Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

İnsan Yayınları

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: DERKAVİ MEKTUBLARI
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

Şeyh el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

***

- Mektubât-ı Derkaviyye'yi ingilizcede yayına hazırlayan Martin Lings [ Ebu Bekir Siraceddin ] tarafından yazılmış olan Önsöz -




Önsöz

Bu mektupların yazarı Mulay1 el-Arabî ed-Darkavî, 13. yüzyılda Şeyh Ebu'l-Hasan eş-Şazilî'nin kurduğu Şaziliyye'nin Fas kolu olan Darkavî tarikatının kurucusu idi.

Kendi ifadesine göre el-Arabî, el-Cemel olarak bilinen Şeyhi Mulay Al el İmranî ile 1767'de karşılaştı. Bu şeyhin kendisi de Şazilî Şeyh Mulay el-Arabî el-Fasî'nin müridi idi.

Şeyh ed-Darkavî'nin manevî aydınlığı tasavvufun Fas, Cezayir ve
diğer bölgelerde çok kısa sürede neşv ü nema bulmasını sağladı. Bu noktanın özellikle zikredilmesi gerekiyor, çünkü İslam tasavvufunda Orta Çağların sonundan itibaren yeknesak bir inhitatın baş gösterdiğini vurgulamaya meyilli oryantalistler, bu hususun önemi konusunda hakkaniyetli davranmamışlardır.

Mulay el-Arabî'nin bazı Müridleri sonradan şeyh oldular ve yeni
kollara kendi adlarını verdiler. Bu, tarikattan bir kopuş olarak değerlendirilmemelidir. Büyük bir şeyhin zuhuru üzerine bir tarikat için yeni bir ismin kabul edilmesi, sadece bu şeyhin manevî hakikatleri kavrayış derecesine göre metodu -sabiteleri değiştirmeden- yenilemesi anlamına gelir. Örneğin Medenî kolunun tam adı et-Tarikatu'l-Medeniyyeti'd-Darkaviyyeti'l-Şazıliyye'dir, fakat fiilen tek bir isim kullanılır: Bu kolun bazı müntesipleri kendilerine Medeniyye derken, diğerleri Şaziliyye der. Fakat hepsi birden Şazilîdir; Darkaviyyenin evrad ü ezkarını okurlar, Darkavî olmayan Şazilîlerin semasından farklı bir sema yaparlar ve Mulay el-Arabî ed-Darkavî'ye "şeyhlerimizin şeyhi" diye atıfta bulunurlar. Mulay el-Arabî'nin 'bağımsız' şeyhler dediği müridanından biri, halife tayin edilmesine rağmen ed-Darkavî'den önce vefat eden Mulay Muhammed el-Buzudî idi. El-Buzudî'nin müridi Ahmed ibn Acibe, bazı dikkate değer tasavvufî risalelerin yazarı idi.

1779'da şeyhinin yerine geçen Mulay el-Arabî yaklaşık seksen yıl
yaşadı ve Fez'in kuzey dağlarındaki Bu Barih bölgesinde, ailesinin nesillerdir kök saldığı Benî Zerval aşireti arasında 1823 yılında vefat etti.

Darkavî'ye, oğlu Mulay et-Tayyib ed-Darkavî halef oldu. Tarikatın halihazırda Fez'deki şeyhi de Darkavî'nin oğlunun halefidir. Mulay el-Arabî'nin haleflerinden biri de, Kahire ve Kolombo'da birer Darkavî dergahı kuran Şeyh Muhammed el-Fasî idi. Tamamı değilse bile Seylon Şaziliyyesinin çoğu aslında Darkavîdir ve Fasiyye-Darkaviyyenin Kahire'deki merkezine kendilerinin ana dergahı olarak bakarlar.

Bir diğer halef, Medeniyye kolunun kurucusu Şeyh Muhammed
Hasan Zafir el-Medenî idi. El-Medenî manevî bir Mürşid bulabilmek
arzusuyla Medine'den gelmiş ve Darkavî ile karşılaşana kadar pek çok
şeyhten icazet almıştı. Şeyh el-Medenî'nin oğlu Muhammed Zafir geçen yüzyılın sonlarına doğru kaleme aldığı bir risalede babasının 1809'da Mulay el-Arabî ile nasıl buluştuğunu anlatır ve ekler: "Babam tarikatı ondan aldı ve onun manevî rehberliğinde kalbi açıldı. Bu kişi, babamın şeyhi Mulay el-Arabî ed-Darkavî idi."

Bir hayli müntesibi bulunan Şeyh el-Medenî, pek çok dergahı bizzat kendisi açtı. Bunlar arasında en önde geleni, kendisinin de defnedildiği Libya Misurata'daki dergah idi. El-Medenî'ye, İstanbul'a giden ve orada Sultan Abdülhamid'in şeyhi olduğu rivayet edilen oğlu halef oldu. Bu rivayetin sıhhati bir tarafa, şeyhin Türkiye'de kayda değer bir etkisi vardı ve kendisi de 1884'te İstanbul'da basılan el-Envaru'l-Kudsiyye adlı risalesini 1879'da burada yazmıştı. El-Medenî'nin Abdülkadir adındaki bir diğer halefi, İskenderiye'de bir dergah açtı. Bu Darkavîler, Kahire Darkaviyesinin sanki "ilk yeğenleri" gibidirler. Fakat Medenî kolu en geniş sınırlarına Şerif2 Ali Nureddin el-Yaşrutî sayesinde ulaştı. 1793'te doğup 1898'de 105 yaşında vefat eden bu büyük sûfî, Misurata'da şeyhiyle birkaç yıl geçirdikten
sonra Filistin'de Acre'ye hicret etti. Böylece Yaşrutî'nin bugün Beyrut'ta yaşayan kızı Seyyide Fatıma, 18. yüzyılda doğmuş bir kişinin kızı olmaktadır ki bugün böyle bir iddiada bulunabilecek çok az kimse vardır. Seyyide Fatıma'nın 1954 yılları civarında basılan, babası ve genel olarak tarikat hakkındaki kitabı Rıhle ile'l-Hak, geçmişe uzanan nadide bir köprüdür. Ed-Darkavî'nin bu manevî torunu, iki yıl hariç, 19. yüzyılın tamamını kuşatan uzun hayatı boyunca Acre merkezli olmak üzere pek çok dergah açtı; bunların en önemlileri Kudüs, Şam, Beyrut ve Halep'teki dergahlardır. Tarikat bugün özellikle Lübnan'da ve binlerce müntesibinin bulunduğu Mozambik'te son derece yaygındır.

Bununla beraber, tarikatı Fas dışına taşıyan asıl kol, Medenî-Yaşrutî kollarından çok, Alevî kolu olmuştur. Şeyh Ahmed el-Alevî'nin, Mulay el-Arabî'den gelen silsilesi, yukarıda zikrettiklerimizden oldukça farklıdır. 1934 yılmda vefat ettiğinde (Paris ve Marsilya'daki Kuzey Afrikalılar dahil) Cezayir, Tunus, Yemen, Habeşistan, Suriye, Filistin ve diğer yerlerdeki müntesiplerinin sayışı iki yüz binin üzerindeydi. El-Alevî'nin irtihalinden sonra, Şam dergahının postnişini rahmetli Şeyh Muhammed el-Haşimî'nin öncülüğünde Halep, Hums, Lataka ve Amman'da Alevî-Darkavî dergahları açıldı. Halep'te bazı mevsimler haftada birkaç defa bu Alevî koluna mensup beşbinden fazla Darkavî'nin, büyük Umeyye Camii'ndeki Hz. Zekeriyya'nın kabri başında toplandığını görmek mümkündür.

El-Arabî ed-Darkavî'nin kendisi tarafından toplanan bu mektuplar (resâil), müridanı tarafından çoğaltıldı ve Fez'de taşbaskı harfleriyle pek çok kez basıldı. Titus Burckhardt bu tercümeyi 19. yüzyıla ait iki el yazması nüshayı ve taşbaskıyı esas alarak yapmıştır.

Bu mektuplar Darkavî dergahlarında şerhleriyle birlikte hâlâ
okunmaktadır. Fez taşbaskısına ulaşmak şu anda oldukça zordur; Batılı ilim adamlarının bu mektupları hemen hiç bilmemesinin ve bizzat Brockelmann'ın bunları zikretmemesinin bir nedeni de bu olsa gerek. Fakat mektuplara kolaylıkla ulaşılabilseydi bile onların büyük önemi, sûfîler hakkındaki bilgileri genel okumaların ötesine geçmeyen bu tip kişilerin dikkatinden yine kaçardı. Çünkü bu mektuplar çoğunlukla şifahî olarak kalan ve "amelî tasavvuf" diyebileceğimiz bir öğretiye aittir. Bir şeyh manevî yol hakkında bir veya birkaç müridine söyleyeceği şeyleri önce şifahen dile getirir ve daha sonra bunları belki yazar, belki de yazmaz. Mulay el-Arabî'nin şeyhi Mulay Ali el-Cemel de bazı mektuplar kaleme almıştı; fakat birkaç el yazması nüsha halinde bulunan bu mektuplar şimdiye kadar basılmamıştır.

Martin Lings

[ Ebu Bekir Siraceddin ]





1 Fas'ta, Hz. Peygamberin soyundan gelenleri ifade ermek için kullanılan 'efendim", 'sahibim' anlamındaki kelime. Burada, kelimenin Arapça aslı olan mevlâ'yı değil, Fas telaffuzunu esas aldık.

2 'Soylu'; 'Hz. Peygamberin torunu' anlamında kullanılan bir kelime.



BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI; ÖNSÖZ ; s.7-10

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -1-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

1. MEKTUP

Hakikatlerin idrakine ulaşmak için yolunun kısalmasını istiyorsan, (Kur'an'da)emredilenlere ve kişinin ihtiyarına bırakılmış nafilelerle1 ilgili tavsiyelere sımsıkı yapış. Allah'a ibadet için gerekli olan zahirî bilgileri öğren; fakat buraya takılıp kalma zira senden istenen bu zahirî bilgileri uzun uzadıya tahsil etmek değil, manevî bilgi alanında derinleşmektir. Haset edenlere karşı mücadele et; harikulade halleri göreceksin. Bil ki "vasf-ı aslî", tıpkı dindar insanların dini gibi, sûfîlerin tasavvufundan başka bir şey değildir.

(Allah'ın laneti yalancıların üzerinedir.)

Keza hislerinden2 daima uzak dur; çünkü hissiyat, maneviyatın zıttıdır ve zıtların ittisali muhaldir. Hislerini güçlendirdiğin ölçüde ruhu zayıflatırsın; ruhun güçlendiği oranda da hislerin zayıflar. Seyr u sülûkunun bidayetinde Efendimizin (Allah ondan razı olsun) başına ne geldiğini dinle. Efendimiz üç ölçek buğdayı harman etmiş ve bunu Efendisine söylemeye gitmişti. Şeyh el-Arabî bin Abdullah ona dedi ki: "Hissiyat alanında yükseldiğinde ruhiyat alanında küçülür ve ruhiyat alanında olgunlaştığında hissiyat alanında küçülürsün." Bunun bedaheti ortada. Ehl-i dünya insanlarla düşüp kalktığın müddetçe, ruhun rayihasını onlarda hiçbir zaman duyamazsın. Ancak ter kokusu olduğunu görürsün çünkü onlar hissiyatın kölesi olmuşlardır. O, onların kalplerini ve bedenlerini ele geçirmiştir. Kendi menfaatlerini ancak onda görürler. O yüzden devamlı onun hakkında çene çalarlar, onunla meşgul olurlar, onunla sevinç duyarlar ve kendilerini ondan güç bela uzaklaştırabilirler. Fakat öyleleri de vardır ki hayatlarının geri kalan kısmında ruh sahasına adım atmak için kendilerini hissiyattan kurtarırlar. (Allah onlardan razı olsun ve hayır dualarından bizi de nasiplendirsin. Amin.) Onlara (yani dünyaya razı olmuş insanlara) ruhu nasip etmeyen sanki Cenab-ı Hakk'ın kendisidir. Fakat onların her biri o ruhun bir parçasıdır; tıpkı dalganın denizden bir parça olması gibi. Eğer bunu bilselerdi hissi (dünyevî) şeylerin kendilerini ruhtan uzaklaştırmasına müsaade etmezlerdi; bunu bilselerdi içlerindeki hudutsuz okyanusları keşfedebilirlerdi. Allah söylediklerimizin vekilidir.



1 Nafileler (nevâfil), fıkhen vacip veya farz olmayan, fakat Hz. Peygamberin şiddetle tavsiye ettiği ibadetlerdir.

2 el-Hiss, kelimenin en geniş anlamıyla hissiyat, yani duyusal tecrübeye bağımlı olma hali.

BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s.13-14

***

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -2-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

2. MEKTUP

Allah'ın rahmeti üzerine olsun, bil ki fakir1, zikrullahı, diğer tüm şeylerin zikrinin2 yerine koyduğunda kulluğunu arındırmış olur. Ve kim Allah'a saf ve temiz bir şekilde kulluk ederse, mübarektir. (Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun.) Öyleyse sadece Allah'ı zikret; sadece O'nun ol. Sen Allah'ın olursan, Allah da senin olur. Mübarek kişi, Allah'a ait olan kişidir; çünkü Rabbi kendisinindir. “Beni zikredin ki sizi zikredeyim” ayeti (Bakara, 147), zikrullahın üstünlüğünü ispatlamak için yeterlidir. Peygamber (s.a.v.)'in şu sözüne de kulak ver: "Ben, beni zikredenin dostuyum."3

Efendim (Allah ondan razı olsun) bana şöyle derdi: "Aleyhinde söylenen sözleri duymaktan hoşlanıyorum." El-Alevî ed-Darkavî de aleyhinizde söylenen sözleri duymaktan hoşlanır -bununla enaniyetinizi öldürmenizi ve kalbinize hayat vermenizi kastediyorum; tersini değil. Çünkü ancak laubali insan, cahil insan, zihni donuklaşmış ve bilinci kararmış insan, nefsini4 canlandırmak ve kalbini öldürmekle meşgul olur. İnsanın ancak bir kalbi vardır. Bir tarafa yöneldiğinde diğer taraftan uzaklaşır, çünkü Allah insanın göğsünde iki kalp yaratmamıştır (Ahzab, 3). Aynı manada olmak üzere mübarek Şeyh İbn Ataullah (Allah ondan razı olsun) şöyle demiştir: "Allah'a yönelmek mahlûkattan yüz çevirmektir ve mahlûkata yönelmek Allah'tan yüz çevirmektir."

İhvanımızdan biri bana dedi ki: 'Ben hiçbir şeyim.' Ona 'Hiçbir şeyim deme' diye karşılık verdim. 'Ben bir şeyim' de deme. 'Şu şeylere ihtiyacım var' deme; 'Hiçbir şeye muhtaç değilim' de deme. Fakat Allah' de. Harikuladelikleri göreceksin.

Bir başka ihvan şöyle dedi: 'Nefs nasıl kötülenebilir?' Ona dedim ki: 'Onu unut ve hakkında düşünme çünkü nefsini (yani kendini) unutmayan, Rabbini hatırlayamaz.' Bu yüzden Rabbimizi unutmaya sebep olan şeyin, dünyanın varlığı olduğunu anlayacak güçten yoksunsunuz. Onu bize unutturan şey, benimizin, nefsimizin varlığıdır. Kendi arzularımız dışında hiçbir şey O'nu bizden gizlemez. Kendi varlığımızı unutabilecek güçte olsaydık, varlığımızın kaynağı olan O'nu
bulur ve aynı zamanda var olmadığımızı görürdük. İnsanın dünyanın bilincini yitirmeden nefsinin bilincinden kurtulabileceğini nasıl düşünebilirsiniz? Böyle bir şeyi kabul etmek asla mümkün değildir.



1 'Fakir: Fakir, muhtaç. Kelime şu ayet-i kerimedeki el-fakiru ilallah ifadesinden alınmıştır: "Ey insanlar siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise zengindir."(Fatır,15) Fakir’in Arapça karşılığı derviştir.

2 Zikir kelimesi, anma, dua ve yalvarma anlamlarını muhtevidir.

3 Bu, Hz. Peygamber’e Kur'an'ın bir parçası olarak değil fakat onunla neredeyse paralelmiş gibi vahyedilen hadis-i kudsîdir. Allah'ın birinci kişi olarak konuşması, hadis-i kudsînin aşkınlığına delalet eder ve bu hadislerin çoğu irfanî meselelerle ilgilidir.

4 en-Nefs, kalbin karşısındaki ben ya da egodur ve benmerkezci haris nefsi ifade eder. İyelik zamiri olarak aynı kelime 'benim kendim, senin kendin, onun kendisi' olarak da tercüme edilebilir. Haris benin mekânı olan en-Nefs (Sanskritçede ahankara), er-Ruh'un organı olan kalbe karşı muhalif olarak durur. Kalp, bir kum saatinin en dar ucuna yahut biri tatlı diğeri tuzlu iki deniz arasındaki berzaha (Rahman, 19; Mü'minûn, 102) benzetilebilir ki bunlar sırasıyla geçici tecrübe alanını ve saf tefekkür alanını temsil eder. Kalbin, babası Ruh ile anası nefs arasındaki kavganın konusu olduğu da söylenir. Anne üste çıkarsa kalp zedelenir; baba galip gelirse kalp onun gibi parlak hale gelir.





BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s.14-16

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -3-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

3. MEKTUP


Fakirin kendini her şeyden arındırdığı halde huzur u ilahîde bulunamayacağını kavrayamıyorsunuz. Hayır, bu mümkün değil; çünkü manevî himmetini1 yaratılmışın üzerine çıkartan kişi Yaradan’a ulaşır ve O'na ulaşmak, O'nu bilmektir. Öyleyse bel bağladığın şeyleri, ne olursa olsun, cesurca terk et ve onlara güvenme.

Senden başkasına rıza gösteren helâk olup gider

Ve senden uzak şeylere yönelen kaybeder

Terk ettiğin şeyler geri gelebilir

Fakat O seni terk ederse

Rabbinin yerini alacak hiçbir şey yoktur.

Sana, bir keresinde din kardeşim, ihlaslı ve mübarek Hasan Ebu'l-Abbas Ahmed et-Tahir (Allah ondan razı olsun) ile bana Karaviyyîn Camii'nde ne olduğunu anlatayım. Arkadaşım kendini ansızın sıradan insanlar gibi gevezelik yapmaya kaptırdığı vakit, ikimiz de derin bir tefekkür hali içerisindeydik. Sinirlenerek hemen dedim ki: "Eğer kazanmak istiyorsan (nefsine) çat ve onu kov!"

Keza bir başka ihvana şöyle dedim: "Ne Yahudiyle, ne Hristiyanla ne de Müslümanla uğraş. Kendi nefsinle uğraş ve o nefs ölene kadar da uğraşmaktan vazgeçme!" Sizler de kardeşlerim, boş konuşmaları bütünüyle terk edin. Çünkü o en kötü iğvalardan biridir ve sizin manevî hal ve makamınıza yakışmaz. Ve insanlar hakkında sadece iyilikle konuşun. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in buyurduğu gibi: "İnsanların indinde makbul olmayan, Allah'ın indinde de makbul değildir."

Dahası daha önce de söylediğimiz gibi -her şeyin en iyisini bilen O'dur- insanları nazâr-ı itibara almayan, yani onları bilmeyen, tanımayan kişi Cenab-ı Hakk'ı da kâmil bir şekilde bilemez. Çünkü kâmil insan, ne halkın Hakk'ı, ne de Hakk'ın halkı kendisinden gizlediği kişidir. Tefrik edici bilgi, tevhid edici bilgiyi böyle bir insandan gizlemez; ne de tevhid edici bilgi, tefrik edici bilgiye bir engel teşkil eder. Onun için ne sebep sonucu, ne de sonuç sebebi gizler. Onda ne şeriat hakikatin görülmesine, ne de hakikat şeriatın görülmesine bir engel teşkil eder. Keza onun nazarında ne sülûk cezbin setrine, ne de cezb sülûkun setrine sebep olur. Diğer tüm haller de böyledir. Böyle bir kişi hedefe ulaşmıştır; O kâmil bir insandır, gerçek bir ariftir. Onun karşısında ise kendini kaybetmiş insan durur. Fakat burada hisleri kendisinden alınmış meczuptan2 bahsetmiyoruz; çünkü o kendini hiçbir şekilde kaybetmemiştir.



1 Himmet: Manevî kudret; dünyevî arzuları alteden azim.

2 Meczup, ilahî cezbeye garkolmuş kişidir. Böyle bir kimsenin ruhu, duyular ve akıl alanının dışındadır ve bu yüzden başkalarına bir meczup yahut uyurgezer gibi görünür.



BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s.16-17

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -4-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

4. MEKTUP


Sûfîlerin teyit ettiği gibi, Allah'a giden yol nefsin ölüm kapısından geçer. İmdi görüyoruz ki -Allah asıl bilendir- fakir, nefsinin suretini görmedikçe onu öldürmeyecek ve onun suretini de ancak kendini dünyadan, arkadaşlarından, dostlarından ve alışkanlıklarından uzaklaştırdığı vakit görecektir.

Bir fakir bana, 'Eşim beni mağlub etti.' dedi. Ona dedim ki 'Seni alteden eşin değil, nefsindir. Bu nefsten başka hiçbir düşmanımız yok. Onu bir öldürebilsek, tüm düşmanlarımızı bir hamlede altedebiliriz.'

(Allah'ın laneti yalancıların üzerine olsun.)



BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s.17-18.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -5-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

5. MEKTUP



Nefs uçsuz bucaksız bir şeydir; bütünüyle kozmostur. Çünkü onun kopyasıdır. Alemde bulunan her şey nefste mevcuttur; aynı şekilde nefste bulunan her şey de alemde mevcuttur. Şu halde nefsinin efendisi olan, tüm alemin efendisi olmuştur. Keza nefsinin kölesi olan tüm alemin kölesi olmuştur.

Size karşı kim husumet gösterirse göstersin onunla uğraşmayın; Rabbinizin ne emrettiğine bakın. Kendinizi de savunmaya kalkmayın çünkü Cenab-ı Hak sizi savunacak ve durumunuzu dikkate alacaktır. Fakat siz kendinizi savunmaya kalkar ve kendi davanızla ilgilenirseniz, O bu işi size terk eder. Siz ise güçsüz varlıklarsınız; çünkü her şeye güç yetirebilen ancak Cenab-ı Hak'tır.

Mübarek Şeyh Kasım el-Hasasî (Allah ondan razı olsun) buyurdu ki: "Nazarını, sana iftira edene değil, Allah'a çevir. O, bu yalancıyı senden uzaklaştıracaktır; çünkü senin samimiyetini ölçmek için bu müfteriyi sana musallat eden O'dur. Fakat insanların çoğu bu meselede hatadadır." Eğer dikkatini sana iftira eden üzerinde yoğunlaştırırsan, (Allah'tan yüz çevirerek işlediğin) günahla birlikte yalan devam edip gidecektir.



BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s.18.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -6-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

6. MEKTUP

Kadim zamanların fukarası nefslerini öldürecek ve kalplerine hayat verecek şeyi arıyorlardı; biz ise şimdi tam tersini yapıyoruz. Kalplerimizi öldürmenin ve nefslerimizi canlandırmanın peşinden koşuyoruz. Onlar heva ve heveslerinden kurtulmaya ve nefslerinin saltanatına son vermeye çalıştılar; bizim özlem duyduğumuz şey ise, şehevî arzularımızın tatmini ve benimizin kutsanması. Böylece sırtımızı kapıya, yüzümüzü de duvara çevirdik. Bunu size Cenab-ı Hakk'ın, nefsini öldürüp kalbine hayat veren kişiye rahmetinden bol bol ihsan ettiğini gördüğüm için söylüyorum. Biz kesinlikle daha azına razı olmuşuz; fakat ancak cahil insanlar yolculuklarının sonuna ulaşmadan itminan bulurlar. Kendime, bizi ilahî lütuflardan mahrum eden şeyin ihtiraslarımızdan ve bencilliğimizden başka bir şey olup olmadığını sordum ve üçüncü bir engel olarak maneviyata karşı duyulan isteksizliği gördüm. Çünkü sezgi ancak kalbi, Rabbini tefekkür etmek için duyduğu onulmaz bir istek ve güçlü bir arzu ile parçalanmış kimselere nasip edilir. Böyle bir kimse Rabbinde fena bulana ve böylece O'nun dışındaki tüm varlıkların hayâlinden kurtarılana kadar, ilhamât-ı ilahîye akmaya devam eder. Zira Zat-ı ilahînin devamlı kendisini tefekkür ve teemmül edenleri yönelttiği istikamet budur. Öte yandan sadece teorik bilgiye ya da eyleme yönelen kişi, ilham üstüne ilhama vasıl olamaz; olsa bile haz duymaz. Çünkü onun gayesi Zat-ı ilahîden başka bir şeydir ve Cenab-ı Hak onların her birini ilhamının derecesine göre tercih eder. Şüphesiz her insan ruha iştirak eder; tıpkı okyanusun dalgaları gibi. Fakat hissi tecrübe (dünya hayatı) insanların çoğunu emri altına alır; onların kalplerini ve uzuvlarını ele geçirir ve ruha açılmalarına izin vermez. Çünkü hissiyat, maneviyatın karşısındadır ve zıtların ittisali muhaldir.

Manevî menzile, az ya da çok işle değil, ancak lütf-u ilahî ile ulaşılır. Allah dostu İbn Ataullah'ın Hikem'inde dediği gibi: "Eğer O'na, ancak kusurlarını giderdikten ve tüm iddialarından vazgeçtikten sonra ulaşacak olsaydın, O'na hiçbir zaman ulaşamazdın. Fakat O seni kendisine doğru yöneltmek istediğinde, senin nitelik ve sıfatlarını kendi sıfatları içerisinde eritir ve böylece senden O'na değil, O'ndan sana giden bir yol aracılığıyla seni aslına döndürür."

İlahî rahmet, ihsan ve lütfun eserlerinden biri de, kişinin manevî eğitim verebilecek bir Mürşid bulabilmesidir. Lütf-u ilahî olmaksızın O’nu tanımak ve bilmek mümkün değildir. Zira Veli Ebu'l-Abbas el-Mursî'nin (Allah ondan razı olsun) dediğine göre: "Bir veliyi bilip tanımak, Allah'ı tanımaktan daha zordur." Yine İbn Ataullah'ın Hikem'inde denir ki: "Sırf Kendisinin tanınması için velilerini bilinir kılan ve Kendisini bilmesini arzuladığı kişileri onlara yönelten Allah ne yücedir!" Hiç şüphesiz yer ve gök sakinlerinin seyyidi, efendimiz, Peygamber (s.a.v.) bir güneş gibi apaçık ortadaydı ve buna rağmen onu çok az kişi tanıdı. Allah onu diğerlerinden gizledi; tıpkı peygamberleri (Allah'ın selâmı onların üzerine olsun) bazı kimselerden ve velileri zamanının insanlarından gizlemesi gibi. Hatta bu tür kimseler işi o dereceye vardırırlar ki velilere inanmazlar ve onlara iftira ederler. Allah'ın kitabı buna şahittir: "Onları sana bakarken göreceksin, gerçekte görmezler." (Araf, 197) ve "Dediler ki: Bu nasıl bir peygamberdir ki, yiyip içiyor ve çarşılarda geziyor." (Furkan, 7). Bu konu diğer benzer ayetlerde de dile getirilmiştir. İlahî kitabın üçte ikisi yahut daha fazlası, bize peygamberlerin (Allah'ın selâmı üzerine olsun) gönderildikleri kavimler tarafından nasıl yalanlandıklarını anlatır. Allah'ın elçisini (Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun) görmeyenlerden biri Ebu Cehil (Allah'ın laneti onun üzerine olsun) idi. O Resulü (s.a.v.), Ebu Talib'in yanına aldığı basit bir yetim sanıyordu sadece. Aynı şey hem meczup hem salik, yani hem sarhoş hem de uyanık olan veli için de geçerlidir; ancak çok az kişi onu bulabilir. İmdi eğer biri manevî mürşidini bulursa (o kimi zaman beklenmedik bir şekilde davranır) bilsin ki o bazen müridin ruhunun oruç ile kurtulacağını görür ve ona oruç tutturur; bazen de tam tersine aynı amaca ulaşmak için onu doyana kadar yedirir. Bazen müridin yorucu bir zahirî faaliyetten
manevî olarak feyz alacağını görür; bazen de daha az faaliyetin. Kimi
zaman uykunun onun için hayırlı olacağım görür; kimi zamanda da
uyanık kalmanın. Bazı durumlarda onun insanlardan kaçınmasını ister; bazı durumlarda ise ona insanlarla beraber olmasını salık verir. Çünkü müridin manevî aydınlığı ona çok ağır gelebilir; öyle ki Mürşid, geçmişte ve günümüzde pek çok müridin delirmesi gibi, onun da aklını kaybetmesinden korkar. Bu yüzden Mürşid, müridi uzlet halinden çıkarır ve insanların arasına gönderir; böylece müridin yaşadığı manevî gerilim hali hafifler ve aklını kaybetmekten muhafaza edilmiş olur. Yahut manevî aydınlık çok az olduğunda, Mürşid müridi güç kazanabilmesi vs. için tekrar uzlete gönderir. İş artık Allah'ın elindedir. Manevî irşat, kalpleri coşkun bir tâbiiyyet arzusuyla hayat bulan kimselerin azlığından dolayı görünmemeye yüz tutabilir; fakat hikmet-i ilahî hiçbir zaman kurumaz.

Tarikatın devamlılığını muhafaza eden kudret-i ilahîdir; çünkü o bize Peygamber (s.a.v.)'den efendilerimiz aracılığıyla gelmiştir. Veli el- Mursî'nin (Allah ondan razı olsun) dediği gibi: "Manevî ilhamat (vâridât) kendisine yol göstermedikçe ve Cenab-ı Hakk'ın ve Resulü’nün icazetine vasıl olmadıkça hiçbir Mürşid kendini müridana bildirmez." Davamızı daim kılan ve ona bağlananları muhafaza eden işte bu iznin bereketi ve onun tazammun ettiği sırdır. Allah her şeyin en iyisini bilendir.

Kalbin Rabbimizin Zatı’nı müşahedeye raptedilmesi hakkında söylediklerimize gelince, nefs yok edilip silinmedikçe ve altedilip ortadan kaldırılmadıkça hiçbirimizin bu mertebeye ulaşması mümkün değildir. Veli Mevâhib et-Tunusî'ye göre (Allah ondan razı olsun): "Fena, nefsten uzaklaşma, kendi beninden ayrılma ve durulmadır." Veli Ebu Medyen'e göre de (Allah ondan razı olsun): "Ölmeyen, Rabb’ini göremez." Bütün Mürşidler bunu teyit etmiştir. Rabbimizin bize
kesif ya da latif şeyler yüzünden örtülü olduğuna kanaat getirirsen, kendini sakın, dikkatli ol. Vallahi hayır! O'nu bizden gizleyen tek şey vehimdir1 ve vehim de batıldır. İbn Ataullah'ın Hikem'inde dediği gibi: "Cenab-ı Hakk'ı senden gizleyen, O'nun dışında varolan bir şey değildir; çünkü O'nun dışında hiçbir gerçeklik yoktur. O'nu senden gizleyen, O'nun dışında bir gerçekliğin bulunabileceği vehminden ve yanılsamasından başka bir şey değildir."

Müşahedemiz odur ki -herşeyin en iyisini bilen Allah'tır- nefsin fenası, eğer Cenab-ı Hak dilerse, Allah ism-i celilinin zikredilmesi suretiyle ihtimalin en az olduğu bir anda vuku bulur. Ben bu metoda Şeyh Veli Ebu'l-Hasan eş-Şazilî'nin (Allah ondan razı olsun) eserinde rastladım. Bu, Benî Zerval ihvanımız arasındaki alim bir zata ait bazı kitaplarda zikredilmektedir; ayrıca ben bu metodun biraz farklı, daha yalın ve dolaysız biçimini Şeyh Ebu'l-Hasan Ali'den (Allah ondan razı
olsun) öğrendim. Bu metot “Allah…”, “Allah…”, “Allah…” derken, İsm-i celilin beş harfini zihinde canlandırmaktan ibarettir. Harflerin hayalimden gittiği her an onları zihnimde yeniden canlandırdım. Gündüz ve gece bin defa kayboldukları vakit, bin defa onları zihnimde yeniden canlandırmaya devam ettim. Manevî yolculuğumun başlangıcında bir aydan daha az bir süre uyguladığım bu metot, bana hadsiz sayıda firaset dakikaları nasip etti. Fevkalade bir bilginin yanı sıra, ciddî bir vakar (heybet)2 da verdi; fakat buna pek aldırış etmedim. Ay sonuna kadar İsm-i celili terennüm etmek ve harfleri zihnimde canlı tutmakla meşgul oldum.
Daha sonra bir düşünce çöreklendi zihnime. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: "O Evvel ve Ahirdir, Zahir ve Batındır." (Hadid, 3). Önce giderek artan bu düşünceyi kafamdan çıkardım, onu dinlememeye azmettim ve kendi işime devam ettim. Fakat bu ses beni yalnız bırakmadı. Tıpkı benim ona direnmem gibi o da bana direndi ve itirazımı kabul etmedi. Fakat sonunda beni rahat bırakmayacağını anladım ve karşılık verdim: 'Rabbimin "O, Evveldir ve Ahirdir ve Batındır." sözlerini anlayabiliyorum. Fakat O'nun "O Zahirdir" sözünü anlayamıyorum; çünkü zahir alemde gördüğüm her şey, mahlûkattan ibaret. Bunun üzerine o ses şöyle dedi: 'Eğer O, "Zahirdir" sözüyle, müşahede ettiğimiz zahir alemden başka bir şeyi kastetseydi, bu zahir değil, (aramak zorunda kalacağımız) batın olurdu. Fakat sana söylüyorum: "O Zahirdir." Daha sonra Allah'tan başka hakikat olmadığını ve alemde O'ndan başka hiçbir şeyin bulunmadığını anladım. Allah'a hamd ü senalar olsun.

Fenâfillah, anlatılan bu metot yoluyla, inşaallah, kısa sürede gerçekleşir; çünkü bu metot sayesinde tefekkür, sabahtan akşama kadar semeresini verir; yeter ki dünya düşüncesinin askıya alınması kafi miktarda uygulanmış olsun. Ben bu semereyi bir aylık bir süre zarfında elde ettim; fakat her şeyin en iyisini bilen O'dur. Gerçekten de insan bu yöntemi bir, iki yahut üç yıl uygulayacak olsa, büyük bir hayra ve muazzam bir sırra ulaşır.3

Buradan şu hadisin anlamını da kavradım: "Bir saatlik tefekkür,
yetmiş yıllık nafile ibadetten hayırlıdır." Çünkü insan bu tefekkür sayesinde yaratılmışlar âleminden, saflık âlemine; yahut bir başka ifadeyle mahlûkun huzurundan, Hâlık'ın huzuruna ulaştırılır.

Unutkanlık (gaflet)4 makamından hatırlama (zikir) makamına dönen her kişiye, kalbini daimî olarak Rabbine raptetmesini öğütleriz. Böylece O, hakikatlerini o kişinin üzerine yağdırır; tıpkı kalbi, O'na bağlanmış kimselere nasip etmesi gibi. Ayrıca böyle bir kimsenin sezgiler yahut ilhamât nedeniyle zikrullahtan uzaklaşmamasını tavsiye ederiz; ta ki bu, onu asıl gayesine ulaşmaktan alıkoymasın.



1 el-Vehm, hem yanılsama hem de hayâl anlamındadır; yani insanı yanlış yola sevkeden keyfî hayali ifade eder. Buna mukabil el-hayâl çoğu zaman ayân-ı sâbitenin alıcısı konumundaki nefsin normal bir melekesi olarak hayâle atıfta bulunur. Vedantik kavramlara tercüme edildiğinde bunlar, Maya'nın aynı anda hem gizleyen hem de açan pozitif ve negatif yönlerine tekabül eder.

2 el-Heybet, nefsin, Allah'ın korku salan celalini tecrübe ettiği mertebedir.

3 Bu noktada seyr u sülûkun ancak geleneksel formu içinde gerçekleşebileceğini hatırlamakta fayda var; başka yolların denenmesi kişiyi çok büyük tehlikelerle karşı karşıya getirebilir. Bu mektupların yazarı hedefe "kısa sürede" ulaşmaktan bahsettiğinde (Şankara da bu noktayı benzer bir biçimde dile getirir), bunun anlamı, Darkavî'nin o gün hitap ettiği müridanı arasında manevî bir istidat gördüğüdür; bu istidadın bir benzerini bugün aramak boş bir çabadır.

4 el-Gaflet, manevî uyanıklık ve Allah'ı zikretmenin karşıtı olarak unutkanlık, bilinçsizlik ve ihmalkarlık anlamına gelir.

BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s. 19-23.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: DERKAVİ MEKTUBLARI -7-
MesajGönderilme zamanı: 23.12.08, 17:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Bir Mürşidin Mektupları

ŞEYH el-ARABÎ ed-DARKAVÎ

7. MEKTUP

Ey fakir, kalbine ıstırap veren hastalık, sahip olduğun ihtiraslar yüzündendir; eğer bunları terk edip Cenab-ı Hakk'ın senin için irat ettiği şeylerle meşgul olsaydın, bunlar kalbini şimdiki kadar elemlendirmeyecekti. Öyleyse söylediklerim! dinle ve Allah sana rahmet etsin. Nefsin sana karşı her an taarruz halindedir; eğer derhal Cenab-ı Hakk'ın emrettiklerine bağlanır ve iradeni bütünüyle O'na terk edersen, ruhanî ve şeytanî ilhamlardan ve her tür gailelerden kurtulursun.
Eğer nefsinin sana kargı taarruza geçtiği bu anlarda, leh ve aleyteki
durumları hesap etmeye başlar ve bir iç gevezeliğe dalarsan, ruhanî ve şeytanî ilhamlar, seni boğup yok edene kadar üzerine çullanacak ve sende kötülükten başka hiçbir şey kalmayacaktır. Allah bize hidayet etsin ve seni velilerinin yoluna ulaştırsın. Amin.

Mübarek Şeyh Veli İbn Ataullah Hikem'inde der ki: "Şeytan seni hiçbir zaman unutmayacağı için, sen de seni perçeminden tutan1 (Hud, 56) Cenab-ı Hakk'ı unutmamak zorundasın." Bizim efendimiz de şöyle derdi: "Düşmana galebe çalmanın gerçek yolu, Dost'un sevgisiyle meşgul olmaktır; fakat eğer savaş esnasında sen düşmanın kendisiyle meşgul olursan, hem o senden istediği şeyi elde edecek, hem de sen Dost'u sevme fırsatını yitireceksin." Biz de deriz ki: Tüm iyilikler zikrullahtadır ve O'na ulaştıran yegane yol, dünyayı terk etmek,
insanlardan uzak durmak ve zahirî ve batınî disipline ulaşmaktır. İbn
Ataullah'ın Hikem’inde dediği gibi: "Kalp için hiçbir şey uzletten daha hayırlı değildir; kalp, tefekkür alanına ancak onun sayesinde adım atar." Biz de deriz ki: Kalp için hiçbir şey, dünyayı terk etmekten ve Allah'ın dostlarının elleri arasında bulunmaktan daha hayırlı değildir.

Bize ve diğer tüm Mürşidlere göre nefsin saltanatına son verilmesi zorunlu bir şarttır; bu noktada onlardan biri şöyle demiştir: "Hakkımda endişe duyman gereken tek şey, kalbimin arzularıdır." Fakat ey fakir, senin bunu bizzat kendi nefsine söylemeden ve nefsini bu yolu takip etmeye zorlamadan önce telaffuz etmen doğru değildir.

1 Perçeminden tutmak: Atın perçemine atıfta bulunan Arapça bir deyiş. Atın perçemini elinde tutan kişi at üzerinde tam bir hâkimiyete sahiptir ve at için perçem, güzelliğinin tacı ve güç ve güveninin bir sembolüdür.



BİR MÜRŞİDİN MEKTUPLARI ; s. 24-25

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 9 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye