Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Nakşbendîyye Tarikatı / Şamil İslam Ansiklopedisi
MesajGönderilme zamanı: 30.05.11, 20:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Nakşbendîyye Tarikatı / Şamil İslam Ansiklopedisi

Bahauddin Nakşibend Muhammed b. Muhammed el-Buharî tarafından kurulan ve İslâm dünyasında yaygın olan tarikat.

Nakşibend Farsça bir kelimedir ve "nakış yapan" demektir. Kalbi işlediği, kalbin üzerine süsler yaptığı için bu adı almıştır (Abdulmecid b. Muhammed el-Hanî, Hadaikul-Virdiyye fi Hakâikul-Acille en-Nakşibendiyye, Kahire 1306, s. 9).

Bahauddin Nakşbend'in adı, Muhammed b. Muhammed el-Buharî' dir. 718/1318 tarihinde Buhara'ya 9 km. uzaklıkta bulunan Kasr-ı Arifân (eski adı Kasr-ı Hinduvan)'da doğdu (Tahsin Yazıcı, Nakşibend mad., İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1964, IX, 52.).

Nakşibend dünyaya geldiği zaman, Hacegan tarikatının şeyhlerinden Muhammed Baba Semmâsî (ö. 740/1339) müridleriyle birlikte o köye gelmiş ve henüz çok küçük yaşlarında bulunan Nakşibendi mânevî evlatlığına almıştır. Bahauddin kendi hallerinden bahsederken, bu konuda şöyle der: "Benim hakkımda zuhûr eden Allah Teâlânın lütuflarından ilki, daha çocukluk çağımda iken, kadri yüce Şeyh Hâce Muhammed Baba Semmâsî'nin nazarları ile müşerref olmam ve beni evlâtlığa kabul etmeleridir" (Salahuddin b. Mübârek el-Buharî, Makamat-ı Muhammed Bahauddin Nakşibend, trc. Süleyman İzzi, İstanbul 1983, s. 29).

Baba Semmâsî, müridlerinden Emir Külâl'e; "Bu erin terbiyesi sana aittir" diyerek, Nakşibendi ona emânet ettiği rivâyet edilir (Seyfuddin Ali b. Hüseyin, Reşahatu Aynil-Hayat, İstanbul 1291, s. 48.).

Nakşibend, her ne kadar Emir Külâle intisab etmişse de, muteber kaynakların haber verdiğine göre, onun gerçek şeyhi, kendisinden çok sene önce vefât eden Abdulhâlik Gücduvânî (6. 617/1220)'dir. Tasavvufta, kişinin kendisinden Önce vefât etmiş olan herhangi bir şeyhin ruhâniyetinden feyz alarak rabıta kurmasına, "Üveysilik yolu" adı verilir (Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 1990, s. 430; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1985, s. 294).

Bahauddin on sekiz yaşlarında iken, ailesi onu evlendirmek istemiş, Bahauddin, Baba Semmâsiyi da'vet etmek için Semmâs'a gitmiş, oraya varınca, hocanın sohbetine iştirak etmiş, sohbetin kendisine verdiği zevk ve huzurdan sonra mescide gitmiş ve Cenâb-ı Hakk'a, "Ya Rabbi!.. Bana belâ yükünü çekmek için kuvvet ver. Bu hususta bana ihsanda bulun" diye dua etmiştir. Baba Semmâsi onun bu durumunu öğrendiği zaman, kendisine: "İlâhî!.. Sen, rızana uygun olanı ne ise, onu bu zayıf kuluna ihsan eyle!" diye duâ etmesini, zirâ her zaman Allah'ın rızasını kazanmayı gâye bilen kimseye belâ ulaşmayacağını, şayet Allahu Teâlâ bir velisine belâ gönderirse, yine kendi inâyetiyle ona kuvvet ve tahammülü ihsan edeceğini, insanın kendi irâdesiyle belâ istemesinin doğru olmayacağını söylemiştir.

Baba Semmâsî vefât ettikten sonra, Semerkant'a gitmiş, oradaki dervişlerin sohbetine iştirak etmiş, kısa bir zaman içinde onların saygısını kazanmış ve tekrar memleketi Kasr-ı Arifân'a dönmüştür (Ali b. Hüseyn, Reşahât, s. 18.).

Bahauddin Nakşibend iki kez Hicaz'a gitmiştir. Gidiş ve gelişlerinde çeşitli zatları ve yerleri ziyâret etmiştir. Memleketi olan Kasr-ı Arifân'da bir mescid yaptırmış ve inşaatında bizzat çalışıp işçilik yapmıştır (Ali b. Hüseyn, Reşahât, s. 61.).

Nakşibend, Hanefi mezhebine mensuptu. Her fırsatta sohbet eder, va'z ve nasihatte bulunur ve "Tarikimiz sohbet üzerinedir" diyerek, müridlerini de buna teşvik ederdi. Aynı zamanda o, çok mütevâzi idi; misafirlere çok saygı gösterirdi. Hayvanlara karşı bile sevgi beslerdi ve haramdan son derece sakınırdı. Ölümünden bir gün önce müridlerine, halifelerinden Muhammed Parsa (ö. 922/1516)'ya tâbi olmalarını vasiyet etti ve 3 Rebiül-Evvel 791/2 mart 1389 pazartesi günü, doğduğu yer olan Kasr-ı Arifan'da, yetmişüç yaşında iken Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Nakşibendi Tarikatı, Bâhauddin Nakşibendden sonra, Alaeddin Attar, Zahid Bedahşi ve Muhammed Parsa tarafından geniş bir alâna yayıldı. Bilhassa İmam Rabbânî (ö. 1034/1625) zamanında, Hindistan ve havalisinde yayılma kaydetti. İmam Rabbânî'nin oğlu Muhammed Ma'sûm (ö. 1098/1687) da ciddi bir eğitim görerek, babasının mutedil tasavvuf yolunu devam ettirdi. Tarikat, oğlu Şeyh Seyfeddin (ö. 1100/1689) ve halifesi Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî (ö. 1135/1723) ile naklî, tasavvufi ve farz-ı kifaye ilimler bakımından bir medrese ve herkese açık bir müessese haline geldi. Bu tarikat, Fatih Sultan Mehmed zamanında, Molla İlâhî Simâvî (ö. 896/1490) vasıtasıyla İstanbul'a girdi. Gulam Ali Dehlevî ve Ebû Saîd Müceddidî ile Hindistan içlerine de yayıldı. On sekizinci asırda Mevlana Ziyaeddin Bağdadî ile Osmanlılarda genişledi ve istikrar kazandı. Osmanlı padişahları Nakşibendiliği himâye ettiler. İstanbulda, altmış beş adet Nakşibendi dergahının bulunması, halk arasında ne kadar yaygın hale geldiğini göstermektedir (M. Fuat Köprılli!, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1918, s. 123).

Sonraki yıllarda Nakşibendiye tarikatının Mevlâna Halid Bağdâdî (ö. 1242/1826) tarafından kurulan Halidiye kolu, Anadolunun çeşitli yerlerinde, Suriye ve Irak yörelerinde yaygınlık kazandı (Reşid Paşa, Tasavvuf, İstanbul 1965, s. 101 vd.).

Nakşibendiye Tarikatı silsilesi, üç koldan Hz. Peygamber'e kadar ulaştırılır:

Hz. Muhammed (s.a.s)'den başlayan ilk kol:

Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)
İmam Hüseyin (r.a). (ö. 60/680)
Zeynel-Abidin ....... (ö. 75/694)
İmam Muhammed Bakır .......... (ö. 114/732-33)

Diğer bir kol:

Hz. Ebûbekir (r.a) .. (ö. 13/634)
Selman Farisî (r.a) .. (ö. 35/655)
Kasım b. Muhammed (r.a) ....... (ö. 102/720-21)

Her iki kol da İmam Cafer Sadık'da birleşir ............... (ö. 148/765)

Ebû Yezid Bistâmî (ö. 261/875)
Ebû Hasan Harkanî ................ (ö. 419/1028-29)

Üçüncü kol:

Hz. Ali (r.a) .......... (ö. 40/660)
Hasan Basrî (r.a) (ö.110/728-29)
Habib A'cemî ....... (ö. 150/767)
Dâvud Tâî ...... (ö. 184/800-801)
Ma'rûf el-Kerhî ..... (ö. 200/815)
Sırriyü's-Sakatî .. .. (ö. 253/367)
Cüneyd-i Bağdâdî .. (ö. 298/910)
Ebû Ali Rudbârî ... ........... .....
Ebû Ali Kâtib .... .. (ö. 321/933)
Ebû Osmân Mağribî (ö. 373/983)
Ebû Kasım Kürkânî (ö. 450/1058)

Her iki kol da Ebû Ali Ferâmedi'de birleşir (ö. 477/1084-85).

Bundan sonra silsile şöyle devâm eder:

Yûsuf Hemedânî (ö. 535/1140-41)

Abdulhâlik Gücduvânî ........ (ö. 617/1220-21)

Hoca Ârif Rivgerî (ö. 649/1251)

Mahmud İncir Faşnevî ........ (ö. 670/1271)

Ali Râmitenî (Azizan) ....... . (ö. 705/1305, 715/1315)

Muhammed Baba Semmâsî .. (ö. 740/1339)

Seyyid Emir Külâl (ö. 777/1375)

Bahaeddin Nakşibend .......... (ö. 791/1389)

Muhammed Alâeddin Attâr. (ö. 802/1399)

Mevlânâ Ya'kub Çerhî ........ (ö. 847/1443)

Ubeydullah Taşkendî .......... (ö. 895/1490)

Muhammed Parsa ..... ........ (ö. 922/1516-17)

Derviş Muhammed (ö. 970/1562)

Hacegî Emkenegi (ö. 1008/1599)

Muhammed Baki Billah ...... (ö. 1014/1605)

İmam Rabbânî ... (ö. 1034/1625)

Muhammed Ma'sum ........... (ö. 1098/1687)

M. Seyfeddin Fârukî ............ (ö.1100/ 1689)

Muhammed Bedvânî ........... (ö. 1135/1723)

Şemseddin Habibullah ........ (ö. 1195/1781)

Abdullah Dehlevî ..... ......... (ö. 1240/1824-25)

Mevlânâ Hâlid Bağdâdî ....... (ö. 1242/1826)

Bu tarikat silsilesi, Hz. Ebûbekir (r.a)'den, Ebû Yezid Bistâmi'ye kadar "Sıddıkiyye"; Bistâmî'den, Abdulhâlik Gucdüvânî'ye kadar "Tayfuriyye"; Gucdüvânî'den, Muhammed Bahâeddin Nakşbend'e kadar "Hâcegâniyye"; Bahâeddin Nakşibendden, Ubeydullah Ahrâr'a kadar "Nakşbendiyye"; Ubeydullah Ahrâr'dan, İmâm Rabbâni'ye kadar "Nakşbendiyye-i Ahrâriyye"; İmam Rabbânî'den Şemseddin Mazhar'a kadar "Nakşbendiyye-i Müceddidiyye"; Şemseddin Mazhardan, Mevlânâ Hâlid'e kadar Nakşbendiyye-i Mazhariyye"; Mevlânâ Hâlid'den sonra "Nakşbendiyye-i Hâlidiyye" olarak anılmıştır (Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 434 vd.).

Abdulhâlik Gücduvânî (ö. 617/1220)'nin tesbit ettiği şu on bir prensip, Nakşibendiye Tarikatı'nın esasını teşkil etmektedir:

1- Vukuf-ı Zamanî: Müridin zamanı çok iyi değerlendirmesidir.

2- Vukuf-ı Adedî: Dersin adedi ve gerçek manası düşünülmelidir.

3- Vukuf-ı Kalbî: Kalbi uyanık tutmak gerekir.

4- Hûş der-dem: Nefes alıp verirken, gaflette olmamak.

5- Nazar ber-kadem: Başkasına değil, kendine bakmalıdır.

6- Sefer der-vatan: Halktan ayrılıp Hakk'a gitmesidir.

7- Halvet der-encümen: Halk içinde de olsa, halvet hali olmalıdır.

8- Yâd kerd: Şeyhin verdiği zikri, kalb ve dil ile daima tekrarlamak.

9- Bâz geşt: Zikirle Allah'a dönüş, vuslât düşünülmelidir.

10- Nigah-daşt: Kalbi zararlı düşüncelerden korumak.

11- Yâd-daşt: Masivâyı bırakarak, sadece Allah'ı düşünmektir (Mustafa Kara, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, İstanbul 1987, s. 156).

Bazı alimlerde, Nakşibendiye Tarikatının esaslarını şu maddelerle özetlemişlerdir:

1- Şeriatla zahiri temizlemek.
2- Tarikatla batını temizlemek.
3- Hakikatle Kurb-ı ilâhiye ulaşmak.
4- Marifetle Allah'a ulaşmak (Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 295).

Başta işaret edildiği gibi, Ehl-i Sünnet itikâdına bağlı olan Nakşibendiye tarikâtı çeşitli ilimlerle meşgul olmaya, va'z ve sohbetler vasıtasıyla bu ilimleri tebliğ etmeye son derece önem vermiştir. İlimle meşgul olmanın, pozitif ilimlerden, bilhassa fizik, kimya, biyoloji vs. gibi Hakk'ın kudret ve azametini idrake vesile olan ilimlerden faydalanmanın bir çeşit zikir olduğunu kabul etmiştir.

Bir de Nakşibendiye tarikatı mensupları, Şerîat esâslarına uymaya ve ona bağlı olmaya son derece önem vermişlerdir. Şeyh Ahmed Farûkî'nin;

"Şer'î edeplerden birine riayet, mekruhlardan birini bırakmak; zikirden, fikirden, murakabeden ve mertebelere teveccühten daha faziletlidir" (Muhammed b. Abdullah Hânî, Âdâb, trc. Abdulkadir Akçiçek, İstanbul 1976, s. 13) şeklindeki açıklamaları, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Ayrıca Nakşibendiye tarikatı, boş kalan insanların nefsin pençesinden, çeşitli kötü alışkanlıklardan korunması için, tevbe, istiğfar, zikir, tefekkür, nafile namazlar ve benzeri şeylerle meşgul olmayı tavsiye etmiştir. Bu şekilde nefsi yenip kalbi kontrol altında tutmaya murakabe denir.

Diğer tarikatlarda olduğu gibi, Nakşibendiye Tarikatı'nda da râbıta vardır. Râbıta'yı şöyle açıklamaktadırlar: Doğrudan Allah ile manevi bir baş ve irtibât kuramayan mürid, Resulullah (s.a.s) Efendimizden itibaren, hayatta olan mürşidine kadar silsiledeki bütün meşayihin oturduklarını, kendisinin de mürşidinin yanında yer aldığını ve onlardan manevi bir feyiz aldığını düşünür ki buna râbıta denir. Râbıta yoluyla alınan bu füyuzât, manevi yolda ilerlemeye vesiledir. Râbıta'da dikkat edilecek husus, rabıta yapılan kişinin bu işin ehli, alim, kamil bir mürşid olmasıdır. Aksi takdirde, istenilen netice elde edilemez. Râbıta vesilesiyle mürid, "fenâ fi'ş-Şeyh"e, ondan sonra "fena fi'r-Resûl" ve "fenâ Fillâha ulaşır. Kişi vasıtasız olarak "fena fıllah'a (Allah Teâlâ'da fani olma imkânına) sahip değilse, râbıta yapması tavsiye edilmiştir. Aksi hallerde buna lüzum görülmemiştir
(M. Halid, Râbıta hakkında Risâle İstanbul 1924, s. 238; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 447).

Nakşibendiler önceleri kalben, gizli zikrederlerdi. Sonraları cehren, açık olarak da zikretmişlerdir. Hâlidîler ilk kurulduğu gibi kalben, gizli zikretmektedirler (Reşid Paşa, Tasavvuf, s. 104).

Nakşibendiye Tarikatı'nda topluca yapılan zikre hatm-ı hacegan denir. Müridlerin adedi on kişiden az ise, küçük hatme; çok ise, büyük hatme sesli, sessiz olarak icrâ edilir. Aralarında iki fark vardır. Birisi, 79 kere okunacak olan el-İnşirâh suresinin terkedilmesi, diğeri ise,1001 ihlâs yerine 500 defâ, Ya Baki entel-Bâki'nin okunmasıdır (Mustafa Kara, Mezhepler ve Tarikatlar Ansiklopedisi, s. 156).

Bütün bu usul, prensip ve kaideler tarikat şeyhleri tarafından konulmuştur.
Sünnette 79 defa İnşirah 1001 defa İhlas vb. vîrdler mevcut değildir.
Ayrıca yukarıda sayılan on bir prensip ve usul de Resulullah zamanında mevcut olmayıp sonradan tarikatın mensupları tarafından ortaya konmuştur. Yoksa Hz. Peygamber'den bu konuda sahih yolla gelen herhangi bir hadis veya bir haber yoktur. Bunlar tarikat ve va'z türü eserlerde mevcuttur. Halkı ibadet ve takvaya alıştırmak için iyi niyetle dinde ihdas edilmiş bid'atlerdir.Tevhid akidesine ters düşmeyenler, Kur'an ve Sünnet'e uyanları kabul edilir, gerisi red edilir.

Nureddin TURGAY


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nakşbendîyye Tarikatı / Şamil İslam Ansiklopedisi
MesajGönderilme zamanı: 30.05.11, 20:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Nakşbendîyye'nin 11 Kuralı

Bu esaslar, Abdülhalik Gücdevani Hazretlerinden nakledilmiş olup, tamamı onbir cümledir. Bu onbir cümle, Nakşibendiyye yolu olup, Nakşibendiliğin en önemli kurallarıdır. Müridlerin bu kuralları muhakkak surette ezberlemeleri ve tatbik etmeleri, seyr-i sülûk için şarttır.

1. Vukûf-i Zamânî: Vukûf kelimesi şuur manasına gelir, yani mürid içinde bulunduğu zamana muttali olmalı ve zamanı kontrolü altında tutmalı, zamanını gafletle mi, yoksa şükre layık bir uyanıklık ve huzurla mı geçirdiğini düşünmelidir. Müridin bu zaman kontrolünü sürekli yapması, onda şu hali oluşturur:
ALLAH-u Zülcelal’in kendisini gördüğünü ve her an yanında hazır olduğunu anlar. Bu anlayış yakîn derecesinde olur ve bu hasleti kazandığı için ta mabuduna kavuşuncaya kadar, kulluk hududunu aşamaz.

2. Vukûf-i Adedî: Kısaca manası sayıyı bilmektir. Yani mürid mürşidinin verdiği virdi yaparken, yaptığı virdin sayısına vakıf olacaktır. Burada asıl anlatılan vukuf, sayılarına riayet sureti ile, hafi zikirden ibarettir. Sadece zikrin sayısına vakıf olmak değildir. Hafi zikir esnasında, sayısına riayet edilmesi, zihni dağınıklıktan kurtarır. Zikirde asıl gaye, zikri yapılan ALLAH-u Zülcelal ile kalbin huzurudur. Ancak böyle yapıldığı takdirde, zikrin faydası görülür. Anlatılan fayda: "la ilahe" (ilah yoktur) nefyetmek, yani reddetmek esnasında, beşeri varlığın bitip tükenmesidir. "İllallah" (ancak ALLAH vardır) isbatı esnasındaysa, ilahî cezbelerin doğuşudur. Bu hal, (ledünnî) ilim mertebelerinin ilkidir.

3. Vukûf-i Kalbî: Kalbi uyanık tutmak ve kalpte olanı bilmektir. Bu da kendi içinde iki kısımdır:
a) Kalbin yaptığına vakıf olması; zikreden, zikrini yaparken kimi zikrettiğine yakinen muttali olmalıdır.
b) Zikreden kimsenin, zikir esnasında kalbini mülahaza etmesidir. Yani haline, zikirle iştigaline ve zikrin mefhumunu (manasını) mülahaza ettiğine muttali olarak, kalbinde gaflete kesinlikle yol bırakmamaktır. Vukûf-i Kalbi'yi kısaca; zikrettiği sözlerin manasını düşünerek ve şuurunda olarak zikir etmektir diye de tarif edebiliriz.

4. Huş der Dem: Yani alınıp verilen nefese dikkat etmek. Büyükler katında bu cümleden murad olan mana şöyledir: Aklı başında bir salik, alıp verdiği nefeslere dikkat etmeli, onları gafletten korumalıdır. Böyle yaptığı takdirde; kalben, ALLAH-u Zülcelal ile huzurda olur. Zikir yapan kişi zikri esnasında gafletten sakınmalı ve zikrini yaptığı zatı mülahaza etmelidir. Bu mülahaza ise kişiyi yaptığı zikrin esas tecellisine götürür.

5. Nazar ber Kadem: Manası "gözler ayakta" demektir. Müride yakışan odur ki, yürürken gözleri ile ayaklarını izleye. Ta ki, etrafa dalmaya. Sebebi, etrafa dalmak, kalbe hicap (perde) getirir. Şu muhakkak ki kalbi örten perdelerin pek çoğu, ona resmedilen suretlerden ötürüdür.
Sebebi ise temiz kalpler, cilalı aynalara benzerler. Katı kalplerde bulunan kötü huyların, bozucu düşüncenin baskısını hemen alır. Bu alış; özellikleri anlatılan kimselerin yüzüne mücerred nazarla (sadece bakmak) da olur. Bu bakış, yukarıda anlatıldığı gibi olmayıp şöyle de olabilir: Baktığı zaman, nazarı güzel yüzlere takılır; bu yüzden de fitneye düşer. Gerçekten böyle bir nazar, şeytanın oklarından biridir, kime saplansa, ALLAH-u Zülcelal’in yolundan saptırır.

6. Sefer der Vatan: Kelime manası; herhangi bir şahsın, bir beldeden, başka bir beldeye gitmesidir. Tasavvufi manada ise, salikin kendini yetiştiricek bir mürşid araması ve ikinci mana olarak da, salik bir mürşide intisab ettikten sonra, mürşidinin emirleri doğrultusunda zahiren ve batınen ALLAH-u Zülcelal'e yönelmesi, hicret etmesidir.

7. Halvet der Encümen: Halvet; sülûk ehlinin ibadet için yalnız kalacağı bir mekan manasına gelir. Encümen ise insan topluluğudur. Sadat katında ise mana şudur; salike yakışan, kalben ALLAH-u Zülcelal ile huzurda olup halk içinde olduğu halde, onlardan ayrı gibi yaşamasıdır. Murad olan mana, yukarıdaki gibi olunca, cümlenin manası; "murakabe" olur. Yani günlük yaşantısı içerisinde işi ile uğraşırken, yakınları ile beraberken, halk içerisinde herhangi bir şey ile meşgul iken, zâhirinin halk ile görünmesi, batının ise ALLAH-u Zülcelal'den bir an dahi gafil olmamasıdır. ALLAH-u Teala bu manaya işaret edip ayet-i celilede şöyle buyurmuştur:
"Öyle erlerdir ki; onları ticaret, alış-veriş ALLAH'ı anmaktan alıkoymaz." (Nûr; 37)
İşte bu tür "halvet" Nakşibendî yoluna hastır. Nitekim bu yolun erbabı, zâhirî olarak halvete çekilmezler. Bunların halveti, insanlar arasında bâtınî halvettir.

8. Yad-Kerd: Kelime manası zikretmek demektir. Sadat katında kasdedilen mana şöyledir; mürid murakabe mertebesine erdikten sonra, "Nefy-i îsbat" yani: "La ilahe illallah," (ilah yoktur, ancak ALLAH vardır) zikrini belli bir miktar dille yapmalıdır. Mesela üçyüz, beşyüz yani mürşidinin emrettiği kadar. Burada da anlatılan "Nefy-i İsbat" zikrinin bu mertebede dille yapılması şart sayılmıştır. Zira, kalpler anasıra (unsurlar) bağlı olduğundan, anasır gibi paslanır. Anlatılan "Nefy-i İsbat" zikri yapılınca, pası gider. Murakabe mertebesine çıkar, müşahede mertebesine erer. Diğer bir deyişle kendisi için zikri yapılan Zatla huzur buluncaya kadar mürşidin emrettiği zikre devam etmektir.

9. Baz-Keşt: Kelime manası; rücû-dönüş demektir. Ancak, sadat katında murad olan mana başkadır. "îlâhî ente maksudi ve rıdake matlubi" (ALLAHım, maksudum sensin; matlubum rızandır) cümlesinin tahayyülü (hayal edilmesi), "Nefy-i İsbat" zikrinin manasını kalbe yerleştirir. Zikri yapan kimsenin kalbine tevhid sırrını getirir. Böyle yaptığı takdirde, bütün yaratılmışların varlığı nazarında silinir, zuhur yerlerinde, mutlak vahid olan Zat'ın varlığı kendisine zahir olur.
Nakşibendiye Hâcegânı, bu cümleyi söylemeyi müridlere emrederler. Ta ki ona devam etmek sureti ile manası mucibince sıfatlansınlar. Zira tevhid sırrının zuhuru, tecrid ve tefrid hakikatının açılması, bahsi edilen cümlenin özelliği arasında sayılır.

10. Nigah-Daşt: Kelime manası korumaktır. Sadat katında kalbi havatırdan korumaktır. Havatır altı çeşittir:
a) Hevacis: Nefis yönünden kalbe gelenler.
b) Vecais: Şeytan tarafından kalbi ve dimağı meşgul edenler.
c) İlhamat: Melek yönünden gönüle gelenler.
d) Varidat: Canib-i Hak'dan gelenler.
e) Suver-i Kainat: Bünyenin hisleri canibinden canın istekleri.
f) Ma'kulat: Akıl yönünden gelenler.

Müride düşen odur ki; zikrini yaptığı zaman, "Nefy-i İsbat" manasını düşünerek, kalbine sahip olsun. Böyle yapmalı ki; oraya yersiz hatıralar girmesin. Oraya yersiz hatıralar girince, zikrin ne-ticesi hasıl olmaz. Zikrin neticesi; zikri edilen Zat ile kalbin huzura ermesidir. Başka bir deyişle bu konu, 3. Sıradaki (Vukûf-u Kalbi) maddesi ile de beraber düşünülebilir.

11. Yad-Daşt: Zikreden kimseye gereken: Zikrini ettiği Zatın zikri anında, kalbini huzurda tutarak korumaktır ki bu, "Nefy-i İsbat" zikrini nefesini tutarak yaptığı zaman olacaktır. Denildi ki; her halde, devamlı olarak, kalbi ALLAH-u Zülcelal'in huzurunda bulundurmaktır. Böyle olunca, murakabe ile aynı manaya gelir.
Netice olarak, mürid şunu bilmelidir ki zikir, murakabe, sohbet, râbıta ve Yad-Daşt diye anlatılanlardan hasıl olan huzur manası, hakikatte birdir. Kaldı ki huzur, Zat-ı Ehadiyet nurlarını müşahededen ibarettir; ancak şekilleri değişiktir. Bu değişik durumu ise ancak havas zümresi zatlar bilirler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nakşbendîyye Tarikatı / Şamil İslam Ansiklopedisi
MesajGönderilme zamanı: 02.07.11, 08:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Alıntı:
Bazı alimlerde, Nakşibendiye Tarikatının esaslarını şu maddelerle özetlemişlerdir:

1- Şeriatla zahiri temizlemek.
2- Tarikatla batını temizlemek.
3- Hakikatle Kurb-ı ilâhiye ulaşmak.
4- Marifetle Allah'a ulaşmak (Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 295).


Temizle ve ulaş...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye