Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Yesevî'ye Göre Tarikatın Yaşatılması için Gerekli Dört Şart
MesajGönderilme zamanı: 08.10.10, 14:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641

Yesevî'ye Göre Tarikatın Yaşatılması için Gerekli Dört Şart


Hazînî

Menbau'l-Ebhâr 'ın bu son bölümünde (59b. 11 - 67b. 1) Hazînî, Ahmed-i Yesevî'nin gizli sırlara ulaşmak, manevî yakınlık kazanmak için gerekli şartlar olarak ileri sürmüş olduğu 4 şarttan söz eder. Bunlar aslında bir tarikatın etkinlik göstermesi, yaşaması için gerekli olan şartlardır ve yazarın İstanbul'da bir Yesevî şeyhi olarak faaliyet gösterebilmek için sağlanmasını beklediği imkânlardır.

Giriş
Yazar önce bir giriş ( 59b. 11 -60b.7) yapar. Mensur ve manzum karışık olarak düzenlediği bu girişte:
"Bir silsilenin dağılmasını ve bir tarikatın silinmesini görmek dayanılması güç bir şeydir; böyle bir durumu düşünmek nedamet verici, bu sonuca dayanmak ise çok ağır ve ezici bir yüktür. Şeyhlerin açtıkları yolları açık tutmak, koydukları kuralları
( = âdabı) sürdürmek her şeyden önemlidir."
dedikten sonra, 'doksan dokuz bin şeyhin önderi', 'olgunlaştırıcı olgun (= kâmil-i mükemmil)', 'yollar rehberi, iş görenlerin üstadı', 'sır sahiplerinin dayanağı', 'Hz. Peygamber'in gönderdiği hurmayı yiyen ve O'nun hırkasını giyen' ve -soy silsilesiyle ilgili olmak üzere- 'Alevî seyyidlerinin seyyidi' gibi niteliklerle nitelediği Ahmed-i Yesevî'nin sözlerini aktarır. Şeyh'in buyurduğuna göre,
"Sufilik, yani dervişlik ve şeyhlik için 4 şart gereklidir. Bunlar aslında bir tarikatın varlığı için olmazsa olmazlardır; eğer biri olmazsa beklenen mutluluk elde edilemez."

Yazar Yesevî'nin sözlerini aktardıktan sonra
"Tanrım! Bunları elde etmenin sebeplerini hazırla, kabul kapılarını aç ve o ruh eğiticisinin eğitimini kesintisiz arttır."
duasıyla mensur sözlerine son verir. Ardından 6 beyitlik Türkçe bir şiir ekler (60b.2-7), burada da 'ulu kimselerin koyduğu yol esaslarının (= âdâb) yararlı ve yol göstericilerin her birinin usta bir kalp hekimi olduğunu, özellikle Ahmed-i Yesevî'nin bin bir şeyhten yol yordam öğrendiğini ve bu şeyhlerin her birinin doğru yolu göstermekte kılavuzluk ettiklerini' vurgular, nihayet
"Buyurduklarını anlatmak Hazînî için gerekli oldu"
diyerek girişi sonlandırır, 4 şartı anlatacağı ayırımlara geçer.

1
Birinci Şart: ZAMAN
Yesevî'ye göre ilk şart 'zaman'dır. Hazînî, önce, 'zaman'dan, karşı çıkıp direnenlere yöneticilerin engel olduğu, inkâr yoluna sapıp da yobazca davrananların sesinin güç sahiplerince susturulduğu 'güvenli bir zamanın ( =zamân-ı âmân)', başka deyişle 'güvenli bir ortamın' anlaşılması gerektiğini mensur sözlerle (60b.8 - 61a.) açıklar, sonra 10 beyitlik bir manzumede (61.2-11) konuyu ayrıntılandırır. Söyledikleri özetle şunlardır:
"Güvenliği sağlamaya çalışmak, kötülüklerin önüne geçmek, Özellikle müridlere kendilerini güven içinde hissedecekleri bir zaman süreci sağlamak ve yardım etmek yönetme gücünü elde bulunduranlar için yerine getirilmesi kaçınılmaz bir yükümlülüktür. Hakk'a giden yolun işlerliği, bu yola düşenlerin güvenle yol almaları, inkarcılardan incinmemeleri, kendilerine doğruluk ve ilerleme kapılarının açılması, riyazat erlerinin dergâha gidip orada erbain ve itikâf gibi kulluk hizmetlerinde bulunabilmeleri, özetle her tarikatin su gibi akıp gitmesi' güvenli bir zamanda mümkün olabilir, bunun da yönetenlerce sağlanması gerekir. Bir yönetici, buyruğuyla bu gerekliği yerine getirdiğinde yönetimi altında bulunan yer düzene kavuşur, düzenli olur."
2
İkinci Şart: İHVAN
Hazînî, yazmanın 6lb. 1 - 62a.2. satırlarında yer alan bu konu ile sözlerinde önemli kimi noktalar üzerinde ısrarla durur, bu noktaları özellikle öne çıkarır.
"Bir tarikatin yaşaması için gerekli şartlardan ikincisi ihvan (= mürid)'dır."
diyerek sözlerine başlayıp, 'yani' bağlamıyla 'ihvan'ın nasıl olması, ne gibi niteliklere sahip bulunması gerektiğini ayrıntılı olarak açıklamaya girişir:
"İhvan 'elverişli ve yaraşır (= sâlih)', 'edepli (= müstahyî)' ve 'sakalı bitmiş yetişkin (= mültehî)' olmalı, 'gönül bağıyla bağlı ( inabet ehli)', 'nefis ve kötü istek (=nefs ü hevâ) bağından kurtulmuş', 'iki yüzlülük ( =zerk ve riyâ) hastalığına tutulmamış' olmak gibi temel niteliklere sahip bulunmalıdır. Müridlerin bir araya gelişleri 'öte dünya ile ilgili bir sakınma ( =tavakku’-ı uhrevî)' sebebine dayanmalı; bu yolun yolcuları sema ettiklerinde feryatları, dünya ile ilgili kazanç elde etmek amacıyla edilen feryat türünden olmamalıdır. Sohbetleri Allah için, toplantıları 'göz açıklığı (= intibah)' elde etmek uğruna olmalıdır. Derviş, sakallı ve dindar olmalı, Hanefî mezhebine mensup bulunmalıdır. Henüz sakalı bitmemiş yaşta (= emred) olmamalı, kötü huy ve davranışlar (= nefrîn-şiâr) edinmiş bulunmamalıdır."
Yazar bu mensur parçanın ardından konuyu nazım cümleleriyle işlemeyi sürdürür. Burada daha önce sıraladığı mürid olma şartlarından özellikle birini öne çıkarır, üzerinde ısrarla durur:
"Bir mecliste sakalı henüz bitmemiş yaşta bir oğlan (= emred) varsa, o mecliste bulunanlar kazanç elde edemezler. Sakalı bitmiş ( = mültehî) ve din hükümlerine bağlı ( = dîn-şiâr) yoldaş iste; gönül çekici güzel isteme."
der.

Uyarı nitelikli bu sözlerden sonra, yine aynı hususla ilgili olmak üzere,
"Küçük yaşta oğlan çocuğu ve kadınla bir yerde oturma, çünkü öyle yerde vecd haram olur. İyiliğin için iyi kimseleri iste ki vecd ve semâ mubah görülsün, günah sayılmasın. "
diyerek önemli bir meseleye parmak basar, ardından yine aynı noktaya döner ve:
"Şüphesiz, iyi dost sakallı olmalıdır; sakalsız oğlanın yüzüne bakmaktan kaçınmak gerektir. Sakalı bitmedik oğlan çocuklarının bulundukları toplantılardan (= ehl-i bid'at meclisinden) uzaklaş, yoksa bu tür bid'atler (= kötü işler ve davranışlar) yüreği yaralar."
sözleriyle konuyu sonlandırır.

Hazînî'nin yukarıda ayrıntılı olarak naklettiğimiz sözleri, Yesevîlikte zikir meclislerine küçük yaşta çocuklarla kadınların da katıldığı yolundaki iddialara karşı bir reddiye, bir savunma gibidir. Bu eserinde bağımsız olarak bu iddiaya yer vermeyen yazar, bilindiği gibi, yine İstanbul'da bulunduğu sırada yazmış olduğu sonraki eserinde (yazılış tarihi: 1002), öteden beri süregelen bu iddia üzerinde genişçe duracak, söylenti ve suçlamaların asılsız olduğunu ileri sürerek daha ayrıntılı bir savunma yapacaktır.

3
Üçüncü Şart: MEKÂN
Ahmed-i Yesevî'ye göre tarikat hizmetlerinin sürdürülmesi için başka bir şart 'mekân'dır. Mensur ve manzum satırlarda (62.3 - 62b. 1) yazar bu şartla ilgili olarak şunları söylemektedir:
"Mekân, seçkin (= havâss) kimselerin oturacakları korunmuş bir mülk, kimsenin ilişip dokunmayacağı özel bir meskendir. Burası her türlü temizlik ihtiyacını gidermek, kulluk etmenin gereklerini yerine getirmek için olması beklenen şeylere sahip olmalı; içinde zikir yapılıp dualar okunmasına, tarikat âdabının yerine getirilmesine kimse karışmamalı; yapılan her türlü kulluk çalışmaları ve gerçekleştirilen tecrübelerin devamı ile bunları yerine getirenlerin korunup gözetilmesi, toplantıların güven içinde yapılması, dileyen ve dilenen arasında gerçekleşen birlikteliğin bozulmaması için yazın ve kışın râz ve i niyaz erlerinin barınmasına elverişli olmalıdır. Mekânsızlığı elde etmek için mekân lâzımdır; nitekim Hz. Peygamber mescid ve mihrabı bu sebeple yapmıştır. "

4
Dördüncü Şart: SULTAN HİMAYESİ
Son şart ( 62b.2 - 6a.3) Hakk'a ulaşma yolundaki etkinlikler ve çalışmaların güç sahiplerinin koruma ve desteğine muhtaç bulunmasıdır. Bundan maksat
"Zamanın sultanının şeyhe bağlanması (mürid olması), onunla ilişiğinin (irtibatının) bulunmasıdır; çünkü dış dünyanın çekiciliğine kapılmış olanların inkârından, gönülleri bulanık kimselerin büyüklük taslayıp dikilmelerinin önüne geçilmesinden, nefsine savaş açmışların el üstünde tutulmalarından, gönlü sırlar dünyasına açılmışların huzurlarının bozulmamasından, sıradan halkın rağbet göstermesinden, seçkinlerin korunup kollanmasından, yoksulların görülüp gözetilmesinden, iyilerin güçlendirilmesinden sultanlar ve hakanlar sorumludur. Hak erleri yanında, şeyhe bağlanmış sultanların ilgileri (= nazarları) değerlidir ve karışmaları yarar sağlayıcıdır; uzayıp gelen silsilelerin gelişmesini sağlar, geçer akça olan tarikatların güçlenmesine yardımcı olur."

Değerlendirme

Hazînî Ahmed-i Yesevî'den naklederek bu 4 şartı açıkladıktan sonra uzun bir değerlendirmeye girişir, örnekler vererek söylediklerini pekiştirmek ister (63a.3 - 67b. 1).
Nesir olarak yazılmış bu uzun parçada ilk örnek (63a.3 - 64b. 10) kendi şeyhinin, yani Seyyid Mansûr'un Hisâr-ı Şâdmân'a geldiğinde şehrin valisinden gördüğü yakınlık, ilgi ve destektir. Şöyle anlatır:
"Seyyid Hazretleri Hisâr-ı Şâdmân'a geldiklerinde şehrin valisi gecikmeksizin ziyarete geldi ve: 'Ey ulu kişi! Memleketin aydınlatıcı, yol gösterici ve eğiticiye ihtiyacı var; burada oturmanızı dilerim." dedi. Şeyh bunun üzerine: "Sen bizi şeyh edersen burada yerleşirim, yoksa başka türlü kalmaya gücüm yetmez. " diye cevap verdi. Sultan gülümseyerek şu karşılıkta bulundu: "Ey ulu kişi! Sizi şeyh ederse Yüce Tanrı eder; ben kendi nefsine söz geçirmekten âciz, size ihtiyacı olan biriyim, sizi nasıl şeyh ederim? " Şeyh'in buna verdiği karşılık ise şöyle idi: "Yüce Tanrı şeyh kıldıklarını başkalarına bildirip tanıtmamıştır, 'Velîlerim kubbelerimin altındadır, benden başkaları onları bilmez' buyurmuştur. Ama sen beni şeyh olarak tanıyacak olursan bütün halk bilir ve şeyhler kapısına yönelir; zaman içinde dış dünya ilgilerinin kirlerinden gönüllerini arıtarak tevbe ederler, yüksek manevî derecelere erişme mutluluğunu elde ederler. " Bu sözler üzerine sultan: "Canudilden kabul ettim, ama sizi nasıl şeyh edeceğimi anlat" deyince, Seyyid şöyle buyurdu: "Haftada veya ayda bir yiyecek ve armağanlarla gelmeniz gerek; buluşup bir araya gelmemiz inanmış insanlara manevî güç verir, kalplerinde yüksekliklere açılma sağlar. Yoksulları ve gönlü temiz iyi kimseleri ziyaret etmek din ve dünya için tam bir mutluluktur. " Sultan Şeyh Mansûr'un dediklerini yerine getirdi; sürekli ilgi göstererek insanların düşünemeyeceği ölçüde yardım yapmaya, bağışlarda bulunmaya başladı. Bunun üzerine Seyyid oraya yerleşti ve o ilişkinin sağladığı güzel sonuçla halkın tümü iyi yola yöneldi. Kadıların, kolluk görevlilerinin bütün baskılarına, uyguladıkları cezalara rağmen faaliyetlerine engel olunamayan kötülük işlenen yerler, meyhaneler kendiliğinden kapanıp ibadet yerleri oldu, içki içenler tevbe edip bağışlanma dileyenlerin saflarına katıldı. Görüşüp konuşmanın sağladığı iç huzuruyla zamanın sultanı da temiz yürekli bir sufi oldu; onun huzuru memleketini de huzura kavuşturdu."
Hazînî, kendisinin yaşayarak şahit olduğu toplumu saran bu etkilenmeyi ve insanlar üzerindeki toplu değişmeyi anlattıktan sonra, genelleme yoluyla, 'Yeseviyye kanunları', 'Aşkıyye âdâb ve erkânı' ve 'Tayfûriyye kaideleri' ile bir köşeye çekilip yalnız yaşayarak ( = halevât), çile çekerek (= erbaînât = kırk gün oruç tutup kimseyle konuşmadan vaktini namaz kılmak zikir ve tefekkür etmekle geçirerek) binbir zorluğa katlanıp nice sefil halifenin ve nice sefih makam sahibinin düzelip yol göstericilik (= mürşidlik) makamı elde ettiklerini; dileyenlere önderlik, isteyenlere rehberlik yaptıklarını söyler, ardından
"bunların adlarını anacak, menkıbelerini bir bir anlatacak olsam koca bir kitap olur."
der ve konu için destekleyici tek örnek olarak seçtiği Necmüddîn-i Kübrâ ile ilgili bir hikâyeyi nakletmeye ( 64b. 11 - 65a.7) geçer. 'Menkûldür ki ..." diye söze başlayarak anlattığı hikâye şudur:
Necmüddîn-i Kübrâ'nın adı, getirdiği birtakım farklı kurallar, koyduğu kendine özgü yol işaretleriyle duyulup da açtığı tekke itibar kazandığında tarikatı yayılmaya başlamış, bu arada O'nun riyalı olduğu vehmine kapılanlar da olmuş. Harezm bilginleri ve pek çok bilgili ve olgun kimse "cahil halk için tuzak kurmuş" diyerek kendisini suçlayıp kınamaya başlamışlar. Bunu duyan Şeyh: "Evet, tuzak kurdum, yükseklerde uçan bir doğan bu tuzağa düşsün diye" demiş.
Yazar bu hikâyeyi naklettikten sonra, şeyhin sözünün haklı çıktığını belirtmek üzere,
"(Nitekim,) Mecdü'd-dîn-i Bağdadî gibi biri tekkesine, dualarına (= evrâdına), koyduğu yeni yol çizgilerine (= şiârına) ve varlığına eğilim duyup tuzağına düştü. "
der ve ardından riya konusunda şu ilgi çekici sözü ekler:
"Riya ve taklit, ihlâs ve tahkik için vesile ve başlangıçtır. "
Daha sonra bu sözle ilgili olarak,
"Bu konuda gerçekler ve incelikler çoktur. Bu küçük risalede anlatılmasının yeri yoktur. "
şeklinde bir açıklama yaparak ilk mensur parçayı sonlandırır.

İkinci parça 6 beyitlik bir nazım parçasıdır (65a.8 - 65b.2). Hazînî gazel tarzında kafıyelenmiş bu şiirin ilk üç beytinde söz konusu 4 şartı anar, sonra asıl söylemek istediklerine geçer:
"Marifet bir coşkun denizdir, ona bir mânâ bilir er gerek. Ülke padişahının ilgi gösterip bağlanmasıyla önderlerin (= şeyhlerin) üstün bir durum kazanması gerek. Önderlerden can sakınılmaz, eğer canan gerekse uğrunda can vermek gerek. "
dedikten sonra, son beyitte; uzun süredir beklediği ilgiyi göremediğini, umduğu yardımın bir türlü yapılmadığını, İstanbul'da (bir Yesevî tekkesi kurup başına geçmek amacıyla) yaptığı girişimlerin sonuçsuz kaldığını da ustaca ima ederek, dostlarından beklediği desteği bulamadığını, belli ki verdikleri sözlerde durmadıklarını sitem yollu dile getirir:
"Ey Hazînî! Dostların iddialarının inandırıcılığı için ortada değerli sayıldığıma, üstün görüldüğüme dair delil gerek. "
Tekrar nesir türü anlatıma geçen yazar, önceki sözleriyle bağlantı kurmak amacıyla "bunun için" diye başlayarak, dindar sultanların Arap ve Acem'de belki de bütün dünyada ülkelerini korumak, yollarını güvenli kılmak, insanları doğru yola yönlendirmek için ruh eğiticileri olan yol kılavuzlarına (= ehl-i irşâd taifesine) ilgi gösterip alçak gönüllü davrandıklarını, nitekim Hz. Davud'un Tâlût'a bağlanmadığı sürece Câlût belâsından kurtulmadığını, birçok nebinin ve velinin inkârcılar, din karşıtları, azgınlar ve zorbalarla başa çıkmak, onları yola getirmek için yöneticiler ve güç sahipleriyle bu türlü yakınlıklar sağladıklarını, yakın ilişki içinde bulunma yolunu seçtiklerini belirtir; bu yolun din hükümlerince ve gerçek bilgi sahibi kimselerce de benimsendiğini ve yönetim gücünü elinde bulunduranlara itaatin (= itâat-i ulü'1-emr) ibadete eş bir tutum ve davranış olduğunda hiç şüphe ve tereddüt bulunmadığını, aksine dinden çıkma ve bozgunculuk etme sebebi sayıldığını yazar.

Hazinî'nin bundan sonraki sözleri yurduna dönme kararı almasının sebepleri ile görev saydığı çalışmaları yurdunda gerçekleştirme imkânı bulacağı umudunu taşıdığını bildiren açıklamalardır:
"Gurbet diyarında ve keder illerinde bu gibi büyüklerin kapıları kapalı, yakınlık kurma yolları bilinmez ve belirsiz; yolcuların (= seleke) yolları bozulup yürünmez olmuş, isteklilerin (= talebe) silsilesi dağılıp geçersizleşmiş; yakınlar ve dostlar ne yapacağını bilmez hâlde, müridler ve yoldaşlar yoksulluk ve çaresizlik içinde. Vatana dönme niyetinin sıkıntısına düşmek ve önceki topraklara yönelmek gerekli oldu; çünkü bilinen yerin ve tanınan yurdun seçkini-sıradanı üzerinde, bildik yörelerde ve çevrelerde bu geçerli şartların gerçekleşmesi, kalan ömrün din önderlerinin ve ulu velilerin yol yordamları, kuralları, belirledikleri usul ve erkâna bağlı olarak geçirilmesi, böylece dünya sevgisinden ve ahiret hesabından korku kalmaması, Kur'an'da kendileri için korku ve hüzün olmayacağı buyurulan veliler bölüğü içinde dirilmenin nasip olması mümkün ve velilerin silsilelerinin canlandırılması ile eğitimleri tarikat âdâbıyla sağlanan müridlerin haklarını ödeme borcundan kurtularak Arasat gününde mürşidlerin hesap sormasından kurtulmak imkân dahilinde. "
Hazînî İstanbul'dan ayrılmak ve yurduna dönmek istemesinin sebeplerini açıkladığı bu mensur satırlarından sonra 7 beyitlik bir gazele (67a.6 - 67b. 1) yer verir. Bu gazelde de çektiği gurbet acısını, vatanına duyduğu hasreti, çaresizliğini ve umutsuzluğunu dile getirir. Gazelin son beyti daha önce söylediklerinin bir özeti gibidir:
"Ey Hazînî! Dünyada daha ne kadar kadri bilinmez ve dudağın suya hasret bir durumda kalacaksın? Mâverâünnehir, susamışları kandırır; onlara değerlilik bağışlar. "

KAYNAK: Menbau'l-Ebhâr Fi Riyâzi'l-Ebrâr
Sultan Ahmed Hazînî
Hazırlayan: Mehmet Mahûr Tulum

Üçüncü Bölüm
s.90-98

İstanbul-2009

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye