Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Çeçen-İnguş Halklarının Kafkasya'dan Sürgünü (23 Şubat 1944)
MesajGönderilme zamanı: 15.05.12, 15:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.08.09, 16:40
Mesajlar: 44
Çeçen İnguş Halklarının Sürgünü

O yılın kışı işte, o yılın,
Sivri kama misali,
İnsanın bağrına saplanıp da yaşanan
Kışı işte o yılın! O yılın hiç yazı olmadı ki...
Kanayan yüreğimin yarası kapanmadı ki hiç!
İçimi kavurarak süren o yılın kışı
On üç buzlu ayaza dönüştü
Ve daha bir başka soğudu
Tamı tamına on üç kez!

Sibirya’da dona dönmüş on üç yıl
Saplanır içime on üç anıt misali.
On üç yıldan uzun süren o tam on üç yaraya
Deva olmaz zaman denen sonsuzluk!

Zelimhan Yandarbiyev

1941 yılının Haziran ayında Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçen Almanlar, hızla ilerleyerek Kafkasya’ya doğru yöneldiler. 1941–42’de, Kafkasya’daki petrol üretim bölgelerine sahip olmayı amaçlayan Almanlar, Sovyetler Birliği’nin Azerbaycan’dan sonraki en zengin petrol rezervlerine sahip Çeçenistan’ın Grozni petrol bölgesini ele geçirmek için harekete geçtiler. Alman birlikleri, 1942 sonbaharında Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerini işgal etmelerine rağmen Grozni’ye girmeyi başaramadılar ve Stalingrad yenilgisinden sonra Kuzey Kafkasya’dan çekildiler. Ancak, Almanların Kafkasya’dan çekilmesinin hemen ardından yerel nüfus büyük oranda Kızıl Ordu’ya bağlı kaldığı halde yerel Komünist Partisi saflarında ve devlet kurumlarında hızlı bir tasfiye hareketi başladı. Sovyet yönetimi, Almanların Sovyet topraklarındaki ilerleyişinden başta Çeçen ve İnguşlar olmak üzere Kalmıklar, Balkarlar, Karaçaylar, Mesket Türkleri, Kırım Tatarları ve Volga Almanlarını sorumlu tuttu ve onları ihanet içindeki halklar olarak topraklarından sürme kararı aldı. 7 Mart 1944’te ülkede yaşayan tüm Çeçen ve İnguşların sürgün edilmesi kararı yayımlandı ve Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin (ÖSSC) feshedilerek yerine Grozni Oblastı’nın kurulduğu açıklandı. Kararın gerekçesi ise şu şekilde ifade edildi: “Büyük Anavatan Savaşı’nda, özellikle Nazi Almanlarının Kafkasya operasyonları sırasında Çeçen ve İnguşların çoğunluğu anavatana ihanet ederek faşist işgalcilerin tarafına geçmiştir. Çeçen ve İnguşlar, Almanların talimatı üzerine Sovyet yönetimine ve güçlerine karşı savaşmışlar ve uzun zamandır komşu bölgelerdeki kolektif çiftliklere karşı haydutça saldırılar düzenleyerek Sovyet vatandaşlarını soymuşlar ve öldürmüşlerdir. Bundan dolayı Yüksek Şura Kurulu, Birinci Çeçen-İnguş ÖSSC’sine bağlı ve komşu bölgelerdeki Çeçen ve İnguşları SSCB’nin diğer bölgelerine göndermeye ve Çeçen-İnguş ÖSSC’sini lağvetmeye karar vermiştir.” Kararın ardından, 23 Şubat 1944’te Kızıl Ordu birlikleri Çeçen ve İnguşların yaşadıkları bölgeleri kontrol altına alıp sürgünü başlattılar. SSCB’den Avrupa’ya kaçarak İngiltere’ye sığınmış olan Albay G. Tokayev, sürgünün başlangıç hadiselerini şöyle anlatmaktadır:

“Daha 1944 yılında Kuzey Kafkasya, özellikle Çeçen-İnguş bölgeleri, NKVD (Stalin’e bağlı İçişleri Bakanlığı Halk Komiserliği) mensupları ile doldurulmaya başlanmıştı. Ertesi gün, Kızıl Ordu Günü arifesinde her tarafta mitingler düzenlenmişti. NKVD albayı kürsüye gelerek şöyle dedi: “Esas mevzua girmeden evvel şunu haber vereyim ki, miting NKVD birlikleriyle çevrilmiştir ve bütün firar teşebbüsleri derhal ve yerinde kurşuna dizilerek cezalandırılacaktır.” Ahali neye uğradığını bir türlü anlayamıyordu. Albay elini kaldırarak başının üzerinde bir daire çizdi. Bu bir işaretti. Etraftan mitralyözler şakırdayarak onun sözlerini teyit etti. Birkaç kişi hançerini çekerek albayın üzerine atlamaya teşebbüs etti ise de makineli tüfeklerin ateşi onları bir yaprak gibi düşürdü. Birisi firara kalktı ise de, onu da mitralyöz ateşi biçti. Genç bir İnguş mitralyözcünün üzerine atıldı. O da aynı akıbete uğradı. Sağ elinde bir tabancayı, sol elinde de Milli Emniyet Komitesi’nin kararnamesini tutan albay sözlerine devam etti: “Adil ve âkil Stalin siyaseti sizin çok milliyetli sosyalist vatanında inkişâf etmeniz için her şeyi yaptı.” Herkes başları önünde bu mutat sözleri dinliyordu. Fakat albay bütün Çeçen-İnguşları Almanlarla iş birliği yapmakla suçlayınca, bütün halk bir ağızdan bağırmaya başladı: “Yalan, iftira! Biz Almanlara yardım etmedik!”

Tokayev’in bu anlattıkları, 1954 yılında Batı’ya iltica etmiş sabık NKVD subayı Yarbay Grigori Stepanoviç Burlutskiy tarafından da doğrulanmaktadır. Burlutskiy’e göre alay kumandanı muavini kürsüye çıkmış, kısa ve kuru nutkunda Komünist Partisi ile Sovyet Hükümeti’nin kararını ilan etmiştir. Kararın muhtevası şu şekildedir: “Sovyetler Birliği toprakları Alman faşist orduları tarafından işgal edildiği zaman Çeçen-İnguş Muhtar Sovyet Cumhuriyeti ahalisi Çeçenler ve İnguşlar Alman ordularına yardım ettiler. Bunu nazara alan Komünist Partisi ve Sovyet hükümeti, Çeçen-İnguş ÖSSC halklarını Sovyetlerin başka bölgelerine göç ettirme kararı vermiştir. Herhangi bir mukavemet ve emirlerimizin icrasında boyun kaçırmak yolundaki teşebbüsler partinin ve Sovyet hükümetinin kararlarına itaatsizlik telakki edilecek ve ordu ikaz etmeden silah kullanacaktır.”

Her aileye 20 kg bagaj için izin verildi ve arkalarında kalan evleri, toprakları ve büyükbaş hayvanlarına Rusya Sosyalist Federatif Sovyetler Cumhuriyeti (RSFSC) tarafından el konuldu. Stalin’in verdiği emir gereğince 500 bin ila 700 bin Çeçen-İnguş, yük trenlerine bindirilerek başta Sibirya ve Kazakistan olmak üzere Orta Asya’ya sürüldü. Yalnızca 2,000 kişi dağlara kaçabildi. Birkaç gün su ve yiyecek verilmeden hayvan vagonlarında yapılan yolculuk sırasında insanların yaklaşık %20’si hava koşulları ve açlık nedeniyle hayatını kaybetti. Sürgünün ilk yıllarında iklim koşulları, ağır çalışma ve salgınlar sonucunda pek çok kişi daha hayatını kaybetti ve Çeçen ve İnguş halklarının nüfus kayıpları arttı. Her 10 eve bir gözlemci verilmek suretiyle polis devleti mantığı ile kontrol edilmek istenen Çeçen ve İnguşların her ay kendilerini kaydettirmeleri de zorunluydu. Sürgünde dahi rahat bırakılmayan bu insanların birçok şey için polisten izin alması gerekiyordu. Bulundukları mekandan yalnızca üç kilometre uzaklaşmaları dahi yasaktı.

NKVD tarafından gerçekleştirilen sürgün büyük bir gizlilik içinde yapılmıştı. Olaydan ancak iki yıl sonra, 26 Haziran 1946’da zorunlu göç “İzvestiya” gazetesinde küçük bir haber olarak yer aldı. Bununla birlikte, sürgün yerleri ve durumları ancak 11 yıl sonra, yani 1955’te anlaşılabildi. RSFSC Üst Konsey Prezidyumu, Prezidyum Başkanı İ. VIasov ve Sekreter P. Bahmorov’un imzaladıkları bir bildiriyle Kırım Tatarları ve Çeçenlerin SSCB’nin değişik yerlerine sürüldüğünü onayladı. 26 Kasım 1948’de yayınlanan bir bildiri ile de, sürgünlerin yurtlarına geri dönme haklarından mahrum olarak, süresiz sürgünde kalacakları bildirildi. Sürgün yerleri, durumları ve yaşayışları hakkında bilgi ancak sürgünden 11 yıl sonra verildi.23 Şubat 1944’te başlayan ve üç günde tamamlanan sürgün Çeçen-İnguş halkının maruz kaldığı en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçti. Cephede savaşan Çeçen ve İnguşların henüz evlerine bile dönmediği bir sırada gerçekleştirilen böylesine bir sürgünü meşru gösterecek herhangi bir delil mevcut değildi. Nitekim, Stalin’den sonra Sovyetler Birliği’nin başkanlığına gelen Kruşcev 25 Şubat 1956 tarihinde Parti’nin 20. Kongresi’nde yaptığı konuşmada “Aklı başında bir insanın; kadın, çocuk, yaşlı, komünist ve komsomol ayrımı yapmadan tüm milleti, bireylerin veya bir grup insanın yaptığı hareketlerden sorumlu tutmak suretiyle toplu halde sürgün ederek cezalandırmasını anlaması zordur.” ifadesini kullandı. Kararın gerekçesi olarak “Nazi iş birlikçiliği” öne sürülmüştü; ancak Stalin’in amacı geçmişteki isyanlarından dolayı Kuzey Kafkasya halklarını cezalandırmak ve onların Türkiye topraklarına planlı göçünü engellemekti.

Haybah Katliamı
Bu sürgün sırasında çok sayıda katliam gerçekleştirildi. Bunlardan biri de Haybah köyünde gerçekleştirilen ve çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 700 kişinin ölümüne neden olan katliamdı. NKVD polisleri Haybah köyü halkını kadın, erkek, ihtiyar, çocuk ayrımı yapmaksızın ahırlara doldurarak diri diri yaktılar. Adalet Bakanı eski yardımcısı iken, buraya gönderilerek askeri birliğe katılmaya zorlanan Ziyaudi Malsagov, 27 Şubat 1944 günü Haybah’da gerçekleştirilen katliamı şöyle anlatmaktadır: “Cumhuriyet’in diğer bölgelerindeki Çeçenlerle İnguşlar vatanlarından sökülüp Kazakistan’a yollanmaktaydı. Fakat buradakileri nakletmek mümkün değildi. Çevre avullardan toplanan halk yola çıkarıldı. Hastalar, yaşlılar ve zayıflar, ertesi günü helikopterlerle taşınacakları söylenerek arkada bırakıldılar. Kadın, çocuk ve gençlerin bir kısmı da onlarla kaldı. Kalanlar 650-700 kişi kadardı. 27 Şubat 1944 günü sabah saat dokuzda çevre avullardan ve Haybah’tan toplanan bu insanlar bir ahıra sürüldü. Bu ahıra, Lavrentiva Pavloviça Beriya’nın “Örneklik Beygir Ahırı” denilmekteydi. Bu ahıra daha önce, dışardan ateşlenince içeriyi tutuşturacak şekilde kuru ot ve saman yığılmıştı. Bu insanlar ahıra sürülüp üstlerine kilit vuruldu. Ardından ahır ateşe verildi. Ateş tutuştuğu zaman ben fazla uzakta değildim. İnsanlar ahırın kapısını zorlayıp kırdı ve dışarıya çıktı. Gvişiani de o an emretti: “Ateş!” Meğer otomatikler daha önce mevzilenmiş. Otomatların biçtiği ceset yığınları kapı çıkışını tamamen kapattı. Bir iki kişi firara kalkıştı. Onları da öldürdüler. 650-700 insan ahırın içinde cayır cayır yakılarak öldürüldü.”

Sürgün sırasında çok sayıda Çeçen’in ölümüne neden olan bir başka hadise de Sotni köyünde yaşandı. Çeçen ve İnguşları sürmekle görevlendirilen Kızıl Ordu askerleri ve NKVD polisleri, Sotni köyü erkeklerini topladıktan sonra, yine çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan çok sayıda Çeçen’i, buzun onları taşımayacağını bildikleri halde buz tutmuş Galanşoh gölünü geçmeye zorladılar ve binlerce Çeçen, Galanşoh gölünde can verdi.

Drau Katliamı
Kuzey Kafkasya halklarının İkinci Dünya Savaşı sırasında maruz kaldığı katliamlar Rusya toprakları ile sınırlı kalmamış, Avrupa’ya kadar uzanmıştı. 1944 yılının sonlarına doğru Rus saldırılarından kurtulmak için Avrupa ülkelerine kaçan çoğunluğu kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşan çok sayıda Kuzey Kafkasyalı, önce İtalya’nın kuzeyindeki Paluzza bölgesinde bulunan İtalyan dağ köylerine yerleştirildiler. Savaşın bitmesinden birkaç gün önce de Avusturya’ya, Carinhia’nın Ober Drauburg bölgesine sürülerek, burada Drau nehri vadisine yerleştirildiler. 11 Şubat 1945’te Yalta Konferansı’nda Rusya, Amerika ve İngiltere tarafından alınan bir karar ile İngiliz işgal bölgesine dahil edilen bu vadideki insanların Rusya’ya iade edilmesine karar verildi. Mülteciler en azından Türkiye’ye gitmeleri için izin verilmesini istediler; ancak bu talepleri reddedildi. Londra’dan gelen 28 Mayıs 1945 tarihli karar, “Mülteciler, Sovyet otoritelerine teslim edilecektir.” şeklindeydi. Kararın uygulanması için, İngiliz tankları, bu insanları Dellah bölgesine sürdüler. Burada “yurtlarına dönmeleri gerektiği ve bunun için kendilerine yardımcı olunacağı” resmen tebliğ edildi.

28 Mayıs - 1 Haziran tarihleri arasında yaklaşık 8,000 Kuzey Kafkasyalı silahlardan arındırılarak Ruslara teslim edildi. Teslim edilenler sınırın sadece 200 metre ilerisinde kurşuna dizilerek öldürüldüler. Çok az sayıda Kafkasyalı, Rus askerlerinin elinden kurtularak diğer ülkelere geçebildi. Geriye kadın ve çocukların cesetleri ve Kuzey Kafkasyalıların bir vadiyi dolduran eşyaları kaldı.

Teslim olmanın ölüm ya da Stalin’in acımasız kamplarında mahkumiyet anlamına geldiğini bilen bazıları Ruslara teslim olmaktansa kucağındaki çocuğuyla nehre atlamayı tercih etti. Bu korkunç dramın şahitlerinden çiftçi Martin Nagale gördüklerini şöyle anlatıyordu: “…Çok korkunçtu. Kadınlar teslim edilmemeleri için yalvarırken, her yeri gözyaşları ile yıkıyorlardı. Bu yalvarmaların faydasız olduğunu gören birçoğu da çocukları ile kendilerini Drau nehrine attılar.” Bir başka şahit Mrs. Maria Tiffling, faciada gördüklerini şöyle ifade ediyordu: “Bir ailenin bütün fertleri ile Drau sularında kayboluşunu unutamam. Anne bir yavrusunu sırtına bindirmişti. Diğer ikincisinin de ellerini tutuyordu. Üçüncü ve en küçük çocuk da babasının kollarında idi. Hepsi de kendilerini asi Drau’nun sularına korkunç çığlıklarla attılar.” Dünya tarihinin az bilinen bu katliamından sonra Avusturya’nın güneyinde Spittal Drau kasabasında 24 Ekim 1960 yılında Batı Avrupa Müslümanları Birliği tarafından küçük ama anlamlı bir anıt dikildi. Anıtın kitabesine şunlar yazılmıştı: “Burada 28 Mayıs 1945’te 7,000 Şimali Kafkasyalı, kadın ve çocukları ile birlikte Sovyet makamlarına teslim edildiler. Ve İslamiyet’e olan sadakatleri ile Kafkasya’nın istiklali ideallerine kurban gittiler.”


İade-i İtibar: Çeçen-İnguşların Geri Dönüşü

Çeçenler sürgün edildikleri yerlerde de boyun eğmemişlerdir. Kazakistan’da sürgünde bulunan Çeçenlerin tavırları Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takımadaları” kitabında şöyle tasvir edilmiştir: “Psikolojik olarak asla boyun eğmemiş bir halk vardır, bir tanesi, iki tanesi değil bütün bir halk. Bunlar Çeçenlerdir. Onlar istedikleri şeyleri güç kullanarak elde edebilirler. Sadece asilere karşı saygı duyarlar. Herkes onlardan korkar. Onları istedikleri gibi yaşamaktan kimse alıkoyamaz. 30 yıl boyunca hüküm süren rejim onları kendi kanununa baş eğdirmeye muvaffak olamadı.”

Stalin’in ölümünden üç yıl sonra, Kruşcev, 25 Şubat 1956 tarihinde Komünist Parti’nin 20. Kongresi’nde yaptığı konuşma ile ‘de-Stalinizasyon’ kampanyasını başlattı. Kongrede Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Karaçaylar ve Kalmıkların itibarları iade edildi. Sürgünde yaşayan Kuzey Kafkasyalıların topraklarına dönmelerine izin verildi. İlk önce aşamalı olarak sürgünlerin önemli bir bölümünün kayıtlardan kurtarılması sağlandı. Haziran 1955’te Çeçen ve İnguşlara kendi dillerinde kültür ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirme izni verildi. Ancak Çeçenler ve İnguşlar topraklarının iadesini ve özerk cumhuriyetlerinin yeniden kurulmasını talep ettiler. Bu amaçla yaklaşık 30 bin kişi, Sovyet yönetiminin izni olmaksızın geri döndü.

16 Temmuz 1956’da SSCB Yüksek Şura Kurulu, sürgün edilmiş olan Çeçenlere uygulanmakta olan yasal kısıtlamaları kaldıran bir karar yayımladı. Ancak ülkelerine geri dönme ve müsadere edilen mülkiyet haklarının iadesi konusunda herhangi bir açıklamada bulunulmadı. Ardından Komünist Partisi Merkez Komitesi, 24 Kasım 1956’da Çeçenlerin ve İnguşların ulusal özerkliklerinin yeniden verilmesi kararını aldı. Nihayet 9 Ocak 1957’de Sovyetler Birliği Yüksek Şurası, aldığı bir karar ile 1944 yılında topyekun tehcir ve katledilen Çeçen-İnguşların yurtlarına dönmelerine izin verdi ve Çeçen-İnguşetya’nın RSFSC bünyesinde ÖSSC olarak yeniden kurulmasını karara bağladı. Ancak, bu kararnamede sürgün sırasında ne kadar insanın öldüğü, ne kadarının katledildiği ve maddi zararın boyutu hakkında bilgi verilmedi.

Groznenskiy Raboçiy gazetesinin 12 Ocak 1958 tarihli nüshasında, aynı yıl 1 Ocak’ta sürgünden dönen Çeçen ve İnguşların sayısının 200 bin civarında olduğu yer aldı. Bu da 1944 yılında sürülmüş olan 700 bin nüfuslu Çeçen-İnguş Muhtar Cumhuriyeti ahalisinin takriben %30’una karşılık gelmekteydi. 1944 sürgünleri arasında, sürgünden birkaç hafta önce doğan Cevher Dudayev ve ailesi de vardı. Dudayev ve ailesi, köylerinden alınarak Kazakistan’a sürüldüler ve kolhozlarda çalışmaya zorlandılar. Dudayev ve ailesi ancak 1957 yılında Grozni’ye dönebildi. Aynı şekilde Çeçenlerin önemli liderlerinden Aslan Mashadov da sürgünde doğup çocuk yaşta anavatana dönenlerdendir.

Geri dönmeyi başarabilen Çeçenler çok ciddi problemlerle karşı karşıya kaldılar ve sürgünün açtığı yaraları iyileştirmek için zorlu bir mücadele verdiler. 1944’ten 1956’ya kadar devam ettirilen Ruslaştırma politikaları sonucu, kentlerin, kasabaların, köylerin ve bölgelerin adları değiştirilmiş ve Çeçen-İnguş topraklarına on binlerce Rus yerleştirilmişti. Toprakları Ruslar ve diğer etnik gruplar tarafından işgal edilen Çeçenler ve İnguşlar eski köylerine değil, kendileri için kurulan özel kolektif çiftliklere yerleştirildiler. 540 bin nüfuslu başkent Grozni’ye 500 bin kişinin sürgünden dönmesi beklenmekteydi. Böylelikle konut sıkıntısı Rus asıllılarla Çeçen ve İnguşlar arasında gerginlik yarattı ve 1958’de silahlı çatışmalar başladı, çok sayıda insan hayatını kaybetti.

Topraklarına dönen Kuzey Kafkasyalı halklar bir kez daha sistematik baskıyla karşı karşıya kaldılar. Grozni’deki Rus yerleşimciler Çeçen ve İnguşlara yönelik saldırılar düzenlediler. Çeçenler ve İnguşlar, sabotaj, terörizm ve silahlı ayaklanma gibi pek çok suçla itham edildi ve yargılandı. 1958, 1963 ve 1964’te Mohaçkale, Grozni ve Nazran’da geniş çaplı yargılamalar gerçekleşti.

Rusya’nın soykırıma yönelik sürgün planı, Kuzey Kafkasya’da genel kontrolün güvence altına alınması açısından stratejik bir anlama sahiptir. Bu toprakların güneyden gelebilecek tehditlere karşı tampon bölge özelliği taşıması, burada yaşayan halkların sürgün edilmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Öte yandan, dağlık bölgelerde yaşayan Çeçen ve İnguşların dinlerine ve geleneklerine bağlı olması ve Sovyet rejiminin öngördüğü yaşam tarzına uyum sağlamamaları, Sovyet yönetimi tarafından ciddi bir problem olarak görülmekteydi. Bu nedenle Moskova’nın ateist propagandaları zaman zaman dayatmaya dönüşebiliyordu. Sovyetler döneminde yıkılan çok sayıda cami de bunu doğrulamaktadır.

Kuzey Kafkasya halklarının Slav olmaması ve komünizmi desteklememesi de zorunlu göç ve sürgünün nedenleri arasında sayılabilir. Nitekim, Kuzey Kafkasya halkları, parti örgütlenmesine beklenen düzeyde katılmamışlardı. Çeçenistan’da ve İnguşetya’da Ocak 1934’te üye ve adaylarla birlikte parti örgütü 11,966 kişiyken, bu sayı Nisan 1937’de üye kartlarının yenilenmesi sırasında 6,914 kişiye düşmüştü. Özetle ifade etmek gerekirse, soykırıma ve sürgüne maruz bırakılan Çeçen ve İnguşlardan boşalan topraklarda uygulanan Ruslaştırma politikaları, Rusya’nın geçmişten bugüne izlediği Kafkasya politikasının devamı niteliğindedir. Sürgüne sebep teşkil eden Almanlarla iş birliği iddiaları göstermelik bir gerekçe olarak gözükmektedir. Demografik yapıya sürgün yoluyla yapılan bu müdahale, Kafkasya’nın yerel halkları arasında bir çatışma zeminini de beraberinde getirmeyi amaçlamıştır. Nitekim, Rusya bugün geçmişte izlediği bu politikanın meyvelerini toplamaktadır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Çeçen-İnguş Halklarının Kafkasya'dan Sürgünü (23 Şubat 1944)
MesajGönderilme zamanı: 15.05.12, 16:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.08.09, 16:40
Mesajlar: 44
Alıntı:
Dr. Hayati BİCE

“Büyük Sürgün’ü ve ‘Kırım’ın Yiğit Balaları’nı Hatırlarken…


- 18 Mayıs 1944 Sürgünü Şehidlerine ve Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’na -

Önceki yazımda Güney Türkistan Türklüğü’nün yiğid evladı Ergeş Uçkun hakkında Arslan Küçükyıldız’ın hazırladığı Çapandaz kitabı üzerine sohbet ederken son asrın Türk kahramanları arasında yerini almış olan Ebulfeyz Elçibey, Azad Bek Kerimî gibi fani âlemden göç etmiş, Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu gibi yaşayan insanlarımızın sağlam birer biyografisinin yazılmasının gerekliliğinden söz etmiştim. [1]

Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’ndan söz edip de Kırım Türklerinden; Kırım Türklerinden söz edip de 18 Mayıs 1944 kanlı kıyımından, Kırım’dan zorla sürgün edilen yüzbinlerce soydaşımızdan söz etmemek mümkün değildir.
Bu yazımda, 18 Mayıs 2012 günü 68. yıldönümü yaşanacak olan Kırım Türklerinin atayurtlarından sürülmesi zorbalığını okurlarıma hatırlatmak istiyorum.

18 Mayıs 1944 Günü Kırım’da Ne Olmuştu?

18 Mayıs 1944 Kırım Türk-Tatarları'nın binlerce yıllık atayurtlarından henüz şafak sökerken toptan sürgün edildikleri gündür. Bu zulüm günü, 2 Kasım 1943 gecesi bütün Karaçay Türkleri'nin anavatanlarından sürgün edilmeleri ile başlayan bir sürecin, bir insanlıkdışı zulmün son halkalarından birisiydi.

2. Dünya Savaşı'nda zaferin Ruslar ve müttefikleri lehine gerçekleşeceği anlaşılınca tarihteki en kanlı diktatörlerden Joseph Stalin, öteden beri “güve­nilmez” olarak kabul ettiği Türk halkları Kırım ve Kaf­kasya'dan sürmek ve böylece Kırım-Kafkasya-Türkiye ara­sında oluşabilecek “en hayâlî” yakınlıkları ebediyyen ortadan kaldırmak için aradığı fırsatın eline geçtiğini düşündü. Henüz savaş sonuçlanmadan “düşmanla işbirliği yapmak” gibi ağır bir suçlama ile 2 Kasım 1943 gecesi bütün Karaçay Türkleri'nin anavatanlarından sürgün 'edilmeleri ile zalimâne bir süreci başlattı.

Sırasıyla Kafkasya'daki Karaçaylılar, Çeçenler, İnguşlar, Malkarlılar, Kalmuklar, Kırım Tatarları ve Ahıska Türkleri sadece ve sadece stratejik he­saplarla bütünüyle öz topraklarından koparılıp tarihin kaydettiği en büyük insanlık suçlarından birisi işlenerek Sovyetler Birliği'nin binlerce kilometre ötelerine sürgün edildiler. Hepsi birbirine benzer acılı sahnelerle sadece birkaç saat içinde hazırlanması istenen mazlum insanlar, toplama merkezlerinde bindirildikleri hayvan katarlarına tıka-basa doldurularak günlerce sürecek ve yüzbinlerce soydaşımızın ölümü ile sonuçlanacak nerede biteceği bilinmeyen talihsiz bir yolculuğa çıkarıldılar. Soydaşlarımızın toplama merkezlerine götürüldüğü kamyonların, SSCB’ye ABD yardımı olarak verilen GMC ve Studebaker markalı araçlar olması ilginç bir ayrıntıdır.

Sovyet Rus Çarı Stalin, Ermeni yardakçısı Mikoyan ve Molotov'un kanlı ellerinin hazırladığı bir karar ile 2 Kasım 1943'te Karaçay Türkleri, 23 Şubat 1944'te Çeçenler ve İnguşlar, 8 Mart 1944'te Malkar Türkleri, 30 Mart 1944'te Kalmuklar Kafkasya'dan sürgün edildiler. 18 Mart 1944'te de Kırım Türk-Tatarları atayurtlarından çıkarıldılar. 2. Dünya Savaşı cepheleriyle uzak­tan bile olsa hiçbir ilişkisi bulunmayan Ahıska Türkleri'nin de 15 Kasım 1944'de sürgün edilmeleri ile bu kanlı operasyon tamamlandı.

Yıllar sonra açılan Sovyet arşivlerinden elde edilebilen kısıtlı bilgilere göre 18 Mayıs 1944 günü şa­fakla başlatılan Kırım Türk-Tatarları'nın “Vatan-Kırım’dan sürgünü, 11-21 gün süren meşakkatli ve sefil bir yol­culuktan sonra 29 Mayıs-8 Haziran 1944 tarihleri arasın­da bugün Özbekistan olarak bölünmüş olan Türkistan topraklarında son bulmuştu. Buna kıyasla Türkistan'ın uzak Kazak ve Kırgız bozkırlarına ve Sibirya içlerine sürülen Kırım Türk-Tatarları ve Kafkasyalı kardeşlerimizin yak­laşık bir ay süren bir tren yolculuğundan sonra sürgün yerlerine ulaşabildiklerini tahmin edebiliyoruz.

Sürgün esnasında henüz 2. Dünya Savaşı sona ermediği için, eli silah tutabilecek du­rumda olan erkek nüfus, yurtlarından uzakta, cephede bu­lunuyorlardı. Bu sebeple sürgün sırasında anavatanlarından çıkarılan kardeşlerimizin büyük kısmını bebekler, çocuk­lar, kadınlar ve askere alınamayacak kadar yaşlı olan ih­tiyarlar ile sakat veya hasta erkekler oluşturuyordu. Sürgün edilen kardeşlerimizin yaşları hususunda da yine Kırım Türk-Tatarları örneğinden yola çıkarak bilgi sahibi olabiliyoruz. Kırım'dan sürülen kardeşlerimizin % 41,7 sini bebek ve çocuklar, % 39,1'ini kadınlar % 5,6'sını ihtiyarlar ve büyük bir kısmı hasta ve sakat olmak üzere ancak % 13,6’sını ise erkekler teşkil ediyordu. Son yıllarda ulaşılabilen Sovyet arşiv belgelerinde sürgüne tabi tutulan 2.092.527 soydaşımızdan 755.278’inin 16 yaş altında olduğunun kaydedildiği görülmektedir. Atayurtlarından sürülen korumasız ve masum insanlarımızın bu nüfus yapısı iddia edilen “düşmanla işbirliği” suçlamasının ne kadar göster­melik olduğunu da gözler önüne sermektedir. (Belge için bkz: FOTOGALERİ)

1943-1944 Soykırımı esnasındaki acımasız yolcu­lukta her türlü medeni imkandan mahrum iptidai sürgün kamplarında yüzbinlerce kardeşimizin hayatını kaybet­tiği bilinmektedir. Sürgün edilen soydaşlarımızın kesin sayısı bilinmediği -ve hatta sürgün vahşeti dünya ka­muoyundan yıllarca gizlendiği- için Sürgün Katliamı'nda katledilen kardeşlerimizin kesin sayısı hakkında hiçbir rakam söylenemiyordu. Ancak yine Kırım Türk-Tatarları'nın belirlemesine göre sürgün yolculuğuna çı­karılan mazlum Kırım Türk-Tatarları'ndan % 46,3'ü sürgün yolculuğu sırasında ve kamplarda hayatım kaybetmişti; buna kıyasla elimize 1939 sayımlarına göre nüfusları mevcut olan kardeşlerimizden yaklaşık % 40 kadarının vahşi 1943-1944 Sürgünü sebebiyle hayatını kaybettikle­rini tahmin ediyorduk. Bu tahminimize göre sürgüne maruz bırakılan 2 milyon kardeşimizden en az altıyüz bininin hayatını kaybetmesi ve adeta topyekun katledilmesi sözkonusudur. [2]

Kırım’dan Sürgün ve “Cemiloğlu”nun Çileli Yılları

13 Kasım 1943 tarihinde Kırım’da doğan Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu Kırım’dan sürgün edildiklerinde henüz yaşını doldurmamış bir bebekti. Sürgüne gönderilen ailesi Özbekistan’ın Andican kentindeki bir köyde ikamete tabi tutulmuştu. 1955 yılında bu köyden göç ederek Taşkent yakınlarındaki Çırçık bir kasabasına taşındılar. 1956’da ortaöğrenimini Rus dilinde tamamladı ve Taşkent Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’ne girmek istediğinde, o bölüme Sovyetlere sadık olmayan milletin mensuplarının ve tabiî ki, Kırım Tatarları’nın alınmadığını öğrendi. Mecburen bir fabrikada çalışmaya başladı ve 1961 yılında genç Türk-Tatar arkadaşları ile, Taşkent’te “Kırım Tatar Gençleri Milli Teşkilatı” adlı bir siyasi teşkilat kurdular. Arkalarına düşen KGB birkaç hafta sonra bu teşkilatın önderini tutuklarken Kırımoğlu’nun devletteki işine son verildi. 1962 yılında kaydolduğu Taşkent Sulama ve Ziraat Mekanizasyon Enstitüsü’nden de üç yıl sonra yine KGB raporu ile ihraç edildi.

KGB raporunda kendisine yönlendirilen suçlamalar Milliyetçilik, Komünist Parti’ye karşıtlık, Sovyet Hükûmeti’nin milli siyasetini tenkit etmek, Taşkent Sulama ve Ziraat Mekanizasyon Enstitüsü öğrencileri arasında “12.-18. Yüzyıllarda Kırım’da Türk Medeniyeti” adlı makalesini dağıtmak olarak sıralanmıştı. Enstitüden kovulurken Sovyet ordusunda askerliğe alınmak istediğinde, vatandaşlık hakkına sahip olamadığı bir devletin ordusunda görev almayı reddetti ve bu nedenle 12 Mayıs 1962 tarihinde ilk kez, birbuçuk yıl kalacağı hapishane ile tanıştı. İkinci mahkûmiyeti, 1969 yılında Kırım Tatarları’nın durumu ve millî hakları hususunda mektuplar ve makaleler yazarak Sovyetler’in milli siyasetlerini eleştirmek, Sovyet ordusunun 1968 yılında Çekoslavakya’yı işgalini protesto etmek gibi bahanelere dayandırılmıştı. Moskova’dan Taşkent’e getirerek aynı davada yargılanan Ukraynalı general Petro Grigorenko (1907-1987), Kırım Türklerine yardım ettiği gerekçesiyle beş yıldan fazla bir süreyi tımarhanede geçirmek zorunda bırakılırken Kırımoğlu, çalışma kampında 3 yıl süre ile zorunlu çalışma cezasına çarptırıldı.

Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’nun kendi anlatımına göre 1974 yılında üçüncü kez tutuklanıp Sibirya’daki bir çalışma kampında bir yıllık mahkûmiyetini çekmeğe yollandı. Tahliyesine üç gün kala kamptaki mahpuslar arasında Sovyetlere karşı propaganda yaptığı, kamptan yazdığı mektuplarla Sovyetlerin siyasetini kötülediği iddiası ile yeni bir dava açılarak mahkûmiyet süresi uzatıldı. Bu haksız mahkûmiyeti protesto etmek için 303 gün sürecek bir açlık grevine başladı. Yaklaşık 10 ay süren açlık grevi zamanında, 1975 yılında Nobel Barış Ödülü’nü kazanan nükleer fizikçi Andrei Sakharov (1921-1989), Kızılordu generali Petro Grigorenko ve diğer bazı insan hakları savunucusu kişiler, serbest bırakılmasını talep ederek Birleşmiş Milletler’e başvurarak ve dünya kamuoyuna duyurular yaparak isminin ve Kırım Türkleri’nin dramını dünya kamuoyuna mal ettiler. Ancak bundan sonradır ki, Türkiye’de de Cemiloğlu’nu kurtarmak için ülkücü gençlik yürüyüşler yaptı, yayınlar ve basın toplantıları ile Türkiye’deki Kırım Türkleri’nin de katkısı ile ülke kamuoyu “Mustafa Cemiloğlu” ismini öğrendi.

Soğuk savaş yıllarının bir kavramı olan Demirperde ötesindeki Türklerden hemen hiçbir sağlıklı haberin alınamadığı dönemde Samizdat olarak bilinen yeraltı haber kaynaklarından Türkiye’ye ulaşabilen bir haber ülke gündemini ve özellikle Türk milliyetçilerinin gönüllerini dalgalandırmıştı: 1944 yılındaki Kırım sürgününü protesto eden Mustafa Cemiloğlu isimli bir genç bulunduğu hapishanede açlık grevine başlamıştı. Kısa süre sonra bu haber “Mustafa Cemiloğlu hapishanede şehid oldu”ya dönüştü; 5 Şubat 1976 tarihinde TRT’nin yayınladığı “Açlık grevi yapan Kırım Türk’ü Mustafa Cemiloğlu öldü” haberi protestoları zirveye taşıdı. Bu haber öylesine etkili olmuştu ki, yurdun birçok köşesinde Cemiloğlu için yürüyüşler yapıldı; mevlidler okundu. Kısa süre sonra anlaşıldı ki, “Mustafa Cemiloğlu” diye “yiğit bir Kırım Tatarı kahraman” vardı; hapishanelere de atılmıştı ama ölmemişti. [3]

Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, bu şekilde ömrünün en verimli çağlarının 15 yılını hapishanelerde, Sibirya’nın zorunlu çalışma kamplarında ve Yakutistan’da sürgün ile geçirmek zorunda kaldı.

Daha sonraki yıllarda, Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, ülkemize geldiğinde, son çağın en önemli simalarından bu Türk-Tatar kahramanının ufacık-tefecik bir insan olduğunu görünce, karşılarında “efsanevî bir Yamtar” göreceklerini hayâl eden ve tabiî olarak hayâl kırıklığına uğrayan bazı ülküdaşlarımı uyarmıştım: “Siz o ufak-tefek bedene bakmayın; o ufak bedendeki koskocaman yüreği görün!...”

Son Çeyrek Yüzyılın Durum Raporu: 1987-2012
1987 Mayıs ayında Özbekistan’da Kırım Tatar Milli Hareketi inisyatif gruplarının birleşik toplantısında Kırım Tatar Milli Hareketi Teşkilatı kurularak tüzük ve programı kabul edildi ve teşkilat başkanlığına Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu seçildi. 1991 Haziranı’nda Kırım’ın Akmescit (Sovyet döneminde Simferopol adı verilmiştir) şehrinde 1917 senesinde Kırım’da toplanan ‘ilk millî kurultay’dan sonraki ikinci Kırım Tatar Milli Kurultayı yapıldı ve 33 kişiden oluşan Kırım Türk-Tatar Milli Meclisi seçildi ve meclis başkanlığına Kırımoğlu getirildi.

Kırım Türk-Tatar Milli Meclisi Başkanı olarak uluslararası bir saygınlığa kavuşan Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, başta Türkiye olmak üzere dünya ülkelerinde, 7 Şubat 1992 günü “tanışmak mutluluğuna eriştiği” Alparslan Türkeş başta olmak üzere birçok önemli isim ile resmî temaslarda bulundu.[4] Son olarak geçtiğimiz günlerde yapılan Türk Ocakları Genel Kurulu tarafından Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’na, 'Galip Erdem Şeref Armağanı'’ verildiği açıklandı.

Gorbaçev’in “Açıklık” (=glasnost) ve “Yeniden Yapılanma (=perestroika) politikaları ile yeniden yapılanan Sovyetler Birliği’nin kısmen yumuşayan politikasından yararlanan öncü Türk-Tatarları ile birlikte atayurduna dönen Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, bu zorlu süreçte, Vatan-Kırım’ın, 1991 sonrasında bağımsız bir ülke olarak ortaya çıkan ‘Ukrayna’nın bir parçası’na dönüştürüldüğüne tanık oldu. Bugün için Kırım’a dönebilen birkaç yüzbin kişilik Türk-Tatar topluluğu, Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’nun önderliğinde öz yurtlarında etnik bir “azınlık grubu” olarak demokratik haklarını kullanmağa çalışıyorlar. Hâlâ atayurtlarında yeniden kök salabilmek için cansiperâne bir gayret ile uğraşıyorlar.

Sürgünün Görgü Tanıklarından Halimat Bayramuk’un “2 Kasım 1943” Romanı
Kafkasya ve Kırım’ın Türk kökenli halklarını yok etmeğe yönelik Stalinist kampanya ne zaman aklıma gelse, ne zaman bu konuda konuşulsa Karaçay Türkleri’nden bir çocuk olarak sürgüne maruz kalan Halimat Bayramuk’un yazdığı ve Yılmaz Nevruz tarafından Türkiye Türkçesine başarı ile “2 Kasım 1943” romanını hatırlarım.[5]

Sürgünü nefsinde bütün acımasızlığı ile yaşamış olan naif bir yüreğin, Halimat Bayramuk’un yazdığı satırlar beni o kadar etkiledi ki, Kazakistan’ın uçsuz bucaksız bozkırlarındaki, damları çinko kaplı köyleri gördüğümde, her bir köye 3-5 hane olarak serpiştirilen soydaşlarım gözümün önünde canlandı. Kazakistan’da görev yaptığım sürede mütevazı evlerinde konuk olduğum, hâlâ sürgünden dönememiş gözleri yaşlı, ağzı dualı Ahıska Türkleri’nden aksakalları dinlerken çoğu zaman ben de gözyaşlarımı tutamadım. [6]

Yahudi soykırımını anlatan, döne döne anlatan onlarca filmi seyrederken, katı bir yumru gelir, boğazıma takılır: “Neden benim soydaşlarımın öyküsünü filme çeken bir sinemamız yok?” diye… Hattâ, “neden ülkemiz insanlarının büyük bir çoğunluğu soydaşlarının yaşadığı katliamlardan bu kadar habersizdir?” diye...

18 Mayıs 1944 sürgününü yaşayan ve bugünlerde 70 yaş üzerinde olan hayata kalan mazlumlardan kaç tanesi bir daha atayurtlarına dönebildiler? Kaç tanesi anaocağından uzaklarda can verdi? Kaç tanesi nerelerde toprağa verildi? Hesabını bilen yok!.. Hesabını bilen yoksa, hesabını soran da olmayacak demektir!..

1943-1944 sürgünlerinin mazlumu bütün soydaşlarımızı rahmetle anarken, 20 yılı aşkın süredir devam eden bir mücadele ile Vatan-Kırım’da tutunmağa çalışan 69 yaşındaki çilekeş Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’na ile yoldaşlarına yâr ve yardımcı olmasını Allah-u Zülcelâl’den niyâz ederim.

______________________________________

İletişim: http://www.hayatibice.net


[1] Hayati Bice, ‘Turan Şairi’ Ergeş Uçkun ve ‘Çapandaz’, 12.5.2012.
http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/kos ... andaz.html

[2] Bu konuda yazdığım ve Yeni Düşünce’de yayınlanan “Kırım / Lionnes – Cemiloğlu / Hilton
-Aykırılıklara Dair-” başlıklı yazım ve Kafkasya/Kırım sürgünlerine ilişkin arşiv bilgilerini yansıtan diğer yazılarım için bkz. Hayati Bice, Türk Yurtları Üzerine Notlar, Bilgeoğuz Yay., İstanbul-2010.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=468414

[3] O günlerde Türkiye kamuoyundaki Cemiloğlu’nun durumu hakkındaki bilgi kirliliğini Miliyet gazetesinin 15 Şubat 1976 tarihli şu haberinden izlemek mümkündür:

Ünlü Sovyet Matematikçisi Pliyuşç'un demeci:“Bütün Müslümanlar Mustafa Cemiloğlu'nu Savunmalı” , Paris, Mişel Perlman bildiriyor:

ÜNLÜ Rus matematikçisi Leonit Pliyuşç, Kırım Türklerinin Lideri Mustafa Cemiloğlu ölmeden iki gün önce Milliyet'e verdiği demeçte, “Bütün Müslümanların, Cemiloğlu’nun savunmasını üzerlerine almalarını" istemiştir.

Ukraynalı ünlü matematikçi, Sovyetler Birliği’nin Dniepropetrovsk kentindeki psikiatri hastahanesinde siyasal görüşleri yüzünden üç yıl tutulduktan sonra, Batılı aydınların çeşitli girişimleri sonunda bir süre önce Paris'e göç edebilmişti.

Pliyuşç, geçenlerde kendisiyle birlikte hastahanede yatan siyasi kişilerin durumlarını dünya kamuoyuna açıklamak amacıyla bir süre önce, Paris'te bir basın toplantısı düzenlemişti.

Ünlü matematikçi, bunun dışında görüştüğü üç gazeteciden biri olan bana, “Mustafa Cemiloğlu ile Moskova'da iki kere konuşmuştum" demiştir. Sovyet matematikçisi, hastahanede tutuklu bulunduğu sıralarda, Fransız Komünist Partisi'ne de bir mektupla başvurarak Mustafa Cemiloğlu'nun lehinde girişimlerde bulunmasını rica etmiştir. Ancak, Fransız Komünist Partisi böyle bir mektubun partiye ulaşmadığını açıklamıştır.

Pliyuşç, Cemiloğlu'nun ölmesinden iki gün önce verdiği demeçte “Mustafa Cemiloğlu, sekiz aydır açlık grevi yapıyor. Sibirya' da Omsk Hapishanesi'nde hücrede yatıyor. Belki şu anda ölmüş veya ölmek üzeredir" demiş ve bütün Müslümanları Cemiloğlu'nu kurtarmaya çağırmıştır.

MUSTAFA CEMİLOĞLU’NUN ÖYKÜSÜ
32 yaşında, Omsk Hapishanesi'nde sekiz ay süren açlık grevinden sonra ölen Mustafa Cemiloğlu Paris'e gelen haberlere göre, ölmeden önce 35 kiloya düşmüştü. Cemiloğlu, 1944 yılından beri Özbekistan'a sürülen Kırımlı Türklerin vatanlarına dönebilmeleri için mücadele vermiş ve son on yılda beş defa açlık grevi yapmıştır.

Eski Sovyet generallerinden Piotr Grigorenko, Kırımlı Türklerin yanında yer alınca, tutuklanıp psikiatri hastahanesine kapatılmıştır. Bunun üzerine Cemiloğlu ve ünlü matematikçi Pliyuşç, Sovyet generalinin hastahaneye kapatılmasını protesto eden bildiriyi imzalamışlardır.

Mustafa Cemiloğlu 1970 yılında, "Sovyet aleyhtarı faaliyet" nedeniyle üç yıl hapse mahkûm edilmiş ve çalışma kampına gönderilmiştir. Mustafa Cemiloğlu daha sonra askere gitmeyi reddettiği iddiasıyla bir yıl daha hüküm giymiştir. 1976 Kasımında Mustafa Cemiloğlu'nun annesi, “Dünya uluslarından oğlunu kurtarmalarını” istemiştir. Mustafa Cemiloğlu için ünlü Sovyet bilgini Sakharov ve General Grigorenko, iki kez girişimde bulunmuşlardır. Cemiloğlu'nun annesi, babası ve altı kardeşi geçtiğimiz aralık başında dünya komünist partilerine, Kızılhaç'a ve uluslararası af örgütüne başvurmuşlardır.

Sovyet aleyhtarı faaliyette bulunduğu iddiasıyla tutuklu bulunan Cemiloğlu geçen haziran ayında cezasını bitirip serbest bırakılması gerekirken özgürlüğüne kavuşamamıştır. Bunun üzerine Sibirya’daki Omsk Hapishanesi'nde açlık grevine başlayan Mustafa Cemiloğlu tek başına bir hücreye kapatılmıştır. Cemiloğlu hücreden dünyaya ulaştırabildiği son mesajında, iftiraya uğramamak için tek başına hücreye kapatılmasını, kendisinin açlık grevi yaparak gerçekleştirdiğini bildirmiştir.

KIRIM TÜRKLERİNİN DURUMU
İkinci Dünya Savaşı sırasında. Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Stalin tarafından Kırım'dan Özbekistan'a sürülen 100 bin kadar Kırım Türkü, 1967’deki bir kararname ile eski haklarına tekrar kavuşmuş, fakat yurtlarına dönmelerine müsaade edilmemiştir.

Geçen nisan ayında 514 kişi, Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Brejnev'e başvurarak, Kırım Türklerinin yurtlarına dönmesini istemiştir Bu başvuruda, yurtlarına dönmek isteyenlere karşı baskı yapıldığı ve Kırım Türklerine iş vermenin yasaklandığı ileri sürülmüştür. (Bkz. FOTOGALERİ)

[4] Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, Alparslan Türkeş’in ebedî âleme intikalinden sonra yayınladığı ve en samimi duygularını yansıtan mesajında şunları kaydetmişti: “Alparslan Türkeş bütün Türk Dünyası gibi Kırım Tatar Türkleri için de unutulmaz bir şahsiyet olarak Hakk'ın rahmetine kavuştu. Hep söylediğim gibi, Sovyetler Birliği devrinde, demir perde altında, hür dünyadan sınırlı malumat alırken, Sovyet basınında kim karalanırsa bizler bilirdik ki onlar iyi insanlar ve iyi işler yapıyorlar. Alparslan Türkeş ve O’nun Bozkurtlarından da Sovyet basınında hep kötü bahsedilir ve karalanırdı. Biz de bilirdik ki, Ülkücüler bizim taraftan insanlardı ve taa o yıllardan sempatimizi ve saygımızı kazanmışlardı. Demirperde aralanıp, hür dünyadan ve Türkiye'den daha fazla malumat almaya başlayınca anladık ki yanılmamışız. 1975-1976 yıllarında benim için ve halkımız için Türk kamuoyunu ayağa kaldıran bu vatansever insan ve O’nun ülkücüleri hayatımı kurtarmış. Bu âlicenap insan ve O’nun ülküdaşları, bizimle beraber ağlamışlar, bizimle acılarımızı paylaşmışlar, bizler için dualar etmişler. Kırım Tatar Türkleri merhum Alparslan Türkeş'e ve ülkücülere müteşekkirdir. Gıyaben seneler önce tanıdığım ve sonra, Türkiye'ye birinci kere ettiğim ziyaret günlerinde, 1992, 7 Şubat'ta tanışmak mutluluğuna eriştiğim merhum Alparslan Türkeş'e yüce Allah'tan rahmet diliyorum. 1997, 4 Nisan saat 22.45'te Türk Dünyası en büyük evlatlarından birisini kaybetti. Allah Milletimize Alparslan Türkeş gibi daha çok insanlar yetiştirmeyi nasip eylesin.”
http://www.kalgaydergisi.org/index.php? ... 49&kod=748

[5] Halimat Bayramuk, 2 Kasım 1943, (Roman) , Aktaran: Yılmaz Nevruz, Ötüken Yay., İstanbul-2009.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=19850

[6] Ahıska Türkleri’nin dramını yansıtma yolunda gayreti, azimle yayınladığı ve http://www.ahiska.org.tr adresinden tüm arşivine erişilebilir olan Bizim Ahıska dergisi ile kamuoyunu bu konuda bilinçlendirme çabası nedeniyle Dr. Yunus Zeyrek’i anmak bir hakşinaslık olacaktır. Dergide Ahıska Türkleri’nin sürgünü örneğinde birçok tanıklık dosyası, sürgün öyküsü yayınlanmıştır. Bu belgeler arasında Orhan Uravelli tarafından yayınlanan “Sovyet Resmî Belgelerinde Ahıska Sürgünü” yazısında yer verilen resmî Sovyet belgeleri sürgün gerçeğini bütün çıplaklığı ile sergilemektedir.
Bkz:http://www.ahiska.org.tr/wp_pdf/sayi16/parcali/09_sayi16.pdf


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Çeçen-İnguş Halklarının Kafkasya'dan Sürgünü (23 Şubat 1944)
MesajGönderilme zamanı: 16.05.12, 15:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 27.08.09, 16:40
Mesajlar: 44
KIRIM TATAR-TÜRKLERİNİN SÜRGÜN KRONOLOJİSİ :

28 Ağustos 1941: Volga boyunda yaşayan Alman asıllı Sovyet vatandaşlarının topluca sürgün edilmesi.
Ekim 1941: İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordularının Kırım'a girişi. Bütün Kırım'ın işgali Temmuz 1942'de tamamlanmıştır.
Kasım 1941: Kırım'da Müslüman Komiteleri'nin kurulması.
27 Kasım 1941: Edige Kırımal ile Müstecip Ülküsal'ın Kırım Türkleri adına faaliyetlerde bulunmak üzere Almanya'ya gitmeleri.
11 Ocak 1942: Müslüman Komiteleri tarafından Azat Kırım gazetesinin yayınlanması.
28 Ekim 1943: Kalmuk Türklerinin topyekun sürgün edilmesi.
2 Kasım 1943: Karaçay Türklerinin topyekun sürgün edilmesi.
23 Şubat 1944: Çeçen İnguşların topyekun sürgün edilmesi.
10 Nisan 1944: Kırım'ın yeniden Sovyet hakimiyetine geçişi.
20 Nisan 1944: Kırım'da Alman işgali sırasında meydana gelen olayları tetkik etmek üzere Olağanüstü Devlet Komisyonu'nun kurulması.
11 Mayıs 1944: Kırım Türklerinin topyekun sürgün edilmesini onaylayan Stalin imzalı Devlet Güvenlik Komitesi kararnamesinin yayınlanması.
18 Mayıs 1944: Kırım Türklerinin vatanlarından topyekun sürgün edilmesi.
29 Mayıs 1944: Sürgün Kırım Türklerinin Özbekistan'a geliş tarihi.
20 Temmuz 1944: Kırım'dan sürgün edilmesi unutulan Arabat Köyü'ndeki bütün Kırım Türklerinin eski bir geminin içine doldurulup, denizin en derin yerine gelindiğinde ambar kapaklarının açılıp geminin batırılarak Kırım Türklerinin katliama uğratılması.
30 Temmuz 1944: Kırım ÖSSC'nin lağvedilerek Rusya Federasyonu SSC'ne bağlı bir bölge statüsüne getirilmesi.
12 Ağustos 1944: Devlet Güvenlik Komitesi tarafından, Kırım'dan sürgün edilenlerin yerine Rusya ve Ukrayna'dan kolhoz işçilerinin getirilerek yerleştirilmesinin kabul edilmesi.
14 Kasım 1944: Ahıska Türklerinin topyekun sürgün edilmesi.
14 Aralık 1944: Kırım'daki Türkçe yer adlarının Rusça isimlerle değiştirilmesi.
26 Kasım 1948: Sürgün edilen Kırım Türklerinin vatanlarından ebedî olarak çıkarıldıkları ve onların bir daha vatanlarına geri dönme hakkı olmadığını belirten kararnamenin çıkması.
4 Mart 1953: Sovyet Devlet Başkanı Stalin'in ölümü.
21 Haziran 1953: Stalin'in sağ kolu, İçişleri eski Halk Komiseri Leonid Beriya'nın tevkif edilmesi.
23 Aralık 1953: Beriya'nın idam edilerek öldürülmesi.
19 Şubat 1954: Ukrayna'nın Rusya ile birleşmesinin 300. yıldönümü münasebetiyle Devlet Başkanı Hruşçev tarafından Kırım'ın Ukrayna'ya hediye (!) edilmesi.
28 Nisan 1956: Kırım Türkleri üzerinden sürgün kısıtlamaları kaldırıldı. Ancak onlara vatanlarına dönüşlerine ile sürgün sırasında müsadere edilen mal varlıklarının iadesine izin verilmedi.
1 Mayıs 1957: Sürgünden sonra Kırım Türkçesi ile yayınlanan ilk gazete olan Lenin Bayrağı'nın çıkarılması.
11 Ekim 1961: Vatana dönüş için mücadele eden Kırım Türk Milli Hareketi mensuplarına yönelik ilk yargılamaların yapılması. Bu yargılamalar neticesinde Enfer Seferov ve Şevket Abdurrahmanov mahkum olmuşlardır.
Şubat 1962: Kırım Türk Gençlik Birliği kurma teşebbüsleri.
12 Mayıs 1962: Mustafa Kırımoğlu'nun ilk mahkumiyeti.
Ağustos 1965: Kırım Türklerinin vatanları Kırım'ı turist (!) olarak ziyaret etmelerine izin verilmesi.
5 Eylül 1967: Kırım Türklerinin diğer Sovyet vatandaşları ile eşit haklara sahip olduğunu, ülkenin diledikleri yerinde yaşama hakları bulunduğunu belirten Af Kararnamesi'nin yayınlanması. Yalnız kararnamenin "diledikleri yerde yerleşme hakkına sahipler" hükmü pratikte uygulanmamış ve onların Kırım'da yaşmalarına yine izin verilmemiştir.
21 Nisan 1968: Kırım Türklerinin ilk büyük protesto gösteri: Çirçik Mitingi.
20 Mayıs 1969: Kurucuları arasında Mustafa Kırımoğlu'nun da bulunduğu Sovyetler Birliği'nde İnsan Haklarını Savunma Teşebbüs Grubu'nun teşkili.
12 Ocak 1970: Mustafa Kırımoğlu ve Kırım Türklerinin dostu, insan hakları savunucusu şair İlya Gabay'ın yargılanarak mahkum olmaları.
5 Şubat 1976: TRT tarafından Mustafa Kırımoğlu'nun mahkumiyeti sırasında 303 gün süren açlık grevinde öldüğü yönünde haber yayınlanması.
23 Haziran 1978: Kırım Türklerinin "Ebedî Meşalesi" olan Musa Mahmut'un vatanına dönüp yerleşmesi üzerine Kırım'daki Sovyet yönetiminin kendisini ve ailesini Kırım'dan zorla çıkarmak istemesi üzerine kendini yakması ve bunun sonucu olarak 28 Haziran'da hayatını kaybetmesi.
15 Ağustos 1978: Kırım'daki Sovyet polisine dilediğini Kırım'dan çıkarma yetkisi veren Yeni Pasaport Kanunu'nun kabulü.
14 Kasım 1986: Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti'nin, sürgüne ve çeşitli baskılara maruz kalan bütün toplulukların haklarını kısıtlayan bütün hükümlerin ortadan kaldırılarak, bu halklara haklarının ve itibarlarının iade edildiğini ve bütün bunların devlet garantisi altına alındığını açıklayan deklarasyonunun yayınlanması.
23 Temmuz 1987: Moskova Gösterileri üzerine Sovyet Devleti tarafından Kırım Türklerinin meselelerinin çözülmesi için bir komisyonun kurulması.
21-29 Temmuz 1987: Kırım Türklerinin Mustafa Kırımoğlu önderliğinde Moskova'da yaptığı gösteriler.
23 Nisan - 2 Mayıs 1989: Taşkent'in Yangiyul ilçesinde yapılan Kırım Türk Milli Hareketi Teşkilatı toplantısı sonunda Mustafa Kırımoğlu'nun başkanlığa seçilmesi.
10-12 Haziran 1989: Kırım Türk Milli Hareketi Teşkilatı'nın Mustafa Kırımoğlu başkanlığında Kırım'daki ilk toplantısını yapması.
29 Ocak 1990: Kırım Türklerinin sorunlarının çözülmesi amacıyla yeni bir Devlet Komisyonu'nun kurulması.
12 Şubat 1991: Kırım ÖSSC'nin Ukrayna'ya bağlı olarak yeniden kurulması.
26 -30 Haziran 1991 : II.Kırım Tatar Milli Kurultayı Vatan Kırım’da Akmescit’te toplandı. Kurultay’da Kırım Tatarlarını temsile yetkili en üst organ olarak 33 kişilik Kırım Tatar Milli Meclisi seçildi ve başkanlığa Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu getirildi.
24 Temmuz 1991: SSCB Bakanlar Kurulu'nun "Kırım Türklerinin Kırım'a düzenli bir şekilde dönmeleri ve orada kendileri için gerekli şartların oluşturulmasının devlet garantisi altına alınması" hakkında kararname kabul etmesi.
13 Kasım 1991: Ukrayna Vatandaşlık Kanunu'nun Kabulü.
1 Aralık 1991: Ukrayna Bağımsızlık Deklarasyonu'nun oylanarak kabul edilmesi.
27 Mart 1994 : Kırım’da yapılan seçimler sonrasında Kırım Tatar Milli Kurultayı’nın belirlediği, 14 Kırım Tatar Milletvekili sürgünden sonra ilk defa Kırım Parlamentosuna girdi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye