MUTMAİNNE SIFATI a) Mutmainne sıfatı ve onun şartları.. b) Rıza kapısı ile tevekkül kapısının farkı.. c) Velayet mertebesi, velayet müjdesi, velayet melekesi.. Ayrıca, anlatılanların sebebi ve hikmeti .ile razıye sıfatını almanın çaresi ve alâmeti açıklanacak.. Değerli kardeşim, şu da bilinsin ki.. Bu mutmainne sıfatı, velilere hastır. Bu sıfata bürünen zatlar, velayet ile, veraset ile müjdelenirler. Velayet de, nübüvvet de daha önce anlatıldı; burada tekrar edilmesine gerek yoktur. Bu sıfat, sadece tarikat ehline mahsustur; zahidlerin. takva sahiplerinin nefisleri, bu sıfata bürünemez, muhaldir. Onların en büyük makamları, mülhime sıfatıdır; bir adım bile ondan öteye geçemezler. Se-bebine gelince : Zühd ile takva ile nefis, mulhime yolunda anlatılan mikdar kemal bulabilir. Ondan öteye bir parmak dahi gidemez. Zira, mücahede ile nefis, ancak o kadar kemal bulabilir. Anlatilandan ilerisi, mürşidin terbiyesine, muhtaçtır. Görmez misin ki, dağlarda kendi kendine biten ağaçların meyveleri yenmez. Yense de lezzeti olmaz. Ham ahlat gibi, yiyenin boğazında kalır. Yahut hiç meyve vermez. Ama onları bir bahçevan yerinden çıkarıp kendi bahçesine ekecek olsa, o hali ile bakıp yetiştirse, yahut başka meyvelerle aşılasa meyve ağacı olmaya başlar. Haliyle bakımlı ağacın meyveleri, ilk hallerine nisbetle çok farklıdır. Hem de, sema ile semek (balık) arasındaki fark kadar.. Bahçevanın elinde yetiştiği için, yaban ağaçlarının meyveleri değişir. Ondan yiyenler, cismanî bir lezzet duyarlar. Eğer yabandan getirilen ağaç, aslında meyveli değilse, ona meyveli ağaçtan aşı yapar; aradan birkaç sene geçtikten sonra, o da öbürleri gibi güzel meyve verir.
-------------------------------------------------------------------------------- 5. B A B - ÎLÂHÎ TECELLÎLER 257 Üstteki açıklamadan anlaşıldı ki: Zühd ve takva sahipleri, yabanda yetişen meyveli ağaçlar gibidir : — Ben, zühd ile, takva ile Hakkı bulurum; kâmil mürşide muhtaç olmam. piyen kimselerin işlerine bakıldığı zaman, görülür ki : Yaban armudu, elması, vişnesi, kirazı gibidir. Bu türlü meyveler nasıl görünürse., zahidlerden amel sahipleri de öyle görünür. Yabanî meyvelerin içi acı olur. Ondan yiyen kimseler acılıktan başka bir tad alamazlar. Bunun gibi, zahidlerin, müttakilerin amelleri de zahirde güzeldir. Onların güzel amellerini görüp meclislerine gidenler ve onlardan yardım isteyen kimselere verdikleri nasihatler kendi halleri olmadığı için tesir etmez. Yabanî meyvelerin acılığı dışında bir lezzet de bulamazlar. Bunların meclislerinde nasihatlarını dinleyen adamlar, ayık hale gelmezler. Bundan başka iç halleri huzurda bulunan kimselere de geçer, iç sıkıntısı ile o meclisten kalkarlar. İşte, zühd ile takvanın en ileri makamı budur. Bunun için, onların, mutmainne sıfatından yana nasipleri yoktur. Mutmainne sıfatı, yalnız tarikat ehline hastır. Bu sıfatı hal edinmenin alâmetine gelince., daha önce de anlatıldığı gibi şöyle açıklayabiliriz : Cümle işleri, güzel işlere dönüşür; uygunsuz huyları güzel huylarla değişir. Bundan sonra, kendinden bir istek olmadan bu sıfatın sahibi, Cenab-ı Hakka tam manası ile tevekkül eder. Cenab-ı Hak tarafından kendisine bir hal ihsan olunur ki : O kimse, cümle zahirî işlerini Cenab-ı Hakka teslim eder; dünya yönünden gelen işleri düşünüp endişeye kapılmaz. Dünya yönünden olacak işler için gam çekmez. Cennet arzusu ve cehennem korkusu, iradeleri dışında kendilerinden alınmıştır; bunlar için de, gam yemezler. Ancak ibadet ve taatı, Allah rızası için yaparlar. Bunlar, iyiliği emretmek, yasaklardan almak görevini de hakkı olduğu biçimde yerine getirirler. Bu zatların, teveccüh ve murakabelerinden sonra, Allah ile huzurlu olmak, kendilerine hal oimuştur. Bir nefes dahi, gaflet üzere durmazlar; daima ayıktırlar. Bu mutmainne sıfatına bürünen zatlara tevekkül kapısı açılır; mürakabelerinde şekli anlatılamayan bir biçimde, kendilerine velayet müj- Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F. : 17
-------------------------------------------------------------------------------- 258 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI desi verilir. Mürşidleri kâmil olursa, bazılarına rıza kapısı dahi açılır. Yunus sûresinin 62. âyetinde Duyurulan : — «Haberiniz olsun; Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar, mahzun da olacak değiller.» Manası ile müjdelenirler. Ancak, bu sıfatta iken, rıza kapısının açılması, bu âyet-i kerimenin müjdesini almaları henüz onların halleri değildir. Sırf mürşidlerinin güzel teveccühü, Allah'ın inayeti iledir. Rıza kapısı ile, tevekkül kapısı arasında fark vardır. Şöyleki : Bir kimse, murakabe halinde iken, anlatılan kapı açılır; kendisi de içeri girince, belli bir yerde tecelli ihsan olunur. Bu âyet-i kerimenin müjdesi de zuhur ettikten sonra, o kapı bir daha zuhur etmez ise., o rıza kapısıdır. Ama, bu durum, kendisinin hali olmadığından, ilâhi iltifata nail olmak için; marzıye makamına ayak basıncaya kadar ya bir kere, yahut iki kere, yahut üç kere açılır; kendisine tecelli ihsan olunur. Eğer anlatılan kapı, tevekkül kapısı olursa., hemen her gece, murakabesinde açılır; içeride kendisine tecelli ihsan olunur. İşleri Cenab-ı Hakka bırakmak, kendisine hal olduğu için, hemen her gece tevekkül kapısından içeri girer, belli bir yerde kendisine ilâhî tecelli ihsan olunur. Ancak, rıza kapısının hal olması, marzıye sıfatına mahsustur; marzıye sıfatı kendisine hal olmadıkça, her gece zuhur etmez; bunun için her gece, kapının açılması, şekli anlatılamayan bir biçimde müjdelenmek, muhaldir. Belki, mürşidin himmeti ile bir kaç kere zuhur edebilir; başka türlü olmaz. Değerli kardeşim, bu durumu açıklamaktan gaye odur ki : Tevekkül kapısı görüldüğü zaman, rıza kapısı sanılmasın. Zira, rıza kapısı, Cenab-ı Hakkın ebedî rıza ile razı olduğu kullarına hastır. Ebedî rıza ise., marzıye sıfatına hastır. İşte anlatılan sebepten ötürü, yalnız işleri Cenab-ı Hakka bırakmayı meleke eden zatlara rıza kapısının açılması zor iştir. Meğerki, anlatıl-
-------------------------------------------------------------------------------- 5. BAB - İLAHÎ TECELLÎLER 259 dığı şekilde, ilâhî bir iltifat ola.. Mülhime ehli için tevekkül kapısının durumu da böyledir. MUlhimede olan zatlara terakki, hallerinde tevekkül kapısı açılır; sıfatların tecellisi zuhur eder. Bir kimseye böyle bir hal zuhur ettiği zaman, insafla kendi haline bakmalıdır : Acaba, işleri Cenab-ı Hakka bırakmak, kendisine meleke olmuş mudur?. Yoksa, hayvani ruhun alt olmasından ileri gelen bir yükselme hali midir?. Bu durum, insafla bakıldığı zaman tayin edilir. Zira, mülhime sıfatında her nekadar terakki hali zuhur ederse etsin; yine işleri Cenab-ı Hakka bırakmakta tam bir sebat olmaz; tereddütten ve renkten renge girmekten yana boş değildir, insafla bakıldığı zaman, bütün bunlar, olduğu gibi görülür; bilinir. VELAYET MERTEBESİ Kaldı ki, velayet mertebesinin bir müjdesi var; bir mertebesi var, bir de hal olması var. Velayet mertebesinin müjdelenmesi, anlatıldığı gibidir. Mülhime sıfatında iken, işleri Cenab-ı Hakka bırakmak hal olmaya yakınken, tevekkül kapısı açılır. Bu sırada bir, iki, üç kere velayetle müjdelenmek zuhur eder. Velayet mertebesine gelince; onu da anlatalım. Tevekkül kapısı hemen her gece zuhur eder. İlk zuhurunda, velayet rütbesi giydirilir. Bu mertebedekiler de, üstteki âyet-i kerime ile müjdelenirler. Velayet mertebesi, (kademi) budur. Ancak, bu anlatılan, velayet hali değildir. Zira, velayet hali, daha önce, ayrıntıları ile anlatıldı. VERASET HALİ Veraset hali, masumiyet halidir. Masumiyet hali dahi, marzıye halidir. Bu sebepten ötürü, velayete ayak basan zatlara marzıye sıfatı meleke olmadıkça, velayet dahi meleke olmaz.. Marzıye sıfatı, masumiyet halidir. Bu yüzden dört keyfiyet kendine meleke olmadıkça, bir kimse, marzıye sıfatına bürünemez. Velayete ayak basan zatlar için dört şart vardır; bu şartlar kendisine meleke olmayan kimseye velayet de meleke olmaz. O kimse, ancak, velayet mertebesinde kalır. Hem de velayetin ilk basamağında.. Bunun manası şudur : Kendisine velayet ihsan olunur; o yolda forma giydirilir, ama bu kimse masum değildir. Bu yüzden o kimseye düşer ki : Velâyet halini meleke edinmeye çalışıp gayret sarf ede.. Bu durum, lüzumludan daha lüzumludur.
-------------------------------------------------------------------------------- 260 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI Anlatılan işlerin sebeb ve hikmetine gelince., onu da anlatalım.. Şöyleki : Mutmainne sıfatı, işleri, Cenab-ı Hakka bırakmaktan ibarettir. Bu işleri Cenab-ı Hakka bırakmanın sebebini ve hikmetini anlatalım. Şöyleki : Hayvani ruh, sultani ruhu düşürmek için her taraftan türlü türlü hile ile önüne çıkar. O zaman, Cenab-ı Hakkın yardımı ile, sultanî ruh, durumu anlar, o hileleri geri çevirir. İşin sonunda, hayvani ruhun cümle tedbirleri boşa gider; hemen her yandan, sultanî ruh, üstün gelir. Bu yüzden de, hayvani ruh, âciz kalır, sultanî ruha bütünüyle teslim olur; hatta onun esiri olur. Vücud ülkesi dahi, hayvani ruhun veziri olan akl-ı maaşın görüşünden ve tasarrufundan kurtulur. Bundan sonra geçerli olan, sultanî ruhun veziri olan akl-ı maadın görüşü ve tasarrufudur. Anlatılan işler olup bittikten sonra, bu hallerin sahibinden bütün bütün tereddüd ve renkten renge girmek halleri gider; kendisine kalb itmimanı hâsıl olur. İşleri Cenab-ı Hakka bırakmak da bir meleke olur. (Yani : Vazgeçilmez bir alışkanlık.) Ne var ki, benlik berzahı, sevinci ile kederi bir bilmeme berzahı. dünya sevgisi berzahı atlatılmamış, atlatılma da hal olmamış bulunduğundan, bu makama sahib olanlar, namazlarını murakabe hali ile eda edemezler. İşte velilere şart olan bu dört keyfiyettir ki : Bunlar bir kimsede meleke olup vazgeçilmez bir alışkanlık halini almayınca.. Kendisine mülk olmaz ve masumiyet forması da giydirilmez. Açıkçası: Velayet forması giydırilir, ama masumiyet giydirilmez. Anlatılanlardan başka, bir kötü huy daha kalmıştır. O. her nekadar vücud ülkesinde geçerli değilse de, gizli bir yerde gizlenmiştir O huy da şu görüşü taşımaktır : — Kötü huylarım, iyi huylara, dönüştü. Ama, bir geçit başında dikkat edilip bakıldığı zaman, o huyun içeriden harekete başladığı görülür. Gizlice, bir yerden bas gösterir. Onlara velayet hal olmaması da bu yüzdendir; zira, kemalde noksanları vardır. Üstteki durumun da sebebini ve hikmetini anlatalım; şöyleki :
-------------------------------------------------------------------------------- 5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 261 Hayvani ruh, sultanî ruha her ne kadar tam teslim olup sultam ruhun esiri olsa dahi, bunu kendi iradesi, isteği ile yapmamıştın. Sultanî ruhun ağır basması ile yapmıştır. İradesiz teslim ve esir olmuştur. Anlatılan sebepten ötürü de, kendi tabiatının gereği olan huyları değişmemiştir. Ancak, tam teslim olup esir olduğu için, vücud ülkesinde hükmü geçmemektedir. Bu yüzden de, tabiatının gereği olan huyları yü-rütememektedir. Böylece, kötü huyları kapalı kalmıştır. İşbu sebepten ötürü, bir kimse ile mücadele ettikleri zaman bunlara dikkatle bakmalıdır: Hemen o huylar, bir bir baş göstermeğe başlarlar. Ama, hayvani ruhun hükmü geçerli olmadığı için bir şey yapamaz. İlk hallerindeki gibi, o huyların hükmünü yürütemez, öfkesini yutar. O mücadele ettiği kimse ile ülfet edip sevişmeye başlar. Bundan ötürüdür ki; levvamede ve mülhimede olan kimselerin düşmesinden korkulur, ama, velâyete ayak basanların düşmesinden korkulmaz. Ama, gerçekte, faziletli, seçilmiş bir kimse olmadığından; kendisine giydirilen velayet formasını koruyamaz, dünya çirkefi ile lekeleridirebilir. Böyle bir şey ederse, kıyamet günü, mahcub olur; rüsvay olup utanır. Aldığı lekelerden ötürü de sorguya çekilir, hesabı sorulur. Buna göre, velayete ayak basanlar : — Velayete ayak bastım.. Deyip böbürlenmemeli. Zira, bu durumda, ancak cehennem ateşinde azap görmekten kurtulmuşlardır; hesaba çekilmemek yoktur. Bunun sebebi de; velayet halini, vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirip meleke edemeyişi, ilk mertebeye ayak basıp kalışıdır. Durum böyle olunca, velayet haline adım attıktan sonra, onu kendine meleke edinmeye çalışıp gayret etmek, lüzumlunun da lüzumlusudur. Gelelim mutmainne sıfatından geçip razıye sıfatına bürünmenin çarelerine.. Şöyleki : öncelikle, yakin ilmi sırrını, kendisine, bu makama ulaşmak isteyen kimse meleke edinmelidir. Zira, bu sırra erip her nefeste Allah ile huzurlu ve beraberlik sırrına ermiş olmak, bu sıfattaki zatlara vazgeçilmez bir alışkanlık olmuştur; yani : Meleke.. Bundan sonra, Allah'ta huzurlu olmaya çalışıp gayret etmeleri gerekir. Bunun için de, eşyanın tümüne bakıldığı zaman, birlik nazarı ile bakılmalıdır. Murakabe hali ile te-tefekküre de dalınmalıdır. Zira, bu sıfata bürünen zatlara; murakabelerinde sıfatların tecellisi, zat müşahedesi hal olmuştur. İşte, murakabeden çıkıp ayık hale geldikleri zaman da, her nefeste o murakabedeki hali
-------------------------------------------------------------------------------- 262 RİSALE-İ MURAKABE MURAKABE KİTABİ düşünüp cümle fiilleri düşünmeli, cümle işleri Cenab-ı Hak'tan görüp mti-rakabedelerinde ihsan olunan ilâhî tecelliyi ayık halinde de kendilerine hal edinmeye çalışıp gayret etmelidirler. Bundan sonra, kendilerine bir taraftan ilâhî bir ihsan zuhur ettiği zaman, onunla sevinmemeli, kader sırrına yormalıdırlar : — Bu durum, ezelde bizlm için ilâhî bir takdır olmuştu. Şimdi tayin edilen zamanı geldi. Zahirî sebebi ile bize yöneldi. Sebebi veren de Hak, bu ihsanı veren de Hak.. Böyle dedikten sonra, dış sebebe olan kalbin itminanını kesmeli. Sonra da kendi haline bakmalı.. Bu arada, bir sevinç ortaya çıkarsa anlatılacak durumu düşünmelidir. Önce :
— «Her şey aslına döner..» Dedikten sonra, şöyle demelidir : — Bu işin dışına nasıl sevinebilirim?. Zira, cümle eşya toprak, su, hava ve ateşten ibarettir. Bunlarla sevinip avunmak ise, ahmaklığın taa, kendisidir. Sevinmek, sevgiden çıkar. Eğer bu olana sevgim olmasaydı, sevinç zuhur etmezdi,. Halbuki, anlatılan unsurlardan meydana gelen şeyleri sevmek ahmaklığın kendisidir; düşüklüktür. Böyle dedikten sonra, o maddî şeyden sevgiyi kesip almalıdır. Sevincin de önünü almak gerekir. Beri taraftan kendisine keder verecek bir şey zuhur ettiği zaman; bunu da kader sırrına bağlamalıdır : — Bu iş, Cenab-ı Hak tarafından bize gelen bir ilâhî ihsandır. Bunun altında çok büyük nimetler vardır. Bu gelen, ilâhî bir armağandır. Sabır gerekir, zira ben Yüce Hakkın zatına aşıkım.. Dedikten sonra, kendi kendine şöyle çıkışmalıdır : — Sen üstteki sözleri söylüyorsun; hiç aşık maşukundan gelen bır şeyi geri çevirir mi?. Haşa, zehir olsa dahi, şekerli helva gibi yer. Hal
-------------------------------------------------------------------------------- / 5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 263 böyle iken, bu bir ilâhî imtihandır; altında nice nice büyük nimetler vardır. Hem de akıllara gelmeyecek kadar.. İşte, anlatılan durumdakiler, anlatıldığı gibi söyleyip gönüllerini teselli ile alıp sevinç ile kederi birleştirmeğe çalışıp gayret etmelidirler. Sevinç ile kederin eşit kabul edilmemesi, Âl-i imran suresinin 14. âyetinde Duyurulan :
— «insanlara; kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın gümüşten, salma güzel atlardan, sürülerden, ekinlerden yana şehvetler dizisi sevgisi süslü gösterildi. Ama bunlar, dünya metaıdır.» Manada açık açık anlatılan, dünyanın altı çeşit metaına sevgiden doğar. O altı şeyi daha açık olarak, şöyle anlatabiliriz : a) Kadınlar.. b) Çocuklar.. c) Basılmış altın gümüş, her türlü para.. d) Donanmış atlar.. e) Sığır cinsi de dahil, her çeşitten sürü.. f) Kokulu şeyler, bağlar, bahçeler, ekilen biçilen ziraat işleri.. İşte bütün bu şeylerden yana, kalben sevgi bağını koparmak gerekir. Bunun ilâcı da anlatıldığı gibidir. Yani : Bu yolda olanlar, eşyaya vahdet (birlik) gözü ile bakıp onlara sevgi vermemelidirler. Bu altı şeyden hangisine sevgi zuhur eder ise., hemen ardından anlatılan reçeteyi uygulamalı, o sevgiyi gönülden söküp atmaya bakmalıdır; bunun için de çok çalışıp gayret etmek gerekir.
-------------------------------------------------------------------------------- 264 RİSALE-1 MURAKABE - MURAKABE KİTABI Bu makamdaki zatlara, sadece dünya sevgisi değil; âhiret sevgisi dahi feyiz gelmesine engel olur. Bunun sebebi ve hikmeti ise, iki seygi-nin bir kalbde olmasının zor oluşudur. — K a 1 b .. Adı ile anlatılan yer, Yüce Hakkın nazargâhıdır. Orada, ilâhî tecelli görülür. Böyle olduğuna göre; oraya ilâhî sevgiden başkasını koymamak gerekir. Oraya, ilâhî sevgiden başkası girerse, seni uğraştırır, ilâhî tecelliden yoksun eder. Anlatılan sebeptendir ki; velîlere velayet makamına ayak basmak ihsan olunduğu zaman, anlatılan altı şeyin sevgisi, anlatılan reçetelerle gönülden sökülüp çıkarılmalıdır. Hatta, o manada kılcal damarları dahi sökmek gerekir. Ta ki : Gün gelip de onlardan filiz çıkmaya.. Dünya ve âhiret sevgisi, anlatıldığı gibi tamamen kesilip atılınca, sevinç ile kederin bir görülmesi gayet kolay olur. Bir kimseye, bir yerden bir sevinç gelecek olsa, ya dünya işlerindendir; ya da âhiret işlerinden.. Sevinç işleri, bu ikisinin dışında değildir. Bir taraftan gelen şeylere karşı bir kimsede sevgi belirtisi olmaz ise, kendisinde zerre kadar sevinç eseri zuhur etmez. Olmuş, ya da olmamış, ikisi de eşittir. Keder dahi, anlatılan şeylerin elden gitmesindendir; yani : Dünyaya ve âhirete dair işlerin.. Keder ve sıkıntı, üstte âyet-i kerime ile tesbit edilen altı şeyden birinin gitmesinden zuhur ki, yine sevgiye bağlıdır. O elden giden şeye karşı sevgi olmasaydı; onların gitmesinden ötürü, hiç kimseye zerre kadar keder zuhur etmezdi. Bunu bir hikmete yorup : — Allah verdi; yine Allah aldı.. Derdi. Zikri ile, fikri ile uğraşır dururdu. Yukarıdan beri izah edilen durum anlatıyor ki : Sevinç ile kederin birleşmesi, dünya sevgisinin kesilip atılmasına bağlıdır. Bundandır ki, velayet ayak basan zatlara; dünya ve âhiret sevincinin kesilmesi için, Allah sevgisi lâzım, hatta elzemdir. Bundan sonra, sevinç ile .kederi birleştirmek gayet kolay olur. Razıye sıfatında bulunmanın alâmeti odur ki: İradesiz, anlatılan altı şeye karşı sevgi bağları, kesile.. Onların artmasından ve eksilmesin-
-------------------------------------------------------------------------------- 5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 265 den ötürü, kalbe zerre kadar sevinç ve keder gelmeye.. Her anda, bir başka mana işinde oluna.. Rahman suresinin 29. âyetinde Duyurulan :
— «Her an bir bir başka iştedir.» Mana uyarınca, onlara bir hal gelir. Bu âyetteki mana ile hallenir-ler. Bundan sonra, onlardan birine : — Doğu ile batı arasını sana verdik. Seni padişah tayin ettik. Cümle âlem, senin hükmündedir.. Deyip cümle ülkelerin anahtarlarını ona tesllm etmiş olsalar; kalbine zerre kadar sevinç gelmez. Belki kederlenip : — Beni meşgul eder; huzura engel olur. Der.. Dünyanın anlatılan işlerinden başka, mürakabe halinde onların biline tarifi imkânsız ilâhî lütuflar gelip çeşit çeşit âhiret nimetleri ile müjdelense dahi, yine zerre kadar kendisine sevinç vermez : — Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır. Der ve bu cümlenin gerçekleştiği yer olur. Anlatılanların aksi dahi zuhur edebilir. Yani: Gelmez, gider, öyle bir şey olduğu zaman da : — Allah verdi, Allah aldı; mülk Allah'ındır. Bizim zerre kadar bir şeyimiz yoktur. Der; iradesini kullanmadan, kendisine zerre kadar keder gelmez. Anlatılanlardan başka, kendi bedenlerine bir keder isabet edecek olsa, ona da razı olurlar; tesllm olurlar. Her nekadar zahirde mihnet ve meşekkat çekip o hastalığın giderilmesine teşebbüs etseler dahi, gönüllerinden razı olurlar; bir hikmete yorarlar. Gerek hal ile, gerek söz ile, gerek vicdani olarak o hastalığın zorluğundan ve zahmetinden şikâyet etmek, hatırlarına gelmez. İradesiz razı olurlar. Her nekadar arkadaşlarının ve kendi gibilerin yanlarında halleri-
-------------------------------------------------------------------------------- 266 RİSALE-İ MURAKABE MURAKABE KİTABİ ni anlatıp dursalar dahi, yine de gönüllerinden razı olurlar; .anlattıklarına hikâye yollu anlatırlar. Sözün özü odur ki : Bunlara öyle bir hal ihsan olunur ki; Cenab-ı Hak'tan isabet eden her şeye iradesiz teslim ve razı olurlar. İşte anlatılan rıza ile, Cenab-ı Hak'tan gelen işlere razı olan zatların nefisleri, raziye sıfatı ile muttasıf olduğuna delâlet eder. RAZIYE SIFATI 5. Nevi: Raziye sıfatını açıklar. II. sınıfın yedi nevinden beşinci nevidir. Burada anlatılacak sıfatın ehli tek sınıftır. Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki.. Bu sıfat, yine velîlere hastır. Açıkçası, velayete ayak basar basmaz bu sıfata bürünmek muhaldir. Onun için, bu da tek sınıf olarak anlatılacaktır; iki olmaz. Bunun alâmetini de şöyle anlatabiliriz : Bu sıfatta olan kimseye her ne gelirse gelsin; hemen hepsini de Cenab-ı Hak'tan görür. Acı ile tatlı ona göre eşit olur. Oyle bir rıza ile razı olur ki : Başına gelecek bir kazayı on sene önce Cenab-ı Hak kendisi; ne haber verecek olsa, onun giderilmesi için bir kere dahi : — Aman ya Rabbi sana sığınırım. Deyip onun geri çevrilmesini rica eylemez. Hemen, o kazaya razı olur bekler durur. Bu işin oluşundaki sebebi ve hikmeti de anlatalım. Şöyleki: Hayvani ruh, sultanî ruhun eseri olmuştur. Sultanî ruh da onun elini ayağını zikir kemendi ile bağlamıştır. Teveccüh ve feyizleri ile onu göz hapsinde terbiye etmiştir. Böylelikle, hayvani ruhun tabiatı olan öfke, kendisinden tamamen silinip atılmış ve sultanî ruhun tabiatı olan rızayı kendisine hal etmiştir. Teveccüh ve murakabenin feyiz nuru ile gözleri nurlanmıştır. Şekli anlatılamayan bir manada ihsan olunan ilâhî hitapla da kulakları sağır olmuştur. Böylelikle kendi tabiatı olan masivadan lezzet almak, dünya sevgisi kendisinden alınmıştır. Artık gözü, dünya me-taını kesin olarak görmez. Kulakları dahi, kesin olarak rızaya ters düşen sesleri işitmez.
-------------------------------------------------------------------------------- 5. B A B - İLÂHİ TECELLİLER 267 Anlatılan sebepten ötürüdür ki; razıye sıfatı ile muttasıf olan zatlardan dünyalık sevgisi tamamen alınır. Bu yüzden cismanî lezzetten koku duymazlar. Rızaya ters düşen işler de, kesin olarak kulaklarına ulaşmaz. Meselâ bunlar, sazende ve nalende meclisinde bulunsalar; oradaki sazdan ve sözden zerre kadar, kendilerine cismanî lezzet zuhur etmez. Ancak, sultanî ruhun gözü görüp kulağı işittiği için, o mecliste murakabe halleri zuhur eder; ruhanî bir safaya dalar giderler. Hülasa.. Bu sıfata bürünen zatlar, her bir şeye bakarken, gönül birliği içinde bakıp cümle işleri Cenab-ı Hak'tan görürler. Ama bu durum, hale dayalı bir şeydir; sözle yapılacak bir şey değildir. Eğer bir hale sahib olmayan kimse : —Onlarıı taklid ederim.. Deyip işe başlayacak olursa., aşağıların da aşağısına kadar gider. Zira, hal, taklid edilecek bir şey değildir. Bu manavı anla. Zira, bu zatların ayık halleri, sıfat tecellisi ve zat müşahedesi olmuştur. Bunun için, onlarda dünya sevgisinden yana bir belirti kalmamıştır; sevinçle keder, onlara göre eşit duruma gelmiştir. Cümle işleri Cenab-ı Hak'tan gördükleri için, bütünlük ifade eden rıza, kendilerine vazgeçilmez bir alışkanlık olmuştur. İşin asıl sebebi de budur. Ne var ki bunlar, henüz varlıktan kurtulup bütünlük ifade eden manada mahviyeti kendilerine hal edinememişlerdir. Dolayısı ile, kendilerinde kötü huyların kokusu bulunur. Daha açık tabiri ile şöyle diyelim : — Varlık tamamen silinip kötü huyların tamamı, güzel huylara dönüşüp güzel huyların da tamamı hal olmamıştır. Anlatılan sebepten ötürü de, sıfat-ı mutmainnede bulunan zatlar gibi; fiillerinden ve işlerinden dolayı sorguya çekilirler. Böyle oluşun sebebini ve hikmetini de diyelim; şöyleki : Hayvani ruh, sultanî ruhun terbiyesi ile bütünlük ifade eden rızayı kendisine hal edinmiştir.
-------------------------------------------------------------------------------- 268 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI Kötü huylara gelince., bunların başı varlıktır. Cümle kötü huylar ondan zuhur eder. Varlık ise, hayvani ruhun kendi tabiatıdır: cümle kötü huylar, bu sıfatın içinde saklıdır. Dolayısı ile, varlık tamamen silinip yokluk hal olmadıkça; anlatılan kötü huyların tamamının yok olup güzel huylara dönüşmesi muhal iştir. Varlığın da yokluğa dönüşmesi ise.. hayvani ruhun marzıye sıfatına geçmesine bağlıdır. Durum anlatıldığı gibi olunca, bu razıye sıfatı dahi, durulacak yer değildir. Zira bu sıfatta iken, âhiret yurduna göç edilecek olsa, mutmain-ne benzeri hesapsız kurtulmak olmaz. Ancak, cehennem ateşinden kurtulmak vardır. Gelelim razıye sıfatından geçip marzıye sıfatını hal edinmenin reçe-teli ilâcına.. Şöyleki : Razıye makamında olan zatlara; aynel-yakin sırrı, vazgeçilmez bir alışkanlık olan meleke olduğundan, her nefeste Allah'ın zatında huzurda Cenab-ı Hakkı, açıklanması zor bir şekilde yakin gözü ile müşahede eylemek, kendilerine meleke olmuştur. Bundan sonra da, Hakkal-yakin sır rını kendilerine hal edip her nefeste Allah huzurunda olmaya çalışıp gayret etmeleri gerekir. Razıye sıfatına bürünen zatlara; çoğunlukla terakki hallerindeki murakabelerinde zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Üstteki tecelliyi, ayık hallerinde, manevî iniş hallerinde, hatta alıp verdikleri her nefeste tefekkür ederler. Anlatılan manâya göre, bu makamda bulunan herkes; kendisine ve cümle mevcudata baktığı zaman, zat teceilisi ve zat müşahedesi tefekkür edilir. Bu durumda o kimse, kendisini cümle yaratılmışlardan ve cümle mevcudattan alçak ve onlardan daha küçük görmeye çok çalışıp gayret eder. Böyle etmesi de, lâzımdır; hem de lâzımın lâzımı.; Anlatılan şekilde her nefeste, Allah huzurunda bulunmalı. Hemen herkes, kendi haline de dikkat etmeli. Eğer kendisine, bir taraftan varlık kokusu zuhur ederse; bir kimsede, kötü huy, düşük işler gibi şeyler görürse, hemen kendi haline dikkat etmelidir. Bu durumda, kabahatli bulduğu kimseye karşı kendisini üstün görürse; hemen murakabedeki tecelliyi düşünmelidir. Bundan sonra da, gördüğü kötülüğü, bir hikmete yormalıdır. Kendisinin iyi halini de ilâhî bir ihsan bilmeli : — Eğer Cenab-ı Hakkın ilâhî ihsanı olmasaydı, benim halim bundan-
-------------------------------------------------------------------------------- 5. BAB — İLÂHÎ TECELLÎLER 269 daha kötü olurdu. Benimle bu kimse arasında zerre kadar fark yoktur. O neyse, ben de oyum. Hemen her şey, bir şeyden ibarettir. Ancak, bende olan ilâhî ihsan olup o da sırf lütuftur. Benim, zerre kadar bunda dahlim yoktur. Eğer bu ilâhî ihsan bende olmasaydı, benim halim bundan daha düşük olurdu. Aman ya Rabbi, sana sığınırım. Dedikten sonra da, kendisinde zuhur eden varlığı, ihsan deryasına atıp yok etmelidır. Bu yolda yapılacak diğer işleri de bununla ölçebilirsin. Bu makamdaki herkes, insafla kendi haline bakıp durumu kavrama-lıdır : — Varlık.. « Dedikleri keyfiyet tek şeydir; bilinir. O da kendisini üstün görmektir. Nekadar kötü huy varsa, hepsi varlıktan zuhur eder. Varlık, tamamen silinip mahviyet hali vazgeçilmez bir alışkanlık olmadıkça, iyi huyların kötü huylara dönüşmesi muhal iştir. Sebebi, hikmeti ise, anlatıldığı gibidir. Varlık, hayvani ruhun kendı sıfatıdır. Cümle kötü huylar da, o sıfatın tabiatında yatar. Mahviyet dahi, sultani ruhun kendi sıfatıdır; cümle güzel huylar da o sıfatın tabiatıdır. İşte anlatılan sebepten ötürü, varlık tamamen gidıp mahviyet hali vazgeçilmez bir alışkanlık olmadıkça, anlatılan kötü huyların iyiye dönüşmesi muhal iştir. Bunun için, varlık kadar vücud ikliminde büyük bir hastalık yoktur. Nitekim, Fahr-Alem Resulüllah efendimiz, bu manayı bir hadis-i şerifinde şöyle açıklamıştır :
— «Varlığın öyle bir günahtır ki, hiç bir günah onunla boy ölçüşe-mez.» Resulüllah, gerçeği dile getirmiştir; Allah ona salât ve selâm eylesin Bütün kötü işlerin anası şarap (alkollü içki) içmek olduğu gibi, cümle kötü huyların anası da, varlık olmuştur. Bunun için, anlatıldığı gi-
-------------------------------------------------------------------------------- 270 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABİ bi, bu makamda bulunan kimse, haline dikkatle bakmalıdır. Allah huzurundan bir an dahi ayrılmadan, hakkal-yakin sırrını vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirmek için çok çalışıp gayret etmelidir. Bu, çok gereklidir. Varlık, ayrılıktan zuhur eder. Birlikle bakıldığı zaman, ayrılık kalmaz ki, varlık olsun. İşte, hastalığın reçeteli ilâcı.. Ciddî bir şekilde anlamaya çalış.. Anlatıldığı gibi, reçeteli ilâçlar kullanılırsa, kısa zamanda kullanan kimseye öyle bir hal ihsan olunur ki : Her neye bakacak olsa, bir isteğe bağlı olmadan, hakkal-yakin sırrı kendisine vazgeçilmez bir alışkanlık olur. Ayık halleri dahi zat tecellisi, zat müşahedesi olur. Bu durumda, hangi şeye bakarsa baksın; elinde olmadan hiç bir şeyi kendisinden alçak göremez; hatta kendisini cümle şeyden daha alçak, daha düşük, Allah'ın güvencesine sığınan bir müflis görür. Bundan sonra, kendi görüşüne göre, kendisi şöyledir : Mahvolup gitmiş, elinde aman dilemekten başka bir şeyi kalmamış, her nefeste Allah'ın huzurundadır ve çok kor karak : — Aman ya Rabbi, sana sığınırım.. Der durur.. O kadar ki, tarifi mümkün değildir. Bilinmesi için şunu da anlatalım : Bu makamda bulunan zatların kendileri, hemen her gün için, sonsuz rıza ile müjdelenip bitip tükenmeyen ilâhî iltifatın uygulandığı yer olmuşlardır. Durum anlatıldığı gibi iken, ellerinde olmadan kendilerine bir korku giydirilmiştir. Bunca ilâhî ihsanlar, anlatılan korkunun altında silinmiştir. Ama, ılâhî imtihan sayılan mekirden emin olmamışlar, bunun için de daima : — Aman ya Rabbı, sana sığınırız. Der dururlar. Üstteki anlatılan korkuya şu isim verilir : — V e r a s e t.. Bir garaza, bir karşılığa göre gelmemiştir; hal çeşidinden bir şeydir. Hali anlatıldığı gibi olan birine : — Cenab-ı Hak'tan bu kadar çok korkuyorsun. Halbuki, her gün
-------------------------------------------------------------------------------- 5. BAB İLAHİ TECELLÎLER 271 ebedî rıza müjdesi sana gelmektedir. Geçmiş ve gelecek günahların da bağışlandıktan sonra sonsuz ilâhî ihsanların da yeri olmuşsun. Öyle ise, sendeki bu korku ne haldir?. Diye sorulacak olsa, bir türlü başlangıç sebebini bulup açıklaya-maz. Bu korkuya : — Veraset.. İsminin verilmesi de, anlatılan sebebe dayanır. Velayet, kendilerine meleke olan kullara, bu korku ihsan olunur ki : Cenab-ı Haktan bu zatlara büyük bir nimettir. Mahviyet, bu korkunun altındadır; kemal dahi bu mahviyetin altındadır. Ebedî rıza dahi, bu kemalin altındadır. Anlatılan veraset korkusu, umumî mahviyet, insaniyet kemali, ebedî rıza dörtlüsü, birbirine zarf ve zarfın içindeki olmuşlardır; ama hepsini korku içine almıştır. Velî olan zatlara ihsan olunan korku eşit değildir; her birinin tecellisine göredir. Bazısındaki korku ağır, bazısındaki korku hafif olur. Bu da, kader sırrına göre bir keyfiyettir. Nekadar olursa olsun, bu kullarına mahsus bir armağandır. Mahviyetleri korkularına göredir; korkusu çok olanın, mahviyeti de çok olur. Korkusu az olanın, mahviyeti de az olur. Mahviyet altındaki kemal durumu da böyledir. Ebedî rızanın durumu da aynıdır. Bundan anlaşılmış oldu ki; bu dört keyfiyetin başı korkudur. Korku nekadar ihsan olunmuş ise., kalan üçü'de o kadar ihsan olunmuştur. Anlatılan manadan ötürüdür ki, bütün velîlerin halleri bir değildir. Kimi çok yüksek, kimi orta, kimi daha alttadır. Her velîye has olmak üzere, Cenab-ı Hakkın bir rızası vardır; o rıza da, o velînin kemaline göredir. O kemal dahi, onun mahviyetine göredir. O mahviyet dahi, onun korkusuna göre zuhur eder. Anlatılan dört şey, bir birini izler; ulanır. Birinin diğerinden fazla veya eksik olması muhaldir. Anlatılan korku için : — Veraset.. İsminin verilmesinin hikmeti, onun garazsız ivazsız hiç bir sebebe dayanmadan gelmesidir. Kayıtlardan bir kayda da bağlı değildir. Allah
-------------------------------------------------------------------------------- 272 RİSALE İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI için, Allah uğrunda olduğu içindir. Kalan üç şeyi de özünde toplamıştır. Bu sebepten ötürü, bu korku hangi velîye vazgeçilmez alışkanlık olan meleke olursa., onun altında üç keyfiyet de ihsan olunur; masumiyet forması da giydirilir. Her makamda, bir başka korku vardır. Ama, her birinin altında bir başka gaye olduğundan, Cenab-ı Hak, onlardan razı değildir. Yokluk cihetinden emmare makamı, marzıye makamı gibidir. Emma-re makamında hiç korku yoktur; marzıye sıfatında ise, hiç güven yoktur. Varlık cihetinden dahi, ters manada emmara sıfatı marzıye sıfatı gibidir. Emmare sıfatında nasıl tam olarak benlik varsa., marzıye sıfatında dahi, tam olarak mahviyet vardır. Levvame sıfatında bulunan korku takliddir; zira kalıcılığı yoktur. Bazan işlediği masiyetlere o sıfatın sahibi pişman olur; tevbeye gelir istiğfar eder. Bazan da Allah'ın rahmet sıfatına güvenir. Böyle bir korku, asla sahibine fayda vermez; çünkü mukallid korkusudur. Bunun sebebi de anlatıldı. Mülhimedeki korku ise., unsurların korkusudur; cennet arzusundan ve cehennem azabı sebebi ile zuhur eder. Bu unsurların korkusuna : — Nefsanî korku.. Adı verilir. Böyle bir korkudan Allah razı değildir. Ancak, sahibini cehennem ateşi azabından kurtarmaya sebeb olur. Mutmainne korkusu da, velayet korkusudur. Bu türlü korku, bundan öncekine göre beğenilir. Zira bunda, cehennem korkusu, cennet arzusu yoktur; sırf hesaba çekilme korkusu vardır. Yani : — Anlatılan dört şartı kendime meleke edinemezsem, halim nice olur?. Diyerek, bu makamın sahibi korkar. Bundan ötürü, bu korkuya : — Velayet korkusu, mahcubiyet korkusu.. İsmi verilir. Bu türlü korku, her nekadar beğenilir ise de, Cenab-ı Hakkın rızasına uygun değildir. Mahcubiyetten zuhur ettiği için, unsurlarla kayıtlıdır. Bu korku, nefsanîdir; sırf Allah rızası için değildir. Ancak, bu korku, sahibini mahcubiyetten kurtarmaya sebeb olur. Razıye sıfatında meydana gelen korku dahi, mutmainne gibi, beğeni-
-------------------------------------------------------------------------------- 5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 273 lir. Yine de mahcubiyetten gelir, unsurlar kaydında zuhur eder. Allah için, Allah uğruna olmadığı için, bu dahi rızaya uygun değildir. Ancak, marzıye sıfatını hal edinmeye sebeb olur. Her makamda olan korku için bir sebeb vardır; o sebepten ötürü zuhur ettiği için de, hiç biri rızaya uygun değildir. Ancak, rızaya uygun olan korku, marzıye sıfatındaki korkudur. Bu da, o sıfatı, kendilerine vazgeçilmez bir alışkanlık sayılan meleke edinen zatlara mahsustur. Zira bunlarda, unsurların kayıt korkusu, mahcubiyet korkusu yoktur. Hiç bir sebebe dayanmayan; Allah için ve Allah uğrunda bir korkudur. Bunun sebebini ve hikmetini de şöyle açıklayabiliriz : Hayvani ruh, sultanî ruhun elinin altındadır. Anlatıldığı gibi, daima göz hapsinde terbiye görür. Kendi tabiatı olan öfkesi, sultanî ruhun hoşnutluğuna dönüşmüştür. Bundan sonra sultanî ruh ona çok önem verip iyileşmesine gayret etmiştir. Her nefeste, kendi hali olan mahviyetle, hayvani ruhun benliğini yalana çıkarmıştır. Murakabesinde ve teveccühünde ihsan olunan ilâhî sevginin aşk ateşine, hayvani ruhun sıfatı olan varlığı atıp yakmış, külünü dahi göğe savurmustur. Kendi sıfatı olan mahviyeti de, hayvani ruha giydirmiştir. Bundan sonra, hayvani ruh, öyle bir hale ulaşır ki; kendisine Allah tarafından bir korku ihsan olunur. Bu korkunun sebebini de bulamaz. Kendi sıfatı olan varlıktan arta kalan benliği korku ateşinde yakıp yok eder. Sultam ruhun sıfatı olan mahabbeti de kendisine hal edinir. Bundan sonra, sultanî ruhla aralarında düşmanlık kalmaz. Sultanî ruhun sıfatına büründüğü için kendi tabiatı olan kötü huylar tamamen silinir; sultanî ruhun tabiatı olan güzel huyların cümlesine bürünür. Bundan sonra, kendi sıfatı olan benliği değişince hakkal-yakin sırrı kendisine meleke olur; vahdet deryasına dalar. Kendi tabiatı olan kötü huylardan arta kalan hallerin cümlesi de güzel huya dönüşür. Benlik kalmaz ki, o kötü huylar da kala. Anlatılan sebepten ötürü, bu sıfatla muttasıf olan zâtlardan, Cenab-ı Hak, anlatıldığı gibi razıdır. Bunlar, her gün, ebedî rıza ile müjdelenirler. Zira, onlardan rızaya ters düşen şeyin zuhur etmesi muhaldir. Sebebi de, anlatılan manaya dayanır. Emmare sıfatı, marzıye sıfatının zıddıdır. Emmare sıfatında olanlarda asla korkaklık yoktur. Onlarda, Allah korkusundan eser dahi bulunmaz. Bunun için, Cenab-ı Hak'tan tam manası ile emin olmuşlardır. Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F. : 18
-------------------------------------------------------------------------------- 274 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI Dolayısı ile benlikle muttasıf olmuşlar; Cenab-ı Hakkın manevî katında cümle yaratılmışlar arasında zelil ve hakir duruma gelmişlerdir, özellikle, Cenab-ı Hakkın rızasından uzak oldukları için, ilâhî gazabın gerçekleştiği yer olmuşlardır. Bu yüzden, hemen her gün, cehennem azabı ile türlü türlü elim azapla müjdelenirler. Bunlarda, özellikle şu dört sıfat bu-lunur : Güven, benlik, hakaret, öfke.. Bunlar, zıd manası ile, marzıye sıfatında bulunan zatların halleri gibidir. Bu yüzden, güven duygusu, bunlarda nekadar olursa., benlik de ona göre zuhur eder. Hakaretle, ilâhî gazab da ona göre gelir. Bu sıfattakilerin de, cehennemdeki azapları eşit değildir; her birinin azabı, kendi haline göredir. Emmare ile marzıye arasında dört sıfat vardır. Her sıfatta olan korku nekadar olursa., o sıfatla muttasıf olanların korkusu da ona göre olur. Anlatılan sebepten ötürü, levvamede kemalin eseri yoktur; çünkü mahviyetin eseri yoktur. Bunun sebebi de, korkularında sebatlı olmayışlarıdır. Dolayısı ile Allah'tan uzak olup son nefeslerini imansız vermele-rinden korkulur. Mülhimede dahi, korku sabit olmadığından, bir dereceye kadar benlik gider; bir nebze mahviyet duyulur. Ama, bu korkunun altında cennet cehennem olduğundan tam manası ile olacak rıza halinden nasip yoktur. Mutmalnnede olan korku, velayet korkusu olduğundan benlik bir derece daha gider; yerine o derecede mahviyet hal olur. Bu yüzden de bunların murakabeleri sıfatların tecellisi, zat müşahedesidir. Ayık halleri ise, nur tecellisi ve sıfat müşahedesi olur. Ama, bu korkunun içi, mahviyete ve kemale dönük olduğundan, bunlar dahi, tam rızadan yana nasipsiz olurlar. Razıye korkusu da anlatıldığı gibidir. Ancak, bir kere daha benlik gitmiş, onun yerine mahviyet zuhur etmiştir. Bu yüzden, bazı murakabelerinde zat tecellisi olur. Ayık hallerinde ise, sıfatların tecellisi, zat müşahedesi olur. Ama bu korkunun da özü kemale dönük olduğundan; bu makamdakiler de tam rızadan yana nasipsizdirler.. Anlatılan dört dereceyi, hayvanı ruh kendisine hal edince, kendi sıfatı olan benlik, her birinde bir parça silinir. Bu yüzden o benliğin altında bulunan kötü huylardan da mümkün olduğu kadar kurtulur; onlar, iyi huylara dönüşürler; Bu sebepten de, ihsan olunan ilâhî feyizler zuhur eder. Ama, hayvani ruhun arta kalan benlik sıfatı tamamen mahviyete dönüşüp altında bulunan kötü huylar tamamen güzel huylara dönüşmez.
-------------------------------------------------------------------------------- 5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 275 Bunun için de, bu makamdakiler, yine tam manası ile olacak rızadan yana nasipsizdirler. Zira, tam manası ile olacak rıza, marzıye makamında bulunan zatlara hastır. Bunun sebebi, daha önce anlatıldı, ama yine de anlatalım. Şöylekl : Hayvani ruh, sultani ruhun sıfatını kendisine hal edinmiştir. Tabiatım dahi, onun tabiatına dönüştürmüştür. Bundan dolayı da, hayvani sıfat, insanî sıfatla değişmiştir. Tam olan rıza da, o zaman vazgeçilmez bir alışkanlık olan meleke halini almıştır. Cümle kötü huylar, hayvani ruhun sıfatı olan benlikle Allah tarafından denemeye tabi tutulmuş, her birine sadakat mührü vurulmuştur. Bundan sonra da, ona masumiyet forması giydirilir. İşte Âdem aleyhisselâmın yaratılması, bizim de bu berzah âlemine gönderilmemizden ilâhî arzu, anlatılan güzel sıfata bürünmektir. Yoksa, her birimiz, kendi nefsinin arzusu yolunda gezip tozması için değildir. Ancak, Allah'ın tayin ettiği bir gün vardır; her şey, o günde bilinir. Her adamda, iki ruh vardın. Onların birine : — Havvanî ruh.., İsmi verilir. Bu ismin verilmesinin sebebini de açıklayalım şöyleki : Cümle canlılar, hayvani ruhla canlanmışlardır. Diğerine de şu isim verilmiştir : — Sultanî ruh.. Sebebine gelince, cümle melekler, bununla canlanmıslardır. Eğer bu canlılar, hayvani ruha tabi olup emmâre sıfatında kalırlarsa., insanken hayvandan alçak olup türlü azaba müstahak olurlar. Bunun sebebi ise, melekler sıfatını hayvanlar sıfatına değiştirmiş olmalarıdır. Eğer sultani ruha tabi olup mertebeleri tamam ederlerse., yani : Marzıye sıfatı ile muttasıf olurlarsa., sonsuz sayıda melekler ona köle olurlar. Anlatıldığı gibi de, bitip tükenmeyen ilâhî tecellinin gerçekleştiği yer olurlar. Anlatılan işlerin oluşmasının sebebini, hikmetini de şöyle açıklayabiliriz : Hayvani ruh, derece derece terbiye edilerek, sultanî ruhun sıfatı ile muttasıf edilir. Bundan sonra, hayvani ruhun, hayvanî sıfatı tamamen
_________________ asl'olan AŞK'tır..
|