Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İSLÂM'In TÜRKLER ARASINDA YAYILMASI ve AHMED YESEVÎ
MesajGönderilme zamanı: 16.09.10, 16:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
İSLÂM DİNİNİN TÜRKLER ARASINDA YAYILMASINDA HOCA AHMED YESEVÎ ÖRNEĞİ

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL*

Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Tarihi Öğretim Üyesi/Bursa

Türk dünyasında Hz. Peygamber (asm.)’i gereği gibi tanıtıp sevdirmek ve onu merkeze alarak insanlara İslâm’ı heyecanlı ve sade üslupla anlatabilmek gayesiyle mensur ve manzum Sîret-i Nebî, Megazî, Şemâil, Delâil, Hilye, Mu’cizât, Kırk Hadis, Mi’râciye, Mi’râcnâme, Esmâ-i Nebî, Naat, Kasîde, Mevlid ve Muhammediye türü çalışmalar yapılmış, eserler yazılmış, pek çok âlim, şâir ve mutasavvıf tarafından kaleme alınan divanlarda sık sık Hz. Peygamber’in ahlâkî kişiliğinden ve hayatından örneklere yer verilerek insanların İslâm’ı anlamaları, sevmeleri ve hayatlarında temsil etmeleri sağlanmıştır. Söz konusu çalışmalar, kendi devirlerinde İslâmî bilgileri insanlara en hızlı bir şekilde ve kolayca ulaştırabilme, anlatabilme, aktarabilme aracı olmuşlardır. Bunlar arasında İslâm’ı sade fakat heyecanlı bir üslupla ve herkes tarafından anlaşılabilir şiir kalıplarıyla (halkın kolayca öğrenip hemen terennüm edebileceği bir vezin ve şekille) tanıtıp, gönüllere nüfuz ederek Türk dünyasında yüz yıllar boyunca çok önemli tesirler bırakan mutasavvıf âlimlerin başında Ahmed Yesevî Hazretleri gelir. Ahmed Yesevî Hazretlerinin etrafında tertemiz duygularla İslâm'a bağlanmış Türkler toplandı. Sade dille yazdığı manzumeler Müslüman Türkler arasında beğeni ile okundu. İslâm'a bütün samimiyetiyle hizmet vermiş olan Ahmed Yesevî’nin hikmetleri dervişler kanalıyla en uzak Türk topluluklarına ulaştırıldı. Biz bu tebliğde önce Ahmed Yesevî’nin hayat hikâyesi hakkında kısa bilgi vermek sonra da Türklerin İslâm’la tanışmasını, ülfet etmesini ve bütünleşmesini kolaylaştıran hikmetlerinden ve hizmetlerinden bahsetmek istiyoruz.
Ahmed Yesevî, Batı Türkistan’daki Çimkent şehrinin doğusunda eski bir yerleşim yeri olan Sayram kasabasında doğdu. Doğum yeri olarak Yesî’den de söz edilir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber ömrü boyunca yapıp ettiklerinden ve karşılaştığı şahsiyetlerden yola çıkarak XI. Yüz yılın ikinci yarısında dünyaya geldiği söylenebilir. Babası Sayram’ın ileri gelenlerinden Şeyh Bayram, annesi ise Ayşe Hatun’dur. Önce annesi sonra da babası vefat edince ablası Gevher Şehnaz Hanım, kardeşini Yesî’ye götürdü. Böylece Ahmed Yesevî ciddi anlamda eğitim-öğretime ilk önce Yesî’de başladı ve -menkıbevî anlatıma göre- kısa zamanda ilim-irfan dünyasında önemli ilerlemeler kaydetti. 1 Ahmed Yesevî Hazretleri daha sonra önemli bir ilim merkezi olan Buhara’ya gitti ve Şeyh Yusuf el-Hemedânî’ye (v. 1140-1141)öğrenci oldu/intisap etti, ilmî ilerlemesini ve tasavvufî eğitimini orada tamamladı. el-Hemedanî’nin vefatını müteakip irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berkî sonra Hasan-ı Endakî (v. 1160) geçti. Bu zatın ölümünden sonra Ahmed yesevî Hazretleri, Hâce Yusuf el-Hemedânî geleneğini yürütmek üzere görevi üstlendiyse de bir süre sonra yerini Şeyh Abdülhâlik-ı Gucdüvanî’ye bırakarak Yesî’ye döndü ve ölünceye kadar hizmetini orada sürdürdü. 63 Yaşına girdikten sonra dergâhın avlusuna bir çilehane yaptırdığı ve geri kalan ömrünü orada tamamladığı söylenir.2 1166 Yılında vefat eden Ahmed Yesevî Hazretleri, Yesî’de (Türkistan’da) toprağa verildi.


Türk dünyasında “Pîr-i Türkistan, Hâce-i Türkistan, Hâce Ahmed Yesevî, Kul Hâce Ahmed” diye tanınan ve Kazakistan’ın Türkistan (Yesi) şehrinde medfun bulunan Ahmed Yesevî, hikmetlerinde ve şiirlerinde özellikle Hz. Peygamber sevgisini ve onun İslâmî kişiliğini merkeze alarak Türk halkına İslâm’ı ulaştırmayı gaye edindi. Bu gaye ile hizmet ettiği zaman diliminde 1157’lerde Sencer ölmüştü, bölgede Harizmşahlar güçlü bir İslâm devleti olarak varlığını hissettiriyordu. Ahmed Yesevî, şartları ve imkânları değerlendirerek yoğun bir irşat ve hizmet dönemi yaşadı. Böylece Sır-Derya ve Taşkent çevresinde, hatta daha kuzeydeki bozkırlarda tanındı. Etrafında, Buhara, Semerkant ve bazı Horasan şehirlerinde olduğu gibi İran dil ve edebiyatına vakıf, o âdetlerle ülfet etmiş danişmentler değil, İslâmiyet’e yeni, fakat çok kuvvetli rabıtalarla bağlanmış, saf, sade Türkler toplanmıştı. Bu yüzden, Arap ilmini ve Acem edebiyatını iyi bildiği halde müritlerine, dervişlere ve çevresinde toplanıp sohbetine katılanlara anlayabilecekleri bir dil ile hitap etmeyi tercih etti. Dolayısıyla Farsça yerine Türkçe’yi kullandı ve sülûk âdâbını Arapça, Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için Türklerin halk edebiyatından alınmış basit şekillerle ahlakî ve tasavvufî manzumeler yazdı. 3
Ahmed Yesevî’nin, hikmetlerinde Sünnî anlayışa ve Hanefî mezhebine bağlılığının izleri kendisini hissettirir. Dolayısıyla onun Türkler arasında Sünnî an’ane ve Hanefî ekolünün yaygınlaşmasına tesiri olduğu söylenebilir. 4 O, bu öğretiyi hocası Yusuf el-Hemedânî’den almıştır. Zira Hoca Yusuf el-Hemedânî, Sünnî an’aneye sımsıkı bağlı koyu bir Hanefî idi. Dolayısıyla el-Hemedanî’nin İslâm’ı algılama biçimi ve ahlâkî şahsiyeti Yesevî’de yoğun biçimde kendini hissettirirdi. Nakledildiğine göre el-Hemedânî, halim-selim, merhametli bir kişiliğe sahipti. İlim adamlarıyla sohbet eder, insanların problemlerine ve dertlerine çare arar, herkesi Hz. Peygamber’in ve ashâbının yolundan gitmeye teşvik ederdi. İnsanlara saygı besler, gönlünde tüm varlıklar için bir muhabbet taşırdı. Hıristiyanlara ve ateşperestlere de İslâm’ı sabırla anlatır, herhangi bir zorlama yapmazdı. Meselelere bakışta farklılıklar olsa da tüm Müslümanlara olumlu davranırdı. Son derece mütevazı olup, zengin-fakir farkı gözetmezdi.5 Ahmed Yesevî, hocası Yusuf el-Hemedânî’den bu kişilik özelliklerini, irfanî derinliğini, insanlarla ilgilenme ve onları eğitme usûlünü hemen hemen olduğu gibi alıp muhitine en güzel bir şekilde tatbik etti. Onun hikmetleri (manzum din ve ahlâk anlatımları), sağlığında ve ölümünden sonraki yüz yıllarda halkın gönlüne tercüman oldu. Türk insanı kendi dilinden, kendi halk edebiyatı nazmından, kendi yaşadığı hayattan izler taşıyan hikmetlerde kendini buldu ve asla onlara kendini yabancı hissetmedi. Bu münasebetle Ahmed Yesevî’nin yakın talebeleri, hikmetleri ezberlemeyi gaye bildiler, hatta bazıları da benzerlerini nazmetmeye çalıştılar. 6 Türkler Allah’tan korkarak kötülükten kaçınmayı, Allah’ı severek iyiliğe yönelmeyi, dünyanın geçiciliğini, mala mülke güvenerek mağrur olmanın kötülüğünü, cennet ve cehennemin hususiyetlerini, kıyamet ahvâlini, ilâhî muhabbeti engelleyen unsurları gönülden ırak tutmak gerektiğini, Muhammed ümmetinden olmanın saâdetini, Hz. Muhammed (asm.)’i ve ashabını sevmeyi ve yolundan gitmenin önemini Yesevî’nin hikmetlerinden öğrendiler. O, insanlara Allah korkusu yanında Allah sevgisini hissettirmeye çalışır, Allah aşkı esasına dayanan bir irade terbiyesiyle insan-ı kâmile ulaşmayı hedefler, ömrün her ânını gönlü Allah sevgisiyle dolu ve uyanık bir ibadet ânı bilip öyle yaşamanın gerekliliğini söylerdi. Söyledikleri ile yaptıkları birdi. Bu münasebetle sözleri etkili olurdu. Yesevî’nin sözlerinin çevresinde çok etkili olmasının bir sebebi de el emeğiyle geçinmesiydi; ibadet ve irşad hizmetlerinden geri kalan zamanlarda kaşık, kepçe yontarak/üreterek geçimini sağlar, kendisine takdim edilen hediyeleri muhtaçlara dağıtırdı. 7
“Kul Ahmed, Hoca Ahmed, Miskin Ahmed” gibi mahlâsları kullanan Ahmed Yesevî Hazretleri, -hikmetlerinden anlaşıldığına göre- gerçek bir Peygamber sevdalısıydı, onun Sünneti’ne samimiyetle bağlıydı, onun yolunun yolcusuydu. Hocası Yusuf el-Hemedânî’den aldığı Allah, Peygamber ve ashab sevgisini, anlaşılır/sade dille terennüm etmiş, çevresinde kümelenen yüz binlerce insana kolay anlaşılan hikmet ve manzumeler içinde İslâm’ı anlatmıştı. Ona göre kâinat, Resûl-i Ekrem hürmetine yaratılmıştı. Resûl-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem, kâinatın en seçkiniydi, varlıkların övünç kaynağı ve günahkârlara şefaatçıydı: “Server-i kâinat, mefhar-ı mevcûdât ve şefîü’l-müznibîn”di. 18 bin âleme önder, 33 bin ashâba rehberdi. Kanaatkâr olup, ümmetinden günahkârlara şefaatçıydı. Geceleri ihya eder, garip ve yetimin elinden tutar ve onları doyururdu. Namaz kılar, oruç tutar, tesbihata/Allah’ı zikre devam eder, riyazet üzere mütevazı yaşamayı tercih eder, dünyevî ihtiraslardan uzak dururdu. Beş vakit namazda ashâbına imam, Mi’râc’ta ümmetine şâhit olmuştu, Allah’ın inayetiyle Arş ü Kürs’ü aşıp geçmişti. Sekiz cennet sahibiydi, samimi bir Allah dostuydu.
Hoca Ahmet Yesevî, bu düşüncelerini hikmetlerinde şöyle dile getirir:
On sekiz bin âleme server olan Muhammed
Otuz üç bin ashâba rehber olan Muhammed
Çıplaklık ve açlığa kanaatlı Muhammed
Âsî cânî ümmete şefaatlı Muhammed
Gece yatıp uyumaz, tilâvetli Muhammed
Garip ile yetime, mürüvvetli Muhammed
Namaz oruç kılıcı, ibadetli Muhammed
Daim tesbih diyici, riyazetli Muhammed
Duaları müstecab, icabetli Muhammed
Kötülüğe iyilik, kerametli Muhammed
Beş vakit namaz olanda, imam olan Muhammed
Mi’râc aşıp varanda, şahid olan Muhammed
Arş ve kürsü pazarı, inayetli Muhammed
Sekiz cennet sahibi, velayetli Muhammed
Miskin Ahmed kuluna, yazdırıcı Muhammed
Yetim, garip sahibi, sahavetli Muhammed
Ahmed Yesevî Hazretleri, Hz. Peygamber sevgisini davranışa dönüştürebilenlerdendi. Yani fiilî muhabbetin en güzel örneklerini verebilenlerdendi. O, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i adım adım takip etmişti; ona göre Hz. Peygamber hicretle garip olmuştu, bundan dolayı gariplere ve mazlumlara acımak, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek gerekirdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) gibi de cömert ve bağışlayıcı olmak lâzımdı. Zira onun Sünnet’i (sözleri, davranışları, takrirleri/tanık olup da tasvip ettiği sahâbe davranışları) yaşanmadan cennete girilemezdi. Bu anlatımda muhtaçlara yardım etmek, mazluma acımak, garip ve yetime ilgi gibi topluma dönük ahlâkî erdemlerle namaz kılmak, geceleri ihya etmek, Yüce Allah’ı tesbih etmek gibi kulluk görevleri bir arada zikredilmiştir. Böylece bunların birbirini tamamlayan ana unsurlar olduğuna ve ihtimal ki ibadet eden insanların toplum hizmetlerine de ilgi duyan kişiler olabileceğine işaret edilmiştir. Bu güzel örnekliği şahsında cemeden şahsiyet olarak gösterilen örnek ise kanaatli, şefâatli, tilâvetli, mürüvvetli, ibadetli, riyazetli, icabetli ve kerametli Muhammed (asm.)’dir. O, böyle davrandığı için Allah katında yüksek mertebelere erişmiş; Mi’rac’ta ümmetine şâhit kılınmış, Arş ve Kürs’ü aşmış, sekiz cennet ihsan olunmuştur. Yesevî’nin anlayışında Hz. Peygamber’e inanmak, onun sünnetini bilip anlamakla iç içedir. Hz. Peygamber, düşmanların baskı ve zulmüne maruz kalarak hicrete mecbur kalmıştı; hicretle gurbete düşmüş, garip olmuştu. O hâlde hicretle gurbete düşmüş gariplerle, mazlumlarla ilgilenmek, ihtiyaçlarını karşılamak onun sünnetine uygun bir davranıştı. O, cömert ve bağışlayıcı idi; dolayısıyla ona tabi olanın da onun gibi sehavetli ve müsamahalı olması gerekirdi.
Ona göre Hz. Muhammed Mustafâ’nın gerçek ümmetinden olabilmek için Allah’ın buyruklarına, Resûlü’nün de Sünneti’ne uymak gerekirdi. Böyle bir sadâkatle ümmeti arasına girenleri yarın kıyamet gününde o mahrum bırakmayacaktı.
Bu hususlar hikmetlerinde şöyle belirtilmektedir: Tanrı Teâlâ sözüne, Resûlullah sünnetine İnanmayan ümmetine, ümmet demez Muhammed Ümmetim der Muhammed, doğru dese kul Ahmed Yarın olsa kıyamet, mahrum koymaz Muhammed
Ahmed Yesevî Hazretleri, hikmetlerinde, Hz. Peygamber’i, ashâbını ve İslâm’ı anlatmakta; Resûl-i Ekrem (asm.)’in anasından, atasından, Mi’râc’ından, hicretinden bahsetmekteydi. Bu sade anlatıma şu mısraları örnek vermek mümkündür:
Muhammed’i tavsif etsem kemîne, Anasının adı bil sen Âmine, Atasının adı Abdullah idi, Anadan doğmadan ölmüş idi. 8
Ashâb-ı Kiram’dan bahsederken, “Resûl’e hepsi hizmet kılmakta/Edeple yürüyüp izzet kılmakta” dedikten sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali hakkında tanıtıcı bilgiler vermektedir:
Ona göre Hz. Ebû Bekir, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ı görür görmez inanıp bağlanmıştı. O, sıddîk idi; hakkı, hakikatı doğrulayandı. O, Allah’ın has kulları arasında olup Müslümanların dertleriyle dertlenirdi. Dünyevî hevesler peşinde koşmaz, Hz. Peygamber Aleyhisselâm’a her zaman destek verirdi. Hicrette ona yoldaş olmuştu; yâr-ı gâr idi, Resûl-i Ekrem (asm.)’in mağara (Sevr) arkadaşıydı, ilim ve irfanda da önde idi.
Hz. Ömer, müminlerin dostu olup adaletiyle tanınmıştı. O, İslâm’a hizmet yolunun aydınlatıcısı, sönmeyen rehberiydi, dine hizmetten asla dönmez, haksız bir iş yapmaz, adaletten şaşmazdı.
Üçüncü dost, hayâ sahibi Osman (r.a.)’dı. Hz. Osman, Hak Resûl’ün damadı olup, İslâm’a şeksiz şüphesiz inanmıştı, Allah Resûlü’ne samimiyetle bağlıydı.
Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde Hz. Ali, “Hak aslanı Ali” diye tavsif edilir. Hz. Ali, Allah’ın Kelâm’ına bağlı, yüzü nurlu, kâfirleri kıran hak aslanıydı. Himmet ve gayret kuşağını kuşanmış olan Hz. Ali, Allah’ın zikrinde daimdi. Hak aslanı Ali, elinde zülfikâr düldüle binip yola düştüğü zaman adeta yer sarsılır ve kâfirler korkuya düşerlerdi.
Hoca Ahmed Yesevî bütün bunları o sade anlatımıyla hikmetlerinde şöyle dile getirir:
Gördüğü an inanan Ebû Bekr-i Sıddîk’tir,
Üstün olup dayanan Ebû Bekr-i Sıddîk’tir.
Dertleşende ağlayan, kulluğa bel bağlayan,
İç bağrını dağlayan, Ebû Bekr-i Sıddîk’tir.
Dediği söze yeten, nefs ve hevâdan geçen,
Hak Resûl’ü berkiten, Ebû Bekr-i Sıddîk’tir.
Kul Hâce Ahmed kıl tasdîk, yâr-ı gârın kıl tefrîk,
Âriflikte bil sâdık, Ebû Bekr-i Sıddîk’tir.
İkincisi yâr olan adaletli Ömer’dir,
Müminlere yâr olan adaletli Ömer’dir,
Çerağ olup sönmeyen, din yolundan dönmeyen,
Haksız bir iş kılmayan adaletli Ömer’dir.
Miskin Ahmed kıl sen yâd, kıl sen aczini bünyad,
Belki ruhu kılar şâd, adaletli Ömer’dir.
Üçüncüsü yâr olan, haya sahibi Osman’dır, Her nefeste yâr olan, haya sahibi Osman’dır. Hak Resûl’ün dâmâdı, dinimizin âbâdı, Bendelerin âzâdı, haya sahibi Osman’dır. Tavsif kıldın Osman’ı, hâce Ahmed sen onu, Yoktur şekki, gümanı, haya sahibi Osman’dır.
Dördüncüsü yâr olan, Hak aslanı Ali’dir, Hem Mi’râc’ta yâr olan, Hak aslanı Ali’dir, Dediği sözü rahmanî, görsen yüzü nurânî, Kâfirleri kıranı Hak aslanı Ali’dir. Himmet kuru belinde, Mevlam yâdı dilinde, Zülfikâr’ı elinde, Hak arslanı Ali’dir. Binip çıksa Düldül’e, yere düşer zelzele, Kâfirlere gulgule, Hak aslanı Ali’dir. 9
Bu örneklerde de görüldüğü gibi Ahmed Yesevî Hazretlerinin Divân-ı Hikmet’i, adeta manzum bir Sîret-i Nebî ve dinî-ahlâkî kişiliklerinin öncelendiği özet bir sahâbe tarihi gibi düşünülebilir. Belki bazı benzerlerinden farkı, Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn başta olmak üzere sahâbe hayatının İslâm inanç, ibadet ve ahlâk değerleriyle iç içe verilmesidir. Buna göre Hz. Ebû Bekir’i öne çıkaran özellikler, “hakikati tereddütsüz kabul ve tasdiki, Müslümanların dertleriyle ilgilenmesi, ihtirastan uzak olması, Hz. Peygamber’e sürekli destek vermesi”dir ki, bunun neticesinde hicrette Resûl-i Ekrem’e yoldaş kılınmakla manevî mertebesi yükselmiştir.
Hz. Ömer onun hikmetlerinde “adaletli Ömer”dir. Onun en mühim hususiyeti, tüm insanlığın her devirde çok muhtaç olduğu adaletin tecellisi için sürekli bir hassasiyet içinde olmasıdır. Dolayısıyla o, böyle yapmakla esasında mü’minlere gerçek dost olmuş, onları ferahlatmıştır. O, hak yolunda sönmeyen bir kandil, din yolundan dönmeyen bir hizmet adamı olup, ondan asla haksız bir iş meydana gelmez. Onun böyle olması Müslümanların gönüllerini şenlendirir.
Hz. Osman ise hayâ sahibi bir peygamber dostudur. Onun, her nefeste hayâ duygusu ile iç içe olduğu ve ona göre davranış sergilediği bir gerçektir. Yapmış olduğu hayır-hasenat ile İslâmiyet’e önemli hizmetler îfa etmiş, toplum yararına yaptığı hayırlarla Müslümanlar için huzur ve saadet kaynağı olmuştur.
Hz. Ali’ye gelince onun en önemli özelliği, inkârcılarla, İslâm düşmanlarıyla mücadelede “Hak aslanı” unvanını hak edecek bir cevvaliyet içinde olmasıdır. Yüzü nurludur, çünkü Allah’ın kelâmını bilmekte ve ondan aldığı feyzle konuşmakta, konuşmalarında da etkili olmaktadır. Yüce Allah’ın adını dilinden düşürmeyen Hz. Ali, bu ruhla Allah için gayret ve himmet göstermekte, hizmet için sürekli bir çaba içinde olmaktadır. Öyle ki, zülfikârı kuşanıp, düldüle binerek yola düştüğü zaman sanki yer titrer ve inkârcılar korku içinde sarsılırlar.
Bir ana fikir çıkarmak gerekirse Ahmed Yesevî Hazretleri, “hak ve hakikati doğrulamaktaki titizliği, Müslümanların dertleriyle dertlenmesi ve onlara çare bulmaktaki duyarlılığı” ile Hz. Ebû Bekir’i, “haksızlık karşısında susmayışı, sürekli Hak’tan yana tavır alışı, adaletin timsali olup Hakk’a hizmet yolunda sönmeyen bir ışık oluşu ve haksız işlerden uzak duruşu” ile Hz. Ömer’i, “her dem hayâ sahibi olup ona göre davranması ve kamu yararına hayır-hasenatla toplumu sevindirmesi” ile Hz. Osman’ı, “bir yandan Kur’an’ı tetkiki, Kur’an’a göre düşünüp konuşması, ilim sahibi, ibadetli, zikirli, dualı oluşu, diğer yandan inkârcılarla i’lây-ı kelimetullâh uğrunda cihada gayretli oluşu” ile de Hz. Ali’yi herkese örnek göstermiştir. Böylece çevresindekileri, Hz. Ebû Bekir gibi sıddîk ve dertlilere deva olmaya, ferdî ve sosyal problemleri çözmede istekli davranmaya, Hz. Ömer gibi adaletli olup, haktan yana duruş sergilemeye, Hz. Osman gibi hayâ sahibi olup hayır-hasenat yapmaya, Hz. Ali gibi de Kur’an ve Sünnet merkezli düşünüp konuşmaya, iş yapmaya, Allah için mücadeleden geri durmamaya teşvik etmiştir.
Ahmed Yesevî, Türkistan-Kırgızistan (merkezî Doğu sahası), İdil Boyu (Kuzey sahası), Anadolu ve Rumeli (Batı sahası)’nde önemli izler bıraktı. Öldükten sonra Yesî (Türkistan) şehrindeki kabri Türk dünyasının önemli ziyaret yerlerinden biri oldu. Ayrca her sene Zilhicce’nin onunda binlerce derviş onun mezarı civarında halvete girerdi. Ölenler, Yesevî’nin kabri civarındaki mezarlıklarda defnolunmayı isterlerdi. 10
Ahmed Yesevî Hazretleri, Allah ve Resûlü’nü, yürekten sevenlerdendi. O, Allah Teâlâ’nın emrini, Resûl-i Ekrem (asm.)’in Sünneti’ni söyledi, yaşadı, anlattı, örnek oldu. Çevresindekileri, -Peygamber (s.a.v.)’in yaptıklarına uygun olarak- doğru, dürüst, çalışkan, yardımsever, güler yüzlü, temiz ve adaletli olmaya, kimsesizleri, ihtiyaçlıları, yetimleri, garipleri himayeye çağırdı. Önemli olan da onun Sünneti’ni fiilen yaşamak ve yaşatmaktı. O, bu yolu takip ettiği için Türkistan dünyası onun ve öğrencilerinin etrafında toplanıp İslâm’ı öğrendiler. XII. Yüzyılda Ahmed Yesevî ve dervişleri, gönülleri aydınlatan Allah ve Peygamber muhabbetiyle Türkistan’ı manen fethettiler, muhabbet merkezli bu duygu seli, XIII. Yüzyıldan itibaren Türkistan sınırlarını aşarak Yesevî dervişleri marifetiyle Anadolu’ya ulaştı. Yesevî hareketi, böylece, Anadolu dünyasının da fikir ve kültür kaynaklarından biri oldu. 11
Ahmed Yesevî Hazretlerinin Türk tarihindeki önemi, birtakım dinî içerikli manzumeler yazan eski bir şair olmasında değil, İslâmiyet’in Türkler arasında yayılmaya başladığı yıllarda onlar arasında ilk defa “ruhları olumsuzluklardan arındırma ve kişiyi iyiye, doğruya, güzele özendirme gayeli bir tasavvuf ekolü” vücuda getirerek ruhlar-gönüller üzerinde asırlarca tesir bırakmış olmasında aranmalıdır. Yani o, edebî şahsiyetinden ziyade tarihî şahsiyetiyle değerlendirilmelidir. Gerçekten de o, bu doğrultuda asırlara uzanan hizmetleriyle hâlen tanınan, bilinen bir şahsiyettir ve bu özelliğiyle Türk dünyasının ilkleri arasındadır. Onun hasbî çabalarıyla çevresindeki Türkler arasında İslâmiyet’in coşku ile benimsenmesi, ittifakla söylenen bir husustur. Bu alanda sağlığında Türk dünyasına önemli etki yapmış, ölümünden sonra da etkisi devam etmiş bir terbiyeci, bir eğitimci olması bakımından o, bir ilk sayılır. 12 Nitekim Yesevîlik, -kendi dönemi şartlarında- Türkler arasında ilk önce yayılmış bir insan eğitme/nefsi ıslah ekolünün adı, Ahmed Yesevî de dinî-ahlakî öğütler veren bir İslâm eğitimcisi sayılır. Bu bağlamda Nihad Sâmi Banarlı onun iki önemli eser verdiğini söyler: Bunlardan biri, o
günkü Türk dünyasında yayılan Türk halk sufîliği, ikincisi de Divân-ı Hikmet. Banarlı’ya göre Yesevî’nin hikmetleri o derece benimsenmiştir ki ekolün takipçilerinden kimileri benzer içerikte ve aynı üslupta hikmetler kaleme aldıkları halde kendi isimlerini vermedikleri için hikmetler adeta anonim olmuştur. 13
Yukarıda da kısaca değinildiği gibi Yesevîlik, XIII. yüzyıldan itibaren Türkistan sınırlarını aşarak Yesevî dervişleri vasıtasıyla Anadolu'ya ulaştı. İslâmiyet'in Türkistan'da yayılmasında büyük hizmeti görülen Yesevîlik, daha sonraki yüzyıllarda Anadolu Türklüğünün de fikir ve kültür kaynaklarından biri oldu. Bektaşîlik ve Nakşibendîliği etkiledi. Hacı Bektaş-ı Veliler, Sarı Saltuk'lar, Geyikli Babalar, Musa Baba’lar, Âbdâl Murad'lar onun ateşlediği aşkla hizmet yolunda yürüdüler, kendi zamanlarında birlikte yol aldıkları Türk insanının gönlündeki irfan cevherini açığa çıkardılar. Yunus Emre, Âşık Yunus, Eşrefoğlu, Süleyman Çelebi, Üftâde, Yazıcıoğlu Mehmed, Şeyh Şaban-ı Veli, Hüdâyî, İsmail Hakkı Bursevî, İbrahim Hakkı Erzurumî Hazretleri ve benzerlerinin manzumeleri de, -kimileriyle aralarında yüz yılları aşan zaman farkı olsa da- Ahmed Yesevî Hazretlerine ait hikmetlerin Anadolu ikliminde bir devamı gibidir. Bu zatlar, kendilerinden önce bu dünyadan gelip geçmiş olan Pîr-i Türkistan - Kul Hâce Ahmed Yesevî ile aynı üslup, aynı anlam, aynı değer yargıları ve aynı hikmette birleşmişler, aynı potada erimişlerdir.


1 Bkz. Bkz. Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1971, s. 279; Kemal Eraslan,
“Ahmed Yesevî”, DİA, II, 159-160; Fuad Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İA, I, 210. Menkıbevî anlatıma göre bu süreçte Hz.
Peygamber’in manevî işaretiyle Arslan Baba tarafından terbiye edildiği ve Hızır (asm.)’ın delâletine eriştiği söylenir. Tarihî
bilgiye göre Arslan Baba, Yesî’de bir Türk hocası/şeyhi olup, Yesevî’nin bu hocanın manevî ikliminde ilk eğitimini aldığı
sanılmaktadır.
2 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, (Yayına hazırlayan: Dr. Orhan Köprülü), Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1981, s. 37-75; Fuad Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İA, I, 210; Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 278; Kemal Eraslan, Ahmed yesevî-Divân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983, s. 21; Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, II, 160.
3 Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 75; Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, II, 161.
4 Onun Hanefîliğe bağlılığının ilerleyen yüz yıllarda da halk arasında bir simge olarak devam ettiği anlaşılıyor. Meselâ 1510
yılında İran hükümdarı Şah İsmail, Batı Türkistan’ın güney illerini istilâ edip Alevî mezhebini kabul ettirmek isteyince
Türkistanlılar Ahmed Yesevî Külliyesi’ni Hanefî Mezhebi’nin timsali olarak gördüler ve onun manevî himayesine sığındılar.
Bkz. Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi”, DİA, I, 163.
Fuat Köprülü, a. g. e., s. 69-70; Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA, II, 161.
6 Fuat Köprülü, a.g.e., s. 164-165; Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 280. Divan-ı Hikmet’in dili, Karluk
Türkçesi’nin Uygur lehçesi hâkimiyeti altında gelişmesiyle oluşan Kaşgar-Hâkaniye lehçesi sayılır. Banarlı, a.g.e., s. 280.
7 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 277.
8 Kemal Eraslan, Ahmed yesevî-Divân-ı Hikmet’ten Seçmeler, s. 285.
9 Ahmed Yesevî’nin Divanı’nı genel olarak tetkik etmek ve daha derin bir fikir sahibi olabilmek için bkz. Kemal Eraslan, Ahmed Yesevî - Divan-ı Hikmet’ten Seçmeler, Bütün Sayfalar. Yukarıdaki manzume için bkz. a.g.e., s. 285. Ahmed Yesevî Hazretlerinin Hz. Muhammed (s.a.v.)’e olan muhabbeti o kadar derindi ki, menkıbevî ve an’anevî anlatıma göre Hz. Peygamber’in vefat yaşı olan 63 yaşına ulaştığında tekkesinin avlusunda bir çilehâne hazırlatır. Bunun, merdivenle inilen ve ancak bir kişinin sığabileceği genişlikte lahdi andıran bir hücre olduğu söylenir. Geri kalan ömrünü, vefatına kadar orada ibadet ve riyazetle geçirir. O dar yerde zikrettikçe dizlerini göğüslerine sürte sürte her ikisi de delindiği için kendisine, “Serhalka-i Sînerişan: Yüce Allah’ı zikr ve Muhammed Mustafâ (s.a.v.)’ya muhabbet uğrunda sinesi delinenlerin baş halkası” denilmiştir. (Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, s. 37 - 75; Eraslan, a.g.e., s. 21; Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, İstanbul 1973, II, s. 92).
10 FuatKöprülü, a.g.e., s. 85; Fuad Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İA, I, 211; “Türkistan’ın 1864’te Rusya’ya ilhak edilmesinden sonra da önemini kaybetmeyen Ahmed Yesevî Külliyesi, bugüne kadar İç Asya’da Müslüman Türklüğün en büyük ziyaretgâhı olmaya devam etmiştir. Bugün de bayram namazları için Ahmed Yesevî Camii’nin dışında toplanan cemaatın bütün ovayı doldurduğu görülmektedir.” Bkz. Emel Esin, “Ahmed Yesevî Külliyesi”, DİA, I, 163.
11 Fuat Köprülü, a.g.e.., s. 37 - 75; Eraslan, a.g.e., s. 1-30; Ahmet Kabaklı, a.g.e., II, 90 - 95.
12 Fuat Köprülü, a.g.e., s. 114; Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 280.
13 Bkz. Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 280.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye