Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: MESNEVÎ-İ ŞERİF
MesajGönderilme zamanı: 20.01.09, 20:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 17.12.08, 16:48
Mesajlar: 237
Tamamı için tıklayınız....


http://www.islamvetasavvuf.org/?q=conte ... %C5%9Ferif

MESNEVÎ-İ ŞERİF

Yard.Doç.Dr. Nuri Şimşekler

S.Ü.Fen-Edebiyat Fak.Öğ.Ü.


Mesnevî Kelimesinin Anlamı ve Mesnevî Nazım Türü

“Mesnevî” kelimesi Arapça olup, sözlük mânâsı “ikişer ikişer”
demektir. Edebiyatta ise; her beyti kendi arasında kafiyeli manzum söz
söylemek olup; beyit sınırı olmadığı için uzun eserlerde tercih edilen
bir nazım türü olmuştur.

İslâmî edebiyatlarda (özellikle Fars Edebiyatı, ve XV.yy’dan sonra
Türk Edebiyatı) şairlerin, uzun aşk hikayelerini ve destanımsı konuları
işlerken kullandıkları Mesnevî tarzı, Mevlâna’nın dönemine gelindiğinde
bir hayli mesafe kaydetmiş; tasavvufî eserlerin hemen hemen tamamı bu
nazım türünde kaleme alınmıştır. Mevlâna’nın da etkilendiği, Senâî’nin
(ö.1180) Hadîkatü’l- Hakîka’sı, Attâr’ın (ö.1193-1234 arası)
Musîbetnâme ve Mantıku’t-tayr’ı gibi eserler tasavvufî mesnevî
geleneğinin ilk ve en güzel örneklerinden sayılmıştır.

Mevlâna’nın zamanına gelinceye kadar bu şekilde edebî bir terim
olarak çağrışım yapan “Mesnevî” kelimesi, Mevlâna’nın mesnevî nazım
türünde yazdığı ve bizzat adını Mesnevî olarak kendisinin koyduğu
eseri, günümüzde de olduğu gibi yazıldıktan hemen sonra bile mânâ
değiştirip, tereddütsüz Mevlâna’nın Mesnevî’sini akla getirmiştir.

Mevlâna’nın Mesnevîsi

Adı, Mevlâna’nın da eserinin birçok yerinde belirttiği gibi
Mesnevî’dir. VI. cildin ikinci beytinde Hüsâmeddin Çelebi’ye ithafen
“Hüsâmînâme” olarak zikredilse de, hemen bir sonraki beyitte
“Mesnevî’nin son cildi...” ibaresinden anlaşıldığı üzere eserin isminde
bir tereddüt yoktur. Kaldı ki Mevlâna, Mesnevî’sinin I. cildinin henüz
başında “Bu kitap Mesnevî kitabıdır...” diyerek eserinin ismini koyar.

Mesnevî Nasıl Yazıldı?

Daha önce belirtildiği gibi herhangi bir eser yazma endişesinde
olmayan Mevlâna, özellikle; Şems ve Selâhaddin-i Zerkûb’un ardından
kendisine halife seçtiği Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarlarına
dayanamayarak Mesnevî’yi söylemeye, Çelebi de yazmaya başlar.
Mevlâna’nın ölümünden 45 yıl sonra onun ve ailesinin menkıbelerini
yazmaya başlayan Ahmed Eflâkî (ö.1360), Mesnevî’nin yazılmaya
başlanmasını Dergâhın Mesnevîhânı Sirâceddin’in dilinden şöyle anlatır:

“Hüsâmeddin Çelebi, bir gece Mevlâna’ya gelerek onunla baş başa
kaldığı sırada baş koyup dedi ki “Gazel divanı çoğaldı, bunların
sırlarının nurları deniz ve karaların, Doğu ve Batı’nın her tarafını
kapladı. Allah’a hamdolsun bütün söz söyleyenler, bu sözlerin yüceliği
karşısında şaşakaldılar. Eğer Senâî’nin İlâhînâme (Hadîka) tarzında ve
Mantıku’t-tayr’ın vezninde bir kitap yazılsa bu, bütün insanlar
arasında bir hatıra olarak kalır; âşıkların ve dertlilerin can yoldaşı
olur. Bu son derece büyük bir merhamet ve inayet olacaktır. Bu kulunuz
da ister ki değerli dostların yüzlerini sizin kutlu yüzünüze çevirip
başka bir şey ile meşgul olmasınlar. Artık bundan sonrası Hüdâvendigâr
(Mevlâna) ın lûtuf ve inayetine kalmıştır.

Bunun üzerine Mevlâna, hemen mübarek sarığının içinden küllî ve
cüz’î bütün sırları açıklayan bir cüz çıkartıp, Çelebi Hüsâmeddin’in
eline verdi. Bunda Mesnevî’nin başında bulunan on sekiz beyit yazılı
idi:

Bi’şnev în ney çun şikÂyet mî-koned

Ez-cüdâ’îhâ hikÂyet mî-koned

...

Der-ne-yâbed hâl-i puhte hîç hâm

Pes suhen kûtâh bâyed ve’s-selâm

Bu neyi dinle, nasıl şikayet ediyor;

Ayrılıkların macerasını nasıl anlatıyor.

...

Ham kişiler, hiç olgunların halinden anlar mı?

O halde sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”

Mevlâna da Çelebi Hüsâmeddin’e cevapla, böyle bir eser yazmasının
Allah’ın gayb âleminden kendisine ilham olunduğunu belirtir; ve böylece
Mesnevî’nin söylenmesi ve Çelebi vasıtası ve ricasıyla yazılmasına
başlanmış olur.

Ne Zaman ve Kaç Yılda Yazıldı?

Mevlâna’nın diğer eserleri gibi Farsça söylenip yazılan VI ciltlik
Mesnevî’nin I.Cildine 1259 yılında başlanıp 1263 yılında tamamlandı.
II. cilde başlanmak üzere iken Hüsâmeddin Çelebi’nin eşi vefat etti ve
Mesnevî’nin yazılması iki yıl kadar beklemede kaldı. Çünkü; Mesnevî,
Mevlâna tarafından sabah-akşam, semâ-sohbet, otururken-ayakta demeden
söyleniyor ve Hüsâmeddin Çelebi tarafından da yazılıyordu.

Hüsâmeddin Çelebi, eşinin ölümünden iki yıl sonra tekrar Mevlâna’nın
huzuruna gelerek vazifesine devam etmek istediğini belirtti. Böylece 14
Mayıs 1264 günü tekrar başlanan Mesnevî’nin kalan V cildi , hiç ara
vermeden 1268 tarihinde tamamlandı.

Yazma, Basma ve Beyit Sayıları

Mesnevî’nin her cildi bittikten sonra, Çelebi bunları gözden
geçirerek Mevlâna’ya okur, kontrol ettirirdi. İşte bu şekilde VI cilt
halinde meydana getirilen Mesnevî’nin beyit sayısı çeşitli yazmalara
göre değişiklik göstermekte, 25585 ila 26660 arasında değişmektedir.
Hindistan bölgesindeki yazmalarda 30 bin beyte kadar çıkan Mesnevî’nin
beyit sayısı en güvenilir neşir olarak değerlendirilen Nicholson’un
hazırladığı metinde ise 25632 dir. Şu ana kadar tespit edilebilen en
eski nüsha özelliğine sahip 677/1278 tarihli, Mevlâna Müzesi teşhir
salonunda sergilenen Mesnevî ise 25668 beyit olup, Nicholson metnini
hazırlarken kısmen, Abdülbaki Gölpınarlı ve Veled Çelebi (İzbudak) da
tercümelerinde bu nüshadan faydalanmışlardır. Bu nüsha, tıpkı basım
olarak, 49x32 cm ve 32x23 cm olmak üzere iki boyutta Kültür Bakanlığı
tarafından yayınlanmıştır.(Ankara, 1993, XIV s.+325vr.) Aynı nüsha 1371
hş./1992 yılında İran’da da tıpkı basım olarak neşredilmiştir.( Zîr-i
nazar-ı Nasrullah Pur- Cevâdî, Tahran, 28,5x22 cm; 7+610 s.)

Konuları, Kaynakları ve Amacı

Mesnevî’nin konuları hakkında birkaç cümleyle fikir beyan etmek
oldukça zordur. Çünkü Mesnevî’de hemen hemen akla gelebilecek her
konuda bilgi verilmiş; Âyet, Hadis ve hikayeler yoluyla da bu bilgiler
daha iyi aktarılmaya çalışılmıştır.

“Kur’ân’ın tefsiri” ve “Allah âşıklarının kitabı” olarak da
nitelendirilen Mesnevî, Mevlâna’ya göre hakîkate ulaşma ve yakîn
sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir. İşte
Mevlâna bu amaç doğrultusunda hikmetli sözleri ve gizli sırları açarken
sıkça hikâyelere başvurur; bu hikayelerin arasında başka bir konuya
girer, sonra tekrar başladığı hikayeye geri dönerek öğütler içeren
beyitleri sıralar; bununla da yetinmez, Âyet ve Hadis-i şeriflerden
delil getirerek vermeye çalıştığı fikirlerin iyice anlaşılmasını
amaçlar. Bütün bunlarla birlikte Mesnevî’yi anlamanın öyle kolay
olmadığını da belirten Mevlâna, eserini “vahdet dükkânı” olarak
nitelendirir ve okuyanlara şöyle der:

Bu kitap, masal diyene masaldır; fakat bu kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini tanıyan, anlayan da er kişidir.

Mesnevî, Nil ırmağının suyudur; Kıptiye kan görünür, ama Musa kavmine sudur.

Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, gözüme cehennemde tepe taklak olmuş bir halde görünüyor .

Mevlâna Mesnevî’sini aydın gönüllü, görüş sahibi ve ciğeri yanmış
âşıklar için süslenmiş bir bahçe ve lezzetli bir rızk olarak
nitelendirir ve Mesnevî’nin konularını anlama hususunda şu öğütleri
dile getirir:

“Mesnevî’nin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak,
Âyetlerin, Hadislerin ve hikayelerin tertibinden aralarındaki ilgiyi
kavrayabilmek için büyük bir itikat, daimî bir aşk, tam bir doğruluk,
selîm bir kalp, kıvrak bir zekâ ve anlama gücü ve bazı ilimleri bilmek
gerekir ki insan onun (Mesnevî) sırrının sırrına ulaşabilsin. Eğer
doğru bir âşıksa bu özellikler olmadan da Mesnevî’yi anlama hususunda
aşkı ona kılavuz olabilir ve bir menzile erişebilir.” (Eflâkî, II, 182
vd.)

Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled (ö.1312) de babasının Mesnevî’sine
nazire olarak yazdığı İbtidânâme adlı eserinin girişinde Mesnevî
hakkında «Mevlâna, Mesnevî’sinde geçmiş erenlerin kıssalarını
zikretmiş; onların kerametlerini, makamlarını beyan buyurmuştur ki
bunları anlatmaktan maksadı da kendi keramet ve makamlarını
belirtmekti...» diyerek Mevlâna’nın amacının eskiden meydana gelen bu
olayların kendi zamanında da olduğu ve bunlardan dersler çıkartmak
gerektiğini belirtir.

Mevlâna’ya göre; sûfîlerin söyledikleri, yazdıkları ve sözünü
ettikleri konu ne rüya, ne de fal; Allah tarafından gönüllerine doğan
vahiy (gönül vahyi, ilhamı)dir. Hal böyle olunca da Allah istemedikçe
dil söze gelmez; geldiğinde de O’nun ilham ettiklerinden başka bir şey
söylemez. Bazen de kalbe doğan bu ilhamların söylenmesi yasaklanır; ya
da halkın anlayabileceği, akılların alabileceği ölçü ve seviyede
söylenir :

Sevgili, benim sözüme darılsaydı, susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi, sükût ederdim;

Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.

Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim; ya da izin ver, tamamıyla açıklayayım.

Yine de ne bunu, nede onu istiyorsan ferman senin...”

...

Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu mânâları içimde oynatıp duran Allah’ım! Madem ki bunun (Mesnevî) tamamlanmasını diliyorsun;

Kolaylaştır, yol göster, başarı ver; ya da bu isteği, bu arzuyu gider, bizi suçlama.

Sen olmadıkça, senin inayetin lûtfetmedikçe gece-gündüz nazım ve
kafiyenin ne değeri olabilir; (Sen olmadıkça) meydana getirilen şiire
kim bakar ki?

Yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı gibi Mesnevî’nin sadece kendi
fikirlerinden oluşmadığını vurgulayan Mevlâna VI. cildin sonlarına
doğru «Bu bahisler ancak buraya kadar söylenip, açıklanabilir; bundan
sonrakilerin gizlenmesi gerekir.» (b.4620) der ve aşağıdaki beyitle
eserini tamamlar:

Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü gönülden gönle pencere vardır.

Tercüme ve Şerhleri

Mevlâna, yaşadığı dönemde «Bizden sonra Mesnevî şeyhlik edecek ve
arayanlara doğru yolu gösterecek; onları yönetecek ve onlara önderlik
edecektir.» demişti. İşte, Mevlâna’nın ölümünden yüzyıllar geçmesine
rağmen bu söz hâlâ geçerliliğini devam ettirmekte; Mesnevî yüzyıllar
boyu Mevlevîlerin el kitabı, başvuru kaynağı olarak vazifesini idame
ettirmekteydi. Selçuklular döneminde resmî ve edebî dil olarak
benimsenen Farsça, Osmanlı Devleti’nin kurulması ve bilhassa
gelişmesiyle geçerliliğini yitiriyor, yerini Türkçe’ye (Osmanlıca)
bırakıyordu. XVI.yy’dan itibaren Mevlevîhânelerin yaygınlaşması Mevlevî
derviş ve muhiplerinin Farsça’yı tam olarak bilmemeleri ve Mesnevî’den
gerektiği gibi istifade edememelerinden dolayı Mesnevî’nin Türkçe’ye
tercüme edilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Bu dönemden itibaren sadece
Mesnevî’yi anlayabilmek için Farsça-Türkçe sözlükler dahi yazılıyor;
Mevlâna’nın döneminden üç yüz yıl geçtiği için Farsça bilinse dahi
tercümenin yanında bu derin fikirler içeren eserin tam anlaşılması için
onu şerh etmek (açıklamak) ihtiyacı duyuluyordu. İşte bu ihtiyaçlar
doğrultusunda Mesnevî, Türkçe’ye tercüme edilmeye ve hakkında şerhler
yazılmaya başlandı.

Şu ana kadarki tespitlere göre Mesnevî’nin Türkçe ilk tam tercüme ve
şerhleri Şem’î’nin (ö.1600’den sonra) ve Sûdî’nin (ö.1596) eserleridir.

İlk yapılan bu tercüme ve şerhlerden sonra “Fâtihü’l-Ebyât” adlı
eseriyle Hz.Şârih unvanı alan İsmail Rüsûhî Dede (Ankaravî) (ö.1631) bu
konuda haklı bir şöhrete kavuşmuş; eseri günümüzde dahi Mesnevî’yi
anlama hususunda en önemli kaynak olarak kabul edilmiştir. Bu değerli
eser önce Mısır’da (1836) ikinci defa da İstanbul’da (1872) basılmıştır.

XVI.yy’dan günümüze kadar hâlâ devam eden Türkçe tercüme ve şerhlerin en önemlileri ise aşağıda sunulmuştur :

1-Sarı Abdullah (ö.1660), Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî, I-V c.
(Mesnevî’nin sadece I. cildini kapsar), İstanbul, Matbaa-yi Âmire,
1287-1288/1870-1871

2-Bursalı İsmail Hakkı (ö.1725), Rûhu’l- Mesnevî, I-II c. (Mesnevî’nin bir bölümü), İstanbul, Matbaa-yi Âmire, 1287/1870

3-Âbidin Paşa (ö.1908), Tercüme ve Şerh-i Mesnevi-yi Şerîf, I-VI c. (Mesnevî’nin sadece I. cildini kapsar), İstanbul, 1324/1906

4-Ahmed Avni Konuk (ö.1938), Mesnevî Şerhi, 1937 yılında tamamlanan
bu tam şerh henüz basılmamış, Mevlâna Müzesi’nde bulunmaktadır.

5-Tâhirü’l-Mevlevî (Tahir Olgun, ö.1951), Mesnevî’nin Tercümesi ve
Şerhi, Mesnevî’nin ilk IV cildini ve V. cildin bir kısmını kapsayan bu
eser, F. Sezai Türkmen’in teşebbüsüyle 1963-1975 yılları arasında XIV
cilt halinde neşredilmiş; daha sonra bu neşir, Şamil Yayınları
tarafından tekrar yayınlanmıştır (2000). Bu eksik tercüme ve şerhin
kalanı Tâhirü’l-Mevlevî’nin öğrencisi Şefik Can (d.1910) tarafından
yapılarak yayınlanmıştır.

6-Abdülbâki Gölpınarlı (ö.1982), Mesnevî ve Şerhi, I-VI c.,
Mesnevî’nin tamamının tercüme ve şerhini kapsayan bu eser de birkaç kez
değişik yayınevleri tarafından basılmış, son olarak da Kültür Bakanlığı
tarafından üç defa yayınlanmıştır. (I-VI c., Ankara, 2000, 3.Baskı)

Mesnevî’nin tercüme ve şerhini kapsayan bu eserler haricinde
Muînî’nin, Sultan II. Murad’a (ö.1451) sunduğu Mesnevi-yi Murâdî (1436,
Mesnevî hikayelerinin bir bölümünün manzum tercümesi) ilk Mesnevî
tercümesi olarak kayıtlara geçer. Ayrıca Nahîfî (ö.1738) Mesnevî’yi
aynı vezinde manzum olarak tamamını tercüme etmiştir. En son ve
günümüzde en çok ilgi gören Mesnevî tercümesi ise Veled Çelebi
(İzbudak, ö.1953) tarafından mensur olarak yapılmış ve Milli Eğitim
Bakanlığı yayınları arasında VI cilt olarak defalarca basılmıştır.
Bunların haricinde eski tercümelerden de yararlanılarak Mesnevî’nin
bazı bölümleri ya da hikayeleri mensur yada manzum olarak tercüme
edilmekte ve sık sık yayınlanmaktadır.

Oldukça hacimli bir eser olan Mesnevî’den, XVI.yy’dan başlayarak
çeşitli seçmeler de yapılmış ve tercüme ve şerh edilmiştir. Buna ilk
örnek de Yusuf Sîneçâk’ın (XVI.yy) Cezîre-i Mesnevî’sidir. Oldukça ilgi
gören bu eser İlmî Dede (ö.1661) ve Şeyh Gâlib (ö.1799) tarafından
Türkçe’ye tercüme ve şerh edilmiştir. Ayrıca XVI.yy Mevlevî
şairlerinden Muğlalı Şâhidî Dede (ö.1550) de Mesnevî’nin her cildinden
100’er beyit seçerek her bir beyiti 5 beyitle Farsça manzum olarak şerh
etmiş (1530) bu şerh de Türkiye (İstanbul, 1880) ve İran’da
(Meşhed,1372 hş./1993) birer defa basılmıştır. Şâhidî’nin Gülşen-i
Tevhîd adlı bu eseri Mithat Bahari Beytur tarafından Türkçe’ye tercüme
edilmiştir (İstanbul, 1967).

Etkileri

Mesnevî, birçok âlim, edip ve şair tarafından tercüme edilmekle
birlikte Mevlevî olsun olmasın birçok şaire de ilham teşkil etmiş ve
adeta bir “Mevlevî Edebiyatı”nın doğmasına sebep olmuştur. Hayli
tafsilatlı olan bu konuya burada girilmeyecek ve en önemlilerinden
birkaç örnek verilecektir:

Şüphesiz Mesnevî’nin ilk tesiri Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’e
(ö.1312) olmuş ve onun ilk mesnevîsi olan İbtidânâme (Velednâme) (1291,
8760 beyit) meydana gelmiştir. Sultan Veled bu konuda, babasına her
hususta çok benzediğini mesnevî usulünde de onun yolunu takip etmek
istediği için bu eserini meydana getirdiğini söyler ve “Gücüm
yettiğince o Hazrete benzemeye çalıştım, ama buna imkan yoktu” der.

Mesnevî’yi ilham kaynağı alarak Türkçe mesnevîler oluşturan bazı önemli şairler ve eserlerinin te’lif tarihi de şu şekildedir:

1- Gülşehrî (ö.XVI yy.), Mantıku’t-tayr (Gülşen-nâme, 1317)

2- Âşık Paşa (ö.1333), Garîb-nâme, 1330

3- Şeyh Gâlib (ö.1799) Hüsn ü Aşk, 1782

Bu eserler defalarca basılmış, günümüz diline aktarılmış ve
haklarında gerek tez ve gerekse kitap olarak birçok araştırmalar
yapılıp, yayınlanmıştır.

Diğer Dillerdeki Tercüme ve Şerhleri

Mesnevi’ye başta Farsça olmak üzere Arapça, Fransızca, İngilizce ve
Almanca tercüme ve şerhler yazılmış ve hâlâ da yazılmaktadır. Ayrı bir
makale konusu olacak bu sahaya da burada girilmeyecek; temel teşkil
etmesi bakımından bu dillerde yapılan ilk tercüme ve şerhlerin
önemlileri sunulacaktır:

1- Kemâleddin Hüseyin b. Harezmî (ö.1436), Künûzu’l- Hakâyık, I-III c., Mesnevî’nin tamamının Farsça şerhidir.

2- Sürûrî (ö.1561-62), Şerh-i Mesnevî, I-IV c., Mesnevî’nin tamamının Farsça şerhidir.

3- Molla Fenârî (ö.1431), Mesnevî’nin mukaddimesini Arapça olarak şerhetmiştir.

4- Yusuf Ahmed el-Mevlevî(ö.1650), Menhecü’l-Kavî
li-tullâbi’l-Mesnevî, I-VI c., Arap mevlevîleri için yazılan bu şerh de
Arapça’dır.

5- J.D.Wallenbourg, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi olan bu zât,
Mesnevî’yi Fransızca’ya tercüme etmiş, 1799 yılında yayınlamak üzere
iken İstanbul Beyoğlu’ndaki yangında eserinin büyük bir bölümünü
kaybetmiş, daha sonra da neşre muvaffak olamamıştır.

6- E.H.Vhinfield, Mesnevî’nin VI cildinden seçtiği 2500 beyti 1887 yılında İngilizce’ye tercüme etmiştir.

7- S.James Redhouse, 1881 yılında Mesnevî’nin I.cildini manzum olarak İngilizce’ye çevirmiştir.

8- R.A.Nicholson (ö.1945), Mesnevî’nin tamamını İngilizce’ye tercüme
ve şerh ederek orijinal metniyle birlikte VIII cilt halinde
yayınlamıştır.(1925-1940, Leiden - Cambridge Univercity Press)

9- George Rosen, Mesnevî’nin üçte birini Almanca’ya tercüme etmiş ve
1849 yılında yayınlamıştır. (Mesnevî oder Doppelverse des Scheich
Mevlâna Dschalâleddin Rûmî)

10- Eva de Vitray Meyerovitch et Djamchid Mortazavi, Mesnevî’nin
tamamını Fransızca’ya tercüme etmişlerdir. (Djalâl-od-Dîn Rûmî,
Mathnawî, La Quéte de l’Absolu, 1990,1705 s.)

MESNEVÎ’ DEN SEÇMELER, ÖZLÜ SÖZLER, NASİHATLAR

I. Cildin Önsöz’ünden:

Bu kitap Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakikate ulaşma ve yakîn
sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir.
Allah’ın en büyük fıkhı, Allah’ın en aydın yolu, Allah’ın en açık
delilidir...

Şüphe yok ki Mesnevî, gönüllere şifadır; hüzünleri giderir, Kur’an’ı
apaçık bir hale koyar; rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları
güzelleştirir...

Ekmek! Ama hem az, hem de helâlinden!

Sen gözyaşı zevkini nereden bilirsin? Gök görmedikler gibi ekmeğe âşıksın.

Karnından ekmeği boşaltırsan, ululuk incileriyle doldurursun.

Nur ve kemâli, artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?

(I,1638,1639,1642,1646)

Balık baştan kokar!..

Yöneticilerin huyu halkına da tesir eder...

Yönetici bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı bu boruları gibidir.

Eğer havuzdaki su pis olursa, borulardan da aynı bu su akar.

Sen bu sözün mânâsına dal, adamakıllı dikkat et, iyice düşün bakalım!..

(I,2820,2821,2823,2824)

Gerçek makam bizim makamımız

İnsanlar makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer; yücelik ümidiyle aşağılık şeylerden lezzet alır.

On günlük makam için alçaklığa katlanırlar; gam ve kederle boyunlarını ip gibi ipince bir hale sokarlar

Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikle, aydın bir güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?

Bana yapışın da doğan olun; eğer baykuşsanız bile doğan kesilin!

(II,1104-1106,1165)

Şekilden geç, mânâya ulaş!..

Ne güzel ibadet ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor; fakat bir parçacık bile tat yok.

İbadet kabuktan ibaret, içi yok; cevizler çok, ama içleri boş.

İbadetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için iç gerek!

(II,3394-3396)

Kuşkudan vazgeç, emin ol!

Yerde yarım arşınlık genişlikte bir yol olsa, insan hiç kuşkuya düşmeden rahatça yürür;

Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen, yolun genişliği de iki arşın olsa, yine eğri-büğrü gidersin;

Hatta içindeki kuşku yüzünden belki de düşersin. İşte kuşkudan gelen bu korkuya iyice dikkat et de kuşkunun kötülüğünü anla!

(III,1559-1561)

Mal-mülk, makam; ama sonuç!..

Sığır, kasapların ne yapacağını bilseydi, hiç onların peşine düşer, dükkana gider miydi?

Veya kasapların elinden kepek yer miydi? Yahut da onların gülücüğüne aldanıp, onlara süt verir miydi?

Hatta ot yese bile, niçin beslendiğini bilseydi, hiç otu hazmedebilir miydi?

Şu halde bu âlemin direği gafletten, bilmezlikten ibarettir. Devlet
(maddî manevî zenginlik) “Dev” (koş) kelimesiyle “let” (dayak)
kelimesinden meydana gelmiştir.

Önce koş; koş da sonundaki dayağa bak! Bu yıkık yerde (dünyada) devlet sahibine eşekcesine ölümden başka bir şey yoktur.

(IV,1327-1331)

Hâlâ şekilcilik mi?

Birisi şehâdet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptımı dış görünüşe önem verenler, o adamın mümin olduğuna hükmederler.

Bu şekilde nice münafıklar şekle, gösterişe sığınmışlar; böylece de yüzlerce gerçek iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.

(IV,2176-2177)

Doğruyu söyle; ama gereği gibi!

Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yıkarsın tencereyi de.

Söyle; ama yumuşak söyle, sakın doğrudan başka da bir şey söyleme; yumuşak sözlerle de vesveseler satmaya kalkışma!

(IV,3816, 3817)

Herkesin doğrusu kıyamette ölçülür!

Tüm insanlar bir hayale kapılmış, bir bucağı eşelemekte. Biri define bulmak için bir köşeyi kazmakta;

Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış; bir başkası da hırs içinde ekine, tarlaya koşmuş,

Bir diğeri cin çağırmakla meşgul, gönlünü aklını kaybetmiş; öbürü
yıldız bilgisine kapılıp nalı yıldızın üzerine koymuş, fal bakmada.

Bunların her biri, bir diğerine bakıp “Ne iş yapıyor bu” diye hayret etmede; her biri bir diğerinin işini boş bulmada.

Bunların hepsi can kıblesini kaybetmişlerde onun için herkes bir tarafa yönelmiş;

Nitekim bir bölük insan da kıble nerede, diye arar; bir hayale kapılıp her tarafa döner, durur.

Sabah olup da Kâbe göründü mü gerçekten kimin yolunu kaybettiği anlaşılır.

Bu şuna benzer: Hani, dalgıçlar denize dalar, denizin dibinde aceleyle ellerine ne geçerse toplarlar ya!

İnci bulurum ümidiyle onu bunu torbalarına doldurur;

Fakat o koca denizin dibinden çıktılar mı iri ve kıymetli inci kimin torbasındaysa meydana çıkar.

Birinin küçük bir inci, diğerinin sadece taş parçaları veya boncuk olduğu anlaşılır.

İşte, kıyamet günü de buna benzer; onları bu gaflet uykusundan uyandırıp, iyiyi, kötüyü, kimin ne topladığını ortaya çıkarır.

(V,319,322,324,326,328-335)

Ölüm gelmeden yoldaşını iyi seç!

Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefâkârdır, diğer ikisi ise gaddar :

Biri dostların, öbürü malın-mülkün, üçüncüsü ise iyi işlerin ki, vefalı olan budur.

Öldüğün vakit, malın seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkamaz; dostun gelir, ama sadece mezarının başına kadar.

Fakat yaptığın işler vefakârdır; onlara iyice sarıl ki mezarının içine kadar seninle gelen onlardır.

Ama!.. Eğer amelin iyiyse, orada sana dost olur; kötüyse yılan kesilir.

(V,1045-1047,1050,1052)

Koyacaksan iyi adet koy!

Yiğidim! Kim kötü bir gelenek koyarsa, ondan sonra halk cahilliğinden bu geleneğe uysa,

Bütün bu adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır. Çünkü o baştır, diğerleri kuyruk. (V,1956,1957)

Ne ekersen onu biçersin...

Yiğidim! Kadere az bahane bul; nasıl oluyor da suçunu başkalarına yüklüyorsun? Kendini araştır, kendi suçunu kendin gör!..

Gündüz vakti çalışıyorsun da, akşam ücretini başkası mı alıyor?

Neye çalıştın da zararını yada faydasını görmedin? Ne ektin de zamanı gelince onu devşirmedin?

Sen de bilirsin ki elde ettiğin şey, yaptığının karşılığıdır. Yoksa
âdil olan Allah’ın takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl
olur da verir?

Suçu kendine bul! Çünkü o tohumu sen kendin ektin.

(VI,413,415,417,418,423,427)

Evlâdın hayırlısı

Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğlunun iki gözünden su alır, gıdalanır.

Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.

Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir...

Kaynak (oğul) kötü olursa o ağacın dalları, yaprakları da kurur;

Çünkü o, oğlun vücut kaynağından sulanıp, gıdalanıyordu.

Ey gafil insanlar! Nice, canınıza eklenmiş böyle su kaynakları var, bilir misiniz?

(VI,3586-3591)

Mesnevî’den Nasihatler-Özlü Sözler

-Ey oğul, bağı çöz; özgür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın? (I,19)

-Merhamete nâil olmak istersen, zayıflara merhamet et! (I,822)

-İçinde pusu kurmuş olan nefis, kibir ve kin bakımından bütün insanlardan beterdir (I,906)

-Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey koyunun kurda gönül vermesidir. (I,1292)

-İnsan dostunu göremiyor, ayırt edemiyorsa kör olsun daha iyi. (I,1407)

-Sözün faydası yoksa söyleme! (I,1524)

-Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. (I,1627)

-Şekilde-surette kalırsan putperestsin; her şeyin dış yüzünü bırak, mânâya bak!(I,2893)

-İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.(I,3435)

-Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. (I,4003)

-Türk sağ oldukça mutlaka kendine bir otağ(ülke) bulur, hele bu Türk Hak kapısının değerli bir kulu olursa? (II,455)

-Çalışıp, kazanmak define bulmaya engel değil ya! Sen çalışmana devam et; eğer nasibin varsa define de arkandan gelsin. (II,735)

-Ben, bu çalışıp-çabalama dünyasında iyi huydan daha üstün bir şey görmedim.(II,810)

-Akılsız dost zaten düşmandır. (II,1734)

-Zafer için yardımcısı Allah olmayan kişiye tavşan bile aslan gibi görünür.(II,2298)

-Ey rüşvet alan! Sen fil yavrusu yemektesin; düşmanın olan o fil sonunda kökünü kazır, mahveder seni. (III,159)

-Nefis üç köşeli dikendir; nasıl koyarsan koy yine sana batar; ondan kurtulmanın imkânı var mı?(III,375)

-Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!(III,431)

-Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline gelir.(III,,936)

-Adımımı nereye atacaksam bakar da öyle atarım; işte bu yüzden yanlıştan da kurtulurum, düşmekten de.(III,1753)

-Bütün bilimlerin özü “Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim” ilmini bilmektir. (III,2654)

-Vay o kişiye ki nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir. (III,3246)

-Helva kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil! (III,4532)

-Evlilikte iki kişinin birbirine denk olması lâzım; yoksa iş bozulur, geçim kalmaz.(IV,197)

-İyi huylu, kötü huylulara tahammül edip, onların kötülüğünü söylemeyendir. (IV,774)

-Belâların çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham kişileri yola getirmek zaten bir belâdır.(IV,2009)

-Otu ha çağırmışsın, ha çağırmamışsın ne fark eder? Ayağı toprağa çakılmış kalmıştır. (IV,2896)

-Kim işin sonunu görürse, yolda hiçbir zaman ayağı takılmaz. (IV,3371)

-Demircilik sanatını bilmeyen kişi, demirci ocağına yaklaşırsa sakalını, bıyığını yakar.(V,1381)

-Rızkı Allah’tan ara; ondan bundan değil!(V,1496)

-Allah sana bir el vermişse, bir iş yap, kazan da dostlarına yardımın dokunsun.(V,2420)

-Gönlün nâmertlikle dolu olduktan sonra sakalına ve bıyığına gülünür ancak!(V,2511)

-Tilki bir eşeği baştan çıkarıyorsa bırak çıkarsın. Sen eşek olma da üzülme! (V,2537)

-İyilik aradımı insanda kötü şey kalmaz ki! (VI,124)

-Allah için hizmette bulun; halkın kabul edip etmemesiyle ne işin var senin! (VI,845)

-Söz, dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker. (VI,1241)

-Adaleti bilmeyen, kurt yavrusunu emziren keçiye benzer. (VI,1576)

-Kıyamet kurban gününe benzer; Mü’minlere bayram, öküzlere ise helâk olma günü. (VI,1876)

-Kurt çok zalimdir; ama hiç değilse hilesi yoktur. (VI,2472)

-Aynada çirkinliğini görünce aynaya kızma! (VI,3154)

-Evin içindeki acı su çeşmesi, dışarıdaki tatlı su ırmağından daha üstündür. (VI,3603)

-Niceleri kadın alarak Kârun gibi zengin oldu; niceleri de kadın yüzünden borçlandı gitti! (VI,3689)

-Hazırlığın olmadan bir madene bile girersen bir kuruş elde edemeden geri çıkarsın. (VI,4425)

-Sen ört ki, senin de ayıbını örtsünler. (VI,4526)

Tamamı için tıklayınız....

http://www.islamvetasavvuf.org/?q=conte ... %C5%9Ferif


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MESNEVÎ-İ ŞERİF
MesajGönderilme zamanı: 20.01.09, 21:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Allah razı olsun....

( Bu link ile ulaşacağınız Mesnevi-i Manevi-i Mevlâna; Konya Mevlâna Âsitanesi son postnişinlerinden Veled Çelebi İZBUDAK tercumesini esas almıştır. )

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye