Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Rus Avrasyacılığı / Mehmet Volkan Kaşıkçı
MesajGönderilme zamanı: 25.10.11, 10:49 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.03.09, 17:58
Mesajlar: 123
Rus Avrasyacılığı: İdealist Bir Hareket mi, Pragmatist Bir İdeoloji mi?
Mehmet Volkan Kaşıkçı

07 Ekim 2011

Aslında ilk yazımı ırk ve ırkçılık kavramlarının açıklanmasına ayırmış, bundan sonra da sırasıyla etnisite ve ulus kavramlarına değineceğimi ve nihayetinde Türk olgusunun bu kavramların neresinde durduğu sorusuna cevap arayacağımı belirtmiştim. Ancak Vladimir Putin’in, eski Sovyet coğrafyasında yeni bir Avrasya birliğinin kurulması gerektiği yönündeki açıklamasının bütün dünyada çok ses getirmesi üzerine bu diziye ara verip Rusya’da Avrasyacılık fikrinin gelişimi üzerine bir şeyler yazmaya karar verdim. Hemen belirtmem gerekir ki, bu mevzu benim doğrudan üzerinde çalıştığım bir konu olmadığı için yazım sadece ikincil kaynaklara dayanan bir deneme niteliğindedir.

Avrasyacılık kavramı Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya’da yeniden çok gözde bir konuma geldi. Aslında eski Sovyet ülkeleri ile beraber Türkiye’de de popülerlik kazandığını söylemek gerek. Ülkemizde birçok eski Marksist-komünist bu dönemde “Avrasyacı” olarak ortaya çıkarken, aslında Rusya’dakine benzer bir şekilde Sovyetler Birliği özlemlerini maskelemeye çalışıyorlar. Fakat Avrasyacılık kavramının sadece eski komünist çevrelerde popüler olduğunu söylemek yanlış olacaktır.[1] Ancak, diğer kesimlerin konuyu sadece basit bir anti-Amerikancılık üzerinden algıladıkları görünüyor. Kavramın halk kitleleri arasında popüler olmasının sebebi de Amerikan hegemonyasına karşı Türkiye’nin de içinde bulunacağı ve başını Rusya ile Çin’in çekeceği bir çeşit blok veya birliğin dünyayı kurtaracağı yönündeki naif ve genellikle hiçbir ayrıntıya yer vermeyen fikirde yatıyor.

Türkiye’de pek bilinmese de Avrasya ve Avrasyacılık fikirlerinin derin tarihi ve fikri kökleri bulunuyor. Elbette ki bu tarih Rusya’nın tarihi ile çakışıyor. Avrasyacılık fikrinin kökleri Büyük (Deli) Petro’nun Batılılaştırıcı reformlarına kadar uzanır. “Avrasya”, sadece coğrafi bir kavram değil, aynı zamanda kültürel ve siyasi bir terimdir. Büyük Petro’nun reformları Avrupa ve Asya arasındaki ayrıma tamamen yeni bir anlayış kazandırmıştır. Petro’nun coğrafyacısı Tatişçev, Ural dağlarını Avrupa ve Asya arasındaki yeni sınır olarak belirlemiştir.[2] Bunun temelinde Petro’nun ülkesini “Avrupalı” yapma arzusu yatmaktadır ve siyasi coğrafya yoluyla da Rusya artık “daha çok Avrupalı”dır.[3] Daha sonra II. Katerina da Avrupa’nın üstünlüğü fikrini ve Batıcı reformları sürdürmüştür. İşte bu reformlar Avrasyacılık’ın bir tepki olarak doğmasına vesile olan temel nedenlerdir.

“Slavofillik”in[4] ve “Pan-Slavizm”in en önde gelen temsilcilerinden Danilevski[5], Avrasya’yı Asya ve Avrupa’dan bağımsız (Asya ve Avrupa’nın toplamı değil), ayrı bir kıta olarak tanımlayan ilk kişidir.[6] Avrasyacılar, Rusya’nın Avrupa’dan farkı üzerinde durmuş[7] ve genellikle kültürel muhafazakâr Rus veya Slav milliyetçisi bir çizgide ortaya çıkmışlardır. Avrupa’dan fark mevzusunda ise, en temel unsur Rusya üzerindeki Asya etkisidir. Avrasyacılık fikrinin en önemli isimlerinden olan tarihçi Vernadski[8], Moğol işgalini[9] Rusya tarihinin en önemli olayı olarak ele alır. Bu “felaket” Rusya’yı Avrupa’dan farklı yapan temel nedendir. Ancak Moğolların etkisi Vernadski için her zaman olumsuz değildir, aksine bu devir Rus devletinin gelişiminde büyük etkiye sahiptir ve Rusya’yı Katolik Avrupa’dan kurtarmıştır.[10] Fakat bu Asyalı karaktere rağmen Vernadski’ye göre Rusya ve Avrupa arasında herhangi bir karşıtlık yoktur. Rusya kültür ve ırk olarak Avrupalı’dır. Avrasyacılık fikrinin gelişme döneminde birçok kişi Rusya’nın “Batı”dan ayrılan yönlerinin “Doğu” ile arasındaki farklarla kıyaslandığında önemsiz kaldığını düşünmüştür. Bu da aslında Avrasyacılık’ın idealist Avrupa karşıtlığını çok önceden bıraktığını ve dolayısıyla Asya’ya verdiği önemin çok önceden azaldığını göstermektedir.

Kerr’in söylediği gibi, Avrasya, 20. asra kadar jeopolitik bir kavram olarak ortaya çıkmamıştır. Bu, özellikle 1920’lerdeki Rus göçmen çevrelerinde gerçekleşmiştir.[11] Avrasya’nın sınırları kişiden kişiye değişse de, herkes bir noktada anlaşıyordu; bu coğrafya Cengiz Han’dan beri tek bir otoriter lider tarafından yönetilmekteydi ve de yeni Cengiz devleti Rusya idi. Ayrıca Avrasyacılar, her zaman şiddet ve zulüm içeren Avrupa emperyalizminin tersine Rus yayılmasının organik ve doğal bir süreç olduğunu da hararetle savunmuşlardır.(12)

Diğer bir Avrasyacı Trubetskoy, Ruslar, Fin-Ogurlar ve Volga Türkleri’nin hem Slavlarla hem de Turanî doğu ile bağlantılı bir kültürel kuşak oluşturduğunu iddia etmiştir fakathangi elementin daha önemli olduğu ona göre belirsizdir. İşi “Türk kanı Ruslar’ın damarlarında Fin-Ogur ve Slavlarınki ile beraber akmaktadır” demeye kadar vardırır. Ayıca bir “Avrasya milleti, “Avrasya ülkesi” ve “Avrasya milliyetçiliği”nden bahsederek Avrasya’nın her halkının bu “Avrasya kimliği”nin bilincinde olması gerektiğini söylemiştir.[13] Lamanski de Avrasya’da tek inanç, tek dil (elbette Rusça) ve tek milliyetten bahsetmiştir.[14] Ancak ilginç olan bütün bu fikirlerin ve Türk halklarına karşı sempatik yaklaşımların (!) I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmış olmasıdır. Avrasyacılar’ın tek amacı Ruslar haricindeki milliyetlerin Rus İmparatorluğu’ndan ayrılmasını önlemek olmuştur. Daha önce de olduğu gibi Avrasyacılık Rus emperyalizmini meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanılmıştır. Avrasyacılık’ın zamana göre değişkenliği de bu akımın pragmatist yanını açıkça ortaya koymaktadır. Rusya’yı birleşik tutmak için açıkça aşırı zorlama iddialarda bulunup esas amaçlarını gizlemişlerdir. Avrasyacılık daha birçok yeniden yoruma maruz kalmıştır. Mesela 1920 ve 1930’ların Avrasyacılık’ı fanatik Rus milliyetçisi iken[15], Trubetskoy aşırı milliyetçi bir Rus’u bir Ukraynalı veya Azerbaycanlı ayrılıkçı ile eş tutmuştur. Ona göre aşırı milliyetçilik daha küçük bir Rusya doğuracaktır.[16] Burada da Avrasyacılık yine Rus emperyalizminin ideolojisi olarak ortaya çıkmaktadır.

Trubetskoy 1919 Versay konferansından sonra daha da ileri giderek Romano-Cermen gücüne karşı koymak için Slavlar, Çinliler, Hintliler, Araplar ve Zenciler’i içeren bir Avrasyacılık’ı ileri sürmüştür.[17] Trubetskoy,o dönemde Avrupalılarca potansiyel bir koloni olarak görünen Rusya’yı savunmak için yine Avrasyacılık’a sarılmıştır. Bir diğer Avrasyacı Savitski, Avrasya’yı kuzeyden güneye tundra, orman, bozkır ve çöl kuşakları olmak üzere dört “doğal” kuşağa ayıran bir teori öne sürmüştür. Bassin, Savitski’nin bu teori ile Danilevski ve Lamanski’nin Avrasya vizyonlarından dikkatli bir şekilde dışlanan Türkistan’ı da Rusya-Avrasya’ya doğal ve integral bir parça olarak kattığına işaret etmiştir.[18] Bu sayede Türkistan’ın ayrılıkçı taleplerine bilimsel (!) cevaplar verilmeye çalışılıyordu. Avrasyacılık’ın en doğru tanımını Milyukov yapmıştır. Ona göre Avrasyacılık’ta evrensel dinden dar milliyetçiliğe, içinde bulunulan zamanın realist bir değerlendirmesinden geleceğin ütopyacı bir inşasına, Emperyal Rusya’nın savunulmasından Bolşevizmin meşrulaştırılmasına kadar herkes istediği şeyi bulabilir. [19]

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından “Yeni Avrasyacılık” denen şey güç kazandı. Hudson 1990’ların başındaki Rus halkını şöyle tasvir ediyor: “Büyük bir travma geçirmiş, büyük olasılıkla aşağılanmış hisseden ve ülkenin dağılmasının ardından kesinlikle belirsizlik içinde olan bir halk”.[20] Ona göre bu dönemde Rus halkı için temel soru şuydu: “Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ayırt edici olarak Rus olan nedir?”.[21] Sovyet vatandaşlığı ve sınıf kimliği bir anda yok olmuş Rus halkı Sovyetler içindeki ayrıcalıklı konumunu (teorideki eşitliğe rağmen) kaybetmişti. Emperyal gururun yıkılmasının yanında, bu dağılma eski birlik ülkelerinde 25 milyonluk bir Rus diasporası veya azınlığı oluşturmuştu.

Bu noktada devlet politikası olarak seçilecek Avrasyacılık veya Batıcılık (Rusya’da Atlantikçilik-Atlanticism) sadece bir dış politika sorunu değil aynı zamanda Rus kimliğinin yeniden yapılandırılması ile ilgili bir sorundu. Tolz, Sovyet sonrası dönemde Rus devletinin meşruluğunu sağlayacak üç ana revizyonist akımın doğduğunu ileri sürer. Birincisi, Rusya’nın yeni bir Sovyetler Birliği oluşturması gerektiğini savunurken, ikincisi Slav ülkeleri arasında bir birlik ve üçüncüsü de, komşu ülkelerdeki Ruslar’ın yaşadığı topraklar da dâhil olacak şekilde, etnik bir Rus devleti istemektedir.[22] Tüm bu akımların yanında ise Putin’in iktidara gelmesi Rusya’da bir anda her şeyi değiştirmiştir. Sovetler Birliği’nin yıkılmasının asrın en büyük faciası olduğunu ifade eden Putin[23] otoriter rejimi ile Rusya’yı tekrar bir süper güç haline getirmek için hem içte hem de dış politikada birçok sert ve etkili tedbire başvurmuştur. Genel olarak görünen Rusya’nın Putin zamanında Batıcılık ile Avrasyacılık arasında bir denge aradığıdır. Yeni ve eski Avrasyacılık arasındaki en önemli fark ise ekonomik faktörlerdir. Ekonomik olarak Batı ile yakın ilişkiler kurmanın Batı’nın değerlerini kabul etmek anlamına gelmediğinin altı çizilerek özellikle Avrupa ile işbirliği yoluna gidilmiştir.

Bu dönemde Rusya’da Avrasyacılık’ın en önde gelen teorisyeni ise kuşkusuz devlet politikaları üstünde de çok etkili olan Alexander Dugin olmuştur. Dugin, Rusya, Almanya, Japonya ve İran arasında kurulacak bir anti-Amerikan ittifakının yollarını aramıştır. Göründüğü gibi “Yeni Avrasyacılık”ta düşman tanımı Avrupa’dan Amerika’ya kaymış ve Avrupa (özellikle Almanya) potansiyel bir müttefik olarak görülmüştür. Dugin’e göre eski Sovyet ülkeleri de yeni bir Avrasya Devleti altında birleşmelidir. Yeni Avrasyacılık’ta Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de özel bir yere sahip olmuştur. Putin’in “yakın çevre” politikası ile Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya’nın baskısı artmış, bu bölgeler Rusya’nın savunmasının başladığı alanlar olarak görülmeye başlanmıştır.[24] Dugin, Türk halklarının Avrasya kimliğine katkısı ve önemi konusuna da vurgu yapmıştır. Ancak, bu Avrasyacılık’ın tekrar pragmatist kimliğe bürünmesinden başka bir şey değildir. Zira Dugin’in önceki yıllarda Türk halklarını “barbar Asyalılar” olarak nitelediği ve Kazakistan’ın kuzey bölgelerinin Rusya’ya katılmasını hararetle savunduğu yaygın olarak bilinmektedir.[25]

Son yıllarda yayınlanmış ayrıntılı bir çalışma, Avrasyacılık’ın söylemdeki “Asya” vurgusunun aslında ne kadar pragmatik olduğunu ve bunun “Mesihçi” bir üçüncü yol çağrısı üzerinden uygulanmaya çalışılan Rus emperyal ideolojisinden başka bir şey olmadığını daha net ortaya koydu.[26] Ayrıca makalede göstermeye çalıştığım gibi klasik Avrasyacılık’ın Türkiye ile uzaktan yakından bir ilgisi yokken (daha doğrusu Danilevski gibi birçoğu Türkiye’yi sadece bir düşman olarak görürken) Orta Asya Türk halkları da daima aşağılanmış ve ancak Rusya’nın bütünlüğünü korumak söz konusu olduğunda Avrasya kavramına dâhil edilmişlerdir. Bütün Türk halkları arasında yalnız Volga (İdil) Türkleri kendilerine Avrasyacılık içinde bir yer bulabilmişlerdir. Yeni Avrasyacılık ise Dugin’in erken dönem fikirleriyle hem Orta Asya Türk halklarına hem de Türkiye’ye karşı düşmanlığını yine gizleyememiş, yalnızca 2000’lerden sonradır ki Orta Asya ve Türkiye ile ilişkilere vurgu yapmıştır. Dugin (ve dolayısıyla Yeni Avrasyacılık), tıpkı Orta Asya Türk Cumhuriyetleri konusundaolduğu gibi Türkiye hakkındaki fikirlerini de 2000’lerde değiştirdi. Daha önce Türkiye’yi Amerika’nın İslam dünyasındaki en önemli müttefiki (dolayısıyla bir düşman) ve kültürel olarak Batılılaşmanın simgesi olarak görürken 2000’den sonra Türkiye de potansiyel bir müttefik olarak görülmeye başlandı.

Bütün Rus Avrasyacıları içinde Türk halklarına sempati ile bakan en önemli kişi Lev Gumilev olmuştur ve bugün Kazakistan’da Gumilev adına bir Avrasya Üniversitesi bulunmaktadır. Bunun dışında Avrasya’da Türk ve Slav halklarının eşit ve barış içinde yaşamasını savunan önemli isimler ise Türk halkları arasından çıkmıştır. Aslında farklı yönleri daha önemli olsa da çoğu kimse tarafından ayrıca Avrasyacılık’ın önemli temsilcileri sayılan İsmail Bey Gaspıralı ve Mirsaid Sultan Galiyev bunlardandır. Yine son dönemde Türkiye’de Attilâ İlhan ve çok daha önemlisi Kazak aydını Oljas Süleyman bu gruptan sayılabilir. Bütün bu fikir adamları Avrasya fikirlerini, Rus Avrasyacılarının aksine, Rus hegemonyasına karşı milletlerin eşitliği temelinde ortaya koymuşlardır. Modern Avrasyacılık’ın en önemli temsilcilerinden biri de Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev olarak görülmektedir.[27] Nazarbayev’in de çabalarıyla geçen yıl Rusya, Belarus ve Kazakistan arasında yeni bir gümrük birliği kurulmuştur. Putin’in bu son açıklaması da Avrasyacılık ve Batıcılık arasında bir denge izleyen Rus devletinin bundan sonra Avrasyacılık’a çok daha fazla önem vereceğini göstermektedir. Yakın zamanda bu gümrük birliğinin genişlemesini ve yeni birtakım oluşumların ortaya çıkmasını da bekleyebiliriz.

Şahsi kanaatim, Avrasya diye tabir edilen coğrafyanın öneminin giderek arttığı ve ülkemizin sadece Türk Cumhuriyetleri ile değil Rusya ile de çok yakın ilişkiler içine girmesinin ve barış içinde yaşamasının zaruri olduğu yönünde. Son yıllarda Rusya ile artan işbirliği de sevindirici bir gelişme. Hatta Rusya ile rekabet eden bir Türkiye’nin değil, işbirliğine giden bir Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkilerde daha başarılı olacağı görülüyor. Ancak otoriter rejimi ile gerek Rusya içindeki etnik grupların haklarını kısıtlayan, gerekse dış politikada şiddet içeren bir tutum benimseyen Putin’in “Avrasya Birliği”nin, ifade edilen coğrafyadaki halkların eşitlik ve kardeşliğine dayanacağına inanmak en hafif tabirle safdillik olacaktır. Tarihin tekrar ve tekrar gösterdiği gibi bu, Rus emperyal ideolojisinin yeni bir versiyonundan ibaret kalacaktır. Rus Avrasyacılık’ı Türkiye’ye neredeyse hiç önem vermezken, ülkemizde birçok kişi Putin’in peşinden gitmeye hazır görünmektedir.[28] Amerikan hegemonyasına karşı başını Rusya ve Çin’in çekeceği bir bloğun oluşması gerçekten bu basit ifadeyle kulağa çok hoş geliyor gibi. Ancak tabii ki, dünyanın gördüğü en büyük zalimlerden Stalin’e olan sonsuz hayranlığı, hiçbir utanma belirtisi göstermeden Doğu Türkistan’daki (elbette Sincan diyor bunun yerine) barış ve kardeşlik ortamını bozanın Uygur ayrılıkçılar olduğunu söylemesi ve de Amerika’nın Türkiye’ye türlü hayali sömürge valileri atadığı gibi komik yalanlarıyla Banu Avar gibi kişilere inanacak kadar saf iseniz.

-------------------------------------------------
DİPNOTLAR:

[1] Aslına bakılırsa, Avrasyacı fikre sıcak bakan insanlar son yirmi yılda milliyetçi – ülkücü çevreleri de kapsayacak şekilde geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Türkiye’nin iç dinamikleri ile de yakından ilgili olan bu durum, bir “komünist – Türkçü” ittifakına bile yol açarak “Kızıl Elma koalisyonu” diye bilinen oluşumu doğurmuştur. Eski komünist kesimden özellikle Doğu Perinçek’in başını çektiği İşçi Partisi grubu ve yine Banu Avar, Anıl Çeçen gibi kendini yeni dönemde Kemalist – Avrasyacı olarak konumlandıran gruplar bu akımda öne çıkmıştır. Bu ikinci grup aslında Attilâ İlhan’ın takipçisi gibi görünse de, bir Stalin hayranı olan Banu Avar ile Sultan Galiyevci Attilâ İlhan arasında dağlar kadar fark vardır. “Türkçü” kesimden ise başını Arslan Bulut gibi Yeniçağ Gazetesi yazarlarından bir kısmının ve Suat İlhan gibi bazı “stratejist”lerin çektiği bir grup bu “Türkçü – komünist” ittifakını desteklerken, bununla yakından ilişkili olan Avrasyacılık fikrine de sempati ile bakmıştır. Avrasyacılık fikri ordu içinde de büyük ilgi uyandırmış, özellikle Tuncer Kılınç bu fikrin ordudaki sözcüsü olmuştur. Ancak Avrasya fikri bu gruplarla sınırlı kalmamış, Gülen cemaatinin dergilerinde Dugin ile röportajlara yer verilmiş, Akkan Suver’in başını çektiği Marmara Grubu da Avrasyacılık’ın ekonomik boyutunda önemli bir rol oynamıştır. Ancak unutulmaması gereken, herkesin “Avrasyacılık” fikrini kendine göre okuduğu, tek ve değişmez bir ideolojiden söz edemeyeceğimizdir. Örneğin, Türk halkları arasında yakınlaşma için çalışan gruplar da zaman zaman Avrasya kelimesini kullanmaktadır. Burada amaç, dış politikada Rusya’nın (ve bazen Çin’in) öfkesini kabartmamak; ülke içinde ise “Türk dünyası” tabirinin büyük bir kesim için taşıdığı olumsuz ve sert anlamdan sıyrılmaktır.

Avrasyacılık’ın Türkiye’deki gelişimi konusunda ayrıntılı bilgi için bakınız: Marlene Laurelle (2008), “Russo-Turkish Rapprochement through thr idea of Eurasia: Alexander Dugin’s Networks in Turkey”, The Jamestown Foundation Policy Paper

[2] Mark Bassin (1991), ”Russia between Europe and Asia: The Ideological Construction of Geographical Space”, Slavic Review, 50 / 1, s. 5. (Aslında Avrupa ve Asya’yı ayıran doğal bir coğrafi sınır yoktur. Bu kavramlar daha ziyade kurgudan ve siyasi-kültürel terimlerden ibarettir.)

[3] Petro o kadar büyük bir Avrupa hayranıydı ki, kendi inşa ettirdiği şehrin adını bile Rusça (Petrograd) değil Almanca (Peterburg) olarak koymuştu. Petro’nun Batıcı reformları Rusya tarihindeki en önemli dönüm noktalarındandır.

[4] Slavofillik Pan-Slavizm ile aynı manaya gelmez. İkincisi bir siyasi proje iken, ilki kültürel ve tarihi olarak Slav halklarına duyulan hayranlığı ifade eder (zaten manası da “Slav seven”dir), siyasi olma zorunluluğu yoktur. Ancak çoğu durumda bu ikisi iç içe geçmiştir.

[5] Danilevski aynı zamanda çok önemli bir toplum ve tarih felsefecisidir. Pitirim Sorokin meşhur eserinde Danilevski’ye de yer vermiş ve onu ülkemizde de çok popüler olan Oswald Spengler, Arnold Toynbee gibi Batı egemenliğinin son bulmak üzere olduğunu iddia eden düşünürlerle beraber ele almıştır. Bakınız: Pitirim Sorokin (2008), Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri, s. 73-99

[6]Matthew Schmidt (2005), “Is Putin Pursuing a Policy of Eurasianism”, Demokratizatsiya, s. 2

[7] Avrasyacılık ideolojisi Rus kimliğinin tanımlanması noktasında belirmiştir. Aslında, Rusya’nın Asya ile Avrupa arasındaki kimlik krizi, ülkemizin Batılı mı Doğulu mu olduğu şeklinde asırlardır sürüp giden tartışma ile birçok benzerlik taşır.

[8] Vernadski’nin çok önemli iki kitabı Selenge yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştır: George Vernadsky (2007), Moğollar ve Ruslar; George Vernadsky (2010), Rusya Tarihi

[9] Rusya’yı işgal eden Moğol ordularının büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Nitekim bu coğrafyada kurulan Altın Orda devleti, çok kısa bir zaman diliminde hem Türkleşmiş, hem de Müslümanlaşmıştır. Bu nedenle “Moğol hâkimiyeti” denen devir aslında büyük oranda Türk halklarının hâkimiyet devridir. Rusya üzerindeki Moğol, Türk-Moğol veya Tatar hâkimiyeti kavramları eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

[10]Charles J. Halperin (1982), “George Vernadsky, Eurasianism, the Mongols, and Russia”, Slavic Review, 41 / 3, s. 479-485

[11]Ayrıntılı bilgi için bakınız: David Kerr (1995), “The New Eurasianism: The Rise of Geopolitics in Russia’a Foreign Policy”, Europe-Asia Studies, 47 / 6

[12] Bunun itibar edilmeyecek bir yaklaşım olduğuçok açıktır. Rus emperyalizmi ile ilgili ayrıntılı çalışmaların bir araya getirildiği bir eser için bakınız: Michael Rywkin (1988), Russian Colonial Expansion to 1917.

[13] Mark Bassin, “Classical Eurasianism and The Geopolitics of Russian Identity”, http://www.dartmouth.edu/~crn/crn_papers/Bassin.pdf

[14] Mark Bassin (1991), “Russia between Europe and Asia”,, s. 12

[15]Mark Bassin, “Classical Eurasianism”, s. 1

[16] A.g.e., s. 4

[17] A.g.e., s. 7

[18]Mark Bassin (1991), “Russia between Europe and Asia”, s. 1515

[19] Boris Ishboldin (1946), “The Eurasian Movement”, Russian Review, 5 / 2, s. 72-73

[20]George E. Hudson (1994),” Russia’s Search for Identity in the Post-Cold War World”, Mershon International Studies Review, 38, s. 240

[21] A.g.e., s. 236

[22] Vera Tolz (1998), “”Conflicting Homeland Myths” and Nation-State Building in Post-Communist Russia”, Slavic Review, 57/2, s. 268

[23] Putin kişisel olarak enerji politikalarında uzmandır. “Rus Ekonomisinin Gelişmesi Stratejisinde Madeni Ham Maddeler” başlıklı doktora tezinde Rusya’nın petrol ve gaz kaynaklarının sadece ülkenin ekonomik gelişimini güven altına almayacağını, aynı zamanda Rusya’nın dış politikasında da çok önemli bir araç olacağını ve bu sayede yeniden bir süper güç olarak ortaya çıkabileceğini yazmıştır. Bakınız: Martha Brill Olcott (2004), “The Energy Dimension in Russian Global Strategy, Vladimir Putin and the Geopolitics of Oil”,

The James A. Baker III Institute for Public Policy of Rice University, s. 17.

Ukrayna’daki “Turuncu Devrim” ardından Rusya’nın enerji kaynaklarını nasıl bir stratejik silah olarak kullanabileceği de daha net ortaya çıkmıştır.

[24] Rusya’nın “yakın çevre” politikası neticesinde Putin sadece Orta Asya ve Kafkasya’ya değil Orta Doğu’ya da büyük önem atfetmiştir. Daha fazla bilgi için bakınız: Robert O. Freedman (2010), “Russia and the Middle East Under Putin”, Ortadoğu Etütleri, 2 / 3

Rusya’nın bu politikasının, Kafkasya ve Orta Asya’ya büyük önem veren Türkiye ile bir rekabet doğuracağı birçok uzman tarafından öngörülmüştür. Ancak geçen zaman içerisinde Türkiye’nin Rusya’nın bu bölgelerdeki üstünlüğünü kabul ettiği ve ona göre politikalarını yeniden şekillendirdiği görülmüştür. Bu sayede Türkiye ve Rusya arasındaki işbirliği her geçen gün daha yüksek seviyelere gelmektedir. Rusya’nın “yakın çevre” politikasının Türkiye’ye etkileri üzerine bakınız: İdil Tunçer Kılavuz (2000), “The Security Policies of Russian Federation: The “Near Abroad” and Turkey”, Turkish Studies, 1 / 2.

[25] Dugin’in Türk halklarına karşı düşmanca tavrını geçiştiriveren bir makale olsa da Dugin’in Avrasyacılığı’nda Orta Asya’nın yeri konusunda bakınız: Dmitry Shlapentokh (2007), “Dugin, Eurasianism and Central Asia”, Communist and Post-Communist Studies, 40

[26] Daha fazla bilgi için bakınız: Marlene Laurelle (2008), Russian Eurasianism: An Ideology of Empire

[27] Aslında Nazarbayev ve Kazakistan’ın dış politikası da pragmatik ve çok yönlü olarak gelişmektedir. Bir tarafta Türkiye ve genel olarak Türk dünyası kavramına vurgu yapılmakta, bir tarafta Avrupa ile ilişkiler gelişmekte, bir tarafta da Avrasyacılık adı altında Rusya ile yakın ilişkiler sürdürülmektedir. Kazakistan’ın dış politikasının ülkenin iç dinamikleri ile yakından ilgili olduğu ve bağımsızlıkta ülkenin % 46’sının, bugünse yaklaşık % 30’unun hala Ruslar’dan müteşekkil olduğuunutulmamalıdır.

[28] Kemalist Avrasyacılık olarak nitelenen ülkemizdeki yeni akım ile ilgili olarak bakınız: Emel Akçalı ve Mehmet Perinçek (2009), “Kemalist Eurasianism: An Emerging Geopolitical Discourse in Turkey”, Geopolitics, 14. (Makalenin yazarlarının da bu ideolojinin önemli temsilcilerinden olduğu unutulmamalıdır. )


-------------------------------------------
Mehmet Volkan Kaşıkçı

Kütahya doğumludur. Manisa Salihli Sekine Evren Anadolu Lisesi’nden 2005 yılında mezun olduktan sonra girdiği Bilkent Üniversitesi İktisat bölümünden 2009 yılında mezun olmuştur. Yüksek lisansını Hollanda Leiden Üniversitesi’nde Orta Asya Çalışmaları alanında “Identity Politics in Kazakhstan: Past and Present” başlıklı tezi ile 2010’da tamamlamıştır. Yüksek lisans döneminde üç ay süreyle araştırma amacıyla Kazakistan’da bulunmuştur. Aynı yıl başladığı doktora çalışmalarına halen Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde devam etmektedir. İngilizce ve Kazakça bilmektedir.
Çalışma alanları: Milliyetçilik, Türk düşünce tarihi, Türk dünyasında kültür, kimlik ve düşünce


http://cinaralti.net/yazarlar/301-mehme ... deoloji-mi


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye