islamci yönetimini görevi birakmaya zorladi. Erbakan’in, bu deneyimi ya$ayan kadrosundan bazi ki$iler daha dikkatli hareket eden Adalet ve Kalkinma Partisi’nde yeniden organize oldular. Türkiye’deki belirleyici 2002 seçimlerinde yüzde 34 oy alarak, halkin güvenini yitirmi$ ve kendi içinde bölünmü$ merkez partilerine büyük bir fark attilar.
AKP, meclisteki sandalyelerin yüzde 66’sini kazanip çogunlugu saglayinca ve ender rastlanilan tek parti hükümetini kurunca iktidar el degi$tirdi. AKP Islamci bir düzenin temellerini atma firsatindan ustaca yararlanmakla kalmadi buna kar$i koyacak hiç bir parti ya da lider çikmadi. Sonuç olarak AKP 2007 seçimlerinde oy oranini büyük ölçüde arttirip yüzde 47’ye çikartti ve meclisteki sandalyelerin yüzde 62’sini aldi.
AKP ardi ardina gelen seçim ba$arilari sonucunda cesaretlenip dikkati elden birakti ve ülkeyi hayal ettigi Türkiye Islam Cumhuriyeti rüyasina dogru götürmeye hizla devam etti. Parti cumhurba$kanligina ve adli kurumlara yanda$larini getirirken egitim, i$ dünyasi, medya ve diger önde gelen kurumlardaki kontrolünü arttirdi.Hatta laiklik yanlilarinin, Türklerin “derin devlet” adini verdikleri yapi – haber alma servisleri, güvenlik kurumlari, yargi – üzerindeki kontrolüne bile meydan okudu. Sadece ülkenin istikametinin nihai belirleyicisi olan orduyu kontrol altina alamadi.
Avrupa Birligi’nin ordu üzerinde sivil denetim talepleri, AKP’yi kapanma noktasina getiren 2008 mahkeme karari, Islamci müttefikleri Fethullah Gülen Hareketi’nin artan özgüveni gibi çe$itli etkenler AKP’yi orduyla kar$i kar$iya gelme konusunda te$vik etti. AKP’nin oy oranindaki, tek parti yönetiminin bir sonraki seçimlerde sona erecegini gösteren azalma (2007’de yüzde 47 olan oy orani $u anda yüzde 29) bu kar$i kar$iya gelme sürecini hizlandirdi.
AKP 2007 yilinda Ergenekon adinda özenle hazirlanmi$ bir komplo teorisi tertipledi ve aralarinda seçilmi$ hükümeti devirmek için plan yapma suçlamasiyla bazi subaylar da dahil olmak üzere yakla$ik 200 AKP muhalifini tutukladi. Ordu bu geli$me kar$isinda pasif kalinca AKP 22 Ocak’ta Balyoz adinda ikinci bir komplo teorisi hazirlayarak bahsi arttirdi.

Ordu yasadi$i eylemlerde bulundugunu yalanladi ve Genelkurmay Ba$kani Ilker Ba$bug “Sabrimizin bir siniri var” uyarisini yapti. Buna ragmen hükümet geri adim atmadi ve 22 $ubat’ta, aralarinda hava ve deniz eski komutanlarinin da bulundugu 67 muvazzaf ve emekli subayi tutukladi. Bugüne kadar 35 subay hakkinda dava açildi.
Böylelikle AKP genelkurmayi düelloya davet ederek hiç de ho$ olmayan iki seçenekle ba$ ba$a birakti:
1) Bazi konularda AKP’ye riza göstermeye devam etme ve 2011’de yapilacak adil bir seçimle bu sürecin sona erip tersine dönmesini ümit etme;
2) Ya da seçmenlerin tepki olarak Islamcilari seçimle güçlendirme riskini göze alarak bir darbe yapma.

$u anda üzerinde tarti$ilan konu Ergenekon/Balyoz saldirilarinin orduyu Atatürkçü bir kurumdan Gülenci bir kuruma dönü$türmekte ba$arili mi olacagi ya da AKP’nin gözler önündeki hilekârligi ve aldatmacali isteklerinin, laiklik taraftarlarinin kendilerine olan güvenlerini kazanip seslerini çikarmaya ba$lamalarini te$vik mi edecegi.
Bu mesele Türkiye’nin $er’i sisteme mi geçecegi ya da laiklige geri mi dönecegi meselesi.

Türkiye’nin Islam dünyasindaki önemi, bu krizin sonucunun dünyanin her yerindeki Müslümanlar için etkileri olacagini gösteriyor. AKP’nin ordu üzerinde tahakküm kurmasi Islamcilarin, Müslüman dünyanin en kuvvetli laik kurumunu kontrol altina almalari ve $u an için durdurulmaz olduklari anlamina geliyor. Eger ordu bagimsizligini sürdürebilirse, Atatürk’ün görü$leri Türkiye’de ya$amaya ve tüm dünyadaki Müslümanlara Islamci köktendincilige kar$i bir alternatif sunmaya devam edecek.

Çeviren: Tansu Akgün
Odatv.com

http://www.turkishforum.com.tr/tr/conte ... 99de-kriz/

2 Mart 2010
Jerusalem Post (İsrail gazetesi)



Türkiye’de kriz mi?

John L. Esposito

04 Mart 2010


Geçen hafta Soner Çağaptay’ın “Türkiye’deki darbe tutuklamalarının ardında gerçekte ne var?” başlıklı yazısı ile Daniel Pipes’ın “Türkiye’de Kriz” başlıklı yazıları dâhil yaygaracı bazı metinler, Türkiye’nin geleceğini, AB ve ABD ile ilişkilerini tehdit eden ölümcül bir kriz uyarısında bulundular. Üst düzey komutanların hükümeti devirmek için terör faaliyetleri planlamaktan dolayı tutuklanmaları ve haklarında dava açılması ve iktidardaki AK Parti ve Gülen hareketi ittifakı olarak gördükleri şey yüzünden her ikisi de çileden çıkmış. Pipes alam veren en abartılı ifadesinde şöyle diyor: “Geçen hafta Türkiye’de üst düzey askeri yetkililerin tutuklanmaları ve haklarında dava açılması, Atatürk’ün cumhuriyeti kurduğu 1923 yılında bu yana potansiyel olarak en ciddi krizi başlattı. Ülke İslamcılığa doğru kaymaya devam mı edecek yoksa geleneksel laikliğine geri mi dönecek? Önümüzdeki haftalar gösterecektir. Akıbetin, dünyanın her yerindeki Müslümanlar için önemli anlamları olacaktır. Pipes’tan geri kalmayan Soner Çağaptay da uyardı: “Tüm işaretler, karanlık İslami hareketi kollarını Türk siyasi hayatının her alanına hızla uzatmış Fethullah Gülen’e işaret ediyor.''

İki kez demokratik seçimle iş başı yapan iktidardaki AK Parti ve Gülen hareketi mücrimlikle suçlanıyor. Sahip oldukları nüfuz, laik ve İslamcı yahut dini güçler arasındaki devasa çatışmaya işaret etmekte deniliyor; Atatürk’ün laik devlet ve toplum mirâsı ve onun seçkinleri abluka altında. Türkiye’yi bu uçurumun kenarına getiren uğursuz işaretler nelerdi peki? Demokratik yolla seçilen ve mecliste çoğunluğu sağlayan Anadolu’nun eğitimli taşralıları, yükselen bir sınıf, Türkiye’nin laik müesses nizâmına, konumuna, gücüne ve imtiyazlarına meydan okudu. AK Parti kurucuları şu an başbakan ve cumhurbaşkanı. AK Parti ve Gülen hareketi üyeleri yani yükselen alternatif seçkinler, orduya ve emniyet teşkilatı gibi dışlandıkları pek çok kuruma nüfuz ettiler. Dahası, Gülen hareketi, modern bilimsel ve dini eğitime vurgu yapan etkileyici bir okul ağıyla Türkiye’de ve dünyada kaydadeğer bir varlık gösteriyor. Önde gelen medya kurumlarını da yönetiyorlar ve iş dünyasında çetin bir güçler.

Eski siyasi partiler ve laik seçkinler muktedir olmadıklarını, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu siyasi ve iktisâdi sorunlara hitap eden geniş tabanlı, popüler mesajı olan etkin bir muhalefeti örgütlemekten aciz olduklarını ispatladılar. Bunun aksine, AK Parti Türk devletinin laik doğasını, din ve devlet ayrımını teyid etti. Fakat din karşıtı önyargılara sahip seleflerinin sertlik yanlısı laik köktenciliğinin aksine, laikliğin hem inananlara hem de inanmayanlara kamusal alan sağlayabileceğinde ısrar etti. Önemli siyasi ve iktisâdi reformlar yaptı, Türkiye’nin AB üyeliği hedefinde ilerlemeler sağladı, insan hakları meselelerini ele aldı, Kürt ve Ermeni sorunlarını çözmek için mücadele etti. Bu süreç, tuzaklardan ve sorunlardan azâde değil nitekim.

Sertlik yanlısı laik seçkinlerin ve ordunun sözcüsü gibi konuşan Pipes “Türkiye ordusunun hem devletin en güvenilen kurumu olduğunu hem de Atatürk mirâsının garantörü olduğunu” iddia ediyor. Sicili nasıl peki? Ordu “laik Türk devletini korumak” için dört kez “müdahale” yaptı. Pipes’ın “yolunu şaşırmış süreci onarmak için müdahale etti” demesi, askeri darbeleri apaçık onaylama anlamı taşır. Hem Pipes hem de Çağaptay, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri en az 3-4 kez darbe teşebbüsüne girildiği gerçeğini örtbas etmektedirler, ki Türk hâkimlerinin teyidindedir.

Evet, geçmişin mirâsından bir kopuş söz konusudur ve bunun Türkiye ve dünyadaki Müslümanlar için önemli anlamları vardır. Türkiye artık daha demokratik; daha açık bir siyasi ve sosyal sistemi, daha geniş tabanlı bir seçmen ve liderliği var; ordu dâhil tüm kurumlara hesap verme zorunluluğu da getiren hukukun hâkimiyetine daha fazla ehemmiyet veriliyor. Şahit olduğumuz şeyler laikler ve sözümona İslamcılar arasındaki bir hesaplaşma değil bir normalleşme süreci, Türkiye demokrasisinin, kurumlarının ve hukukun hâkimiyetinin kemâle erme yolunda ilerleyişidir.


Çeviren: M. Alpaslan Balcı

http://www.dunyabulteni.net/author_arti ... p?id=12800

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 12:55 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

Türkiye'deki Başarısız Darbe Teşebbüsü

İbrahim Kalın

MONDAY, 08 MARCH 2010


"Balyoz operasyonu" adı verilen ve yüksek rütbeli ordu yetkilieri tarafından Türk hükümetini düşürmeye yönelik olarak planlanan darbe projelerinin ortaya çıkarılması ve bu çerçevede birbiri ardına gelen yüksek rütbeli subayların tutuklanmaları, Türk demokrasisinin güçlendiğinin göstergesidir. Diğer taraftan, bazı çevrelerin iddia ettiği gibi, savcıların gerçeği ortaya çıkarmaya yönelik çabaları, Türk ordusunu gözden düşürme operasyonu ya da "laikçiler" ve "islamcılar" arasında bir güç gösterisi olmaktan da uzaktır.

Türk toplumu ve siyaseti böyle basit formullerle açıklanamayacak kadar karmaşıktırlar. Bununla beraber, Türkiye oldukça ciddi bir dönemden geçmektedir zira bu dönem ülkenin onyıllar süren askeri vesayet rejiminden sivil politikaya geçişi anlamına gelecek ve böylece Türkiye'nin tam manasıyla bir demokrasi yönetimine dönüşümü tamamlanmış olacaktır.
"Balyoz" darbe planının, ilk kez 2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AKP) devirmek üzere planlanmış bir dizi girişimden birisi olduğu iddia ediliyor. Anayasaya göre, herhangi bir kurumun, ve hatta ordunun bile demokratik yollardan seçilmiş hükümeti devirmeye çalışması yasalara aykırı sayılıyor. Bu şekilde bir darbenin gerçekleşmesi halinde Türkiye, Avrupa Birliği'ne tam üyelik rüyalarından vazgeçmek zorunda kalacaktı.

Türk ordusunun Türk siyasetindeki aşırı nüfuzu ve bazı subayların sivil kontrole tabi oldukları gerçeğini reddetmeleri ile ilgili meseleler düzenli olarak AB ilerleme raporlarında gündeme getiriliyor . Türkiye'de 1960, 1971 ve 1980 yıllarında meydana gelen üç askeri darbe, ülke için ne refah ne de istikrar getirdi. 1997 yılında gerçekleşen post-modern darbe yoluyla demokratik yollardan seçilmiş hükümetin ordu tarafından istifaya zorlanması, Türk toplumunda derin yaralar açmıştır. Yapılan anketler, Türk halkının ezici çoğunluğunun, kışlasında kalmaya devam etmesi şartıyla orduya saygı duyguğunu göstermektedir.

Savcılar tarafından ortaya çıkarılan kanıtlara göre, AKP hükümetinin iktidara gelmesinden bu yana, "Sarıkız", "Ayışığı", "Yakamoz" ve "Eldiven" isimli dört darbe girşimi meydana geldi. 27 Nisan 2007'de, Türk Silahlı Kuvvetleri bir bildiri yayınlayarak, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkankığı adaylığına karşı çıkmış ve Gül'ün seçilmesi halinde ülkenin kaosa sürükleneceği konusunda bir uyarı yapmıştı. Fakat bu tahdit işe yaramadı ve mücadeleyi Gül kazandı.

Kısa süre önce konuyla ilgili bir açıklama yapan dönemin Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 27 Nisan bildirisini kendisinin kaleme aldığını açıklamıştı. 14 Mart 2008'de Cumhuriyet Başsavcısı, AK Parti hükümetinin laiklik ilkesine aykırı hareket ederek anayasayı çiğnediğini gerekçe göstererek parti aleyhinde bir kapatma davası açtı. Fakat kapatma davası, gazete küpürlerinden ve hükümet aleyhinde olan yorum köşelerinden toplanan kanıtlarla hazırlanmış ve neredeyse tamamen siyasi ve ideolojik temeller üzerine bina edilmişti.

Diğer taraftan "Balyoz", şu ana dek ortaya çıkarılan en son ve ucu 2003 yılına uzanan bir darbe planı. Darbe planının ilk kez yayınlandığı Taraf gazetesine göre, 5000 sayfalık planda bir camiler yakılması, Yunanistan'a ait bir savaş uçağı düşürülmesi ve ordu karşıtı figürlerin toplu halde tutuklanması ile birlikte ülkede bir kaos yaratma planları yer alıyor. Plandaki amaç, ordunun yönetimi devralması için ortam hazırlanması.

Bazı eleştirmenler bu planlamanın sadece "savaş oyunundan" ibaret olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiğini söylüyorlar. Aynı şeyi, Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanan "İrticayla Mücadele Eylem Planı" adlı plan konusunda üst düzey ordu yetkililerinin ağzından da duymuştuk. 26 Haziran 2009'da Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bu eylem planını "kağıt parçası" olarak nitelendirmişti. 8 ay sonra ise, davayı araştıran askeri bir komite planın gerçekten de AK Parti hükümetine zarar vermeyi ve hükümeti gözden düşürmeyi amaçladığını ortaya koymuştu.

Yukarıda sıralananlar demokrasinin ihlali değil de nedir? Hiçbir demokratik ülke, hiçbir koşulda ordunun yönetime bu şekilde müdahale etmesine göz yummaz.

Fakat bazı eleştirmenler hala bu çabaların arkasındaki asıl niyetin kötü olduğu konusunda ısrar ediyorlar. Bu çevreler, süreci "İslamcı AKP" ve ülkenin demokrasi yanlısı laikçileri arasındaki bir güç gösterisi olarak göstermeye çalışıyorlar. Amerikalı polemik uzmanı Daniel Pipes işi daha da ileri götürerek, 1960, 1971, 1980 ve 1997'deki askeri darbelerin, yolunu kaybeden Türk siyasetini düzeltmek amacıyla yapıldığını iddia ederek darbeleri haklı çıkarmaya çalışıyor. Acaba Pipes, Amerikan Ordusu'nun tek taraflı olarak ABD siyasetinin yolunu şaşırdığı sonucuna vararak Amerikan hükümetini devirmesini nasıl karşılardı?

Darbe planlarının açığa çıkarılması, Türk demokrasisinin olgunlaşmasının açık bir işaretidir. Devam eden yasal incelemeler herhangi bir İslamcı-Laikçi güç gösterisine ya da Türk generallerin itibarını zedelemeye yönelik bir kampanyaya işaret etmiyor. Bunlar, ordunun tam anlamıyla sivil yönetimin kontrolüne geçmesi ve hiç kimsenin kanunların üstünde olmadığının kanıtlanması ile sonuçlanacak normalleşme sürecinin parçalarıdırlar.

http://www.turkishny.com/headline-news/ ... e-teebbusu

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 12:57 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

'Ustalık' buna deniyor...

Taha KIVANÇ


Ülkemizin en kıdemli gazetecisi, medyada bugün yöneticilik ve köşe yazarlığı yapanların çoğunun 'ustası', Amerikalı 'gazeteci' ve Türkiye uzmanı Nick Ludington'un dostu, 'askere en yakın yazar' olarak bilinen Mehmet Ali Kışlalı'nın (MAK) 'Monşerler Çalışıyor' yazısına nihayet sıra geldi.

Elinden tuttuğu meslektaşların 'Usta' diye andığı MAK hakkında konuşarak geçirdik iki günü; şimdi artık esasa geçebiliriz.

Türkiye'de olağanüstü bir şeyler yaşanacağını herkes bir şeylerden anlamaya çalışır da, benim için birkaç simge ismin yazılarının bir yerlerde görünmesi 'alarm' zillerinin çalması anlamına gelir. ABD'de mukim ve İsrail'e yakın düşünce üreten WINEP ve Hudson enstitülerinde 'Türkiye masası şefi' unvanıyla çalışan Soner Çağaptay ile Zeyno Baran sözgelimi... Michael Rubin, Frank Gaffney Jr. ve Daniel Pipes da öyle...

Bunlardan birinin yazısının bir yerlerde çıkmasını fazla önemsemem, ancak ikisi-üçü veya hepsi birden uluslararası medyada "Türkiye, Türkiye..." demeye başlamışsa mutlaka kulak kabartırım.

"Yoksa..." diyecekleri hemen uyarayım: Şu sıralarda böyle bir durum yok... Soner Çağaptay'ın ocak ayı ortalarında çıkan son Newsweek yazısı "Kürt açılımı hedefine varamadı" sevincini Amerikalı okurlara iletiyor... Aynı grubun çıkardığı Washington Post gazetesi 2 Şubat'ta "Türkiye Batı'dan uzaklaşıyor" iddialı yazısını basmış...

Solo bir gayret bu.

Zeyno Baran geçen yılın Nisan ayından beri suskun görünüyor... Daniel Pipes 2009 kasımından sonra ülkemizle ilgili yazı yazmamış... Frank Gaffney'in içinde Türkiye adı geçen son yazısı mart 2009 tarihli... Michael Rubin? Onun son Türkiye yazısı ise iki yıl öncesinin tarihini taşıyor...

Uzunca bir süre ilgilerini Türkiye üzerinden eksik etmeyen Daniel Pipes, Frank Gaffney ve Michael Rubin'in birdenbire konudan uzaklaşmasının sebebi, o yıllarda kendilerine sponsorluk yapan Türk işadamının sorununu başka bir yolla çözmeye karar vermesi... Bu adamları otelinde konuk eden, bir dediklerini iki etmeyen patron arkalarından çekilince onlar da Türkiye'ye ilgilerini kaybediverdiler...

Sanırım bu ekürinin akıl hocası olan ve bir uluslararası toplantıda yanıma kadar gelerek patronun haklarını savunan Richard Perle de artık başka telden çalmaya başlamıştır...

MAK'ın 'monşerler' dediği eski diplomatlar yeni bir maden keşfetmişler: Barry Rubin... "Atlatma haber: İslamcı-solcu ittifakı Türkiye'de demokrasinin altını nasıl kazıyor?" başlıklı bir makale yazmış adam... MAK, "İncelemede" diyor, "Deneyimli basın mensuplarının bile gözünden kaçmış olup Türkiye'de sahnelenen 'gizli operasyon' adı verilebilecek birçok işarete rastlıyorsunuz."

Gözünden böyle bir haber kaçan 'deneyimli basın mesubu' herhalde MAK'ın kendisi olmalı...

Peki de, Barry Rubin kimmiş? MAK sadece şu bilgiyi sunuyor: "Makalenin aslı İngilizce. RubinReports' isimli bir Ortadoğu Araştırma Merkezi'nin (GLORIA) direktörü Barry Rubin tarafından yazılmış."

Ortadoğu da, hangi Ortadoğu? Bunu hiç merak etmemiş 'usta' gazeteci; yazının altında verilen bilgiyle yetinmiş... Oysa Barry Rubin İkinci Dünya Savaşı'nda casusların cirit attığı İstanbul'da yaşananları 'İstanbul Entrikaları' adıyla Selim Atalay tarafından Türkçe'ye de çevrilen (Doğan Yayıncılık) kitabında anlatan bir 'Türkiye uzmanı'... İsrailli. Doğan Yayıncılık'ın internet sitesinde, Theodore Herzle sakallı fotoğrafı altında hakkında şu bilgi veriliyor: "İsrail'in disiplinler arası üniversitesi Herzliya bünyesinde hizmet veren GLORIA'nın (Küresel Araştırma ve Uluslararası İlişkiler Merkezi) yöneticisidir."

Rubin daha önce de Tel Aviv'deki Begin-Sadat Center for Strategic Studies (BESA) başkan yardımcısıydı.

Rubin "İslamcılarla solcular elele demokrasiyi tahrip ediyorlar" makalesinden önce Türkiye'de kadınların baskı altında olduğuna, devlet memuruysalar görevlerinden alındıklarına dair bir makale yazmış, orada Emine Erdoğan'la ilgili küçültücü takılmasına Ak Parti milletvekili Özlem Türköne Hürriyet Daily News'da cevap vermiş...

Hepsi bu kadar. Rubin, verilen olağanüstü nazik cevabı, "Türk hükümeti beni korkutmaya kalktı" diye sunuyor okurlarına...

Şimdi konuya bir başka açıdan yakalaşabiliriz: Barry Rubin Türkiye Büyükelçisi'ni aşağılamaya kalkan İsrail'deki Netanyahu-Lieberman ikilisinin akademik kolu olarak çalışıyor; bu belli... Onun birkaç yüz okurla sınırlı etkisini kendisinden 'Monşerler' diye söz edebilen bir eski diplomatlar grubu "Aman ne güzel bir değerlendirme" diye MAK'a (ve muhtemelen başkalarına da) gönderiyor. O da "Kimmiş bu?" diye sormadan, "Türkiye'deki kıdemli gazetecilerin bile dikkatinden kaçan bir tespit" diye sütununa alıyor.

Pes vallahi, pes...

Konunun bir de Kenneth Rogoff kısmı var ki...

YENİŞAFAK
19.02.2010

http://www.samanyoluhaber.com/y_394902_ ... niyor.html

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 13:01 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

"Üzerinde güneş batmayan şirket"

İbrahim Karagül

ibrahimkaragul@gmail.com

05.03.2010

Türkiye'yi; nerede durduğunu, nereye gittiğini, imkanlarını ve zaaflarını açık yüreklilikle ve kendi cümlelerimizle algılayıp tartışabilmenin önümüzdeki en önemli mesele olduğu ortada. Dar çevre bakışı ve hesaplarıyla gözleri körleşenlerin, öfkeden delirenlerin, kendi önceliklerinin ötesinde hiçbir şeye izin vermeyenlerin doğruyu ve yanlışı tespit etmede ciddi zaafları olduğunu, Türkiye için iyiyi ve doğruyu takdir etmelerinin, yanlışı tespit edip uyarmalarının sorunlu hale geldiğini, aslında böyle bir dertlerinin de bulunmadığını söylemek çok da abartılı bir şey olmayacaktır.

Öteden beri bir süreci dikkatle izliyoruz. Yeni küresel konjonktürde Türkiye'nin kendini tanımlama ve konumlandırma arayışını ve bu arayış çerçevesinde özellikle Batı medyasında başlatılan Türkiye tartışmalarını... Ne yazık ki, bu tartışmanın yarısı bu ülkede yapılamıyor. Övmek ya da yermek değil, doğruyu ya da yanlışı tespit etmek değil, olanları abartılı ve coşkuyla benimsemek ya da yerin dibine batırmak değil mesele. Bütün bunları içeren, "Türkiye aslında ne yapmaya çalışıyor" sorusuna cevap aramak için biraz çaba harcamaktır.

Pazartesi-Çarşamba günleri, İtalya'nın, Rönesans Avrupası'nın, Batı düşünce ve sanatının merkezlerinden Bolonya ve Floransa'daydık. Türk Hava Yolları'nın Bolonya'ya ilk seferini başlatması dolayısıyla bir etkinlik düzenlendi. Basın Müşaviri Ali Genç'in davetiyle katıldığım programda, sadece siyasetin değil, şirketlerin, ticaretin, kültürün ve kurumların Türkiye'nin gelecek arayışına katkılarındaki payı bir kez daha görme fırsatı buldum.

THY'nin Avrupa'nın büyüyen tek hava yolu şirketi olması, bilanço göstergeleri, birçok ülke havayolu personelini eğitmesi, dünyanın yüzelli noktasına uçabilmesi, ulusal havayolu şirketi boyutlarını aşıp bölgesel hatta küresel ölçekte etkinlik kurabilme projeleri ve genel anlamda ticari verileri elbette başka bir yazının konusu.

Ancak, bir havayolu şirketinin uçuş programlarının bile Türkiye'nin gelecek hesaplarına paralel seyir izlediğini, Türkiye'nin elinin uzanabildiği her yere ulaştığını, THY'nin uçuş noktalarıyla bile Türkiye'nin ilişkiler ağındaki değişimi anlamanın mümkün olduğunu görmek ve takdir etmek durumundayız. Suriye-Türkiye arasında tam anlamıyla bir uçuş otobanı kurulduğunu, Türkiye'nin yeni büyükelçilik açtığı ülkelere seferler düzenlendiğini, Vietnam'dan Latin Amerika'ya kadar Türkiye'nin dış ilişkiler haritasını THY'nin seferleriyle çıkarmak mümkün olduğunu gördük.

Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu'nun, şirket politikalarını anlatırken Türkiye'nin bölgesel ve küresel açılımıyla paralellik kurması ve bu durumu "Üzerinde güneş batmayan şirket" olarak tanımlaması son derece dikkat çekiciydi. Bu söylemin arkasında yatan düşünceyi paylaşmanın, cesaretlendirmenin, yeri geldiğinde de eleştirip sorgulamanın öneminin takdir edilmesi gerekiyor.

Dışişlerinden ekonomiye, siyasetten güvenlik stratejilerine, sınır illerinin sınırı aşan çabalarından bölgemizdeki ulus üstü ortaklık girişimlerine kadar, bireylerin, kurumların ve çevrelerin bu ülkenin geleceğine yönelik ortak arayışa katkıda bulunması gerekiyor.

Yer yer bazı güçlerin çıkarlarıyla örtüştüğüne yönelik sorgulamalar olsa da "Türkiye'nin stratejik çıkarları"nın belki de ilk kez Türkiye için kullanıldığına yönelik kanaatin de ciddiye alınması gerekiyor.

28 Şubat tetikçisi darbe çağrısı yaptı

Türkiye'nin önünde iki seçenek varmış. "Ya Türk Silahlı Kuvvetleri AK Parti'ye boyun eğmeye devam edecek ve 2011 civarında düzenlenecek adil seçimlerin bu süreci durdurup tersine çevireceğini umut edecek ya da darbe yapacak"mış...

28 Şubat darbesinin ABD ve İsrailli ideologlarından olan ve darbe sonrasında; "koca generalleri nasıl da hizaya getirdik" türünden yazılar döşenen adam yeniden piyasaya çıktı. Kendisi önemli biri değil, ama 28 Şubat döneminde Türkiye gibi bir ülkeyi kontrollerine alabilmiş bir çevrenin tetikçisiydi.

"Türkiye'nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak?" yaygarası koparan, kendilerine "İslam'la savaşın askerleri" olarak tanıtmaktan çekinmeyen, "Türkiye uzmanı" görüntüsü ve "laik rejimi koruma" adı altında iç çatışma senaryolarını pazarlayan, içerideki darbecilerin ortaklarıydı bunlar. İsrail aşırı sağına mensup olup, ABD çapında Müslümanları fişlemek için örgütler kuran, bütün bunları yaparken aynı anda da "aydın" olarak kabul edilebilen, yeryüzünün her bölgesinde İslam ve Müslümanlarla savaş isteyen Daniel Pipes ve cemaati, her fırsatta Türkiye'ye vurmaya devam ediyor. Hâlâ 28 Şubat döneminin hayalini kuruyor olmalılar ki, "Tek çözüm darbe" sloganı atmaya devam ediyorlar!


Yenişafak

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 13:11 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

İslâmla savaşılmaz

Şükrü BULUT


Doğu – Batı savaşının Samuel Huntington ile tarihe gömüldüğünü zannedenler yanıldılar. Huntington mevcut bir cereyanın temsilcisiymiş. Fallaci öldüğünde de, Avrupa’daki İslâm karşıtı seslerin susacağını zannetmiştik. Kölnlü Giordano, Fallaci’yi de geçti. Öyle anlaşılıyor ki, Giordano öldüğünde birçok yeni savaşçılar çıkacak “ikinci Avrupa”dan.

Daniel Pipes İsviçre ve Avustralya basınında çıkan makalesinde tüm avanelerini yanına alarak İslâma saldırıyor. Küçük kıtanın geleceği ile ilgili kehanetlerde bulunurken, İslâmı en büyük tehlike olarak vurguluyor.

Maksat savaş olduktan sonra, gıdasını çatışmalardan alanların nesli tükenmeyecek. Biz Müslümanlara göre bu asrın savaşları; terör, anarşi ve kaosları, kaynaklarını dinsizlikte bulurlar. Kendisiyle barışık olmayan Allah düşmanı, diğer insanlarla, çevresiyle ve tabiatla nasıl barışık olacak ki? Ruhundaki savaşı, anarşi ve kaosu bulunduğu her yerde yansıtma tabiatındaki bu gibi fertler ve cemaatler, yeryüzünde fesat, savaş kaos ve kirlilik çıkarmak üzere devamlı atakta olacaklardır.

İsimlerden çok temsil ettikleri mânâlar önemlidir. Geçen yüzyılı kana, vahşete ve zulme boyayanların ansızın başka yıldızlara göç ettiklerini elbette ki söyleyemezsiniz. Yeni yeni formalar, şekiller, sloganlar ve azıcık değişmiş fikirlerle, dünkü komünizm, bolşevizm, sosyalizm ve materyalizm aramızda yaşıyorlardı, anlayamıyorduk. Ne zaman ki, yeniden kanlar akmaya başladı, sokaklar kaosa düştü, işte o zaman “eski saldırgan dinsizliğin” tekrar atakta olduğunun farkına vardık.

Huntington Amerika’yı esas alarak bir kültür savaşı senaryosu yazmıştı. Dünya Ticaret Merkezinin kuleleri belki de o çerçevede yıkılmıştı. Fitilin ateşlenmesinden beş saat sonra Henry Kissinger, Afganistan ve Irak’ı hedef göstermişti. Organizede başrolleri alan neocon ve neoliberal kadrolar daha önce hazırladıkları El Kaide’yi hedefe yerleştirmişlerdi. Koskoca bir dünya, yıllardır bu eski komünistlerin yalanlarıyla uğraşıp durdu. Aslı menfaate, dinsizliğe ve anarşiye dayanan 11 Eylül faciasından George Bush “Haçlı Seferi” postu da çıkarmaya kalkıştı.
Kamuoyunun, dinsizlerin kontrolündeki medya ile iğfali mümkündür. Fakat yazılanlar çok da uzun süreli olmuyor. Neoconlar ve Mr. Bush, dünyanın yüzüne bakamayacak halde, toplumdan kaçıyorlar bugün.

Huntington ile Francis Fukuyama gibi teorisyenlerle; Dick Cheney ve Paul Wolfowitz gibi pratisyenlerin yıldızlarının en parlak dönemlerinde de söylemiştik. Çatışma merkezinin Amerika olmadığını, asıl sahanın Avrupa olduğunu yazdığımız dönemlerde, Avrupalı çatışma teorisyenleri henüz görünmüyorlardı. Savaşı bu küçük kıta çerçevesinde başlatmak isteyen “dinsiz saldırganların” tezleri medyada alenilik kazanmamıştı. Artık Daniel Pipes, Dennis Prager, Giordano, Ralph Peter ve Geert Wilders gibi yazar ve teorisyenler açıktan açığa küçük kıta için İslâmla savaşa girişiyorlar. Her birisi diğerinden daha dehşetli “felâket senaryoları” yazıyorlar.

Tarihi bilmeyen, İslâmı tanımayan ve Müslümanlarla komşuluk yapmayanları tedirgin edecek derecede tahrik dolu yazıları okuyan bazı Müslümanlar da endişelenebilir. Fakat bir gerçek var; Avrupa dinsizleri İslâmla savaşamazlar.

Savaşamazlar, zira dünya şartları onları evvelâ Hıristiyan Avrupa ile karşı karşıya getiriyor. İslâmın doğru tarifi yapıldığında; barış, huzur, refah, adalet ve güzellik içinde yaşamak isteyen Avrupalıların İslâmla bir problemi olmadığını ortaya koyacak. İslâmın kendisi tamamen barış olduğuna, İslâm dünyasında cehaletten kaynaklanan uygulamalar İslâmı mesul etmeyeceğine ve İslâmiyet hakikî Hıristiyanlıkla da ittifak ettiğine göre; Avrupa’nın saldırgan dinsizleri karşılarında önce kendi ırk ve kültüründen olanları göreceklerdir.

Dinsizlik; önce temel insanî hürriyetleri yok etmiş ve ediyor. Sonra da, insanın sosyal hayatını ve çevresini düzene sokan tüm düstur ve prensipleri tahrip ediyor. Hürriyet maskesi altında insanları yuvasından, çalışma hayatından, sosyal çevresinden, düzeninden ve ruh sağlığından koparıp atan “saldırgan dinsizliğin” önüne evvelâ medeniyet projeleri ve kiliseler geçecektir. Doğrusu Daniel Pipes’in iddiaları, ancak cahil kalabalıkları tahrikte kullanılabilir. Zaten söz konusu dinsiz teorisyenlerin Freud ve Troçki’yi çok iyi bildikleri gözlemleniyor yazılarında.

İslâmiyetin Doğu veya Batı insanına sunduğu reçetede, “saldırgan dinsizlerin” dışındakileri rahatsız edecek tek bir noktanın olduğuna inanmıyoruz. Ortaya koyduğu büyük ve geniş çerçevenin içine hem Hıristiyan Batı ve hem de Müslüman Şark girdiğine göre, yirminci yüzyılın başlarında olduğu gibi “dinsiz cereyanlar” yeni yeni savaşlar çıkarmanın peşinde koşuyorlar. Kanaatimizce köprülerin altından çok sular aktı. Avrupa ve Asya’daki yeni gelişmeler, eski halin muhal olduğunu bir kez daha gösteriyor.

15.02.2010

http://www.yeniasya.com.tr/2010/02/15/y ... ubulut.htm

Yazar:  free_soul [ 10.03.10, 13:12 ]
Mesaj Başlığı:  Re: Türkiye Üzerine Tezler / Daniel Pipes

Sefih ve dinsiz Avrupa ‘günah keçisi’ arıyor

Şükrü BULUT


Müslümanlar, Avrupa’yı; Ahmedinecat’ın, Lübnan Hizbullahı’nın, El-Kaide veya Taliban’ın tanımladıkları gibi tanımazlar. Onlar Avrupa'yı ikiye ayırırlar, dünyalarında… Hz. İsa’ya (a.s.) inanan, insanî değerleri benimseyen ve medeniyete çalışan Avrupa ile Müslümanlar barış ve ittifak içindedirler. Dinsizlikte Nemrut ve Firavun’u rehber edinmiş, başkasına zulüm ile geçinen, sefih ve çatışmacı Avrupa’ya da “İkinci Avrupa” derler ki, bütün Müslümanlar böyle bir anlayışı insanlık adına reddederler.

Daha çok “İkinci Avrupa” kategorisine giren bazı yazarların, ara ara sistematik bir şekilde Batı basınında İslâmiyet aleyhinde yayın yapmaları, Avrupalı hakperestlerin de dikkatlerini çekmeye başladı. Sanki belli merkezlerde “İslâm aleyhine” hazırlanan programlar, bilinen bazı yazarlar vasıtasıyla dünyanın birçok ülkesinde medyaya servis ediliyor. Birçok program yapımcısı veya mahallî yazarın da maalesef bu “din karşıtı” programlardan etkilendiklerini de bu arada müşahede ediyoruz.

Geçim belâsıyla Avrupa’ya işçi olarak gelmiş, ülkelerinin kötü şartlarından dolayı dinlerini öğrenememiş ve çoğu ancak ilkokulu bitirmiş insanlarla bu kıt'anın Müslüman olacağı vaveylasıyla dünyayı ayaklandırmaya çalışan bazı yazarların, “Avrupa'yı Müslümanlardan Kurtarma” hareketi, bu dinsiz gurubun tutulduğu ruh halini net gösteriyor.

Daniel Pipes, Oriana Fallaci ve Mark Steyer gibi teorisyenlerin yazılarından, bugüne kadar Avrupa'da sistematik olarak yapılan “Yabancı düşmanlığı,” “Türkiye Aleyhtarlığı” ve “İslâm Karşıtlığının” nerden kaynaklandıklarını da öğrenmiş bulunuyoruz.

Avrupa'yı Müslümanlardan kurtarma adına, insanları yakacak yeni yeni fitne ateşleri, iç savaşlar ve kıt'alar arası çatışma teorileri sunan yazarların en büyük şikâyetleri, kıt'ada artan Müslüman nüfusu. Gerçi Neoconcu ekibin (Sarkozy, Berlosconi ve Merkel) bundan böyle Müslüman göçmen almama veya İslâm ülkelerine vizeyi zorlaştırma gayretleri, tehlikeye karşı bir tedbir olarak görülebilir. Fakat kimsecikler kalkıp bu çok zeki yazarlara, Avrupa'nın neden bu hale düştüğünü sormayacak mı? Yani Avrupa ailesini Müslümanlar mı parçaladı? Hıristiyan Avrupalı gençlere “nikâh yolunu” İslâmiyet mi kapadı? Ruhlarındaki “Allah ve ahirete iman” boşluğunu dolduramayan insanların ellerine eroin şırıngasını Araplar mı verdi? 2015 yılında Rotterdam ve Amsterdam şehirlerinin ekseriyetini Müslümanlar teşkil edeceklermiş… En az kırk seneden beri bu şehirlerdeki ahlâkî dejenerasyonu “hürriyet!” adına destekleyen bu yazarlar veya bunların ustaları, aynı manzaraya Kuzey Afrikalıları nasıl sebep gösterebilirler ki…

Avrupa'nın yasını tutan sözkonusu yazarlar ve medyadaki program yapımcılarının samimî olmadıkları, ortaya attıkları iddialar ve Avrupa'nın kurtuluşuna sundukları reçetelerden de belli oluyor.

Bütün “Batı toplumundan” Müslümanları toplayıp, ülkelerine gönderme hevesinin arkasında ancak dinsizlik ve ırkçılık yatar. Dünyanın bir köye döndüğü şu zamanda bu mümkün değil… Kaldı ki, ırk olarak Asya ve Afrika'dan gelmeyen on milyondan fazla yerli Müslümanı ne yapacaksınız? Ağızlarına aldıkları “Tarihî Avrupa!” safsatası da bu dinsizlerin samimî olmadığını gösteriyor. Tarihî Hıristiyan Avrupa'yı kökleriyle birlikte tahrip eden “din karşıtı ve ahlâksız feylesoflar” değil miydi? Birinci ve İkinci Dünya Savaşları da bu dinsiz felsefenin, materyalizm ve kominizmin sebep oldukları facialardı, bize göre… Tarihî Avrupa'yı “İkinci Avrupa” tarihe gömdü. Yani eski hal geri gelemez. Yeni dünya düzeninde, insanlığın temel olduğu ve hakikî Hıristiyanlığın esas alacağı bir Avrupa'nın inşaasına bütün Müslümanlar yardımına koşarlar, kanaatindeyiz. İslâm ile Batıyı çatıştırmak isteyen bu münafık yazarların kafasındaki “Avrupa değerleri”, dünkü bolşeviklerle bugünkü turuncuların ileri sürdükleri tahrip ve kaosta başka bir şey olmasa gerek.

Rusya’daki Müslümanların 2050 yılında, nüfusun çoğunluğunu elde etmesinin bir mânâsı olabilir mi? Dünkü bolşevik ve komünistlerin; dinde, ahlâkta ve insanî değerlerde yaptıkları tahribatlarla Rus gençliği aynı çizgiye gelmiştir. Hem Rusya'nın, hem Avrupa ve bütün insanlığın barış ve refahına taraf olanlar; onları yeniden bir iman çizgisine, insanî değerler çerçevesine ve umumî barış ve refaha çağırmalıdırlar. Irkları, dinleri, coğrafyaları, kültürleri ve sınıfları birbirine karşı kışkırtanların kimler olduğunu, Avrupalı Hıristiyanlar Müslümanlardan daha iyi bilirler.

Hakikat o ki, Avrupa'daki garib Müslüman işçiler ve onların çocukları; ancak kendi inançlarını, temel ahlâkî değerlerini ve ailelerini muhafazaya çalışıyorlar. Neoliberallerin burada da onların üzerlerinde uyguladıkları projeler bilhassa üçüncü nesil üzerinde çok kötü tesirler oluşturuyor. Zaman zaman kriminal olaylara karışan, komşularıyla kavga eden, tembellik yapıp üretime katkıda bulunmayan bu gençlerin de “dinsiz ve sefih” ikinci Avrupa'nın eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendi imkânlarıyla az çok dinlerini öğrenmiş, inandıklarını pratiğe döken ve İslâm kimliğini rahatlıkla sokakta gösterebilen Müslümanların Hıristiyan değerlere ne kadar saygılı, komşu haklarına ne kadar hassas ve bulunduğu ülkenin ekonomisine ne derece katkıda bulunduğunu, küçücük bir istatistik ortaya koyacaktır.

Ümit ediyoruz ki, Hıristiyan ve insanî değerlere oldukça bağlı birinci Avrupa; dinsiz, sefih ve çatışmacı ikinci Avrupa'nın mahiyetini bu kıt'ada herkese gösterecektir. Global kriz, savaş ve teröre annelik yapan bu Avrupa'dan insanlığın kurtulmasını sağlayacaktır…

01.03.2010

http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/01/y ... ubulut.htm

1. sayfa (Toplam 1 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/