Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Prof.Dr.A.Yaşar OCAK:Yesevî ve Yesevîlîk Kültürünün Yayılışı
MesajGönderilme zamanı: 13.10.10, 10:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
TÜRK DÜNYASINDA AHMED-İ YESEVÎ VE YESEVÎLÎK KÜLTÜRÜNÜN YAYILIŞI: BÎR SUFİ KÜLTÜRÜN YENİDEN GÜNCELLEŞMESİ

Prof. Dr. Ahmet Yaşar OCAK*
* Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Bilindiği gibi dünyamız son on yılda çok hızlı ve beklenmedik değişimlere sahne oldu. XIX.yüzyılla birlikte başlayan tarihin hızlanması süreci, 1980'li yıllarda doruğuna ulaştı. Sonuçta, pek çok olay arasında biri var ki, bizim açımızdan özellikle zikre değer: Bu olay siyasi bağımsızlıkların gerçekleşmesinin ardından kaçınılmaz bir şekilde gündeme gelen kültürel kimlik kazanma çabaları, yani bir anlamda, toplumların eski kültürlerini yeniden keşfetme hadisesi idi. Bu hadisenin, eskiden Sovyetler camiası içinde yaşayan çeşitli Türk toplumlarında da görülmesi şaşırtıcı değildir. İşte Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik, bu tabii hadisenin bir sonucu olarak ortak kültür kökenlerinden biri hüviyetiyle gündeme geldi. Bu, yüzyıllar önce Orta Asya'da müslüman Türk kültürünün temelini atmış olan bir sufi sistemin, tarihin dayatmasıyla güncelleşmesinden başka bir şey değildir. İşte biz burada, bu sufi kültürün incelenmeğe değer pek çok cephesinden yalnız birini, Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürünün yayılma alanını ve sürecini kısaca ele almak istiyoruz.

Orta Asya'da Türk toplulukları arasında X. yüzyılın ikinci yarısına doğru başlayıp İslâmlaşma ve dolayısıyla yeni bir kültür yaratma süreci, XII. yüzyılda Ahmed-i Yesevî ile yepyeni bir ivme kazandı. Bu büyük tarihi şahsiyet, İslâm'dan önce Budist, Şamanist, Maniheist mistik kültürleri tanımış ve özümsemiş Türk toplumlarının İslâm'a geçişinin yine mistik bir yolla olacağını keşfetti. Yesevîlik kültürü işte böyle başladı ve bu mistik zemin üzerinde gelişti. Ahmed-i Yesevî'nin fedakâr halifeleri, daha XII. yüzyılın ikinci yansından itibaren Yesevîlik'i Mâverâünnehir ve Fergana havalisinde, yani bugünkü Kazakistan, Kırgızistan. Özbekistan ve kısmen Türkmenistan ve Tacikistan bölgelerinde yaymaya başladılar. (1) Buralarda Yesevîlik sımsıkı tutundu. Buralarda Yesevîlik İslâm'ın kendisi oldu. Kalabalık kitleler İslâm'ı Yesevîlik kanalıyla tanıdılar.

Bu arada XII. yüzyıl başlarında Orta Asya'da meydana gelen yepyeni ve karşı konulmaz bir siyasi hadise, Yesevîlik'in yayılma alanını alabildiğince uzaklara götürdü. 1218'lerde başlayan Moğol istilası, Yesevî dervişlerini önüne kattı. İstilacıların ulaşamayacaklarını sandıkları bu uzak mıntıkalara akın etmekte buldular. Bir yandan Harezm, Horasan ve Azerbaycan üzerinden Anadolu'ya girdiler, diğer yandan da Hindistan'a sarktılar. O halde Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürünün bugün için başlıca üç ana coğrafi bölgede yayıldığını ve günümüze kadar devam ettiğini söyleyebiliriz:

1.Bugünkü Kazakistan, Özbekistan, kısmen Türkmenistan ve Tacikistan'ı ve Volga boylarını içine alan Orta Asya ağırlıklı saha,
2.Hindistan sahası,
3.Anadolu sahası.

Bugün için Türkiye tarih araştırıcılığı, Fuad Köprülü'nün araştırmaları sayesinde birinci sahada Yesevî kültürünün yayılışının tarihini ancak klasik dönem için bilmektedir. Fakat bu sahanın Nakşibendilik sonrası, yani XV. yüzyıldan bugüne kadar olan durumu, Türkiye tarih araştırıcılığının hemen hemen meçhulüdür denilebilir. Ekim 1917 Rus ihtilali'nden sonraki durum, Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier-Quelquejay gibi Fransız araştırıcıların çalışmaları vasıtasıyla teferruatlı olmasa bile yine, az çok takib edilebilmektedir(2). Ama bu bilgiler de kesinlikle yeterli değildir. Dolayısıyla XV. yüzyıldan günümüze kadar Orta Asya'daki Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürü, Türkiye tarihçilerinin en kısa zamanda tanımaları gereken bir alan olarak karşımızda duruyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Ahmed-i Yesevî'nin Orta Asya'da asıl mühim rol oynadığı saha, işte bu birinci saha, yani bizzat kendisinin ve Yesevîliğin doğduğu Türkistan sahası oldu. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Muhammed Bahaü'd-Din-i Nakşibend (öl. 1389)'in kurduğu Nakşibendîlik merhum Fuad Köprülü'nün ifadesiyle, Mâverâunnehr'in büyük İslâm merkezlerindeki Sünni Iran kültürünün Türk-Moğol paganizmine karşı bir aksülameli olarak tarih sahnesine çıkarken(3), buralarda şöhreti çok yaygın ve saygın bir evliya hüviyetiyle yaşamakla olan Ahmed-i Yesevî'nin hatıralarından geniş ölçüde yararlandı.

Bir yandan Ahmed-i Yesevî'nin eski imajı giderek Nakşibendilik'in doktrin yapısına uygun bir manzara kazanırken, diğer yandan onun Divan-ı Hikmet'i aynı doğrultuda zaman içinde revizyona tabi tutuldu. İçine aynı tarzda söylenmiş başka hikmetler karıştı ve böylece zamanımıza kadar geldi. İşte bugün elimizde bulunan çeşitli Divan-ı Hikmet nüshaları, tıpkı bizde Yunus Emre Divanı'nın uğradığı maceranın bir benzerinin sonucu olarak oluştu. Bu yüzden bugün Ahmed-i Yesevî'nin ağzından çıkan hikmetleri toplayan bir Divan-ı Hikmet nüshasına sahip değiliz.

Bu değişim ve uyarlanma süreci sonunda, muhtemelen bir Melametî-Kalenderî şeyhi olan Arslan Baba'nın en ileri gelen halifesi Ahmed-i Yesevî, Nakşibendilik'in oluşmasında katkısı bulunan ve Hacegan diye anılan silsilenin bir üyesi olarak takdis olunmağa başlandı ki, Hace unvanını alışı bu sebepledir. Bundan sonra o artık hep Hace Ahmed-i Yesevî diye günümüze kadar anılagelecektir. Böylece Ahmed-i Yesevî ile Nakşibendilik'in özdeşleşmesi süreci tamamlanmış oluyordu. Fakat bu Yesevîlik'in Nakşibendîlik dışında mevcudiyetini sürdürmediği anlamına alınmamalıdır. Aksine Yesevîlik Nakşibendilik'in çıkışından sonra da -eskisi kadar olmasa bile- yine hayatiyetini sürdürdü. Bu arada ünlü İranlı sufi Necmüddin-i Kübra'nın (Öİ.1221) kurduğu Kübrevilik tarikatı da Orta Asya'da yayılıyordu. XIV. ve XV. yüzyıl, bu büyük coğrafi sahada bu üç tarikatın bir rekabet ortamı içinde yayıldıkları bir dönemi simgeler. Şurası bir gerçektir ki, Nakşibendîlik bu rekabetten kazançlı çıkmıştır.

Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürünün etkileri o kadar köklü idi ki, bu etkiler yalnız Nakşibendîlik içerisine nüfuz etmekle kalmadı, Orta Asya'da Nakşibendîlik rakibi olan Kübrevîlik tarikatı içine de nüfuz etti. Başka bir ifadeyle, Orta Asya sufiliğinin temeli Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik tarafından o kadar güçlü bir şekilde atılmıştı ki, sonraki her sufi cereyan mutlaka kendisini bu temele oturtmak zorunda olduğunu gördü. Mesela, Kübrevilik tarikatının bir kolu olan Zehebilik'in ileri gelen şeyhlerinden Abdül-vahhab Hoca kendisini Ahmed-i Yesevî'nin halifelerinden Zengi Ata'nın halifesi Sadr Ata'ya dayandırıyordu (5). Kübrevilik ve Naşibendilik'in silsilelerinin içinde Ahmed-i Yesevî ve halifelerinin yer alması, Ahmed-i Yesevî'nin Orta Asya Sufilik geleneğindeki köklü etkisinin bir başka göstergesidir.

Her halü kârda Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürü artık XV. yüzyıldan itibaren çeşitli Orta Asya Türk ülkelerinde ve Özellikle bugünkü Kazakistan'da İslâmiyet'in, özellikle de halk İslâmlığının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş ve adeta İslâmiyet'le özdeş sayılır olmuştur.

İkinci saha, yani Hindistan sahası ise bizim için hemen hemen tamamiyle meçhuldür. Hind sufiliği tarihiyle uğraşan batılı ve Hind kökenli müslüman araştırıcılar ise Hind sufiliğinde yer alan çeşitli tarikatlardaki Türk etkisinin ya farkına varamamışlar veya önemsememişlerdir. Bu gerçeği fark eden ilk batılı araştırmacılardan biri Simon Digby olmuşsa da (6) o çalışmalarında meseleyi gerektiği ölçüde vurgulamamıştır. Türk araştırıcılardan merhume Emel Esin ise, yaklaşık on yıl önce yayınladığı bir makalesinde, kuvvetli bir Yesevîlik etkisi taşıyan Haydari dervişlerinin Hindistan'daki faaliyetlerini kısaca özetlemiştir(7). Nitekim XIV. yüzyıl ortalarında ünlü Tancalı Seyyah İbn Battuta da Hindistan'da dolaştığı pek çok yerde Haydari dervişlerinden ve onların tekkelerinden bahseder(8). Fakat Hind sufiliğinde bizzat doğrudan doğruya Yesevîlik'in etkisini fark eden ve buna dikkati çeken, genç bir Fransız araştırıcısı olan Thierry Zarcone olmuştur. O, daha yakınlarda yayınlanan kısa bir yazısını yalnızca bu meseleye tahsis etmiş ve Yesevîlik'in doğrudan ve dolaylı olarak Hindistan'daki etkilerini dile getirmiştir(9).

Öyle görünüyor ki Moğol istilası başladığı zaman pek çok Yesevî şeyh ve dervişi Hindistan sahasını tercih etmiş ve daha XIII. yüzyılda Keşmir vadisinden başlamak suretiyle yavaş yavaş Hindistan içlerine nüfuz etmişlerdir. Kaynaklar bunların hepsinin de Türk kökenli olduklarını gösteriyor. XVI. yüzyılda ise, ünlü Osmanlı denizcisi Şeydi Ali Reis, Sind ve Pencap bölgesinde bazı Yesevî dervişlerine rastlamıştı(10). Fakat XIV. yüzyıldan itibaren Hindistan sufiliğinde artık İran etkilerinin bollaştığını görüyoruz. Hindistan Sufiliğinde Yesevîlik etkisinin sonraki yıllarda daha çok, Nakşibendilik'in bazı kolları içindeki ayin ve erkanla sınırlı kaldığı gözleniyor.

Üçüncü saha olan Anadolu mıntıkasına gelince, buradaki Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürü, tabiatıyla en iyi yine Fuad Köprülü tarafından ortaya konulmuş, Haydarilik ve özellikle Bektaşilik'le bağlantısı üzerinde durulmuştur (11). Yesevîlik'in Anadolu'ya girişi de Moğol istilası akabinde, yani XIII. yüzyılın ilk çeyreği içinde olmuştur. Aynı yıllarda, yine Moğol istilasının sebep olduğu göçlerle, Yesevîlik’e çok benzeyen bir başka Türk tarikatı, Tacü'l-Arifîn Seyyid Ebu'1-Vefa Bağdadi (öl.1105)'nin Irak'ta kurduğu Vefaîlik tarikatı da, ünlü Türkmen şeyhi Dede Garkın'la Anadolu'ya ayak bastı (12). Anadolu'daki etkisi itibariyle en az Yesevîlik kadar önemli olan Vefaîlik üzerinde, kısmen Abdülbaki Gölpınarlı'nın bazı atıflarının dışında bugüne kadar pek durulmamıştır. Yesevîlik'le Vefaîlik arasındaki ilişki ve şaşırtıcı benzerlik üzerinde bir başka yerde durulacaktır.

XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde, merhum Köprülü'nün gösterdiği üzere, Anadolu'ya bu hüviyeti temsilen gelen Yesevî ve Haydari dervişleri, Ahmed-i Yesevî'nin vefatından onra geçen yarım yüzyıllık bir süre içinde oluşan onunla ilgili bütün yazılı ve sözlü gelenekleri olduğu gibi buraya taşıdılar. Ahmed-i Yesevî'nin menkabelerini anlatan bir de Menakıb-ı Hace Ahmed-i Yesevî isimli bir eserin kaleme alındığını biliyoruz (13). XV. yüzyıl sonlarına kadar varlığı bilinen bu menakıbname eğer bugün elimizde olsaydı, belki onun hakkında daha çok bilgimiz ve Nakşibendî kaynaklarını kontrol imkânımız bulunacaktı. Bununla beraber, bize ulaşmayan bu menakıbnameden bazı pasajlar, XV. yüzyılın sonlarında Bektaşilik geleneği içinde kaleme alınan Velâyetname-i Hacı Bektaş (14) ve Velâyetname-i Hacım Sultan (15) da yer almaktadır. Bu pasajlar, Nakşibendî kaynakları dışında ve onlardan daha eski metinler olmaları dolayısıyla bizim için çok değerlidirler.
Her halü karda bugün, Yesevîlik'in Anadolu'da daha XIII. yüzyılda, Kutbu'd-Din Haydar adlı bir Türk şeyhi tarafından Yesevîlik’le Kalenderîlik'i birleştirmek suretiyle kurulan Haydarilik tarafından asimile edildiğini biliyoruz. Bu Yesevîlik geleneklerinin bundan böyle Anadolu'da, XVI. yüzyılın başlarında Bektaşilik teşekkül edinceye kadar Haydarilik tarafından temsil edilmesi demekti. Bu yüzyıldan sonra da bu temsilciliği Bektaşilik devralmıştır. Diğer yandan XV. yüzyılda Nakşibendilik'in Osmanlı topraklarına ayak basmasıyla birlikte, Anadolu ve Balkanlar'da Ahmed-i Yesevî kültürünün ikinci bir temsilcisi devreye girdi. Bu, Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürünün birbiriyle taban tabana zıt iki farklı sufi çevre tarafından temsili demekti. Ne var ki, Ahmed-i Yesevî, Anadolu ve Balkanlar'da bu iki sufi çevre dışında pek fazla tanınma imkânına kavuşamadı ve hatta bu iki çevre içinde de ikinci derecede takdis edilen bir konuma geldi.

Bugün Orta Asya'da ise Ahmed-i Yesevî adı, daha önce de söylendiği gibi, İslâm'la özdeşleşmiş olup temel öğelerden biri durumundadır. O çoktandır burada tarihi hüviyetinden farklılaşmış efsaneleşmiş, bir şahsiyet olarak Altaylar'dan Volga boylarına kadar Pir-i Türkistan, Hazret-i Türkistan, Hoca Ahmed-i Yesevî, Ata Yesevî olmuştur.

Orta Asya'da halen Divan-ı Hikmet adeta mukaddes bir metin olarak okunmağa devam etmektedir. Buradaki hikmet'ler büyük bir saygı ile ezberlenmekte, hatta yalnız erkekler değil, kadınlar arasında da Yesevî-han denilen ezbere hikmet okuyucular bulunmaktadır. Bu Yesevî-hanlar, -tıpkı bizdeki Mevlid merasimleri gibi- çeşitli vesilelerle yapılan toplantılarda Ahmed-i Yesevî'nin hikmet'lerinden parçalar okumakta, halk da kendilerini büyük bir vecd içinde dinlemektedir (16).

Yesevîlik'e gelince, bu tarikatın daha XIII. yüzyılda Anadolu'da Haydarilik tarafından eritildiğine, XVI. yüzyılda ise Haydarilikten doğan Bektaşilik''in bu vasıtayla bütün Yesevî geleneklerine varis olduğuna yukarda değinilmişti. Bugün artık Anadolu ve Balkanlar'da Yesevî geleneklerini daha çok Bektaşilik temsil etmektedir.

Orta Asya'da ise, daha önce de belirtildiği gibi, XIV. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Nakşibendilik'in benzer bir şekilde Yesevîlik'i tamamen kendi içinde eritmeğe başladığını, Yesevî geleneklerine kendi yapısına uygun yepyeni bir biçim ve muhteva kazandırdığını biliyoruz. Bu eritme süreci yer yer XVI. yüzyıla kadar sürmüştür. Yesevîlik XVI. yüzyıla kadar hala şurada burada Nakşibendîlik dışında çeşitli derviş grupları halinde varlığını sürdürmekteydi. XVI. yüzyıldan sonra ise yalnızca Fergana vadisinde hala kalabalık gruplar halinde Yesevîler bulunuyordu. XIX. yüzyılda bile bunlar hala varlıklarını sürdürüyorlardı. Orta Asya'da Sovyet rejimi altındaki müslüman Türk zümreleri ve dolayısıyla bunlar arasındaki sufi tarikatları üzerinde kıymetli çalışmalar yayınlamış bulunan tanınmış Fransız âlimleri Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay'in araştırmalarına göre XIX. yüzyılın ikinci yansında Yesevîlik Tarikatı, Laçiler adıyla yepyeni bir yapılanmaya girdi (17).

Heterodoks bir nitelik arzeden ve militan bir yapıya sahip bulunan Laçiler; l870 yılında, Hokand hanı tarafından zındık olduğu gerekçesiyle idam edilen Sanivar adlı bir Yesevî şeyhi tarafından kurulmuştu. Ancak takibata uğraması sebebiyle tarikat varlığını gizli olarak sürdürmüş, özellikle Kırgızlar arasında taraftar bulmuştu. Bu tarikat mensupları gizli gizli düzenledikleri toplantılarında kadın erkek bir araya gelerek musiki eşliğinde hikmet’ler okudukları için, seks alemi yaptıkları gerekçesiyle takibata uğratılmaktaydılar. Laçiler, Ekim 1917 ihtilâlini önce olumlu karşılamışlarsa da, sonradan yeni rejimle anlaşamayarak açıktan açığa ona karşı koymaya başlamışlar, neredeyse rejime girişilen -mesela Basmacı hareketi gibi- her harekete katılmışlardı (18).

1920 yılı Laçiler içinden yeni bir Yesevî kolunun daha tarih sahnesine çıkmasına şahit oldu. Bu defa, Basmacılar'la birlikte savaşmış bir Yesevî şeyhi olan Ebu Muttalib Gatibaldiev, Saçlı İşanlar adı verilen tarikatını kurdu. Bennigsen ve Chantal-Lemercier'ye göre Saçlı İşanlar, Sovyet otoritelerince, terörist metotlarla rejime karşı her türlü militan hareketi düzenlemekle suçlanıyorlardı. Bu sebeple şeyhleri zaman zaman tutuklanıyor ve yargılanıyorlardı. 1950'li yıllarda bu tarikatın şeyhlerinden bir hayli hüküm giyen olmuştur (19). Bu tarikatın hali hazırdaki mensupları arasında bilhassa Kırgız, Özbek ve Tacikler bulunmaktadır. Gerek Laçiler, gerekse Saçlı İşanlar tarikatları, merkezi bir yönetime göre teşkilatlanmış olup, Laçiler'de şeyhe Ata, ötekilerinde ise Pir veya İşan denilmektedir. Bu tarikatlar halen varlıklarını sürdürmektedirler(20).

Sonuç
Görüldüğü gibi Ahmed-i Yesevî'nin etkileri ve Yesevîlik kültürü, aradan geçen yüzyıllara rağmen giderek kaybolmak söyle dursun, daha da güçlenerek özellikle Orta Asya'da günümüze kadar canlı bir şekilde gelmiş, Orta Asya halk müslümanlığıyla özdeşleşerek bir yandan Nakşibendîlik ve Kübrevîlik içinde, bir yandan kendi başına varlığını sürdürmüş, hatta kendine mahsus bir folklor oluşturmuştur. Öte yandan Hindistan ve Anadolu sufiliğini de geniş ölçüde etkilemiş, buralarda yeni tasavvufi yapılanmaların oluşmasına katkıda bulunmuştur.

O halde günümüzde yapılması gereken şey, Ahmed-i Yesevî etrafında oluşan bu büyük sufi geleneğin, Anadolu'dan Asya içlerine kadar yayılan geniş alanda meydana getirdiği kültürü bütün yönleriyle, mevcut bütün malzemeyi toplayarak çok iyi bir analiz ve değerlendirmeye tabi tutmak, bugünün Türk dünyasındaki anlamını ve fonksiyonunu tesbite çalışmaktır. Böyle bir mesai başlıca şu safhalardan oluşmalıdır:
A. Önce hangi devirden olursa olsun, Yesevî kültürü ile ilgili mevcut bütün yazılı metinler toplanıp tasnif edilip yayınlanmalıdır. Divan-ı Hikmet koleksiyonlarının sistematik neşri de buna dahildir
B. Nakşibendilik içindeki etkileri dahil, Yesevîlik'in bir sufi tarikatı olarak bugün mevcut durumu çok iyi bir şekilde tesbit edilmelidir.
C. Halk müslümanlığı içinde aldığı folklorik görünümler, uygulamalar, şifahi rivayetler ve ikonografik malzeme ses ve görüntü olarak zapta geçirilip muhafaza altına alınmalı, ayrıca bilimsel tahlile tabi tutulmalı ve sonuçları yayınlanmalıdır. Mutlaka bir Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik Bibliyografyası oluşturulmalıdır.
D. Bütün bu mesaiyi gerçekleştirecek Türkiye'li ve Orta Asya'lı bilim adamlarını bir işbirliği çerçevesinde bir araya getirecek ve gerekli finansmanı sağlayacak ortak bir araştırma kurumu tesis edilmelidir.
E. Bu araştırma kurumu, bütün bu mesaiyi iyi bir planlama sonucu, en fazla beş senede gerçekleştirebilir. Bu sürenin sonunda da Türk dünyasında Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlik kültürü'nü muhtelif cepheleriyle tanıtan, bilimsel ve popüler nitelikli iki versiyon halinde sistematik bir plan çerçevesinde ortak sentetik araştırma eserleri yayınlamanın yollarını araştırmalıdır, işte Ahmed-i Yesevî'nin Türk dünyasındaki gerçek rolü ve etkisi bu yolla ancak ciddi bir şekilde meydana konulmuş olur.

Seçilmiş Bibliyografya

Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976, 3bs.
-----------------, "Ahmed Yesevî", İslâm Ansiklopedisi
A.Zeki Velidi Togan,Yesevîliğe dair bazı yeni malumat, Fuad Köprülü Armağanı (Melanges Köprülü), İstanbul, 1953.
Kemal Eraslan, Ahmed-i Yesevî, Divan-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ankara 19912 bs.
------------------, "Yesevî'nin Fakrname'si", Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII (1977).
İrene Melikoff, Ahmed Yesevî and turkic popular Islam. Utrecht Papers on Central Asia,
"Utrecht Turkological Series"; 2, Utrecht 1987.
------------------, "Les origines centre-asiatique du soufisme anatolien", Turcica, XX (1988). (Her iki yazının türkçe çevirisi şurada yayınlanmıştır: İrene Melikoff, Uyur İdik
Uyardılar (Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları), çev.Turan Alptekin, İstanbul, 1993, Cem Yayınevi).
Les Ordres Mystiques dans l’lslam (Cheminements et situation Actuelle). ed A.Popovic-G Veinstein, Paris 1985.
A. Bennigsen-Ch.Lemercier-Quelquejay, Le Soufı et le Commissaire (Les Confreries
Musulmanes en URSS,) Edition du Seuil, Paris 1986 (Sufi ve Komiser Rusya'da İslâm Tarikatları, çev Osman Türer, Ankara, 1988)
Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, (26-27 Eylül 1991 Ankara), Ankara,1992.
Thierry Zarcone, Hindistan'da Türk Tasavvufu: Yesevîyye örneği, Çev. Süleyman Derin, Dergah, Sayı 38, yıl 1993.



Dipnotlar ve Referanslar

1. Yesevîlik'in nasıl yayıldığı, bunda önemli görevler üstlenen halifelerin faaliyetlerine dair, bk. F. Köprülü Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara 1966, 2. bs. ss.
2. Bu konuda adı geçen yazarların şu eserine bk Sufi ve Komiser, çev. Osman Türer, Ankara, 1988, ss 85-86, 117-121; ayrıca bk A. Bennigsen Les Tarigat en Asie Centrale Les Ordes Mystiques Chemminements et Situation Actuelle. Paris 1986, ss.27-36
3. Bk Fuad Köprülü Ahmed Yesevî, IA.
4. Bu çok önemli mesele için bk. Köprülü İlk Mutasavvıflar, s.101-107; aynı yazar agm; Kemal Eraslan, Ahmed-i Yesevî Divan-ı Hikmet (Seçmeler) Ankara 1991 önsöz s.40
5. Bk Thierry Zarcone Hindistan'da Türk tasavvufu: Yesevîyye Örneği, çev. Süleyman Derin Dergah, Sayı:38, Nisan 1993 s.20.
6. Msl. bk. S Digboy, Qalandars and related groups Islâm in Asia nşr.Y. Friedmann, Jerusalem 1984.
7. aynı yazar The Naqshbandis in the Deccan Naqshbandis, Cheminements ef situation Actuelle d'un Orde Mystique Musulman nşr. M Gaborieau-A Popovic T. Zarcone, Istanbul-Paris 1990,ss.167-207. Bk. 6 nolu notta zikredilen ilk makale.
8. Les Voyages D Ibn Batoutah, nşr. C.Defremery-B.R. Sanguinetti, Paris 1874-1979, II, 6-7; III,209-311; 439 ; IV, 60-61.
9. Bk yukarda 5 nolu notta zikredilen makale
10. Bk.Mir'atü'l -Memalik, istanbul 1313,ss.65-72.
11. Bk.İlk Mutasavvıflar, ss 93-95.
12. A. Yaşar Ocak, Babailer isyanı, İstanbul 1980,ss.91-94.
13. Bk. Vilayetname (Manakib-i Hünkar Hacı Bekta-ı Veli) nşr. A. Gölpınarlı, İstanbul, 1958, s.14 Burada Ahmed-i Yesevî’nin menkabelerinin hesap kitaba gelemeyecek kadar çok olduğundan yazıların bunların cüz'i bir kısmını oluşturduğundan söz edilir.
14. A.g.e., ss. 5-16.
15. Das Vilajet-name Des Hadschim Sultan (KVelayetname-i Hacım Sultan) nşr. R Tschudi, Berlin 1914.ss.6-9.
16. Bk. Baymirza Hayıt Türkistan kadınlarının Yesevîcilik ananesi, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, (26-27 Eylül 1919), Ankara 1992 ss.45-47.
17. Bk.Bennigsen-Lemercier-Quelquejay, Sufi ve Komiser, s.l 17.
18. A.g.e.,118.
19. A.g.e.,120.
20. A.g.e.,134.

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak,Türk Dünyasında Ahmed-i Yesevî ve Yesevîlîk Kültürünün Yayılışı: Bir Sufi Kültürün Yeniden Güncelleşmesi, Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Kayseri, 1993, s. 299-305

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye