Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 26.05.10, 15:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Fatih Sultan Mehmed'in Han'ın Hocası

AK ŞEMSEDDİN

Makâmât-ı Evliya
(EVLİYA MAKAMLARI)


***

Gördüm çü Hakk’ın vechini aynel-yakîn “YÂ HÛ” derim,
Ki, sufî “L”dan dem vurur ben her dem “İLL HÛ derim…


AK ŞEMSEDDİN

***

MAKAMÂT-I EVLİYA
(Evliya Makamları)

BÜYÜK KİTAPLIK
İslâmî Eserler Serisi : 1

Kapak Kompozisyonu : Gürbüz AZAK
Baskı, Dizgi, Tertip : Fatih Matbaası

Nuruosmaniye Cad. Nu: 50 Cağaloğlu - İstanbul

İSTANBUL - 1972


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 26.05.10, 15:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
MAKAMÂT-I EVLİYA

Müellifi: Ak Şemseddin

***

BÜYÜK KİTAPLIKTAN BİR KİTAP:


Okumuşlarımız, şimdiye kadar devamlı olarak maksatlı ve menfur dış baskıların ne¬ticesinde kendi kültürünü unutmuş, yerine yabancı kültürlerin bir özentisi şeklinde, ne idüğü belirsiz şeyler almıştır. Fakat, müslüman Türk Milleti bu sakat gidişe daha faz¬la tahammül edemiyerek kendi kültürüne ar¬tık sahip çıkmaya başlamıştır. Milletin bu kararlı tutumu ve halkın içinden yetişen oku¬muşlarının günden güne artmaya başlaması neticesinde Müslüman Türk'ün millî kültürü yeniden bu milletin hayatına hakim olmaya başlamıştır.
Çağdaş ilim şunu ispat etmiştir ki, bir millet ancak kendi millî kültürü ile ilerleye¬bilir, yükselebilir, Müslüman Türk Milleti - de bu çağdaş ilim görüşü ve kendi millî kültürü ile kalkınmaya kararlıdır.

Müslüman Türk Milletinin tarihindeki şeref levhalarını , yeniden, daha muhteşem bir şekilde yaşatabilmek için millî kültür kay¬naklarının bugünün nesline hitap etmesini sağlamak artık başlıca bir vazife olmuştur.
Bir millet, muhteşem imparatorluklar kurup da, halâ eşine rastlanmayan bir nizam¬la idare ettiği zaman, acaba nasıl düşünüyor¬du- Bu soruyu hayatın her sahasına tevcih edebileceğimiz gibi, o milletin manevî tara¬fını düzenleyen cephesine de tevcih edebili¬riz. Öyle ya, dünyanın en büyük nizamını kuran bir hükümdarın veya hükümdarların manevî tarafları nasıldır? Bunu öğrenmek için de bu hükümdarları yetiştirenlerin eser¬lerine bakmak gerekmektedir,
İşte yayınevimizi kurmayı düşündüğümüz zaman bu esasdan hareket ettik.
Yayınevimizin birinci gayesi; yukarda izahına çalıştığımız veçhile bu milletin muhteşem kültürünü bu günkü nesle aktaracak esas köklere inilmesini temine yardımcı ol¬maktır,
Bu gayeyle hareket ederek başlangıç olarak İstanbul'un Fatihi, Fatih Sultan Meh¬met Han'ı yetiştiren büyük âlim ve mutasavvıf AKŞEMSEDDİN Hazretlerinin bu eliniz¬de bulunan küçük kitapçığını seçmiş bulunuyoruz.
Bu kitabı okuduktan sonra, her şeyden önce hurafe ve hakikatin mukayesesini yap¬mak imkânının edinilmesi, hakikâti arayanlar için bir zevk olacağı inancındayız.
Milletimize bu yolda hizmet edebilirsek buna vesile olanlardan da Cenab-ı Allah razı olsun…

BÜYÜK KİTAPLIK
Fatih, 21 Şubat 1972

***

SUNARKEN

İdealsiz yaşamak bitkisel hayattan fark¬sızdır. Bu hal milletlerin hayatında bir mah¬rumiyet demektir. Tarihte çökmüş milletlerin geride bıraktığı atılmış nesillerle yıkılmak üzere olan milletlerin dünya sahnesindeki şaş¬kın neslinin manzaraları hep bu bedbahtlığı yansıtan tablolardır.
Bütün canlılar gibi cansızlar da bir idea¬lin esiridir. Ne var ki, canlıların kendi irade müdahalelerine karşılık, cansızlarda bu, yara¬tıcı hâkim kuvvetin tesiri iledir. Okyanusların dibindeki en küçük bir taş parçasının yaradılış gayesi ve bir varoluş hikmeti olduğu gibi ka¬ranlık noktalara gece gündüz durmadan girip çıkan karıncanın hareketinde de açık bir ga¬ye vardır.
Her doğum başlıbaşına bir gayedir. Ya¬şamak, varlık ispat etmek gayesidir. Bu tabiî bir idealdir. Bu duruma göre, ideal ile yaşa¬mak, vücut ile ruh gibidir. Tek başına biri var¬lık arz edemez. Bu ulvî nizâm, yaradılışın her sahasında bir ihtiyaç halinde belirir. Fakat, insan cemiyetlerinde en bariz ve şedit şekli ile ortaya çıkar. Çünkü, insan yaradılışın gayesi¬dir; yaradılışa hâkim, mesuliyetlerle yüklü tek varlıktır. Ayrıca onun ön plânda yer almadığı, hâkim olmadığı cemiyetlerde canlı cansız her şey izzet ve faziletini yitirmiş veya yitirmek üzere demektir, insan faziletin de âşığı bir var¬lıktır. Değerini ispatlamak ister. Bunu ihtiyaç olarak bilir.
İşte bundan dolayıdır ki, her cemiyet ve¬ya millet bu değer ve ihtiyaçlarla yüklü bütün hayatî varlığını garantilemek mecburiyetini duyar. Bunun için de çeşitli vesilelerle nesline ideal cevherini kaybettirmememe çalışır. Çün¬kü, ideal, tarihin, mazinin yaşatıcısı olduğu gi¬bi geleceğin de teminatıdır. Yeni bir istikbal inşası yolunda mazi ile hâl arasında bir sen¬tez a m eli ye sidir.
İşte bu hakikat açısından geleceğimizin ümit ışığı, beklediğimiz neslin yoğurucusu BÜYÜK TÜRKİYE idealinin sahiplerine ehem¬miyetle eğilmek mecburiyeti vardır. Çünkü, bu ideal küllî ve millî hayatımızın garantisidir.

Büyük Fatih'in fetih emanetinin gerçekleşmesi bununla mümkündür. Büyük Fatih'e yüce Peygamberimizin «İstanbul mutlaka feth olu¬nacaktır. Onu feth eden kumandan ne güzel kumandan, onu feth eden asker de ne güzel as¬kerdir.» Ulvî müjdesinin habercisi büyük veli manevî fatih AKŞEMSEDDİN'in yeniden zu¬huru da bu idealin bünyesinde saklıdır. Mu¬kaddes fetih sembolünde Fatih ve Fetih önem¬ce ne ise AKŞEMSEDDİN Hz. de odur. Hatta, daha öncedir. Fetih idealinde Fatih ruhuna ne kadar ihtiyaç var ise AKŞEMSEDDİN Hz.nin mânâsına da o nisbette ihtiyaç vardır. Fe¬tih için Fatih yetiştirme idealinde olan BܬYÜK TÜRKİYE'nin sahipleri bir AKŞEMSEDDİN yetiştirmeyi de düşünmek, buna ma¬nevî hazırlığını yapmak mevkiindedir. Fatih AKŞEMSEDDİN'siz fethe çıkmamıştır.

Maddî plân kahramanı, mânâ makamlarının kahramanına ne kadar muhtaçtır. Atını süreceği karanlık noktaları velayet makamla¬rının ulvî ışıklarıyla aydınlatacak o Zât'a,.. «MAKAMÂT-I EVLİYA; Evliya makamlarını kucaklayan, Feleklere ulvî kudretle hükmeden, yıkılmaz kaleleri, ulaşılmaz hedefleri bakışları ile kumandanına imâ eden mânâ erine... Hak ehline... —Böyle Hakkın dostuna, Hak dostları çok olan bir cemiyete sahip milletlerin fethedemiyeceği ülke mi vardır?

Menhus ellerle insafsızca dağıtılan mu¬kaddes vatan parçalarının tevhidi ızdırabı ile BÜYÜK TÜRKİYE'nin maddî fethin ideali yanında mânâ fethinin sahibi, evliye makam¬larının kucaklayıcısı VELÎ AKŞEMSEDDİN Hz.lerinin de yer alması lüzumunu belirten ulvî teşebbüsünü tebrik eder, Allah'dan bu uğurda atılan adımlarda başarı temennilerimi¬zi izhar ederiz.
Sunduğumuz «MAKAMÂT-I EVLİYA» BÜYÜK TÜRKİYE neslinin idealidir. Bu gün¬kü neslin kendisine büyük cennet ülkenin armağancısı unutulmaz büyüklere liyakati de, ona göstereceği fi'li hasret gayreti ve hürmeti ile mümkündür. Çünkü, bu makamlar manevî Fatihimiz büyük Veli AKŞEMSEDDÎN Hz.lerinin emanetinin sadık bekçilerine ilâhî birer sır¬lardır.
**
«MAKAMÂT-I EVLİYA»nın kütüpha¬nelerimizde birbirine benzemiyen, çok az farklarla birbirinden değişiklik arz eden nüshaları mevcuttur. Sebebi de, öğrendiğimize göre; ayni isimde hem Akşemseddin Hz. n:n hem de müridi (talebesi) Hamza Baba'nın bir eserinin bulunuşudur. Biz, Hamza Baba'nın ismi mevcut nüshayı görmedik ama eğer bu malûmat doğru ise: «İlimle meşgul bulunuyordum. Aniden uykum geldi. Uyku ile uyanıklık arası bir vaziyette iken Rasûlullah bazı velilerle teşrif etti. Bana, Ey Muhammed b. Hamza âşıksın, maşuka vâsıl ol...” İçlerinden uzun boylu biri; “Yâ Rasûlullah, Muhammed b. Hamza’ya Evliyaullahın gördüğü makamları gösterseniz?” dedi..» şeklindeki mukaddimeyi hâvi kitabın Akşemseddin Hz. lerinin olması gerekir.

Yoksa, her ikisinin de aynı durumla karşılaşmış olması icabederdi. Yahut da, buradaki nüshaların hepsi Akşemseddin Hz.lerinindir de yer yer içine zühul eseri olarak diğer zatın eserinden katılmıştır. Zâten Hamza Baha'nın nüshasının bir başka beldemizde bulunduğu söylenmektedir.

Biz, bu hususları göz önüne alarak birbiri¬ne çok benzeyen nüshaları esas aldık, farklı geçen çok bariz noktaları izah kabilinden içe¬riye aldık. Bilâhare, Akşemseddin’e ait olduğunu katiyetle öğrendiğimiz Nuru Osmaniye’de 2226 No. da kayıtlı temiz nüshayla da karşılaştırdık.

Böylece, şüphe izâle edilmiş bir şekilde Merhumun emanetini nesline teslim ettik.

Bu eserle inşallah -fetih mânâsı yönünden AKŞEMSEDDİN (K.S,) devri ola…

Meşhur halefleri :

Hamza Baba,
«Gülüzâr-ı Manevî» nâzımı Kayseriye'de medfûn İbrahim Tennûri ve «Vahdetname» nâzımı Afyonkarahisar'da med¬fun Abdürrahîm hazretleridir.

Aksemşeddin Hazretleri bir gün şöyle demişti :

«Gördüm çü Hakk'ın vechini aynel-yakîn “YÂ HÛ” derim,
Ki, sufî “L” dan dem vurur ben her dem “İLL HÛ” derim.»


Hakkında şöyle denmişti :

«Kara gün dostu imiş Fatih'in Aksemseddin
Ki yüzünden lemean(l) etti onun feth-i mübin.
Nasrını(2) çeşm-i hakikatle görüp verdi haber,
Böyle her kârı uzaktan görür erbab-ı yakîn.»


(1) Parladı.
(2) Zaferini


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 26.05.10, 15:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
AKŞEMSEDDİN (K.S.) HAZRETLERİ'NİN HAYATI
(1390 - 1458)

viewtopic.php?f=39&t=3711


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 28.05.10, 13:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
MUKADDİME

Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah’adır. Salât ve selâm Peygamberimiz Efendimiz Muhammed (S.A.V.) ve bütün âline olsun.
Bu kitabın müellifi Muhammed b. Hamza (Allah kabrini nûr etsin) der:
“-Bir gün oturmuş ilimle meşgul bulunuyordum. Birden gözlerime uyku geldi. Üzülerek dedim: İlâhi, bu gaflet nedir ki benim gözleri¬mi aldı? Bu sözün ardından da gözlerimden yaşlar boşandı. Ve bu arada yattım. Henüz gözlerime uyku geldi geliyor vaziyette (uyku ile uyanıklık arasında) iken, yanında bir kaç veliyle birlikte Rasûlullah (S.A.) hazretleri teşrif etti. Buyurdu ki: “Ey Muhammed b. Ham¬za âşıksın (durma) maşuka vâsıl ol. Biz, göz¬lerinden boşanan o yaşları ilâhi huzura arz ettik (kabul olundu).
Ancak, beraberinde olan Veliler hicap (edep ve mahcubiyet) içerisinde bulunmaktay¬dılar. Aralarından uzun boylu biri: “Yâ Rasûlullah, Muhammed b. Hamza'ya Evliyaullahın gördüğü makamları gösterseniz?” dedi. Bundan sonra Rasûlullah hazretleri mübarek elini başımın üzerine koydu. Gözlerimden hemen perdeler kalktı. Bu kitapda anlatılan makam¬ları nazar edip gördüm. Hayran kaldım. He¬men Rasûlullah hazretlerinin ayağına düştüm (kapandım). Mübarek eliyle başımı kaldırdı ve üç kere: «Bilâ tekellüfi, Bilâ tekellüfi, Bilâ tekellüfi.» (1) buyurdu. Bu arada bir müddet hicapsız olarak yürüdüm. Sonra aklın hudut¬ları içine geldim ve bu kitabı yazdım…
Burada anlattığım her sözü levh-i mahfuz üzerindeki nakşa bakıp yazdım. Bir harf ve bir nokta fazla yazmadım. Hatta gördüğümün binde birini yazdım. Çünkü, Rasûlullah haz¬retlerinin gösterdiği makamlar arasında öyle makamlar bulunmaktadır ki; ifadeye gelmez ve yazıya sığmaz. Aklın onda yeri yoktur. Kim değildir der (inkâr eder)se hatadır.
Yazdığım kitaba da MAKÂMÂT-I EVLݬYA ismini verdim. (muhteva olarak da) on sekiz babdır.

(1) Bilâ tekellüfi : Zahmetsiz, meşekkatsiz ve külfetsiz olarak


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 28.05.10, 13:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
BİRİNCİ BAB

ÂLEMDE (DÜNYADA) MÜRŞİD VE MÜRİD KİMDİR?
İRŞAD KİMİN HAKKIDIR?


ONU İZAH EDER

Ey Hak (ve hakikat) isteklisi bil ki, Âlemde mürşid: Her şeyde kendi varlığını gören, bir makama erişen kimsedir ki artık (bu du¬rumda) âlemde hiç bir şeyin varlığı olmaz. (Onun) her şeyde tasarrufu vardır. Mürşid işte bu sıfata sâhib kimsedir.

Mürid de: Bütün Berzahı (geçitleri) katedip geçmiş bir kimsedir ki, onun görmediği bir makam olmaz. Sadece KUTBİYYET makamı kalmıştır. Mürid de böyle bir kimsedir.

Âlemde mürşid tek olduğu gibi Mürid de tekdir.

Fakat bir kısımları vardır ki; irşad makamına ayak basmadan dünyada irşad eder¬ler. Kendilerine MEŞÂYİH'iz derler; herbirinin müridleri vardır.
“Falan şeyh falan müridi irşad etti” derler.

Bunlar hakkında sorulacak olursa deriz ki: Böyleleri Hak dergâhında mahcûbdurlar (perdelidirler).

İşte nakledilen şu Hadis-i Kudsi'de Hak taalâ şöyle buyurmuştur: «Benim evliyam kubbelerim altındadır. (Veya Kubbelerim al¬tında bir takım velilerim vardır ki) Onları Ben’den başkası bilmez.»

Bundan anlaşılıyor ki: Biz mürşidiz diye iddia edenler Hak Taalâ dergâhında mahcûbdurlar. Bundan dolayıdır ki, Hak Taalâ haz¬retlerini her şeyde hâzır (ve nazır) bilmezler. Kendi varlıklarını da layıkıyle bilmemişlerdir, Henüz mahcûbdurlar. (Bu halde iken) irşad davasında bulunurlar, kendilerini dünya hal¬kına veli olarak tanıtırlar. Eğer bunlar velayete ayak basmış olsalardı irşad davasında bulunmazlar ve kendilerini halk arasında aziz bilip Hak katından uzak olmazlardı.
Bu makam sahipleri, evliya sözünü satan dellâllardır ki kendilerini halka hoş kimse olarak gösterirler ve veli olarak tanıtırlar. Bu, son derece denî olan bir makamdır. Ehl-i Hak katında bundan daha aşağı bir mertebe yoktur.
Evliya ise öyle kimselerdir ki: Bütün âle¬me (her şeye) gizlidir, Allah Taalâ'nın hazinedârıdır. Her ilmi bilir. Herkese kendiliğince (kendiliğinden) bilinir. Kısmetinde ne kadar tasarruf mevcut ise sarf eder. Bu dünya halkı tasarruf kimin elinde olduğunu bilmediğinden dolayı evliya zamanında bilinmez.

Evliyanın her ne kadar zahiri varlığı gizli değilse de hakikâti (sırrı) gizlidir. Kimse onun haline muttali olmaz. O, bu dünya halkının tasavvur ettiği gibi değildir. Zira onun hiç kimseye ihtiyacı olmaz. Böyle muhtaç olmayan bir kimse de (hâşâ) Hak Taalâ'nın sırlarını ve kendi velayetini halka yayıp duyurmaz. Ayrıca, Dünya halkının evliyanın sırrından bir zerreyi -helak olmadan- duymasına ve o sırlara takat getirmesine de kudreti yoktur, Böyle bir şey imkânsızdır. Bu duruma göre zikredilen sahih hadisde geçtiği gibi «Bu sıfattaki kimseleri Allah'dan gayri kimse bilmez.»

İKİNCİ BAB

VELAYETİN BAŞLANGICINI İZAH EDER


Evliya katında velayetin başlangıcı şöyledir: Evliya bütün eşyanın ilmini bilir. Hakkın sıfatlarıyle muttasıf olur. Hak Sübhanehu Taalâ insanları ne şekilde terkib eder ve o, eşyanın hangi hassasından kan olur, evliyaullah bilir.

Evliyanın eşyayı bilmekten kastı da insanın terkibini öğrenmektir. Ancak, evliya bu¬nu bilmekle kâmil olmaz. Zira, Hakk’ın (ilmin) kemaline son yoktur ki, biline.

Fakat evliya şu makama erişir: Kendi varlığının manâsını her şeyde görür ve bilir. Tıpkı aynada kendi varlığını gördüğü gibi. Evliya katında «ihya ilmi» budur.

Yine evliya 24 saatte ve 24 nefeste ne kadar (ilâhi) kudret meydana gelir, bilir, işte, bu şekilde bir velayete erişen velayet makamı¬na ayak basar.

Evliya katında velayetin başlangıcı budur.

ÜÇÜNCÜ BAB

İKİNCİ VELAYETİ İZAH EDER

Bu velayette veli eşya ilmini kat edip geçer de meşrebi daha ileri gider ve ruh-ı Muhammediye erişirse kudret sahibi olur yani her türlü tasarrufa kadir bulunur. Enbiya katında bu makam Nübüvvet makamıdır. Fakat, veliler katında velayet makamıdır. Nitekim Resûlullah hazretleri: «Benim ümmetimin alim¬leri Beni İsrail’in peygamberleri gibidir.» buyurmuştur.

Alimlerden maksat bu makamdaki evliyalardır. Bu sebebledir ki, Nübüvvet makamına bu dünyada evliyadan başkasının erişmesine imkân yoktur. Hatta velayet ve Nübüvvetin ikisi bir nurdur. O nur velinin varlığından (vücudundan.) doğup çıkınca velayet denir. Nebinin varlığından doğup çıkınca da nübüvvet denir. Fakat, bu nurun açıklanması enbiyaya farzdır. Evliyaya men edilmiştir.

Ancak, cazibe kuvveti istilâ edecek olursa o zaman Veli gayr-i ihtiyari (elinde olmayarak) izhar eder. Bu sıfatta bulunan Veliler tasarruf sahibidirler. Bunlar dünya kutbunu müşahade ederler. Dünya kutbu onlara buyu¬rur. Dünyada her ne olur yahut olması gerektir, o tasarruf sahipleri o işi işleyip dururlar. Bu zikr olunan makamda velayetin ikisi de tamam olur. Makbul olur. (Hak Taalâ dergâhında) Onun gibi kemâl elde eden “muhibbe” «Mürid» e nazar eder de bütün dünya «fena» ya varırsa feragati vardır (gerekir). Mâsiva (Hakk’ın gayrın) dan kendini keser. Onlarla muamelesi olmaz. Bu makamda hiç kimse ona «Veli» demez. Hatta divâne (deli) derler. Hak Taalâ'nın hazineleri bunun gibilerde gizlidir. Böyleleri her şeye Hakk'ın hazinesini açıklamaz. Ancak, Hak marifeti için vücûda gelmiş¬lere açıklar.

DÖRDÜNCÜ BAB
FENA MAKAMINI İZAH EDER

Fena makamı öyle bir makamdır ki, bu makamda Velî bütün berzahı (geçitleri) aşar ve bu makamda Rasûlullah'ın Rûhu'na nazar eder. Rûhdan da (İlâhî) zâtı müşahede eder. Çünkü, Rasûlullah'ın Ruhu Hak Taâlâ’nın zâ¬tına âyine düşmüştür. Velî, Rûh-ı Muhammediye nazar eder; fena bulur ( fâni olur). O tah¬kik (Hak) deryasında gark olur. O zaman İNSAN-I KÂMİL olur; kendinden geçer, fena bulur. Bu tahkik deryasında seyr eder. Onun ömrü oldukça evveli ve âhirî yoktur.
Bu öyle bir makamdır ki; yetmiş bin melâike keyfiyetsiz bir tecelli ile evliyanın varlığından meydana gelir. Bu makamda karar ve sükûn yoktur.
İşte fena makamı bu zikr ettiğimiz makamdır.

BEŞİNCİ BAB

HİKMETİ İZAH EDER

Hikmet makamı eşyanın ilimlerinden iba¬rettir.
Kâmil insanlar geldiler, eşya ile meşgul oldular; her eşyanın terkibini dizdiler. Her biri bir çeşit ilim meydana getirdiler.
Nitekim, Lokman Hekim hikmet meyda¬na getirdi. Diğer Hükemâ da geldiler ondan is¬tihraç ettiler.
Fakat Lokman Hekim sadece eşya âlimi oldu. Ondan öte bir makama ayak basmadı. Bundan dolayı meşrebi sadece o kadar idi. Şa¬yet meşrebi daha ileri geçebilseydi nübüvvete ayak basardı.
Yine, Lokman Hekim hakkında ihtilâf vardır: Bazıları katında, Cebrail nazil olduğu için Nebidir. Bazılarına göre de Nübüvvet gel¬mediği için, değildir. Zira, hikmet ilmi velayetin ibtidasıdır.
Fakat; evliyaullah katında mübtedî'dir.

Hikmetten kasıt da «ihyâ ilmi» yani «iksîr» ilmidir.
Evliya katında iksîr: Hak Taalâ'nın ölü¬yü nasıl dirilttiğini ve diriyi de ne şekilde öldürdüğünü bilmek demektir! Böyle kimse bu makamı bilir. Bu da evliya nazarında velayetin başlangıcıdır.

Bu makamda evliyaya kalb gınası (zenginliği) hâsıl olur. Bundan dolayı da «iksîr» denmiştir.

Ayrıca, kabirlerin keşfi de bu makamda meydana gelir.

İşte, hikmet makamı budur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ak Şemseddin: MAKAMÂT-I EVLİYA
MesajGönderilme zamanı: 28.05.10, 20:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
Şeyh-i kamil ve tarikat-ı Aliyye hakkında "yorum" yapanlara kapak olsun!..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 5 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye