Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Doç. Dr. Necdet Tosun: Hoca İshâk ve "Hadîkatü’l-Ârifîn"
MesajGönderilme zamanı: 01.11.10, 17:17 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ:
HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ

Doç. Dr. Necdet Tosun*


Giriş:

Hoca İshâk, Yesevî şeyhlerinden İsmâîl Ata’nın oğludur. XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayrâm arasındaki İspîcâb’da halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Hoca İshâk, Yesevîlik icâzetini babası İsmâil Ata’dan almıştır.
Hadîkatü’l-ârifîn, Hoca İshâk b. İsmâîl Ata’nın Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı tasavvufî bir eserdir. Henüz yayınlanmamış olan eserin el yazması bazı nüshaları günümüze ulaşmıştır. Müellif, başta babası İsmâil Ata olmak üzere birçok sûfînin tasavvufî konulardaki görüşlerini nakletmiştir. Eser 15 ana bölüm (bâb) ve bazı alt başlıklardan (fasıl) oluşur.

XIV. yüzyılın ortalarında yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn, hem genel anlamda tasavvuf, hem de ilk dönem Yesevî şeyhlerinin düşüncelerini günümüze aktaran en eski eserlerden biridir. Bazı Yeseviyye mensuplarının sözlerini ihtivâ eden eser, Yesevîlik yolunun bazı gelenekleri hakkında da bilgi vermektedir. Eser, ayrıca Çağatay dili ve edebiyatının yeterince tanınmayan mühim bir ürünüdür.

Yazar: Hoca İshâk b. İsmâil Ata
Hoca İshâk (bazı kaynaklarda İshâk Hoca), Yesevî şeyhlerinden İsmâil Ata’nın oğludur. XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayrâm arasındaki İspîcâb’da halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Kabri, aynı bölgede eski kaynakların ifâdesiyle Hûziyân (bazı eserlerde Hareziyân)’ın nâhiyelerinden olan ve Türbet diye anılan kasabadadır. Bu kasaba bugün Kazakistan’ın güneyinde, Çimkent ile Taşkent arasındaki Kazıgurt ilçesinin doğusunda olup Turbat diye anılmaktadır. Emîr Timur mezarının üzerine bir imâret inşâ ettirmiştir[1].

Hoca İshâk, Yesevîlik icâzetini babası İsmâil Ata’dan almıştır. Hadîkatü’l-ârifîn’e göre silsile geriye doğru şöyle gider: İsmâil Ata, İbrâhîm Ata, Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmend, Hakîm Ata, Ahmed Yesevî[2].
Bazı kaynaklarda ise silsile farklı şekilde verilmiştir. Meselâ Reşehât-ı Aynü’l-hayât’ta silsile Hoca İshak, İsmail Ata, Seyyid Ata, Zengi Ata, Hakîm Ata, Hoca Ahmed Yesevî şeklinde geriye doğru gider[3].
Muhammed Şerîf el-Hüseynî’nin Huccetü’z-zâkirîn isimli eserinde Reşehât’taki silsileye ek olarak üç farklı silsile daha kaydedilmiştir: a) İsmâil Ata, Şeyh Mustafa (lakabı: Süzük Ata veya Süksük Ata), Sûfî Muhammed Dânişmend, Hoca Ahmed Yesevî. b) İsmail Ata, İbrahim Ata, Yaşlıg Yunus Ata, Hoca Ahmed Yesevî. c) İsmail Ata, İbrahim Ata, Hoca Ahmed Yesevî[4].

Rivâyet’e göre, Abdullah Hocendî isminde bir şahıs Hocend’den İspîcâb’a gelip Hoca İshâk’a mürîd olmak istemiş, ancak Hoca İshâk onun ileride Bahâeddîn Nakşbend’e mürîd olacağını söyleyip isteğini kabûl etmemiş. Bunun üzerine memleketine dönen Abdullah Hocendî, Bahâeddîn Nakşbend isminde bir şahsın Buhara’da ortaya çıkıp halkı irşâda başlayacağı günü beklemeye başlamış. Bir süre sonra beklediği haberi alınca Buhara’ya gitmiş ve ona mürîd olmuştur[5].
Hoca İshâk’ın vefat tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, yukarıdaki rivâyet dikkate alındığında onun Bahâeddin Nakşbend’den (ö. 791/1389) daha yaşlı olduğu anlaşılmaktadır ki muhtemelen XIV. yüzyılın ortalarında vefat ettiği söylenebilir. Hoca Ahmed Yesevî’nin (ö. 562/1166) XII. yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği kabul edildiğine göre, Yesevî ile Hoca İshâk’ın vefat tarihleri arasında birbuçuk iki asır kadar süre olmaktadır. Diğer bir ifâdeyle Hoca İshak dünyaya geldiğinde Ahmed Yesevî’nin vefatı üzerinden takriben sadece bir asır geçmişti.

Eser: Hadîkatü’l-ârifîn
Hoca İshâk b. İsmâil Ata’nın Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı tasavvufî bir eserdir. Henüz yayınlanmamış olan eserin el yazması bazı nüshaları günümüze ulaşmıştır[6]. Bu nüshalardan bazıları eserin geniş ve kâmil versiyonudur, bazıları ise kısaltılmış (muhtasar) versiyonudur. Hadîkatü’l-ârifîn’in XIV. asrın ortalarında kaleme alındığı anlaşılmaktadır.
Zeki Velidi Togan[7] ve H. F. Hofman[8] Hadîkatü’l-ârifîn’den kısaca bahsetmiş iseler de, eserin muhtevâsı ve yazarı ilim dünyasına detaylı bir şekilde henüz tanıtılmamıştır.
Müellif Hoca İshâk, başta babası İsmâil Ata olmak üzere birçok sûfînin tasavvufî konulardaki görüşlerini nakletmiştir. 15 ana bölüm (bâb) ve bazı alt başlıklardan (fasıl) oluşan eserin ana bölümleri şunlardır: 1. Rûhlar, 2. Ameller, 3. Şeyh, 4. Mürîdin edebi, 5. Zikir, 6. Semâ‘, 7. Hizmet, 8. Fakr, 9. Tasavvuf, 10. Muhabbet, 11. Ma‘rifet, 12. İbâdetler, 13. Mâlâya‘nîyi (gereksiz işleri) terk etmek, 14. Makâmlar, 15. Bayram gecesini idrâk etmek.
Çağatay Türkçesi’yle yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn’de konular anlatılırken bazen Arapça ve Farsça nakiller yapılmaktadır. Bu durum, müellifin dînî ilimlere vukûfiyetini göstermektedir. Nakillerin yapıldığı kişiler ve kaynak olarak kullanılan kitaplar da yazarın ve dolayısıyla ilk dönem Yesevî şeyhlerinin din ve tasavvuf anlayışı hakkında fikir verecek mâhiyettedir. Meselâ Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’in önemli bir îtikâdî mezhebi olan Mâtürîdiyye’nin kurucusu Ebû Mansûr Mâtürî’den nakiller bulunmaktadır[9]. Konular ele alınırken âyet, hadîs, sûfîlerin sözleri ve hikâyelere yer verilir. Özellikle yazarın babası ve şeyhi olan İsmâil Ata’nın sözleri sıklıkla nakledilir.

1. Ruhlar hakkındaki birinci bölümde, ruhların bedenlerden yani Hz. Adem’den 4000 yıl önce yaratıldığı söylendikten sonra, “Şeyh Kayserî şöyle der” diyerek “O’nun hakîkatı kâinâtta zâhir oldu” diye başlayan Arapça bir şiiri nakledilir[10]. Burada adı geçen Şeyh Kayserî, XIII. asrın sonları ile XIV. asrın ilk yarısında Anadolu’da yaşamış ve İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-hikem isimli eserini şerh etmiş olan Dâvûd-i Kayserî (ö. 751/1350)[11] olmalıdır. Bu zât, mevzuumuz olan Hadîkatü’l-ârifîn’in yazarı Hoca İshak b. İsmail Ata ile aynı dönemde yaşamış bir âlim ve mutasavvıftır. Dâvûd-i Kayserî’nin bir şiirinin Orta Asya’da yazılan bir kitapta nakledilmesi, o asırda Orta Asya ve Anadolu arasındaki kültürel bağların güçlü olduğunu göstermektedir.
Yine bu bölümde Bâyezîd-i Bistâmî’nin şu sözü nakledilir: “Kabe’ye ilk gidişimde sadece Beytullah’ı yani Allah’ın evini gördüm. İkinci gidişimde hem evi, hem de ev sâhibini gördüm. Üçüncü ziyaretimde ise sâdece ev sâhibini gördüm, evi görmedim”[12].
Ruhlarla ilgili olan bu birinci bölümde “teslîm” hakkında yeni bir alt başlık bulunmaktadır (fasl fi’t-teslîm)[13]. Burada müellifin babasının ismi “Şeyh İsmâil Ata b. İbrahim Ata Kazıgurdî et-Türkistânî” şeklinde zikredilmiştir[14]. Ardından zikir hakkında bir alt başlık (fasl fi’z-zikr) gelir. Fakat bu konu fazla ele alınmadan yeni bir konu olan İsmâil Ata’nın bebekliği anlatılır ve tekrar asıl konuya yani ruhlar konusuna dönülür. Sonra “âlem” (kâinât) hakkında bir alt başlık (fasıl) gelir[15].

2. Eserin ikinci bölümü ameller yani işler hakkındır[16]. Bu bölümde ibâdetlerin ve insanlara ikrâmın riyâsız, ihlâs ile yapılması üzerinde durulur. “Halkın namazı rükû ve secdedir, âşıkların namazı ise terk-i vücûddur (benliği ve bencilliği terk etmektir)”, “Avâm halkın ikrâm ve ihsânı riyâ ve gösteriş için olduğundan âhirette fayda vermez”, “Şeriatın şartı elbiseyi temizlemektir, tarîkatın şartı ise canı ve gönlü temizlemektir” denir[17].
Bu bölümde anlatılan bir hikâyeye göre, Şam’da Abdullah isminde bir zâhid altmış yıl boyunca inzivâda ibâdetle meşgul olmuş. Vefat ettiğinde Hak Teâlâ ona sormuş: Ey kulum! Ne amelin var? Zâhid cevap vermiş: Altmış yıl münzevî olarak ibâdet ettim. Hak Teâlâ: Niçin insanlara inzivâ hayatını belli ettin? Eğer ihlâslı olsaydın kimseye belli etmezdin. Başka amelini söyle! Demiş. Zâhid: Altmış yıl namaz kıldım, diye cevap vermiş. Hak Teâlâ: Birgün halk senin kapına geldiğinde sen onların gözü önünde namaz kılıyordun. Eğer ihlâslı olup gösterişten korksaydın namazını onlara göstermezdin…buyurmuş[18]. Bu hikâyede, riyâdan yani gösterişten çok sakınan melâmet ehlinin düşünce ve duyguları sezilmektedir.
Müellif Hoca İshâk kendi zamanındaki dervişlerin ihlâs ve gayretten uzak olduklarını şöyle ifâde eder: “Eski dervişlerin işi duâ ve mücâhede (gayret, çaba) idi. Şimdiki dervişlerin işi ise dinlenmek olmuştur”[19]. Müellif babası İsmâil Ata’nın şu sözünü de nakleder: “Kazıgurt ile Sayrâm arasında benim başıma değmeyen taş ve toprak yoktur”[20]. Bu söz, İsmâil Ata’nın yaşadığı bölgede bazı kişilerce çok tenkit edildiğini îmâ etmektedir. Nitekim onun birçok haksız eleştiriye mâruz kaldığı ve muhâlifleri için: “Onlar bizim sabunumuz” yani gıybetimizi yaparak günahlarımızı alıyorlar, bizi günahtan temizliyorlar, dediği başka kaynaklarda rivâyet edilmektedir[21].
Bu bölümün sonunda müellif Hoca İshâk, dünya sevgisinin kul ile Rabbi arasında bir perde olduğunu, bu perde giderilince kulun Mevlâ’sını görebileceğini kaydetmiştir[22].

3. Hadîkatü’l-ârifîn’in üçüncü bölümü şeyh ve şeyhlik hakkındadır[23]. Bu bölümde “şeyhlik, halkı Hakk’a davet etmektir”, “bütün insanlara şefkatli olmaktır” gibi ifâdeler yer alır[24]. İsmail Ata’ya sormuşlar: Halkı Hak Teâlâ’ya ulaştıran kaç tane yol vardır? Şöyle cevap vermiş: “Varlıktaki bütün zerreler sayısınca yol vardır. Ama bir müslümanı rahatlatmak ve ona faydalı olmaktan daha yakın ve daha iyi bir yol yoktur”[25]. Bu bölümde Hulâsatü’l-hakâyık isimli eserden Arapça bir nakil yapılır ancak eserin müellifi zikredilmez[26]. Ardından şeyhliğin yirmidört makâmı (ve şartı) bulunduğu söylenir ve bunlardan yirmi tanesi sayılır. Bu yirmi makam ve şart şunlardır: İlim, itikad, akıl, bir şeyhe mürîd olmak ve ondan icâzet almak, delil olmak, marifet, himmet, şefkat, hilm, afv, güzel ahlak, îsâr (diğergamlık), kerem (cömertlik), tevekkül, teslim, rızâ, vefâ, sükûnet, beyân (konuları açıklama) ve heybet. Konuyla ilgili olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin şöyle dediği aktarılır: “Şeyh Hızır gibi, mürîd de Mûsâ (a.s) gibi olmalıdır. Şeyh ne emretse mürîd onu yapma konusunda sabretmelidir”[27]. Hoca İshâk, bu bölümde Yûnus Han isminde bir idârecinin babası İsmâil Ata’ya mürîd olduğunu, dünyevî işleri terk edip dervişliğe yöneldiğini ve Otluk Yunus lakabıyla anıldığını nakleder[28].

4. Hadîkatü’l-ârifîn’in dördüncü bölümü mürîdin âdâbı hakkındadır. Hoca İshâk bu bölümde bir hikâye anlatır: Gazneli Sultan Mahmûd’un huzûrunda bulunan Ayâz isimli kişi bir ara mecliste ayağını biraz hareket ettirir. Sultan niçin ayağını hareket ettirdiğini sorunca: “Bir akrep ayakkabımın içine girmiş, yedi defa ısırdı, sekizincide sabredemeyip ayağımı hareket ettirdim” cevabını vermiş. Yazar bunu naklettikten sonra, mecâzî (dünyevî) padişahın huzurunda böyle edebe riâyet edildiğine göre, hakîkî padişah olan mürşidlerin huzûrunda mürîdlerin daha fazla âdâba riâyetle hareket etmeleri gerektiğini ilâve eder.
İmâm Muhammed Gazâlî’nin Mîzânü’l-amel isimli eserinden naklen, Rum ressamların bir duvarı süslediklerini, Çinli ressamların ise onun karşısındaki duvarı sadece cilaladıklarını anlatan meşhur hikâye anlatıldıktan sonra mürîdin kalbini cilâlayıp kötü ahlaktan temizlemesi gerektiği söylenir[29]. Ardından İsmâil Ata’nın babası ve yazarın dedesi İbrahim Ata’nın şu sözü nakledilir: “Mürîd, şeyhin yanında, doktorun yanındaki hasta gibi olmalı, onun tavsiyelerine uymalıdır”.

5. Beşinci bölüm zikir hakkındadır. Bu bölümde konuyla ilgili bazı âyet, hadîs ve sûfîlere âit sözler nakledilir. İsmâil Ata’nın zikir konusunda şöyle dediği anlatılır: “Demirci demiri ateşte ısıtıp çekiçle dövdüğü gibi, mürîd de kalbini Hû zikrinin çekici ile dövüp temizlemelidir”[30]. Yazar, her şeyhin zikir için Allah’ın isimlerinden birini tercih ettiğini, Hoca Ahmed Yesevî’nin “Allah” ve “Hû” şeklinde iki ismi mürîdlere telkîn ettiğini, İsmâil Ata’nın ise “Hû” zikrini tercih ettiğini söyler[31]. Âyetteki: “Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin” emrindeki “çok zikir”den maksadın cehrî yani yüksek sesle zikir olduğunu, münâfıklar hakkındaki “İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı az zikrederler” âyetinin ise hafî yani sessiz zikir ile tefsir edilebileceğini söyleyen yazar, cehrî zikrin bidat olmadığını da ilâve eder[32]. Burada yazar isim vermemekle birlikte, muhtemelen hafî zikir yapan Hâcegân şeyhlerine gönderme yapmaktadır. Cehrî zikrin câiz olduğunu ispat sadedinde yazar el-Hidâye isimli Hanefî fıkhına dâir eserin şerhi olan Hüsâmeddin Sığnâkî’nin en-Nihâye’sinden, yine bir Hanefî fıkıh kitabı olup Sedîdüddin Muhammed Kâşgarî (ö. 705/1305) tarafından kaleme alınan Münyetü’l-musallî’den, Tâhir b. Ahmed Buhârî’nin (ö. 542/1147) Hulâsatü’l-fetâvâ’sından, Ebu’l-Leys Semerkandî ve Fahreddin Râzî’nin tefsir kitaplarından delil getirir. Hanefî mezhebinin kurucusu sayılan İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe’nin yüksek sesle tekbir getirmeyi bidat saymadığını söyler[33]. Bu referanslar, yazarın ve dolayısıyla ilk dönem Yesevî şeyhlerinin, diğer Orta Asya Türkleri gibi Hanefî mezhebinde olduğunu göstermektedir.
Bu bölümün içinde yeni bir alt başlık (fasıl) bulunmaktadır. Yazar bu faslı “düşmanların delillerine cevap vermek için” yazdığını kaydetmiş ve sessiz (hafî) zikri savunan ve sesli (cehrî) zikri eleştirenlere cevaplar vermiştir ki yine muhâtabı muhtemelen bazı âlimler ve Hâcegân tarîkatı şeyhleri olmalıdır[34].

6. Hadîkatü’l-ârifîn’in altıncı bölümü semâ‘ (yani güzel sesle okunan ilâhi ve mûsikîyi dinlemek) hakkındadır. Zünnûn Mısrî’nin “semâ gönlü inceltir, kırar, harekete geçirir ve gönle şevk verir”, İsmail Ata’nın da: “Avâm için semâ haramdır, havâs (seçkin insanlar) ile zâhidler için mubah (helâl), gönlü diri olan kişiler için ise müstehabtır (sevaptır)” dediği nakledilir[35].

7. Eserin yedinci bölümü hizmet hakkındadır[36]. Bu bölümde mürîdin edeb ile şeyhine hizmet etmesi, gassâlin elindeki meyyit (cenâze yıkayıcı elindeki ölü) gibi ona teslim olması gerektiği anlatılır[37]. Şeyh Ebu’l-Kâsım Nasrâbâdî’den nakledilen bir rivâyetin sonunda şu cümleler yer alır: “Kıyâmet günü Hz. Ebû Bekir’in amelleri bir terâziye konsa, diğer bütün insanların amelleri terâzinin diğer kefesine konsa, Hz. Ebû Bekir’in amelleri ağır gelir”[38]. Bu rivâyetin ardından Hz. Ömer’in fazîleti, tevâzuu ve insanlara hizmeti hakkında bir hikâye anlatılır. Ardından Hz. Ebû Bekir’in hicret esnâsında ve özellikle Sevr Mağarası’nda Hz. Peygamber’e olan hizmetinden övgüyle bahsedilir[39]. Şia mezhebinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer sevilmediğine göre, bu zâtlardan övgüyle bahseden eserin yazarı Hoca İshâk’ın diğer Yesevî şeyhleri gibi Ehl-i Sünnet mezhebine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu bölümde Hoca İshâk, babası İsmâil Ata’dan naklen şu bilgileri verir. İsmâil Ata’nın babası (müellifin dedesi) İbrahim Ata, Yaşlıg Yûnus Ata’nın sohbetine devam ediyordu. Yûnus Ata ömrünün son döneminde ona: “Ey İbrâhim Hoca! Benim vefâtımdan sonra Süksük Hoca’nın sohbetine devam et, nasîbin ondadır, biz seni irşâd makâmına ulaştıramadık, o ulaştırır”, dedi. Ancak Yûnus Ata’nın vefâtından sonra İbrâhim Ata önceleri Süksük Ata’nın sohbetine devam etmedi. Bir gün rüyasında Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ gelerek ona: Rahmet kilidi Süksük Ata’dadır, onun yanına git! diye uyardılar. Bunun üzerine İbrâhim Ata Süksük Ata’nın yanına gidip sohbetinden istifâde etti[40].
Bu rivâyet, müellif Hoca İshâk’ın tasavvufî silsilesi hakkında da mühim bir bilgi vermiş oluyor. Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmed’in, Dânişmend de Ahmed Yesevî’nin mürîdi ve halîfesidir. Süksük Ata, müellifin dedesi İbrahim Ata’ya icâzet vermiştir. Nitekim eserin başka bir yerindeki şu cümleler bunu desteklemektedir: Hoca İshâk rivâyet eder İsmâil Ata’dan, İsmâil Ata rivâyet eder İbrâhim Ata’dan, İbrâhim Ata rivâyet eder Süksük Ata’dan, Süksük Ata rivâyet eder Sûfî Dânişmend’den, Sûfî Dânişmend rivâyet eder Kutb-i tarîkat Hoca Ahmed Yesevî Ata’dan[41].
Bu bölümde Mâlik b. Dînâr’ın bir kerâmet göstererek birçok ateşperestin Müslüman olmasına vesîle olduğu hakkındaki menkıbe de anlatılır[42]. Ardından İsmâil Ata’nın şu sözü nakledilir: “Mürîd meyve vermeyen ağaca benzer, şeyh de meyve veren ağaca. Meyve vermeyen ağaçları kesip meyve verene aşılarlar, böylece o ağaç da bir süre sonra meyve verir hâle gelir”[43].

Müellife göre tarîkatta temizlik altı kısımdır: 1. Gönlü kin, düşmanlık gibi kötü huylardan temizlemek, 2. Dili yalan ve gıybetten temizlemek, 3. Vücûdunu haram elbiseden temizleyip uzak tutmak, 4. Kulağı faydasız sözleri dinlemekten uzak ve temiz tutmak, 5. Şerîatın emrettiği zâhirî (bedenle ilgili) temizlik, 6. Şeyhin yanına hediyesiz gitmenin âdâba aykırı olduğunu bilmek[44]. Ebû Mansûr Mâtürîdî’nin şöyle dediği nakledilir: “Dünyada dört şey aradım, bulamadım: 1. Açgözlü olmayan âlim, 2. Uyumlu bir dost, 3. Gösterişsiz ibâdet, 4. Helâl lokma[45].

Eserde, şeyh tarafından kendisine bağlanıp mürîd olan kişinin önce elini tutmanın, sonra saçından makasla bir miktar kesmenin gelenek olduğu anlatılır[46]. Hadîkatü’l-ârifîn, Yesevîlikteki intisap merâsimi hakkında bilgi veren en eski ve muhtemelen yegâne eserdir. Burada verilen bilgilere göre intisap yani mürîdliğe giriş merâsimi şöyle yapılır: Şeyh, mürîd olmak niyetiyle gelen kişinin elini tutar. Tevbe etmesini ve Allah’a yönelmesini tavsiye ederek şu tevbe virdini üç kez okur: “Estağfirullâhe’llezî lâ ilâhe illâ Hû el-Hayye’l-Kayyûm ve es’elühü’t-tevbe”. Sonra eline bir makas alır ve: “Yâ eyyühe’llezîne âmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ”[47] âyetini okur. Ardından mürîdin saçından, önce sağ, sonra sol, sonra da orta taraftan iki üçer adet kıl keser. Bunun peşinden mürîde nâfile namaz kılmayı, sürekli zikretmeyi, şeyhinden izinsiz iş yapmamasını tavsiye eder[48].

8. Hadîkatü’l-ârifîn’in sekizinci bölümü fakr (fakirlik, dervişlik) hakkındadır. İbrâhim Ata’nın: Dervişlik kırk makâmdır. Bu makamları aşan kişi tasavvuf (sûfîlik) makâmına ulaşır” dediği nakledilir ve dervişliğin kırk makâmı sayılır. Bunlardan birincisi niyet, ikincisi tevbe, otuz dokuzuncusu teveccüh (kalben Allah’a yöneliş), kırkıncısı tasavvuftur[49].

9. Hadîkatü’l-ârifîn’in dokuzuncu bölümü tasavvuf hakkındadır[50]. Müellif, tasavvufu nefsi öldürmek ve riyâzat yani nefsin isteklerini yapmamak diye târif eder. Ardından ekler: Tasavvuf eskiden hâl idi, şimdi hayâl oldu[51]. Sûfînin cömert ve diğergam olması gerektiği ifâde edildikten sonra Hakîm Süleyman Ata’nın şiirlerinden bir dize nakledilir[52].

10. Eserin onuncu bölümü muhabbet hakkındadır[53]. Muhabbet, gönlün Allah’a ve Allah’ın emirlerine meyletmesi diye târif edilir. İsmâil Ata’nın: “Aşk ateşi gönülde Hak Teâlâ’dan başka her şeyi yakar yok eder” dediği nakledilir.

11. Onbirinci bölüm ma‘rifet hakkındadır[54]. “Ma‘rifet, kulun gönlüne doğan bir nurdur. Bu nur ile kişi Allah’ın birliğini görür, hiç şüphesi kalmaz” diye açıklama yapılır.

12. Onikinci bölüm ibâdet hakkındadır[55]. Bu bölümde hulefâ-i râşidînin bal tefsiri diye meşhur olan rivâyeti aktarılır. İbâdette ihlâs, kul hakkından sakınmak gibi konularda bazı rivâyetler nakledilir.

13. Onüçüncü bölüm mâlâya‘nî (gereksiz) şeyleri terk etmek hakkındadır[56]. İbâdetlerini yapan ancak insanlara zulmetmekten uzak kalmayan kişinin yanına mazlumların âhiret gününde gelip bazıları namaz, bazıları oruç sevaplarına el koyacaklarını ve o zâlim kişinin cehenneme atılacağı anlatılır[57]. Ardından Fâtiha, Âyete’l-kürsî, İhlâs ve Tebâreke gibi bazı sûre ve âyetler ile, teheccüd namazı ve zikrin fazîleti hakkında alt bölümler yer alır.

14. Eserin ondördüncü bölümü makâmlar hakkındadır[58]. Fakr makâmı ve fakirliğin zenginlikten üstün olduğu ifâde edilir. Sonra mühim bir târihî olay anlatılır. Yazar İshâk Hoca’nın dedesi İbrahim Ata sabah namazından sonra mürîdleriyle birlikte zikirle meşgul iken büyük oğlu Cebrâîl Şeyh, İbrâhim Ata’ya: Bu gece bir rüyâ gördüm, kan altında kaldık, der. İbrâhim Ata da: Bu, bizim şehîd olacağımızın işâretidir, diye cevap verir. O esnâda İbrâhim Ata’nın oğlu İsmâil Ata henüz on yaşındadır. O gün kâfirler baskın yapar ve İbrâhim Ata otuz kadar dostu ve mürîdi ile birlikte öldürülür. İsmail Ata bu hâdiseden sonra memleketinden uzaklaşır ve gurbette dolaşır ve bazı Kalmak kâfirlerini (yani gayr-i Müslim Moğolları) Müslüman eder. Hârezm ve Buhâra’da medrese tahsîli yapar. Sonra Semerkand’a gelir. Orada bazı sûfîlerin sohbetinde bulunduysa da aradığını bulamaz ve Hocend’e gider. Hocend’de Şeyh Maslahat Hocendî’nin sohbet ve hizmetinde tasavvufî eğitimini tamamlar. Bu dönemde yaşı kırka ulaşmıştır. Hocendî İsmail Ata’ya icâzet verip onu babası İbrâhim Ata’nın memleketi olan Kazıgurt tarafına halkı irşâd için görevlendirir. İsmail Ata oraya döndüğünde tekkede babasının yerine halîfelerinden Mevdûd Şeyh’in postnişîn olup irşâd ile meşgul olduğunu görür. Bir süre irşâda başlamaz, sonra gördüğü bir rüyâ üzerine irşâda başlar[59].
Bu rivâyetten İsmail Ata’nın tasavvufî icâzetini babasından değil, Şeyh Maslahat Hocendî’den aldığı anlaşılmaktadır. Bu bölümün devâmında Süksük Ata’nın 300, halifesi İbrahim Ata’nın 400, İsmail Ata’nın ise çok sayıda mürîdi olduğu kaydedilmiştir[60]. Ardından asâ kullanmanın fazîleti ve asâ vermenin âdâbı konularına kısaca temas edilir[61]. Bölüm, mürîdin âdâbı[62], yemek ikrâm etmenin fazîleti[63] ve Hz. Peygamber’e salavât getirmenin sevabı[64] hakkında yeni alt başlıklarla devam eder.

15. Hadîkatü’l-ârifîn’in onbeşinci ve son bölümü bayram gecesini idrâk ve ihyâ etmenin fazîletine dâirdir[65]. Bayram gecelerini zikir ve duâ ile geçirmenin önemi üzerinde durulur. Bölümün sonunda İmâm Serahsî’nin Hanefî fıkhına dâir eseri Mebsût’tan bir rivâyet ile eser sona erer[66].

İlk dönem Yesevî şeyhlerinin tasavvufî düşüncelerini günümüze taşıyan ve Yesevîliği daha iyi anlamamıza vesîle olan bu mühim Çağatayca yazma eser henüz yayınlanmamış ise de, Kazakistan’da Omir Tuyakbaev isminde bir araştırmacı tarafından üzerinde çalışma yürütüldüğünü ve yayına hazırlanmakta olduğunu mutlulukla öğrenmiş bulunuyoruz. Ayrıca İstanbul’daki Fatih Üniversitesi’nde Eshabil Bozkurt isimli bir öğrenciye yüksek lisans tezi olarak verildiği ve tez çalışmasının devam ettiği de bilgilerimiz arasındadır. Bu mühim eserin bir an önce hem Arap harfleriyle bilgisayarda dizilerek hem de transkripsiyon ile yeni harflere çevrilerek ilim dünyasına sunulması önemli bir hizmet olacaktır.
5

[1] Seyyid Zinde Ali, Semerâtü’l-meşâyıh, Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 1336, vr. 112b.
[2] Bk. Hoca İshâk b. İsmâîl Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 11838, vr. 118b, 119b.
[3] Ali b. Hüseyin Safî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât, Tahran 2536/1977, I, 21-28.
[4] Muhammed Şerîf Hüseynî, Huccetü’z-zâkirîn li-reddi’l-münkirîn, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 99a-b, 101b.
[5] Salâh b. Mubârek Buhârî, Enîsü’t-tâlibîn ve uddetü’s-sâlikîn (nşr. Halil İbrahim Sarıoğlu), Tahran 1371 hş./1992, s. 170-172; Ali b. Hüseyin Safî, Reşehât-ı Aynü’l-hayât, I, 28-29; Muhammed Âlim Sıddîkî, Lemehât min nefehâti’l-kuds, İslamabad 1986, s. 142-143; Muhammed Şerîf Hüseynî Buhârî, Huccetü’z-zâkirîn li-reddi’l-münkirîn, vr. 99a, 100b-101a.
[6] a) Taşkent, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp.,nr. 11838, vr. 1b-131a (istinsah tarihi: 1255/1839, geniş ve kâmil versiyonudur); nr. 3853; nr. 11941 (114 varak, muhtasar versiyonudur); nr. 12387 (164 varak, muhtasar); nr. 13074/III;
b) Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., Süleymanov Yazmaları bölümü, nr. 3004, vr. 17b-205b (istinsah tarihi: 1252/1836, kâmil versiyonu); nr. 252 (94 varak, istinsah: 1103/1691, muhtasar versiyonu). Afganistan’ın Kâbil şehrinde de bir nüshası bulunmaktadır.
[7] Zeki Velidi Togan, “Yesevîliğe Dâir Bazı Yeni Malûmat”, Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 526.
[8] Eser hakkında bk. H. F. Hofman, Turkish Literature. A Bio-Bibliographical Survey, Utrecht 1969, section III, part I, vol. 3, s. 316-318.
[9] Hoca İshâk, age, vr. 5b.
[10] Hoca İshâk b. İsmail Ata, Hadîkatü’l-ârifîn, Özb FAŞE Ktp., 11838, vr. 3b.
[11] Mehmet Bayraktar, “Dâvûd-i Kayserî”, DİA, İstanbul 1994, IX, 32-35.
[12] Hoca İshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 4a.
[13] Hoca İshâk, ae, vr. 5a.
[14] Hoca İshâk, ae, vr.5a.
[15] Hoca İshak,ae,vr. 11a.
[16] Hoca İshâk, ae, vr. 13b.
[17] Hoca İshâk, ae, vr. 14a-14b.
[18] Hoca İshâk, ae, vr. 17b-18b.
[19] Hoca İshâk, ae, vr. 21b.
[20] Hoca İshâk, ae, vr. 26a.
[21] Muhammed b. Burhâneddin es-Semerkandî, Silsiletü’l-ârifîn ve tezkiretü’s-sıddîkîn (nşr. İhsânullah Şükrullâhî), Tahran 1388 hş./2009, s. 162.
[22] Hoca İshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 30b.
[23] Hoca İshâk, ae, vr. 30b.
[24] Hoca İshâk, ae, vr. 31a.
[25] Hoca İshâk, ae, vr. 31b-32a.
[26] Hoca İshâk, ae, vr. 33a. Hulâsatü’l-hakâyık (Hulâsatü’l-hakâik) değil, ancak buna benzer olarak Hâlisatü’l-hakâik isminde bir eser kütüphânelerimizde yazma olarak mevcuttur. Yazarı İmâdüddîn Ebu’l-Kâsım Mahmud b. Ahmed Fârâbî (veya Fâryâbî) el-Lü’lüî’dir (ö. 607/1210). Ahlaka dâir olan eserin Kayseri Râşid Efendi Ktp., Râşid Efendi bölümü, nr. 671’de kayıtlı yazma nüshası hicrî 597 senesinde (1201) istinsâh edilmiştir. Daha geç tarihli nüshaları da vardır. Mesela bk. Süeymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 1766. Eser ve yazar hakkında bk. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zunûn, İstanbul 1941, I, 699; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu‘cemü’l-müellifîn, Beyrut 1993, III, 794-795. Hoca İshak’ın Hulâsatü’l-hakâyık diye zikrettiği eserin Hâlisat’l-hakâik (li-mâ fîhi min esâlîbi’d-dekâik) mi, yoksa başka bir eser mi olduğu tedkike muhtaçtır.
[27] Hocaİshâk, Hadîkatü’l-ârifîn, vr. 34b.
[28] Hoca İshâk, ae, vr. 36a-36b.
[29] Hoca İshâk, ae, vr. 47a.
[30] Hoca İshâk, ae, vr. 52a.
[31] Hoca İshâk, ae, vr. 53a-53b.
[32] Hoca İshâk, ae, vr. 53b-54a.
[33] Hoca İshâk, ae, vr. 54b-55a, 58b-59a.
[34] Hoca İshak, ae, vr. 57b ve devamı.
[35] Hoca İshâk,ae, vr. 61a.
[36] Hoca İshâk, ae, vr. 62a.
[37] Hoca İshâk, ae, vr. 62b.
[38] Hoca İshâk, ae, vr. 69a-b.
[39] Hoca İshâk, ae, vr. 71a-72b.
[40] Hoca İshâk, ae, vr. 73b-74b.
[41] Hoca İshâk, ae, vr. 122b-123a.
[42] Hoca İshâk, ae, vr. 79a-b.
[43] Hoca İshâk, ae, vr. 82a.
[44] Hoca İshâk, ae, vr. 84b.
[45] Hoca İshâk, ae, vr. 89a.
[46] Hoca İshâk, ae, vr. 90b.
[47] “Ey îmân edenler! Allah’a samîmî olarak tevbe edin”. Tahrîm, 66/8.
[48] Hoca İshâk,Hadîkatü’l-ârifîn, 91b.
[49] Hoca İshâk, ae, vr. 92b-95b.
[50] Hoca İshâk, ae, vr. 95b ve devamı.
[51] Hoca İshâk, ae, vr. 96a.
[52] Hoca İshâk, ae, vr. 96b.
[53] Hoca İshâk, ae, vr. 97b.
[54] Hoca İshâk, ae, vr. 98b.
[55] Hoca İshâk, ae, vr. 101b ve devamı.
[56] Hoca İshâk, ae, vr. 104a.
[57] Hoca İshâk, ae, vr. 105b.
[58] Hoca İshâk, ae, vr. 110a.
[59] Hoca İshâk, ae, vr. 112a-114a, 114b, 115b.
[60] Hoca İshâk, ae, vr. 119a-b.
[61] Hoca İshâk, ae, vr. 123b.
[62] Hoca İshâk, ae, vr. 125a.
[63] Hoca İshâk, ae, vr. 127b.
[64] Hoca İshâk, ae, vr. 129a.
[65] Hoca İshâk, ae, vr. 129a.
[66] Hoca İshâk, ae, vr. 132a.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Doç. Dr. Necdet Tosun: Hoca İshâk ve "Hadîkatü’l-Ârifîn"
MesajGönderilme zamanı: 01.11.10, 17:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Önemli Notlar:

Alıntı:

XIV. YÜZYILDA YAZILMIŞ ÇAĞATAYCA BİR YESEVÎ ESERİ:
HOCA İSHAK B. İSMAİL ATA’NIN HADÎKATÜ’L-ÂRİFÎN’İ

XIV. yüzyılın ortalarında yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn, Hoca İshâk b. İsmâîl Ata’nın Çağatay Türkçesi ile kaleme aldığı tasavvufî bir eserdir.

Hoca İshâk b. İsmâil Ata (bazı kaynaklarda İshâk Hoca), XIV. yüzyılda Taşkent ile Sayrâm arasındaki İspîcâb’da halkı irşâd ile meşgul olmuştur. Kabri, aynı bölgede eski kaynakların ifâdesiyle Hûziyân (bazı eserlerde Hareziyân)’ın nâhiyelerinden olan ve Türbet diye anılan kasabadadır. Bu kasaba bugün Kazakistan’ın güneyinde, Çimkent ile Taşkent arasındaki Kazıgurt ilçesinin doğusunda olup Turbat diye anılmaktadır. Emîr Timur mezarının üzerine bir imâret inşâ ettirmiştir.

Hoca İshâk, Yesevîlik icâzetini babası İsmâil Ata’dan almıştır. Hadîkatü’l-ârifîn’e göre silsile geriye doğru şöyle gider: İsmâil Ata, İbrâhîm Ata, Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmend, Hakîm Ata, Ahmed Yesevî

Muhammed Şerîf el-Hüseynî’nin Huccetü’z-zâkirîn isimli eserinde Reşehât’taki silsileye ek olarak üç farklı silsile daha kaydedilmiştir: a) İsmâil Ata, Şeyh Mustafa (lakabı: Süzük Ata veya Süksük Ata), Sûfî Muhammed Dânişmend, Hoca Ahmed Yesevî. b) İsmail Ata, İbrahim Ata, Yaşlıg Yunus Ata, Hoca Ahmed Yesevî. c) İsmail Ata, İbrahim Ata, Hoca Ahmed Yesevî

Hoca İshâk’ın vefat tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, yukarıdaki rivâyet dikkate alındığında onun Bahâeddin Nakşbend’den (ö. 791/1389) daha yaşlı olduğu anlaşılmaktadır ki muhtemelen XIV. yüzyılın ortalarında vefat ettiği söylenebilir.

Müellif Hoca İshâk, başta babası İsmâil Ata olmak üzere birçok sûfînin tasavvufî konulardaki görüşlerini nakletmiştir.

Çağatay Türkçesi’yle yazılmış olan Hadîkatü’l-ârifîn’de konular anlatılırken bazen Arapça ve Farsça nakiller yapılmaktadır.

Konular anlatılırken bazen Arapça ve Farsça nakiller yapılan Hadîkatü’l-ârifîn’de âyet, hadîs, sûfîlerin sözleri ve hikâyelere yer verilir ve özellikle yazarın babası ve şeyhi olan İsmâil Ata’nın sözleri de sıklıkla nakledilir. Hadîkatü’l-ârifîn’de Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat’in önemli bir îtikâdî mezhebi olan Mâtürîdiyye’nin kurucusu Ebû Mansûr Mâtürîdî’den nakiller bulunmaktadır.

Hadîkatü’l-ârifîn müellifi İshâk Ata, babası İsmail Ata’nın ismini kitabında “Şeyh İsmâil Ata b. İbrahim Ata Kazıgurdî et-Türkistânî” şeklinde zikretmiştir.

Hadîkatü’l-ârifîn’de yer verilen 15 ana bölüm (bâb) ve bazı alt başlıklardan (fasıl) oluşan eserin ana bölümleri şunlardır: 1. Rûhlar, 2. Ameller, 3. Şeyh, 4. Mürîdin edebi, 5. Zikir, 6. Semâ‘, 7. Hizmet, 8. Fakr, 9. Tasavvuf, 10. Muhabbet, 11. Ma‘rifet, 12. İbâdetler, 13. Mâlâya‘nîyi (gereksiz işleri) terk etmek, 14. Makâmlar, 15. Bayram gecesini idrâk etmek.

İshâk Ata’nın Hadîkatü’l-ârifîn eserinde yer alan Ruhlar hakkındaki birinci bölümde, ruhların bedenlerden önce yaratıldığı söylendikten sonra, “Şeyh Kayserî şöyle der” denilerek “O’nun hakîkatı kâinâtta zâhir oldu” diye başlayan Arabça bir şiiri nakledilir. Dâvûd-i Kayserî’nin bir şiirinin Türkistan’da yazılan bir kitabla nakledilmesi, o asırda Türkistan ile Anadolu arasındaki kültürel bağların gücünü göstermektedir.

İshâk Ata Hadîkatü’l-ârifîn eserinde zamanındaki dervişlerin ihlâs ve gayretten uzak olduklarından şikayet ederek: “Eski dervişlerin işi duâ ve mücâhede (gayret, çaba) idi. Şimdiki dervişlerin işi ise dinlenmek olmuştur” der ve babası İsmâil Ata’nın şu sözünü de nakleder: “Kazıgurt ile Sayrâm arasında başıma değmeyen taş ve toprak yoktur”. Bu söz, İsmâil Ata’nın yaşadığı bölgede bazı kişilerce çok tenkid edildiğini îmâ etmektedir. Nitekim onun birçok haksız eleştiriye mâruz kaldığı ve muhâlifleri için: “Onlar bizim sabunumuz” yani gıybetimizi yaparak günahlarımızı alıyorlar, bizi günahtan temizliyorlar, dediği başka kaynaklarda rivâyet edilmektedir.

3. İshâk Ata’nın eseri Hadîkatü’l-ârifîn’de şeyhlik, “halkı Hakk’a davet etmek”, “bütün insanlara şefkatli olmak” olarak tarif edilir. [24].

Hadîkatü’l-ârifîn’de konuyla ilgili olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin şöyle dediği aktarılır: “Şeyh Hızır gibi, mürîd de Mûsâ (a.s) gibi olmalıdır. Şeyh ne emretse mürîd onu yapma konusunda sabretmelidir”
[27].

Hoca İshâk Ata, Yûnus Han isminde bir devlet yöneticisinin babası İsmâil Ata’ya mürîd olduğunu, dünyevî işleri terk edip dervişliğe yöneldiğini ve irşad edildikten sonra ‘Otluğ (= Ateşli) Yunus’ lakâbıyla anıldığını Hadîkatü’l-ârifîn’de nakleder.
[28].

4. Hadîkatü’l-ârifîn’in dördüncü bölümü mürîdin âdâbı hakkındadır.

5. Beşinci bölüm zikir hakkındadır.
Yazar, her şeyhin zikir için Allah’ın isimlerinden birini tercih ettiğini, Hoca Ahmed Yesevî’nin “Allah” ve “Hû” şeklinde iki ismi mürîdlere telkîn ettiğini, İsmâil Ata’nın ise “Hû” zikrini tercih ettiğini söyler[31].

Cehrî zikrin câiz olduğunu ispat sadedinde yazar el-Hidâye isimli Hanefî fıkhına dâir eserin şerhi olan Hüsâmeddin Sığnâkî’nin en-Nihâye’sinden, yine bir Hanefî fıkıh kitabı olup Sedîdüddin Muhammed Kâşgarî (ö. 705/1305) tarafından kaleme alınan Münyetü’l-musallî’den, Tâhir b. Ahmed Buhârî’nin (ö. 542/1147) Hulâsatü’l-fetâvâ’sından, Ebu’l-Leys Semerkandî ve Fahreddin Râzî’nin tefsir kitaplarından delil getirir. Hanefî mezhebinin kurucusu sayılan İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe’nin yüksek sesle tekbir getirmeyi bidat saymadığını söyler[33]. Bu referanslar, yazarın ve dolayısıyla ilk dönem Yesevî şeyhlerinin, diğer Orta Asya Türkleri gibi Hanefî mezhebinde olduğunu göstermektedir.

7. Eserin yedinci bölümü hizmet hakkındadır[36].

Şeyh Ebu’l-Kâsım Nasrâbâdî’den nakledilen bir rivâyetin sonunda şu cümleler yer alır: “Kıyâmet günü Hz. Ebû Bekir’in amelleri bir terâziye konsa, diğer bütün insanların amelleri terâzinin diğer kefesine konsa, Hz. Ebû Bekir’in amelleri ağır gelir”[38]. Bu rivâyetin ardından Hz. Ömer’in fazîleti, tevâzuu ve insanlara hizmeti hakkında bir hikâye anlatılır. Ardından Hz. Ebû Bekir’in hicret esnâsında ve özellikle Sevr Mağarası’nda Hz. Peygamber’e olan hizmetinden övgüyle bahsedilir[39]. Hz. Ömer’in fazîleti, tevâzuu ve insanlara hizmeti hakkında bir hikâye anlatılır Şia mezhebinde Hz. Ebû Bekir ve Ömer sevilmediğine göre, bu zâtlardan övgüyle bahseden eserin yazarı Hoca İshâk’ın diğer Yesevî şeyhleri gibi Ehl-i Sünnet mezhebine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.

Bu bölümde Hoca İshâk, babası İsmâil Ata’dan naklen şu bilgileri verir. İsmâil Ata’nın babası (müellifin dedesi) İbrahim Ata, Yaşlıg Yûnus Ata’nın sohbetine devam ediyordu. Yûnus Ata ömrünün son döneminde ona: “Ey İbrâhim Hoca! Benim vefâtımdan sonra Süksük Hoca’nın sohbetine devam et, nasîbin ondadır, biz seni irşâd makâmına ulaştıramadık, o ulaştırır”, dedi. Ancak Yûnus Ata’nın vefâtından sonra İbrâhim Ata önceleri Süksük Ata’nın sohbetine devam etmedi. Bir gün rüyasında Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ gelerek ona: Rahmet kilidi Süksük Ata’dadır, onun yanına git! diye uyardılar. Bunun üzerine İbrâhim Ata Süksük Ata’nın yanına gidip sohbetinden istifâde etti.

Bu rivâyet, müellif Hoca İshâk’ın tasavvufî silsilesi hakkında da mühim bir bilgi vermiş oluyor. Süksük Ata, Sûfî Muhammed Dânişmed’in, Dânişmend de Ahmed Yesevî’nin mürîdi ve halîfesidir. Süksük Ata, müellifin dedesi İbrahim Ata’ya icâzet vermiştir. Nitekim eserin başka bir yerindeki şu cümleler bunu desteklemektedir: Hoca İshâk rivâyet eder İsmâil Ata’dan, İsmâil Ata rivâyet eder İbrâhim Ata’dan, İbrâhim Ata rivâyet eder Süksük Ata’dan, Süksük Ata rivâyet eder Sûfî Dânişmend’den, Sûfî Dânişmend rivâyet eder Kutb-i tarîkat Hoca Ahmed Yesevî Ata’dan[41].


Ebû Mansûr Mâtürîdî’nin şöyle dediği nakledilir: “Dünyada dört şey aradım, bulamadım: 1. Açgözlü olmayan âlim, 2. Uyumlu bir dost, 3. Gösterişsiz ibâdet, 4. Helâl lokma[45].

İshâk Ata’nın Hadîkatü’l-ârifîn kitabı Yesevîlikteki intisab töreni hakkında bilgi veren en eski ve muhtemelen yegâne eserdir.

Eserde, şeyh tarafından kendisine bağlanıp mürîd olan kişinin önce elini tutmanın, sonra saçından makasla bir miktar kesmenin gelenek olduğu anlatılır[46].

Burada verilen bilgilere göre intisap yani mürîdliğe giriş merâsimi şöyle yapılır:
Şeyh, mürîd olmak niyetiyle gelen kişinin elini tutar. Tevbe etmesini ve Allah’a yönelmesini tavsiye ederek şu tevbe virdini üç kez okur: “Estağfirullâhe’llezî lâ ilâhe illâ Hû el-Hayye’l-Kayyûm ve es’elühü’t-tevbe”. Sonra eline bir makas alır ve: “Yâ eyyühe’llezîne âmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ”[47] âyetini okur. Ardından mürîdin saçından, önce sağ, sonra sol, sonra da orta taraftan iki üçer adet kıl keser. Bunun peşinden mürîde nâfile namaz kılmayı, sürekli zikretmeyi, şeyhinden izinsiz iş yapmamasını tavsiye eder[48].

13. Onüçüncü bölüm mâlâya‘nî (gereksiz) şeyleri terk etmek hakkındadır[56]. İbâdetlerini yapan ancak insanlara zulmetmekten uzak kalmayan kişinin yanına mazlumların âhiret gününde gelip bazıları namaz, bazıları oruç sevaplarına el koyacaklarını ve o zâlim kişinin cehenneme atılacağı anlatılır[57]. Ardından Fâtiha, Âyete’l-kürsî, İhlâs ve Tebâreke gibi bazı sûre ve âyetler ile, teheccüd namazı ve zikrin fazîleti hakkında alt bölümler yer alır.

Yazar İshâk Hoca’nın dedesi İbrahim Ata sabah namazından sonra mürîdleriyle birlikte zikirle meşgul iken büyük oğlu Cebrâîl Şeyh, İbrâhim Ata’ya: Bu gece bir rüyâ gördüm, kan altında kaldık, der. İbrâhim Ata da: Bu, bizim şehîd olacağımızın işâretidir, diye cevap verir. O esnâda İbrâhim Ata’nın oğlu İsmâil Ata henüz on yaşındadır. O gün kâfirler baskın yapar ve İbrâhim Ata otuz kadar dostu ve mürîdi ile birlikte öldürülür.

İsmail Ata bu hâdiseden sonra memleketinden uzaklaşır ve gurbette dolaşır ve bazı Kalmak kâfirlerini (yani gayr-i Müslim Moğolları) Müslüman eder. Hârezm ve Buhâra’da medrese tahsîli yapar. Sonra Semerkand’a gelir. Orada bazı sûfîlerin sohbetinde bulunduysa da aradığını bulamaz ve Hocend’e gider. Hocend’de Şeyh Maslahat Hocendî’nin sohbet ve hizmetinde tasavvufî eğitimini tamamlar. Bu dönemde yaşı kırka ulaşmıştır. Hocendî İsmail Ata’ya icâzet verip onu babası İbrâhim Ata’nın memleketi olan Kazıgurt tarafına halkı irşâd için görevlendirir. İsmail Ata oraya döndüğünde tekkede babasının yerine halîfelerinden Mevdûd Şeyh’in postnişîn olup irşâd ile meşgul olduğunu görür. Bir süre irşâda başlamaz, sonra gördüğü bir rüyâ üzerine irşâda başlar[59].

Bu rivâyetten İsmail Ata’nın tasavvufî icâzetini babasından değil, Şeyh Maslahat Hocendî’den aldığı anlaşılmaktadır. Bu bölümün devâmında Süksük Ata’nın 300, halifesi İbrahim Ata’nın 400, İsmail Ata’nın ise çok sayıda mürîdi olduğu kaydedilmiştir[60].

Ardından asâ kullanmanın fazîleti ve asâ vermenin âdâbı konularına kısaca temas edilir[61]. Bölüm, mürîdin âdâbı[62], yemek ikrâm etmenin fazîleti[63] ve Hz. Peygamber’e salavât getirmenin sevabı[64] hakkında yeni alt başlıklarla devam eder.

15. Hadîkatü’l-ârifîn’in onbeşinci ve son bölümü bayram gecesini idrâk ve ihyâ etmenin fazîletine dâirdir[65]. Bayram gecelerini zikir ve duâ ile geçirmenin önemi üzerinde durulur. Bölümün sonunda İmâm Serahsî’nin Hanefî fıkhına dâir eseri Mebsût’tan bir rivâyet ile eser sona erer[66].

İlk dönem Yesevî şeyhlerinin tasavvufî düşüncelerini günümüze taşıyan ve Yesevîliği daha iyi anlamamıza vesîle olan bu mühim Çağatayca yazma eser henüz yayınlanmamış ise de, Kazakistan’da Omir Tuyakbaev isminde bir araştırmacı tarafından üzerinde çalışma yürütüldüğünü ve yayına hazırlanmakta olduğunu mutlulukla öğrenmiş bulunuyoruz. Ayrıca İstanbul’daki Fatih Üniversitesi’nde Eshabil Bozkurt isimli bir öğrenciye yüksek lisans tezi olarak verildiği ve tez çalışmasının devam ettiği de bilgilerimiz arasındadır.



_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye