Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Cengiz Dağcı Eserleri
MesajGönderilme zamanı: 26.09.11, 20:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
KORKUNÇ YILLAR - Cengiz Dağcı

İsa KOCAKAPLAN

Eser anlatılan vak'anın gerçekliğini okuyucuya veren bir önsöz ve daha sonra giriş kısmıyla başlar. Önsöz yayımevi sahibi tarafından, bu duyguyu okuyucuda uyandıracak şekilde samimi yazılmıştır. Yaşar Nâbi, roman müsveddelerinin eline nasıl geçtiğini ve eserin yazarı hakkında bazı malûmatı önsözde zikreder.

Ardından Cengiz isimli Kırımlı gencin (romanın yazarı) yazmış olduğu ve romanın kahramanı Sâdık Turanla tanışmaları ile, ondan hâtıralarını nasıl aldığını izah eden, tabii yine okuyucuda gerçeklik duygusunu besleyen bir giriş kısmından sonra romana, yani "Sâdık Turan'ın Hâtıralarına" geçilir. Eser hatırat mahiyetinde olduğundan, romanın kompozisyonu da buna uygun olarak düzenlenmiştir. Roman dokuz bölüme ayrılmış ve her bölümün başına geçmişteki hatıraların yazılmasından evvel, Sâdık Turan'ın hâldeki hâlet-i ruhiyesini aksettiren paragraflar konulmuştur. Hâtıralar Roma'da yazılmıştır. Bu münâsebetle, bölüm başlarındaki paragrafların muhtevası, Sâdık'ın Roma'daki hayatından meydana gelir. Böylece yaşanan an ile mazi birleştirilir.

Sâdık, Kırım'da, Akmesçit'e bağlı Kızıltaş köyünde doğmuştur. Kızıltaş Karadeniz kıyısında şirin bîr köydür. Ama Ruslar burada yaşayan Türkleri rahat bırakmazlar. Sık sık baskınlar düzenleyerek köyün, Kırım çapında da milletin ileri gelenlerini, aydınları tutuklayıp sürerler veya hapse atarlar. Rusların hedefi; diliyle, diniyle, medeniyetiyle Türk kültürünü yok etmektir. Camileri yıkarlar, tarihî eserleri harabederler. Sık sık alfabe değiştirerek Türk dilini unutturmaya, Türklerin birbirleriyle irtibatlarını kesmeye çalışırlar.

Kırım Türk'lerinin orta yaşlıları milliyetçidirler. Bu duyguyu evlâtlarına da aşılarlar, onlara "Kuzu Kurpeç" ve "Çora Batır" gibi kahramanlık destanlarıyla, "Siyer-i Nebi" gibi dinî kitapları anlatırlar ve okurlar. Sâdık'ın babası Hüseyin Ağa da bu çeşit Kırımlılardandır. Mekteplerde dine ve milliyetçiliğe —bilhassa Türk milliyetçiliğine— insafsızca hücumlar yapılmasına rağmen, evlerdeki aile mektepleri, çocukların büyük bir ekseriyetini Türk milliyetçisi olarak yetiştirir. Sadık da, bu aile mekteplerinde yetişen milliyetçi gençlerdendir.

Tabii resmi mekteplerin tesirinde kalıp, Rus'lara hizmet eden Kırımlılar da mevcuttur. Korkunç Yıllardaki Süleyman, bu kategorideki gençlerdendir. Fakat bunlar da hâdiselere tam nüfuz ettikten sonra, ekseriya yaşlı neslin fikirlerine sahip olurlar. Korkunç Yıllardaki Süleyman ve O Topraklar Bizimdi romanındaki Selim, gerçeklerle karşılaştıktan sonra hep Türk milliyetçiliğine iltica ederler. Bu dört eserde ihanetini sürdüren tek şahıs, O Topraklar Bizimdi'deki Salavat Morcan'dır.

Sâdık ailesiyle birlikte önce, Akmesçit'te bir tavuk kümesine yerleşir. Sonra orta kumandan mektebine giderek Rus ordusunda subay olur. İkinci dünya harbine tank teğmeni olarak katılır. Ukrayna'da Almanlara esir düşer. Esir kamplarında çeşitli meşakkatler çeker. Ama bu kamplardaki esir Türkler arasında çok kuvvetli bir bağlılık vardır. Birbirlerine hayatları pahasına yardım ederler. Bu eserlerde dikkati çeken bir husus da, Kırım topraklarında doğup büyümüş olanların -Ermeni, Yahudi, Rum veya Rus olsun- birbirlerine vatan bağlarıyla bağlı olmaları ve yardımlaşmalarıdır.

Sâdık esir kamplarında, bir Kırımçak'ın (Kırımlı Yahudi) yardımıyla hemşehrilerini bulur, yine Kırımlı bir Ermeni'nin yardımıyla zindandan kurtulur. Kırımlı İskender'in yardımıyla da ahçı olur. Bu, onun esaret hayatının dönüm noktasıdır. Alıcılıktan sonra bir Alman başçavuşunun emir eri olur. Onun hizmetinde bulunur. Başçavuş cepheye tayin olunca da Sâdık'ı Alman casus mektebine götürüp, Rusya'da Almanlar hesabına casusluk yapmasını teklif ederler. Sâdık bunu reddedince, onu yeni teşkil edilen Türkistan ordusuna götürürler. Roman Almanların düzenledikleri, bir toplantıda, Türkistanlıların üzerlerindeki Rus üniformalarının yakılıp, Alman üniformalarının giyilmesiyle son bulur.

Eserin italik harflerle basılı kısımlarında ise, Sâdık Turan'ın Roma'daki intibaları ve ruh halleri tasvir edilir. Burada karşımıza bozulmuş bir aklî denge çıkar. Sâdık'ın çok çeşitli baskılarla bozulmuş olan ruhî ve akli dengesine korku hâkimdir.

Romandaki şahıslar ise, (Türkler, Ruslar, Almanlar ve Yahudiler olmak üzere) dört ana grupta toplanabilir. Türk'lerin ortak özellikleri, sağlam yapılı, dayanıklı ve yaşama azmi ile dolu olmalarıdır. Hemen hepsi Ruslara düşmandır. Esaret altında olan vatanlarını bir an evvel istiklâle kavuşturmayı düşünürler.

Ruslar eserde okuyucuya, zâlim olarak takdim edilirler. Türkleri eritip, yok etme gayretlerini mütemadiyen sürdürürler. Hâkim durumda oldukları zaman, ellerinden gelen her zulmü yaparlar. Güçsüz durumda oldukları zaman ise, hemen boyun eğerler. Güçten korkarlar. Zaten güçten korkmak, O Topraklar Bizimdi romanında, Panteley Petroviç'in dediği gibi, Rus milletinin özelliğidir.

Almanlar da en az Ruslar kadar zâlimdirler. Katı bir eğitim görmüşlerdir. En üstün insan olarak kendilerini görürler. Sanki her biri, bir diğerinin kopyasıdır. Esirlere eziyet etmekten çok hoşlanırlar. Ekmek dağıtımını bile işkence vesilesi hâline getirenleri vardır. Günlerdir aç olan esir kalabalığının içine bir ekmek atıp, onların ekmeği kapabilmek için, kudurmuşçasına birbirlerine saldırmalarını zevkle seyrederler. Yine, ağzına kurşun sıkarak öldürdüğü bir esirin elbise ve ayakkabılarını vermek için, kampta elbisesi en eski esiri arayacak kadar merhametli (!) Alman askerleri de mevcuttur.

Yahudi'ler ise, savaşın cefâsını çekenlerin başında yer alırlar. Almanların haklı veya haksız, bir Yahudi düşmanlığı vardır. Savaşesnasında kitleler hâlinde imha edilirler. Yahudiler bu düşmanlığı başkalarına kanalize etmek üzere, esir kamplarında muhbirlik yaparlar. Bu yüzden de birçok Türk, Yahudi sanılarak öldürülür. Sünnetli esirler Yahudi diye ihbar edilirler. Almanlar da onları kurşuna dizerler.

Eserde tarihî bir zaman söz konusudur. Bu, ikinci dünya harbi yıllandır. Bazı hâdiselerin tarihleri kat'i olarak belirtilmiştir. Sâdık Turan'ın Roma'da yaşadığı ve hâtıralarını yazdığı zaman kesiti ise, bölüm başlarındaki tarihlerden tesbit edilebilir. Buna göre hâtıralar; 1 Nisan 1946 da yazılmaya başlanmış ve 5 Ağustos 1946 da sona ermiştir.

Hâdiselerin cereyan ettiği mekânın geniş bir sahayı kapladığı görülür. Uğruna savaşılan, esir yaşanılan ve ölünen mekân Kırım'dır. Fakat savaş esnasında Ukrayna toprakları da mekâna dâhil olur. Eserde rastlanılan mekânı dört kısma ayırabiliriz, Bunlar:

I- Türk ve müslüman kültürünü aksettiren mekânlar. (Kırım'daki tarihî eserler.)

II- Kırım Türk'ünün fakirliğini aksettiren mekânlar. (Onların içinde yaşadıkları evleri ve köyleri.)

III- Kırım Türk'leri ve diğer Türk'lerin, Rus'larla bir arada bulundukları mekânlar. (Mektepler, ordu safları ve cephe)

IV- Esir kampları, şeklinde maddeleştirilebilir.


Kaynak : Cengiz Dağcı'nın Dört Romanı - İsa Kocakaplan, M.E.B. - İstanbul,1999

**

KİTABIN ADI : Korkunç Yıllar
KİTABIN YAZARI : Cengiz DAĞCI
YAYINEVİ VE ADRESİ : Varlık Yayınevi Ankara Caddesi, İstanbul
BASIM YILI : 1959

1.KİTABIN KONUSU :
Kırım’lı bir Tatar olan Sadık’ın bağımsızlık uğruna katlandığı olaylar ve Ruslar’ın Türkler’e yaptığı işkenceler.

2.KİTABIN ÖZETİ :
Sâdık, Kırım’da, Akmesçit’e bağlı Kızıltaş köyünde doğmuştur. Kızıltaş Karadeniz kıyısında şirin bîr köydür. Ama Ruslar burada yaşayan Türkleri rahat bırakmazlar. Sık sık baskınlar düzenleyerek köyün, Kırım çapında da milletin ileri gelenlerini, aydınları tutuklayıp sürerler veya hapse atarlar. Rusların hedefi; diliyle, diniyle, medeniyetiyle Türk kültürünü yok etmektir. Camileri yıkarlar, tarihî eserleri harabederler. Sık sık alfabe değiştirerek Türk dilini unutturmaya, Türklerin birbirleriyle irtibatlarını kesmeye çalışırlar.
Kırım Türk’lerinin orta yaşlıları milliyetçidirler. Bu duyguyu evlâtlarına da aşılarlar, onlara “Kuzu Kurpeç” ve “Çora Batır” gibi kahramanlık destanlarıyla, “Siyer-i Nebi” gibi dinî kitapları anlatırlar ve okurlar. Sâdık’ın babası Hüseyin Ağa da bu çeşit Kırımlılardandır. Mekteplerde dine ve milliyetçiliğe —bilhassa Türk milliyetçiliğine— insafsızca hücumlar yapılmasına rağmen, evlerdeki aile mektepleri, çocukların büyük bir ekseriyetini Türk milliyetçisi olarak yetiştirir. Sadık da, bu aile mekteplerinde yetişen milliyetçi gençlerdendir.
Tabii resmi mekteplerin tesirinde kalıp, Rus’lara hizmet eden Kırımlılar da mevcuttur. Korkunç Yıllardaki Süleyman, bu kategorideki gençlerdendir. Fakat bunlar da hâdiselere tam nüfuz ettikten sonra, ekseriya yaşlı neslin fikirlerine sahip olurlar.
Sâdık ailesiyle birlikte önce, Akmesçil’le bir tavuk kümesine yerleşir. Sonra orta kumandan mektebine giderek Rus ordusunda subay olur. İkinci dünya harbine tank teğmeni olarak katılır. Ukrayna’da Almanlara esir düşer. Esir kamplarında çeşitli meşakkatler çeker. Ama bu kamplardaki esir Türkler arasında çok kuvvetli bir bağlılık vardır. Birbirlerine hayatları pahasına yardım ederler. Bu eserde dikkati çeken bir husus da, Kırım topraklarında doğup büyümüş olanların -Ermeni, Yahudi, Rum veya Rus olsun- birbirlerine vatan bağlarıyla bağlı olmaları ve yardımlaşmalarıdır.
Sâdık esir kamplarında, bir Kırımçak’ın (Kırımlı Yahudi) yardımıyla hemşehrilerini bulur, yine Kırımlı bir Ermeni’nin yardımıyla zindandan kurtulur. Kırımlı İskender’in yardımıyla da ahçı olur. Bu, onun esaret hayatının dönüm noktasıdır. Alıcılıktan sonra bir Alman başçavuşunun emir eri olur. Onun hizmetinde bulunur. Başçavuş cepheye tayin olunca da Sâdık’ı Alman casus mektebine götürüp, Rusya’da Almanlar hesabına casusluk yapmasını teklif ederler. Sâdık bunu reddedince, onu yeni teşkil edilen Türkistan ordusuna götürürler. Roman Almanların düzenledikleri, bir toplantıda, Türkistanlıların üzerlerindeki Rus üniformalarının yakılıp, Alman üniformalarının giyilmesiyle son bulur.

3.ANA FİKRİ :
Bağımsızlık ve özgürlük uğruna canımız pahasınada olsa her şey yapılmalıdır

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Eserin italik harflerle basılı kısımlarında ise, Sâdık Turan’ın Roma’daki intibaları ve ruh halleri tasvir edilir. Burada karşımıza bozulmuş bir aklî denge çıkar. Sâdık’ın çok çeşitli baskılarla bozulmuş olan ruhî ve akli dengesine korku hâkimdir.
Romandaki şahıslar ise, (Türkler, Ruslar, Almanlar ve Yahudiler olmak üzere) dört ana grupta toplanabilir. Türk’lerin ortak özellikleri, sağlam yapılı, dayanıklı ve yaşama azmi ile dolu olmalarıdır. Hemen hepsi Ruslara düşmandır. Esaret altında olan vatanlarını bir an evvel istiklâle kavuşturmayı düşünürler.
Ruslar eserde okuyucuya, zâlim olarak takdim edilirler. Türkleri eritip, yok etme gayretlerini mütemadiyen sürdürürler. Hâkim durumda oldukları zaman, ellerinden gelen her zulmü yaparlar. Güçsüz durumda oldukları zaman ise, hemen boyun eğerler. Güçten korkarlar. Zaten güçten korkmak, O Topraklar Bizimdi romanında, Panteley Petroviç’in dediği gibi, Rus milletinin özelliğidir.

Sadık : Dine ve milliyetçiliğe ( bilhassa Türk milliyetçiliğine) oldukça bağlı bir Kırım Tatarıdır.
Hüseyin Ağa : Sadık’ın babasıdır.Sadık’ın böyle milliyetçi yetiţmesinde ki en etkili kiţidir.
Süleyman : Sadık’ın en yakın arkadaşıdır.Mekteplerin etkisinde kalıp Ruslar’a hizmet eden bir gençtir.
İskender : Kırım’lı bir Türk olup Ruslar’ın arasında sözü geçen biridir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER :

Kitap bagımsızlık için yapılan işleri çok güzel anlatmış her arkadaşımın bu kitabı okumasını isterim.Çünkü bana çok şeyler kazandırdı sizlere de kazandıracağından hiç şüphem yok .Kitapta ki olaylar çok hızlı değiştiğinden okuyucuyu sıkmamakta ve bir solukta okunan bir kitap.

6.YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ :
Kırımlı yazar. Kırım’ın Yalta şehrinin Kızıltaş köyünde doğdu. Çocukluğu kıtlık, yoksulluk, deprem gibi tabii afetler yanında Rus emperyalizminin zulmü ve büyük baskılar altında geçti. İlköğrenimi köyünde ve Akmescit’te yaptı. aynı şehirde ortaokulu bitirdi (1938). Kırım Pedagoji Enstitüsü ikinci sınıfında iken İkinci Dünya Savaşı çıktı.1940 yılında Sovyet ordusunda subay olarak II. Dünya Savaşı’na katıldı. 1941′de Ukrayna cephesinde Almanlara tank teğmeni rütbesi ile esir düştü. Almanların yenilmesi üzerine esir kampından kurtularak müttefik devletler safına sığındı. 1946′da Londra’ya yerleşti. 1990′da kalp ameliyatı geçirene kadar Londra’da bir lokanta işletti.
Eserlerinde Kırım Türklerinin Rusların zulmü altındaki hayatını anlatır. Türk edebiyatının en güçlü yazarlarındandır. Hüzünlü bir üslûbu vardır. Romanlarında Kırım Türklerinin 1928′den sonra Sovyet komünist emperyalizminin boyunduruğu altında çektiği acıları dile getirir, bir yurdun gasp edilişini anlatır. Aslında konularında büyük sömürü savaşlarında savuşan mantığın boşluğunu dolduran toplumsal çılgınlığın içinde insanın kendini arayışı, zulme başkaldırma haysiyetinin kazanılması gibi evrensel boyutlar vardır. Bunun yanında anlatılan olayların gerçekten yaşanmış olması da eserlerine ayrı bir kuvvet katmaktadır.

ESERLERİ :
Eserleri : Korkunç Yıllar (1956) , Yurdunu Kaybeden Adam (1957) , Onlar da İnsandı (1958) , Ölüm ve Korku Günleri (1962) , O Topraklar Bizimdi (1966) , Kolhozda Hayat (1966) , Dönüş (1968) , Genç Temuçin (1969) , Badem Dalına Asılı Bebekler (1970) , Üşüyen Sokak (1972), Anneme Mektuplar (1988), Benim Gibi Biri (1988), Yoldaşlar (1992), Hatıralar (1995), Biz Beraber Geçtik Bu Yolu (1996), Yansılar I (1988), Yansılar II (1990), Yansılar III (1991), Yansılar IV (1993),Yansılar V , Yansılardan Kalan, Ben ve İçimdeki Ben (1994), Haluk’un Defterinden Londra Mektupları (1996), Hatıralarda Cengiz Dağcı (1998), Bay Markus’ un Kopeği, Bay John Marple’ın Son Yolculuğu, Oy Markus Oy, Regina (2000), Rüyalarda Ana ve Küçük Alimcan (Bir Kırım Öyküsü) (2001).


En son orkun tarafından 26.09.11, 20:16 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cengiz Dağcı Eserleri
MesajGönderilme zamanı: 26.09.11, 20:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
YURDUNU KAYBEDEN ADAM - Cengiz Dağcı
İsa KOCAKAPLAN

Bu roman Korkunç Yıllar romanının devamı mahiyetindedir. Sâdık Turan hayatının dönüm noktasındadır. Artık Türkistan ordusunun bir neferidir. Alman onbaşılarının nezâretinde talim yaparlar. Dört ay süren bu devreden sonra, Sâdık subay olur. Türkistan'ı hürriyete kavuşturmaya hazırdırlar. Türkistan askerleri bir yandan yetiştirilirken, bir taraftan da, esir kamplarındaki Türkistanlılar bu orduya sevk edilirler. İlk geldiklerinde ürkek ve çelimsiz olan bu kişiler, Türkistan ruhu sayesinde iki haftada ayağa kalkarlar. Yazar bu eserde, Sâdık'ı izinli olarak bir müddet için Kırım'a gönderir ve okuyucuyu savaş esnasında Kırım'ın durumundan haberdar eder. Almanlar Kırım'ı ele geçirmişlerdir. Kırım'da Tatar Millî Komitesi kurulmuş, Türk gençleri Kırım'ı Ruslardan temizlemek için, Almanlarla beraber savaşmaktadırlar. Sâdık'ın kardeşi Bekir ise, Rus çetecilerinin safında Almanlara karşı mücâdele etmektedir. İki kardeş aynı gaye uğruna farklı saflardadırlar. Bekir, ağabeyinin intikamını almak için dağlara çıkmıştır. Sâdık Almanların elinde esir iken, ailesine ölüm haberi gitmiştir. Almanların Kırım'a hâkim olduklarında, yaptıkları zulümleri gören Bekir, dayanamamış, dağlara çıkıp, Almanlara karşı mücâdeleye başlamıştır. Almanlara karşı memnuniyetsizlik bütün Kırım Türklerinde vardır. Ama kurtuluşları için yegâne ümidin de, onlarla beraberlikte olduğunu bilmektedirler. Dolayısıyla da, Almanların her hareketine katlanmak, her kötülüğü sineye çekmek zorundadırlar.

Aslında Türkler için tek gaye, vatanlarına kavuşup, orayı müstakil hâle getirmektir. Bunun Almanlarla veya başka milletlerle olması önemli değildir. Vatanları Rus işgalinde olduğu için Almanlarla birliktedirler. Nitekim Astraganlı Muhan, Türkistan ordusunun geri, Polonya'ya döndüğünü öğrenince, iki Alman askerini öldürür ve sırtına Rus üniforması giyerek vatanına ulaşmaya çalışır. Vatan her şeyden üstündür. Ona kavuşmak için hayat bile feda edilebilir. Muhan bir müddet sonra, Almanlar tarafından yakalanır ve kendi arkadaşlarına kurşuna dizdirilir.

Sâdık bölük komutanıdır. Onun bölüğüne esir sevk etme vazifeleri de verilir. Teslim edilen esirleri hiç telefat vermeden yerine ulaştırırlar.

Bu Almanların işine gelmez, onlara göre, esirlerin ancak yansı istenilen yere varmalıdır. Burada, Almanlarla Türkler arasındaki karakter farkı ortaya çıkar. Türkler hiçbir zaman zâlim olmamışlardır. Himayeleri altındakilere azamî derecede iyi muamele etmişlerdir. Tabii Türkistan bölüğünce esirlere bu şekilde davranılmasında, kendilerinin de aynı çileyi çekmiş olmalarının rolü büyüktür. Savaşın ağır şartlan, ona mâruz kalanları birbirine yakınlaştırır. Bu durum esir milletler için de böyledir.

Mühim olan esaret altında bulunmuş olmaktır. Esir olunulan devletin değişik olması, esirliğin tesirini azaltmaz. İşte Alman üniforması taşıyan Türkistan bölükleri ile, Polonya çetecileri arasındaki dostluk bu düşüncenin mahsûlüdür. Herhangi bir demiryolunu koruyan Alman birliklerine kan kusturan çeteciler, aynı vazifeyi yapan Türkistan bölüklerinin, kendi vatanlarının istiklâli için savaştıklarını bildiklerinden, onlara saldırmazlar.

Bu fikir, yazar tarafından da ısrarla vurgulanmıştır. Yurdunu Kaybeden Adam'da romanın aslî kahramanı Sâdık Turan, bir Polonya çetecisi olan Marya ile hissi ilişki kurar. Birbirlerini severler, ölümleri pahasına birbirlerine yardım ederler ve ölünceye kadar ayrılmazlar.

Almanlar artık geri çekilmekte, Rus'lar ise, ilerlemelerini sürdürmektedirler. Sâdık'in kumanda ettiği Türkistan bölüğü, Balkanlara çekilip, Türkiye'ye iltica etmeyi düşünmektedir. Fakat bir Rus saldırısı esnasında, Sâdık yaralanır ve bölüğünden ayrı düşer, Polonyalı çeteci kadın Marya ile, bir başka çeteci Bartoş, ona iyileşinceye kadar bakarlar ve nihayet hür bir memlekete kaçmaya karar verirler. Yola çıkarlar. İsviçre'ye giden trende, Sâdık ile Marya beraberdirler. Amerikan uçaklarının treni kurşun yağmuruna tutmaları sırasında trenden atlayan Marya yaralanır. Inn nehri kıyısında bir kulübede de ölür. Sâdık Turan yalnız kalmıştır, memleketini, sevdiğini, hayâllerini velhâsıl her şeyini kaybetmiştir. Yazar bu şahsın trajedisini, okuyucuca en tesirli şekilde aktarır. Sâdık nihayet kuzey İtalya'ya geçmeyi başarır. Hürriyete kavuşmuştur ama, yurdunu, sevdiklerini kaybetmiştir. Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile manası kalmamıştır.

Sâdık, Türkiye'ye iltica edebilmek için, Türk konsolosluğuna müracaat eder, ama menfî cevap alır. Onlara, o kadar ümit bağladıkları Türkiye'nin bile faydası olmamıştır. Tek çâre uzaklara kaçmak, bir yere yerleşerek kaybedilen vatanın ıstırabını bir nebze olsun hafifletmektir. Ve Sâdık, Kızılhaç mültecî bürosu vasıtasıyla Uruguay'a göç eder.

"Korkunç Yıllar"ın başındaki giriş kısmından, Sâdık'ın daha sonraları Arjantin'de öldüğünü öğreniriz.

Bu eserde Ruslara pek rastlanmaz. Romanı, başta Türkler olmak üzere, Almanlar ve Polonyalılar ile, çeşitli milletlere mensup bazı münferit şahıslar meydana getirirler.

Türkler umumiyetle, sağlam yapılı, sabırlı ve çilekeş insanlardır. Aralarında kuvvetli bir bağ vardır. Memleketlerine kavuşmak, yine en hararetli arzularını teşkil eder. Her türlü işkenceye sabırla katlanırlar. Polonyalılarla ortak bir kaderleri vardır. Her iki millet de, esaretten kurtulmaya çalışmaktadırlar. Yalnız, birini esir eden müstevli millet, diğerinin kurtulmak için sarılacağı daldır. Bu tezada rağmen birbirlerini sevmeyi başarırlar. Karşılıklı olarak ideâllerine hürmet ederler. Türk askerleri Polonya köylülerine iyi muamele gösterirler, Polonya çetecileri de Türkistan bölüklerine saldırmazlar. Hattâ bir ara, Sâdık'ın idaresindeki bölük, Polonya çetecilerine katılmayı bile düşünür.

Almanlar hayâl kırıklığına uğramışlardır. Cephede Rusların önünden kaçan Alman askerlerinin yüz ifâdeleri, cepheye ilk gidişlerinden tamamen farklıdır. Üstün ırk, Rus kışının hışmına uğramış, perişan bir vaziyette, geldiği yere dönmektedir. Savaşın başlarındaki mehabet, mezellette dönüşmüştür.

Yurdunu Kaybeden Adam'daki tarihî zaman, Korkunç Yıllar'daki zamanı bütünler. Bu iki romanda ikinci dünya harbi, roman kahramanının o yıllardaki hayatı esas alınarak ikiye bölünmüştür.Birinci bölüm, Korkunç Yıllar'da ele alınan ve Sâdık Turan'ın hemen hemen, çocukluğunu, Rus ordusunda savaşmasını ve esirliğini içine alan kısımdır ki, 1942 yılına kadar sürer. İkinci bölüm ise, kahramanımızın esirlikten kurtuluşundan başlar ve Türkistan ordusundaki yıllan ile, Uruguay'a gidinceye kadar Roma'daki yaşayışını hikâye eder. Bu zamanın tarihleri kat'i olarak bellidir. 1942 yılının Mayıs ayında başlayan roman, 1946 yılının Kasım ayında biter.

Yurdunu Kaybeden Adam'da, mekânın da savaşa bağlı olarak genişlediği görülür. Özlenilen mekân Kınala ile beraber esere, Ukrayna, Polonya, İsviçre ve İtalya da dâhil olur.

Yurdunu Kaybeden Adam romanı da dokuz bölümden meydana gelmiştir. Yalnız bir önceki romanda olduğu gibi, her bölüm başında roman kahramanının Roma'daki yaşayışını anlatan pasajlar görülmez.

Birinci bölüm ile, yedinci bölümün yarıya yakını kısımları, Sâdık'ın Roma'daki hayatına ayrılmıştır.

Bu iki eserin üslûbuna, son derece hissi ve yaşanmışlık dolu bir ton hâkimdir. Kuvvetli bir müşahede tavrı vardır. Yazar hâdiseleri anlatırken, okuyucuyu o mahalle götürür ve cereyan edenleri bizzat ona da seyrettirir, yaşatır. "Onlar da İnsandı" ve "O Topraklar Bizimdi" romanlarında pek hissedilmeyen heyecânlılık tonu, bu eserlerin üslûbunun ana hususiyetlerindendir.

Yine bu iki eserde rastlanılan fikir; toprak sevgisi ve vatan mefhûmudur. Bu topraklarda yaşayan Türkler, vatanları ile birlikte, Türklüklerini de kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Komünizm ideolojisi paravana olarak kullanılıp, Rus milliyetçiliği davası güdülmekte ve Türk kültürü yok edilmek istenmektedir. Yeni rejim, Ruslar için, Türk kültürünün imhası demektir. Fakat Türkler bunun farkına varmışlardır. Aralarından bazı hâinler çıkmasına rağmen, millî benliklerini kıskançlıkla korumaktadırlar. "Millî Aile Mektepleri" diyebileceğimiz aile çevresinde, yaşlılar yeni yetişen neslin mazi ile irtibatlarını temin etmektedirler. Bu sayede, Rus mekteplerinin verdiği zarar, bir ölçüde de olsa telâfi edilmiş olur.

Eserlerde ilgi çekici bir özellik de, mekân ve zamanın zulümle birleşmesidir. Esirlerin uzun yolları yürümeleri, kışın soğuğu, mekân ve zamanı adetâ, Rusların veya Almanların Türkler üzerinde uyguladıkları zulmün, tesirli bir vâsıtası hâline getirir.

Türkler kendilerini insafsız bir mekân, öldürücü bir soğuk ve gaddar insanlar arasında bulurlar. Her şeyin kendilerine düşman olduğu bu atmosferde, Türklerin hâlâ yurtlan için mücâdele gücünü bulmaları, onlardaki sonsuz yaşama azminin ve arzusunun ifadesidir.

Cengiz Dağcı'nın Dört Romanı - İsa Kocakaplan, M.E.B. - İstanbul,1999

Satın almak için : http://www.kitapyurdu.com/kitap/default ... 8&id=19773


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cengiz Dağcı Eserleri
MesajGönderilme zamanı: 26.09.11, 20:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
Onlar da İnsandı -Cengiz Dağcı
İsa KOCAKAPLAN

Cengiz Dağcı, "Onlar da İnsandı" ve "O Topraklar Bizimdi" adlı eserlerinde, Kırım'ın köylerine döner. Ayrı ayrı iki köyü, bu romanlarında ele alarak inceler. "Onlar da İnsandı" romanında Yalta'ya bağlı Kızıltaş köyü mevzubahistir. Roman bu köyün sınırları dışına pek çıkmaz. İşlenen fikir komünizm ve onun köylüye en çok tesir eden müessesesi kolhoz ile, köylünün buna karşı aldığı savunma durumudur. Kızıltaş köyünde henüz kolhoz kurulmamıştır. Herhangi bir işi yapabilmek için, önce oraya ulaşmak lâzımdır. Rus'lar da henüz bu merhalededirler. Yollar yaparak köylere varmaya çalışmaktadırlar. Kızıltaş köyünde herkes kendi işinde gücündedir. Köylüler kendi tarlalarında çalışıp, kendi hayvanlarına bakmaktadırlar. Tabii mahsûllerinden de kendileri faydalanırlar. Köylülerde toprağa inanılmaz derecede bir bağlılık vardır. Sanki toprak bedendir, köylü de onun içinde ruhtur. Toprağa şekil verir, işler, sever, düzeltir, temizler. Her türlü bakımını yapar. Toprak sevgisi, nesilden nesle geçen bir miras gibidir. Bu duygu köylü olmayanlarda pek yoktur. Hattâ toprakla uğraşmayı bir eziyet sayarlar. Fakat romanda görülür ki; köylü toprağı işlemekten büyük bir zevk duymakta ve bu işi severek yapmaktadır. Toprak onlar için, hava gibi, su gibi, ekmek gibi, bunların da ötesinde evlât veya sevgili gibi bir şeydir.

Kızıltaş'lar tarlalarında tütün yetiştirirler. Sabahın karanlığında büyük bir şevkle, tarlalarına koşarlar. Akşamın karanlığına kadar huzur içinde çalışırlar. Gün boyu tarlalarıyla iyice meşgul olabildilerse, mutlulukları o derece artar. Akşamları mesutça evlerine dönerler.

Eserde toprak sevgisi, bir kişinin üzerine değil, birkaç kişinin üzerine teksif edilmiştir. Bu sebeple Bekir, Enver, Seyd-Ali ve Çilingir aynı derecede fonksiyon icra ederler. Fakat dramatik hayat S Bekir'inkidir. Aile ocağı yavaş yavaş, ama kendini hissettiren bir acıyla çöker. Bekir toprağına bağlı, onu seven, ama kimsenin de zorla kendi elinden toprak alamayacağına inanan, saf gönüllü bir köylüyü temsil eder. Buna karşılık Seyd-Ali, mütevekkil bir şahıstır. Fazla heyecanlı değildir. Üzerinde çaresizliğin verdiği bir suskunluk vardır. Çilingir çok heyecanlıdır, fevridir. Aniden parlar, bu yüzden de sık sık tutuklanır.

Romanın sonunda, gördüğü işkencelerin tesiriyle ölür. Enver ise, diğerlerine göre şuurlu hareket eder ve dinamik bir yapıya sahiptir. Rusların köylüyü süreceklerinin farkına ilk o varır ve silahlanır. Neticede köyü boşaltmaya gelen Rus askerleriyle çarpışarak ölür.

Bekir, ineğinin doğuracağı buzağı ile, tarlasındaki tütünleri kırıp bitireceği günü beklemektedir. Ama ailesi üç kişiden ibarettir, işleri hızlı yürümez, Bu sırada köye gelen iki pejmürde kılıklı Rus'u, yanlarına çalıştırmak üzere alırlar. İşleri biraz hafifler, Bekir önce kızını gelin eder. Yapılan yol da köye yaklaşmaktadır. Yolla birlikte, köye gelip giden Rusların sayısında da artış olur, köyde hırsızlık vakaları görülmeye başlanır. Yolla birlikte köyün düzeni de bozulur. Ruslar yol yapımında çalıştırmak için köylüleri toplamaya başlarlar. Bekir'in himayesine aldığı iki Rus, neredeyse efendisi durumuna geçmişlerdir. Onlara hiçbir şey söyleyememektedir. Bekir'in doğumu yaklaşan ineğini, Yalta'dan gelen göçmen Rus'lar çalarlar ve hayvanı keserek, etini arabaya yükleyip Yalta'ya götürürler.Bu Bekir'e büyük bir darbe olur. Ne yaptığını bilemeyecek hâle gelir. Tarlasına doğru yollanır. Yol yapan Rus'lar, Bekir'in tarlası üzerindeki Kuşkaya'yı uçurmaya hazırlanmaktadırlar. Bekir'e tarladan çıkması için seslenirler ama, onun umurunda değildir. Her şeyi olan ineğini elinden almışlardır. Fakat tarlasını alamayacaklardır. Neticede Bekir, Kuşkaya'nın enkazı altında kalarak hayatını kaybeder.

Kızıltaş'a yakın köylerde, sürgünler ve kolhoz kuruluşları başlamıştır. Kolhoza itiraz edenler sürülmekte veya öldürülmektedir. Kızıltaş'a da, iki Rus'la bir Tatar genci gelir ve köyde kolhoz kurulmasının gerekliliğinden bahsederler. Başta Çilingir olmak üzere, köylüler onları kovarlar. Çilingir tutuklanır ve gördüğü işkenceler neticesinde ölür.

Bir sabah, yeni yapılan yolla gelen yeşil üniformalı cehennem şeytanları, köyün her tarafını doldururlar. Köyde kim varsa boşaltıp, hepsini sürerler. Enver Rus askerleriyle çarpışarak ölür.

Ruslar boş kalan köye, Rusya içlerinden getirilen göçmen Rus'ları yerleştirirler. Yeni gelenler, hayatlarında bu kadar güzel yer görmemişlerdir. Deniz, ayaklarının altında bir halı gibi uzanmaktadır. Bahçelerde ne istenirse yetiştirilebilir. Çok mutludurlar. Yiyip içip, kendilerine bu lûtfu gösteren yoldaş Stalin'e şükrederler.

Bu eserde, daha kolhozun kurulması için atılan ilk adımlar anlatılır. Buna tahammül edemeyen köylülerin ne gibi felâketlere uğradıkları ele alınır. Mekân olarak, daha önce zikredildiği gibi Kızıltaş köyü ve çevre köyler göze çarpar. Zaman ise, 1932 yılında vukû bulan bu sürgün harekâtına kadar olan, bîr veya iki yülük bir süredir. Eser beş ana bölüme ayrılmış ve her bölüm de kendi içinde, dörtten dokuza kadar değişen kısımlara bölünmüştür.

Eserde Rusların Türkler hakkındaki düşünceleri de yer alır. Kırım Türkleri, çarlık Rusya'sının da, komünist Rusya'nın da emellerine engel olagelmiştir. Onlara karşı kuvvet kullanılmak ve Kırım Türklerden temizlenmelidir. Ruslar bu düşüncelerini ikinci dünya harbi sonunda veya "O Topraklar Bizimdi" romanının nihâyetinde gerçekleştireceklerdir.

Cengiz Dağcı'nın Dört Romanı - İsa Kocakaplan, M.E.B. - İstanbul,1999


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Cengiz Dağcı Eserleri
MesajGönderilme zamanı: 26.09.11, 20:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 28.09.10, 13:01
Mesajlar: 166
O TOPRAKLAR BİZİMDİ - Cengiz Dağcı
İsa KOCAKAPLAN

"O Topraklar Bizimdi", köylülerin sosyal hayatlarında zorlamalar neticesinde meydana gelen değişmelerin tesirini anlatır. "Onlar da İnsandı" romanının devamıdır denilebilir. Zaten mevzu bakımından da her iki roman birbirini bütünler. Vak'a, Yalta'nın Kızıltaş köyünden, Akmescit'in Çukurca köyüne aktarılmıştır. Bu durum, eserde cereyan eden hâdiselerin, gerçeklik duygusunu daha kuvvetle uyandırmasını teinin eder. Bilindiği gibi Kızıltaş köylüleri, daha önceki romanda yediden yetmişe sürülmüşlerdi. Yalnız Çilingirin oğlu Selim, Bekir'in kızı Ayşe'nin yeni doğan oğlu Alim'i yanına alarak kaçabilme fırsatı bulmuştu. İşte ikinci romanın aslî şahsı, Çilingir'in oğlu Selim'dir.

Selim Kızıltaş'tan kaçtıktan sonra, Akmescit'le okumuş, kurslara devam etmiştir. Askerliğini yaptıktan sonra Çukurca köyüne kolhoz reisi olur. Selim'den evvel köyde kolhoz reisi Bilâl'dır.

Roman Selim'in gelişinden önce, köyün hayatını tasvirle başlar. "Onlar da İnsandı" romanının, toprağına âşık ve mesut köylüleri artık kaybolmuştur. Herkese bıkkınlık hâkimdir. Ama bu toprağa karşı değil, Rus'lara ve kolhoz teşkilâtına karşıdır. Yoksa, toprağı yine severler, onun için canlarını yine verirler. Zaten o kadar sıkıntıya katlanmalarının sebebi, toprağa olan sevgileri ve ondan ayrılmak istememeleridir. Sürgün olmamak için seslerini çıkaramazlar, gözyaşlarını gizli gizli içlerine akıtırlar. Çalışıp çabalayıp yetiştirdikleri mahsûlleri, bütünüyle devlete teslim ederler. Sonra da iki yüz gram un için, gece yarılarına kadar kooperatif kapılarında beklerler. Berber Hasan'ın kaynatası, kolhoz dan daha önce kendisinin olan tarlatanın ekinini, yine kendisi biçebilmek için, Reis Bilâl'den izin istemiştir. İçindeki, toprağa sahip olabilme arzusunu böylelikle bastırabilmek amacındadır. Ama yaşlı vücûdu buna tahammül edemez ve çok sevdiği toprağının kucağında hayata veda eder. Köyde ölü defnetmek de bir meseledir. Kefen bezi bile bulunmaz. Hele dinî törenler katiyetle yasaktır. Ölenlerin mevlidi gizlice okutulur. Selim köye geldiği zaman, köy bu haldedir. Selim de Rusların propagandalarına kanmıştır. Komünizm konusunda onlardan çok daha samimîdir. Bu yüzden kendi kanından, kendi canından insanlarla anlaşmazlıklara düşer.

Bu romanın diğer bir özelliği de, bir an için köylünün üzerindeki devlet baskısını kaldıran, ikinci dünya harbinin Kırım'daki akislerini, daha teferruatlı ele almasıdır. Selim Rus ordusunun bir subayı olarak askere gider. Samimiyetle, Rusya için komünizm için savaşmaktadır. Fakat savaş onun aklını hasına getirir. Sağ kolunu savaşta kaybeder. Geri köye dönünce, daha evvel eziyet ettiği köylüleri onu bağırlarına basarlar. Buna karşılık, harpten evvel beraber yaşadığı Rus kadını Natalya, Alman subaylarıyla düşüp kalkmıştır. İşte bu şahsî hâdise, Selim'in bütün Rusları aynı tıynette görmesine sebep olur. Daha önce müdâfaa ettiği fikirlerin tam aksini benimser.

Savaş sırasında, Kırım'daki halk tekrar eski yaşayışına döner. Ruslara olan kinlerinden dolayı, Almanlarla aynı saflarda çarpışırlar. Camiler dolup taşar, kolhozlar kaldırılır. Herkes kendi toprağını işlemek, kendi malına bakmak arzusundadır.

Ama savaşın Ruslar tarafından kazanılması, bütün ümitlerin sonu olur. Büyük bir katliâm başlar. Bu katliâmdan kurtulabilenler de, yediden yetmişe topyekûn Kırım'dan sürülürler. Eserde 1938 ile 1943 yılları arasında, Kırımlıların başlarından geçenler, Çukurca köyü esas alınarak anlatılmıştır. Tabii ki, mekân da Kırım'dır.

Hülâsa edilirse bu iki eserde, kolhoz öncesi ve kolhoz hayatıyla, Kırım Türklerinin üzerlerinden Rus baskısının kalktığı bir anlık sürede meydâna gelen hâdiseler hikâye edilir. Eserlerin üslûp tonu son derece hissidir. Yazar anlatım esnasında şiirler ve marş sözleri ile, türkülerden de istifâde eder. Mahallî şiveleriyle veya kendi dillerinde konuşturduğu şahıslar da mevcuttur.

Toprak sevgisi romanların hepsinde vardır. "Yurdunu Kaybeden Adam", "Onlar da İnsandı", ve "O Topraklar Bizimdi" romanlarında kuvvede hissedilen iki fikirden biri sürgün, diğeri kolhoz fikridir. Köylüler topraklarından sürülmemek için her şeyi göze alabilirler. Aynı şekilde kolhozdan kurtulmak için de, yapamayacakları şey yoktur. Kolhozu açıkça tenkit edemeyen köyüler, bunu mizahî yolla yaparlar.

Meselâ, "Onlar da İnsandı" romanının kahramanlarından Enver, Kızıltaş'a komşu olan Dermenköy'e gittiğinde, bir eşeğin boynuna asık tahtaya, tebeşirle yazılmış şu ibareyi okur: "ölürüm de kolhoza girmem." Yine Enver ağaca asılı bir tavuğun niçin asıldığını sorunca, çocuklardan şu cevabı alır: "Kolhoz haftada on yumurta istedi. Yumurtlayamadığı için kendini astı."

Bu dön eser, Kırım Türkleri esas olmak üzere, bütünüyle esir Türklerin dramını aksettirir. İnsan olan hiç kimsenin dayanamayacağı fakat Türklere uygulanan vahşet sahnelerini gözler önüne serer.

Cengiz Dağcı'nın Dört Romanı - İsa Kocakaplan, M.E.B. - İstanbul,1999


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye