Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 23 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
SAFİYE NEFİS
7. KISIM : Safiye nefis makamı, onunla muttasıf olmanın hikmeti, beden ülkesinde hüküm ve hükümetin cümlesi sultanî ruhun elinde oldu­ğunun sebebi ve hikmeti, bu makama sahib olan zatların tecellileri, hayret makamları açıklanır.
Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun. ki..
Hayvani ruhun kendisine has olan yaratılış durumu, huyu suyu, em-mare sıfatıdır. Sultanî ruhun kendisine has olan yaratılış durumu ise, sa­fiye mukamıdır.
Üstteki durumlar, daha önce anlatıldı; burada tekrar anlatmaya gerek yoktur .
Hayvani ruh, Cenab-ı Hakkın ihsanı, mürşidin himmeti, sultanî ruhun teşviki ile kendi yaratılış durumu olan emmare sıfatından geçer, sultanî ruh ile aralarında bulunan beş sıfatın her biri ile hallenir. Bu hal üzere giderken, merzıye sıfatı olan beşinci sıfat da, kendisine hal olur.
Üstteki manayı biraz daha açık anlatalım.
Anlatıldığı gibi, hayvani ruh, kendi hallerinden tamamen geçip sul­tanî ruhun hali ile hallenip her bir emrine teslim olur. Bundan sonra ara­larında düşmanlık kalkar. Güven, uyuşma, sevgi hâsıl olur. Daha sonra, bu hale gelen zatlara, Cenab-ı Hak; hilâfet, gavsiyet, kutbiyet, kâmil velîlerden olmak durumlarından birini veya hepsini ihsan eder. Bu hal içinde, hayvani ruha bir tecelli kılar. Bu tecellide hayvani ruhun kendi sıfatlarının tamamı silinir; sultanî ruhun sıfatlarına bürünür. İşin başın­dan itibaren, bu hale gelinceye kadar, hayvaniyet sıfatlarından kalan



--------------------------------------------------------------------------------


218 RlSALE-1 MURAKABE - MURAKABE KİTABI
izler dahi silinir; sultanî ruhun kendisine has olan insanlık sıfatına bü­rünür.
İHSAN-I KÂMİL
İşbu anlatılan büyük ihsana sahib olan zatlara şu isim verilir :
— İnsan-ı kâmil..
Bundan sonra, dünya işlerini yönetmeye yarayan akl-ı maaş dahi yanıp kül olur. Akl-ı maaşın vücud ülkesindeki görüşü, yönetimi kesilir; vücud ülkesinde içli dışlı, sultanî ruhun öbür âlemi yönetmeye yarayan akl-ı maadı hâkim olur. Yönetim ve görüş, hüküm ve tasarruf akl-ı maa-dın olur. Bu anlatılan duruma :
— Akıl..
Diye isim verilir. Sebebi de; vücud ikliminde cümle hükümlerin, cüm­le görüşlerin, tedbirlerin akl-ı maad tarafından yapılmakta olmasıdır.
Anlatılan hale gelen zatın kalbinde bulunan meleke duygusu onun halinden haberdar olmadıktan başka; kendi izini bile kaybeder. Bundan sonra, bir şeye de karışmaz, şaşkın ve başıboş olarak gezer durur.
Şeytan dahi, bu halleri gördükten sonra aciz ve çaresiz kalır. İster istemez, kendi boğazına ip takıp tam manası ile sultanî ruha teslim olur; her bir emrini yerine getirir. Artık, kesinlikle aykırı hareket etmez; hile yoluna sapmaya da gücü yetmez. Bazılarının şeytanı, bu makamda, İs­lâm dini ile müşerref olur. Ama, dabağat kabul etmeyen deri gibidir ki, sahibi öbür âleme geçtikten sonra, şeytanı mürted olur.
özetle şöyle diyelim :
— Safiye sıfatı ile muttasıf olan zatların nefisleri, sultanî ruha kalb olur. Hayvanlık belirtilerinden kurtulur; insaniyet sıfatlarına bürünür­ler.



— «Velilerim kubbelerimin altındadır; bunları benden başkası bil­mez.»
Kudsî hadisi uyarınca, durumu anlatılan zatların hallerine melek de­ğil; insan bile vâkıf değildir. Yüce Allah bildirirse, durum değişir.



--------------------------------------------------------------------------------


4. B A B - NEFİS - SULTANÎ RUH 219

Yenilen, içilen, giyilen şeylere; zikre, fikre dair cümle özel ve genel şeylere dair her ne varsa., vücud ülkesinde yürütülen işlerin tümü, akl-ı maad tarafından sultanî ruha Rabbani ilham olarak gelir. Sultanî ruh da, vücud ülkesinde ona göre hükmünü yürütür.
Bu duruma göre; safiye sıfatı makamında bulunan zatların sözleri, halleri, içli dışlı kendilerinden çıkan işleri, sözleri; akl-ı maad tarafından Rabbanî ilhamla olur. Bunun içindir ki: Dünya ve âhirete dair lezzet, lerden tamamen kesilmişlerdir. Yemek, içmek, giymek çeşidinden şey­leri; yerken, içerken, giyerken kendilerine kesin olarak zerre kadar mad­dî bir lezzet hâsıl olmaz. Dolayısı ile bunlara göre; lezzetli yemeği ye­mekle, lezzetsiz yemeği yemek eşittir. İnsanlar arasında makbul olan elbi­seyi giymekle makbul olmayanı giymek, yine onlara göre eşittir. Mesire yerlerinde gezip eğlenmekle, evlerinin bir köşseinde oturup kalmak, on­lara göre aynıdır. Diğer şeyleri de buna kıyas edebilirsin. Çünkü, her nekadar maddî lezzet varsa, onlardan kesilip gitmiştir. Bunun sebebi ve hikmeti ise, kısaca şöyle anlatılır : Akl-ı maaş yanıp silinmiş, hayvani ruh da sultanî ruha dönmüştür.
Âhirete dair işlerine gelince., onları da, Cenab-ı Hak, kendileri için hazırlamıştır. O güzel işlerin müjdesi kulaklarına geldiği zaman da, bir sevince kapılıp zerre kadar lezzet ortaya çıkmaz. Zira, her an, her ne­feste Allah'ın rızasını gözetirler. Çünkü, varlıklarını Cenab-ı Hakkın rı­zası yolunda harcamışlardır.
Daima ilâhî emri gözetirler. İlâhî emir ne yana doğru zuhur etmiş ise., ona göre o emri yerine getirirler. Kendilerinden en küçük bir hare­ket ortaya çıkmaz.
Bunlar, Cenab-ı Hakkın ilâhî ihsanı ile; hakikat, marifet, ledün il­mine dair nekadar ilâhî sırlar varsa, hepsine sahiptirler. Ama, kesin ola­rak, onları dile getirip o taraftan bir şey konuşmazlar. Meğerki:
— Kendi arkadaşlarından birine haber ver..
Şeklinde, onlara Cenab-ı Hak tarafından bir emir gele..
Onların kalbleri, ilâhî hakikatlerle doludur. Dilleri de, şeriata bağ­lıdır.
Huzurlarına gelen kimselerin hallerine göre sohbet ederler. Meğerki, hikmete dayalı bir şey ola da, hakikattan yana birinize bir şey duyüra-lar. Bu duyurduklarını da şeriat örtüsü ile örtülü söylerler.



--------------------------------------------------------------------------------


220 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Zahirde, duruşlarını ve davranışlarını iyiliği emretmek, kötülüğü ya­sak etmek emrine uygun tutarlar. Buna, uygun bir şekilde riayet edip her davranışlarını ve duruşlarını Fahr-i âlem Resulüllah efendimizin —Al­lah ona salât ve selâm eylesin— emrine uygun tutup Resulüllah'ın sün­netlerini yerine getirirler.
Kulluk sıfatını, uygun olduğu şekilde yürüten onlardır; zira, tam manası ile Rabbın kulu olmuşlardır.
Bunlara, murakabe halinde zuhur eden tecelli, zat tecellisi olup buna :
— Şimşek gibi çakan zat tecellisi (Tecelli-i berkı-i zatî..)
Adı verilir. Bu tecelli, safiye sıfatı makamında olan zatlara mahsus olup ehli bilir.
Merzıye sıfatında olan zatlara murakabe halinde ihsan olunan zat te-cellisi, zat müşahedesi ve zata dalmak; bu safiye makamında olan zatların daimî halleridir. Zira, hayvani ruh, sultanî ruha çevrilmiş, akl-ı maaş da yanıp silinmiştir. Vücud ülkesi dahi, şeytanın saldırısından kurtulmuştur. Yalnız akl-ı maad tarafından sultanî ruha gelen rabbani ilham ve sa-medanî ihsan ile vücud ülkesinde hüküm yürütülmektedir.
Safiye makamında olanlar için ayıkma hali yoktur. Bunlar, bir ben­zetme olmadan, daima müşahede halindedirler; konuşurlar.. Buna göre, mana şu demeğe gelir :.
— Marzıye ehlinin murakabe hali, safiye ehlinin ayık halidir.
Zira, safiye ehline, murakabe halinde tecelli-i berk (şimşek misali bir tecelli) ihsan olunur. Açıkçası bunlar :
— «Ben, gizli bir hazine îdim.»
Manasındaki sırra, bir tasdik yeri olurlar. Böylece, hakikatin hazi­nesi, marifetin de mahzeni olmuşlardır.
Bundan sonra bazılarına, ruhanî miraç dahi ihsan olunur. Tarif edi­lemeyen bir şekilde, ülfet dahi ihsan olunur. Bunların sayısı hesabı da yoktur. Onlar, beşerin akıl erdiremeyeceği şekilde olduğundan, yazılma­ sına ruhsat verilmedi. Bu manayı, cidden anlamaya çalış.
Üstte işaret edilen miraç, kutupların miracıdır; velilere ihsan olunan miraçla ölçülemez.
HAYRET MAKAMI
Bu safiye sıfatı makamında bulunanların, yükseliş hallerine :



--------------------------------------------------------------------------------


4. BAB - NEFİS-SULTANÎ RÛH 221

— Hayret makamı..
İsmi verilir. Bu makamda da üç derece vardır. Şöyleki :
a) Hayret..
b) Hayret içinde hayret..
c) Hayret içinde hayret, hayret içinde hayret, hayret içinde hayret..
MAKAM-I MAHMUD
Bunlardan ötesine :
— Makam-ı Mahmud..
Adı verilir. O makam da, Fahr-i Âlem Resulüllah efendimize mahsus bir makamdır; Allah ona salât ve selâm eylesin. Nebilerden, resullerden, kutup velîlerden hiç bir zata o makam ihsan olunmaz. Ancak, Habib Ah-med Muhbub Muhammed'e ihsan olunmuştur.
Makam yönü ile, bundan ileri bir makam yoktur. Amma, ilâhî feyiz­lere de bir son yoktur; her bir makamda, bir başka ilâhî feyiz vardır ki, onun da sonu yoktur, ömürleri son buluncaya kadar; o büyükler, sayısız hesapsız ilâhî ihsanlara nall olurlar. Onları beşer aklı taşıyamaz.
Anlatılan son dört makamın her biri, diğerinden daha ileridir. On­ların altında nice ilahî feyizler vardır. Onlara nail olanların ömürleri son bulur; beka yurduna teşrif ederler; yine o ilâhî feyizlerin sonuna ula­şamazlar.
İçtim sevgiyi kadeh kadeh tattım; Ne şarap tükendi, ne de ben kandım..
Şiirindeki mana uyarınca, ne ilâhî feyizler tükenlr, ne de onların susuzluğu geçer. Onların ömürleri son bulup tükenir; ama Cenab-ı Hak­kın ilâhî ihsanı son bulup tükenmez.
Bu makamlarda olan ilâhî ihsanları safiye makamında anlatılanlarla ölçün ki; o da kısadan anlatılmıştır. Onları beşerin aklı alamayacağı için, bundan daha fazla sözle anlatmak ruhsatı verilmedı; bu kadarı ile yeti-nildi. Zira :



--------------------------------------------------------------------------------


222 RİSALE-1 MURAKABE - MURAKABE KİTABI


— Hal, sözle bilinmez..
Manası her zaman geçerlidir; anlamaya çalış.

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
5. BAB
Konusu : İlâhî tecelliler ve onunla İlgili şeyler..
Burada anlatılacak tecelliler, iki fasılda açıklanacaktır.
I. FASIL: Yüce Allah'ın kullarına ihsan buyurduğu tecelliyi iki kısımda açıklar.
1. KISIM : Dünyada iken, âdemoğluna takdir edilen ilâhî tecelli­leri açıklar ki, bu da altı nevidir.
1. Nevi: Bunun için şu isim verilir :
— Nur teceilisi, nur müşahedesi..
Bu tecelli, ehlüllahın ilk hallerinde ihsan olunur. Daha çok, levvame sıfatı makamında bulunanlara ihsan olunur. Bu tecellinin yok etmesine (fenasına) da :
— Murakabe yok etmesi (fenası)..
Tabir edilir. Zira, bunlar, murakabeden başka vakitte yok olmazlar. Bu da terakki (yükseliş) hallerine mahsus olup tenezzül (iniş) hallerin­de zuhur etmez. İstedikleri vakitte, bu hali bulamazlar; ancak terakki hallerinde zuhur eder.
Bu tecellinin var etmesine de (bekasına da) şu isim verilir :
— Allah'ın nuru ile var olmak, Allah'ın ruhunu müşahede etmek..


--------------------------------------------------------------------------------


224 RİSALEİ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Bunun istiğrakına (dalgınliğına) da şu isim verilir :
— Allah'ın nuruna dalanlar (müstağrakıyne fi nurillah), Allah'ın nu­runda müşahede edenler..
2. Nevi: Nur tecellisi, sıfatların müşahedesidir.
Bu tecelli, mülhime sıfatında olan zatlara ihsan olunur. Bu tecellinin yok etmesine (fenasına) şu isim verilir :
— Allah'ın nuru ile yok olmak (fena bulmak)..
Bunlar da, bu yok oluş halini, murakabe yok edişinden başka yerde bulamazlar. Zira, bunların ayık halleri ya isimlerin tecellisidir; yahut fiil-lerin tecellisidir. Bunun için, ancak murakabe hallerinde yok olurlar (Fe­na bulurlar)..
Anlatılan yok oluştan sonra, nur tecellisi ve sıfatların müşahedesi zuhur eder.
Bu tecellinin var edişine (bekasına) da şu isim verilir :
— Allah'ın nuru ile var olmak (beka bulmak); Allah'ın sıfatlarını müşahede etmek..
Bu tecellinin dalgınlığına (istiğrakına) da, şu isim verilir :
— Allah'ın zatına dalanlar, Allah'ın sıfatlarını müşahede edenler..
3. Nevi : Sıfatların tecellisi, zatın müşahedesidir.
Bu tecelli dahi, mutmainne makamında olanlara ihsan olunur. Bu tecellinin yok etmesine (fenasına) şu isim verilir :
— Allah'ın sıfatlarında yok olmak.. Bunun daha açık manası şudur :
— Yok olmak içinde yok olmak..
Bu hal de, onlara murakabe hallerinde ihsan olunur. Ayık hallerinde ise; ya nur tecellisi, nur müşahedesi olur; ya da nur tecellisi, sıfatların müşahedesi olur. Böylece, murakabelerinde, anlatıldığı gibi yok olurlar. Bu türlü yok oluştan sonra da, sıfatların tecellisi, zatın müşahedesi zuhur eder. Allah'ın sıfatlarında var olmak, .Allah'ın zatım müşahede etmek da­hi zuhur eder. Allah'ın zatına dalanların, Allah'ın zatını müşahede eden­lerin durumu da zuhur edebilir.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 225
Anlatılan yok oluştan sonra, bu tecellinin bir ihsanı olur ki : Onu eh­li olan bilir.
4. Nevi : Zat tecellisi, zat müşahedesidir.
Bu tecelli, marzıye makamında olan zatlara ihsan olunur. Razıyede olanlara da daha önce aulatıldığı gibi; sıfatların tecellisi, zatın müşahe­desi ihsan olunur. Ama, mutmainne makamında olduğu gibi değildir; ara­larında çok fark vardır; ilâhî iltifat daha çoktur. Zat tecellisi de değildir; bazı hallerinde zat tecellisi zuhur eder. O zaman da, bunların ayık hal­leri, sıfatların tecellisi olur.
Zat tecellisinin yok etmesine (fenasına) :
— Allah'ın zatında yok olmak..
İsmi verilir ki, şu hadis-i şerifin manasına uyar :


— «Fena buldular, sonra yine fena buldular, sonra yine fena bul­dular..»
Bu fena (yok olma) hali dahi, murakabe halinde zuhur eder. Ayık halleri ise; sıfatların tecellisi, zatın müşahedesidir.
Eğer yükseliş halinde olurlarsa., murakabe halleri ile, ayık halleri eşit olur. Bu durumda, kendilerine her nefeste zat tecellisi, zat müşahe­desi ihsan olunur. Ancak, murakabe hallerinde feyizler çoktur.
Bu tecellinin var edışine de, şu isim verilir :
— Allah'ın zatı ile var olmak, Allah'ın zatını müşahede etmek.. Bunun dalgınlık haline (istiğrakına) da şu isim verilir :
— Allah'ın zatına dalanlar, Allah'ın zatında müşahede edenler.. Bundan ilerideki tecelliye şu isim verilir :
— Tecelli-i berk (şimşek gibi çakan tecelli)..
Bu tecelli de, safiye sıfatı makamında olan zatlara hastır.
Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F.: 15



--------------------------------------------------------------------------------


226 RİSALE-İ MURAKABE MURAKABE KİTABI
Bu tecellinin yok edişine (fenasına) da şu isim verilir :
— Hayret yok edişi..
Bu da murakabe halidır. Ayık hallerinde ise; zat tecellisi, zat müşa­hedesi gelir.
Buradan anlatılacak beş kısım ilâhî tecellilerin cümlesine :
— Cemaliyet tecellisi..
İsmi verilir. Bunların karşılığı olarak, her birinin celâliyet tecellisi dahi vardır. Buna göre, ilâhî tecelli on kısım olur.
Ancak, Cenab-ı Hakkın cemali celâline üstün geldiği için, celâli ile tecelli kılmaz; cemali ile tecelli kılar. Fakat, bazı kullarına celâliyet te­cellisini bildirmek için, bir kere veya iki kere celâli ile tecelli ihsan eder. Bu da her velîye ihsan olunmaz; ziyade ilâhî iltifata sahib olanlara ihsan olumu*. Bu ihsan da, cemali ile celâli arasında bulunan ilâhî sırları bil­dirmek içindır. Anlatılan celâl ve cemal tecellilerinin ne şekilde müşahede edildiği sorulacak olursa :

— Hal, sözle bilinmez.
Cümlesi ile cevap veririz. Zira, Cenab-ı Hak, mekândan ve şekilden münezzehtir; beridir. Bunun için de, sözle tarife ruhsat yoktur. Bunu da, ehli olan bilir. Bu manayı, ciddî bir şekilde anlamaya çalış.
TECELLİ SEBEPLERİ
5. Nevi : Burada, tecelli sebepleri anlatılacaktır.
Değerli kardeşim, safiye sıfatı makamının hali; zat tecellisi ile zat müşahedesidir. Bu makama sahib olanların halleri, iniş hallerindeki ayık­lık halleri olup sebebi ise, daha önce anlatıldığı gibi; hayvani ruhun, sul­tanl ruh haline çevrilmesidır. Dünyayı yönetmeye yarayan akl-ı maaşın dahi, tamamen yanıp silinmesidir. Anlatılan sebepten ötürü, onlardaki hayvaniyet tamamen silinir; insaniyet sıfatına bürünürler. Dolayısı ile, her an ve her nefes, işaret edildiği gibi, zat tecellisi ve zat müşahedesi onlar için meleke olmuştur.
Marzıye makamı sahibinln hali dahi, sıfatların müşahedesi ile zat te­ceilisidir. Sebebine gelince; bunların dahi, hayvanî ruhları, sultanî ruhla-



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB — İLÂHÎ TECELLİLER 227

rının hali ile hallenmesi ve kendi halinden tamamen geçmesidir. Marzıye makamına geçen zatlardaki hayvanl ruh, kendi isteği üe, sultanî ruhun her hali ile hallenmiştir; kesin olarak, kendisinde aykırı bir hareket bu­lunmaz. Marzıye ehlinin inişlerindeki ayık hallerinde, sıfatların tecellisi, zatın müşahedesi kendilerine meleke olmuştur.
Razıye makamında bulunanların dahi, inişlerinde ayık halleri, nur tecellisi sıfatların müşahedesidir. Bu şekilde bir tecelli de, razıye maka­mı sahibinin hali olur. Sebebine gelince; bu makamdakilerin hayvanî ruhları, sultanî ruhun her emrine kendı isteği ile ram olması ve Cenab-ı Hak tarafından kendisine her ne gelirse rıza ile kabul etmesidir. Bu tecelli de, bu makamdakilere meleke olmuştur.
Mutmainne makamında olan zatların hali dahi, nur tecellisi, nur müşahedesidır. Sebebine gelince; hayvanî ruhları, sultanî ruha alt olmuş­tur. İster istemez, tüm emirlerim benimsemiştir. Sultani ruhun kendı halleri arasında bulunan tam tevekkül, hayvanî ruha hal olmuştur. Bu yüzden de tüm işlerini Hakka ısmarlamıştır; kendisine kalb itmimanı ih­ san olunmuştur. Bunların inişlerinde, ayık halleri sayılan nur tecellisi, nur müşahedesi kendilerine meleke olmuştur.
Mulhime makamında bulunan kimselerin hali dahi, isimlerin tecellisi ile, fiillerin tecellisinin. Bunların da iniş hallerinde ayık haller, isimlerin tecellisi ile fiillerin tecellisinin. Sebebine gelince; hayvanî ruhları, sultanî ruhun hallerinden yalnız pişmanlığı kendisine hal edinip kötü işlerine na­suh tevbesi üe tevbe etmesi o kötü işi bir daha yapmamasıdır. Daima ah çekip inleyerek dost cemalini gözlediği için de; isimlerin tecellisi, fiillerin tecellisi, ayık hallerinde kendilerine meleke olmuştur.
Levvame makamında olanların durumu, anlatılanlarla ölçülemez. Bu sı­fatın ayık halinde .tecelli olmaz. Murakabede dahi, her zaman tecelli zu­hur etmez; bazan terakki halinde zuhur eder. Sebebine gelince; hayva­ni ruh, sultanî ruhun hallerinden yana hiç bir koku almamıştır. Henüz emmarelik hali üzerindedir. Bu yüzden daima, sultanî ruhla mücahede ve muharebe eder. Üstün geldiği zaman, emmareliğini yürütür; alt olduğa zaman, kendisini ayıplar, ettiğine pişman olur. Bu pişmanlıkta dahi, se­batlı olmadığı için, levvame sahiplerinin ayık halleri iç tıkanıklığıdır; ah çekip inlemekten ibarettir. Bu yüzden de, kendilerine iniş hallerindeki murakabe durumlarında tecelli olmaz. Zira, bunlara tecelli olması, ancak yükselme hallerine mahsustur.



--------------------------------------------------------------------------------


228 RlSALE- MURAKABE — MURAKABE KİTABI

MURAKABE
6. Nevi: Her bir makamın inişlerinde olan murakabe halleri ile ayık hallerini; yükselişte ise, murakabe hali üe ayıklık hallerini aşağıdan yukarı açıklar.
Şimdi..
Levvame ehli makamı sahipleri, tenezzül halinde murakabeye otur­dukları zaman, kendilerine terakki ihsan olunur. Bu durumda, mulhime sı­fatının hali zuhur eder; ya isimlerin, ya fiillerin tecellisi ihsan olunur.
Mülhime makamında bulunanlar, yükseliş hallerinde murakabeye oturdukları zaman, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile mutmainne sıfatı hali zuhur eder. Böylelikle de hayvani ruha tam tevekkül ihsan olunur. Bu ihsanın al­tında bulunan, nur tecellisi, nur müşahedesi zuhur eder. Ancak, bu te­celli, kendisine meleke olmadığı için; murakabeden çıktıktan sonra bu hal kayıp gider; kendisinin terakki hali olan mülhime hali zuhur eder. Bu oluşa :
— Ayıklık hali (sahve)..
İsmi verilmiştir. Buna göre; levvamedekilerin iniş hallerindeki mu­rakabe halleri, yükseliş hallerindeki ayıklık hallerinin aynıdır.
Mülhime ehli dahi, iniş hallerinde murakabeye oturduğu zaman, Ce­nab-ı Hakkın ihsanı ile kendisine mutmainne hali ihsan olunur; nur te­cellisi, nur müşahedesi zuhur eder. Ayık hale geldiği zaman, yine mül­hime hali ile kalır. Bu makamdakiler, yükseliş hallerinde murakabeye otur­dukları zaman; Cenab-ı Hak, hayvani ruha bir tecelli eyler, razıye halini ihsan eder. Bundan sonra, bütün işlere, iradesiz razı olur. Bu murakabe halinde ise, nur tecellisi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Ayık hale geldıği zaman da, bu tecelli kendi hali olmadığı için kayıp gider. Bu manaya göre; mülhime sıfatını taşıyan zatların iniş hallerindeki mura­kabe halleri, yükseliş hallerindeki ayık hallerinin aynıdır.
Mutmainne ehli dahi, tenezzül hallerinde murakabeye oturduğu za­man, mülhimeniıı yükselişi gibi yükselir, kendisine razıye hali ihsan olunur. Nur tecellisi, sıfatların müşahedesi zuhur eder. Terakki hallerinde mura­kabeye oturduğu zaman, yine Cenab-ı' Hak, hayvani ruha bir tecelli kılıp o tecellide kendisini âciz çaresiz Allah'ın güvencesi altında bir şeye ya­ramaz görür. Ettiği ibadetleri silinmiş, kendisi de isyan deryasına dalmış gibidır. Elinde, eman dilemekten başka bir şeyi de kalmamıştır. Bu hal ile, rıza kapısında :



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - ÎLÂHÎ TECELLİLER 229

— Güvencemiz sensin, aman ya Rabbi..
Diye yakarır durur. Bu yakarışı sırasında, kendisine ilâhî ihsan ge­lir; sıfatların tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Rıza kapısından içeri girdiği zaman da, içeride nice nice ilâhî ihsanlara sahib olur. Ama, ayık hale geldiği zaman, bu tecelli kendi hali olmadığı için kayıp gider. An­cak, ayık hali; nur tecellisi, sıfatların müşahedesi olur. Buna göre; mut-mainne ehlinin dahi, iniş hallerinde bulunan murakabe halleri, yükseliş hallerindeki ayık hallerinin aynıdır.
Razıye ehli dahi, iniş hallerinde murakabeye oturdukta, mutmainne-de olan zatların yükseliş hallerindeki murakabelerinde ihsan olunan du­rum gibi, marzıye hali ihsan olunur; sıfatların tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Ayık hale geldikleri zaman da, razıye hali ile kalırlar. Yani : Nur tecellisi, sıfatların müşahedesi ile kalırlar. Yükseliş hallerinde mura­kabeye otursalar; Cenab-ı Hak, Yüce Zatından hayvanî ruha bir tecelli kılar. O tecellide de, hayvanî ruh, sultanî ruha çevrilir. Bundan sonra, kesin olarak, hayvaniyet eseri kalmaz, sultanî ruhun rengine boyanır. Kendisi de tamamen silinir; zerre kadar eseri kalmaz. O zaman da, safi ye sıfatının ehli zatların hali zuhur eder; Cenab-ı Hak, Yüce Zatı ile şe­kilsiz benzersiz ihsan buyurup zat tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Rıza ile, geçmişte işlediği günahlarının affı müjdesi verilir; nice nice ilâ­hî iltifatlar ihsan olunur. Ayık hale geldiği zaman da, yine o hal kaybolur. Yani : Safiye hali kayar, marzıye hali zuhur eder. Razıye ehlinin tenez­zül hallerindeki murakabe halleri, terakki hallerinde bulunulan ayık hal­lerinin aynıdır. Bunun daha açık manası şu demeğe gelir :
— İniş hallerinde ihsan olunan tecelliler, yükseliş hallerinde ayık iken de zuhur eder..
Marzıye ehli, iniş hallerinde murakabeye otursalar; razıyede olan zatların yükseliş hallerindeki murakabelerinde ihsan olunduğu gibi, safi­ye sıfatı ehli için anlatılan ihsan olur; zat tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Bundan başka, her gün rıza kapısından girerler; özel bir yerde te­celli ihsan olunur. O zaman da, nasıl olacağı anlatılamayan bir şekilde geçmiş ve gelecek günahları affolunur; masumiyet kisvesi giydirilir ve sonsuz rıza ile müjdelenirler. Böylece, sonsuz ihsanların gerçekleştiği yer olurlar. Ayık hale geldikleri zaman da, yine marzıye hali ile kalırlar. Terakki hallerinde murakabeye oturacak olsalar, Cenab-ı Hak, Yüce Zatı ile şekli anlatılamayan bir tecelli kılar. Bu tecellide de, hayvanî ruh, bütünüyle sultanî ruha döner; kimliğinden eser kalmaz. Her huyu, sultanî



--------------------------------------------------------------------------------


230 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
ruhun huyuna çevrildiği gibi, kendisi dahi, sultanî ruha döner; araların­da zerre kadar fark kalmaz. O zaman da, hayret yok olması zuhur eder. Hemen peşinden de; zat tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Nice nice ilâhî iltifata, sonsuz ilâhî sırlara vâkıf olurlar; yine safiye hali zuhur eder. Marzıyede bulunan zatların iniş hallerindeki murakabelerinde ken­dilerine ihsan olunan halleri; yükseliş hailerinde olan murakabeden son­raki ayık hallerinin aynı olur. Böylece, inişin mürakabesindeki ihsan olu­nan tecelliler, terakkinin ayıklığında dahi zuhur eder. Son anlatılan iki nevi tecellinin ikisi de bir anlaşılmasın. Şöyleki :
BİRİNCİSİ : Safiye halidir ki, marzıye ehlinin murakabelerinde ihsan olunur, inişlerinde, safiye ehlinin ayık hâlidir .
İKİNCİSİ : Marzıye ehlinin terakki halindeki murakabelerinde ih­san olunan tecellidir ki; safiye ehlinin yükseliş hallerindeki ayık halle­ridir.
Anlatılan tecellilerin ikisi de her nekadar zat tecellisi ise de, araların­da çok fark vardır. İltifat yönü ile, sırlara vâkıf olma yönü ile, hal ciheti ile fark çoktur. Bu durum, ehline malumdur.
Safiye makamı sahipleri dahi, iniş hallerinde murakabeye oturduk­ları zaman; marzıye makamında bulunan zatların yükseliş hallerindeki murakabelerinde ihsan olunan hayret yok olması zuhur eder. Bunun altın­da da, anlatıldığı gibi, ilâhî tecelli zuhur eder. Ama, ilahî feyizlere bir karar olmaz. Her nekadar marzıye makamı sahiplerinin terakki hallerin­deki murakabelerinde olan tecelli ile ölçmüş olsak da, aralarında çok fark vardır. Tecelli yönü ile beraberler ama, feyizler bakımından aralarında sayıya hesaba gelmeyecek kadar fark vardır. Çünkü, safiye makamı sahip­lerinin ayık halleri de zat tecellisi, zat müşahedesidir.. Keza murakabe halleri de zat tecellisi, zat müşahedesidir. Ancak, murakabelerinde zuhur eden yokluğa :
— Hayret yokluğu..
Tabir edilir. Bunun altında zuhur eden tecelliye ise :
— Şimşek gibi çakan zatî tecelli..
Tabir edilir. Bu türlü tecelli de, safiye ehli makamı sahiplerinin mu­rakabesine hastır; bunu da ehli olanlar bilirler. Terakki halinde hayret makamı zuhur eder; bu makamdan beyana ruhsat yolu yoktur. Bu ma­nada, anlatılan mikdar yeterlidir.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 231


— Hal sözle bllinmez.
Cümlesi, burada geçerlidir.
Anlatılanların sözünü bilmek, bu yolda kârın en azıdır. Fırsat elde iken, bu yolda çalışıp gayret sarf etmek gerek. Anlatılan durumları, ken­dine meleke etmeye bak. Sonra pişmanlık fayda vermez.
Bu dünya, imtihan dünyasıdır. Dünya adamlarına kanıp onların ren­gine boyanma. Gaflet uykusuna dalıp da, kendini cehennem ateşine at­ına. Zira, insan burada ne ederse, yarın öbür âlemde o ettiğim bulur. Ayarı­nı halis et; zira potaya koyup eritirler, çürüğünü atarlar. Para gümüşü ol-ma, sırma gümüşü olmaya çalış. Gümüşlükte de kalmamaya çalış. Dünyada iken, altın olmaya gayret et. Mısır altını olma; İstanbul altını olmaya ça­lış. İstanbul altınlığında dahi kalma; yaldız altını olmaya gayret et. Fır­satı ganimet bilme; gün olur, seni de miheke vururlar; ayarına göre kıymet takdir ederler :
— İşte ayarın budur.
Derler. O vakit de, pişmanlık fayda vermez. Ah edip inlemek de seni kurtarmaz. Zira, yapılacak iş, dünyada yapılmalıdır.
Gaflet uykusunda uyuduğun yeter. Gafil, uyan, sonra pişman olur­sun.
CENNETTEKİ TECELLİ
2, KISIM : Cennette olacak ilâhi tecellileri açıklar.
Değerli kardeşim, bilesin ki..
Çenab-ı Hakkın, cennette kullarına ihsanı olan ilâhî tecellilere :
— Tecelli-i zamir. (İçten, gönülden tecelli.)
Tabir edılir. Bu tecelliye nail olacak kullar; dünyada iken, içlerinde Cenab-ı Hakka her biri bir şekilde mana verip o manayı söze getiremez, içlerinde gizli bir vehim olarak durur. Herkesin zannı bir başkadır; biri diğerine benzemez.



--------------------------------------------------------------------------------


232 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Cennet ehli cennete girdıği zaman, içlerinde gizli duran şekil her ne ise, o vehmine göre tecelli zuhur eder. Onlar da bu tecelliye :
— Evet, tamam..
Deyip tasdik ederler. Bu tecelliler de, belli vakitlerde zuhur eder. Ba­zılarına yılda bir kere, bazılarına da ayda bir kere zuhur eder. Bazılarına da haftada bir kere zuhur eder. Tarikat ehlinin, dünyada iken, vuslat nasib olmayanları, cennet ehlinin tecelli zuhuruna nail olanları gibidir. İs-ra suresinin 72. âyeti bu manayadır :

— «Bu dünyada âmâ olanlar, âhirette dahi âmâ olurlar.»
Bu âyet-i kerimenin manası gereğince, onlara da içlerinden tecelli ihsan olunur. Ama, bunun farkı odur ki : Belli vakti yoktur. Her an ve her nefes, ihsan olunan tecelli ile müşahede ederler. Ama, vasıta ile.. Dün­yada iken, vasıtasız konuşmak, kendisine ilâhi tecelli ihsan olunan zatlara hastır. Cennet ehlinin durumunu da bununla ölçebilirsin.
Ehlüllaha, Allah'ın veli kullarına olan tecelli, dört nevidir.
1. Nevi : Nur tecellisi, sıfatların müşahedesi..
Bu tecelli, dünyada iken kendisine nur tecellisi, nur müşahedesi ih­san olunan ve o hal ile âhirete göçen zatlara ihsan olunur.
2. Nevi: Sıfatların tecellisi, zatın müşahedesi..
Bu tecelli dahi, dünyada iken nur tecellisi, sıfatların müşahedesi ih-ihsan olunan ve o hal ile ahirete göçen zatlara ihsan olunur
3. Nevi: Zat tecellisi, zat müşahedesi..
Bu tecelli dahi, dünyada iken sıfatların tecellisi, zatın müşahedesi ihsan olunan ve hal ile âhirete göçen zatlara ihsan olunur.
4. Nevi : Zat tecellisi, hakikatin künhünü müşahede..
Bu tecelli dahi, dünyada iken kendisine zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunan zatlara hastır. Bunlar, Cenab-ı Hakkın zat tecellisine dalar ve hakikati müşahede ederler.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLAHÎ TECELLİLER 233
Anlatılan dört nevi tecelliye sahib olan zatlara ihsan olunan tecelliler ber an ve her nefestedir ki, onlar için ayıklık hali yoktur. Hemen her biri, kendi mertebelerine göre; anlatılan şeklide kendilerine has olan tecelli­lere dalar. Arada vasıta olmadan da konuşurlar. Vasıta ile konuşmak, cen­net ehli lie dünyada iken kendisine tecelli nasib olmayan tarikat ehline mahsustur. Bunlar, konuşmayı, mektupla veya melek vasıtası ile yaparlar. Bunun hikmeti ise., dünyada iken kendilerine vuslat nasib olmaması, ilâhî sırların kokusunu duymadıklarıdır.
*** .

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
*** . EMMARE NEFİS
II. FASIL: Nefsin alâmetlerini, onları düzeltme çarelerini, her düşük sıfat sahibi, yüksek rütbe sahibinin aksi olduğunu yedi nevide açık­lar.
1. Nevi: Emmare nefsi açıklar.
Değerli kardeşim, bilmiş olasın ki.
Hayvani ruhun kendi yaratılış sıfatı; Yusuf suresinin 53. âyetinde buyurulan :

— «Ben nefsimi temize çıkaramam; çünkü nefis, bütün şiddeti ile kötülüğü emreder.»
Mana uyarınca, emmaredir. Bu emmare sıfatına sahib olanlar, üç sı­nıftır. Bunların cümlesi:
— Müslümanız..
Derler, ama taklitçidirler.
1. Sınıf: Bu sınıftan olanların halleri, iyilik cinsinden olan hiç bir şeyi, asla yerine getirmezler; yasak edilen şeylerin de cümlesini ya­parlar.
— Biz gerçeği bulduk.
Diye, türlü türlü söz söyleyip tarikat-ı aliyyeye yalan isnadı atarlar.



--------------------------------------------------------------------------------


234 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Hal böyle iken, kendileri, nefsin elinde esirdir. Kendi kendilerini cehen­neme atmışlardır. Bundan daha fenası odur ki : Kendilerinden çıkan çir­kin işleri, gayet güzel görürler; onlarla övünürler ve onlarla ferahlarlar. Bunlara ve benzerlerine kesin olarak nasihat kâr etmez. Bir tavsiyenln de faydası yoktur. İşin sonunda da son nefeslerini lmansız verirler. Böyle kimselerin tarikatlarına girmek caiz değildir. Bunların, tarikattan ha­berleri olmadıktan başka; şeriatta dahi sapıklığa düşmüşlerdir. Bu gibi şeylerden Yüce Allah'a sığınırız.
Bunlar, öyle bir dereceye varmışlardır ki; dünya ehli bir taraf olup :
— Yahu, bu ettiğiniz nedir?.
Deyip kötü işlerini âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle tekzib ederek vaaz ve nasihat etseler, asla kulaklarına girip nasihat almazlar. Bunun sebebini ve hikmetini şöyle açıklayabiliriz :
Safiye makamında bulunan zatların hayvanı ruhları, sultani ruhları­na dönüşmüştür. Bu yüzden hayvaniyet durumları, tamamen kendilerin­den gitmiştir. Sultanî ruhun rengine boyanıp sultanî ruhla, hayvanî ruh arasında kesinlikte ayrılık gayrılık yoktur. Bundan sonra, safiye sıfatı sahipleri, insaniyet sıfatına bürünürler.
Üstte anlatılan durum nasıl böyle ise., emmare sahipleri de öyle bir dereceye varmıştır ki : Sultanî ruh, tamamen hayvanl ruha dönüşmüştür. İnsanlık eseri, tamamen bunlardan silinmiştir. Safiye makamı sahibi hal­lerinin tam tersi bunlarda zuhur etmiştir. Bu yüzden de, hayvanî ruhla, sultanî ters manada, birbiri ile tek vücud olmuştur. Kesin olaraktan da, aralarmda ayrılık gayrılık kalmamıştır. Safiye makamı sahiplerine ihsan olunan insaniyet sıfatı, bunlardan tamamen gitmiştir; yalnız hayvaniyet sıfatına bürünmüşlerdir. Bu yüzden de, kendilerinden ortaya çıkan kö­tü işlerini aralarında farz ayarında görürler; bununla da övünürler. Yeni yeni kötülükler etmeye gayret edip çakşırlar. Bu topluluğun şerrinden Yüce Allah'a sığınırız.
Anlatılan sıfatla yetmiş iki fırka ve cümle küffar müttasıftır. Ba­kara suresinin 7. âyetinde buyurulan :




--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHİ TECELLİLER 235

- «Allah, onların kalblerine ve kulaklarına mühür basmıştır. Gözle­rinle perde vardır. Onlara büyük bir azab olacaktır.»
Mananın gerçekleştiği yer onlar olmuşlardır. Bunlardan insafa gelip imanı kabul eden yoktur. Meğerki, ilâhî hidayet yetişe..
2. Sınıf: Emmare sınıfının ikincisi de dünya ehlidir.
Bunlar da 1. sınıftakiler gibi, ne iyi emri tutarlar, ne de yasaktan kaçınırlar; cümle haramı da işlerler. Ama bunlar, haramı helâl say­mazlar.
— Haramdır.. Deyip işlerler. Derler iki :
— Kırk gün günah işleriz, bir günde tevbe ederiz; Allah-ü Taâlâ ba­ğışlayıcı merhametlidir. Kulunun kusurunu affeder. Su bulanmayınca du­rulmaz. Gün olur, bunların cümlesine tevbe ederiz. Kalan ömrümüzü de ilâhî emirlerde tüketiniz. Şimdi gençliğimiz var; bu dünya neye dayanır ki.. Şimdi biraz ciinbüş edip eğlenelim. Sonra ihtiyar olduğumuz zaman; tevbeye gelir, istiğfar ederiz. Haramı haram bilerek işlemek de küfür olmaz. Tevbesiz bile ölsek, bize azab etmek, Allah'ın şanına yakışmaz. Sen ne diyorsun; gün bugün, saat bu saattir. Sonunu düşünen bu âlemde bir şey yapamaz. Allah'ın bu kadar güzel vaadleri varken, bizi cennetten yoksun eder mi?. Haşa!.
Böyle söyleyip birbirinin gönlünü alırlar. Türlü türlü bozuk delil ileri sürerler. Müjdeye dair âyet-i kerimelerle, kendilerini avuturlar. Bu şekil­de cümle haram olan şeyleri işlerler; asla Allah korkusu içlerine girmez. Ettikleri habasete zerre kadar pişman olmazlar. İşledikleri haramlar, keşiş dağı kadar olsa, gözlerine zerre kadar görünmez. Bir fakire bir par­ça sadaka verecek olsalar; buna benzer küçük bir iyi iş etseler, o zaman, Cenab-ı Hak, kendilerine cennetin anahtarını teslim etmiş gibi övünür­ler. Sözün özü : İçlerinde zerre kadar ilâhî korku yoktur; Cenab-ı Hakkın azabından da emin olmuşlardır.
Bunun sebebini, hikmetini de şöyle açıklayabiliriz :
Birinci sınıf nasıl safiye makamı sahiplerinin tersi ise., bunlar da razıye ve marzıye makamı sahiplerinin tersidir. Onların hallerinin aksi ve karşılığı olmuşlardır. Razıye ve marzıye makamı sahibi olan zatların hay­vani ruhları, sultanî ruhun huyunu benimsemiş ve onun huyuna girmiştir.



--------------------------------------------------------------------------------


236 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Her emrine razıdır. Tam manası ile, sultanî ruha kendisini teslim etmiştir. Aralarından sakınmak ve düşmanlık kalkmıştır. Aralarında sevgi ile kay­naşma olmuştur. Kendi isteği ile hayvani ruh, sultanî ruhun hali ile değiş­miştir. Kendisinde, hayvaniyetten eser kalmamıştır.
Anlatılan sebepten dolayı da, razıye ve marzıye makamı sahipleri­nin geçmiş ve gelecek günahları affolunmuş, ebedî rıza ile müjdelenmişler­dir. Bu arada, masumiyet forması da, kendilerine giydirilmiştir. Hal böyle iken, ellerinde elmadan, kendilerine ilâhî korku ihsan olunmuştur. Bunlar, nasıl böyle ise., konu edilen ikinci sınıf zümre de tam bunların tersidir. Şöyleki :
Sultanî ruhları, hayvanî ruha tam manası ile teslim olmuştur. Her bir emrine de, özel veya genel olarak razıdır. Aralarında düşmanlık kal­mamıştır. Birbirlerine güven duyarlar. Ülfet ve mahabbetle, sultanî ruh, kendi. huylarını hayvanî ruhun huyları ile değiştirmiştir. Sultanî ruh, hayvanı ruhun rengine boyanmıştır. Vücud ülkesinin yönetimini, tama­men, hayvanî ruhun görüşüne bırakmıştır.
İşte anlatılan sebepten dolayı; Cenab-ı Hakkın rahmeti, bu ikinci sı­nıftan uzaktır. Kalblerine öyle bir güven duygusu, düşürülmüştür ki : Ra­zıye ve marzıye makamı sahiplerindeki ilâhî korku kadardır..
Razıye ve marzıye makamında bulunanlar, Cenab-ı Hakkın emrini tam manası ile yerine getirirler; razı olduğu işleri yaparlar. Bundan sonra da, ellerinde olmadan, sonsuz korkuya sahiptirler. Bunlar nasıl böyle ise, ikin­ci sınıfta anlatılanlar ise., rıza yoluna ters düşen işleri, anlatıldığı gibi yaparlar. Bu yüzden de, Allah tarafından kalblerine bir güven duygusu yerleştirilmiştir. Dolâyısı ile, kendilerinden çıkan haram işlere zerre kadar pişmanlık duymazlar. Bununla da kalmazlar; kendilerini, Cenab-ı Hakkın rahmet deryasına dalmış sanırlar.
İşte anlatılan sebepten ötürü, bu sınıftan; insafa gelip tevbe istiğfar eden pek nadirdir. Sanki bunlar, A'raf suresinin 79. ayetindeki mananın gerçekleştiği yerdir :



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 237


— «Yemin olsun; cinlerden ve insanlardan çoğunu, cehennem için yarattık. Bunların kableri vardır; ama, onlarla bir şeyi kavrâyamazlar. Bunların gözleri vardır; ama, onlarla bir şeyi göremezler. Bunların ku­lakları vardır; ama onlarla bir şeyi duyamazlar. Bunlar hayvanlar gibidir­ler; belki bunlar daha da sapıktır. Bunlar, gafillerin taa, kendileridir.»
Bu âyet-i kerlmenln manası gereğince, bu ikinci sınıfa, vaaz ve nasi­hat edenlerin nasihatları kulaklarına girmez. Hatta, o vaaz ve nasihat eden­lere düşman bile olurlar. Bundan dolayı, bu sınıfın da pek çoğu, son ne­feslerini imansız kaparlar. Allah-ü Taâlâ'ya sığınırız; bu gibi hallerden bizi korusun.
3. Sınıf: Tarikat ehli olanların emmare nefis sahipleridır.
Bunlar da, öncekiler gibi, iyiliğe sarılmaz, kötülükten kaçınmazlar. Ama, kendilerinden meydana gelen kötü işler için ah edip inlerler. Kendi hallerini güzel görmeyip şöyle derler :
— Biz, ne külhanî (haylaz) adamlarız. Allah'ın emrini yerine getirip yasaklarından da kaçınmayız. Bizlm halimiz nereye varacaktır? Cümle iş­lerimiz, Allah'ın emrine ters düşmektedir. Bizden alçak, bu cihanda bir mahluk yoktur. Aman ya Resulellah, yardım sendendir..
İşte böyle münacaat ederler; kendilerinin külhanî ve alçak olduk­larını ikrar ederler.
Ne var ki, bu münacaatları ve temennileri sadece dildedir. Kalb­lerinde asla pişmanlık ve ilâhî korku yoktur. Sadece kusurlarını bilir­ler; yine o kötü işlerini yaparlar. Bunlar da bu sıfatta iken, pişmanlık­la tevbe edip huylarını ve halierini değiştirmezler.
Sebep ve hikmet olarak, bunların durumunu ters manası ile, mutma-inne sıfatı makaımındakilerle karşılaştırabiliriz. Şöyleki:
Mutmainnede olan zatların hayvani ruhları, sultani ruha teslim ol­muştur. Vücud ikliminin yönetimini, bütür bütün sultanl ruhun görüşü-



--------------------------------------------------------------------------------


238 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

ne ve tedbirine bırakmıştır. Kendisi, bir köle gibi kalmıştır; hiç bir şe­ye karışmaz. Çünkü, sultani ruha teslim olmuştur.
Bu 3. sınıfta anlatılanlara gelince., mütmainne sahiplerinin tersine hayvani ruhları, sultani ruha üstün gelmiştir. Sultani ruh, ister istemez, hayvani ruha teslim olmuştur. Vücud ikliminin tasarrufunu tamamen hayvani ruha bırakmıştır. Kendisi de, nefsin eünde esirdir. Her nekadar kendilerinin alçak ve edna olduklarını bilseler de, yine hiç bir şekilde ken­dilerine pişmanlık gelmez; tevbe ile istiğfar etmezler.
Bunlar, bu sıfatlarını değiştirmeden âhirete giderlerse., emmarelik hali üzerlerinde olduğundan, pek çoğu, imansız olarak son nefesini verir. Bu gibi şeylerden Allah'a sığınırız.
Bu emmare sıfatından kurtulmanın çaresine geünce.. şöyle açıklaya-biliriz :

— «Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz.»
Manasında buyurulan kudsî hadis-i şerifin emrine tutunup hemen kendisini hesaba çekmelisin. Bu manayı, biraz daha açalım.
Kim olursa olsun; kendisinden kötü fuller çıktığı zaman; hemen pe­şinden, Cenab-ı Hakkın azametini düşünmelidir. Onun alim (bilen) sıfatı dahi düşünülmelidir.
Bundan sonra, kıyamet günü meydana gelecek hesap, suâl, mizan, ce­hennem azaplarının şiddeti dahi düşünülmelidir. Cenab-ı Hakkın, kulları­na adil sıfatı ile hüküm buyuracağı, insanın kendisinde bulunan kötü fi­iller dahi iyi düşünülmelidır.
Nekadar ağır olursa olsun, işlenen kötülüklere pişman olunmalıdır. İnsan, kendisinden kötü işleri bir daha işlememeye kesin olarak nlyetli ol­malı, tevbeye gelmelidir. İyi işleri yapmaya da, hemen başlamalıdır.
Sonra, yine tefekküre dahp düşünmelidir. Nekadar ağır gelirse gel­sin; âhiret korkusunu içinden çıkarmadan, ilâhî emirleri yerine getirmek­te ısrarlı olmalı ve çalışıp gayret temelidir.
Bu arada, yine nefis bir yolunu bulabüir; insanı, yine çeşitli ümitlere kaptırabilir. iyiliği bıraktırır; kötülüğü işletir. Böyle bir şey ortaya çık­tığı zaman, hemen kıbleye dönüp oturmalıdır. Anlatıldığı gibi tefekküre dalıp pişmanlıkla tevbeye gelmelidir. Bu tevbesinde de, her kesin ihlâslı ol­ması gerek. Tevbe ederken :



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 239

— Elime fırsat geçerse, yine işlerim.
Kaydı bulunursa, edilen tevbe makbul olmaz. Çünkü, bu gibi tevbe, münafık tevbesi olup makbul değildir.
Bir kimse, ettiğine kesin olarak pişman olup bir daha işlememek kasdı ile tevbe ettikten sonra; nefis tarafının ağır basması ile o fiil tek­rar işlenirse., anlatıldığı gibi, yine tevbe etmelidir. Zira, tevbede :
— Elime fırsat geçerse yine işlerim..
Kaydı bulunmadıkça, tekrar tekrar tevbe etmenin zararı yoktur. Pişmanlıkla tevbe etmek, bir kimseye hal oluncaya kadar, anlatılan şekil­de her günahın ardından pişmanlıkla tevbe etmelidir. Bu şekilde tevbe eden kimseye, kısa zamanda pişmanlıkla tevbe hal olur. Bu halin mey­dana gelmesinin alâmeti odur ki: Bir kimseden günah meydana gelir gelmez; hemen iradesiz pişman olur, işlediği masiyete de ciğeri yanarak gözlerinden yaş döküp pişman olur. Bu arada, nefsini de ayıplayıp tev­be istiğfar eder. Her günah zuhurunda, dikkat edip bakmalıdır : An­latılan şekilde elinde olmadan tevbe etmek, kendisinden zuhur ediyor mu?. Eğer zuhur ediyorsa, o vakit bilmiş olsun ki, levvame sıfatı ken­disine hal olmuştur. .
LEVVAME SIFATI
2. Nevi: Levvame sıfatını ve onun alâmetlerini, bu sıfat sahip­lerinin tevbelerinde sebatlı olmadıklarının sebebini, hikmetini açıklar.
Bu, II. faslın yedi nevinin ikinci nevidir.
Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki., levvame sıfatı sahipleri iki sınıftır.
1. Sınıf: Bunlar için, şu tabir kullanılır :
— Ehl-i ukba (âhiret adamları)..
Bunların alâmetini de şöyle açıklayabiliriz :
Bunlar, mümkün olduğu kadar, iyilik işlerini yerine getirirler; ya­saklardan kaçınmaya da gayret edip çalışırlar. Bazan suyu üfleyip içer­ler; sofuluğu kimseye vermezler. Bazı kere de türlü türlü hezeyan eder­ler; ama peşinden anlatılan pişmanlık zuhur eder, tevbeye gelip istiğfar ederler. Sonra yeri gelir, kendilerini tutamazlar; türlü türlü hezeyan eder­ler. Bunun sonunda da, anlatıldığı gibi pişman olup nefislerini ayıplarlar ve tevbe istiğfar ederler.



--------------------------------------------------------------------------------


240 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Bunlardan zuhur eden kötülüklerin cümlesi, emmaredeki gibi tama­men haram çeşidinden şeyler değildir. Emmare sahibi gibi, yasak işlerin tamamını işlemezler. Bazısından tevbe ile, istiğfarla kurtulmuşlardır; ba­zısını da, tevbeden sonra, dayanamaz, işlerler. Bu sıfatta, üç bölük kimse vardır. Şöyleki:
a) İlmi ile, amel etmeyen ilim sahipleridir .
b) Zamanımızda :
— Sofî..
Tabir edilen kimselerdir. Bunlar, sofuluğu kimseye vermezler. Ama el­lerine fırsat geçtikçe de, dayanamaz, bazı yasaklara dalarlar. Sonra, yi­ne pişman olurlar; nefislerini ayıplarlar.
c) Bunlar da, kendilerine :
— Dünya ehli..
Tabir edilen kimselerdir. Bunlar, vaaz ve nasihat meclislerinde ağ­lar, tevbeye gelir, istiğfar ederler. Sonra da, türlü türlü kötülükler işlerler. Fakat emmare sıfatındakiler gibi, Cenab-ı Hakkın affı ile kendilerini avut­mazlar; pişmanlıkla nefislerini ayıplarlar.
Bu levvame ehlinin, tevbelerinde sebatlı olmadıklarının sebebine, hikmetine gelince., şöyle anlatabiliriz :
Bunlar, emmare nefis makamında iken, sultanî ruhları, nefse esir ol­muştu; her halini de, hayvani ruhun haline uydurmuştu. Tam olaraktan da ona teslim olmuştu. Şimdi de, levvame sıfatına geldiler; sultanî ruh, esirlikten kurtuldu. Kendi yaratılış durumu, hayvani ruhun yaratılış duru­mundan ayrıldı. Masiyetin peşinden pişmanlık çıkması da, bunun içindir. Ne var ki, henüz sultanî ruh, hayvani ruha alt durumdadır; vücud ülkesinde hükmü pek geçerli değildir. Bunun için de, bu makamın sahipleri, tevbe­lerinde sebatlı olamazlar; tevbeden'sonra, yine masiyet işlerler.
2. Sınıf: Tarikat ehlinin levvame durumlarıdır.
Bunlar da, anlatıldığı gibi, tevbelerinde sebat edemezler. Ama, bun­ların masiyetleri, öbürleri gibi fiilî değildir; hale dayalıdır, öbürleri; şa­rap içmek, livata, zina. kulların hakkına tecavüz, rüşvet almak, bir şey elde etmek için yalan söylemek ve benzeri şeylerden hangi günah olursa olsun; bir sebebine göre işlerler.
Diyelim ki, bir içki meclisinde bulundular; oradakilerin hatırını kır­mamak için içerler.



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLÎLER 241

— Geçinecek durumda değilim.. Deyip rüşvet alırlar.
— Yalan, söylemezsek, alış. veriş edemeyiz..
Deyip yalan söylerler. Yahut, meclisteki cemaatı güldürmek için ya­lan söylerler.
İşte bunun gibi, bir masiyeti işlerken, onun için dıştan bir sebep bu­lup işlerler. Bunlar için :
— Fiilî..
Denmesi de anlatılan sebebe dayanır.
Tarikat ehlinin asıl olan durumuna gelince, onu da anlatalım.
Tarikat ehli bir kimse, bir mürşidin elini tuttuğu zaman; cümle ha­ram işlerden kaçınmak, cümle farz emirleri yerine getirmek için sözleşme yapmış olur. Bundan sonra mürşidi ona, fazladan bir mikdar zikir ve te­fekkür görevi verir.
Anlatılan durumda bulunan kimse, eğer levvame sıfatında ise; mür­şidin himmeti ile, üstte anlatılan dünya ehli gibi, ukba ehli gibi zahirî sebeplere göre o masiyetleri işleyemez. Kâmil mürşidi ile de sözleştiği için, işleyecek olursa, bir sebebe dayanmadan işler. Meselâ, bir meseleyi :
— Ayrıntıları ile anlatayım..
Derken, araya yalan karıştırır. Söz arasında, bir kimsenin gıybetini de edebilir. Bunlar gibi, duygularla ilgili olarak, sebepsiz yere kötü işler­de de bulunabilir. Açıkçası, elde olmadan masiyette bulunurlar.
Anlatılanlardan başka, kalble ilgili bazı masiyetler de işleyebilirler. Meselâ : Kin, kibir, haset ve benzeri şeyler gibi..
Aslında, bu türlü kötü huyların cümlesi, onlarda vardır. Bunları at­mak için de ettiklerine pişman olur, nefislerini ayıplar, ah ederek, inle­yerek tevbe ederler. Ama, anlatılan dünya ve âhiret ehli gibi tevbelerin-de durmaz, yine işlerler.
Ancak aralarında bir fark vardır; bunlar, kötü fiilleri işlemekten kurtulmuşlardır. Dünya ve ukba ehli gibi; kötü huylarının gereğini ye­rine getirdikten sonra, ellerine fırsat geçtikçe de, yapmazlar. Açıkçası : Dünya ve ukba ehli, hem kötü huylarının tevbesinde durmazlar; hem de
Miftah'ül - Kulûb ~ Gönüller Açan Kitap, F.: 16



--------------------------------------------------------------------------------


242 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

kötü fiillerinin tevbesinde durmazlar. Ama, tarikat ehli olanlar, kötü fiilleri işlemekten kurtulmuşlardır; sadece kötü huyları kalmıştır. Hasi­yetlerinin hale dayalı olması da bu yüzdendir.
Bunların tevbelerinde sebat etmeyişlerinin sebep ve hikmetine ge­lince., onu da açıklayalım.
Mürşidin elini tutup Resulüllah'ın, Allah'ın cümle velî kullarının sayesi ile sayeban olmuşlardır. Mürşidinin güzel teveccuhü, kendisinin çalışıp gayret etmesi, Cenab-ı Hakkın ihsanı ile sultanî ruh kuvvet bul­muştur. Türlü türlü mücadele ile, hayvani ruh, bir mikdar kötü huyla­rını bırakmış, kendisine bağlanmıştır. Böylelikle de, kötü huylardan kur­tulmuşlardır. Ancak, kötü huylarda, hayvani ruhun yaratılıştan bir ala­cağı vardır. Bu bakımdan, sultanî ruhla, levvame sıfatı makamında hay­vani ruh hüküm işinde eşittir. Bu yüzden, zaman zaman hayvani ruh üs­tün gelebilir. O zaman da, kötü huylar, sahibinden çıkar. Sultanî ruh üstün geldiği zaman da, ortaya bir pişmanlık çıkar. O zaman da, salik nefsini ayıplar.
Levvame sıfatından kurtulup mülhlme sıfatına geçmenin çaresine gelince., onu da anlatacağız..
Bunun için, levvame sıfatında bulunan klmseler için, rabıtaya devam etmek şarttır. Meselâ : Gezip oturduğu yerlerde daima şeyhine tevec-cuh etmelidir. Şeyhinin huzurunda durur gibi, şeyhinin elinden tutmuş, şeyhinin hırkasını üzerine giymiş gibi olmalıdır. Bu düşüncelerin han­gisi kendisine kolay gelirse., ona devam etmelidir. Gezip oturduğu yer­lerde, şeyhini hiç bir şekilde kalbinden çıkarmamalı; rabıtasını devam ettirmeye çalışıp gayret etmelidir. Daha sonra :

— «Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz.»
Emrine göre, kendi kendini hesaba çekmelidir.
Bunun için de, gizli bir yere oturmalı; cümle huylarım ortaya dö­küp güzelce, insafla düşünmelidir. Kendisinde kaç tane kötü huy bu­lursa., cümlesinl ayrı ayrı yazmahdır. Sonra da, içlerinden birini bırak-



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 243

mak için kesin karar verip tevbeye gelmelidir. Sonra o kötü huy üze­rinde ısrarla durup daima onun zıddı ile hareket etmelidir. Meselâ : Ki­birli ise, tevazua devam etmeli; gıybet etmiş ise, övüp sena etmeye bak­malı.. Diğerlerini buna kıyas edebilirsin.
Tüm kötü huyların bir zıddı iyi huy vardır. Tevbe ettiği huy han­gisi ise, onun zıddını bulup ona göre hareket etmelidir.
Bir kimsede bir kusur gördüğü zaman, o kusuru kendinde görüp şöyle demeli :
— Ey nefis, insan insanın aynasıdır. Eğer bu kusur bende olma­saydı, bu kimsede görmezdim. Kendi halimi, bu değerli zatın aynasında gördüm. Bu hal, benim halimdir. Ey nefis, haksız yere ona isnad edi­yorsun.
Böyle deyip nefsine çıkışmalı; bağışlanmasını dilemelidir. Bağışlan­ma dileğinde de şöyle demelidir :
— Ya Rabbi, kalbimden geçen bu küstahliğı sen bilirsin. Gizli sak­lıları, bilen sensin. Cümlemizi affet, bağışla. Güzel huylara hüründür.
Böyle niyaz edip Yüce Hak'tan korku üzere olmalıdır.
Gıybetini ettiği kimsenin gıybetinden de çıkmalıdır. Böyle böyle kötü huylar kendisinden gidip onların yerine güzel huylar gelinceye kadar zıddı ile amel etmelidir.
Nefisin, kötü huylarından geçip iyi huylara büründüğü şundan belli olur; meselâ : Bir yerde bir kimseyi kötülerler; oradakiler bu kötüle­meyi nekadar sürdürürlerse sürdürsünler; o kimse, elinde olmadan onu övmeye devam eder. Onu övmeye gücü yetmese de, onu kötüleyenlere elinde olmadan Allah için kızar; sessiz durur.
İşbu anlatılan durum, kötü bir huy olan gıybetin; güzel huy olan övmeye döndüğünü gösterir. Birine beslenen kötü zannın, iyi zanna dön­mesi de aynı şekilde, iyi huya delâlet eder.
Bundan sonra, yazılan diğer kötü huya geçer. Ona bakıp anlatılan gibi, ona da tevbe eder; zıddı ile amel etmeye geçer. O da güzel huya dönüşünceye kadar zıddı ile amel etmeyi sürdürür.
Kötü huyların cümlesi, açıklandığı gibi, birer birer güzel huya dö­ner, bir daha anlatılan kötü huylar, kendisinden zuhur etmez ise., bi­linir ki: Mülhime sıfatı, o kimsede hal olmuştur. .

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
244 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

MÜLHİME SIFATI
3. Nevi: Müihime sıfatım açıklar.
Bu, II. faslın yedi nevinin üçüncü nevidir.
Değerli kardeşim, bilinmiş ola ki: Bu sıfata sahib olanlar dahi, iki sınıf üzeredir.
1. Sınıf: İlmi ile amel eden âlimler, âbidler, zahidlerin bulun-dukları makamdır.
Anlatılan sıfatta olan kimselere cümlenin iyi zannı vardır. Zira bun­lar, dıştaki kötü fiillerini, güzel fiillere çevirmişlerdir. İyiliği yapıp ya­saktan uzak dururlar. Resulüllah'ın sünnetini de yerine getirmeye çalı­şıp gayret ederler. Farzları, vacipleri, sünnetleri, müstahapları tamamen yerine getirirler; dışta fiile çıkarırlar. Yasaklardan da tamamen ka-çınırlar.
İşte, anlatılan sebeplerden ötürü herkesin anlatılan zatlara iyi zan­ları vardır. Dıştan onların hareketlerine bakın kendilerini zamanın kut­bu olarak görürler. Ama, in hallerini bilmezler ki: Kötü huylarla do-ludur.
Bunların kötü huylarının içte kalması, dışa çıkmaması için sebep ve illet şöyledir :
Cümle kötü huylar, hayvanı ruhun emri ile vücud ikliminden fiile çıkıp yerine getirilir. Bu âbid ve zahidlere gelince, kendi kendilerini ağır riyazete koymuşlardır. Bir gün yiyip bir gün tutmak sureti ile Davud orucu tutmuşlardır. Nefsin istediğini yememiş, istemediğini yemişlerdir. Bunların birini veya hepsini yapmış olabilirler. Diğer riyazet işlerini de bununla ölçebilirsin. Böylelikle, nefsin hoşlandığı nekadar şey varsa onların cümlesini bırakmışlardır; hoşlanmadığı şeyleri de yapmışlardır. Bu yolda, türlü türlü mücahedeler edip nefislerini alt etmişlerdir.
Anlatılan sebepten dolayı, sultanı ruh, hayvani ruhu alt etmiştir. Böylelikle vücud ülkesini kendi tasarrufu altına almıştır. Bu yüzden de vücuddan gelip ortaya çıkan işlerin cümlesiı Allah'ın rızasına uygun düşer.
Zira, vücud ikliminde kötü fiillerin cümlesi: havvanî ruhun emri ile açığa çıkar. Güzel fililerin cümlesi de. sultani ruhun hükmü ile, tasar­rufu ile vücud ikliminde açığa çıkar.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B AB - İLÂHÎ TECELLİLER 245

Cümle âbidlerin, zahidlerin kötü fiillerden kurtulup güzel fililere bü-rünmeleri anlatılan sebebe dayanır.
Kötü fiillerin cümlesi, hayvani ruhun tabiatıdır ki, sen ona :
— Huy..
ismini verebilirsin. Huy ise, canın altındadır :
— Can çıkmayınca, huy çıkmaz..
Dersin. Ama sen bu sözü söyleme; söyleyeni de dinleme.. Zira, in­sana pek gerekli olan; dünyada iken, o kötü huyları çıkarıp yerine sul­tanî ruhun tabiatı olan güzel huyları koymaktır. Aksi halde gün gelir, mahcub olursun, özre de bahane bulamazsın. Allah'ın bir günü vardır, onun adına şöyle derler :
— Nedamet (pişmanlık)..
Güzelce düşün. Fırsat elde iken, bu kötü huyları çıkar at. Güzel huylara bürün. Sonra pişmanlık fayda vermez. Aklını başına topla.
Sonra bu kötü huylar, yalnız ibadetle, nefse muhalefet etmekle, sade riyazetle iyi huya çevrilmez. Zira, kötü huylar hal kabilindendir; hay­vani ruhun kendi tabiatıdır. Onu bu huylardan vazgeçirmek, sultanî ru­hun tabiatı olan güzel huylara büründürmekten. aksine hareket edip mü-cahedelere girmekten başka zikir kılıcına da ihtiyac vardır. Bu da. ken­di kendine olmaz; kâmil mürşide muhtaçtır. Bunun için, bir kâmil mür-şid bulup kendini ona tam mânâsı ile teslim et. Telkin ettiği zikir kılı-_ cını da. nefsin helakini dileyerek hayvani ruha her gün salla.. Böyle edersen, anlatılan kötü huylar, güzel huylara dönüşür. Sen de. ehlüllah sıfatına girersin. ..
Hemen herkes, ilk iş olarak; sonucunu düşünmelidir. İnsan sonunu düşünmez ise, cahil hayvan olur.
2. Sınıf : Tarikat ehli olanların mulhime sıfatına bürünmele-rini; mutmainne sıfatı ile muttasıf olmanın çarelerini açıklar.
Bu sıfata bürünen tarikat ehli, az önce anlatılan kötü fiillerden ta­mamen kurtulmuş, kötü huylardan da mümkün mertebe çıkmışlardır. Ama varlık berzahından (tünelinden) renkten renge girmekten, tered-düd ve eğri büğrü gitmekten kurtulamamışlardır. Bunun sebebine ge-lince; Cenab-ı Hakka işleri bırakıp tam manası ile teslim olmamaları-



--------------------------------------------------------------------------------


246 RÎSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI
dır. Bunun için, gelecek işin olmayacak ümitler besler; geçmiş için de gam çekip :
— Halimiz neye varır?.
_ Diyerek, on sene sonra olacak lüzumsuz şeyin derdini taşırlar. Bu­gün rızıklarını yerler :
— Acaba sabaha halimiz nasıl olacak?.
Diyerek derin derin düşünürler. Böyle olunca da. hal itibarı ile, Ce-nab-ı Hakkın Rezzak (rızık veren) sıfatını inkâr ederler. Kendilerinde su yolda bir itimat yoktur ; Cenab-ı Hak, kendilerini şimdiye kadar ne aç bıraktı, ne de çıplak.. Bundan sonra da aç açık bırakmak onun sa­nına yakışmaz. Bu durumu kendi kendilerine söyleyin hiç bir şekilde te­selli bulamazlar.
İster zengini, ister fakiri olsun, heri aynı haldedir. Daima, geçmiş için gam çeker, gelecek için de olmayacak ümitlar beslerler. Bu sebep­tendir ki: Daima, içlerinde bir eğrilik, bir sıkıntıdan kurtulamazlar. Daima, renkten renge girer, tereddüd içinde olurlar.
Anlatılanlardan başka; dünya sevgisi, mâsiva sevgisi ve tabii şey­lere bağlılıktan kurtulamamışlardır. Dünya metaına meyilli oldukların­dan; zikirlerinde safa ve lezzet bulamazlar. Teveccüh ve mürakabele-rinde gayet sıkıdırlar.
Hallerinde de bir sebat yoktur. Bazan iç açıklığı gelir; ruhanî sa-fadan bir parça tadarlar Bazan, da, anlatıldığı gibi iç tıkanıklığı gelir; renkten renge, girer ve tereddüde bürünürler.
Anlatılaa işlerin sebebine ve hikmetine gelince., onu da şöyle açık­layabiliriz :
Bu durumda olanlara sultanî ruh, hayvani ruha üstün gelmiştir. Mürşidin himmeti ve zikrin şiddeti ve ateşi ile teveccüh ve murakabede ihsan olunan ilâhî feyizler gelmiştir. Bu arada, Hak yola giren salikin çalışıp gayret etmesi ile de, hayvani ruh, ister istemez sıkılmıştır; artık çaresiz kalmıştır. Bu yüzden de, tabiatı olan kötü huyları, sultanî ruhun tabiatı ile değişmiştir. Vücud yönetimini, sultanî ruhun görüşüne bı­rakmıştır; artık hiç bir şeye de karışmaz. Hal böyle iken, yine de uslu durmaz; bir yandan sultanî ruhun önüne çıkar, önün yolunu kesmek için veziri olan akl-ı maaşı, başvurduğu yer olan şeytan ile danışma



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 247

meclisi kurar. Dünya hilesi ile, sultanî ruhu düşürmek için dünya iş­lerinin her türlüsü ile önüne çıkıp vesvese verirler.
Anlatılan sebepten ötürüdür ki : Bu mülhlme sıfatında olan salik-ler. tam tevekkül ile Hakka tevekkül edip işleri Hakka bırakamazlar. Dolayısı ile, halleri daima anlatıldığı gibidir.
Bazan kendilerine sultani ruh üstün gelir; o zamanı kendilerinde mümkün olduğu kadar tevekkül zuhur eder. O zaman da, teveccüh ve murakabelerinde bir nebze ruhanî safa duyarlar. Bu durum, onların te­rakki (yükseliş) halleridir. Bazan da, bir taraftan, hayvani ruh, hile ile sultani ruhu uğraştırır; terakki halinden düşürüp iniş. halini zuhur et­tirir.
Gelelim, mülhime sıfatından geçip mutmainne sıfatına bürünmenin Çaresine.
Bunun çaresi odur ki : Bu sıfat ile müttasıf olan kimseler, daima Allah'ın huzurunda olalar. Dalma gezip oturdukları yerde şöyle düşü-neler :
— Cenab-ı Hak, bana benden yakındır. Dedikten sonra :

— «İhsan odur ki, Allah'ı görür gibi ibadet edesin; sen onu görme-sen de o seni görür.»
Hadis-i şerifindeki mana uyarınca, kendi kendine şöyle demelidir :
— Her nereye varsam, basiret sahibidir; beni görür. Her ne konuş-sam, semi sıfatının sahihidir; beni işitir. Onun için uzak yakın birdir. Sesli konuşmakla, kalbe gelen hatıra onun katında eşittir.
Böyle deyip dalma huzur ve hüşû içinde bulunmalıdır :
— Şu anda Allah'ın huzurundayım. Her nekadar ben Cenab-ı Al­lah'ı görmesem de, şu anda o beni görüyor; halime vâkıftır. Benim gör-meyişim, kendi benliğimdendır.
Böyle dedikten sonra, huzurla huşu ile kalbine bakmalı; Allah'ın



--------------------------------------------------------------------------------


248 RİSALE-1 MURAKABE - MURAKABE KİTABI

huzurunda durmalıdır. Eğer bir yandan kendisine gaflet gelirse., he­men akimi başına toplayıp pişmauhkia tevbeye gelmeli; istiğfar etme­lidir. Sonra da, anlatıldığı gibi, Allah'ın huzurunda durmalıdır. Eğer kalbine dünyalıktan yana bir şey gelirse ve ona sevgi duyarsa., yine ak­lını başına toplamalı ve kendı kendine şöyle demelidir :
— Bu, Allah'ın bir mahlûkudur. Biz ise, yüce Hakkın yüzünü gör­meye talibiz. Gece gündüz : .

— «Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.»
Deriz. Bize yakışır mı ki, yaratan dururken, yaratılmışa sevgi bes­leyelim. Bu sözümüzde yalancı olmak bize yakışır mı?.
Cümle varlıklar, Cenab-ı Hakkın yaratması ile meydana gelmiştir. Onları sevmekten; Cenab-ı Hakka :
— Ben seni sevmiyorum.
Demek manası çıkar. Çünkü, sevmek, ortaklık kabul etmez; iki kar­puz bir koltuğa sığmaz. Onun için,, o şeyin sevgisini derhal kalbinden . çıkarmalı; zikri ile, tefekkürü ile meşgul olmalıdır. Sonra yine kalbine :
— Senin halin neye varır. Bu dünyanın ucu uzundur. Hastalık saf­lık bizim İçindir. Biraz sonunu düşünmek gerek. Bu gençlik gider, ihti­yar olursun O zaman da sana kimse itibar etmez. Köse basında dilen-cilik de sana yakışmaz. O vakit. pişmanlığın da sana faydası yoktur,
Dünya oldukça, her şey insana lâzımdır.
Şeklinde, kalbine yine bir taraftan hatıra gelirse., hemen cevabında şöyle demelidir :
— Cenab-ı Hak, benlm rızkımı ezelden takdir etmiştir. Yemenin, içmenin, giymenin üçü de ecel gibidir: hîç bir şekildi değişmez. Her gün için, insanın nasibi ne ise onu bulur. Sırf istemek, yorgunluktur. Düşün-mekle, çalışmakla fazla ve noksan olmaz. İş bir zihin yorgunluğundan ve kalbin kararmasından ibaret kalır.



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLÎLER 249
Takdir-i Huda kuvvet-i bazu ile dönmez;
Bir şem'ayı ki, Mevlâ yaka, bir vechile sönmez..1
Buna göre, ezelde ne takdır edilmiş ise, belli vakitleri geldiği zaman zuhur eder. Dünya için gam çekmek, ahmaklığın taa kendisidir. Her ış, olacağı gibi olur. Senin fikirlenmen, kederlenmen yorgunluktan ibarettir.
Böyle dedikten sonra; yine zikri ile, tefekkürü ile meşgul olmalıdır. Eğer yine bir hatıra zuhur ederse., ki edecek ve şöyle gelecektir :
— Durum öyle olduğuna göre, Cenab-ı Hak,, her şeyi ezelde takdir eyledi. Senin davranışın ve duruşun faydasızdır. Eğer bir şeyin gelmesi
takdır olunduysa, senden de o yönde bir hareket zuhur eder. Öyle olun­ca, cümle işini Hakka bırak. Hiç bir şeye karışma: tam manası ile tes­lim ol. Allah katında senin merteben ne ise, o senin işlerinden zuhur eder. Neden boşuna zahmet çekiyorsun?. Eğer kaderindeki sır şaki ise, said olmak muhaldir. said ise, şaki olmak muhaldir. Bunun için zah­metin boşunadır. Her işinde, tam manası ile teslim ol. Bu alem berzah­tır: bir seye karışma, istirahat et.
Böyle bir hatıra zuhur edince de, ona şu cevap verilir:
— Kul, kulluğunu yapmalı; zira bu dünya imtihan âlemidir. Ce­nab-ı Hak, kullarının halini ve mertebelerıni kendilerine bildirmek için dünyada cümle emirlerini ve yasaklarını kesin delillerle haber vermiş­tir. Razı olduğu şeyleri ve razı olmadığı şeyleri açıkladı. Bu dünyanın da, berzah âlemi ve imtihan âlemi olduğunu açıklayıp şöyle buyurdu :
— Ey kullarım, siz rızamı elde etme yoluna girin. Rızıklarınızı ben veririm? Bu hususta bana tevekkül edin. Sizin rızıklarınıza kefilim.
Bu manada, nice nice âyet-i kerimeler gelmiş ve vaad buyurmuştur. Böyle olunca, kul kulluğunu yapmalı. Kula düşen, efendisinin emrini ye­rine getirmektir. Bunun için, dalma onun rızasını gözetip emrini yerine getirmeye çalışıp gayret etmeli.. Onun efendisi dilerse azad eder, dilerse çırak der. Dilerse, kendisinin özel ve umumî işlerini ona teslim eder, bir şeye karışmaz. Dilerse, tedip ve azab eder. Kul, efendisinin kudret elin­dedir. Kulun, anlatılan işleri düşünmesi ahmaklıktır. Kula lâzım olan Mevlâsmın rızasıdır. Bu rıza, acaba ne ile elde edilir; onu düşünmelidir. Elbetteki Mevlâsının emrini yerine getirmek, yasaklarından da kaçın-
(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Allah'ın takdir çarkı kol kuvveti ile dönmez; Hakkın yaktığı mum, üflemekle sönmez.



--------------------------------------------------------------------------------


250 RİSALE-I MURAKABE - MURAKABE KİTABI
mak sureti ile olur. Yoksa emrine tutunmayıp yasaklarından da kaçın­mayın :
— Ben, tam manası ile teslim oldum..
Deyip fiillerinden, ahlâkından türlü habis işler zuhur edince de :
— Ne yapalım takdirde varmış; çaresi nedir?.
Diye türlü türlü büyük haltlar edip sonra da takdire bühtan at­makla bitmez. Cenab-ı Hakkın bir giinü vardır; o gün gelince, bu türlü bahaneler para etmez.
Dedikten sonra, yine zikri ile fikri ile meşgul olmalıdır.
İster dünyaya, ait olsun, ister âhirete ait olsun; bu türlü hatıralar zuhur ettiği zaman, o hatıraları bir kere şeriat terazisine vurup tartma­lıdır. Eğer şeriata uygun gelirse, pek güzel.. Eğer şeriata uygun düş­mez ise, anlatılanın zıddı ile cevap vermelidir. Yine kendi zikri ile fikri ile meşgul olmalıdır.
Zira, bu mulnime sıfatının durumu acaiptir. Zira, bu durumda, hay­vani ruhun hilesi pek çoktur. Daha önce de anlatıldığı gibi; hayvani ruh. akl-ı maaş, şeytan üçlüsü yek vücud olup suret-i haktan görünürler. Tür­lü türlü hilelerle sultanî ruhun yolunu keserler; onu düşürmek için çok gayret edip çalışırlar. Ama, burada gereken, daima ayık olmaktır. Her ne türlü bir hatıra zuhur ederse., anlatıldığı gibi onu şeriat terazisine vurmalı; cevabını da ona göre vermelidir.
Hak yolcusu salik, anlatılan düzen içinde ve daima ayık olmalı. Bu Şekilde nefsi ile mücahede ederse., kısa zamanda Cenab-ı Hakkın yar­dımı gelir; mutmainne sıfatı ihsan olunur. Mutmainne sıfatı da, ken­disine hal olur.
Mutmainne sıfatının bir kimseye hal olmasının alâmetine gelince., onu da anlatalım. Bunun alâmeti olarak, başka kötü huylar, iyi huy­lara dönüşür. Bundan başka, kendisine tam bir tevekkül ihsan olunur. Bundan sonra, dünya cihetinden gelen işlerini, tamamen Cenab-ı Hak­kın kudret eline bırakır; tam manası ile teslim olur. Daha sonra, ken­disine bir zenginlik forması ihsan olunur ki : Kesin olarak gelecek için olumsuz bir ümide kapılmaz, geçmişin derdine de düşmez. Artık sabah olacak işi, akşamdan düşünmez :

— Gün, bugündür; saat, bu saattir.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 251

Deyip Hakkın verdiği ilâhî ihsana teşekkür etmeli ve kanaatkar ol­malıdır. Bundan sonra, cümle cihan halkı biraraya gelip :
— Yahu, bu senin ettiğin nasıl iştir?. Sonra pişman olursun.
Deyip türlü türlü nasihat etseler; zerre kadar onun itikadına bo­zukluk gelmez.
İşte, bir kimsede, anlatılan bu haller zuhur ederse., o kimsenin nef­si, mutmainne sıfatına büründüğüne delâlet eder.
Ey Cenab-ı Hakkın yüzünü görmeye talib olan, burada biraz nasihat edeceğim. Aklını başına toplayıp güzelce dinle ve düşün.
Levvame sıfatında, mulhime sıfatında bulunan kimselere; mürşid himmeti, kendilerinin çalışıp gayret etmeleri, Cenab-ı Hakkın ihsan ve inayeti ile nur tecellisi, nur müşahedesi gibi zuhurat olabilir. Nur te­cellisi, sıfatların müşahedesi gibi zuhurat da olabilir. Bazan da; sıfat­ların tecellisi, zatın müşahedesi zuhur eder. Teveccühünde, Resulüllah efendimizle görüşüp konuşabilir; Allah ona salât ve selâm eylesin. Mu­rakabede dahi, tecelli halinde durumu tesbit edilip anlatılmayan ilâhî hitab da zuhur edebilir.
İste, anlatıldığı gibi şeyler zuhur ettiği zaman, sakın ha sakın: on­lara bel bağlamayasın. Her ne çeşit ilâhî tecelli zuhur ederse etsin: ne kadar ilâhî iltifat gelirse gelsin, onlara bakıp kendi kendine :
— İyice adam oldum..
Deyip kendini öyle sanmayasın. Zira, bu makam, cümle ehlüllahın :
— Aman ya Rabbi, sana sığınırız..
Dedikleri makamdır. Allah bizleri de sizleri de korusun. Zira, bu­radan düşen, emmare makamına kadar gider. Tarikattan tard edilip son nefesini imansız vermesinden çok korkulur. Sebebine gelince: Lev­vame sıfatında, mulhime sıfatında hayvani ruh; fiillerinden ve huyların­dan tamamen geçip sultanî ruha bütün bütün tam manası ile teslim ol­mamıştır. Ancak, sultanî ruh ağır bastığı için, cümle fillerini, huylarını sultanî ruhun görüşüne bırakmıştır. Kendisi de, zikir kılıcının şiddetli ateşinden ötürü, vücud ikliminin bir yerine gizlenip kalmış olup orada bir şeye karışmaz. Bundan dolayı da, sultanî ruh, vücud iklimini tasar­rufu altına, almıştır. Anlatılan tecellilerin zuhur etmesi, ilâhî ihsanlara zuhur yeri olmaları bu yüzdendir; o haller, salike meleke olmamıştır.



--------------------------------------------------------------------------------


252 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Eğer bu ihsanlara aldanıp anlatılan çareleri boşlar da istirahata çe-kilirse.. o vakit, hayvanî ruh fırsat bulup aki-ı maaş ve şeytan ile da­nışma meclisi kurup bir taraftan sultanî ruhun önüne çıkar, türlü türlü hilelerle ayağını kaydırır. Hükümet tahtından da düşürür. Onun yerine de hayvanî ruh oturur. O zaman da durum, Hak yolcusu salikin kade­rine ve tecellisine bağlı bir keyfiyet alır. Eğer sultanî ruh, bu hali görüp şiddetli korkuya kapılır ve hayvanî ruha teslim olursa, emmare hali zuhur eder; Allah korusun. Bu durumda, sultanî ruh, nefsin esiri olur; insanlık sıfatı da tamamen kendisinden gider. Ve.. hayvanlık sıfatına girer. Böyle bir duruma düşmekten Allah'a sığınırız. Böyle bir duruma geldiği zaman da tarikat-ı aliyyeyi tamamen inkâr eder, tarikattan ko-
vulur.
Eğer bu hali görüp kendinde bir şecaat zuhur ederse, hayvanî ruha
teslim olmaz. Yine mücahedeye ve muharebeye başlar.
Bundan sonra, levvame bahsinde anlatıldığı gibi tevbekâr olup is­tiğfar ederek nefsini ayıplamaya başlarsa., o zaman levvame halleri zu­hur eder. Anlatılan çarelere muhtaç olur; yeni baştan anlatılan kötü huylarını değiştirmek gerekir. Bundan sonra, yine hayvanî ruha üstün gelir; bir el vurması ile, hükümet tahtım onun elinden alır. Yine vücud ikliminde hüküm sürmeye başlar. Anlatılan ihsanlara da yeniden zuhur yeri olur.
Mademki durum anlatıldığı gibidir; bu işler başa gelmeden çaresi­ne bakmak gerekir. Zira, daha önce de anlatıldığı gibi, bu yer, çok kor­kulu yerdir; hayvanî ruhun burada hilesi çoktur. Bunun sebep ve hik­metine gelince havvanî ruh, sultanî ruha bütün bütün teslim olup tüm, fiillerinden ve huylarından geçip sultanî ruha fiillerinde ve huylarında kendi isteği ile razı ve teslim olmamıştır. Ancak, sultani ruhun ağır bas­masında , zikrin şiddetinden, teveccüh ve murakabenin feyiz nurundan çok sıkılmış çaresiz kalmıştır. Bu yüzden de, ister istemez cümle işlerini ve huylarım sultanî ruhun görüşüne bırakmış, vücud ikliminde bir yere gizlenmiştir; hiç bir şeye de karışmaz. Bununla beraber, anlatılan kötü fiilleri ve huyları zerre kadar değişmemiştir. Bundan dolayı da, vücud ülkesinde güzel huyların yürürlükte olmasına hiç bir şekilde razı de­ğildir. Ama çaresiz ve kimsesiz kaldığı için, anlatıldığı gibi bir yere giz­lenmiştir; daima sultanî ruhun bir açığını yakalamaya bakar. Bu se­beptendir ki ; Bu sıfata bürünenler, kendilerine kalb itminanı gelip bir türlü işlerini Hakka bırakamazlar. Daima tereddüd içindedirler; renk ten renge girerler.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B — İLÂHÎ TECELLİLER 253

Şimdi, bu sıfatlara, bürünenlere, yani : Levvamede ve mülhimede bulunan kimselere düşen odur ki : Gerek Fahr-i Alem Resulüllah efen­dimiz tarafından, gerekse bizzat nasıl olacağı anlatılamayan Cenab-ı Hak tarafından anlatılan manada nekadar tecelli-i ilâhî ve zuhurat olursa . olsun; çok çok dikkat etmeli ve zerre kadar kendisine varlık vermemelidir.
Bu gibi kimseler, kendilerini şöyle bilmelidirler : Kurumuş bir ağaç­tır, o ağacın meyvesi yoktur ki,-insanlar yesin; yaprakları yoktur ki, bir adam onun gölgesinde gölgelensin.
Bu yoldaki hemen herkes, kendisini anlatıldığı gibi bilmeli ve kendi kendine şöyle demelidir:.
— İşte ben öyle bir ağacım. Ne ilmim var, ne de amelim. Bir ame­lim yoktur ki : O amelimin altında ihsan olunan ilâhî feyizlerden bir kimse feyiz ve menfaat bula. Dışta ağaçların meyvelerini bir insan ye­diği zaman, nefisleri safa bulur; cismanî tat bulur. Bunun gibi, ibadet ve taat altında ihsan olunan ilâhî feyizler de bir kimseye aksedince O kimsenin ruhu safa bulur; tadını alınca da, gönül açıklığı zuhur eder. -Bu gibi şeyler de sende yoktur ki, onunla övünesin.
Hemen böyle deyip kendisini âciz çaresiz bir şeye yaramaz bulmalı. İsyan deryasında boğulmuş bilmeli. İki eli boş, Allah'ın güvencesinde bir müflis kabul etmeli. Her an, her nefes; rıza kapısının açılması için, aman diyarının kapısında :
— Güvencemiz sensin, el-aman ya Rabbi..
Deyip durmalıdır. Kendisinde zuhur eden ilâhî ihsanlara bakıp gü­zelce, insaf ederek, halini görmelidir.
Anlatılan durumda, eğer kendine varlık kokusu görünmüş ise, nefe­sine şöyle hitab etmelisin :
— Tüy nefis, sen kendini adam oldun, sayıyorsun?. Henüz senin sı­fatın emmare sıfatıdır; o, zerre kadar değişmedi. En alt mertebe, Ce­nab-ı Hakka işleri ısmarlamaktır; bunu dahi, kendine hal edemedin ki: kalb imtinanı gele de tereddütten ve iç eğriliğinden, renkten renge girmekten kurtulasın. Bir kul, nasıl ihsan-ı ilâhiyeyi görüp temcid da­vulu gibi :
— Ben ben.



--------------------------------------------------------------------------------


254 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Diyorsa, sen de öyle demeye kalkıyorsun. Beni de, benlik perdesine düşürmek istiyorsun.
Yeter oldu bu hicaba büründün; Enaniyet libası ile göründün..
Soyun imdi, bu libastan beri ol;
Nice menzil kat eyleyüp insan ol..1
Böyle deyip geceli gündüzlü her nefsete müflisliğe sahib ol. Anla­tılan yolları dene; derdine çare ara. Rıza kapısının açılması için, her ne­feste, aman diyarında pişmanlikla dur. Ciğerini kebab ederek, göz yaşını sel gibi akıt. Âciz çaresiz Allah'ın güvencesi altına giren bir müflis gibi ol. Her taraftan eli boşanmış, minareden aşağı düşen adamın temen­nisi nasıl olursa., bu sıfatlarla muttasıf olan kimselerin Cenab-ı Hakka temennisi ve münacaatları da öyle olmalıdır; hatta beş kat daha ziyade olmalıdır. Minareden düşen adamda, sadece ölüm korkusu vardır; iman­sız gitmek korkusu yoktur. Hatta şehid olma ümidi dahi vardır. Ama, bu sıfatlara düşen kimselere hem reddolma korkusu vardır; hem de son nefesi imansız verme korkusu.. Durum böyle olunca, bunların korkuları, öbürlerine bakarak beş kat değil; belki de on kat olmalıdır.
Sözün özü odur ki : İnsan, kendisinin hekimi olmalı.. Çünkü, sonra hekime muhtaç olur. Görmez misin ki : Zahirde bir kimse kendinin he­kimi olursa., o kimse, hekime muhtaç olmaz. Basuru olan kimseler, ken­dilerine dikkat edip yemek yerken, basurunu azdıran yemekten içmekten sakınacak olsalar, hekime muhtaç olmazlar. Ayrıca, basur hastalığından da kurtulurlar. Diğerlerini de buna kıyas edebilirsin. Hemen her hasta-lik bunun gibidir. Başından sebeplerine yapışılırsa.. sonunda hekime ih­tiyaç duyulmaz. Amma, başında gafil davranılip dış sebeplerine yapışıl­maz ise, sonra hastalıklar, vücudun her tarafına yayılır. Şiddetli sıkıntı vermeye başlar. O zaman da, hekime ihtiyaç duyulur. Türlü türlü acı ilâçlar tatbik edilir; hayli de zahmetler çekilir.
Kâmil mürşidler de gerçek hekimlerdir. Anlatılan çarelere baş vu­rup huylarındaki ve işlerindeki illetleri; çalışıp gayret ederek, açıklan­dığı gibi ilâçları kullanır, o illetleri vücud ülkesine yerleşmeden atabi-lirsen yolun kolaylaşır. Gün gün, mertebeler alırsın. Sonsuz ilâhî ihsan­lara sahib olursun.

(1) Bu şiirlerin daha açık Türkçesi şöyledir :
Bu perdeye büründüğün, benlik giysisi ile göründüğün yeter. Bu giysiden soyun uzak ol; çokça yol alıp insan olmaya bak.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 255

Ama gafil davranıp da, anlatılan hastalıkların atılmasını mürşidine bırakır :
— Benim elimden bir şey gelmez. Beni benden daha iyi bilir. Nasıl isterse yapsın razıyım. Boşuna çabalamak para etmez.
Deyip kilimin dört ucunu bırakırsan :
— Hepsi şeyhin elindedir; nasıl bilirse öyle etsin..
Deyip anlatılan çarelere baş vurulmaz ise., o vakit, mürşid de onun haline bakar ve şöyle görür :
Kendisini nefse kaptırmış. Nefsin hilesine ve azdırmasına kanmış. Kilimin dört ucunu da bırakmış. Vücud ülkesi, nefsin yönetimine geç­miş. Anlatılan hastalıklar da birleşmiş..
Bu hali görünce bilir ki : Basur hastasının hastalığı nasıl vücudu­na yerleşip hekime muhtaç duruma gelmiş ise., bu kimse dahi, mür­şidin ilaçlamasına muhtaç duruma gelmiş.. Böyle olunca da, hastalığı­na göre ilâç verir.
Ancak, onların ilâçları Allah tarafından geldiği için, geri çevirmek mümkün değildir; zahirdeki hekimin ilâcını geri çevirmek mümkündür. Bu zatların verdikleri ilâçları, hiç bir şekilde geri çevirmek mümkün de­ğildir; zira Ailah katından gelmektedir. Zehir olsa dahi, kullanılır; geri çevrilmez.
İlâç verme usulüdür ki : En düşük dozda olan ilâçları, en az has­talıklı olana verirler. Hastalık ağırlaştıkça, ilâcın dozu da yükselir.,Du­rumu, buna göre kıyas edebilirsin.
Hâsılı: Herkesin hastalığına bir başka türlü ilâçları vardır. O ilâcı verirler ki, o hastalık ondan gide. Hasta sağlığını buluncaya kadar, nice zorluklar çekilir. Bundan sonra, yavaş yavaş o ilâcı ondan alır, gönlünü hoş tutmaya bakarlar.
Şimdi, anlatılan durum güzelce düşünülmelidir. Anlatılan çareleri, insaflıca haline bakıp herkes kendine tatbik etmelidir. Ta ki, mürşidin ilaçlamasına ihtiyaç kalmaya..
Anlatılan çareleri dene; onlarla kötü huylarını iyi huylara dönüş­tür. Bunu, kendi kendine yap; yoksa, mürşidin ilaçlamasına dayanılmaz. Onlar, dayanılacak gibi değildir.



--------------------------------------------------------------------------------


256 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Anlatılanları, ciddî bir şekilde anlamaya çalış.
4. Nevi: Bu, II. faslın yedi nevinden dördüncü nevi olup şu konuları işlemektedir :

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
MUTMAİNNE SIFATI
a) Mutmainne sıfatı ve onun şartları..
b) Rıza kapısı ile tevekkül kapısının farkı..
c) Velayet mertebesi, velayet müjdesi, velayet melekesi..
Ayrıca, anlatılanların sebebi ve hikmeti .ile razıye sıfatını almanın çaresi ve alâmeti açıklanacak..
Değerli kardeşim, şu da bilinsin ki..
Bu mutmainne sıfatı, velilere hastır. Bu sıfata bürünen zatlar, ve­layet ile, veraset ile müjdelenirler.
Velayet de, nübüvvet de daha önce anlatıldı; burada tekrar edilme­sine gerek yoktur.
Bu sıfat, sadece tarikat ehline mahsustur; zahidlerin. takva sahip­lerinin nefisleri, bu sıfata bürünemez, muhaldir. Onların en büyük ma­kamları, mülhime sıfatıdır; bir adım bile ondan öteye geçemezler. Se-bebine gelince : Zühd ile takva ile nefis, mulhime yolunda anlatılan mikdar kemal bulabilir. Ondan öteye bir parmak dahi gidemez. Zira, mücahede ile nefis, ancak o kadar kemal bulabilir.
Anlatilandan ilerisi, mürşidin terbiyesine, muhtaçtır. Görmez misin ki, dağlarda kendi kendine biten ağaçların meyveleri yenmez. Yense de lezzeti olmaz. Ham ahlat gibi, yiyenin boğazında kalır. Yahut hiç meyve vermez. Ama onları bir bahçevan yerinden çıkarıp kendi bahçesine eke­cek olsa, o hali ile bakıp yetiştirse, yahut başka meyvelerle aşılasa mey­ve ağacı olmaya başlar.
Haliyle bakımlı ağacın meyveleri, ilk hallerine nisbetle çok farklıdır. Hem de, sema ile semek (balık) arasındaki fark kadar..
Bahçevanın elinde yetiştiği için, yaban ağaçlarının meyveleri deği­şir. Ondan yiyenler, cismanî bir lezzet duyarlar.
Eğer yabandan getirilen ağaç, aslında meyveli değilse, ona meyveli ağaçtan aşı yapar; aradan birkaç sene geçtikten sonra, o da öbürleri gibi güzel meyve verir.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - ÎLÂHÎ TECELLÎLER 257

Üstteki açıklamadan anlaşıldı ki: Zühd ve takva sahipleri, yabanda yetişen meyveli ağaçlar gibidir :
— Ben, zühd ile, takva ile Hakkı bulurum; kâmil mürşide muhtaç olmam.
piyen kimselerin işlerine bakıldığı zaman, görülür ki : Yaban ar­mudu, elması, vişnesi, kirazı gibidir. Bu türlü meyveler nasıl görünürse., zahidlerden amel sahipleri de öyle görünür.
Yabanî meyvelerin içi acı olur. Ondan yiyen kimseler acılıktan baş­ka bir tad alamazlar. Bunun gibi, zahidlerin, müttakilerin amelleri de zahirde güzeldir. Onların güzel amellerini görüp meclislerine gidenler ve onlardan yardım isteyen kimselere verdikleri nasihatler kendi halleri olmadığı için tesir etmez. Yabanî meyvelerin acılığı dışında bir lezzet de bulamazlar. Bunların meclislerinde nasihatlarını dinleyen adamlar, ayık hale gelmezler. Bundan başka iç halleri huzurda bulunan kimselere de geçer, iç sıkıntısı ile o meclisten kalkarlar. İşte, zühd ile takvanın en ileri makamı budur. Bunun için, onların, mutmainne sıfatından yana na­sipleri yoktur. Mutmainne sıfatı, yalnız tarikat ehline hastır.
Bu sıfatı hal edinmenin alâmetine gelince., daha önce de anlatıldığı gibi şöyle açıklayabiliriz :
Cümle işleri, güzel işlere dönüşür; uygunsuz huyları güzel huylarla değişir. Bundan sonra, kendinden bir istek olmadan bu sıfatın sahibi, Cenab-ı Hakka tam manası ile tevekkül eder.
Cenab-ı Hak tarafından kendisine bir hal ihsan olunur ki : O kimse, cümle zahirî işlerini Cenab-ı Hakka teslim eder; dünya yönünden gelen işleri düşünüp endişeye kapılmaz. Dünya yönünden olacak işler için gam çekmez. Cennet arzusu ve cehennem korkusu, iradeleri dışında kendile­rinden alınmıştır; bunlar için de, gam yemezler. Ancak ibadet ve taatı, Allah rızası için yaparlar. Bunlar, iyiliği emretmek, yasaklardan almak görevini de hakkı olduğu biçimde yerine getirirler.
Bu zatların, teveccüh ve murakabelerinden sonra, Allah ile huzurlu olmak, kendilerine hal oimuştur. Bir nefes dahi, gaflet üzere durmaz­lar; daima ayıktırlar.
Bu mutmainne sıfatına bürünen zatlara tevekkül kapısı açılır; mü­rakabelerinde şekli anlatılamayan bir biçimde, kendilerine velayet müj-
Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F. : 17



--------------------------------------------------------------------------------


258 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

desi verilir. Mürşidleri kâmil olursa, bazılarına rıza kapısı dahi açılır. Yunus sûresinin 62. âyetinde Duyurulan :



— «Haberiniz olsun; Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar, mahzun da olacak değiller.»
Manası ile müjdelenirler. Ancak, bu sıfatta iken, rıza kapısının açıl­ması, bu âyet-i kerimenin müjdesini almaları henüz onların halleri de­ğildir. Sırf mürşidlerinin güzel teveccühü, Allah'ın inayeti iledir.
Rıza kapısı ile, tevekkül kapısı arasında fark vardır. Şöyleki :
Bir kimse, murakabe halinde iken, anlatılan kapı açılır; kendisi de içeri girince, belli bir yerde tecelli ihsan olunur. Bu âyet-i kerimenin müjdesi de zuhur ettikten sonra, o kapı bir daha zuhur etmez ise., o rıza kapısıdır. Ama, bu durum, kendisinin hali olmadığından, ilâhi ilti­fata nail olmak için; marzıye makamına ayak basıncaya kadar ya bir kere, yahut iki kere, yahut üç kere açılır; kendisine tecelli ihsan olunur.
Eğer anlatılan kapı, tevekkül kapısı olursa., hemen her gece, mu­rakabesinde açılır; içeride kendisine tecelli ihsan olunur. İşleri Cenab-ı Hakka bırakmak, kendisine hal olduğu için, hemen her gece tevekkül kapısından içeri girer, belli bir yerde kendisine ilâhî tecelli ihsan olunur.
Ancak, rıza kapısının hal olması, marzıye sıfatına mahsustur; mar­zıye sıfatı kendisine hal olmadıkça, her gece zuhur etmez; bunun için her gece, kapının açılması, şekli anlatılamayan bir biçimde müjdelen­mek, muhaldir. Belki, mürşidin himmeti ile bir kaç kere zuhur edebi­lir; başka türlü olmaz.
Değerli kardeşim, bu durumu açıklamaktan gaye odur ki : Tevek­kül kapısı görüldüğü zaman, rıza kapısı sanılmasın. Zira, rıza kapısı, Cenab-ı Hakkın ebedî rıza ile razı olduğu kullarına hastır. Ebedî rıza ise., marzıye sıfatına hastır.
İşte anlatılan sebepten ötürü, yalnız işleri Cenab-ı Hakka bırakmayı meleke eden zatlara rıza kapısının açılması zor iştir. Meğerki, anlatıl-



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLAHÎ TECELLÎLER 259

dığı şekilde, ilâhî bir iltifat ola.. Mülhime ehli için tevekkül kapısının durumu da böyledir.
MUlhimede olan zatlara terakki, hallerinde tevekkül kapısı açılır; sıfatların tecellisi zuhur eder. Bir kimseye böyle bir hal zuhur ettiği zaman, insafla kendi haline bakmalıdır : Acaba, işleri Cenab-ı Hakka bırakmak, kendisine meleke olmuş mudur?. Yoksa, hayvani ruhun alt olmasından ileri gelen bir yükselme hali midir?. Bu durum, insafla ba­kıldığı zaman tayin edilir. Zira, mülhime sıfatında her nekadar terakki hali zuhur ederse etsin; yine işleri Cenab-ı Hakka bırakmakta tam bir sebat olmaz; tereddütten ve renkten renge girmekten yana boş değildir, insafla bakıldığı zaman, bütün bunlar, olduğu gibi görülür; bilinir.
VELAYET MERTEBESİ
Kaldı ki, velayet mertebesinin bir müjdesi var; bir mertebesi var, bir de hal olması var.
Velayet mertebesinin müjdelenmesi, anlatıldığı gibidir. Mülhime sı­fatında iken, işleri Cenab-ı Hakka bırakmak hal olmaya yakınken, te­vekkül kapısı açılır. Bu sırada bir, iki, üç kere velayetle müjdelenmek zuhur eder.
Velayet mertebesine gelince; onu da anlatalım. Tevekkül kapısı he­men her gece zuhur eder. İlk zuhurunda, velayet rütbesi giydirilir. Bu mertebedekiler de, üstteki âyet-i kerime ile müjdelenirler. Velayet merte­besi, (kademi) budur.
Ancak, bu anlatılan, velayet hali değildir. Zira, velayet hali, daha önce, ayrıntıları ile anlatıldı.
VERASET HALİ
Veraset hali, masumiyet halidir. Masumiyet hali dahi, marzıye ha­lidir. Bu sebepten ötürü, velayete ayak basan zatlara marzıye sıfatı me­leke olmadıkça, velayet dahi meleke olmaz..
Marzıye sıfatı, masumiyet halidir. Bu yüzden dört keyfiyet kendine meleke olmadıkça, bir kimse, marzıye sıfatına bürünemez.
Velayete ayak basan zatlar için dört şart vardır; bu şartlar ken­disine meleke olmayan kimseye velayet de meleke olmaz. O kimse, an­cak, velayet mertebesinde kalır. Hem de velayetin ilk basamağında.. Bu­nun manası şudur : Kendisine velayet ihsan olunur; o yolda forma giy­dirilir, ama bu kimse masum değildir. Bu yüzden o kimseye düşer ki : Velâyet halini meleke edinmeye çalışıp gayret sarf ede.. Bu durum, lü­zumludan daha lüzumludur.



--------------------------------------------------------------------------------


260 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Anlatılan işlerin sebeb ve hikmetine gelince., onu da anlatalım.. Şöyleki :
Mutmainne sıfatı, işleri, Cenab-ı Hakka bırakmaktan ibarettir. Bu işleri Cenab-ı Hakka bırakmanın sebebini ve hikmetini anlatalım. Şöy­leki :
Hayvani ruh, sultani ruhu düşürmek için her taraftan türlü türlü hile ile önüne çıkar. O zaman, Cenab-ı Hakkın yardımı ile, sultanî ruh, durumu anlar, o hileleri geri çevirir. İşin sonunda, hayvani ruhun cüm­le tedbirleri boşa gider; hemen her yandan, sultanî ruh, üstün gelir. Bu yüzden de, hayvani ruh, âciz kalır, sultanî ruha bütünüyle teslim olur; hatta onun esiri olur. Vücud ülkesi dahi, hayvani ruhun veziri olan akl-ı maaşın görüşünden ve tasarrufundan kurtulur. Bundan sonra geçerli olan, sultanî ruhun veziri olan akl-ı maadın görüşü ve tasarrufudur.
Anlatılan işler olup bittikten sonra, bu hallerin sahibinden bütün bütün tereddüd ve renkten renge girmek halleri gider; kendisine kalb itmimanı hâsıl olur. İşleri Cenab-ı Hakka bırakmak da bir meleke olur. (Yani : Vazgeçilmez bir alışkanlık.)
Ne var ki, benlik berzahı, sevinci ile kederi bir bilmeme berzahı. dünya sevgisi berzahı atlatılmamış, atlatılma da hal olmamış bulundu­ğundan, bu makama sahib olanlar, namazlarını murakabe hali ile eda edemezler.
İşte velilere şart olan bu dört keyfiyettir ki : Bunlar bir kimsede meleke olup vazgeçilmez bir alışkanlık halini almayınca.. Kendisine mülk olmaz ve masumiyet forması da giydirilmez. Açıkçası: Velayet forması giydırilir, ama masumiyet giydirilmez.
Anlatılanlardan başka, bir kötü huy daha kalmıştır. O. her nekadar vücud ülkesinde geçerli değilse de, gizli bir yerde gizlenmiştir O huy da şu görüşü taşımaktır :
— Kötü huylarım, iyi huylara, dönüştü.
Ama, bir geçit başında dikkat edilip bakıldığı zaman, o huyun içe­riden harekete başladığı görülür. Gizlice, bir yerden bas gösterir. On­lara velayet hal olmaması da bu yüzdendir; zira, kemalde noksanları vardır.
Üstteki durumun da sebebini ve hikmetini anlatalım; şöyleki :



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 261

Hayvani ruh, sultanî ruha her ne kadar tam teslim olup sultam ruhun esiri olsa dahi, bunu kendi iradesi, isteği ile yapmamıştın. Sulta­nî ruhun ağır basması ile yapmıştır. İradesiz teslim ve esir olmuştur.
Anlatılan sebepten ötürü de, kendi tabiatının gereği olan huyları de­ğişmemiştir. Ancak, tam teslim olup esir olduğu için, vücud ülkesinde hükmü geçmemektedir. Bu yüzden de, tabiatının gereği olan huyları yü-rütememektedir. Böylece, kötü huyları kapalı kalmıştır.
İşbu sebepten ötürü, bir kimse ile mücadele ettikleri zaman bunlara dikkatle bakmalıdır: Hemen o huylar, bir bir baş göstermeğe başlar­lar. Ama, hayvani ruhun hükmü geçerli olmadığı için bir şey yapamaz. İlk hallerindeki gibi, o huyların hükmünü yürütemez, öfkesini yutar. O mücadele ettiği kimse ile ülfet edip sevişmeye başlar. Bundan ötürü­dür ki; levvamede ve mülhimede olan kimselerin düşmesinden korkulur, ama, velâyete ayak basanların düşmesinden korkulmaz. Ama, gerçekte, faziletli, seçilmiş bir kimse olmadığından; kendisine giydirilen velayet formasını koruyamaz, dünya çirkefi ile lekeleridirebilir. Böyle bir şey ederse, kıyamet günü, mahcub olur; rüsvay olup utanır. Aldığı lekeler­den ötürü de sorguya çekilir, hesabı sorulur. Buna göre, velayete ayak basanlar :
— Velayete ayak bastım..
Deyip böbürlenmemeli. Zira, bu durumda, ancak cehennem ateşinde azap görmekten kurtulmuşlardır; hesaba çekilmemek yoktur. Bunun se­bebi de; velayet halini, vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirip meleke edemeyişi, ilk mertebeye ayak basıp kalışıdır. Durum böyle olunca, ve­layet haline adım attıktan sonra, onu kendine meleke edinmeye çalışıp gayret etmek, lüzumlunun da lüzumlusudur.
Gelelim mutmainne sıfatından geçip razıye sıfatına bürünmenin ça­relerine.. Şöyleki :
öncelikle, yakin ilmi sırrını, kendisine, bu makama ulaşmak isteyen kimse meleke edinmelidir. Zira, bu sırra erip her nefeste Allah ile huzur­lu ve beraberlik sırrına ermiş olmak, bu sıfattaki zatlara vazgeçilmez bir alışkanlık olmuştur; yani : Meleke.. Bundan sonra, Allah'ta huzur­lu olmaya çalışıp gayret etmeleri gerekir. Bunun için de, eşyanın tümü­ne bakıldığı zaman, birlik nazarı ile bakılmalıdır. Murakabe hali ile te-tefekküre de dalınmalıdır. Zira, bu sıfata bürünen zatlara; murakabelerin­de sıfatların tecellisi, zat müşahedesi hal olmuştur. İşte, murakabeden çıkıp ayık hale geldikleri zaman da, her nefeste o murakabedeki hali



--------------------------------------------------------------------------------


262 RİSALE-İ MURAKABE MURAKABE KİTABİ

düşünüp cümle fiilleri düşünmeli, cümle işleri Cenab-ı Hak'tan görüp mti-rakabedelerinde ihsan olunan ilâhî tecelliyi ayık halinde de kendilerine hal edinmeye çalışıp gayret etmelidirler.
Bundan sonra, kendilerine bir taraftan ilâhî bir ihsan zuhur ettiği zaman, onunla sevinmemeli, kader sırrına yormalıdırlar :
— Bu durum, ezelde bizlm için ilâhî bir takdır olmuştu. Şimdi tayin edilen zamanı geldi. Zahirî sebebi ile bize yöneldi. Sebebi veren de Hak, bu ihsanı veren de Hak..
Böyle dedikten sonra, dış sebebe olan kalbin itminanını kesmeli. Sonra da kendi haline bakmalı.. Bu arada, bir sevinç ortaya çıkarsa an­latılacak durumu düşünmelidir. Önce :

— «Her şey aslına döner..»
Dedikten sonra, şöyle demelidir :
— Bu işin dışına nasıl sevinebilirim?. Zira, cümle eşya toprak, su, hava ve ateşten ibarettir. Bunlarla sevinip avunmak ise, ahmaklığın taa, kendisidir. Sevinmek, sevgiden çıkar. Eğer bu olana sevgim olmasaydı, sevinç zuhur etmezdi,. Halbuki, anlatılan unsurlardan meydana gelen şeyleri sevmek ahmaklığın kendisidir; düşüklüktür.
Böyle dedikten sonra, o maddî şeyden sevgiyi kesip almalıdır. Se­vincin de önünü almak gerekir.
Beri taraftan kendisine keder verecek bir şey zuhur ettiği zaman; bunu da kader sırrına bağlamalıdır :
— Bu iş, Cenab-ı Hak tarafından bize gelen bir ilâhî ihsandır. Bu­nun altında çok büyük nimetler vardır. Bu gelen, ilâhî bir armağandır. Sabır gerekir, zira ben Yüce Hakkın zatına aşıkım..
Dedikten sonra, kendi kendine şöyle çıkışmalıdır :
— Sen üstteki sözleri söylüyorsun; hiç aşık maşukundan gelen bır şeyi geri çevirir mi?. Haşa, zehir olsa dahi, şekerli helva gibi yer. Hal



--------------------------------------------------------------------------------


/

5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 263
böyle iken, bu bir ilâhî imtihandır; altında nice nice büyük nimetler var­dır. Hem de akıllara gelmeyecek kadar..
İşte, anlatılan durumdakiler, anlatıldığı gibi söyleyip gönüllerini te­selli ile alıp sevinç ile kederi birleştirmeğe çalışıp gayret etmelidirler.
Sevinç ile kederin eşit kabul edilmemesi, Âl-i imran suresinin 14. âye­tinde Duyurulan :

— «insanlara; kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş al­tın gümüşten, salma güzel atlardan, sürülerden, ekinlerden yana şehvet­ler dizisi sevgisi süslü gösterildi. Ama bunlar, dünya metaıdır.»
Manada açık açık anlatılan, dünyanın altı çeşit metaına sevgiden doğar. O altı şeyi daha açık olarak, şöyle anlatabiliriz :
a) Kadınlar..
b) Çocuklar..
c) Basılmış altın gümüş, her türlü para..
d) Donanmış atlar..
e) Sığır cinsi de dahil, her çeşitten sürü..
f) Kokulu şeyler, bağlar, bahçeler, ekilen biçilen ziraat işleri.. İşte bütün bu şeylerden yana, kalben sevgi bağını koparmak gerekir. Bunun ilâcı da anlatıldığı gibidir. Yani : Bu yolda olanlar, eşyaya vah­det (birlik) gözü ile bakıp onlara sevgi vermemelidirler. Bu altı şeyden hangisine sevgi zuhur eder ise., hemen ardından anlatılan reçeteyi uygu­lamalı, o sevgiyi gönülden söküp atmaya bakmalıdır; bunun için de çok çalışıp gayret etmek gerekir.



--------------------------------------------------------------------------------


264 RİSALE-1 MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Bu makamdaki zatlara, sadece dünya sevgisi değil; âhiret sevgisi dahi feyiz gelmesine engel olur. Bunun sebebi ve hikmeti ise, iki seygi-nin bir kalbde olmasının zor oluşudur.
— K a 1 b ..
Adı ile anlatılan yer, Yüce Hakkın nazargâhıdır. Orada, ilâhî tecelli görülür. Böyle olduğuna göre; oraya ilâhî sevgiden başkasını koymamak gerekir. Oraya, ilâhî sevgiden başkası girerse, seni uğraştırır, ilâhî te­celliden yoksun eder.
Anlatılan sebeptendir ki; velîlere velayet makamına ayak basmak ihsan olunduğu zaman, anlatılan altı şeyin sevgisi, anlatılan reçetelerle gönülden sökülüp çıkarılmalıdır. Hatta, o manada kılcal damarları dahi sökmek gerekir. Ta ki : Gün gelip de onlardan filiz çıkmaya.. Dünya ve âhiret sevgisi, anlatıldığı gibi tamamen kesilip atılınca, sevinç ile ke­derin bir görülmesi gayet kolay olur.
Bir kimseye, bir yerden bir sevinç gelecek olsa, ya dünya işlerinden­dir; ya da âhiret işlerinden.. Sevinç işleri, bu ikisinin dışında değildir. Bir taraftan gelen şeylere karşı bir kimsede sevgi belirtisi olmaz ise, ken­disinde zerre kadar sevinç eseri zuhur etmez. Olmuş, ya da olmamış, ikisi de eşittir.
Keder dahi, anlatılan şeylerin elden gitmesindendir; yani : Dünyaya ve âhirete dair işlerin.. Keder ve sıkıntı, üstte âyet-i kerime ile tesbit edilen altı şeyden birinin gitmesinden zuhur ki, yine sevgiye bağlıdır. O elden giden şeye karşı sevgi olmasaydı; onların gitmesinden ötürü, hiç kimseye zerre kadar keder zuhur etmezdi. Bunu bir hikmete yorup :
— Allah verdi; yine Allah aldı.. Derdi. Zikri ile, fikri ile uğraşır dururdu.
Yukarıdan beri izah edilen durum anlatıyor ki : Sevinç ile kederin birleşmesi, dünya sevgisinin kesilip atılmasına bağlıdır.
Bundandır ki, velayet ayak basan zatlara; dünya ve âhiret sevinci­nin kesilmesi için, Allah sevgisi lâzım, hatta elzemdir. Bundan sonra, sevinç ile .kederi birleştirmek gayet kolay olur.
Razıye sıfatında bulunmanın alâmeti odur ki: İradesiz, anlatılan altı şeye karşı sevgi bağları, kesile.. Onların artmasından ve eksilmesin-



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 265

den ötürü, kalbe zerre kadar sevinç ve keder gelmeye.. Her anda, bir baş­ka mana işinde oluna.. Rahman suresinin 29. âyetinde Duyurulan :

— «Her an bir bir başka iştedir.»
Mana uyarınca, onlara bir hal gelir. Bu âyetteki mana ile hallenir-ler. Bundan sonra, onlardan birine :
— Doğu ile batı arasını sana verdik. Seni padişah tayin ettik. Cüm­le âlem, senin hükmündedir..
Deyip cümle ülkelerin anahtarlarını ona tesllm etmiş olsalar; kalbi­ne zerre kadar sevinç gelmez. Belki kederlenip :
— Beni meşgul eder; huzura engel olur.
Der.. Dünyanın anlatılan işlerinden başka, mürakabe halinde onların biline tarifi imkânsız ilâhî lütuflar gelip çeşit çeşit âhiret nimetleri ile müjdelense dahi, yine zerre kadar kendisine sevinç vermez :
— Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
Der ve bu cümlenin gerçekleştiği yer olur.
Anlatılanların aksi dahi zuhur edebilir. Yani: Gelmez, gider, öyle bir şey olduğu zaman da :
— Allah verdi, Allah aldı; mülk Allah'ındır. Bizim zerre kadar bir şeyimiz yoktur.
Der; iradesini kullanmadan, kendisine zerre kadar keder gelmez.
Anlatılanlardan başka, kendi bedenlerine bir keder isabet edecek olsa, ona da razı olurlar; tesllm olurlar. Her nekadar zahirde mihnet ve meşekkat çekip o hastalığın giderilmesine teşebbüs etseler dahi, gönül­lerinden razı olurlar; bir hikmete yorarlar.
Gerek hal ile, gerek söz ile, gerek vicdani olarak o hastalığın zorlu­ğundan ve zahmetinden şikâyet etmek, hatırlarına gelmez. İradesiz razı olurlar. Her nekadar arkadaşlarının ve kendi gibilerin yanlarında halleri-



--------------------------------------------------------------------------------


266 RİSALE-İ MURAKABE MURAKABE KİTABİ
ni anlatıp dursalar dahi, yine de gönüllerinden razı olurlar; .anlattık­larına hikâye yollu anlatırlar.
Sözün özü odur ki : Bunlara öyle bir hal ihsan olunur ki; Cenab-ı Hak'tan isabet eden her şeye iradesiz teslim ve razı olurlar.
İşte anlatılan rıza ile, Cenab-ı Hak'tan gelen işlere razı olan zatların nefisleri, raziye sıfatı ile muttasıf olduğuna delâlet eder.
RAZIYE SIFATI
5. Nevi: Raziye sıfatını açıklar.
II. sınıfın yedi nevinden beşinci nevidir.
Burada anlatılacak sıfatın ehli tek sınıftır.
Değerli kardeşim, şu da bilinmiş olsun ki..
Bu sıfat, yine velîlere hastır. Açıkçası, velayete ayak basar bas­maz bu sıfata bürünmek muhaldir. Onun için, bu da tek sınıf olarak an­latılacaktır; iki olmaz.
Bunun alâmetini de şöyle anlatabiliriz :
Bu sıfatta olan kimseye her ne gelirse gelsin; hemen hepsini de Ce­nab-ı Hak'tan görür. Acı ile tatlı ona göre eşit olur. Oyle bir rıza ile razı olur ki : Başına gelecek bir kazayı on sene önce Cenab-ı Hak kendisi; ne haber verecek olsa, onun giderilmesi için bir kere dahi :
— Aman ya Rabbi sana sığınırım.
Deyip onun geri çevrilmesini rica eylemez. Hemen, o kazaya razı olur bekler durur.
Bu işin oluşundaki sebebi ve hikmeti de anlatalım. Şöyleki: Hayvani ruh, sultanî ruhun eseri olmuştur. Sultanî ruh da onun elini ayağını zikir kemendi ile bağlamıştır. Teveccüh ve feyizleri ile onu göz hapsinde terbiye etmiştir. Böylelikle, hayvani ruhun tabiatı olan öfke, kendisinden tamamen silinip atılmış ve sultanî ruhun tabiatı olan rızayı kendisine hal etmiştir. Teveccüh ve murakabenin feyiz nuru ile gözleri nurlanmıştır. Şekli anlatılamayan bir manada ihsan olunan ilâhî hitapla da kulakları sağır olmuştur. Böylelikle kendi tabiatı olan masivadan lez­zet almak, dünya sevgisi kendisinden alınmıştır. Artık gözü, dünya me-taını kesin olarak görmez. Kulakları dahi, kesin olarak rızaya ters düşen sesleri işitmez.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHİ TECELLİLER 267
Anlatılan sebepten ötürüdür ki; razıye sıfatı ile muttasıf olan zat­lardan dünyalık sevgisi tamamen alınır. Bu yüzden cismanî lezzetten koku duymazlar. Rızaya ters düşen işler de, kesin olarak kulaklarına ulaşmaz.
Meselâ bunlar, sazende ve nalende meclisinde bulunsalar; oradaki sazdan ve sözden zerre kadar, kendilerine cismanî lezzet zuhur etmez.
Ancak, sultanî ruhun gözü görüp kulağı işittiği için, o mecliste mu­rakabe halleri zuhur eder; ruhanî bir safaya dalar giderler.
Hülasa..
Bu sıfata bürünen zatlar, her bir şeye bakarken, gönül birliği içinde bakıp cümle işleri Cenab-ı Hak'tan görürler. Ama bu durum, hale da­yalı bir şeydir; sözle yapılacak bir şey değildir. Eğer bir hale sahib ol­mayan kimse :
—Onlarıı taklid ederim..
Deyip işe başlayacak olursa., aşağıların da aşağısına kadar gider. Zira, hal, taklid edilecek bir şey değildir. Bu manavı anla.
Zira, bu zatların ayık halleri, sıfat tecellisi ve zat müşahedesi olmuş­tur. Bunun için, onlarda dünya sevgisinden yana bir belirti kalmamıştır; sevinçle keder, onlara göre eşit duruma gelmiştir.
Cümle işleri Cenab-ı Hak'tan gördükleri için, bütünlük ifade eden rıza, kendilerine vazgeçilmez bir alışkanlık olmuştur. İşin asıl sebebi de budur.
Ne var ki bunlar, henüz varlıktan kurtulup bütünlük ifade eden ma­nada mahviyeti kendilerine hal edinememişlerdir. Dolayısı ile, kendile­rinde kötü huyların kokusu bulunur. Daha açık tabiri ile şöyle diyelim :
— Varlık tamamen silinip kötü huyların tamamı, güzel huylara dö­nüşüp güzel huyların da tamamı hal olmamıştır.
Anlatılan sebepten ötürü de, sıfat-ı mutmainnede bulunan zatlar gibi; fiillerinden ve işlerinden dolayı sorguya çekilirler.
Böyle oluşun sebebini ve hikmetini de diyelim; şöyleki :
Hayvani ruh, sultanî ruhun terbiyesi ile bütünlük ifade eden rızayı kendisine hal edinmiştir.



--------------------------------------------------------------------------------


268 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Kötü huylara gelince., bunların başı varlıktır. Cümle kötü huylar ondan zuhur eder. Varlık ise, hayvani ruhun kendi tabiatıdır: cümle kö­tü huylar, bu sıfatın içinde saklıdır. Dolayısı ile, varlık tamamen silinip yokluk hal olmadıkça; anlatılan kötü huyların tamamının yok olup gü­zel huylara dönüşmesi muhal iştir. Varlığın da yokluğa dönüşmesi ise.. hayvani ruhun marzıye sıfatına geçmesine bağlıdır.
Durum anlatıldığı gibi olunca, bu razıye sıfatı dahi, durulacak yer değildir. Zira bu sıfatta iken, âhiret yurduna göç edilecek olsa, mutmain-ne benzeri hesapsız kurtulmak olmaz. Ancak, cehennem ateşinden kurtul­mak vardır.
Gelelim razıye sıfatından geçip marzıye sıfatını hal edinmenin reçe-teli ilâcına.. Şöyleki :
Razıye makamında olan zatlara; aynel-yakin sırrı, vazgeçilmez bir alışkanlık olan meleke olduğundan, her nefeste Allah'ın zatında huzurda Cenab-ı Hakkı, açıklanması zor bir şekilde yakin gözü ile müşahede ey­lemek, kendilerine meleke olmuştur. Bundan sonra da, Hakkal-yakin sır rını kendilerine hal edip her nefeste Allah huzurunda olmaya çalışıp gay­ret etmeleri gerekir.
Razıye sıfatına bürünen zatlara; çoğunlukla terakki hallerindeki murakabelerinde zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur.
Üstteki tecelliyi, ayık hallerinde, manevî iniş hallerinde, hatta alıp verdikleri her nefeste tefekkür ederler.
Anlatılan manâya göre, bu makamda bulunan herkes; kendisine ve cümle mevcudata baktığı zaman, zat teceilisi ve zat müşahedesi tefekkür edilir. Bu durumda o kimse, kendisini cümle yaratılmışlardan ve cümle mevcudattan alçak ve onlardan daha küçük görmeye çok çalışıp gayret eder. Böyle etmesi de, lâzımdır; hem de lâzımın lâzımı.;
Anlatılan şekilde her nefeste, Allah huzurunda bulunmalı. Hemen her­kes, kendi haline de dikkat etmeli. Eğer kendisine, bir taraftan varlık ko­kusu zuhur ederse; bir kimsede, kötü huy, düşük işler gibi şeyler görür­se, hemen kendi haline dikkat etmelidir. Bu durumda, kabahatli bulduğu kimseye karşı kendisini üstün görürse; hemen murakabedeki tecelliyi düşünmelidir. Bundan sonra da, gördüğü kötülüğü, bir hikmete yorma­lıdır. Kendisinin iyi halini de ilâhî bir ihsan bilmeli :
— Eğer Cenab-ı Hakkın ilâhî ihsanı olmasaydı, benim halim bundan-



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB — İLÂHÎ TECELLÎLER 269

daha kötü olurdu. Benimle bu kimse arasında zerre kadar fark yoktur. O neyse, ben de oyum. Hemen her şey, bir şeyden ibarettir. Ancak, bende olan ilâhî ihsan olup o da sırf lütuftur. Benim, zerre kadar bunda dahlim yoktur. Eğer bu ilâhî ihsan bende olmasaydı, benim halim bundan daha düşük olurdu. Aman ya Rabbi, sana sığınırım.
Dedikten sonra da, kendisinde zuhur eden varlığı, ihsan deryasına atıp yok etmelidır. Bu yolda yapılacak diğer işleri de bununla ölçebilir­sin.
Bu makamdaki herkes, insafla kendi haline bakıp durumu kavrama-lıdır :
— Varlık..
«
Dedikleri keyfiyet tek şeydir; bilinir. O da kendisini üstün görmektir. Nekadar kötü huy varsa, hepsi varlıktan zuhur eder. Varlık, tamamen silinip mahviyet hali vazgeçilmez bir alışkanlık olmadıkça, iyi huyların kötü huylara dönüşmesi muhal iştir. Sebebi, hikmeti ise, anlatıldığı gi­bidir.
Varlık, hayvani ruhun kendı sıfatıdır. Cümle kötü huylar da, o sı­fatın tabiatında yatar. Mahviyet dahi, sultani ruhun kendi sıfatıdır; cümle güzel huylar da o sıfatın tabiatıdır.
İşte anlatılan sebepten ötürü, varlık tamamen gidıp mahviyet hali vazgeçilmez bir alışkanlık olmadıkça, anlatılan kötü huyların iyiye dö­nüşmesi muhal iştir. Bunun için, varlık kadar vücud ikliminde büyük bir hastalık yoktur. Nitekim, Fahr-Alem Resulüllah efendimiz, bu manayı bir hadis-i şerifinde şöyle açıklamıştır :

— «Varlığın öyle bir günahtır ki, hiç bir günah onunla boy ölçüşe-mez.»
Resulüllah, gerçeği dile getirmiştir; Allah ona salât ve selâm eylesin
Bütün kötü işlerin anası şarap (alkollü içki) içmek olduğu gibi, cümle kötü huyların anası da, varlık olmuştur. Bunun için, anlatıldığı gi-



--------------------------------------------------------------------------------


270 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABİ

bi, bu makamda bulunan kimse, haline dikkatle bakmalıdır. Allah huzu­rundan bir an dahi ayrılmadan, hakkal-yakin sırrını vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirmek için çok çalışıp gayret etmelidir. Bu, çok gereklidir.
Varlık, ayrılıktan zuhur eder. Birlikle bakıldığı zaman, ayrılık kal­maz ki, varlık olsun. İşte, hastalığın reçeteli ilâcı.. Ciddî bir şekilde anla­maya çalış..
Anlatıldığı gibi, reçeteli ilâçlar kullanılırsa, kısa zamanda kullanan kimseye öyle bir hal ihsan olunur ki : Her neye bakacak olsa, bir iste­ğe bağlı olmadan, hakkal-yakin sırrı kendisine vazgeçilmez bir alışkan­lık olur. Ayık halleri dahi zat tecellisi, zat müşahedesi olur. Bu durumda, hangi şeye bakarsa baksın; elinde olmadan hiç bir şeyi kendisinden al­çak göremez; hatta kendisini cümle şeyden daha alçak, daha düşük, Al­lah'ın güvencesine sığınan bir müflis görür. Bundan sonra, kendi görüşü­ne göre, kendisi şöyledir : Mahvolup gitmiş, elinde aman dilemekten baş­ka bir şeyi kalmamış, her nefeste Allah'ın huzurundadır ve çok kor karak :
— Aman ya Rabbi, sana sığınırım..
Der durur.. O kadar ki, tarifi mümkün değildir.
Bilinmesi için şunu da anlatalım :
Bu makamda bulunan zatların kendileri, hemen her gün için, sonsuz rıza ile müjdelenip bitip tükenmeyen ilâhî iltifatın uygulandığı yer ol­muşlardır. Durum anlatıldığı gibi iken, ellerinde olmadan kendilerine bir korku giydirilmiştir.
Bunca ilâhî ihsanlar, anlatılan korkunun altında silinmiştir. Ama, ılâhî imtihan sayılan mekirden emin olmamışlar, bunun için de daima :
— Aman ya Rabbı, sana sığınırız. Der dururlar.
Üstteki anlatılan korkuya şu isim verilir :
— V e r a s e t..
Bir garaza, bir karşılığa göre gelmemiştir; hal çeşidinden bir şeydir. Hali anlatıldığı gibi olan birine :
— Cenab-ı Hak'tan bu kadar çok korkuyorsun. Halbuki, her gün



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB İLAHİ TECELLÎLER 271

ebedî rıza müjdesi sana gelmektedir. Geçmiş ve gelecek günahların da ba­ğışlandıktan sonra sonsuz ilâhî ihsanların da yeri olmuşsun. Öyle ise, sen­deki bu korku ne haldir?.
Diye sorulacak olsa, bir türlü başlangıç sebebini bulup açıklaya-­maz. Bu korkuya :
— Veraset..
İsminin verilmesi de, anlatılan sebebe dayanır.
Velayet, kendilerine meleke olan kullara, bu korku ihsan olunur ki : Cenab-ı Haktan bu zatlara büyük bir nimettir. Mahviyet, bu korkunun altındadır; kemal dahi bu mahviyetin altındadır. Ebedî rıza dahi, bu ke­malin altındadır. Anlatılan veraset korkusu, umumî mahviyet, insaniyet kemali, ebedî rıza dörtlüsü, birbirine zarf ve zarfın içindeki olmuşlardır; ama hepsini korku içine almıştır.
Velî olan zatlara ihsan olunan korku eşit değildir; her birinin tecel­lisine göredir. Bazısındaki korku ağır, bazısındaki korku hafif olur. Bu da, kader sırrına göre bir keyfiyettir. Nekadar olursa olsun, bu kulla­rına mahsus bir armağandır. Mahviyetleri korkularına göredir; korkusu çok olanın, mahviyeti de çok olur. Korkusu az olanın, mahviyeti de az olur. Mahviyet altındaki kemal durumu da böyledir. Ebedî rızanın durumu da aynıdır.
Bundan anlaşılmış oldu ki; bu dört keyfiyetin başı korkudur. Kor­ku nekadar ihsan olunmuş ise., kalan üçü'de o kadar ihsan olunmuştur.
Anlatılan manadan ötürüdür ki, bütün velîlerin halleri bir değildir. Kimi çok yüksek, kimi orta, kimi daha alttadır.
Her velîye has olmak üzere, Cenab-ı Hakkın bir rızası vardır; o rı­za da, o velînin kemaline göredir. O kemal dahi, onun mahviyetine göre­dir. O mahviyet dahi, onun korkusuna göre zuhur eder.
Anlatılan dört şey, bir birini izler; ulanır. Birinin diğerinden fazla veya eksik olması muhaldir.
Anlatılan korku için :
— Veraset..
İsminin verilmesinin hikmeti, onun garazsız ivazsız hiç bir sebebe dayanmadan gelmesidir. Kayıtlardan bir kayda da bağlı değildir. Allah



--------------------------------------------------------------------------------


272 RİSALE İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

için, Allah uğrunda olduğu içindir. Kalan üç şeyi de özünde toplamıştır. Bu sebepten ötürü, bu korku hangi velîye vazgeçilmez alışkanlık olan me­leke olursa., onun altında üç keyfiyet de ihsan olunur; masumiyet for­ması da giydirilir.
Her makamda, bir başka korku vardır. Ama, her birinin altında bir başka gaye olduğundan, Cenab-ı Hak, onlardan razı değildir.
Yokluk cihetinden emmare makamı, marzıye makamı gibidir. Emma-re makamında hiç korku yoktur; marzıye sıfatında ise, hiç güven yoktur.
Varlık cihetinden dahi, ters manada emmara sıfatı marzıye sıfatı gibidir. Emmare sıfatında nasıl tam olarak benlik varsa., marzıye sıfatın­da dahi, tam olarak mahviyet vardır.
Levvame sıfatında bulunan korku takliddir; zira kalıcılığı yoktur. Bazan işlediği masiyetlere o sıfatın sahibi pişman olur; tevbeye gelir is­tiğfar eder. Bazan da Allah'ın rahmet sıfatına güvenir. Böyle bir korku, asla sahibine fayda vermez; çünkü mukallid korkusudur. Bunun sebebi de anlatıldı.
Mülhimedeki korku ise., unsurların korkusudur; cennet arzusundan ve cehennem azabı sebebi ile zuhur eder. Bu unsurların korkusuna :
— Nefsanî korku..
Adı verilir. Böyle bir korkudan Allah razı değildir. Ancak, sahibini cehennem ateşi azabından kurtarmaya sebeb olur.
Mutmainne korkusu da, velayet korkusudur. Bu türlü korku, bun­dan öncekine göre beğenilir. Zira bunda, cehennem korkusu, cennet arzu­su yoktur; sırf hesaba çekilme korkusu vardır. Yani :
— Anlatılan dört şartı kendime meleke edinemezsem, halim nice olur?.
Diyerek, bu makamın sahibi korkar. Bundan ötürü, bu korkuya :
— Velayet korkusu, mahcubiyet korkusu..
İsmi verilir. Bu türlü korku, her nekadar beğenilir ise de, Cenab-ı Hakkın rızasına uygun değildir. Mahcubiyetten zuhur ettiği için, unsur­larla kayıtlıdır. Bu korku, nefsanîdir; sırf Allah rızası için değildir. An­cak, bu korku, sahibini mahcubiyetten kurtarmaya sebeb olur.
Razıye sıfatında meydana gelen korku dahi, mutmainne gibi, beğeni-



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 273

lir. Yine de mahcubiyetten gelir, unsurlar kaydında zuhur eder. Allah için, Allah uğruna olmadığı için, bu dahi rızaya uygun değildir. Ancak, marzıye sıfatını hal edinmeye sebeb olur.
Her makamda olan korku için bir sebeb vardır; o sebepten ötürü zuhur ettiği için de, hiç biri rızaya uygun değildir. Ancak, rızaya uygun olan korku, marzıye sıfatındaki korkudur. Bu da, o sıfatı, kendilerine vazgeçilmez bir alışkanlık sayılan meleke edinen zatlara mahsustur. Zi­ra bunlarda, unsurların kayıt korkusu, mahcubiyet korkusu yoktur. Hiç bir sebebe dayanmayan; Allah için ve Allah uğrunda bir korkudur. Bu­nun sebebini ve hikmetini de şöyle açıklayabiliriz :
Hayvani ruh, sultanî ruhun elinin altındadır. Anlatıldığı gibi, daima göz hapsinde terbiye görür. Kendi tabiatı olan öfkesi, sultanî ruhun hoş­nutluğuna dönüşmüştür. Bundan sonra sultanî ruh ona çok önem verip iyi­leşmesine gayret etmiştir. Her nefeste, kendi hali olan mahviyetle, hay­vani ruhun benliğini yalana çıkarmıştır. Murakabesinde ve teveccühünde ihsan olunan ilâhî sevginin aşk ateşine, hayvani ruhun sıfatı olan var­lığı atıp yakmış, külünü dahi göğe savurmustur. Kendi sıfatı olan mah­viyeti de, hayvani ruha giydirmiştir.
Bundan sonra, hayvani ruh, öyle bir hale ulaşır ki; kendisine Allah ta­rafından bir korku ihsan olunur. Bu korkunun sebebini de bulamaz. Ken­di sıfatı olan varlıktan arta kalan benliği korku ateşinde yakıp yok eder. Sultam ruhun sıfatı olan mahabbeti de kendisine hal edinir. Bundan son­ra, sultanî ruhla aralarında düşmanlık kalmaz. Sultanî ruhun sıfatına büründüğü için kendi tabiatı olan kötü huylar tamamen silinir; sultanî ruhun tabiatı olan güzel huyların cümlesine bürünür.
Bundan sonra, kendi sıfatı olan benliği değişince hakkal-yakin sırrı kendisine meleke olur; vahdet deryasına dalar. Kendi tabiatı olan kötü huylardan arta kalan hallerin cümlesi de güzel huya dönüşür. Benlik kal­maz ki, o kötü huylar da kala.
Anlatılan sebepten ötürü, bu sıfatla muttasıf olan zâtlardan, Cenab-ı Hak, anlatıldığı gibi razıdır. Bunlar, her gün, ebedî rıza ile müjdelenirler. Zira, onlardan rızaya ters düşen şeyin zuhur etmesi muhaldir. Sebebi de, anlatılan manaya dayanır.
Emmare sıfatı, marzıye sıfatının zıddıdır. Emmare sıfatında olan­larda asla korkaklık yoktur. Onlarda, Allah korkusundan eser dahi bu­lunmaz. Bunun için, Cenab-ı Hak'tan tam manası ile emin olmuşlardır.
Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F. : 18



--------------------------------------------------------------------------------


274 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Dolayısı ile benlikle muttasıf olmuşlar; Cenab-ı Hakkın manevî katında cümle yaratılmışlar arasında zelil ve hakir duruma gelmişlerdir, özel­likle, Cenab-ı Hakkın rızasından uzak oldukları için, ilâhî gazabın gerçek­leştiği yer olmuşlardır. Bu yüzden, hemen her gün, cehennem azabı ile türlü türlü elim azapla müjdelenirler. Bunlarda, özellikle şu dört sıfat bu-lunur : Güven, benlik, hakaret, öfke.. Bunlar, zıd manası ile, marzıye sıfatında bulunan zatların halleri gibidir. Bu yüzden, güven duygusu, bun­larda nekadar olursa., benlik de ona göre zuhur eder. Hakaretle, ilâhî gazab da ona göre gelir. Bu sıfattakilerin de, cehennemdeki azapları eşit değildir; her birinin azabı, kendi haline göredir.
Emmare ile marzıye arasında dört sıfat vardır. Her sıfatta olan kor­ku nekadar olursa., o sıfatla muttasıf olanların korkusu da ona göre olur.
Anlatılan sebepten ötürü, levvamede kemalin eseri yoktur; çünkü mahviyetin eseri yoktur. Bunun sebebi de, korkularında sebatlı olmayış­larıdır. Dolayısı ile Allah'tan uzak olup son nefeslerini imansız vermele-rinden korkulur.
Mülhimede dahi, korku sabit olmadığından, bir dereceye kadar ben­lik gider; bir nebze mahviyet duyulur. Ama, bu korkunun altında cennet cehennem olduğundan tam manası ile olacak rıza halinden nasip yoktur.
Mutmalnnede olan korku, velayet korkusu olduğundan benlik bir de­rece daha gider; yerine o derecede mahviyet hal olur. Bu yüzden de bun­ların murakabeleri sıfatların tecellisi, zat müşahedesidir. Ayık halleri ise, nur tecellisi ve sıfat müşahedesi olur. Ama, bu korkunun içi, mahviyete ve kemale dönük olduğundan, bunlar dahi, tam rızadan yana nasipsiz olurlar.
Razıye korkusu da anlatıldığı gibidir. Ancak, bir kere daha benlik gitmiş, onun yerine mahviyet zuhur etmiştir. Bu yüzden, bazı muraka­belerinde zat tecellisi olur. Ayık hallerinde ise, sıfatların tecellisi, zat müşahedesi olur. Ama bu korkunun da özü kemale dönük olduğundan; bu makamdakiler de tam rızadan yana nasipsizdirler..
Anlatılan dört dereceyi, hayvanı ruh kendisine hal edince, kendi sı­fatı olan benlik, her birinde bir parça silinir. Bu yüzden o benliğin altın­da bulunan kötü huylardan da mümkün olduğu kadar kurtulur; onlar, iyi huylara dönüşürler; Bu sebepten de, ihsan olunan ilâhî feyizler zuhur eder. Ama, hayvani ruhun arta kalan benlik sıfatı tamamen mahviyete dönüşüp altında bulunan kötü huylar tamamen güzel huylara dönüşmez.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 275

Bunun için de, bu makamdakiler, yine tam manası ile olacak rızadan ya­na nasipsizdirler. Zira, tam manası ile olacak rıza, marzıye makamında bulunan zatlara hastır. Bunun sebebi, daha önce anlatıldı, ama yine de an­latalım. Şöylekl :
Hayvani ruh, sultani ruhun sıfatını kendisine hal edinmiştir. Tabia­tım dahi, onun tabiatına dönüştürmüştür. Bundan dolayı da, hayvani sı­fat, insanî sıfatla değişmiştir. Tam olan rıza da, o zaman vazgeçilmez bir alışkanlık olan meleke halini almıştır. Cümle kötü huylar, hayvani ru­hun sıfatı olan benlikle Allah tarafından denemeye tabi tutulmuş, her birine sadakat mührü vurulmuştur. Bundan sonra da, ona masumiyet forması giydirilir.
İşte Âdem aleyhisselâmın yaratılması, bizim de bu berzah âlemine gönderilmemizden ilâhî arzu, anlatılan güzel sıfata bürünmektir. Yoksa, her birimiz, kendi nefsinin arzusu yolunda gezip tozması için değildir. An­cak, Allah'ın tayin ettiği bir gün vardır; her şey, o günde bilinir.
Her adamda, iki ruh vardın. Onların birine :
— Havvanî ruh..,
İsmi verilir. Bu ismin verilmesinin sebebini de açıklayalım şöyleki : Cümle canlılar, hayvani ruhla canlanmışlardır. Diğerine de şu isim verilmiştir :
— Sultanî ruh..
Sebebine gelince, cümle melekler, bununla canlanmıslardır.
Eğer bu canlılar, hayvani ruha tabi olup emmâre sıfatında kalırlar­sa., insanken hayvandan alçak olup türlü azaba müstahak olurlar. Bunun sebebi ise, melekler sıfatını hayvanlar sıfatına değiştirmiş olmalarıdır.
Eğer sultani ruha tabi olup mertebeleri tamam ederlerse., yani : Marzıye sıfatı ile muttasıf olurlarsa., sonsuz sayıda melekler ona köle olurlar. Anlatıldığı gibi de, bitip tükenmeyen ilâhî tecellinin gerçekleştiği yer olurlar.
Anlatılan işlerin oluşmasının sebebini, hikmetini de şöyle açıkla­yabiliriz :
Hayvani ruh, derece derece terbiye edilerek, sultanî ruhun sıfatı ile muttasıf edilir. Bundan sonra, hayvani ruhun, hayvanî sıfatı tamamen

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
276 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

gider, sultani ruhun insanlık sıfatı hayvani ruha meleke olur. İşte bu ma-kamdakiler böyle ettikleri için, melekler onlara köle olurlar, sonsuz ih­sanların da gerçekleştiği yer olurlar.
Anlatılan sebepten ötürü, hemen herkese, insani sıfatla muttasıf ol­mak, aynen ve tek tek farzdır. Cümle âdemoğullarının bu sıfata bürün­meye kabiliyeti ve istidadı vardır. Onu elde edemeyişleri,, ancak ahmak­lıklarından ileri gelir. Böyle olunca da, özür beyan etmek, bahane bul­mak faydasızdır. Fırsat elde iken anlatılan düzen içinde reçeteli ilâçları. kullanmaya çalışıp gayret etmek lüzumlunun da lüzumlusudur. Ancak,. bu ilâçlar kullanılırken, gayret edip bu yolda önemli adımlar atılırken, içte işe yabancı bir emel beslenmemeli.. Zira, yabancı bir emel ihsan olu: nacak ilahı feyizlerin yolunu keser; bir adım dahi ileri gidememeye sebeb, olur. Zira zikirler, tefekkürler, Allah rızası için olmamış; mertebe almak, kemale ulaşmak için olmuştur. Böyle bir durum, tarikatta haramdır; ha-kikatta küfürdür. Çünkü, ibadete müstahak olan yalnız Cenab-ı Hak'tır İçle anlatıldığı gibi emeller olunca, onlar put olur: öyle bir emelin var­sa, onlara tapmış olursun. Sonra da ;


— Allahını, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
Sözünde yalancı olursun. Çekilen emekler de hep boşuna olur. Bu­nun için, hangi makamda olursa olsun; o makamın reçeteli ilâçlarını ku­l lanırken, garazsız, bir karşılık beklemeden Allah için, Allah uğruna kul­lanılması gereklr.
Bu reçeteli ilâcı kullanan kimse de, kendisine ayrıca dikkat etmeli­dir ki : Yaptığı ibadetlerin altında rızadan başka bir şey bulunmaya..
Bu tertibe göre gayret edilirse, kısa zamanda mertebeler alınır; mar-zıye sıfatına da bürünülür.
— Nicedir böyle çalıştım, tad alamadım.
Diyerek, kader sırrına bağlanıp terk etmemek gerek. —Yine de kusur bendedir..
Diyerek, gayretle sebatla çalışmalıdır. Eğer bir taraftan hatırına gelirse kı :



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 277

— Bunca zamandır çalışıyorum, bir fayda görmedim. Eğer kader sırrında olaydı, sen de arkadaşların gibi ilâhî ihsanlara ver olurdun. Şim-di boş yere çabalama. Bir parça dinlenmeye bak; iş olacağına varır.
O zaman verilecek cevap şudur :
—Biz dünyaya istirahat edip dinlenmeye gelmedik. Ancak, Allah rızasını elde etmek için geldik. Allah rızasını elde etmek ise, çalışmakla olur. Bugün vermez işe, yarın verir, kul, kulluğunda olmalıdır. Bana ka-der sırrı gerekmez. Kader, sırrı Allah'ın ilmidir. Onu düşünmek de bize, lâzım, değil.. Aşık olana lâzım olan maşukun kendisidir; ahmak olan, evi-nin delisidir.
İşte verilen bu cevaba göre; ilâhî yüze aşık olanlar, aşıkı oldukları zatın rızasını elde etmeye çalışır gayret ederler; bir an ve bir nefes bile dinlenmek istemezler. Ettikleri taat ve ibadetten Yüce Zat'ın rızasından ve kendisinden başka bir şey ummazlar. Geceli gündüzlü ah edip ciğer­lerini kebab ederler. Kader sırrını da düşünmezler. Dünya ve âhiret sal­tanatını da istemezler. Geceli gündüzlü şevk yüzünü gözleyip ah çekip inlerler. Bunlar, dost yoluna vücudlarını verip canlarını feda etmişlerdir.
Ey yalancı aşık, bir mikdar çalışıp biraz lezzet duymayınca da. ka-der sırrına bağlanıp istirahata çekilirsin. Söze sıra gelince de :
— Ben Yüce Zat'ın yüzüne asıkım
.Dersin. Aşık olan hiç rahat mı ister?. Ettiği ibadetten kemal mi bek-ler?.
İnsafa gel insafa gel insafa; Yazık, verdin ömrünü israfa..
Şiirindeki mana uyarınca, anlatılanlar güzelce düşünülmeli; insafla da hareket edilmeli. Zira, sonradan pişmanlık fayda etmez. .Fırsatı gani­met bilenin sonu iyi gelmez. Kula lâzım olan, efendisinin rızası yolunda' bulunmaktır. Yoksa, efendisinin ihsanına göz dikip :
— Ha bugün verecek, ha yarın verecek..-
Diyerek gözleyip durmak, erkişinin kârı değildir.
Hâsılı..
Bu üstün tarikata teslim olup bir kâmil mürşidin elini tutan kimse­lere lâzım olan odur ki : Başta, tam manası ile teslim olalar. Şeyhe bu



--------------------------------------------------------------------------------


278 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Şekilde teslim olduktan sonra, onun her emrini yerine getireler. Sülûkün başlangıcından, taa, sülûkün nihayetine kadar ve sülükte mertebeleri ta­mamlayıncaya kadar çeşitli boş, ümitlere kapılıp yorulmaktan çok sakını-la.. Zira, yersiz ümit ve emelin sonu nerelere vardığı anlatıldı. Bu.yolda yorgunluk da emelden, boş ümitten çıkar. Zira, Allah için ve Allah uğ­runa yapılan ibadetten yorgunliuk gelmez. Yorgunluk bulunan ibadetin içinde ya mertebeleri kat etmek vardır; ya da keşif keramet arzuları.. Buna kıyasla diğer istekleri de sayabiliriz. Bunların hepsi birer boş emel olup o emele sahib olan kimse, kendi kendinin yolunu keser. Çektiği emek de bir fayda vermediği gibi, kendisine bir tenbellik gelir; zikrini de bırak­masına sebeb olur.
Bunun için, sülûkün başından taa, sonuna kadar hiç bir şekilde boş ümitlere kapılmak olmamalı; zira, noksan kalmaya sebeb olur. Her ma­kamın da bir emeli vardır. Hangi makamda olursa olsun ; zikirden fikir­den bir şey bekleyip oranın boş ümidine bağlanmamalıdır.


— Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
Deyip bulunduğu makamın ehli olmak için çarelerini uygulamalı ve ona göre çalışmalıdır. O zaman da, yapılan zikirler, murakabeler, tevec­cühler, yalnız Allah rızası için olur. Bunun için de, kısa zamanda, merte.-beler alınır, daha önce de anlatıldığı gibi, marzıye sıfatına bürünülür. Böy­lelikle, marzıye sıfatına bürünmenin alâmetleri, hal olarak sahibinde zu­hur eder. Ama bu kere, bu sıfata bürünmenin mutmeinnede olduğu gibi,
bir müjdesi yardır; bir de hali..
Müjdesini şöyle açıklayabiliriz :
Bu makamdaki razıye sıfatında iken; mürşidin himmeti, kendisinin de çalışıp gayret sarfetmesi ile halinde yükselme olur. Bu halinde biraz ilâhî iltifat gelir. Bu arada geçmiş günahları affedilir; kendisine makamı­na yakışan bir forma giydirilir ve marzıye sıfatına geçmekle de müj­delenir.

Ancak, anlatılan duruma bir varlık verip :



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 279

— Artık marzıyeye ayak bastını.
Diyerek oraya tam ayak basıldığı sanılmaya.. Zira, bu durum, yüksel­me halidir. Mürşidin himmeti ile gelen bir ilâhî ihsandır. İniş hali ortaya çıktığı zaman, o hal gider; yine razıye hali ortaya çıkar,
Marzıye hali öyle bir şeydir ki: önce de anlatıldığı gibi, benlik ta­mamen alınır; varlıktan eser kalmaz. Hatta, tüm kötü huylardan yana da bir belirti kalmaz. Böyle olunca, hemen her gün, rıza kapısından içeri gi­rilir. Oraya girene, belli bir yerde bizzat şekli anlatılamayan bir manada zat tecellisi ve zat müşahedesi ihsan olunur. Yine şekli anlatılamayan bir manada yüce hitaba, sonsuz ihsanlara zuhur yeri olur. Bu arada, ma­sumiyet forması da giydirilir; geçmiş ve gelecek günahları affa uğrar. Ebedî rıza müjdesini de alır.
Bu kimselere, murakabe hallerinde her gün anlatılan şekilde bizzat, şekli anlatılamayacak şekilde bu ihsanlar zuhur ederse :
— Aşk olsun..
Deriz. Biz de o zaman şehadet ederiz ki : O zata, marzıye sıfatı vaz­geçilmez bir alışkanlık olan meleke olmuştur. Aksi halde hiç bir şey olmaz.
Üç beş gün, anlatılan şekilde zuhurat olur; sonra da kesilirse., ya­hut üç beş günde bir kere olursa., yine ilâhî iltifattır; mürşid himmeti ile ihsan olunmuştur. Marzıye melekesi,değildir. Zira, vazgeçilmez bir alış­kanlık olan melekede ara verilmek olmaz :
— Meleke..
Dedikleri, işin başından beri aynı düzende durur. Onda artma olur, ama eksilme olmaz.
6. Nevi: II. faslın altıncı nevi olan burada, şunlar anlatılacak­tır :

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
MARZIYE SIFATI
a) Marzıye sıfatı, şartları, hallerinin sebebi, hikmeti..
b) Bu sıfatta bulunanlara ihsan olunan kemalât..
c) Tarikat-ı aliyyenin on iki olması..
Değerli kardeşim, burada anlatılacak olanlar da bilinmelidir.
Her sıfatın bir miheki vardır; hem dışı için, hem de içi için..
Dışın miheki, o sıfatta bulunan kimsenin haline dayalı huylarıdır.



--------------------------------------------------------------------------------


280 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Onun huyları anlatılan şekilde kötüden iyiye dönüşmedikçe, o sıfatın, sa­hibine hal olması olur şey değildir.
İç mihenkine gelince., yine anlatıldığı gibi, her sıfatta murakabe ha­linde ve ayık halinde ilâhî tecellinin gelmesidir. Bu tecelliler, yerlerinde anlatıldı; hangi sıfatta neler olacağı bildirildi.
Bir kimse, anlatılan tecellinin gerçekleştiği yer olsa dahi, her gece kendisine o yolda ihsanlar gelse dahi, yine kendisini boş bırakmamalıdır. Her nefeste varlık durumunu gözden geçirip kendi kendisini imtihana ta­bi tutmalıdır.
Zira, zahirde bir fidanı bahçeye diktikten sonra bakımı yapılmazsa, akşam sabah suyu verilmezse., kökü toprakta yerleşip her tarafa kök salamaz. Bir sene kadar, onun suyuna ve toprağına bakılmaz ise, o fidan kurur; çekilen emekler de boşa gider. Ama o fidana bir sene kadar ba­kılırsa., toprağın içindeki kök kuvvet bulur, etrafa damarlar salar; top­rağı kaplar. O zaman da, çeşit çeşit meyveler verir. Bundan sonra bakı­mı yapılmasa da, toprağa yerleştiği için kurumaz, meyve vermeye devam eder.
Üstteki misal, marzıye sıfatı içindir. Bir kimseye, marzıye sıfatı hal olduktan sonra ve içten, dıştın anlatılan durumlar ihsan olunduktan son­ra :
— Allah'a hamd olsun, marzıye bize hal oldu..
Deyip gelişmesi için verilecek ilâç kesilmemelidir. Kendisinin çalışıp gayret etmesi, mürşidinin himmeti ile Cenab-ı Hak, onda bulunan ben­liği silmiş, mahviyet fidanını onun kalbine dikmiştir. Bu fidan, üstteki misalde anlatıldığı gibi; yerleşip vücud iklimine kök salması, damarları­nın da vücud iklimini sarması tamam olmadıkça anlatılan fidanın kuru­ması gibi, mahviyet fidanının kurumasından, yerine benliğin gelmesinden korkulur. Ancak, anlatılan fidanın bir sene kadar toprağına, suyuna ba­kıldığı gibi; mahviyet fidanına da bakılmalıdır. Gelişmesi için, anlatılan ilâçları, bu makama çıkan kullanmalı ve daima kendi kendini imtihana tabi tutmalıdır. Bir sene kadar onun bakımı yapılırsa, o zaman mahvi­yet fidanı vücud iklimine kök salar; damarları da etrafa yayılır. O vakit, meyveler de vermeye başlar.. Açıkçası : Kötü huylar tamamen silinir; vücud ülkesinden bir inadeye tabi olmadan güzel huylar zuhur etmeye başlar.



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 281
Ancak, üstteki ifadeden şöyle bir mana anlaşılmasın :
— Bir senenin tamamında güzel huylar meleke olur..
Marzıye sıfatı hal olduğu anda, buna sahih olan kimsenin kalbine mahviyet fidanı dikilir. Yani : Varlığın, benliğin silinmesi fidanı.. O za­man da, cümle kötü huylar değişir. O kimse, güzel huylara bürünür. Ama, anlatıldığı gibi bu fidana bakım yapılmazsa, kuruması ve meyvele­rinin çekilmesi gerektiği gibi; iyi huyların da tekrar kötü huylara dönüş­mesinden korkulur.
Anlatılan sebepten ötürü; ınarzıye sıfatı kendilerine hal olan zatla­ra düşen odur ki : Bir sene kadar kendilerini varlık imtihanına tabi tu-talar. Eğer bir yandan bir varlık duyarlarsa, anlatılan çareleri uygulayıp onu söküp çıkaralar.
Meselâ, bir yere gittikleri zaman kendilerine dikkat etmelidirler :. Kendilerine tavazu gösterilince nasıl oluyor; gösterilmeyince nasıl olu­yor? Bu durumlarda içlerinden neler geçtiğine, neler zuhur ettiğine bir bakalar.
Eğer tavazudan hoşlanmak, tavazu edilmemekten de kederlenmek çıkıyorsa., o zaman bu sıfatın sahibi bilsin ki : Henüz varlık kokusu git­memiştir.
Diğer işleri de bununla ölçmeli, varlık eseri gidinceye kadar, kendi­sini imtihana tabi tutup çarelerini araştırmalıdır. Ta ki, ihsan olunan mahviyet meleke ola.. Vücud iklimini de sara; meyvesi de bir iradeye tabi olmadan ortaya çıka.. Böyle olunca, fidanın kurumasından korkul­madığı gibi, mahviyet fidanın kurumasından dahi korkulmaz. Bu manayı cidden anlamaya çalış.
Hemen her sıfatın zahirî imtihanı böyle olur.
Mutmeinne sıfatında, işleri Cenab-ı Hakkı bırakmakla imtihan olun­malıdır. Sevinç ile kederi imtihana tabi tutmalı.. Her ikisi der sahibine eşit gelip hal oluncaya kadar her nefeste dikkat etmelidir. Allah tarafın­dan kalbe dikilen fidan anlatılan ilâçlarla tedavi edilmelidir. Böyle edil­meli ki: Sonradan meyveleri görüle..
***
KÂMİL MÜRŞİD ARAMAK
Ey bu yola talib olan, sana nasihatlerim var; dinle.. Burada anlatılan güzel şeylerin sözünde kalma; halini kendine hal etmeye bak,



--------------------------------------------------------------------------------


282 RÎSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

— Söz ( kal) ..
Dedikleri, lakırdıdan ibarettir; mahcubiyet durumudur. Dünyada iken, bakır gibi tangır tangır söylersin; sözüne bakan da:
— Bu, bir kulağı delik zata benzer.
Diyerek sana iltifat eder. Sana itibar edip tavazuda bulunur. Ne var ki, bu durum, âhirette kesinlikle fayda vermez. Kul aldanır, ama Al­lah aldanmaz.
Söz, dıştan geçerlidir. Söz sahibi, dünyada ve insanlar arasında an­latıldığı gibi itibar görüp şöhret bulur. Ahirete gidince de çetin azaba müstahak olur. Sözü söylemeyi bilip haline geçmeye yeltenmeyen kimse, yainız sözde kalır; âhirette ise, iki eli boş olur. Böyleieri, öbür âlemde türlü türlü azaba hak kazanırlar.
Mana anlatıldığı gibi olunca; sözünü hal, halini de meleke edinmeye çalışıp gayret eyle; ta ki, iki cihanda da değer kazanasın.
Şöyle bir şey diyebilirsin :
— Bu zamanda kâmil mürşid nerede?. Ben onu nerede bulayım?.
İşte bu söz de. nefsin ve seytanın azdırmasıdır. Zira, kâmil mürşid, her asırda en az bes on tane bulunur. Sen niyetini temiz tutmaya bak Onlar temizdir; temiz niyetle onları aramak gerekir.
Hemen her uygunsuz işine tevbe ile istiğfar et; gece gündüz Cenab-ı Hakka şu niyazda bulun :
— Ya Rabbi, bu çaresiz kulunu kâmil mürşide kavuştur.
Böyle edersen, mutlaka duan makbul olur. Ya manada sana gösterir, kâmil mürşidinin yerini bildirirler. Yahut bir vesile ile seni kâmil mür­şidin huzuruna gönderirler.
Oraya gidildiği zaman, sana mürşid olduğu bildirilen zatın davranış­larına ve duruşlarına dikkat etmelisin. Kâmil mürşidin hali, bundan ön­ceki MİFTAH'ÜL-KULUB adlı kitabımızda anlatıldı. O kitab okunmalı; kâmil mürşidin alâmetleri bilinmelidir.
Bundan sonra, o zatın meclisinde bulunmalı ve haline bakmalıdır. Eğer onun hali, yazdıklarımıza uygunsa, hemen ondan kabul edilmeyi is­temek gerekir. Eğer kabul ederse, kabul edilen kimse, kendisini ona tam manası ile teslim etmeli; onun emirlerine göre dikkatle, çalışmalıdır.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLÎLER 283

Unutmamalı ki : Salikin feyzi, mürşidin sözüne bağlıdır. Mürşidin emri yerine getirilirse, en kısa, zamanda süyr ü sülûke girip bu yolu ta-
mamlamak kolay olur.
Bundan sonra, bu kitaba dikkatle bakılıp okunmalıdır. Hemen her­kes, insafla bakıp kendisinin hangi sıfata bürünmüş olduğunu bilmelidir. Sonra da, yine mürşidin sözüne uygun hareket ederek, hizmetinde sebat­lı olmalıdır. Bulunduğu sıfatın iyiye dönüşmesi için, anlatılan çarelere başvurmalıdır. Böyle yapan kimseye, bulunduğu sıfatın daha ilerisin­deki sıfatın halleri zuhur eder. Bir sıfata geçtikten sonra da, o sıfatın imtihanı ile de, kendisini o sıfata geçen kimse denemeye tabi tutmalıdır. Taa, o sıfatın halleri, kendisinde hal oluncaya kadar. Böyle olursa, o sı­fatın fidanı, vücud ikliminde kök salıp yerleşir. Tam yerleşinceye kadar da o çareleri bırakmamalıdır.
SAFİYE SIFATI
Böyle böyle, anlatıldığı gibi, marzıye sıfatına bürünüp bu sıfatın dahi halleri o sıfattakine hal oluncaya kadar çalışıp çabalamak, lüzum­lunun da lüzumlusudur.
Bir sıfat, bir kimsede hal olup mahviyet fidanı vücud iklimini sardık­tan sonra; anlatılan koruma çareleri de hal olur, kendiliğinden zuhur eder. O zaman, artık çalışıp gayret etmeye de gerek kalmaz. Bundan ötürü, bu makama ulaşan zatlar, masumiyet forması giyerler. Hemen her gün de, ebedî rıza müjdesini alırlar. Bunun sebebi ve hikmeti de, da­ha önce anlatıldı; burada tekrara hacet yoktur
Marzıye safatından ilerisir safiye sıfatıdır, bu sıfat da Allah vergisi-dir; çalışmakla meydana gelmez. Zira, sırf Allah'ın ihsanıdır. Kader sır-rına bağlı bir durumdur.
Daha önce şöyle anlatılmıştı:
—Safiye sıfatında bulunanlar. her asırda üç beş zattır; daha fazla olması muhal iştir;
Bunun için de, bu sıfat çalışmakla elde edilemez. Zina, resullerin ayak bastığı makamdır; onların mertebesidir. Çünkü, her asırda bin resul gel­miştir. Şimdiki halde ise; Resullülah efendimiz —Allah ona salât ve se­lam eylesin— hürmetine, geçen asırlardan her birinde nekadar resul ol­duysa, şimdiki asırlarda dahi, her birinin varisi olarak bir velî zuhur eder


— Kutuplar kutbu..



--------------------------------------------------------------------------------


284 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Adı ile anılır. Allah tarafından ona ruhsat verilir; doğuyu batıya hükmeder. Dışta ne zuhur edip yürütülürse.. onun dilemesi ve uygun bul­ması ile zuhur eder; yürütülür. Böyle bir kimse, Allah'ın halifesidir, re­sullerin varisidir, Resullah efendimizin de vekilidir.
DÖRT HALİFE VE VEKİLLERİ
Bir tanesi üstte anlatıldığı gibidir; diğerine ise :
— En Büvük Gavs (Gavs-ü Azam)..
İsmi verilir. Bu daf Hazret-i Ebu Bekir'in vekilidir: Allah ondan razı olsun.
Diğer birine de şu isim verilir :
— Hilafet Sırrı (Sırrı-ı Hilâfet).. Bu dahi, Hazret-i Ali'nin vekilidir.
Anlatılanlardan başka; tasarrufsuz, irşad vazifesi olmadan, bazı asır­da iki? bazı asırda dahi dört zat bulunur. Bunlara :
— Ehlüllahın Kâmilleri (Kümmeliyn-i Ehlüllah)..
Tabir edilir. Bunlar da safiye sıfatı ile muttasıf zatlardır. Bunlar, Hazret-i Ömer'in ve Hazret-i Osman'ın vekilleridir; Allah ikisinden de razı olsun.
Allah, kendisine salât ve selâm eylesin; Fahr-i Kâinat efendimizin mutlu asrında kendisi Makam-ı Mahmud'da idi. Dört halifesi de. safiye sıfatı ile muttasıf bulunuyorlardı. O vakit. Cenab-ı Hak ilâhî bir vaad buyurup şöyle hitab eyledi :
— Habibim, senin ümmetin arasında, senden sonra her aşırda, senin hürmetine resullerin mertebesinde bir kimse zuhur eder. Bu, sana da vekâlet edecektir.
Bu ihsan üzerine, Resulüllah efendimiz şu temennide bulundu :
— Ya Rabbi, bana dört arkadaş ihsan eyledin; vekilime de aynı şe­klide ihsan eyle..
Cenab-ı Hak, bu temenniyi kabul buyurdu. Bunun için de, her asır­da anlatıldığı gibi, o kadar değerli zat, safiye sıfatı ile muttasıf olurlar.
Hazreti Ömer ile, Hazreti Osman'ın her asırdaki vekillerinin irşada ve tasarrufa karışmamalarının sebebi ve hikmetini de anlatalım. Şöyle-ki :



--------------------------------------------------------------------------------


5. B A B - İLÂHÎ TECELLİLER 285

Anlatılan dört halife efendilerimizin kabiliyetleri ve istidadları baş­ka başka idi. Birinin durumu diğeri ile eşit değildi. Birinin gittiği yoldan öbürü tad alamazdı; ilâhî feyiz bulamazdı. Bunun için de, Fahr-i Alem efendimiz, her birine bir başka sülük yolu göstermişti. Şimdi on iki tari­kat olduğu gibi; o vakit de Cenab-ı Hakkın emri ile Fahr-i Alem efen­dimiz dördüne dört ayrı tarikat göstermişti. dördünü de o yollardan Al­lah'a ulaştırmıştı.
Sonra, Fâhr-i Alem efendimiz âhirete taşındı; Allah ona salât ve selâm eylesin. Onun yerine de Hazret-i Ebu Bekir halife oldu. Kendi yo­luna göre, ashaptan kabiliyeti ve iktidadı olanları irşad eyledi.
HAZRET-İ ÖMER'İN VE HAZRET-İ OSMAN'IN TARİKATI
Hazret-i Ebu Bekir'den sonra, yerine Hazreti Ömer halife oldu. Ken­di tarikatı güç olduğundan, Hazret-i Ebu Bekir'in yoluna girmeyi gös­terdi.
Ondan sonra da, Hazret-i Osman hilâfet makamına geçti. O da Hazret-i Ömer gibi, kendi tarikatını göstermedi; Hazret-i Ebu Bekir'in yoluna girmeyi gösterdi.
Ondan sonra da, Hazret-i Ali efendimiz halife oldu. Hazret-i Ebu Be-kir'in yolunda gidenleri, yine o yoldan geçirip teselli gtmeye çalıştı. Yeni-3en kendisine bağlananları da, kendi tarikatına alıp irşad eyledi;.
Anlatılan sebepten ötürü, Hazret-i Ömer ile, Hazret-i Osman'ın ta­rikatı kayboldu. O tarikatlardan kimse irşad olmadığı için, şimdi de on­ların vekilleri tasarrufsuz ve rişadsız olarak kendi tekliklerinde olurlar.
TARİKATLAR
Allah, kendisine salât ve selâm eylesin; Resulüllah efendimizin za­manından Ebu Müslim'in zamanına gelinceye kadar tarikat-ı aliyye iki idi: Biri gizli, biri açık.. Bunun sebebi ve hikmeti ise, anlatıldığı gibi idi.
Resulüllah efendimiz, gizli zikri, önce Hazret-i Ebu Bekir'e telkin buyurdu; onu irşad eyledi. Sonra da, Hazret-i Ali efendimize dahi telkin buyurup bir süre çalıştırdı. Ama, Hazret-i Ali bir lezzet bulup tarikattan feyz alamadı. O vakit, Resulüllah efendimiz Cenab-ı Hakka niyaz eyledi. Bu niyazın peşinden Hazret-i Ali, Hazretti Ömer, Hazret-i Osman hak­kında ilâhî emir geldi :
— Habibim, onların dördünün de kabiliyeti başka başkadır. Birinin gittiği yoldan öbürü gidemez. Onların tecellilerinin gereği budur.



--------------------------------------------------------------------------------


286 RİSALE İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Böylece, her biri için, ayrı bir yol öğretti. Resulüilah efendimiz de. Cenab-ı Hakkın ihsanı ile, öğretilen yolları, ayrı ayrı her birine telkin, buyurup irşad eyledi.
Sonraları, ikisinin tarikatından başka yere diğer ashab irşad olun­madı. Hazret-i Ebu Beklr ile, Hazret-i Ali'nin yolundan sülük gösterilir. Cenab-ı Hakkın ihsanı ile irşad olanlar olurlardı.
ON İKİ TARİKAT ,
Bundan sonra Ebu Müslim'in vaktinde on iki tarikat çıktı. Bunun sebebi ve hikmeti ise, Resulüilah efendimizin soyundan on iki imamın gel­mesi idi. Bunların dördü, Hazreti- Ebu Bekir yolundan sülük gördü; se­kizi de Hazret-i Ali'nin yolundan sülük gördü. Yani: Dördü, Hazret-i Ebu Bekir'in tarikatı ile irşad oldu; sekizi de Hazret-i Ali'nin tarikatı ile irşad oldu,
Bu sülükten sonra da, dört halife gibi istidad ve kabiliyet itibar. ile her birinin tecellisi başka başka idi. Bu yüzden, Cenab-ı Hak, her biri­ne şekli anlatılamayan biçimde, bir başka tarikat gösterdi. Onlar da ken-di yakınlarına telkin buyurup sülük yolunu gösterdi. Ama zahirde açığa vurmaz, kendileri sülük gördükleri tarikattan görünürlerdi. Zira, o za-man, nazik bir zamandı:
— Bunlar, Ebu Bekir tarikatında, Imam-ı Ali tarikatından ilerle­diler. Sonra da tarikat icad ettiler. Tarikat-ı Muhammediye'den ayrılıp batil yola saptılar..
Denilip halk arasında bir fesada sebeb olmaması için, kendilerine has yolları dıştan açıklamazlardı.
İşte anlatılan sebepten ötürü, o vakit, anlatılan iki tarikattan başka vuslat yolu yoktu.
Sonradan cehalet zamanı geldi. Ebu Müslim'in çıkışına kadar mümin muvahhid olan kimseler mağaralarında, hücrelerinde ibadet taat eder hallerini kimseye açmazlardı. Sonra Ebu Müslim çıktı. Kitaplarda da ya­zıldığı gibi, şeriat-ı mutahhara yayıldı; doğuyu batıyı tuttu. O zaman da fasık, facir, münafık olanlar dağılıp perişan oldular ve yenik düştüler
Bundan sonra anlatılan imamlardan her birinin tecellisinde bir pir çıktı; on iki tarikat da göründü.
Cehri (açık zikirli) tarikatlardan ilk zuhur eden Kadiri tarikatıdır Bu tarikat. aslında İmam-ı Hüseyin'in tarikatıdır.. Allah pndan razı olsun Babası Hazret-i Ali'nin gittiği yoldur. Allah ondan razı olsun. Bu tarikat­tan yedi tarikat çıkmıştır.
Ruhani (gizli zikirli) tarikatlardan ilk zuhur eden ise, Şah Nakşıbend-



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 287

in tarikatıdır. Bunun tarikatı da, İmam-ı Hasan'ın tarikatıdır; Allah ondan razı olsun. Bu da, Hazret-i Ebu Bekir'in girdiği tarikat idi. Ruhanî yol­dan zuhur eden pirler. Naksıbend tarikatından sülük görüp hilâfetten sonra, adı geçen imamların hangisinin tecellisinde bulunduysa, Cenab-ı Hak, şekli belli olmayan bir manada, tecellisinde bulunduğu imamın tari­katını tarif edip şu emri verdi:.
— Kullarımı, bu tarikata göre irşad eyle; zatıma ulaştır.
Bu emri alınca da, kendisine tarif edilen emre göre; biat eden kim­seler, o tarikat usulüne göre telkin yapıp irşad eder.
Bu şekilde zuhur eden on iki tarikatın hafiden (gizli zîkirli tarikat­tan) zuhur eden, önce; Naksıbend tarikatından bir mürşidin elinde irşad oldu. Kendisine hilâfet verildikten sonra, hangi imamın tecellisinde bu­lunduysa., anlatıldığı gibi o imamın tarikatını canlandırdı.
Cehriden (açık zikirli tarikattan) zuhur eden pirler dahi, önce; ceh­ri tarikat mürşidlerinden birinin elinde irşad oldu. Kendisine hilâfet ve­rildikten sonra da, tecellisinde bulunduğu imamın tarikatını canlandırdı.
Anlatıldığı şekilde, on iki imamın tecellisinde on iki pir zuhur etti; anlatılan on ikl imamın tarikatı da bu şeklide açığa çıkıp canlandı.
TARİKAT KOLLARI
Anlatılan on iki tarikattan başka, ruhanî tarikattan ve nefsani ta­rikattan pirlerin ortaya çıkması ile tarikatlar çoğalmıştır. Ama, o çoğa­lanlara :
— Tarikat..
İsmi verilmez. Bu ismi alanlar, anlatılan on ikl imamın tarikatım can­landıran pirlerin tarikatlarıdır. Diğerlerine şu isim verilir :
— Kol..
Zira bunların kimi halvetiyeden, kimi Nakşıyeden, kimi de başka ta­rikattan ayrılmıştır. Hah yola giren salike kolaylık olması için, ilâhî ruh­satla her biri, bir usul gösterip o yoldan saliki Hakka ulaştırmışlardır.
Anlatılan sebepten ötürüdür ki, bu on iki tarikattan başkalarına :
— Tarikat..
İsmi verilmez, şu isim verilir :
— Kol..
Bunun sebebini ve hikmetini ise, şöyle açıklayabiliriz :



--------------------------------------------------------------------------------


288 RİSALE-I MURAKABE — MURAKABE KİTABI

On iki pir, on iki imamın tarikatını canlandırıp onların gidişatına uygun hareket ettikleri için, kendilerine :
— Pir..
İsmi verildi. Kalanlarına da, bunlardan ayrıldıkları için :
— Pir..
İsmi verildi; bu da ilâhi ruhsatla usul gösterdikleri içindir. Tarikat­larına da :
- Kol..
Denildi; bu da, anlatılan on iki tarikatın birinden ayrıldıkları içindir..
.Sözün özü şudur : Bunların cümlesi Hak yoludur; cümlesi Yüce Hakkın zatına ulaştırır. Cümlesinin gayesi ve varacahları yerleri dahî birdir.
Ancak, bizim tuttuğumuz bu tarikat-ı aliyye onlarla bir değildir. Pirlerinin zuhuru da çoktur; zira, cümle insanların tecellileri de bir de­ğildir. Bu yüzden de, bu tarikat-ı ahyye, Cenab-ı Hak'tan kullarına bü­yük bir nimettir. Hangi tarikat, hangi kulun teceilisine uygun gelirse, hangisinden lezzet alırsa., o tarikata girip kolayca :


— «Kim nefsini bilirse, gerçekten Rabbını bilen odur.»
Hadis-i şerifindeki mana sırrına yer olsun.
Bu kadar pirlerin gelmesi, tarikat-ı aliyyenin kol kol ayrılması, an­latılan hikmete dayanır.
Bunlardan birinin gittiği tarikat başka, öbürünün gittiği tarikat başka değildir. Tarikat-ı aliyyenln cümlesi birdir; cümlesi de doğru yol­dur. Resulüllah efendimizin gittiği yoldur, tarikattır; Allah ona salât ve selâm eylesin.
Hiç biri başka sayılmaz; cümlesinin gayeleri, varacakları yerleri bir-. dir. Ancak, bazısının tarikatı kolaydır; Hak yolcusu salik, oradan kısa zamanda gayesine erer



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 289

Bazısının şartları da ağırdır. Hâk yolcusu salik, böyle şartları ağır olan tarikatta mihnet ve meşakkat çeker. Aradan geçen uzun zamandan sonra muradına erer.
Tarikat-ı aliyye şu anlatılacak misaldekl duruma benzer; şöyleki : Halil ibrahim aleyhisselâm, emir alıp-Mekke-i Mükerreme'deki Kabe binasını kurdu. Sonra da, onun ziyareti için emir verildi; şu anda yedi iklimin dört köşesinden insanlar gelip ziyaret ederler. Bazılarının bulun­duğu yer oraya yakın olduğu için, kendilerine kolayca ziyaret etmek nasib olur. Bazılarının bulunduğu yer de oraya uzahtır. Uzun zamanda, hayli zorluk çektikten sonra kendilerine, ziyaret nasib olur.
Allah katında bunların haclarının makbul olması aynıdır; ama ihsan olunan ecirleri bir değildir. Uzak yerden gelene bir kerede verilen ecir; yakın yerden gelene verilen ecir ikl defada ihsan olunur.
Bunun gibi, Cenab-ı Hak, kullarını zatına davet eyledi; bunun için de pirler gönderdi. Kendi zatının yollarını da açıkladı. O yolların her bi­ri için bir mürşid gönderip kullarına rehber eyledi. Bu duruma göre; her bir yoldan, mürşidin yol göstermesi ile salike vuslat ihsan olunur.
Ancak, Mekke-i Mükerreme misalinde olduğu gibi; bazı tarikatın usu­lü ruh yolu olduğundan, Kabe-i Muazzamaya yakındır. Kısa zamanda, bir meşakkat çekmeden vuslat nasib olur. Bazı tarikatın yolu da nefis yoludur; bu yüzden de Kâbe-i Muazzama'ya uzaktır. Türlü türlü müca-hede zahmeti çekerek, aradan uzun zaman geçtikten sonra vuslat nasib olur, Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret eden hacılardan cümlesinin haccı bir düzeyde mahbuldür. Bunların da sülûkü tamamlandıkta kendilerine ihsan olunan ilahî tecellileri bir kat; ama Mekke-i Mükerreme'ye uzak yoldan gelenin ecri, uzak yoldan gelenin ecrine nisbetle iki kattır.
Üstteki misalden şöyle bir mana çıkarabiliriz :
Nefis yolundan giden kimseye vuslata erdiği zaman, hayvani ruhu­na mutmalnne sıfatı hal olur. Bunun düşmesinden de korkulmaz. Çalışır­sa, daha ileriye gider. Çaılşmaz ise, olduğu yerde kalır.
Ruh yolundan giden kimseye gelince, istidadı varsa, Mekke'den Me­dine'ye gider gibi, kısa zamanda, nefis yolundan gidenlerin mertebelerini alır geçer. Ama, hayvani rıılıu, ya levvame ile, ya da mulnime ile mut-tasıftır. Bu sebeple, bunların düşmesinden, korkulur.
İnşallah, bunların ayrıntıları aşağıda gelecektir.
Hasılı : Bu tarikatların cümlesi de Hak yoludur; vuslat yoludur.

Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F.: 19



--------------------------------------------------------------------------------


290 RİSALE-I MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Hangisine girilse, oradan Allah'ın zatına ulaşılır. Cümlesi, hac misalinde anlatıldığı gibidir.
Ama, birtakım habis herifler var kl, taç ve hırka giyinip kendilerini dıştan ehlüllaha benzetirler. Ama gidişatta dehrî olmuşlardır. Bizim bun­larla işimiz yoktur. Çünkü, onların piri Azazil (Şeytan) olup yolları da cehennemdir. Bizim sözümüz ehl-i sünnet olanlaradır.
Anlatılan tarikatların her birinden nice nice velî kutuplar gelmiştir; halen de gelmektedir. Kıyamete kadar, her asırda sayısız ehlüllah veliy­yüllah vardır. Onların bulunmadığı hiç bir vakit olmaz. Taa. Mehdî çıkıp âhirete teşrif edinceye kadar, anlatılan zatların yeryüzünden eksik ol­maları muhal iştir. Ama, şöyle bir şey diyebilirsin :
— Şimdi öyle bir vakittir ki; şeyhi de, dervişi de, uleması da cüm­lemiz dünya ile meşgulüz. Böyle bir zamanda veliyyüllah mı olur?.
Böyle dediğin için,, büyük hatada bulunmuş olursun. Zira :


— «Alimler peygamberlerin varisleridir.»
Hadis-i şerifini, yalana çıkarmış olursun; Bu hadis-i şerif, zahir âlim­ler hakkında gelmemiştir. Zahir âlimleri sırf nahiv, mantık, maani ve benzeri resmî ilimleri bilirler. Bunun için de, hadis-i şerifte övülen bun­lar olamazlar. Zira, mananın haklkatına vâkıf değillerdir.
Asıl âlim odur kl : İlmel-yakin sırrı kendisine hal ola. Daima Allah huzurunda huzurlu, huşu içinde ibadet edenlere :
— Alim..
İsmi verilmiştir. Yoksa sadece zahirî ilimle tahta başına geçip :
— Resulüllah şöyle buyurdu..
Diyerek, ibareye mana vermek sureti ile ilmel-yakın sırrım bulmak ve âlim hükmüne girmek mahaldir. Zira ilmel-yakin sırrı, yalnız dıştaki ilimle vücuda gelmez. Şeriatı bilip onun emirleri ile amel ettikten sonra; tarikatı da bilip onun emirlerini de yerine getirip amel etmek gerekir.



--------------------------------------------------------------------------------


5. B AB - İLÂHÎ TECELLİLER 291
Eğer dış ilimle ermek mümkün olsaydı; bu, mezhebimizin başı İmam-ı Azam için olurdu :

— Eğer iki sene olmasaydı, Nu'man helak olurdu..
Demezdi. Aynel-yakin sırrı ile, hakkal-yakin sırrını da buna göre he-sab eyle.
Mehdinin vefatına kadar her asırda yukarıda da anlatıldığı gibi, mutlak vekil, Resulüllah'ın varisi olan :
— Kutuplar kutbu..
Adında bir veliyyüllah vardır. Bir de, Gavs-ü Azam vardır. Bir de Sırr-ı Hilafet vardır. Bunlardan başka: üçler, beşler, yediler, kırklar var­dır. Bunlardan başka da, sayıya gelmeyecek kadar nihayetsiz veliyyüliah vardır. Onların hesabım ancak Allah bilır. Bunların cümlesi de, peygam-berlerin varisleri olmuştur.
Geçmiş asırların her birinde nekadar peygamber bulunduysa., şimdi de, her asırda onların varisi olarak, onlar kadar velî vardır. Ehlüllahı da bunlarla kıyas edebilirsin. Senin kalbine gelen :

— Müminin hatırına gelenler, müminin aynasıdır.
Hükmüne göre, onlar senin halindir. Yanil : Düşündüklerindir. Eğer halin yüksek olsaydı, âleme velî gözü ile bakardın :
— Şimdi dünyada veli yoktur.
.Demenle onlar yok olmazlar. Ancak, senin inkârın sana perde olur; hem de kalın perde.. Bununla da benlikten kurtulamazsın.
Bir şiir :



--------------------------------------------------------------------------------


292 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Bırak inkârı dilden ey sofi;
İçirsünler sana şarab-ı safi..
Gider inkârını, oldem mest olursun;
Hicabın ref olup yan görürsün.1
SAFİYE SIFATI
7. Nevi: Safiye sıfatını açıklar..
Bu, ikinci faslın yedi nevinin yedinci nevidir.
Değerli kardeşim, burada anlatılacak olanlar da bilinmiş olmalıdır. Safiye sıfatı makamında olanların rengi yoktur.
—Suyun rengi, kabının rengidir.
Hükmüne göre suyun rengi yoktur; hangi kaba konursa onun ren­ginde görünür. Bunun gibi, safiye sıfatı makamında olanların rengi yok­tur. Her kim ile görüşürlerse, o kimsenin halinden görünürler.
Fasıkla görüşürlerse., o fasıkın halinden görünüp onun uygunsuz işlerinin iyileşme çarelerini uygun biçimde anlatırlar. O fasık kimse de, onların meclislerinden kalktığı zaman insafa gelir pişman olur; meğerki kalbi mühurlenmiş ola.
Bekara suresinin 7. âyetinde Duyurulan :

— «Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerin­de perde vardır. Onlara ağır azab olacaktır.»
Mana hükmüne girmiş ise, ona nasihat kâr etmez. Eğer zerre ka­dar imanı varsa, kendisine edilen nasihatlar, günün birinde canlanır; bü­tün kötü işlerinden tevbeye gelip istiğfar eder.
Bunların meclisine, sofî gidişatında biri gelirse; onun halinden gö­rünürler; ondan bir adını ileride görünmezler. Eğer onun tarikat-ı aliy-yeden nasibi varsa, bu makamdaki kimse, sofî gidişatına girer. Kolaylık-

(1 ) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir:
Ey sofu, dilinden inkârı bırak ki, sana saf şarabı içirsinler.
İnkârını giderdiğin anda, mest olursun; perden de kalkar, yarı görürsün.



--------------------------------------------------------------------------------


5. BAB - İLÂHÎ TECELLİLER 293
la, tarikatı övmeye dalr biraz vaaz ve nasihat zuhur eder. O kimse de bu övgüye hayran olup kalır. O kadar kl : Meclisinden kalkmak iste­mez. Bu makamdaki zatı, kendisinden ileri görmez :
— Bu da bizim gibi.. Sofilerden biridir.
Deyip ona çokça sevgi duyar.
İşte anlatıldığı gibi, bu zatlar, kiminle görüşürlerse, o kimsenin ren­gine boyanırlar. Onun gidişatından baş gösterirler. Ulema ile ulema, sa­

iihlerle salih, sofî ile sofi, sefih ile sefih, derviş ile derviş, velî ile velî


olurlar.
. Her kimin meclisine gelirlerse, onun rengine boyanırlar. O kimsenin haline uygun söz ederler. Sözleri bir garazdan yana olmaz, iradesiz ve şekli anlatılamayacak biçimdedir. Bu yüzden de, herkesin haline uygun sohbet ederler. Hiç kimse onların haline vâkıf olmaz.
Ancak, kendilerine mahrem olan yakınlarına Cenab-ı Hakkın ihsanı ile şekli anlatılamayacak biçimde bildirilir. Bu zatların değerini, ancak anlatılan yakınları bilir.
Bu durumun sebebini ve hikmetini de şöyle anlatalım :
Safiye sıfatına bürünen zatların hayvani ruhları, sultanî ruha tam manası ile dönüşmüştür. Hayvaniyet izi de tamamen gidip yalnız insanlık sıfatı ile sıfatlanmışlardır.
Ustteki mana, kemal bahsinde açıklanmıştı. Bunun için, her an ve her nefes, Allah'ın zatına dalgındırlar. Bunlar için ayık hal yoktur. Ken­dilerini asla görmezler. Zira, tam manası ile mahviyete geçmişlerdir. Bu yüzden kendilerinden gelen söz, zatladır; anlatılacak bir şekli de yoktur. Bundan dolayıdır kl : Meclislerine gelen kimselerin halleri kendilerine akseder; o halden görünürler. O gelen kimsenin kader sırrına uygun söz ederler. Bu da, onların iradesine bağlı değildir; şekli de yoktur, sırf Rabbani bir ilhamdır.
Bu sıfata bürünen zatların vasfedeni ve öveni Allah'tır. Onlar, bu dünyada klbrit-i ahmerdir.
Bunlar, her asırda üç yerde zuhur ederler. Hangi yerde oldukları da belli değildir, bilinmez, meğerkl Allah bildire..
Şu da bilinmelidir ki..



--------------------------------------------------------------------------------


294 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Bu zatlardan birine intisab edilip teslim olunsa, ama tam manası ile.. nekadar fasık, facir, müfsid olursa olsun; her ne emir verilirse, tereddüt
etmeden kabul edip yerine getirir ise., mutlaka cümle kötü işlerinden ge­çirip kendisini kemal ehli eyler. Bunda ne şek vardır, ne de şüphe.. Me­ğerki, intisab eden kimse; teslim olmasında ve emri yerine getirmekte kusur etmiş buluna.. Zira, onların arzu ettikleri şeylerin cümlesi kadere bağlı bir şeydir. Bu yüzden, onların murad ettiklerini yapmak muhal iş­tir. Ama, teslimiyette emri yerine getirmek şarttır. Şart yerine gelme­yince, şarta bağlı şeyin ele geçmesi muhal iştir. Bundan dolayı Hak yol­cusu salike ilk gereken şey, yıkayıcı elindeki meyit gibi teslim olmaktır; bu da lüzumlunun Iüzumlusudur.
Bu safiye sıfatında olan kimseleri; Âdem aleyhisselâm devrinden beri gelen halkın cümlesi anlatıp haklarında kitaplar yazmış olsalar; um­man denizden bir damla, güneşten bir zerre kadar övmüş olurlardı.
HAYRET MAKAMI
Bu zatlardan ilerisi, hayret makamı sahipleridir. Onların halinin ne olduğunu da bunlardan kıyas edebilirsin.
Bir şiir :
Bir kulun kim meddahı Allah ola; Kim kadir ki, ol ana meddah ola..'
Bu manayı ciddî bir şekilde anla..

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
TENBİH

Konusu : Şeriatta mubah olan tarikatta küçük günah, tarikatta küçük günahın hakikatta büyük günah, hakikatta büyük günahın marifette küfür olduğunu ve tarikatta olan savurganlığı açıklar.

Değerli kardeşim, bilmelidir ki.. İnsan için derece üçtür; şöyleki :
a) Şeriat..
b) Tarikat..
c) Hakikat..
Tarikat, hakikatin bahçesidir, tarikat, sağlam bir kale içinde bir bahçedir.,
Şeriat, o bahçenin kapısıdır.
Hakikat ise., o bahçede bulunan türül türlü gülistan ve türlü meyve ağaçlarıdır. Ne bu bahçenin bir sonu var; ne de oradaki ağaçların sonu var. Onun kalesi çok sağlamdır. Bir kimse, kuş olsa dahi, oraya girmesi muhaldir; ancak kapısmdan girmeye ihtiyacı vardır. Bu bahçenin kapıcısı, lânetli şeytandır.


--------------------------------------------------------------------------------


296 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Bir kimse, eksikli bir mürşidin elini tutup da bahçenin kapısına var­dığı zaman, şeytan ona şöyle söyler :
— Eğer sen bu kapıdan içeri girersen, çok zahmet çekersin; mura­dına nail olamaz, şeriat perdesinde kalırsın. Halbuki, şeriat ebrarın işidir. Sen de Hakka aşıksın. Şeriatta kalıp abdestle namazla uğraşmanın âlemi yoktur. Cümlesi Hak'tan ibarettir. Kimden kime ibadet edeceksin. Birine haram, diğerine helâl dersin. Bu ayrılıktan geçmeyecek misin?. Cümle şey, Haktan ibarettir. İyi kötü yoktur; helâl haram yoktur. Bu deyimlerin hepsi perdeden ibarettir; ebrar zümresinin işidir. Yüce Hakkın yüzüne aşık olan, canının istediğini yiyip içmeli; her şeye tek nazarla bakmalı. Hiç bir şeyi ayrı görmeyip cümleden dost yüzünü müşahede etmeli; cümbüşe bakmalı..
Bunlara benzer daha başka şeyler de söyler. Oraya gelen herkesi, bir taraftan nefsin istidadına göre azdırır. Nefis de, anlatılan işleri akla yakın görüp razı olur. Şeytanın yardımına da sevinir.
Bundan sonra, şeytana uyan klmseyi oradan alıp bir çukura yuvar­lar; bin parça ederler. Açıkçası :
— Tarikatı bulayım.
Derken, şeriat dahi elinden gider; dünyasını da âhiretini de berbat eder.
İşte anlatılan sebepten ötürü, salike kâmil mürşid aramak, lüzum­lunun da lüzumlusudur. Zira, kâmil mürşidler, bahçenin bahçıvanları­dır. Şeytah da, o bahçenin kapıcısı olduğundan, bahçıvanların hizmetçi­leri durumundadır. Bundan ötürüdür kl : Kâmil müridlerıne şeytan sal-dıramaz. Şeriattan ayırıp sapıklığa düşüremez. Ancak, ilk hallerinde, kendilerine biraz vesvese verebilir. Bu da her salike göre değildir; teslimi­yeti zayıf olanlara göredir. Teslimiyeti kuvvetli olan salikln semtine dahi şeytan uğrayamaz ki, vesvese versin. Şeyhlerinin himmeti bereketi ile teslimiyeti kuvvetli salikler şeriat kapısından girer; tarikat bahçesini seyrederler. Sülüklerini de tamamlar; o bahçenin güilerini koklarlar.
Velayet makamına da ayak basıp hakikat ağaçlarını görürler.
Razıye sıfatına da büründükleri zaman, o ağaçların altında türlü türlü ilahî feyizlerle gölgelenirler.
Marzıye sıfatına da büründükleri zaman, o ağaçların türlü türlü mey­velerini yiyip sonsuz ilâhi ihsanlara yer olurlar.



--------------------------------------------------------------------------------


TENBİH - ŞERİAT - TARİKAT - HAKİKAT 297
Anlatılacak dört keyfiyet, birbirine bağlıdır; birini bulamayınca, öbürünü bulmak muhal iştir. Şöyleki :
Şeriatı bulamayınca, tarikatı bulmah mahaldir.
Tarikatı bulamayınca, hakikati bulmah muhaldir.
Hakikati bulamayınca, bunun ötesinde olan marifeti bulmak muhal­dir.
Durum anlatıldığı gibi olunca, zerre kadar şeriattan ayrılmaya., gel­mez. Zira, şeriattan ayrılan, tarikattan koku duyamaz.
Bir şiir :
Şeriattır cümle işlerin başı;
Şeriatsız tarikat şeytan işi..
Tarikat ehlinde yok ise şeriat;
Anın şeyhi şeytandır oldem mutlak..1
Üstte anlatılan şiirdeki manaya göre; bir kimseden türlü türlü ola­ğanüstü haller zuhur edip kuş gibi uçsa dahi, o kimsenin şeriat işine bak­mak gerekir. Eğer o kimsenin şeriattan bir noksanı bulunur ise, bilmiş olun ki : O kimse tarikattan koku almamıştır; ondan meydana çıkan du­rumlar ise, riyazet kuvveti ile gelen istidraçtır.
Anlatılan hal, keşişlerde dahi bulunur. Riyazet kuvveti ile, keramet benzeri şeyler ortaya çıkar. Bununla kerametin farkı, sahibindeki şeriat­la ameldir. Zira, ateş ile nurun da görünürde bir farkı yoktur. Ancak, ateş yakar: nurda ise, yakıcılık yoktur. Nur, yalnız bir aydınlıktan ibaret­tir. Ateş ile nurun ayırd edilemeyişi, dışta görünen aydınlık sebebi ile­dir. Ateş, Cenab-ı Hakkın celâl sıfatı olduğu için yakar. Nur ise, Cenab-ı Hakkın yainız cemal sıfatı olduğundan, aydınlıktan ibarettir.
Anlatılan misal açısından bakılınca; dışta keramet.ile, iştidracın far­kı yoktur. Ama, bunun mihekl şeriattır. Durumu iyi kavramaya,çalış.
Şeriat dedikleri, şeriat yoludur; hakikat yoludur. Şeriatın emirlerini yerine getirdikten sonra da, şeriat emirlerini parlatarak o yola girilirse., sonunda hakikat bulunur. Hahikatı bulan kimse de, ilâhî marifete nail olur.
(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir:
Bütün işlerin başı şeriattır; şeriatsız tarikat, şeytanın işidir.
Tarikat ehlinde şeriata uymak yoksa; hemen onların şeyhi şeytan olur.



--------------------------------------------------------------------------------


298 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Sadece şeriatla hakikat bulunamayacağından, şeriattan hakikata, giden yolun, adına :
— Tarikat..
İsmi verilmiştir. Tarikat, şeriattan ayrı bir şey değildir. Vuslat yolu olduğundan; sultanî ruhu temize çıkarmak, hayvani ruhu terbiye etmek için şeriattan bazı şartlar alımnıştır. Bundan sonra bir tertib yapılmış, adına:
— Tarikat..
İsmi verilmiştir. Bu yeni tertibe göre ve şarta göre :
Şeriatta mubah sayılan, tarikatta küçük günah sayılır. Hakikat ehli-ne göre de, anlatılan mubah, büyük günah sayılır. Aynı günah, marifet enli katında ise, küfürdür.
Anlatılan duruma göre; tarikat ehli bir mubah iş yapsa, bu mubah iş, şeriat ehlinin küçük günahı ayarındadır. Ya affa uğrar, yahut, ceza görür, öyle bir mubah iş, hakikat enlinden çıkacak, olsa, şeriattaki büyük günah sahipleri gibi, hesaba ve azaba müstahak olur.' Onlar gibi, bunlar da, kıyamet günü, hesaba çekilirler ve mahcub olmaya müstahak olurlar.
Şeriatta kâfir olanlar, vaad edilen cennetten uzak olurlar; cehenne­me girmeyi de hak ederler. Hakikat enlinden de, o ayarda bir günah çık­tığı zaman, dünyada iken, vaad edilen tüm mertebelerden ve daha ötesin­den, hatta ilahî marifetten uzak olur, mahcubiyet ateşinde yanar kalırlar.
Bir velî, velayet mertebesine ayak bastıktan sonra, şeriatta mubah olan bir şey kendisinden çıkar ve bu çıkan şev de kendisine daimî hal olursa., o zat, razıye sıfatından ve marzıye sıfatından uzak olur. Bunlardan sonra olacak ilâhi marifetten yana nasipsiz kalır. Velayetin ilk basama­ğından da ileri gidemez. Dünyada iken bu halde kalır. Ahirette dahi, mer-tebeleri tamamlayıp masumiyet sıfatına bürünemez. Bu yüzden de, mah-cubiyet ateşine yanar, ettikierinden ötürü de hesaba çekilir.
Burada şöyle bir soru sorulabilir :
— Şeriatta mubah olan bir şeyin tarikatta küçük günah, hakikatta büyük günah, marifette küfür olması nasıl olur?.
Bunun için şöyle bir cevap verilebilir :
— Şeriatta, aç olan bir kimseye, yenilecek ve içilecek şeylerin hepsi



--------------------------------------------------------------------------------


T E N B İ H - ŞERİAT - TARİKAT - HAKİKAT 299
mubahtır. Şeriat enli, yemekte ve içmekte gaflet üzere olsalar, bir sakın­cası yoktur. Ama tarikat ehlinin yemelerinde ve içmelerinde gaflet üzere olmaları küçük günahtır. Uyurken, gezerken, alış verişte ve benzeri şey­lerden nekadar mubah varsa, cümlesini yerine getirmekte ayık olmak mutlaka gerekiidir.
Tarikat ehli kimseler, sülnltü, ister tamamlasınlar, isterse tamamla­masınlar; mademki bir mürşidin elini tutmuşlar, cümlesi ehlüllah hük-mündedir.

— «Ameller ancak niyetlere göredir; her kese niyetindeki şey. var­dır.»
Hadis-i şerifinde ifade edilen mana gerçeğine göre, cümlesi ehlüllah hükmündedir. Bunun için, onların dalma halleri ayık olmaktır. Her nefes­te, kendi derecelerine göre; daima huzurlu olmaları gerekir. Mubah işleri yaparken, Cenab-ı Hakkı unutup gafilce o işleri yapmak zuhur ederse., küçük günahları işlemiş olurlar.
Hakikat ehli de, üstte anlatılana benzeyen küçük günah işlemiş ola-bilir..
Yine aynı misalde anlatılan manaya benzeyen bir şey daha anlata­lım. Şöyleki:
Hakikat ehli velayet basamağında olduklarından, bunların da daimî halleri, her nefeste kendi mertebelerine göre ilmel-yakin, aynel-yakin, hakkal-yakindir. Bunlar, bu hallerinde mubah işleri yaparken, gafil olur­larsa., büyük günahları işlemiş olurlar. Bu yüzden de, âhirette hesaba çe­kilirler ve mahcubiyet ateşinde azap görürler. Dünyada iken, kendilerine vaad edilen tarikat mertebelerini tamamlamak nasib olmaz ve bunun öte­sinde bulunan ilâhî marifetten de uzak olurlar. Bunun sebebi de gafilce hareketleridir.
Burada şöyle bir soru daha sorulabilir :
— Hakikattan ileri olan marifet nedir?.



--------------------------------------------------------------------------------


300 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Bunu, şöyle açıklayabiliriz :
— Biri. Allah tarafından yaratılan hir marifettir: tarikatın da öte­sindedir. Bu türlü marifet, ehlüllah halidir.
Biri de. hakikatin ötesindeki marifettir. Bu ezel ilmi ve kader sırrı ile ilgili bir keyfiyettir. Bunun için :
—Ledün ilmi, hakikatın özü.
İsmi verilmiştir. İşte bu marifet, hakikatin ötesindedir. Bütün mer­tebeler tamamlandıktan sonra olan ilâhî bir ihsandır ki, buna her velî sahib olamaz. Sebebi de eksik kalmasıdır.
İşte anlatılan manalara göre; şeriattaki küçük günahlar tarikatta büyük günah olur, hakikattâ ise küfürdür.
Şeriatta küçük sayılan günahlar bilinmektedir. Onların biri tarikat ehlinden çıksa.. Yüce Hakkın zatına talib ve ehlüllah hükmünde olduğu için, o küçük günah amel defterine büyük günah olarak yazılır. Şayet tev-besiz âhirete giderse., hesaba ve cezaya müstahak olur.
Bir kimse, dünyada iken, küfür işlerse., âhirette cennetten uzak olur; cehennem ateşine girmeyi hak eder.
Tarikatta olan bir kimse, dünyada iken küçük günahları işlerse., kendisine vaad edilen ilâhî tecelliden uzakiaşır; uzaklık ateşinde yanma­yı da hak eder.
Şeriatta mubah olan bir şeyle amel eden, ilahî marifetten uzak olur. Şeriattaki küçük günahları işleyen dahi, ilahî hakikati anlamaktan yana uzak olur. Burada, şöyle bir şey diyebüirsin :
— Benden küçük günahlar zuhur ediyor. Bazan gıybet, haset mey­dana geliyor; bazı gün de ilâhî tecelli zahur ediyor. Fahr-i Alem Resulül-lah efendimizi de bu hal içinde görüyorum; nasıl oluyor?.
Bunun cevabını sana bildirmek isterim. Sen, Al-i Imran suresinin 54. âyetinde buyurulan :




--------------------------------------------------------------------------------


TENBİH - ŞERİAT - TARİKAT - HAKİKAT 301
— «Onlar, hile yoluna saptılar; Allah da, onların hilelerine karşılık verdi. Allah, hilekârlara karşılık verenlerin hayırlısıdır.»
Mananın hükmü altına girmişsin. Sende zuhur eden durum, bu ma­naya göredir. Mekre uğramışsın; Allah'ın ınekrine akıl ermez. Sende mey­dana gelen bu durum iki şeyden ibarettir; şöyleki :
a) Mürşidin kâmil ise, onun hürmetine Allah-ü Taâlâ sana mühlet vermiştir.
Belki insafa geleceğin ümidi üe, mürşidin duâsının bereketi ile Ce-nab-ı Hak, sana mühlet vermiştir. Bu durumda, senden zuhur eden gü-nanlar, tecelliye engel olmaz. Bu da, yine mürşidin himmeti ile olur; ilâhî ihsandır. Ama, fırsatı ganimet bilip o günanlarda ısrar edersen, sonra mürşidin de senin haline bakar, insafa gelmeyeceğin anlaşılır ise., seni gönlünden çıkarır. O anda da, saha ihsan olunan tecellilerden uzak olur­sun. Tam bir ziyan içinde sonsuzlara kadar kalırsın.
b) Bu da :
— İdbar..
Dedikleri ilâhî bir mekirdir. Cenab-ı Hak, seni sana bırakmıştır. Dün­yada iken", kabahatini yüzüne vurmaz: tecelli ihsan eder. İstediğin şeyler de meydana gelir: zuhur eder. Ama bu, senin hakkında ilâhî bir nimet de-ğil, ilâhî bir cezadır. Bunun sebebine gelince; dünyada iken, rızasından uzak olan kullarına istediklerini verir ki: Ahirette azapları daha şiddetli ola., Çünkü, bu yolda küçük günah işleyenlerin hakikat kokusunu almaları muhaldir. Zira, şeriatta küçük sayılan günahlar, hakikatta küfürdür.
Burada anlatılandan bihnmiş oldu ki : Tarikat ehli, hakikat ehli, bu iki şeyden çok sakınmalıdırlar. Yani : Mubah cinsinden şeylerden, özellik­le küçük günahlardan sakınmak, çok lüzumludur.
Hemen her nefeste, davranışların, duruşların cümlesine dikkat et­meli; her bir sözü söylemeden evvel düşünmelidir. Şeriatta, tarikatta, hakikatta aykırı bir yanı yoksa.söylenmeli; aksi halde durulmalı.. Hemen her bir iş, buna göre kıyas edilmelidir.
Eğer bu yoldaki bir kimseden küçük günah zahur eder ise., derhal, kendisinden, küfür meydana gelmiş gibi, pişman olmalıdır. Göz yaşı ile bağrım kebab edip bir daha öyle bir günahı işlememeye kesin söz ver­melidir. Kesin olarak, zahur eden ılâhî ihsanlara aldanıp tenbellik zuhur ettiği zaman :



--------------------------------------------------------------------------------


302 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABİ
— Allah pek merhametlidir.
Deyip güven duygusuna kapılmamalıdır, Zira, anlattığımız ilahî me­kir, böyle böyle başlar. Yani : Hem hata işlemek, hem de güven duygu-suna kapılmakla..
Geçmişte kalan cümle enbiya ve evliya, Cenab-ı Hakkın ilâhî mek-rinden :
— Aman ya Rabbi, sana sığınırız..
Deyip durmuşlardır. Kendilerinden bir parça güven duygusu çıksa.. o güven duygusu korkuya dönüşünceye kadar gece gündüz :
— Acaba ne gibi bir kusur işledik?. '
Diyerek, Cenab-ı Hak'tan temenni ve niyazda bulunmuşlardır. Zira, bir kimsenin, Cenab-ı Hakka nekadar yakmlığı varsa., o kadar korkusu artar; Cenab-ı Hak'tan nekadar uzak olursa., o kadar kendine güveni artar.
İşte Allah'ın velî kullarının miheki ve miyarı budur.
Allah'ın veli kulu olan değerli zatlar, kendilerinde ilâhi iltifatlara bakarlar; ama bunun için bir sevince kapılmazlar. Korkuları, güven duy­gularından üstün gelirse., o zaman, Cenab-ı Hakkın ihsanına şükür eder­ler; ilâhî mekirden bir parça emin olurlar. Zira, Cenab-ı Hak şöyle buyur-

— «izzetime celâlime and içerim ki; bir kuluma dünya korkusu ile âhiret korkusunu, dünya güveni ile âhiret güvenini birarada vermem. Eğer o, dünyada iken, bana karşı kayıtsız şartsız bir güven içine girer­se., kullarımı biraraya getirdiğim gün, ona korku veririm. Eğer o, dün­yada iken benden korkarsa, kullarımı biraraya getirdiğim gün, onu gü­ven içinde tutarım.»

Bu manaya göre; Cenab-ı Hak, bir kulun kalbinde; iki korkuyu ve


iki güven duygusunu birarada yaratmaz. Bunun için de, dünyada güven



--------------------------------------------------------------------------------


TENBİH - ŞERİAT-TARİKAT-HAKİKAT 303
içinde olanlar, âhirette korkarlar; dünyada iken korku içinde olanlar da âhirette güven içinde olacakiardır. Bu manayı anlamaya çalış.
Başta dedik ki:
— Şeriatta büyük günah sayılanlar, tarikatta küfürdür.
Bunu da açıklayalım; şöyleki:
Tarikatta olan kimselerden büyük günah zuhur ederse, onlar, tari­kattan uzaklaşır. Her birinin bin sene ömrü olsa, bu bin seneyi de gece namaz, gündüz oruçla geçirse., tarikat-ı aliyyeden zerre kadar koku ala­maz; alması da olacak iş değildir.
Bunun sebebini ve hikmetim de şöyle açıklayalım :
Şeriatta küfür sayılan bir günah, sahibini cennetten uzak eder. Ta­rikat-ı aliyyede olanlar ehlüllah hükmündedir. Şeriat ehlinin büyük gü­nahları, tarikat-ı aliyyeye girenlere göre küfürdür. Küfür enli nasıl cen­netten uzak olursa., bunlar da tarikat-ı ahyyeden uzak olurlar; kokusunu dahi alamazlar.
Anlatılan hale düşenler, sözle geçinir, serabı su sanırlar; halbuki se­raptır.
Burada şöyle bir şey diyebilirsin :
— Falan kimse, cümle haram işleri yapıyor. Gözünü kapadığı zaman da. doğudan batıdan haber veriyor: kendisine türlü türlü tecelliler ihsan olunuyor.
Bunun cevabı da şudur :
— O kimse bilmelidir ki; gördüğü şeyler ilâhi kerametler çeşidinden değildir. Bunun adına :
— î s t i d r a ç..
Derler. Papazlarda zahur eder; lânetli şeytanın hilesi; fesat tuzağı­dır. Çünkü, şeriattan bir parmak ayrılan, tarikattan doğu ile batı arası kadar ayrılır; uzak olur.
Anlatılan sebepledir ki : O kimselerin şeyin şeytandır; kendilerin­de ortaya çıkan şey de istidraçtır. Bu da, daha önce açıklanan ateşle nur misalidir; şeriatle ayırd edılir.
Bu eserin yazarına alt bir şiir :



--------------------------------------------------------------------------------


304 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Kebair ehline olmaz fütuhat; Tarikattan edna meratib mutlak..1
Bu manaya göre, o kimseler, ateşi nur sanıp ziyanda kalmışlardır.
TARİKATTA SAVURGANLIK
Gelelim tarikattaki savurganlığa.. Bunu da açıklayalım.
Değerli kardeşim, şunu da bilmiş olasın ki..
Şeriatta savurganlık, doyduktan sonra yemektir. Tarikat ehlinin, savurganlığı ise, doyuncaya kadar yemektir. Ehlüllahın savurganlığı ise.. Allah ile huzurda olmadan yemektir. Allah'ın velî kullarının savurganlığı işe kayıtsız şartsız bir güven içinde yemektir.
Cümle işlerde savurganlık bu şekilde anlaşılıp kıyas edilebilir.
Şeriatta, giyim işinin savurganlığı, haddi aşan bir giyim içine girmek­tir. Tarikatta ise, yeterinden fazlasını giymek savurganlıktır. Ehlüllaha göre; giyilen bir şeye ayrı değer vermek, giyilenleri ayrı ayrı görüp sev­mek, savurganlıktır. Allah'ın velî kullarına göre giyimde savurganlık, kayıtsız şartsız giyilene güvenıp sevmektir.
Dünya metaı sayılan cümle eşyanın savurganlıkları, burada anlatılan­larla ölçülmelidir; hepsi bu şekildedir.
Şeriattan konuşanın savurganlığı, lüzumsuz sözü söylemektir. Tari­katta ise, gerekeni söylemektir. Zira tarikat ehline, lüzumsuz olanı de­ğil; lüzumlu olanı dahi, bir zaruret olmadan söylemek gerekmez.

— «Çok söz, kalbi öldürür..»
Emri açıktır.
İşte anlatılan sebepten ötürü, Cenab-ı Hakkın zatına aşık olanlar, onun rızasını düşünüp ona uygun söz söylerler. Tarikat usulünde, şeriata

.(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Büyük günah işleyenlere gönül açıklığı gelmez; tarikatta en düşük mertebeye dahi ermek olmaz,



--------------------------------------------------------------------------------


TENBİH - ŞERİAT - TARİKAT - HAKİKAT 305

dair konuşmaya rahsat vardır; kalanı savurganlıktır.
Ehlüllaha göre, Allah ile huzurda olmadan konuşmak, savurganlıktır. Uykunun durumu da anlatıldığı manadadır.
Şeriatta sekiz saatten fazla uyumak savurganlıktır. Tarikatta dahi altı saatten fazla olursa savurganlık olur. Bundan başka, tarikatta olan yatacağı zaman, abdestli ve teveccüh üzere yatmalıdır. Tarikat ehlinin uy­kusu için, anlatılan üç şart vardır. Bunlar eksik olursa., o gece uyku, şa.-vurganlık olur.
Savurganlığa gelince, haramdır. Tarikatta haram olan bir şey ise., hakikatta küfürdür. Böyle bir şey yapan kimse de, hakikattan uzak olur.
Ehüllaha göre. Allah ile huzurlu olmadan uykuya yatmak, savur-ganlıktır.
Allah'ın veli kullarına göre, Allah'ın zatında huzura dalmadan uyku-ya yatmak, savurganlıktır. .
İşte şeriattaki bütün mubah işler, tarikatta, hakikatta haram olma­ya kadar varır. Nitekim, ayrıntıları yukarıda anlatıldı. Ciddi bir şekilde anlamaya çalış.

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
HATİME

Konusu : Tarikatlar arasında şüphe uyandıran:
— Her tarikatın sonu, Nakşıbendiye tarikatının başlangıcıdır. Cümlesinin yorumu.. Ruhanîdeki her latifenin; nefsanîde her sıfatın aynı olduğu ve yedi latifeye verilen isimleri açıklar.

Değerli kardeşim, burada anlatılacaklar da bilinmelidir.
— Her tarikatın sonu, Nakşıbendiye tarikatının başlangıcı.. Denilmiştir. Bu cümleden murad olan manayı şöyle açıklayabiliriz :
— Ruhanî yoldan gidenler, ilk hallerinde marzıye sıfatı ile muttasıf olurlar; nefsanî yoldan gidenler, ancak son mertebelerinde bu sıfat ile muttasıf olurlar. Böylece, öbürlerinin ilk mertebede bulduğu kemali, bun­lar, en sonunda bulurlar.
Diyerek, cümlenin dışına bakıp yanlış anlaşılmasın. Bunun manası başkadır. Şöyleki :
Ruhanî yolda olan zatlar, Hak yolcusu sanki, ruh yolundan götürür­ler. Bu yüzden nefse bakmakdan; sultanî ruhu, tezkiye ederler.
NEFSANÎ YOLDAN GİDENLER
Nefsanî yolda olan zatlara gelince., bunlar, nefsi terbiye ederler.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME- TARİKATLAR 307

Çünkü, Hak yolcusu salik, bunların eline düştüğünde hayvani ruhu, sul­tanî ruhuna nazaran üstün durumdadır. Vücud ikliminde, sultani ruhun hükmü geçmemektedir. Vücud ikliminln tasarrufu, hayvani ruhun elindedir. Bu durumda, sultanî ruhu, alt olmaktan kurtarıp vücud ikliminin tasar­rufunu sultanî ruha teslim etmek yolundadırlar.
Kendilerine, Hak yolcusu bir salik geldiği zaman, öncelikle, geçmiş günahlarından sorarlar. Bunun hikmeti ise, şudur : Hastanın hastalığı bilinmedikçe, hekim ilâç vermez; bu zatlar da işinin ehli hekim duru­mundadırlar. Bunun için de, Hak yolcusu salikin geçmiş günahlarını sorar; kalb illetine göre ilâç verirler.
Hak yolcusu salikin şehvet tarafını üstün bulurlarsa., zikirden, fikir­den sonra ağır riyazet emrini verirler. Eğer hatıralar tarafını, (nefsin azdırıcı sözlerini) üstün bulurlarsa, kırk çıkarma emrini verirler.
Diğerlerini de, üstteki ile kıyas edebilirsin.
Zahir hastalıklarında nasıl her birinin ayrı bir ilâcı varsa., batın hastalıklarında ise, her birinin yine ayrı ayrı ilâcı vardır.
Hak yolcusu sahkin geçmiş günahlarından sormaları; hastalığı an­layıp ona göre çaresini emretmek içindir. Bunlar, nefsi terbiye ederler. Nefsin hastalığının ilâcı ise, onun hoşuna gitmeyen şeylerdir. Bu şekilde, onun nefsini alt eder, tabiatı olan kötü huylarını da bıraktırırlar. Her sıfatta, nefsin tabiatının birinden geçirir; sultanî ruhun sıfatına bürün­dürürler. Hak yolcusu salik, bunun sonunda marzıye sıfatı ile müttasif olur. Ondan, hayvaniyet sıfatı tamamen kalkar; insaniyet sıfatına bü­rünür.
Anlatılan yoldan gidenler için, bir daha geriye dönmek muhaldir. Zira, her sıfatta bulunan sultanî ruhun tabiatını; hayvani ruhları, ken­disine hal etmiş; böylelikle kendileri de anlatılan sıfatlara bürünmüşler­dir. Bunun için, bunların düşmelerinden korkulmaz.
Ancak, anlatılan durumun meydana gelmesi, uzun zaman ister. Bu yüzden, çoğunun ömrü yetmemiş yolda kalmışlardır.
RUHANÎ YOLDAN GİDENLER
Gelelim ruhanî yoldan götüren zatlara..
Bunlar,' Hak yolcusu salike kolaylık olması için, nefsi kendi haline bırakır; rıihu temize çıkarmaya bakarlar.
Sultahî ruhun, hayvani ruha üstün gelmesi; vücud ikliminde hük­münün geçerli olması ve böylece, vücud ikiimini tasarrufu altına alması



--------------------------------------------------------------------------------


308 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

için; sultanî ruha teveccüh, kalb zikri ile yardım ederler. Bu arada, hayvani ruhu kendi haline bırakırlar. Onun terbiyesi ile uğraşmazlar.
İşte anlatılan sebepten ötürü; kendilerine inabe etmeye gelen bir Hah yolcusu salikten, geçmişte işlediği günahları sormazlar. Bunun se­bebini de şöyle açıklayabiliriz :
Hayvani ruhu kendi haline bırakırlar; nefsi alt etmesi için, sultanî ruha yardım ederler. Sultanî ruhun bu alt etmesi ile, nefis kendisini gizler; cümle uygunsuz işlerinden ve sözlerinden vazgeçer.
Anlatılan sebepten dolayı, Hah yolcusu salike, geçmişte işlediği gü­nahları sormazlar; hemen tarikat usulünü telkin ederler.
Bu telkln ile, Hak yolcusu salik, tam manası ile teslim olur; yıka­yıcı eline teslim edilen bir ölü durumuna girer ise., kısa zamanda, şey­hinin teveccüh bereketi, kalb zikrinin harareti ile sultanî ruh, hayvani ruhu alt eder. Bunun üzerine hayvanî ruh, vücud ikliminde hükümet tah­tını bırakıp vücud ikliminde bir yere gizlenir.
Bu yüzden, Hak yolcusu sahkin kalbine bir mikdar da, korku dü­şer; bütün kötü işleri iyi işlere dönüşür. Cümle kötü işlerden tevbe ile döner, istiğfar eder. Tamamen iyi işlerle amel etmeye başlar.
Anlatılan hal, nefsanî yolda, Hah yolcusu salike mulnime sıfatında hal olur. Ruhanî yolda ise bu, levvame halidir.
Hak yolcusu salik, anlatılan usulde zikrine, fikrine devam eder; kendisine telkin edilen şartları uygularsa., bundan sonra teveccühte ih­san olunan ilâhî feyzin nurundan, zikir kılıcının ateşinden korkan hay­vanî ruh, bir mikdar daha gizlenir. Tabiatı olan tereddüt ve renkten ren­ge girmekten geçer, ondan yana kalbe hatırlatma olmaz.
Bundan sonra, sultani ruha, kırınızı nurdan bir forma giydirilir. Bu­nun alâmeti de Hak yolcusu salikin kalbinde görünür. Bu Keyfiyet, Hak­yolcusu salikin; taklid yollu imandan kurtulduğunun işaretidir. Bu yol dan; hayvanî ruhun tabiatlarından birinin sessiz kaldığı, sultanî ruhun tabiatında ise, tahkiki imanın gerekleri vucud ikliminde yürüdüğü işareti verilmiştir. Hak, yolcusu salik, bu makamda renkten renge girmekleri. tereddütten kurtulmuş: hakiki imanla şeyhine işlerim ısmarlamıştır.
Üstte anlatılan, nefsanî yoldaki salike mutmainnede hal olur. Ru­hanî yolda olan da, bunu levvame sıfatında iken bulur.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 309
Bundan sonra hayvani ruh, sultanî ruhun bir mikdar daha ağırlı­ğını duyar; biraz daha kendisini yok edip gizlenir. Bundan sonra, sul­tanî ruha sarı nurdan bir forma giydirilir. Bunun alâmeti, Hak yolcusu salike, ruh tarafından görünür. Böyle olunca, sultani ruhun ağır bas­masından ötürü, hayvani rıih, kendisini biraz daha yokluğa çekip giz­lenir. Bu da, Hak yolcusu salikden benliğinin gitmesine, cümle işlerini Cenab-ı Hak'tan müşahede ettiğine delalet eder.
Bu anlatılan durum, nefsanî yolda mutmeinne halidir. Levvamede ise, bu hal levvame sıfatında zuhur eder.
Bundan sonra, sır yerinden beyaz bir nur zuhur eder; salike görü­ nür. O zaman yine sultanî ruhun ağır basmasından ötürü: havyanı; ruh. Bir miktar daha siner .İster istemez de sultani ruhun her emrine tes-
lim olur; asıl işaret edilen mana budur.
Hak yolcusu salik, her sıfatta mürşidin yardımı ile hayvani ruha üstün gelir. O sıfatın halini de, ister istemez, zorla hayvani ruha giy­dirir; böylece Allah tarafından tezkiyeye uğrar. Bu tezkiyesinde hay­vani ruh, kendi tabiatını; bulunduğu tabiattaki sultani rıihun tabiatına dönüştürür.
Anlatılan durum gerçekleştiği takdirde; sultanî ruha bir forma giy­dirilir. Bunun alâmetini gördüğü zaman, hayvani ruh, o sıfatın halini kabul eder. O vakit, bu sıfat, salike hal olduğunun işareti verilir. Sır nuru ile, bu durumun salike görünmesi, tam manası ile şeyhine teslim olduğuna işarettir.
Anlatılan hal, nefsanî yola göre mutmeinne sıfatı halidir. Ruhani-yede ise, levvaine de zuhur eder.
Bundan sonra, sultanî ruhun ağır basması ile, hayvani ruh, biraz daha gizlenir; sultanî ruhun tabiatı olan istikameti kabul eder. İster, istemez sultanî ruhun her emrini sebatla yerine getirir. O zaman, sul­tanî ruha, yeşil bir forma giydirilir. Bunun alâmeti de, o nuru, salikin hafi yerinden müşahede etmesidir. Bunun görünmesi de, salikte devama ve sebata işarettir..
Bu aniatılan dahi, nefsani yolda mutmeinnede hal olur; ruhanî yol­da ise, levvamede bulunur.
Bundan sonra, bir derece daha sultani rıih, hayvani ruhu alt eder. Hayvani ruhun 'artık tahammülü kalmaz ; ister istemez sultanî ruhun



--------------------------------------------------------------------------------


310 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

cümle emrine çaresiz kaldığı için razı olur. Böyle olduktan sonra, sul­tanî ruha, siyah nurdan bir forma giydirilir. Salik. bunun alâmetini ahfa yerinden müşahede eder. Bundan bilinir kl : Salike, Cenab-ı Hah ta­rafından acı tatlı ne gelirse tereddütsüz razı olacak..
Bu hal, nefsanî yolda olanlara razıye sıfatında hal olur. Ruhanî yolda dahi, yine levvamede bulurlar.
Bundan sonra, yine sultanî ruh, bir mikdar daha ağır basar. Böyle olunca da, hayvani ruh ve dünyalık işlere yarayan akl-ı maaş tamamen görüşlerini ve tedbirlerini şaşırır; vücud ülkesinde gizlenip hiç bir şeye karışmazlar. Bu durumda, sultanî ruha turuncu nurdan bir forma giy­dirilir. Bunun alâmeti, Hak yolcusu salike nefis latifesi tarafından gös­terilir. Bunun işareti ise, salikten tamamen Hakkın zatından başka şey­lerin sevgisinin gitmesi ve :



— Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır.
Sözünde gerçekçi olmasıdır.
Bu anlatılan, nefsanî yolda razıye halidir. Ruhanî yolda ise, yine levvamede zuhur eder.
Bundan sonra, Hak yolcusu salike, küllî letalf telkin edilir. O vakit, zikir vücud iklimine tesir eder; salikin cümle azası zikir okumaya baş­lar. Salik bu zikri, ten kulağı ile de işitir. Bazılarına bu makamda, cümle mevcudatın zikri dahi açılır. Onların zikirlerinden; kimini hal dili ile, kimini kal dili ile işitir.
Biitün olanlar delâlet eder ki : Artık vücud iklimi tamamen nef­sin elinden kurtulmuş, sultanı ruhun tasarrufu altına girmiştir. Cümle kötü huyları da, güzel huylara dönüşmüştür.
Anlatılan son durum, nefsanl yolda olanlara, marzıye sıfatında hal olur. Ruhani yolda olanlara ise, levvamede iken zuhur eder.
Nefsanl yoldan giden zatlar, nefis yolundan gittikleri için, yedi sı­fatın her birinde, bir isimle nefsi terbiye ederler. Salikin aldığı sıfatı,



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 311
nefis kendi rızası ile kabul eder. O sıfat, nefsin hali olduğunu salikin manasından müşahede ederler. Bundan sonra da, salikin zikrini değiş­tirirler. Açıkçası : Salike, levvamede iken, muinime hal olduğunu, o sı­fatla da muttasıf bulunduğunu salikin manen zuhuratından anlayıp zik­rini değiştirirler. Bu usule göre; Hak yolcusu salike, mertebelerini ta­mam ettirirler.
Ruhanî yoldan giden zatlar, nefsi terbiye etmeksizin, sultanî ruha yardım ederek sahki götürürler. Bunun için de, yedi sıfata karşılık, yedi letaif açıklamışlardır. Her latifenin hali ve alâmeti; anlatıldığı gibi sa-like göründüğü zaman, o latifeye karşılık, hangi sıfat ise., o sıfatın hali salikte zuhur eder. Bundan sonra, salike bir mikdar daha zikir verir­ler; bulunduğu latifeden daha ileri latifenin yeri salike gösterilir. Ön­ceki zikirden başka, o yere has olmak üzere bir mikdar daha zikir tel­kin edilir. Salik bu zikre devam ederse, sultanî ruha bir mikdar daha yardım gelir; hayvani ruha bir derece daha üstün olur. Bundan sonra hayvani ruhun tahammülü kalmaz; o latifenin karşılığı olan sıfatın ha­liin ister istemez kabullenir. O vakit, anlatıldığı gibi, Allah tarafından sultanî ruh tezkiye edilir; kendisine bir forma giydirilir. Bu forma gi­yilişi, o sıfatın salike hal olduğuna işarettir.
Anlatılan tertibe göre; Hak yolcusu salikin nefsi, levvame sıfatın­da iken sultanî ruha yardım gelir. Her latifede, bir mikdar zikir ekle­nerek sultanî ruh, hayvani ruha üstün edilir. O bulunduğu latifenin sı­fatı; aşk ateşinin şiddetli harareti, zikrin harareti, teveccühte ihsan olu­nan ilâhi feyzin nuru sebebi ile ister istemez kendisine hal olur.
Anlatıldığı yoldan küllî letaif zuhur ettiği zaman, salikten marzıye hali zuhur eder. Hal böyle iken, salikin nefsi, o sırada henüz levvame sıfatı ile muttasıftır; ama kendisi, marzıye sıfatının yolunu tamamla­mıştır.
İşte anlatılan manadan ötürüdür ki :
— Her tarikatın sonu, Nakşıbendiye tarikatının başlangıcıdır.
Diye anlatıldı. Yoksa, ruhanî yoldan salikin nefsi, sülûkünün baş­langıcında; nefsanî yoldan giden kimsenin sonunda büründüğü marzıye sıfatı ile muttasıf olması muhal iştir. Ancak, ruhani yoldaki zatlar, nef­si, sultani ruhla terbiye ettikleri için, sultanî ruhun ağır basmasından an­latıldığı gibi, her latifede zikrin eserleri zuhur ettikçe, o latifenin karşılığı olan sıfatın telini kabul eder. Daha kendisi levvame sıfatında iken, mar­zıye sıfatı ile muttasıf olur. O sıfatın hali de, salikte zuhur ettiği için :



--------------------------------------------------------------------------------


312 RİSALE İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
— Her tarikatın sonu, Nakşıbendiye tarikatının başlangıcıdır. Denildi..
***
YEDİ LATİFE
Gelelim, yedi letalfeye verilen isimlerin veriliş şeklini açıklamaya.. Yedi letaiften beşi şunlardır : Kalb, ruh, sır, hafi, ahfa.. Beş letaif, bu şekilde anlatılır. Altıncıya gelindiği zaman, onlara : —. Nefis letâifi..
Tabiri kullanılır. Bunun hikmeti sorulursa, biraz ayrıntılara girerek şöyle açıklayabiliriz :
Nefis letaifinin mahalli, aki-ı maaşın mekânıdır. Hayvani ruhun da. akl-ı maaşın görüşüne göre vücud iklimini yönettiği için, o yere :
— Nefis letâifi
Tabir edildi.
Cenab-ı Hak, hiç bir şeyi açığa çıkarıp meydana dökmeden, cümle varlıklar gizli bir örtü içinde idi. O anda, Yüce Zat'ının cemal tecellisin­den sultani ruhu akl-ı maad ile yaratıp var eyledi. Yine, Yüce Zat'ının celâl tecellisinden hayvani ruh ile akl-ı maaşı yaratıp meydana getirdi. Bundan sonra, cümle varlıklar :
— Kün (ol)..
Hitabı ile zuhura geldi; aşikâr oldu. Cümle ruhlar:

— Rabbınız değil miyim?.
Divanına toplandılar. Aradan nice zaman geçtikten sonra da, Haz-ret-i Âdem'in kalıbı yaratıldı. O zaman da, sultani ruhla, hayvani ruha :
— Âdem'in kalıbına gir.. Şeklinde ilâhî emir zuhur etti.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 313

O zaman, sultani ruha altı renkli, ilâhi nurdan altı forma giydirildi. Bu formalar içinde, sultanî ruh güzel huylara büründü. Bütün güzel huy­lar, giydirilen formalarda gizli idi; sultanî ruha giydirilince de, cümle güzel huylarla muttasıf oldu.
Anlatıldığı gibi, celâliyet sıfatının tecellisinden de, zulmanî olarak bir forma dahi, hayvahî ruha giydirildi. Cümle kötü huylar da, o giy­dirilen şeyin içinde saklı idi. Bunun için de, hayvani ruh, cümle kötü huylarla muttasıf oldu. , .
Bundan sonra anlatılanlar, ilâhî emre uyarak, Âdem'in kalıbına gir­di; Âdem de bu şekilde canlandı.
Anlatılanlardan bilinene göre :
— Cenab-ı Hak, ruhları yaratmış, bir yere koymuş, sonra da o yer­den getirip Âdem'in kalıbına koymuş, böylece Âdem hayat bulmuş..
Diye, yanlış bir mana anlaşılmasın. Çünkü ruh, İsra suresinin 85. âyetinde şöyle anlatıldı:

— «Sana ruhtan sorarlar; şöyle söyle:
— Ruh, Rabbimin işleri cümlesindendir.»
Bu manaya göre de, ruh hakkında çok sözler edildi. Cümlesi de, gerçeği bilmekte aciz kalmışlardır. Ancak, Cenab-ı Hakkın bildirdiği kul­ları bilirler; onlar da açıklamazlar. Anlatmaya kolaylık olması, okuyan kimselerce de mümkün mertebe kolay anlaşılması için, böyle yazılmıştır.
Sonra..
Âdem canlandı; kalıpla ruh birleşti. Tek vücut, tek cihet oldular. Akl-ı maad ile sultani ruhun vücud ikliminde hükümet etme yerleri kalb oldu. Daha önce de anlatıldığı gibi; sultani ruhun, aki-ı maad veziri oldu; kalbdeki hükümet tahtına oturdular.
Anlatıldığı gibi, hayvani ruha dahi, akl-ı maaş vezir oldu Vücuda fayda vermek için, hayvani ruh da kalbe yerleşti. Âkl-ı maaş dahi, Âdem'in iki kaşının arasında mekân tuttu. Beyinde olan güçlerle hay-



--------------------------------------------------------------------------------


314 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

vani ruha, dünyaya alt islerin cümlesini öğretti. Hayvani ruh dahi, on­ları yürütmek üzere vücuda hükmetti.
Bundan sonra, sultanî ruhla birbirine karşı hükümet etme işinde muhalefet çıktı; aralarına düşmanlık girdi. Zira, hayvani ruh, akl-ı ma­aşın yönetimine göre asla Allah'ın rızasını gözetmez; kendi tabiatı olan emmarelikle vücud ikliminde hükmeder.
Sultani ruha gelince, o da, akl-ı maadın yönetimi altında, kesin­likle dünya işlerine karışmaz. Vücud ikliminde Allah'ın rızasına göre hükmeder. Kendi tabiatı olan safiye sıfatına hayvani ruhu çekmek için çalışır. Aralarında zıdlık düşmesi de bu yüzdendir.
Bir kimse, bulûğ çağına gelinceye kadar, hayvani ruhu ile sultani ruhu, eşittir. Bir çocuk dünyaya geldiği zaman; cismi nasıl küçükse, onun akl-ı maaşı ile, akl-ı maadı da noksandır. Ama, hayvani ruhla sul­tanî ruhta noksanlık yoktur. Çocuğun vücudu her nekadar küçük olsa da. sultanî ruhla hayvani ruhu kemaldedir. Ruhta, büyümek, küçülmek olmaz; büyüyen çocuğun vücududur.
Ruh, ezelî ilimde, yaratıldığı gibi çocuğun vücuduna ihsan olunur; çocuk hayat bulur. Vakit tamam olduğu zaman da, ilahî emirle dünyaya gelir. Çocuğun, çocukluk halinde, büyük adamlar gibi rahat durmayıp çabalayıp oynaması, kalıp noksan, ruh da kemalli olmasındandır. Eğer, hayvani ruhla, sultanî ruh gibi: akl-ı maad ile akl-ı maaş dahi eksiksiz olarak ihsan olunsaydı; çocuk, kendi kendisini helak ederdi. Her şeye aklı erip icraya kudreti olmadığı için, mizacında hiddet zuhur eder; he­lâk olurdu. Bunun için, Cenab-ı Hak, çocuğun vücuduna göre; akl-ı maad ile, akl-ı maaş ihsan eyledi. Çocuk, yavaş yavaş büyürken; akl-ı maad ile, akl-ı maaş dahi yavaş yavaş büyür. Bulûğ çağında, ikisi dahi ke­mal bulur. Artık tedbir ve tasarrufa güçlü olduklarından, o vakit, cümle şeriat hükümlerini yerine getirmekle yükümlü olur.
O zamana kadar, sultanî ruhla, hayvani ruh; vücud ülkesindeki hü­kümet tahtında, eşit haklara sahip olurlar. Bunun sebebi ve hikmeti ise; akl-ı maad ile, akl-ı maaşın noksan olmaları, hayrı ve şerri hak­kıyle anlayamamalarıdır. Bu yüzden de, sultanî ruhla, hayvani ruh bu­lûğ çağına kadar, hükümet tahtında eşit durumdadırlar; birbirleri ile mücahede ve muharebe etmezler.
Bulûğ çağından sonra; akl-ı maaş, dünya yönünden gelen şeylerin cümlesini olduğu gibi idrâk eder. Hayvani ruha da, lezzet ve safa bu-



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME — TARİKATLAR 315

lacağı şeyleri öğretmeye başlar. O vakit, hayvani ruh da, öğrendiklerini vücud ikliminde yürütür; ona göre hükmeder.
Anlatılan şekilde, akl-ı maad dahi, kemal bulur; Allah'ın rızasını sultanî ruha öğretir. Sultanî ruh dahi, hükmünü o şekilde yürütür.
Bundan sonra, daha önce aralarındahi eşitlik durumu, zıddına çev­rilir; vücud ikliminde fitne kopar.
Bundan sonraki durum, o çocuğun cüz'î iradesine bağlıdır. Eğer hayvani ruha tabi olursa., sultanî ruhu nefse esir olur; vücud iklimi de tamamen hayvani ruhun tasarrufu altına girer. O klmse de, emmare sı­fatı ile muttasıf olup kalır.
Eğer çocuk, bulûğ çağında cüz'î iradesi ile sultanî ruha tabi olur ise; sultanî ruhun vücud iklimindekl hükmünü makul bulur, onu yürüt­me hususunda iradesini kullanırsa., o zaman, vücud ikliminin tamamı sultanî ruhun yönetimine girer. O kimsenin de, yaptığı işlerinden hep iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak durumu zuhur edip yürür.
Ancak., bütün bu olanlara rağmen, sultanî ruhun hükmü geçerli olsa dahi, hayvanı ruhun huyları düzelip güzel huylara dönüşmez. Zira, kötü huyların iyi huylara dönüşmesi; bir mürşid-i kâmile tam teslim olmaya muhtaçtır. Çünkü, sultani ruhla, hayvani ruh, cümle işlerinde, huyla­rında taban tabana zıd duruma düşmüşlerdir. Bu yüzden, sultani ruh, hayvani ruha ağır basarsa., hayvani ruhu, işleri olan cümle yasaklar­dan çeker, iyilik emrini vücud ikliminde yürütür. Ama, hayvani ruhu, tabiatı olan cümle kötü huylardan geçirip kendi tabiatı olan güzel huy­lara büründürmeğe gücü yetmez.
İşte, anlatılan manadan ötürü, cümle insan, bulûğ çağından sonra,
bir kâmil mürşide muhtaçtır.
Daha önce de anlatıldığı gibi, kâmil mürşid; ya nefsi terbiye yolu ile, ya da sultanî ruha yardım etmek sureti ile, hayvani ruhu cümle kötü huylarından geçirir ve cümle güzel huylara büründürür. Bunun için mür-şidsis olan kimseler, nekadar sofu mizaçlı olurlarsa olsunlar, ancak kötü fiillerin cümlesinden kaçar, cümle güzel huylara da bürünürler; ama bun­lar için kötü huyu, iyi huyla değiştirmek mahaldir.
Anlatılan sebepten ötürü, mürşidsiz olan klmseler, ya levvame sı­fatında, ya da mulhime sıfatında kalıp o sıfatlara bürünmüşlerdir. Bu yüzden, bir çocuk, bulûğ çağına geldiği zaman cüz'î iradesi ile sultanî



--------------------------------------------------------------------------------


316 RİSALE-İ MURAKABE — MURAKABE KİTABI

ruha tabi olsa dahi, yine de kâmil mürşide ihtiyacı vardır. Bunu daha açalım; şöyleki :
Eğer hayvani rıiha tabi olursa., anlatıldığı gibi, emmare sıfatına bü­rünür kalır. İşlerinin ve huylarının da tamamı, bütün davranışları Al­lah'ın rızasına aykırı olur. Zulmete girer, hayvahlik sıfatında kahr. Eğer cüz'î iradesi ile sultanî ruha tabi olursa., anlatildığı gibi; işlerinde iyiliği yâpmak, kötülüğe engel olma durumu ortaya çıkar; ama kötü huylarla muttasıf olup kalır. Bunun sebebi, yukarıda anlatıldı.
Bu manaya göre; vücud ikliminde sultanî ruhun güzel huyları yü­rümez; hayvani ruhun kötü huyları yürür. Dolayısı ile, hayvani ruha giydirilen zulmanî förına vücud iklimini sarar; ortalığı zulmet kaplar. O zaman, sultani ruha giydirilen altı formanın nurunu bu formanın zul­meti kaplar. Böylelikle güzel huyların cümlesi, sultanî ruhun formasın­da saklı kalır. Vücud ikliminde de, sadece kötü fiiller yürür.
Anlatılan duruma düşen kimsenin huyunun değişmesi muhal iştir. İsterse kendisi, asrının eşsiz görünen kimsesi olsun. Mutlaka kâmil mür­şide ihtiyacı vardır.
Mürşidsiz olan bir kimse, kâmil mürşid bulur; kendisini ona tam manası ile teslim eder ve yıkayıcı elindeki ölü gibi olursa., o zaman, yukarıda anlatılan manalar çerçevesinde : Zikrin harareti, mürşidin gü­zel himmeti, teveccühte ihsan olunan ilâhi feyzin artması ile nefsin ta­kati kalmaz. Bundan sonra, vücud ikliminde bir yere gizlenir. Bu yavaş yavaş da olsa ister istemez, takatsiz kaldığı için kendi sıfatı olan levva-mede iken mulhime, mutmeinne, razıye, marzıye sıfatlarına geçer. Bu sıfatların halini istemeden kabul eder; onlardan biri ile hallenir. Hallen-diği sıfatın huyları da vücud ikliminde zuhur eder. O zaman, sultanî ruha giydirilen formalardan biri yenilenir; sultani rııha yeniden giydi­rilir. Tek tek hallendiği diğer sıfatlarda dahi durum budur; Hak yolcu­su salik, bunu yerinde müşahede eder.
Anlatılan tertibe göre; nefis latifelerine kadar mümkün mertebe sultanî ruhun ağır basması ile, nefis kendi kötü huylarını bırakır. Ra­zıye sıfatına kadar sultani ruhun güzel huylarını hoşlanmasa da kabul eder. Vücud ikliminde de, nefsin kabul ettiği sıfatın halleri zuhur eder.
Allah'ın zatından başka sayılan masiva sevgisi ve benlik nefsin kendi emmare sıfatı durumundadır.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME — TARİKATLAR 317
Ahfa latifesi zuhur ettikte; razıye ile kendisine edilen ezaya, cefaya karşı koyamadığı için razı olup razıye halini de kabul eder. Ancak, ma­siva sevgisi ve benlik kalır.
Bundan sonra, nefis latifelerine de zikir telkin edilir. O zaman da zikir hararetinin şiddeti; aktı maaşın tedbirini ve tasarrufunu dağıtıp perişan eder. Akl-ı maaş dahi bunun üzerine hayvanı ruh gibi bir yere gizlenir, hiç bir şeye karışmaz. Böylelikle altıncı formanın dahi yenilen-mesi zuhur eder; yerinde salike görünür. Bu duruma geldikten sonra masiva sevgisi de silinir; onun yerini Allah sevgisi alır.
Şu anlatılacak husus dahi bilinmelidir.
Nefis latifelerine kadar olan letaif yerlerine :
— Kalb, ruh, sır, hafi, ahfa..
İsmi verilmiştir. Bunun hikmetini şöyle açıklayalım : Bu latifelerin belirtileri salike göründüğü zaman; vücud ikliminde hayvani ruhun huyları kendi içinde saklı kalır. Bu arada sultanî ruhun huyları da yürürlüğe girer. Bunun böyle olmasına da bu latifelerin açıl­ması işarettir. Buna göre, bu isimlerin verilmesi, durum tesbiti içindir.
Nefis latifelerinin yeri, akl-ı maaşın tedbir ve tasarruf eylediği yer­dir. Akl-ı maaş o, yerden dünyaya ait işlerin usulünü ve sevgisini hay-_ yani ruha öğretir. Salikte bu nefis latifelerinin açılması ile, vücud iklimi akl-ı maaşın görüsüne göre yönlendirilmekten ve onun tasarrufundan kurtulur. Masiva sevgisi de. Allah sevgisine döner. İşbu değişikliğe işa-ret olduğundan, bu latifelere de :
— Nefis latifeleri..
Adı verilmiştir.
Bundan sonra salike, nefiy isbat zikri telkin edilir. Yani :
— Lâ ilahe illallah (Allah'tan başka ilâh yoktur.)
Kelime-i tevhidi.. Bu kelime-i tevhiddeki (LA) nefiy olup (İLLAL­LAH) dahi isbattır.
Hak yolcusu,sali, her gün bir latifenin zikrini okuduktan sonra tel­kin olunan nefiy - ispata. başladığıı zaman, kelime-i tevhidin başındaki (LA) ile nefsin arta kalan benliği nefiy ateşi ile yanar: kül olur. O vakit, sultanî ruh, kendi tabiatı olan mahviyete (yokluğa) hükmeyleme-



--------------------------------------------------------------------------------


318 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

ye fırsat bulur; nefse de mahviyet hükmünü verir. Bu durumda, nefis ruha ait olduğundan, dava etmeye gücü yetmez; verilen hükmü kabul eder. Salikte dahi, kayyumiyet parçası zuhur eder.
Bundan sonra salike murakabe telkin edilir. Her gün, zikrini, nefy -isbat vazifesini yerine getirdikten sonra telkin olunan murakabeyi icra eyledikte hayvani ruh, ziklr kılıcının şiddetinden vücud iklimini sultanı ruha bırakır; sultanî ruhun her emrine de razı olur. Bu şekilde kendisi de bir şeye karışmadan dururken, keliıne-i tevhidin nefiy ateşi dahi üze­rine havale edilir, arta kalan benliği de yanar; sultanî ruhun mahviye­tini de kabul eder. O bu halde iken, kahhar isminin tecellisi zuhur eder; bu teceilide dahi, hayvanî ruh tamamen silinir; sultanî ruha dönüşür. O yok olur; yainız sultani ruh kalır.
Böyle olunca, Hak yolcusu salike, nur tecellisi zuhur eder. Bu hal dahi, nefsanî yolda marzıye halidir.
Ruhanî yolda, yine levvamede zuhur eder. Yani : Anlatılan hal..
Nefsani yoldan marzıye ile muttasıf olan zatlara, her nefeste zat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bunun sebebini ve hikmetini de şöyle açıklayabiliriz :
Onlar, nefsi terbiye ederek gelmişlerdir. Her bir sıfatın halini ne­fis, kendi rızası ile kabul eder; sonra da kendisine hal ederek marzıye sıfatına girer. Onlara, marzıyenin hal olması, işte bu sebebe dayanır. Zat tecellisi, zat müşahedesi halleridir; her nefeste zuhur eder.
Ruhanî yolda nefis levvame. ile sıfatlanıp dururken; sultanî ruhun ağır basması ile nefis gizlenir. Sultanî ruhun halini de istemeyerek, sul­tanî ruhun ağır basması ile kabul eder. Hemen her halini, zorla sultani ruhun haline dönüştürür. Böylelikle de, kendi tabiatları olan huyları gi­dip nefsaniye yolunda olduğu gibi, anlatılan sıfatların halleri kendisine hal olmaz. Sadece sultanî rıihun ağır basmasından ötürü, kendisini giz­liye çekip mahviyeti kabul eder. Bu yüzden de, teveccüh ve murakabe­lerinde anlatıldığı gibi, nur tecellisi ve nur müşahedesi zuhur eder. Ma-hlv halleri ise, isimlerin tecellisi, fiillerin tecellisi olur. Bunun sebebe-bini ve hikmetini de şöyle açıklayabiliriz :
Kendisi levvame sıfatındadır, sultanî ruhun ağır basması ile de giz­lenmiştir. Vücud ikliminin yönetimine de karışmaz. Bundan ötürü, he­nüz nefis levvame sıfatında iken, sultani ruhun teşviki ile marzıye ha-



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 319
line razı olur. Böylelikle de, anlatıldığı üzere, ruhanî yolda olan Hak yolcusu saliklere her sıfatın hali zuhur ederek, levvame sıfatında iken mertebeleri tamamlarlar. Ancak bu hale; nefsaniye, yolunda olduğu gibi, marzıye sıfatı, nefsin hali olmadığı için :
— Tekmil-i sülük (sülûku tamamlamak)..
İsmi verilir.
Tarikat ehli olanlar, ehlüilah olmanın başlangıcındadırlar. Şunun için kl : Nefis yolundan gidenler, bu makamda mertebelerini tamamlarlar. Çünkü, marzıye sıfatı, nefislerinin hali olmuştur.
Ruhanî yoldan gidenlere gelince., onlar bu makamda yolu tamamla­yıp ehlüllah zümresine katıldıkları halde; nefisleri levvamedir. Bu halde kendileri marzıye mertebesini aldıkları için, ehlüllah yoluna daha yeni :
— Bismillah..
Deyip girmişlerdir.
İnsanın kemal bulması nefis ile olacaktır. Nefis, anlatılan sıfatlarla sıfatlanıp marzıye sıfatı kendisine hal olmadıkça bir kimsenin, hayvanı sıfattan kurtulup insanlık sıfatına girmesi muhaldir. Bundan dolayıdır ki : Ruhanî yoldan sülûkü tamam eden salikin, suluktan sonra düşme­sinden ziyade korkulur. Zira nefis, kendi tabiatı olan huylarından, ter­biye edilerek her sıfatta rızası ile kendi halini, sultanî ruhun o sıfattaki haline dönüştürerek marzıye sıfatı ile sıfatlanmış değildir. Kendi hali levvame jken, sultanî ruhun ağır basması ile kendisini mahviyete çek­miş, marzıye halini de kabul etmiştir. Bu şekilde gelişen durum, ken­disine gayet ağır gelmiştir. Bu yüzden, daima sultani ruh tarafından, hile ile suret-i haktan görünüp onu düşürmeyi ister.
Anlatılan sebepten dolayı; ruhanî yolda olan bir salik için, sülû-künü tamamladıktan sonra, mutmeinne ile sıfatlanıncaya kadar, düşme­sinden çok korkulur. Zira, hayvani ruh; sultanî ruhun ağır basmasın­dan, teveccühte ihsan olunan ilâhî feyzin ziyadeliğinden, zuhur eden aşk ateşinin şiddetli hararetinden ötürü kimsesiz kalıp kendisini mahviyete çekmiştir. Bu yüzden de, anlatılan haller Hak yolcusu salikte zuhur et-, mişti. Sülükten sonra ise., mahabbet kesilir, önceki gibi zikrini, fikrini devamlı yürütemez ve huzurunu gaflete dönüştürürse.. işte o zaman :



--------------------------------------------------------------------------------


320 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Hayvani ruh, bir fırsatını bulup dünya cihetinden bir keyfiyetle meş­gul edip kalbini türlü hatıralarla doldurur.
Durum anlatıldığı gibi olduğu zaman; Hak yolcusu salik gafil bu-lunur, durumu kavrayamaz ise., yavaş yavas kendisini, hayvanı ruh bü­yük bir uçurumdan yuvarlar. Hükümet tahtını da sultanî ruhun elin-den alır. Artık vücud ikliminde, kendisi hükmetmeye başlar.
Bundan sonra durum, Hak yolcusu salikin tecellisine bağlı kalır. Ya ihsan olunan halleri yitirip yine levvame sıfatında kalır; yahut lev­vamede dahi duramaz; emmareye kadar iner. Bu keyfiyet, iki şey dı­şında değildir; şöylekl :
a) Levvame halinde kalır.
Burada kalırsa, yine anlatılan halleri bulacağına ümit edilir.
Bu duruma düştüğü zaman, kendisine bir kapanıklık zuhur eder. Teveccühte ve mürahabedeki ilâhî ihsanları kaybeder; kesinlikle ruha-niyetten bir lezzet alamaz. Ancak, bu kimsenin nefsi, levvame sıfatında olduğundan, daima kabahati kendisinde bulur, nefsine çıkışır. Sonunda insafa gelir, pişmanlıkla şeyhine teslim olur; eskl usulüne göre çalış­maya başlar. Böyle edince, yine şeyhin himmeti ile önceki derecesini bulur. Her sıfatın hali ile nefsi sıfatlanır.
Levvame halinde kahp o hal ile, âhirete göçer. Bu durumda dahi, onun için merdudiyetten korkulmaz.
b) Levvame sıfatında duramayıp emmareye düşmesi..
Böyle bir duruma düşünce de, Allah korusun; kendisine olan ilâhî ihsanlara :
— Evham kabilinden şeylermiş..
Der; tarikattan uzaklaşmış olur. Böyle bir şeyden, Allah-ü Teâlâ'ya sığınmak gerek..
Anlatılan sebepten ötürü, mürşide gereken odur ki; salik, sülûkünü tamamladıktan sonra, yani : Latifelerin müşahedesi, murakabe yok ol­ması, hur tecellisi zuhurunda; Resulüllah'ı keşfetmek zuhur eylemez ise.. ö salikln tamamlama Fatiha'sı okunmadan durula.. Bu gereklidir; zira yalnız nur tecellisi ile salik, tek kanatlı kuşa benzer. Nasıl bir kuş, tek kanatla uçamaz helak olursa., bu salikin helak olmasındanda çok kor-



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 321
kulur. Bunun için, salikin tecelli tarafı nekadar kuvvetli olursa olsun: Resulüllah'ın keşfi zuhur edip konuşmak ihsan oluncaya kadar, salikin tamamlama Fatihası okunmadan durulmalıdır.
Hak yolcusu salikin sülûkü tamamlandıktan sonra; mürşide düşer ki, salike şöyle söyleye :
— Çocuğum. sen şöyle bir zanna kapılmayasın :
— Ben, sulûkümü tamamladım. Benim isim tamam oldu. Artık şey-he ihtiyacım kalmadı.
Zira. sulük ehlinin sonu, ehlüllah haline girmenin başlangıcıdır. Sen şimdi, ruhaniyet yolundan tarikatı tamamladın; ehlullahın mertebesine vardın. Ancak, senin nefsin simdi levvame sıfatlıdır. Bunun için, tari­katı tamamladın; marifete :
— Bismillah..
Dedin.. Şimdi öncekinden daha, çok çalışmak gerekir. Zira, bu yer, çok korkulu bir yerdir. Burada, cümle ehlüllah :
— Aman ya Rabbi, sana sığınırız..
Diye çağrışırlar. Bu yerden düşenin parçası bulunmaz. Nefsin hile­sine de akıllar ermez.
Böyle dedikten; sonra, çok nasihat edip mülhime sıfatına geçme yollarını emir vermelidir.
Bundan sonra, o salikin zikrinden sormalı; eğer onun zikri dört binden fazla ise, bu zikri biraz düşürmelidir. Teveccüh ve murakabe hususunda dahi, çok tenbihte bulunmalıdır.
Sülûkünü tamamlayan bir salike; en az bir saat teveccüh, bir saat de murakabe şart gibidir.
Zira salik, sulûkünü tamamlayıncaya kadar; ezel ayrılığı ateşi aş­kının şiddetli sıcağı ile her latifenin açılısında bir nebze yarın vuslatın­dan haber alır. Böyle oldukça, ask daha da şiddetlenir. Vuslat tamam ol­duğu zaman, ayrılık vuslata çevrilir. Bundan sonra aşk sükûnet bulur; sadece cüz'i bir sevgi kalır. .Bu vakit, nefsin fırsat kolladığı vakittir. Bunun için de salike teveccüh ve murakabe çokça emredilmelidir. Nefis, sultani ruha alt olmuşken, aşk ateşinin sükûnet bulması ile kuvvetle­nir, hile yoluna başvurabilir. Böyle bir durum meydana gelmeden, çokça
Mittah'ül -Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F.: 2l

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: risale-i murakabe
MesajGönderilme zamanı: 08.01.09, 23:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.12.08, 03:44
Mesajlar: 190
322 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
teveccüh ve murakabe emredilmelidir, Mülhimeye geçme yolları ve ça­releri de anlatılmalıdır.
Bundan sonra da arayı boş bırakmamak gerekir. Daima, o salikin halinden sormak icab eder. Eğer düşüş görülür ise., aralıktan haline teveccüh edip ona nasihatta bulunmalıdır. Mutmeinne hal olup bizzat. sözle anlatılamayan bir şekilde velayet müjdesi kendisine ihsan olunun­caya kadar saliki; bu tertibe göre terbiye etmelidir.
Zira, Hak yolcusu salikler, Allah'ın birer emanetidir. Durumları, şeyhlerinden sorulacaktır.
Amma, sözümüz, kâmil salike göredir. Hali eksikli olan salik, şeyh­ten sorulmaz.
Bundan sonra, eğer o salikin hilâfete kabiliyeti var ise; kendisine velayet sırrı müjdelenmeli, hilâfet tacı, hırka-i saadet, gayret kemeri ihsan oluna.. Zira, mutmeinne sıfatı ile sıfatlanan salike; kabiliyeti var­sa, hilâfet lâyıktır. Çünkü; tecellisi Allah ile var olmak (bekabillah), hali ilmel-yakîn, işleri Cenab-ı Hakka ısmarlamaktır. Böyle bir salikin düşmesinden de korku yoktur.
Eğer hilâfete kabiliyeti yoksa, kendisine sadece, velayet müjdesi verilmelidir. Sonra da, her sıfatın elde ediliş çarelerini emretmelidir. Bu arada, halinden de sormak gerekir. Zuhuratına göre de, halini yorum­layıp teselli etmelidir.
Marzıye sıfatı ile sıfat alıncaya kadar, her salikin şeyhine ihtiyacı vardır.
Şeyhine dahi düşer ki : Müridi marzıye sıfatını alıncaya kadar, her sıfatın çarelerini göstererek terbiye ede..
Velayet müjdesinden sonra, salike şöyle demek gerekir :
— Bu durum, henüz bir şey değildir. Giydirilen forma, velayet müj­desi - formasıdır. Peygamber varisi olduğuna işarettir. Geçmişteki pey­gamberlere, bu makama geldiklerinde peygamberlik ihsan olunur. Şimdi bizler de, Fahr-i Âlem efendimiz hürmetine bu sıfatla sıfat aldığımız zaman, sözle anlatılması zor olan bir forma giydik. Yunus suresinin 62. âyetinde buyurulan :



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 323

— «Haberiniz olsun, Allah'ın veli kullarına korku yoktur; onlar, mahzun da olmazlar.»
Mana ile müjdelendiğimiz; efendimizin :

— «Ümmetimin âlimleri, İsraloğullarının peygamberleri gibidir.»
Hadis-i şerifi ile :

— «Alimler, peygamberlerin varisleridir.»
Hadis-i şerifine, mutmeinne sıfatında tasdik yeri oldu. Bundan do­layı da, tevekkül forması giydirilir; üstteki âyet-i kerime ile müjde­leniriz.
Şöyle bir mana anlaşılmasın :
— Biz, işimizi bitirdik. Âyet-i kerime ile de müjdelendik. Bundan sonra, bizim için korku yoktur..
Kesinlikle böyle bir anlayışa kapılmamalıdır. Zira, korku şimdiden sonradır. Haklkatta bulûğa erdik; velayete : — Bismillah..
Dedik.. Bundan sonra, suyu üfleyip içmek gerek.
Böyle dedikten sonra; daha önce anlatılan şeriatta büyük günahın tarikatta küfür olduğunu, şeriatta küçük günahın hakikatta küfür ol­duğunu, şeriatta mubahın marifette küfür olduğunu güzelce salike söy-



--------------------------------------------------------------------------------


324 RÎSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

lemek gerekir. Velayetin şartları da güzelce tenbih edilmelidir.
İsleri Cenab-ı- Hakka ısmarlamak, kendisine hal olduktan, sonra;
dünyalık işlere sevgiyi kalben kesmek, sevinç ile kederi bir bilmek usul­lerini ve çarelerini güzelce sahke anlatıp tenbih etmelidir.
Bundan sonra, Hak yolcusu salik; razıye sıfatına büründüğü za­man, yine şeyhlne gerekir ki; onu sırren müjdeleyip şöyle diye :
— Şimdi velayet hal oldu; ama mertebeler tamam olmadı. Bu giy­dirilen forma; velayet hali, nübüvvet eseri müjdesidir. Velayetin hal ol­duğuna, bundan sonra da masumiyet ihsan olunacağına işarettir. Ama, bu hal de, kemalde eksikliktir. Bu halde kalmak, cehalet ve mahcubi­yettir. Yani : Esas manadan yana perdeli olmaktır.
Böyle dedikten sonra, mertebelerini tamamlamadan âhirete göçen velilerin kıyamet günü mahcub olacaklarını anlatmalıdır. Bundan sonra, umumî manada nasihat etmelidir. Sonra bütünüyle, velîlerin vuslatları­nı, aynel - yakîn sırrını, hal olmuşsa hakkal - yakin sırrını emredip mar-ziyeye geçme yollarını ve çarelerini anlatmalıdır.
Bundan sonra, Hak yolcusu salik, marzıye sıfatı ile sıfatlanıp ma­sumiyet forması giydirilinceye kadar; yine şeyhi daha önce anladığı gibi, onun halini yorumlamaya ve avutmaya bakmalıdır.
Hak yolcusu salike, masumiyet forması giydirildikten sonra da, yine şeyhine düşer ki; ona marzıye halini müjdeleye —ki bu giydirilen ma­sumiyet forması mertebelerin geçişi tamam olduğuna işarettir;— şöyle diye :
— Geçmiş ve gelecek günahların bağışlandı; hayvaniyet sıfatın, in­saniyet sıfatına dönüştü, insaniyet sıfatına büründüğüne de işarettir.
Böyle dedikten sonra, geniş kapsamlı nasihat ede.. Altı ay kadar yahut bir sene kadar, yine salikin halini yorumlaya ve kendisini teselli etmeye baka.. İçten ve dıştan aralıkta imtihan edip halini yoklaya..
Altı ayın bitimine, bir senenin bitimine kadar salikteki mahviyet aynı düzeyde durur, bir iniş zuhur etmez ise., bilinsin ki : Ona marzıye sıfatı hal olmuştur.
Bundan sonra, o müridin artık şeyhe ihtiyacı kalmaz; onun şeyhi bizzat şekli anlatılamayacah kadar yüksek manada Cenab-ı Hak olur.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 325

O vakit, kendisi de bir kâmil mürşid olur; Resulüllah'ın verdiği ruh­satla, Cenab-ı Hakkın kullarını irşad etmek için kendisine kudret ihsan olunur. Elini tutan Hak yolcusu salikl, irşad edip Cenab-ı Hakka ulaş­tırır.
Bir kimse, kâmil mürşid olamaz; taa, marzıye sıfatına bürününceye kadar.
Anlatılan manadan ötürü, eksikli mürşidin elini tutan salikler, ta­rikattan nasipsiz olup hakikattan yana da ziyanda kalmışlardır.
Bunun içindir kl; mutmeinne sıfatı, peygamber varisi makamı ol­duğundan, kabiliyeti olan zatlara hilâfet verilmesi yerindedir. Hilâfet­ten sonra da, anlatıldığı gibi, anlatılan çareleri deneyerek, terbiye ede­rek, Hak yolcusu salikin halini yorumlayıp teselli etmek gerekir. Bu makamda iken, şeyhinin himmeti ile, sayesinde irşada kudreti vardır. Ama, şeyhi âhirete teşrif ettikten sonra; kendisi kemalde eksik oldu­ğundan, elini tutan salikleri irşad edemez, hemen kendisini kurtarmış
olur.
\ Bu mana dolayısı iledir ki: Geçip giden büyüklerimizden cümle
veliyyüllah; gerek ruhanî yoldan, gerekse nefsanî yoldan cümlesinin mü-ridleri, marzıye sıfatına ulaşmadan her nekadar kendilerine hilâfet ve­rip irşada memur eyledilerse de, ellerine icazet verip onları kendi hal­lerine bırakmazlardı. Taa, marzıye sıfatı, onun hali oluncaya kadar.. Bu­nun sebebini ve hikmetini de şöyle açıklarlardı :
— Bizden sonra, noksan kalır; irşad işine yaramaz.. Burada, şöyle bir şey diyebilirsin :
— Geçmişteki pir efendilerimiz, bir bakışla saliki Yüce Allah'a ulaş­tırır; kendisine hilâfet verirlermiş!.
Bunun için şöyle deriz :
— Evet, sözünde doğrusun. Bu durum, ruhanî yoldan giden bir sa-likin haline benzer. Nefis, levvamede iken, bir bakışta marzıye haline ge­çirip onu Allah'a ulaştırırlardı. Ama, kendisine :
— İşin tamamdır..
Deyip hilâfet vermezlerdi. Bundan sonra, onu terbiye ederek, mer­tebeleri tamamlamayı, kendisine hal ettirirlerdi.



--------------------------------------------------------------------------------


326 RİSALEiİ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Sözün özü odur ki : Nefis, terbiye olmadıktan sonra; kendi tabiatını sultanî ruhun tabiatına dönüştürüp anlatılan sıfatlara bürünmesi olmaz iştir.
Ancak, ruhanî yolda, kolaylık vardır. İlk elde, nefsin terbiyesine kalkışılmaz. Sultani ruha yardım edilir, bu yoldan da nefis alt olur. Anlatıldığı gibi de nefis levvamede iken, marzıye halini zorla ona giydi­rirler. Sülûkün tamam olmasından sonra da, her sıfatın iyileşme çare­lerini deneye deneye terbiye ederek, mücahede etmeden; yiyerek, içerek, dostları ile konuşarak, dünya cihetinden gelen cümle işlerini yerine ge­tirerek en kısa zamanda mertebeleri tamamlattırırlar.
Sözü edilen çareleri deneyerek, tarif edilen reçeteli ilâçları kullana­rak; yine tarif edilen yoldan teveccühlerini ve murakabelerini sürdürüp zikre, fikre devamlı çalışan. saliklerin; halk arasına karışmalar, yeme-ler. içmeler, dünya cihetinde olan yararlı işler, zerre kadar feyizlerine engel olmaz. Sülûkü tamam ettikten sonra da. mertebeleri tamamlar. marzıye sıfatına bürünürler. ,
Bunun sebebini de şöyle anla'tmak mümkündür :
Önce sultani ruha yardım ederek nefis alt edilir. Daha önce, sul­tanî ruh alt iken, her sıfatın iyileştirme çaresi kullanılarak, sultanî ruh hâkim duruma geçer. Nefis, baştan alt olduğundan, durumu kabul edip geri çeviremez, iyileşme çarelerini kullanır. Yavaş yavaş kendi tabiatı, sultani ruhun o sıfattakl tabiatına çevrilir; o sıfatın hali ile de hallenir.
Anlatılan sebepten ötürü, ruhanî yoldan giden salikler; mücahede-siz olarak, kısa zamanda mertebeleri tamam ederler.
Nefsanî yola gelince., uzun zamanda, türlü türlü mücahede ile sü­lûkü tamamlar, mertebeleri alırlar. Bunun sebebi de, ilk elde nefsi ter­biye etmeleridir. Şöylekl :
Hak yolcusu salik, ilk halinde ya levvame sıfatındadır, yahut em-mare sıfatında.. Bu ikisinin dışında değildir.
Nefis, anlatılan sıfatın hangisinde ise, sultanî ruha üstün gelir; vti-cud ülkesi de onun yönetimindedir. Nefsi alt etmek, hükümet tahtını elinden almak, sultanî ruha teslim etmek için; salike : Riyazet ve kırk çıkarına (erbain) hükmü verirler. Türlü türlü nefse ağır gelen; zor olan neler varsa, onları salike yerine getirmesi için emrederler; yaptırırlar.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 327

O vakit de, nefis perişan olur; kimsesiz kalır; sultanî ruh da hükümet tahtını onun elinden alır, kendisi hükümet etmeye başlar.
Anlatılan biçimde her sıfatın halini, hayvani ruha; riyazet kuvveti ile, türlü mücahede ile hal ettirirler.
Sülûkü, mertebeleri tamam edip marzıye sıfatını da alıncaya ka­dar; cümle sıfatların halini, hayvani ruha hal ettikleri için, bunların düş­mesinden korkulmaz. Yani : Nefsanî yoldan giden bu zatların..
Ancak, bu zatların bu yola ilk girişlerinde manen keşfe dair bazı şeyler riyazet kuvveti ile ortaya çıkar. Bunlara varlık verirlerse, bir adım dahi ileri gidemezler; büyük bir çukura yuvarlanır kalırlar.
Anlatılan sebepten ötürü, bunların ilk halleri, ruhanî yoldakilerin sonlarıdır. Şöyleki :
Ruhanî yoldan giden salikler; sülüklerini tamam ettikten sonra te-veccuhlerinde ve murakabelerinde başka başka şeyler açılır, onları gö­rürler. Nefsanî yoldan gidenler de, bunu başlangıç hallerinde bulurlar.
Bunun sebebine ve hikmetine gelince; türlü türlü mücahede ile, ri­yazetle nefsi terbiye etmeleridir. O zaman nefis zayıflar,, bedenleri mad­dî güçten düşer. O zaman da, bedendeki alçaklık, yüksekliğe alt olur. Bunun için de cisimleri cisın-i latif olup uykuları, uyumakla uyanıklık arası bir şeydir.
Şu da bilinmektedir ki; vücud ikliminde dört unsur vardır; bun­ların terkibinden meydana gelmiştir. Bunların ikisi yüksekliği (ulvîyi), diğer ikisi de alçaklığı (süfliyi) gösterir.
Yüksekliği ifade eden şunlardır : Ateş, hava.. Alçaklığı ifade eden de şunlardır : Toprak, su.. Vücud iklimi, bu dört unsurdan mürekkeptir.
Ciğer, daima körük gibi hareket eder; dışarıdan havayı çeker. Bu hava, ciğerin hareketi ile, vücud ülkesinde uçar, sonra yine dışarı çıkar. Böyle bir devri - daim ile, vücudda bulunan cümle âletler, havanın devri ile hareket ederler. O hareketten, vücudda bulunan ateşe yardım gelir; vücudda önce sıcaklık zuhur eder. Bu hava, vücuddaki suya karışınca da kan olur.
Yenilen şeyler de, midede erir; posa halinde dışarı atılır. Kalan sa­fisi ise vücuda kuvvet ve et olur. Bundan dolayı, vücudda bulunan top­rakla suya, daima yenilen ve içilen şeyler yardım ederler.



--------------------------------------------------------------------------------


328 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI

Hava ile ateş dahi, ciğerin hareketi ile dışarıdan içeri, içeriden dı­şarı devroldukça, vücudda bulunan hava ile ateşe yardım gelir.
Anlatılan dört unsur, itidalli birbirine denk olursa; ne yüksekliği ifade edenler görevlerini yapabilirler, ne de alçaklığı ifade edenler.. İti­dalli, birbirine denk dururlar.
Nefsanî yolda olan zatlar, nefsi riyazetle terbiye ettikleri için nefis terbiye olur; toprakla suya da yardım gelmediğinden dört unsurdan yüksekliği ifade edenler, alçaklığı ifade edenlere üstün gelir. Bu üstün gelişten de vücud ikliminde bir letafet zuhur eder. Bu yüzden de, ilk halinde salike mükâşefeye dair bazı şeyler zuhur eder. Ancak, riyaze­tin kuvveti sebebi ile gelmiştir. Ehlüİlah arasında kötü sayılan bir du­rum olup :
— Hayz-ı rical..
İsmi verilmiştir. Büyük bir uçurumdur; saliki yolundan almaya se-beb olur.
Ruhani yoldan giden salikler ise., riyazetsiz gittikleri için, vuslat­tan sonrası, mutmeinne sıfatı ile sıfatlandıktan sonra her birinin ha­line göre : Razıyede, marzıyede, safiyede muttasıf oldukları sıfatın ha­line uygun olarak anlatılan keşif, teveccühlerinde ve ayık hallerinde kendilerine ihsan olunur. Allah'ın velî kullarının kerameti budur; buna :
— Keşf-i rical.
Tabir edilir. Cenab-ı Hak tarafından kullarına ikram olunduğundan, çok beğenilen bir şeydir.
Nefsanî yolda, işin başında nefsi terbiye ettikleri için,; nefisleri mut­meinne sıfatına girmedikçe, onlar için sülûkü tamamlamak muhal iştir. Çünkü : Nefis, rızası ile mutmeinne sıfatına girmeyince, sultanî ruha kendi isteği ile teslim olamaz. Bu sebepten; salik, işleri Cenab-ı Hakka ısmarlamayı hal edinip tereddüt ve renkten renge girmekten kurtulma­dığı için levvamede ve mülhimede kendisine hiç bir şekilde vuslat nasib olmaz. Zira, vuslat ancak mutmeinneye mahsustur. Bunun içindir ki : Nefsanî yoldan giden Hak yolcusu salik, mutmeinnede sülûkü tamam­lar; nur tecellisi, nur müşahedesi yahut nur tecellisi, sıfat müşahedesi ihsan olunur.
Anlatılan hal, ruhanî yoldan giden salike; levvamede ihsan olun­duğu için :



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 329

— Nefsani yolun sonu, ruhanî yolun başlangıcı..
Denilmiştir. Ama, vuslat ciheti ile.. Keşif keramet ciheti ile de; ruhanî yolun sonu, nefsanî yolun başlangıcıdır. Zira, nefsanî yoldaki­ler, riyazet kuvveti ile, başta da anlatıldığı gibi keşif kerameti ilk hal­lerinde bulurlar. Ancah, iyi sayılmayan bir durumdur. Büyük bir uçu­rumdur ki; Hak yolcusu saliki yolundan alır, muradına nail olamama­sına sebeb olur.
Gaye, yar ile beraber olup perdesiz cemalini görmektir; onun ver­diği ihsanlara aldanıp manadan perdeli kalmak değildir. Bunun için, Hak yolcusu salike, başlangıç hallerinde zuhur eden şeyler büyük bir teh­like sayılır. Pek çoğu bu ilk zuhurata aldanıp murada eremeden kalır­lar. Buna hayz-ı rical ismi verilip şöyle denilmiştir :
— Hayz-ı rical, ehlüllahın düştüğü bir uçurumdur.. Bunlar, ehlüllahın :
— Aman ya Rabbi, bunlardan sana sığınırız.
Dedikleri şeylerdir. Bunlara sahip olup kalan kimseleri yollarından alır. Bu işleri özet olarak şöyle sıralayabiliriz : Kabirdekilerin hallerini keşfetmek, ülkeleri keşfetmek, kalblerindekini keşfetmek, melekût âle­mini keşfetmek, musibetleri gidermek, arzuları yerine getirmek.. Bu öl­çüde daha başka şeyleri de sıralayabilirsin.
Bunlar gibi her nekadar keşfe dair şeyler varsa, zuhur ettiği za­man, bir kimse kendisine :
— Kemal ehli oldum..
Deyip halka evliyalık taslamaya kalkarsa, kendisini büyük bir uçu­ruma atmış olur; dünya ve ahiretini berbat eder, mahcubiyette kalır. Zira, bu haller papazlarda dahi vardır.
Riyazet kuvveti ile daha önce de anlatıldığı gibi; dört unsurdan ateş ile havanın ağır basmasından vücud ikliminde bulunan yükseklik, alçaklığa üstün gelir. Bu üstün gelişten, vücudda latiflik zuhur eder. Bu yüzden de, anlatıldığı gibi, vücudda türlü türlü şeyler zuhur eder.
Anlatılan durumda salike düşer ki; kesin olarak onlara varlık ver­meye, kendisini de hiç mertebesinde göre :



--------------------------------------------------------------------------------


330 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI

— Allahım, tüm gayem sensin; isteğim rızandır..
Diyerek, zikri ile fikri ile meşgul ola.. Taa, kendisine mutmeinne sıfatını hal edinceye kadar.. Bu arada sıfat tecellisi, zat müşahedesi zu­hur edip aynel - yakin sırrına uygun hale gelinceye kadar..
Bu arada, kendisinden zuhur eden şeylerden çok çok sakınıp kork­malıdır :
— Kadınların aybaşı halleri, kendilerini namazdan, oruçtan uzak ettiği gibi, bu haller dahi bizi Cenab-ı Hakkın vuslatından uzak eder­se., halimiz nasıl olur?.
Diyerek, geceli gündüzlü ah edip inleyerek gözyaşı dökmek gere­kir. Ta ki, Cenab-ı Hak, bu büyük uçurumdan geçirip mekândan cihet­ten beri olarak sözle anlatılamayan Yüce Zatına ulaştıra.. Bundan sonra, nekadar keşif, keramet cinsi şeyler zuhur ederse etsin; veliyyüllah ke­rametidir. Sahib olanların feyzine zerre kadar engel olmadıktan başka, belki de feyzin artmasına sebeb olur. Zira, aşık, maşukuna ulaşmadan önce; maşukun aşıka verdiği ihsanlar aşıki denemek içindir :
— Bir göreyim, cemalime mi aşıktır; malıma mı aşıktır?.
Diyerek aşıkın gerçek aşık olup olmadığını anlamak ister. Bunun için de, türlü türlü mal ihsanı gelir. Eğer aşık, ihsan olunan türlü türlü hediyelere aldanıp kabul eyler ise., aşıkın yalancı olduğunu anlar. Bun­dan sonra değil cemalini, eteğinin ucunu dahi göstermez. Bu hediyeler, aralarında büyük bir perde olur. Aşık dahi, maşukunun vuslatından na­sipsiz kalır.
Eğer aşık, bu gelen hediyelerle asla sevinmez; getiren adama türlü sitemler edip : Hediyeleri kabul ettiğini, esas gayesinin de vuslat oldu­ğunu, kendisinin gece gündüz huzursuz olduğunu; mektuba yazıp maşu­kuna gönderdiği zaman, maşuku o mektubu alıp mütalaa eder. Kendi­sinin gerçekten aşık olduğunu anlar; sadece kendisini değil, ruhunu ve cümle mülkünü aşıka teslim eder. İşte o zaman, aşık maşuka ulaşır; maşukun cümle malı mülkü aşıkın olur.



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 331

Bir şiir :
Aşık-ı sadık isen sana yeter rü'yet pes; Aşık-ı kâzib isen var keramet ara gez..1
Eğer zuhur eden şeylere aldanıp kendi kendine :
— Adam oldum. Maşukum benden hoşnut olmasaydı; bu ihsanları bana göndermezdi.
Diyerek zuhur eden keşiflere aldanıp sevinen, üstteki misalde an­latıldığı gibidir. Kendisine gelenler, ilâhî bir imtihan içindir; denenir. Ku­lunun muradını bildiği halde; özür, bahane bulmaması için bu şekilde dener. Zahirdeki aşıka, maşukundan denemek için gelen hediyeler, ma­şuku ile kendi arasında büyük bir perde, sadece elinde kalan hediye ol­duğu gibi; Yüce Hakkın zatına aşık olanlar dahi, keşif keramete akla­nırlarsa.. Cenab-ı Hak ile kendi aralarında perde olur. Keşif bataklı­ğında kalır, kıyamet günü de necasete beslenmiş olarak gelirler..
Ancak, gerçek aşık gibi hediye çeşidi zuhur eden şeylerden ötürü, gayet kederlenip :
— Benim gayem bu değil; bilirsin. Ben, yerlerdeki göklerdeki şey­lerden haberdar olup zahirde şöhret bulmah istemem. Benim istediğim ancak sensin. Senden başkası bana gerekmez..
Deyip geceli gündüzlü ah edip inler.
İşte hali son anlatılan aşık gibi olan salikleri, Cenab-ı Hak, büyük tehlikelere düşmekten korur. Yüce zatına ulaştırır.
İşte o zaman, gerçek aşık, denemeden sonra maşukuna ulaşır; ma­şukun da cümle varı aşıkın olur.
İşte anlatılan misalde olduğu gibi, gerçek salikler, vuslattan sonra, Yüce Mukaddes Hakkın yüce zatında mahvolurlar; ilâhî sırların cümlesi kendilerinin mülkü olur. Zira, esas fayda, padişaha yakın olmaktır. Pa­dişaha yakın olduktan sonra, hizmetinde de bulunduğu için cümle sır­larına vâkıf olur. Eğer hizmetinde gerçek manada bulunur da kendi­sini padişaha sevdirirse.. kendisini sadr-ı azam edip cümle varını tes-

(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Gerçekçi aşıksan sana maşuku görmek yeter; yalancı aşıksan, gez, keramet ara.



--------------------------------------------------------------------------------


332 RİSALE-İ MURAKABE — MURAKABE KİTABI
lim eder; hiç bir şeye de karışmaz. Bu manayı ciddî bir şekilde anla­maya çalış.
Burada şöyle bir şey sorulabilir :
— Nefsanî yoldan giden zatların, mertebelerin tamamlanmasına ka­dar, ondan sonra da sonuna kadar zuhuratları manen mi olur, yoksa başka bir şeklide midir?.
Bunun için şöyle bir cevap verebiliriz :
— Bu zatların zuhuratı, sülûkü tamamlayıp mutmeinne sıfatı ken­dilerine hal oluncaya kadar manendir; Resulüllah'ın keşfi, ilâhî tecelli dahi manen zuhur eder. Buna göre, her birinin istidadı kadar kabirlerin keşfi, kalb keşfi, riyazet kuvveti ile bir mikdar zuhur eder. Sülükten sonra da, sıfat tecellisi, zat müşahedesi ihsan olunur. Bundan sonra uy­kularında sıfat tecellisi, zat müşahedesi olur.
Ayık hale geldikten sonra; ruhanî yolun ayıklığı gibi, nur tecellisi, sıfat muşahedesi olur. Yine ruhani yoldakilerin hali gibi, halleri de ilmel-yakin olur.
Razıye sıfatında ise, yine ruhani yolun ayıklığı .gibi nur tecellisi, sıfat müşahedesi olur.
Marzıye sıfatında ise, yine Ruhanî yolda olduğu gibi, uykularında zat tecellisi, zat müşahedesi olur. Uyandıkları zaman, yine rühanî yol­dakiler gibi bazan sıfat tecellisi, zat müşahedesi; bazan zat tecellisi, zat müşahedesi zuhur eder. Halleri dahi, yine ruhanî yolda olduğu gibi, hak-kal - yakindir.
Safiye hali ve hayret makamı bunlarla ölçülmelidir.
Ruhanî yolda olan zatlara her sıfatın hali hal oldukta, murakabe­lerinde ve ayık hallerinde ne gibi hal zuhur eder ise., nefsanî yolda olan zatlara dahi sülükten sonra olan aynıdır.
Ancak, ruhanî yolda olan mürahabe hah, uyku halinde zuhur eder.
Nefsanî yoldan gidenler, mertebelerin tamamlanmasına kadar, ri­yazeti terk etmezler; bu riyazetle gittikleri için de uykuları gayet ha­fiftir. Onlar, uyurken vücutlarında bir pire hareket etse, o pirenin ha­reketinden uyanırlar. Bunun için bunların uykuları, rühani yoldakilerin murakabeleri gibi olur. Bundan başka, her bir halleri, sülükten sonra, ru­hanî yoldakiler gibidir; asla aralarında fark olmaz.
Ancak, sülüklerinin başlangıcı, nefis yolundan olduğu için, anlatıl-



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 333

dığı gibi, salikleri için biraz mücahede vardır. Bunun için de, sülükleri­nin tamamlanması, uzun zamana muhtaçtır.
Hâsılı..
On iki tarikatın birbirlerine aykırı olmasının sebebi ve hikmeti yu­karıda ayrıntıları ile açıktandı.. Yollarının ayrı ayrı olması sülük esna-sındadır; sülükten sonra cümlesinin halleri birdir.
Ancak, bunların birbirlerinden ayrı görünmeleri, saliki terbiye için­dir. Yoksa, her birinin yolları ayrı ayrı olduğu gibi, varacaktan yerler de ayrı ayrı değildir. Tıpkı: Hacılar gibi.. Her biri bir yerden gelir; Mekke-i Mükerreme'de birleşirler. Cümlesinin gayesi, duruşları ve dav­ranışları, Mekke-i Mükerreme'ye girdıkten sonra tek düzendedir. Bunun gibi, bu tarikatlar da sülükten sonra tamamen birleşirler; aralarında zerre kadar fark kalmaz. Tek dil, tek vücud olurlar. Bunun için, salik-ler arasında :
— Bu ruhanî imiş; bu nefsani imiş..
Diye, ayrı ayrı görmek yerinde değildır. Cümlesi, Hak yoludur. Cüm­lesinin gayeleri ve varacakları yerleri birdir.
Salike asıl lâzım olan, kâmil bir mürşide gidip onun elini tutmak­tır. Yoksa :
— Bu Mevlevi imiş, bu halveti imiş..
Diye ayrı ayrı görmek lâzım değildır. Hangi tarikatta kâmil mürşid bulursan, o zatın elini tutup tam manası ile teslim ol. Verilen emri de ne şekilde olursa olsun; kabul et. Bunları da, ondan sonra yerine ge­tirmeye çalışıp gayret etmek gerekir. Onun yolundan da ayrıca anlatmak caiz değidlir. Zira onların cümlesi, birdır. Ayrı bakan, kendısini ayırmış olur. Böyle bir görüşe sahib olmak, feyze engeldir; yolda kalmaya da se-beb olur.
NASİHAT
Ey dın kardeşim; sana nasihat edeceğim.
Yalnız zahir ilmi ile yetınme; şeriat dairesinde kalma. Zira, zahir ilmi ile zamanın eşsiz adamı olsan, cihanda bir benzerin bulunmasa, ken-diliğınden türlü türlü virdler. zikirler, riyazetlerle türlü türlü mücahede edip geceyi namazla, gündüzü de oruçla geçirsen, hiç bir nefesini boşa gidermeyip Allah'ın rızasını yerine getirsen; yine de şeriattan bir adım ileri gidip tarikattan koku alamazsın.



--------------------------------------------------------------------------------


334 RİSALE İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Çünkü, şeriatın yolu cennettir; kendisine sahib olanları cennete gö­türür. Bu şeriatın rehberi de, zahir âlimleridir. Bir kimse, zahir âlimle­rini kendisine rehber edınip de ondan itikadım öğrenmez ise., iyiliği em­redip kötulüğe de engel olsa, ömrünü de bu yolda tüketip şeriata aykırı hiç bir harekette bulunmasa, o kimsenin imanı mukallid imanıdır.
Bunun sebebi ise., itikadını ulemadan öğrenmediği içindir; bu yüz­den de delilsiz yola çıkmış olur. Delilsiz yola giden de, yolunu sapıtıp büyük bir uçuruma yuvarlanıp helak olur. Ne silâhından ne de merke­binden bir fayda gelir. Canım telef edip gider. Hali anlatılanlar dahi, itikatlarından bir şeyi yanlış öğrenmiş, cehennem yoluna girmişlerdir.
ömürleri son buluncaya kadar bir âlimden itikatlarım öğrenip dü­zeltmezlerse; işin sonunda imansız nefes verilir. Yolu sapıtan kimseye atından ve silâhından bir fayda gelmeyeceği gibi; bu kimselere de ibadet­lerinden ve taatlarından asla bir fayda gelmez. Belki ebedî cehennemde kalırlar.
Şeriatın rehberi nasıl âlimler ise, tarikatın rehberi de kâmil mürşid-lerdir. Tarikat, şeriatın içinde bir yoldur. Şeriat cennet yolu olduğu gibi: tarikat dahi Hak yoludur, rehberi kâmil mürşidıerdır. Bunun için, şe­riat ilminden sonra, tarikatı bilmek gerekir. Çünkü, şeriat zahir ilmi­dir; tarikat ise, batın ilmidir. Şeriatın rehberi zahir âlimleri olduğu gibi: tarikatın rehberleri de kâmil mürşidlerdir, bunlara :
— Batın âlimleri..
ismi verilmiştir.
Şeriat rehberlerinden, zahir ilmi elde etmeden kendı kanaatına göre amel eden kimsenin :
— Cennet yolu..
Diyerek, cehennem yoluna saptığı gibi; yainız şeriat ilmi ile kalıp_ tarikat rehberlerinden birini kendisine delil etmedıkce, yolunu bulması muhaldir. Açıkçası : Şeriattan bir adım dahi ileri gidemez. Ama şeriatı bilip amel ettiği için, cennet yolundan çıkıp cehennem yoluna sapmaz. Ancak, şeriat dairesinde kalır ki : Hakikattan habersizdir. Daha açığı : İnsanlık sıfatını, hayvanlık sıfatı ile değiştirip hayvan sıfatı ile kalırlar.
İlmi ile âmel eden biri :
— Mürşidsiz olarak, zahir ilmi ile batın ilmini ele geçirdim..



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 335
Diyen kimse, şuna benzer : Büyüklerden biri gecenin karanlığında bir yere gider. O gittiği yerin yolunu da bilmez. Ama, o kadar gurur­ludur ki :
— Beni bir bilmez sanmasınlar..
Deyip malına ve çevresine güvenir. Pek çok da ışıklar yakıp yola çıkar. Belki yakılan ışıkların aydınlığı ile yolundan yanılmaz; bir teh­likeye de düşmez; ama dünyayı dolansa, aradığı yeri bulmaz. Zira, mut­laka o yere gidıp gelen bir delile ihtiyacı vardır.
İşbu misâl zahir âlimi için bir misâldir. Zahirdeki ilmin kuvveti ile :
— Ben hakikati bulurum.
Deyip mürşidsiz olarak yola çıkarsa., delilsiz yola çıkan o büyük kimse gibi olur. İlim ışıklarını yakıp türlü türlü mücahede ile işlediği amellerini kendisine yol arkadaşı eder. Yola çıktığı zaman, gerçi ilmin ışığı ile gittiği yolu görüp hendeklere, korkunç yerlere düşmekten ko­runur, yolunu da kaybedip bir tehlikeye düşmez. Ama arzu edilen ha-kikattan yana da bir iz bulamaz. Faydasız bir gayrete girmiş ve çek­tiği emekler de boşa gitmiş olur.
Zira, Cenab-ı Hak, hakikati bir yere gizlemiştir. Dört yanı da, se­malar kadar hendektir. Bu zahir ilmi kuvveti ile hakikati arayanlar; gelseler gelseler bu hendeğe kadar gelebilirler. Bu hendeği gördükleri zaman da :
— Bu yol bu kadarmış..
Deyip geri dönerler. Açıkçası, çok çok gerilerde kalırlar. Yahut, hendeğin dört yanını dolaşır kalırlar.
İste, seriatle, hakikata sülük edenlerin en ileri halleri bu misaldeki gibidir.
Amma., elinde şeriat ilmi de bulunmayıp şeriatsız olarak zamanı­mızda, eksikli mürşidin elini tutup : .
— Hakikati bulduk.
Diyenlerin ellerinde şeriat feneri de olmadığı için, anlatılan hende­ğe varmadan karanlıkta kalır; bir kuyuya düşüp helak olmuşlardır. Zira, Hakikat yolu, gecenin karanlığından daha karanlıktır. Fenersiz olarak, ayağın basıldığı yeri görmek olmaz iştir. O yolun feneri de şeriattır.



--------------------------------------------------------------------------------


336 RİSALE-Î MURAKABE - MURAKABE KİTABI
Bu yolda, anlatılan hendeğe varıncaya kadar daha nice hendekler ve nice kuyular vardır; onları akıllar almaz. Hesapsız yırtıcı canavarlar vardır; onları saymakla bitirmek mümkün değildir.
Zahir alimlerin anlatınlan hendeklere kadar gitmeleri, ilim meşalesi sayesindedir. Şeriatsız olarak eksikli mürşid ile giden belki bir adım at­madan helak olur. Ama, bu gibilerin ellerinde fenerleri de olmadığı için, büyük bir tehlikeye düştüklerini de bilmezler :
— Hakikati bulduk..
Diye övünürler.
Şeriatle amel eden, hakikat' yüzünden de eksikli olan mürşide inabe edenin durumuna gelince.. Şeriatle amel ettiği için, elinde şeriat feneri vardır. O fener ile salikin elini tutup yolun tehlikelerinden sakındıra sa-kındıra hakikatin çevresinde bulunah hendeğe kadar, kendısine inabe eden saliki getirir. Oraya varınca da salike :
— İşin tamamdır..
Deyip kendisine hilâfet verir. Halbuki salık, o sırada hakikattan ha-bersiz durumdadır. Ancak olsa olsa, tarikat usulünü bilmektedır.
İşte anlatıldığı gibi olanlar da. kâmil mürşide ulaşamadıkları için, hakikattan yana yoksun kalmışlardır. Ancak. mürşidleri şeriatle amel ettiği için; cehennem yoluna sapmamış, cennet yolunda kalmışlardır.
Zira tarikat yetmiş üç tanedir. Bunu :

— «Ümmetim, yetmiş üç partiye ayrılacaklar.»
Hadıs-i şerif uyarınca, icabet ümmeti, yetmiş üç partiye ayrılmıştır, bu hadis-i şerifin devamı olan: ,




--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 337
— «Biri hariç, hepsi cehennem ateşindedir.»
Mana uyarınca, yetmiş ikisi cehennem yoludur; biri de cennet yolu­dur.
Allah, kendisine salât ve selâm eylesin; Resulüllah efendimizden, o bir parti sorulduğu zaman şöyle buyurdu :

— «Ben ve ashabınım izlediği yoldur.»
Bu hadis-i şerifte; şeriata, tarikata, hakikata işaret vardır, ehli olan bilir.
Daha açığı, yetmiş üç tarikatın biri cenhet yoludur :
— Hakikat..
Dedikleri de bu yolun ötesindedir. Tarikat, şeriatın içinde bir yoldur ki ; Ona girenleri, hakikata ulaştırır. Bu yolun da sadece şeriatle bulun­ması muhal iştir. Çünkü, Cenab-ı Hak onu şeriatın içinde gizlemiştir.
Anlatılan sebepten- ötürü; yainız şeriatla mürşidsiz gidenler; şeriat-le amel eden, hakikatte eksikli mürşidle gidenler anlatılan hendeğe ka­dar gelirler. Orada kalırlar; hakikat yolunu göremezler. Oraya gidip gelen bir zata teslim olarak kendılerine delil edinmek sureti ile her emrine razı olamadıkları için, şeriat dairesinde kalırlar. Ama anlatılan sapık parti­dekiler gibi :
— Hakikati bulduk.
Diyerek, cehennem yoluna sapıp helak olmazlar. Ellerinde şeriat fe­neri olduğu için cennet yolundan çıkıp cehennem yoluna girmezler. Bu­nun içindir ki : Şeriattan düşen cehenneme gider: tarikattan düşen şe­riatta kalır. Bu manayı iyi anla.
Durum anlatıldığı gibi olunca; güzelce düşünülmeli, önce, şeriat emirlerine göre amel etmelidir. Bundan sonra bir kâmil mürşid arayıp buldukta, kibrit-i ahmere sahip olmuş gibi, cümle genel ve özel işleri ona teslim etmelidır. Onun sözünü Rabbani bir ilham bilip :
Miftah'ül - Kulûb — Gönüller Açan Kitap, F.: 22



--------------------------------------------------------------------------------


338 RİSALE-İ MURAKABE - MURAKABE KİTABI
— Hakkımızda ilâhî emirdır.
Diyerek, onun emirlerini yerine getirmeye çalışıp gayret etmelidir. İşe bu şekilde önem verilirse., mürşid olan zat dahi, kendısine mürid ola­nın elinden tutup şeriat feneri ile önüne düşer. Aniatılan sapıktık yolla­rında sakındıra sakındıra anlatılan hendek başına kadar getirir. Şeriatın içinde gizli ve ince olan tarikatı gösterir. İşte o yol ile, o hendekten geçi­rip hakikata ulaştırır :
— Kâmil mürşid olanın yolu kolay olur..
Dedıkleri işte budur. Zira, mürşid olan, önce kendisi kâmil bir mür­şidin elinde sülûkünü tamamlayıp mertebeleri almıştır. Bundandır ki : Bu yolun her usulünü bilir; bu bildiği ile de amel eder. Bunun için de, Hak yolcusu saliki, kolay yolu ile Allah'a ulaştırır. Bu sebepten Ötürü, salike kâmil mürşid bulmak. ömrü oldukça da :
— Bulayım..
Diyerek, cümle memleketi aramak farz-ı ayndir. Zira, bu dünya im­tihan âlemidir. Bu dünyaya gelmekten gaye ise, Zariyat suresinin 56. âyeti ile şöyle anlatıldı :

— «Cinleri de, insanları da bana ibadet etmeleri için yarattım.»
Bu âyet-i kerimenin son lafzını:

— Beni bilsinler..
Diye tefsir edilmiştir. Bu dahi, mertebeleri tamamlayıp marzıve sı-
fatı ile muttasıf olmakla olur. Yani : İnsanın, dolayısı ile yaratıldığı şey,
marzıye sıfatı ile muttasıf olmaktır. Böyle bir şeyin olması da, kâmil mür-



--------------------------------------------------------------------------------


HATİME - TARİKATLAR 339
şide muhtaçtır. Bunun için ömrün son buluncaya kadar kâmil mürşid arayıp bulunca :
— Bu mevlevî imiş, bu Bedevi imiş, yok bu Halveti imiş..
Deyip bu gibi kısır döngü ve renkten renge girip ayırım yapmaktan çok çok sakınmak gerekir. Hangi tarikattan bir mürşid bulursan :
— Cimlesi birdir; istedikleri Hak'tır..
Deyip tarif edildiği gibi, tam manası ile teslim olmalı, emrini de ye­rine getirmelisin. Aksi halde yolunu kaybeder; dağ başında kalırsın. Der­sen ki:
— Kâmil mürşidi nereden bileyim?. Sana şu cevabı veririm :

— «Ameller, ancak niyetlere göredir.»
Hadis-i şerifindeki mana gereğince, cümle ameller halis niyetle olur. İşin özü vücuda hahs niyetle gelir; zira amel niyete dönüktür. Niyet halis olursa, amel dahi, Yüce Hakkın dergâhında makbul olur. Bu iş de böyle­dir.
Halis niyet ile kâmil mürşid arayan kimselere Cenab-ı Hak, bir ve­sile ile, kâmil mürşidi ihsan eder; mürşid elde ettirir. Meğerki halis niyet olmaya.. Kimdeki aşkın nişanı vardır; bu onu, sonunda maşuka kavuş­turur. Bu manayı anlamaya çalış.

_________________
asl'olan AŞK'tır..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 23 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye