Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hazînî: Yeseviyye ve Zikr-i Erre
MesajGönderilme zamanı: 08.10.10, 16:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Hz. Ebubekir'e bağlı iki tarikat:
Yeseviyye ve Yesili Ahmed,
Nakşbendiyye ve Gucdüvânlı Abdülhâlik

Hazînî
Menbau'l-Ebhâr Fi Riyâzi'l-Ebrâr
Hazırlayan: Mehmet Mahûr Tulum
s.57-64

Giriş
Yesevîlik ve Nakşbendîlikle ilgili olan bu ilk ayırım (16a. 11 - 30b.8) bölüm içindeki en uzun ayırım olup başında yer alan mensur sözler giriş mahiyetindedir. Yazar burada ilk (kurucu) ve tarikata ad vermiş olan halifelerden, önce Yesevîliğin en büyük şeyhi (= kutbü'l-aktâbı ve üstadı) Ahmed-i Yesevî ve Nakşbendîlik yolunun ilk ulu şeyhi (= kutb-ı irşadı) Abdülhâlik-ı Gucdüvânî ile başlayacağını belirtip türlü sıfatlarla vasıflayarak onların adını verir. Ahmed-i Yesevî "şeyhu'l-meşâyıhı'l-Alevî ( = Alevî şeyhler şeyhi)" niteliğiyle tanıtılır. Burada 'Alevî' sıfatı 'Yesevî' kelimesiyle arasında ses denkliği bulunan bir kelime olması yüzünden kullanılmaktan öte, Ahmed-i Yesevî'nin soyca Hz. Ali'ye dayandırılması ile ilgilidir; açıkçası bir nisbe (= soy bağı bildiren kelime) yerindedir. Yazar her adı geçtiğinde Yesevî'yi bu nisbe ile birlikte anacak, soy zincirini verdiğinde de bu durumu açık¬layacaktır.
1. 1
Yeseviyye ve Yesili Ahmed

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ayırımın bu ilk dilimi (16b.6 - 27b.ll) diğerlerine göre oldukça uzundur. Başlıkta Yesevîliğin kurucu şeyhi Ahmed-i Yesevî 'mürşidler sultânı', 'kutublar kutbu' nitelikleri yanında 'Alevî seyyid' (= seyyid-i Alevî) niteliğiyle anılır. Burada da yazar 'Alevî'yi soy bağı belirten bir kelime (= nisbe) olarak kullanmış, metnin bağlamına 'seyyid' kelimesini de katarak şeyhin soy bağını bir başka yolla da açıklamıştır.

“Nazım ve nesirle karışık olarak düzenlenmiş olan bu dilim 6'sı Türkçe, 28'i Farsça olmak üzere 34 beyitlik bir manzum parçayla (16b.8 -18a.4) başlar. Hazînî'nin burada yazdıkları özetle şunlardır:
"O, zamanın şeyhlerinin önderi ve öncüsü, özellikle de Mâverâünnehir bölgesinin pîr'idir. Türk şeyhleri eşiğinin kuludur. Tekkesinden her biri yer yüzünde bilgin bir ulu, silsilesinde erler eri birçok ulu yetişmiştir. 99 bin mürit kutup olduğunu kabul etmiştir. Miraç (= ruhun Hak katına yükselişi) hırkası giyerek geldiğinden ötürü tarikatı kıyamete dek geçerli olacaktır. Önceleri Şâfiî iken daha sonra Hanefî olmuştur. Mezhebi temiz, meşrebi arı durudur. Tarikatte yolu kusursuz ve her yönden yeterlidir. Onda Kur 'an sureleri başındaki harf/harfler (= hurûf-ı mukattaât) gibi gönlü teselli edici nitelikte bir zikir vardır. Bu yolun bütün kılavuzları erre (= testere) zikri denilen bu zikri bilir. Bu zikir Tanrı katında kendi işiydi, bununla birlikte nice tarikat öncüleri onu özel zikir olarak benimsedi. Türk, Tacik, Hintli, Kürt ve Arap erre zikri ile coştu, ondan zevk aldı."

Ahmed-i Yesevî ve ona özgü olan erre zikri üzerine yazılmış bu Farsça beyitleri mensur bir parça (18a.5 - 18b. 1) izler. Seçili söz öbekleri olarak düzenlenmiş bu parçanın başı beyitler için çizilmiş iki sütuna 4 beyit hâlinde yerleştirilmiş, sonu ise sayfa çerçevesizine 4 nesir satırı olarak yazılmıştır. Hazînî burada da erre zikri’nden söz eder, bu zikrin bambaşka bir zikir olduğunu, nice seçkin kimselerin onu seçtiğini ileri sürer, meydana getirdiği yararlar açısından birçok niteliğine değindikten sonra da bu tür zikrin Yeseviyye tarikatini diğer yaygın tarikatlardan ayıran bir ayrıcalık olduğunu söyler.
Mensur parçanın ardında Nazm başlığı altında 5 Türkçe beyit yer alır (18b.2-6). Yazar bu beyitlerde de erre zikri hakkındaki açıklama ve değerlendirmelerini sürdürür. Nice arifin bu zikirle kendinden geçtiğini, bu zikri yapanın elest kadehinin katıksız şarabı ile sarhoş olduğunu, Zekeriya Peygamber'in bu zikirle tanındığını, nice doğru yol göstericinin bu doğru yolda yürümekle bilindiğini, Hz. Davud'un da bu tür zikir yaptığını söyler, bu zikrin harfsiz yapılan bir 'ruh zikri' olduğunu ileri sürer ve nihayet âşıkların ededurdukları duanın Tanrıyı anmak olduğunu, bunun da Lâ ilahe illallah 'tan başka bir şey olmadığını kaydeder.
Bu beyitleri izleyen mensur parçada (18b.7-19b.2) da erre zikri hakkındaki açıklamalarına devam eder. 'Parlak kasideler yazarı, divan sahibi bir şair, zahirî bilgilerde seçkin, Mâverâünnehir'de bâtını bilgilerde eşsiz bir âlim' olarak tanıtıp 'sesli ve sessiz zikir erenlerinin önde geleni' diye övdüğü ve Hoca Ubeydullâh'ın beğendiğini ileri sürdüğü Halveti şeyhi Mahmûd-ı Zâverânî'nin, sülûk risalesinde erre zikri hakkındaki görüş ve değerlendirmesini aktarır. Ona göre
"Erre zikri 'Âh âh' denilerek yapılan bir zikirdir, bağrı yanık dervişler benliklerini ve ruhlarını arındırmak için onu seçmişlerdir."
Daha sonra kimi arifler ve âlimlerin de erre zikri hakkında
"Tanrı katına ulaştırıcı, 'giderek artan hızda ve uzun süreli olarak (= şedd ü medd ile)' gösterilen bu çaba (= mücâhede) ism-i a'zam (= Tanrı'nın en büyük adı) ile gerçekleştirilir; çünkü onun sesçe türlü nitelikleri olan harfler, türlü anlamları bulunan kelimelerle bir ilgisi yoktur, o yalnızca Tanrı övgüsüne yöneliktir; Tanrı'nın öteki güzel adları (= esmâü'l-hüsnâsı)nda söylenme sırasında harflerin sırası değişebilir, kelimelerin anlamları bozulabilir; bu çok özel zikirde ise böyle bir durum söz konusu olmaz, o Yüce Tanrı'ya en uygun ve yaraşır olandır."
dediklerini kaydeder.

Sonra yeniden nazım türünde anlatıma geçen yazar (19b.3-9) erre zikri ile ilgili değerlendirmelerine devam eder,
"Sevenlerin zikri remiz ve işarettir; sevilen, harfi ve sözü sevmez. Erre zikri insanın iç dünyasının mimarıdır, iç dünya onunla bezenip şenlenir. Bu zikir zikredeni nefsinden, onun kötü isteklerinden kesmiş, ona güzellik vermiştir."
gibi görüşler ileri sürer. Nihayet
"Zikreden bu yolda alçaklık peşindedir, girdiği bu yolda mevki ve makamı, yüksek yerleri ardına atmıştır"
dedikten sonra son beyitte kendine seslenerek
"Vatanına dön, zikir nakdiyle alış veriş et"
uyarısında bulunur. Bu beyit, örtülü olarak, İstanbul'da bir Yesevî tekkesi açma, bu tekkenin şeyhi sıfatıyla erre zikrini uygulama isteğinin gerçekleşmediğini anlatır.
Sonraki nesir satırlarında da (19b. 10 - 20b. 1) aynı konu işlenir, bu arada Şehr-i Sebz vilâyetine bağlı Uluğ Miten'in Nenek nahiyesinin 'Şeh' adlı köyünde yatmakta olan büyük âlim ve mürşid Şeyh Ahmed-i Beşiri'nin şeyhlerin menkıbeleri, makamları ve kerametlerine dair risalesinde güvenilir kaynaklara dayanarak yer vermiş olduğu, erre zikri konusundaki soruya Ahmed-i Yesevî'nin cevabı aktarılır. Bu risaledeki kayda göre, Ahmed-i Yesevî'ye bu tür zikrin ne olduğu sorulmuş, o da:
'Hak niceliği ve nasıllığı olmayandır, eşsiz ve benzersizdir; bu zikir de, bunun gibi, nasıllıktan uzak ve benzeri olmaktan ıraktır"
diye cevap vermiştir.
Yazar bu satırlara 5 beyitlik bir manzum ekleme (20b.2-6) yapar, burada da erre zikri'nin 'Hakk'a lâyık bir zikir', 'benzersiz bir sır' olduğunu söyledikten sonra onun birtakım özelliklerini ve niteliklerini dile getirir.
Bu beş beytin ardından uzunca bir mensur parça (20b.7 - 21b.9) gelir. Hazînî burada da erre zikri ile ilgili açıklamalarına devam eder:
"Yeseviyye şeyhlerinin ıstılahlarında Yüce Allah'ı zikretmekle kast edilen bu erre zikridir. Diğer adları tekrarlamak biçiminde yapılana 'telkin' derler, zikir demezler. Bundan ötürü gece ve gündüz, sürekli olarak bu tür zikir yapılır ve bununla Tanrı katına ulaşma mutluluğuna erişilir."
Hazînî burada Yeseviyye şeyhi Kemâlüddîn-i İkânî ile Hoca Ubeydullah Ahrâr arasında geçmiş olan bir olayı aktarır. Amacı Hoca Ubeydullâh'ın erre zikri konusundaki görüşünün olumlu olduğunu duyurmaktır:
"Nakledildiğine göre, Şeyh Mevdûd-ı Türkistânî'nin halifesi olan Şeyh Kemâlüddîn-i İkânî, Semerkand yakınlarındaki Aliâbâd kasabasında doğup büyümüş, orada yetişip ün kazanmış bir mutasavvıftı. Sıradan-seçkin, yoksul-zengin pek çok kimse manevî etkisinde kalmış, ona bağlanmıştı. Bunun üzerine kimi bozguncular baş kaldırdılar ve ortalığı karıştırarak karşı çıktılar. Özellikle 'Seyfullah' adındaki bir kendini bilmez, dervişleri sevmez bir kolluk görevlisi (= muhtesib) adı geçen şeyh hakkında birtakım çirkin yakıştırmalar duyup hemen Hoca Ubeydullah Ahrâr'a gelir, tahrik edici ve şüphe uyandırıcı sözler söyler, güvenilir bir halifesini durumu öğrenmek üzere göndermesini ister. O da gerçeği ortaya çıkarmak için mollalar arasında güvenilir, halk arasında sözüne inanılır bir kimse olan Mevlânâ Kasım Kelân'ı bu kişiyle birlikte gönderir. Aliâbâd kasabasına girdiklerinde o iki yüzlü kolluk görevlisi korkuya kapılmış, titreye titreye huzuruna varmışlar. Şeyh şu beyti okumuş:
Hazer çün kılmadı münkir kılıç kaldurdı keskin âh
Cefa-bînning keser âhı kaçan sürkense seyfu'llâh
(İnkarcı çekinmeyince keskin âh kılıç kaldırdı; eziyet görenin âhı Allah'ın kılıcıdır, çaldığında keser).
Hemen o anda o kendini beğenmiş muhtesib ölür, hesaba çekileceği öte dünyaya göçer; adı geçen Mevlânâ Kasım ise üç gün ne yaptığını bilmez hâlde kalır. Kendine geldikten sonra Şeyh'in yanından ayrılan Mevlânâ Kasım onun bazı manzumelerini Hoca Ubeydullâh'a getirir. Buna son derecede sevinen Hoca Ubeydullah Şeyh ile buluşmak ister, yanında mollalar ve kalabalık bir halk topluluğu bulunduğu hâlde süslü püslü, gümüş üzengili alabacak atlara binmiş olarak Aliâbâd tarafına doğru yola koyulurlar. Yol üzerinde Âb-ı Rahmet ile Hoca-i Danyâl arasında 'Pûl-i Mirza (= Mirza Köprüsü)' de denilen Ulug Bek Kürekân Köprüsü'ne vardıklarında, Şeyh Kemâl-i İkânî'nin, yanında üstü başı dağınık, saçı başı karışık bir yaya topluluğu ile bir topal eşeğe binmiş durumda köprünün öte yakasında beklemekte olduğunu görürler. Şâh Kâsım-ı Envâr'ın şiirlerinden
Ciğer pür-derd ü dil pür-hûn ü cân sermest ü nâ-pervâ
Rehem dûrest ü merkeb leng ü der-ser mâye-i sevdâ
(Ciğer dert ile dolmuş, gönül kana bulanmış, can ise sarhoş ve korku bilmez Yolum uzun, bineğim topal, varım yoğum başımdaki sevda, bitmez tükenmez)
beytiyle başlayan, ortama uygun bir şiirini okumaktadır. Hoca Ubeydullah o üstü başı dağınık, saçı başı karışık, ama gönül gözü açık ve uyanık topluluğu ve topal eşek üzerindeki o mürşidi bu hâlde görüp çok etkilenir ve gümüş üzengili atından inip yol üzerinde onunla buluşur. İki ulu iç dünyalarına dalmış bir hâlde otururlar; gönül denizleri dalgalanır, yolculuğa çıkmış ruhları yücelere erişir. Hoca Ahrâr iç diliyle duyurarak o büyük şeyhten Farsça şiir söylemesini ister. Halbuki adı geçenin o âna kadar Farsça şiir söylediği duyulmamıştır. Ama bilinmezi bilme, görülmezi görme (= mükâşefe) gücü, ayrıca bu yakınlık ve isteğin de manevî etkisiyle, birden, kendi aralarında 'hikmet' dedikleri bir şiir söylemeye başlar (bkz.23b.1-7). Bunun üzerine her yandan çığlıklar yükselir, dervişler coşkun bir şekilde bağrışıp ağlaşırlar. Hoca Ahrâr da coşkunluğa kapılır ve Şeyh Kemâl'den erre zikri yaptırmasını ister. O da bağrı yanık dervişleriyle halka kurup zikri başlatır. Giderek yükselen temponun doğurduğu coşkunlukla coşup taşarlar, ortalığa sanki ateş düşer, ruhlar ayaklanır. Coşkunlukları öyle bir dereceye ulaşır ki Hoca Ahrâr dayanamayıp Farsça "Yeter, yeter! Gönlüm yandı, gönlüm yandı" der. Zikre katılanlar şeyhin buyruğu ile susup zikri keserler. Hoca Ahrâr Farsça şöyle der: "Eğer bir saat daha devam etseydi, arştan ferşe kadar her yer ateş içinde kalırdı."

Erre zikri ile ilgili sözlerine devam eden yazar sonraki satırlarda şu hikâyeye yer verir:
"Anlatıldığına göre, Münkir ve Nekir zikir ateşiyle yanıp ölen bir iman erinin uzuvlarını koklamaya başlarlar. Bu kişi: 'Ey melekler! Onları bırakınız, asıl olan kalbimdir, ona bakmak gerek' der. Meleklerin delil istemesi üzerine zikir yapan bu imanlı kişi öyle bir ateşli “âh” çeker ki kıvılcımları yedi katlı göğün katlarını deler, arştan geçip mekânsızlık âleminde yok olur. Bunun üzerine melekler dehşet içinde kalıp bölük bölük kaçışmaya başlarlar. Bu inançlı zikir eri hâl diliyle şöyle seslenir: 'Ey sorgu melekleri! Yetmiş seksen yıl bu ateşin içimin ocağında bulunmasından korkmadım. Utanın, bir kıvılcımdan darmadağın olup kaçmak istiyorsunuz.' "
Daha sonra ise,
"Bu erre zikri nice ilim adamı tarafından beğenilmiş, nice araştırıcı onu ayrıntılı olarak açıklamıştır. Gelip geçmiş şeyhlerden duyulmuş olan övgü şiirlerini bir bir yazacak olsam risale uzar gider."
der ve otuz iki halife yetiştirdiğini, tarikatinin okyanus gibi dünyayı kapladığını, hakkında birçok kitap ve risale yazıldığını, Mâverâünnehir'in bütün sultanlarını etkileyip kendisine bağlamış olduğunu, gerçekler ve inceliklerle dolu şiirlerinin zamanında büyük şöhret kazandığını söylediği Buharalı ve Gazîreli Şeyh Hudâydâd'ın erre zikri 'ni öven bir gazeline yer verir (25b.1-5).

Bu Farsça gazeli bir rivayet izler. Bu rivayete göre, Hızır, Ahmed-i Yesevî'yi bir gün sıkıntılı ve üzüntülü görmüş, "Nedendir bu üzüntü? Şu gerçek ki her gün dünyayı yedi kez dolanır, bir iyi yoldaş ararım; senden daha iyi birini bulamadığımdan hep seninle yoldaşlık ederim. Bu üzüntünün sebebi nedir?" demiş. Şeyh şöyle cevap vermiş: "Günlerdir müritlerin kalplerinde bir sıkıntı belirdi ve onların huzurunu kaçırdı. Bunu gidermek mürşit için kaçınılmaz olduğu hâlde beceremiyorum, bu yüzden üzgünüm." Bunun üzerine Hızır bu yolda zikir yapmasını salık vermiş, Şeyh onun dediği gibi yaptığında da o sıkıntı müritlerin kalplerinden yok olmuş.
Bu rivayeti yazan Hazînî, Ahmed-i Yesevî'nin o günden sonra sürekli olarak bu tür zikir yaptırdığını, bu zikrin daha sonra da sürdürüldüğünü, kendi çağına gelinceye kadar gelmiş nice ulular tarafından uygulandığını ekler ve kıyamete kadar sürüp gitmesi dileğinde bulunur.
Bu uzunca nesir parçasına eklediği 9 beyitle (26a.9-26b.6) erre zikri konusunu sonlandıran Hazînî, bu beyitlerde her varlığın kendi dilince Allah'ı andığını, birçok Allah dostunun 'âh zikri' de denen bu zikri yaptığını, bu zikri yapanların Allah'ı istediklerini söyledikten sonra kendine seslenir ve
"Hüzünle gece ve gündüz bu zikri yap ki kalbinin aynası parlasın, o aynada bütün gizlileri bilen (= Allâmü'l-guyûb) Yüce Tanrı görünsün. Aynanı kötü isteklerin pasından arındır, benliğini bu zikirle paramparça et."
der.
Birinci dilim Hazînî'nin Ahmed-i Yesevî'nin vasiyeti olarak aktardığı erre zikri hakkındaki bir not (26b.7 - 27a.3), ardından kendisinin erre zikri ile ilgili 7 beyitlik bir gazeli (27a.4-10), nihayet Tanrı dostlarının (= velilerin) duaları, zikirleri ve semaları hakkındaki mensur değerlendirme sözleriyle (27a. 11 -27b. 11) son bulur.
Yesevî'nin söz konusu vasiyeti şudur:
"İnançlı kalmamış, inançsızlar ortalığı kaplamış. Bu yolda ihtilaf bulanıklığından arınmış yürek, temiz nitelikli erre zikri yapan derviş gerek. Temiz yürekli ve yoksul olmadıkça arı duru ve zengin olunmaz."

Tanrı dostlarının duaları, zikirleri ve semaları hakkında yazdıkları ise şöylece özetlenebilir:
"Büyük şeyhlerin ve ünlü velilerin duaları ve zikirleri insanlar ve meleklerce değerli sayılmıştır, sağladığı sonuçlar ve yararlar göğün ve yerin derinliklerine ulaşır. Ulular hakkında ileri geri konuşmak çok büyük yanlıştır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin ölümünden sonra bilgin ve olgun kimseler yapmış olduğu semanın helâl olup olmadığı konusunu Şeyh Sadreddîn-i Konevî'ye sormuşlar, o da: "Ergin kimselerin getirdiği yenilikler Hz. Peygamber’in güzel sünnetlerine benzer. Nitekim o büyük Tanrı dostu: 'Bir topluluğun önderi bir ümmetin nebisi gibidir' buyurmuştur". Böyle olunca erre zikrinde şüphe göstermek bilgisizliktir. Akıllı ve insaflı kimseler için bu kadar delil ve açıklama yeter."

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye