AHMED YESEVİ VE DİN ANLAYIŞI
Prof.Dr Sönmez KUTLUAhmet Yesevî, XI. yüzyılın ikinci yarısında Kazakistan’ın Çimkent şehrinin doğusunda bulunan Sayram’da dünyaya geldi. Ahmed Yesevî, küçük yaşta anne ve babasını kaybederek yetim ve öksüz kaldı. Ablası Gevher Şehnâz tarafından yetiştirildi. Ablasıyla birlikte Sayram’dan sonradan Türkistan adını almış olan Yesi’ye göçtü. Ahmet Yesevî, ilk dinî eğitmini, babasından aldı. Ahmet Yesevi, Yesi’de Arslan Bab adlı ünlü bir Türk mutasavvıfından eğitim aldı. Arslan Bab’ın ölümünden sonra, dini ve genel bilimlerin öğretildiği Hanefi-Maturidilere ait Buhara medreselerinde derslere katıldı. O, devrin önde gelen alimlerinden Yusuf Hemedânî (440/1048-49-535/1140)’nin müridi oldu ve tarikattaki eğitim usullerini, dini ve tasavvufî ilimleri ondan tamamladı. O, Allah yolunda hizmet için hocası Yusuf Hemedânî ile birlikte, Merv, Buhara, Semerkand, Herat gibi Türkistan’ın şehirlerinde İslam’ı yaymaya çalıştı. Yusuf Hemedânî’den sonra dergahın sorumluluğunu üstlenerek Buhara’da hizmete devam etti. Daha sonra Yesi’ye döndü. Şeyhi gibi bir Hanefî fakihi ve ilim adamı olan Ahmed Yesevî’nin, kesin olmamakla birlikte, 562-563/1166-67 yılında öldüğü kabul edilmektedir. O, “ Pîr-i Türkistan” unvanıyla tanınmıştır.
Ahmed Yesevî’nin çevresinde Türkistan’ın her yerinden onbinlerle ifade edilen mürit ve çok sayıda halife toplandı. Müritleri eğitimlerini tamamladıktan sonra Türkistan’dan Balkanlar’a kadar, bütün Türk yurtlarında İslamiyet’i yaymak için çalıştı. Böylece Ahmed Yesevî, Sır-darya boyunda, Taşkent ve çevresinde, Seyhun ötesindeki bozkırlarda büyük bir nüfuz elde etti. Göçebe yahut köylü Türkler, İslamiyet’e onun aracılığıyla gönül verdi. Arapça’yı ve Farsça’yı iyi bildiği halde, çevresindekilere, kolayca anlayabilecekleri ana dilleri olan Türkçe ile hitap etti. Sıradan şiirlerden ayırt edilebilmesi için, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’den mülhem şiirlerine “hikmet” adı verildi. Ahmed Yesevî’ye Dîvân-ı Hikmet ve Fakrnâme adıyla bilinen iki ayrı eser nispet edilmektedir. Bu eserlerin içeriği, ana hatlarıyla İslâm’ın inanç ve ahlakî değerleri, dervişlere öğütler ile Yesevîlik’e ait tasavvufî esaslardan oluşur.
Ahmet Yesevî’nin kendine özgü bir tasavvuf anlayışı vardır. İnsanları edeb ve ahlakî açıdan eğitmeye önce kendi nefsini eleştirerek ve eğiterek işe başladı. İnsanları incitmeden eğitmeye çalıştı. Kur'an-ı Kerim okuyup anlamayan kadıları ve diğer kimseleri eleştirdi. Hz. Peygamber'in sünnetine ittibaya ve nefsi muhasebe ve murakabeye büyük özen gösterdi. “Ölmeden önce ölünüz.” ve “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” düsturunu hayat felsefesi edindi. İnsanlara, müslüman kafir olmasına bakmaksızın müsamaha ve hoşgörülü davranmayı; onlara güzel sözler söylemeyi ve güler yüzlü olmayı öğütledi. O, hak aşığı, Peygamber aşığı ve insanlığı seven birisi idi. Çalışmayı sever ve teşvik ederdi. O, döneminin diğer sufileri gibi şifreli konuşmadı, İslam'ı halkın anlayacağı ve net bir şekilde anlattı. Akıl ve nakil çatışmasına düşmedi. Toplumun sosyal ve psikolojik problemleriyle yakından ilgilendi. Eserinde bu yüzden yetimlere fakirlere ve yoksulların problemlerine çözümler bulmaya çalıştı. Onun fikirlerinin temelini, Allah sevgisi ve Hz. Muhammed sevgisi oluşturur. Şeriatı bilmeden tarikata girmenin yanlış olduğunu söyler ve tarikat için şeriatı bilmeyi şart koşar. Bilgisizliği ve Cehaleti eleştirir. Dervişlerine "Cehenneme giden yolda bile cahille beraber olma" şeklinde öğüt verir. Tasavvufî çerçevede, ilimle ameli birleştiren bir aksiyon adamıdır. Bu yüzden o, iyi bir ahlakçıdır. Vatan ve millet sevgisiyle doludur. O, nakilcilik yapmadı, olayları aklıyla tevil ederek özgün yorumlarda bulundu. İbadetsiz alimleri eleştirdi. İnsanlara dini öğretirken bütün insanların fıtratlarında bulunan sevgi, aşk ve muhabbet gibi kavramlar içerisinde usandırmadan, bıktırmadan ve nefret ettirmeden anlattı.
Ahmet Yesevî’nin tasavvufî fikirlerinin ilham kaynağını Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in hadisleri oluşturur. Nitekim bunu Divân-ı Hikmet’inde şöyle dile getirmiştir:
Benim hikmetlerim kân-ı hadistir (hadislerin özü).
Benim hikmetlerim fermân-ı Sübhân (Allah’ın buyrukları)
Okuyup anlasan mânâ-yı Kur’ân (Kur’an’ın hikmetleri)
Ahmed Yesevî, tasavvuf anlayışında İslâmî, yâni dinî unsurla; millî, yâni halk edebiyatından alınan unsuru birleştirmiştir. Ahmet Yesevî, Hz. Peygamber’e sonsuz hürmet ve sevgi besleyen birisidir. Ona göre, “Hz. Peygamber’e layık bir ümmet olabilmek için Allah’ın kitabına ve Hz. Peygamber’in sünnetine uymak ve bağlanmak gerekir. Çünkü şeriat ile tarikat birbirinden ayrı şeyler değildir. İmanın postu şeriat, özü ise tarikattır. Gerçek pîr Hz. Peygamberdir. Aynı şekilde dünyanın geçici olduğunu bilerek onun için üzülmemek; yüceliğin Allah’a mahsus olduğunu bilerek kibirden kurtulmak ve dünyadaki ikbâle güvenmek; insanlara karşı her türlü haksızlıktan kaçınmak gerekir.” Nitekim bütün yaratıkları ve özellikle insanları sevmenin ve onların gönüllerini incitmemenin önemini vurgulayan ve bunu kamil insan olmanın şartı olarak gören Ahmet Yesevî, bir dizesinde inançsız bile olsa onun incitilmemesini şöyle dile getirir:
Sünnet imiş kafir bolsa birme azar
Köngli kattığ dil-âzârdın Hudâ bîzâr
Ahmet Yesevî’nin tasavvufî sisteminin merkezinde dört kapı kırk makam anlayışı bulunmaktadır. İslamın inanç, ibadet ve ahlakî ilkelerini yazılı kültürden uzak göçebe Türk kavimlerine bu şekilde sistemleştirmiş ve bu ilkeleri hayat felsefeleri haline getirmiştir. Dört kapı kırk makam Yesevî’den sonra da Anadolu’da Hacı Bektaş Veli tarafından, hemen hemen aynen devam ettirilmiştir. Bütünüyle Türk yorumu olan Yesevilik, Nakşibendilik ve Bektaşilik olarak bazı kırılmalar ve değişmelerle birlikte, Orta Asya’da, Anadolu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşayan Türk boylarının dindarlığının tasavvufî boyutu olarak canlılığını günümüze kadar sürdürmüştür.
Yesevilik, “Türk dünyasının sadece gönül dünyasını aydınlatıp, ruhunu manevi zevklerle süslemekle kalmadı. O aynı zamanda Türk boylarının kimliklerinin korunmasına ve devam ettirmesine yaradı. Geçmişte sağlam bir dinî ve ahlakî hayat sürmelerini sağladı, yakın zamanlarda da onların manevi güç kaynağı oldu, böylece milliyetlerini ve kültürlerini unutturma çabalarını boşa çıkardı.”
http://www.sonmezkutlu.com/?Lang=TR&SyfNmb=2