SOVYET MÜSLÜMANLARI ARASINDA İKİNCİ DİL OLARAK RUSÇAYI YAYGINLAŞTIRMANIN GİTTİKÇE ARTAN ÖNEMİ
PAUL B. HENZE
Çeviri : Prof. Dr. Yuluğ Tekin KURAT
Devletlerin çoğu kendi topraklarında hâkim olan dilin güçlenmesine özen gösterirler. Bazıları da devlet dilini o kadar iyi bilmeyen vatandaşlarını yetiştirebilmek için yoğun programlar düzenlerler. Ancak bazı durumlarda ekonomik ve sosyal gelişmenin getirdiği zorunluluklar, hükümet desteği olmaksızın da devlet diline uyum sağlamayı ve o dilde birleşmeyi teşvik eder. Büyük devletler arasında ABD ve SSCB, dil politikalarında teorik bir temelden hareketle, başvurdukları uygulamalar bakımından birbiri ile çelişen yöntemleri benimsemişlerdir.
Göçmenler ülkesi olmakla birlikte, Anglo-Sakson kültür ve siyasetinin hâkim olduğu ABD'de bir pota içinde eritme sistemi uygulanmıştır. Dolayısıyla herkes İngilizce öğrenmekte ve bütün gruplar ortak bir toplum içinde kaynaşmaktadırlar. Bu prensip çoğulcu demokrasinin kurallarına göre, sosyal ve kültürel baskıları red eden bir anlayış çerçevesi içinde değerlendirilmektedir. Bütün grupların kendi ana dilleri başta gelmek üzere, diğer bireysel özellikleri ve tüm geleneklerini koruma haklan tanındığı gibi, bunları sürdürme imkânları da vardır. Amerikan toplumunda bu konulara yaklaşım, sosyal ve kültürel meselelerde hükümet müdahalesinin hiçbir şekilde görülmediği ve arzu edilmediği esnek bir politikaya dayanmaktadır. Oysa bazı görüş sahipleri ve onları destekleyenler, toplumu kendi şahsi düşünceleri içine sokmaya kalkıştıkları anda, hızla gelişen bir tepki ile yüz yüze gelmişlerdir, örneğin, son zamanlarda ortaya çıkan idea-list-liberallerin, toplumda iki dile dayalı İngilizce-İspanyolca programını uygulamak isteyişleri çok büyük tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ancak SSCB'de, hatta bu dönemden önceki Çarlık Rusya'sında gerek teori gerekse uygulamanın getirdiği sonuçlar çok farklı olmuşsa da, sonuca giden yollarda bazı benzerlikler görülmüştür. Teorik olarak, Sovyetler Birliği dünyadaki çeşitli dillerin en çok konuşulduğu bir ülkedir. Her milletin kendi dilini kullanma hakkı olduğu kadar, statüsü itibarı ile devlet de bütün dillerin konuşulmasını desteklemek durumundadır. Bu durum bazı dönemlerde, personel ve kaynakların kullanılmasında hiç de ekonomik olmayan sonuçların doğmasına yol açmıştır. Tarih, Sovyet komünizminin teorisyenlerine son derece kuramsal bir mesele getirmiştir. XVII. yüzyılın sonuna kadar Rus dili, bir taraftan Baltık eyaletlerinde konuşulan Almanca ve eğitilmiş Rus aydınları arasında yaygın olan Fransızca yüzünden kısıtlanmış bir durumda bulunuyordu. Dolayısıyla gösterilen bazı gayretlere rağmen Rusça, 19. yüzyılda fethedilen Kafkasya ve Orta Asya'da yaşayan insanların büyük bir bölümünün benimsedikleri bir dil haline gelememiştir, öte yandan gerek Birinci Dünya Savaşı, gerek ihtilâl gerekse Sovyet döneminin başlangıç aşamasında karşılaştığı bunalımlar yüzünden, Kafkas ve Orta Asya ulusları arasında, Rusçayı bilenlerin sayısının göze çarpacak derecede azaldığı görülmüştür. Adı geçen bölgelerde Rusça, Sovyet yönetiminin resmi dili olarak yürürlüğe girmiş görünüyorsa da, gerek teori gerekse uygulama bakımından, Sovyet yönetiminin ilk dönemlerinde yerel dillerin gelişmesine verilen büyük önem de fark ediliyordu. Oysa Sovyet yönetiminin ilk otuz yılı içinde, SSCB'deki müslümanlar, dil politikası ve alfabe değişikliklerinden kaynaklanan uygulamalar dolayısıyla karmaşık bir dönem geçirmiş oldular (1).
Bugüne kadar Rusçanın geliştirilmesi sorunu Sovyet yöneticilerinin ve toplumunun, üzerinde en çok durduğu bir konu olmuştur. Bu sorunun siyasal, iktisadi, kültürel ve psikolojik olmak üzere çeşitli yönleri vardır. Sovyet toplumu da diğerleri gibi çağdaşlaşmış olduğundan, bu sorunun getirdiği problemlerin dogmatik kalıplara alışmış Sovyet liderleri ve parti teşkilatı tarafından çözümlenmesi daha da zor boyutlar içine girmiştir. Dil beraberinde birçok başka meseleleri de getirmektedir. Tartışma ortamını mümkün kılan dil konusundaki münakaşaların, daha açık toplumlarda rahatlıkla yapılması imkânı varsa da, katı Sovyet toplumunda bu mesele daha nazik ve siyasal konuları içeren bir örtü görünümüne bürünmektedir. Böylece Sovyet toplumu bir taraftan son derecede merkezileştirilmiş bir ekonomide ortaya çıkan çelişkileri göğüslemek, üzerinde titizlikle durulan eğitim ve yoğun bir kitle haberleşmesi sistemini yürütmek, diğer ülkelerden çok daha yaygın bir güvenlik ve savunma teşkilatını finanse etmek gibi problemlerle uğraşırken, gittikçe karmaşık bir hal almış dil meselesine de eğilmek zorunda kalıyordu. Son yıllarda bu sorunun çeşitli yönlerine ilişkin birtakım değerli çalışmalar yapılmıştır (2).
Bu özlü belgesel çalışmamızda, ben bu ilginç materyalin tümünü özetlemek yoluna gitmektense, SSCB'de göze çarpacak biçimde arttığı görülen iki dilin konuşulması durumunu inceleyip, bunun siyasal önemi üzerinde duracağım. Sovyetlerin nüfus sayımı istatistiklerinden, SSCB'de dilin kullanımına ilişkin iki temel veri ortaya çıkmaktadır: 1) Rusçanın temel dil olarak, yavaş da olsa gittikçe yaygınlaşan özelliği, 2) Ana dili Rusça olmayanların, ikinci dil olarak Rusçayı hızlı bir biçimde öğrenmeleri.
Aşağıdaki tablo belli başlı müslüman milletler hakkında temel bilgiler vermektedir:
Tablo 6.1 Sovyet Müslümanları: Ana ve İkinci Dil (Rusça) (3) Milliyet Ana Dili İkinci Dil Olarak Rusça
1959 1970 1979 1970 1979 Özbekler 98.4 98.6 98.5 14.5 49.3 (4) Kazaklar 98.4 98.0 97.5 41.8 52.3 Tacikler 98.1 98.5 97.8 15.4 29.6 Türkmenler 98.7 98.8 97.9 19.1 29.4 Azerbeycanlılar 97.6 98.2 97.8 16.6 29.5 Tatarlar 96.2 96.5 95.9 41.7 60.3 Dağıstanlılar 61.9 66.2 67.0 53.3 64.9 Çeçenler 98.8 98.7 98.6 66.7 76.0 Karakalpaklar 95.0 96.6 95.9 10.4 45.1
1979 sayımı yerleşmiş olan eğilimin devam ettiğini göstermektedir. Fakat ayrıntılara girildiğinde ve elde edilen yardımcı verilere bakıldığında, bu genel kalemlerin çok daha karmaşık ve bazı durumlarda çelişkili bir gerçeği ortaya çıkardığı görülmektedir. Bunlar bazı gözlemcilerin, sunulan verilerden edindikleri sonuçları pek haklı çıkarmamaktadır. Şöyle ki, bir bakıma siyasal, sosyal ve kültürel açıdan Sovyetler Birliği'ndeki ruslaştırma hareketinin amansız bir şekilde yaygınlaştırıldığına tanık olmaktayız (5).
Bütün Sovyet halkı daha iyi eğitilmekte ve daha dinamik bir duruma sokulmaktadır. SSCB'nin güney sınırlarının ötesindeki ülkelere kıyasla, Sovyet müslümanları gerek eğitim gerekse çağdaşlaşma yönünden daha iyi imkânlara kavuşmuşlardır. Erkeklerin askere alınmaları, kadınların işyerlerinde kazandığı tecrübeler, toplumun her düzeyindeki iletişim, ayrıca yaşlıların da ölüp gitmesi, Rusçayı anlayıp konuşan müslümanların oranının artmasındaki başlıca etkenler olmuşlardır. Sovyet yöneticilerinin Rusçayı öğretmek için giriştikleri büyük çabalar gözönüne alınacak olursa, istatistikler istendiği kadar ölçülü bir biçimde düzenlenmiş olsunlar, Rusça bilenlerin sayısında büyük bir artış olmadığının gözlenmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Yalnızca mantıksal olarak düşünmek gerekiyorsa, Sovyetler Birliği'nde 1990'larda veya 2000 yılında, şimdiki nüfusun daha büyük bir kesiminin gittikçe artan bir oranda Rusçayı ana dili gibi veya ikinci bir dil olarak kullanmaya başlayacağı sonucuna varmak mümkündür.
Ancak böyle bir sonuca varmakta acele etmemek lâzımdır. Nüfusun slav ve rus olmayan kesimindeki artış oranı, slavlara kıyasla çok daha yüksektir. Bu artış oranı her ne kadar yavaşlamış ve düşmeye başlamış olsa da, kırsal kesimde yaşayan genç müslüman nüfusun kazanmış olduğu bu sayısal üstünlüğün, içinde yaşadığımız yüzyılın sonuna hatta onun da ötesine kadar süreceğine kesin bir gözle bakabiliriz (6).
Ayrıca gerek müslümanların gerekse slav olmayan toplumların kendilerine özgü cumhuriyetlerin topraklarından ayrılmama eğilimi de süreceğe benzemektedir (7). Bu eğilim ana dilin korunmasını güçlendiren bir etken olup, Rusçanın çok iyi bilinmesine rağmen, bu dilin kullanılmasında caydırıcı bir rol oynamaktadır. Rusça ancak resmi işlemlerde, Ruslarla veya ana dili aynı olmayan kişilerle diyalog kurulurken bir araç niteliğinde kullanılmaktadır. Ayrıca, müslüman cumhuriyetlerindeki rus ve slav kesimin nüfus oranı azalmaya yüz tutmuştur. Bu durum söz konusu cumhuriyetlerde, eğitim sisteminde zaten göze çarpan bir sorunu daha da açıklığa kavuşturmaktadır. Rusça öğretmenlerinin sayısı çok kısıtlı olduğu gibi, bunlar genellikle Slavların son derecede azınlıkta bulunduğu kırsal kesimlerde görev almak istememektedirler.
Bundan sonraki 20 yıl içinde ne gibi gelişmelere tanık olabiliriz? Müslüman nüfusu artmakta devam edecektir, ancak Slavların doğum yüzdesindeki azalmanın önünü almak mümkün müdür? Yakın gelecekte bu pek mümkün görülmüyor. Geçtiğimiz on yıl içinde slavlar arasındaki doğum ve ölüm oranlarında alkolizmin gittikçe artan tesirleri görüldüğü gibi, çocuk ölümlerinin oranı da artmaktadır. Bu durum müslümanlar arasında o kadar yaygın değildir (8). Sovyet yöneticilerinin slav nüfusunu arttırmak için birtakım tedbirler almayı düşündükleri de gözden kaçmamaktadır. Bütün ulusların vazgeçilmez eşitliği gibi bir ilkeye dayanan komünist teorisinin getirdiği sistem karşısında böyle bir uygulamaya geçmek hiç de kolay olmayacaktır. Sovyet ülkesi dışındaki müslüman dünyasının, orada yaşayan din kardeşlerine farklı bir muamele yapıldığını görmesi, Sovyet politikasında müslümanları kazanma çabasını kuşkusuz köstekleyecektir.
Slavların doğum oranını çoğaltmak için, müslüman nüfusun artışını caydırıcı önlemlerle kısıtlamaya kalkışmak da doğru olmayacaktır. Ancak böylesine bir işe girişildiğinde, eşitliğin sağlanacağını sanmak iyimserliğin de ötesine gitmek anlamına gelir. Yakınlarda ortaya atılmış bir formül, belki de soruna siyasal bir çözüm getirebilir. Bu da nüfus politikasının gerek cumhuriyetler, gerekse bölgesel kalkınma modeli içinde düşünülmesi ve uygulamanın bütün SSCB'yi kapsayacak şekilde gösterilmesidir. Kuşkusuz böyle bir yaklaşım, daha geniş bir özerklik kavramını getirecekse de, merkezi hükümetin perde arkasından istediği hedeflere ulaşmasını sağlayacaktır. Farklı bir uygulamanın bazı bölgelerde yapıldığına dair elimizde deliller vardır. Güney Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyetleri'ndeki ailelere daha çok çocuk sahibi olmaları için mali yardım yapılması gündeme gelmiştir. Oysa Özbekistan'daki Özbeklerin böyle bir ödenekten yararlanması söz konusu değildir. Tatarlara da slavlara olduğu gibi yardım yapılmakta mıdır? Bu arada GSFC'nin bir kısmını oluşturan ve SSCB içindeki en yüksek doğum oranlarından birine sahip olan Kuzey Kafkas Müslümanları'nı da unutmamak gerekir. Orta Asya'da yaşayan Ruslar ve diğer slavlara ek ödenekler verilmekte midir? Bu politik taktiklerin nasıl uygulandığı hakkında sonuca varabilmek için elimizde yeterince bilgi yoktur. Büyük bir ihtimalle bu taktikler daha henüz tecrübe aşamasındadır. Bu taktiklerin doğum oranlarında görülen büyük düşüklüğü bir dereceye kadar düzeltecek yerde müslüman slav gerilimini arttırarak, gruplar arasındaki ayrıcalık kavramını güçlendirmesi de muhtemeldir. Dünyanın başka bölgelerinde edinilmiş tecrübeler, daha çok çocuk sahibi olabilmek için verilen ödeneklerle uzun vadede doğum oranında bir artışın sağlanamadığını birçok örneklerle ortaya koymuş bulunmaktadır (9). Bu Sovyetler için hiç de olumlu olmayan bir seçenektir, belki de böyle bir yola açıkça başvurulmayacaktı. Bu gibi zor seçenekler karşısında, Sovyet yöneticileri kesin bir tavır almayı genellikle daha sonraya bırakmışlardır.
Müslüman nüfusun büyük bir kesiminin SSCB içinde dağıtılması veya hiç olmaz ise SSCB'nin Avrupa topraklarındaki iş gücü açığının kapatılabilmesi için geçici olarak göç etmeye ikna edilmesi imkânları çeşitli araştırmacılar tarafından incelenmektedir (10). Son üç sayım döneminde alınan rakamların oluşturduğu tablo pek değişeceğe benzememektedir. Ayrıca Sovyet müslümanlarının ilk lisanları olarak Rusçaya geçmeleri ihtimali de hiç yok gibidir. Bütün ileri gelen müslüman ulusları arasında milli dilin benimsenmesi oranı hemen hemen % 100 civarındadır. Böylece elimizdeki en iyi delil Ruslaştırmanın ne siyasal ne de kültürel bir biçimde ortaya çıkmış olmadığıdır (11).
Öte yandan Rusçanın ikinci bir dil olarak bilinmesinin boyutları daha da genişleyeceğe benzerse de, bu dilin kullanılması oranı aynı derecede artmayacaktır. Bu da, kuşkusuz modernleşmekte olan Sovyet toplum ve ekonomisinin tabii bir sonucu olup, eğitimin daha verimli bir şekilde yapılması ve kitle haberleşmesinin daha etkili olarak yürütülmesiyle kendisini göstermektedir. Bu eğilim tek bir doğrultuda giden tek bir hareket sayılmaz, bu dinamizm içinde birbirini kesip geçen ve tersine dönen akımlar vardır. Kendi öz cumhuriyetlerinin topraklarında yaşayan ulusların nüfuslarının artması ve daha da göze çarpan bir olay olarak, cumhuriyeti meydana getiren ulusların yerel yönetimi ilgilendiren konularda yetki sahibi olmak gibi çok iyi kanıtlanmış eğilimleri, o cumhuriyetin ana dilinin kullanılması isteğine daha da güç kazandırdığı gibi, Rusça konuşan kişilerle ilişki kurulmasını önemli bir ölçüde azaltmıştır. Müslüman yörelerindeki orta, hatta lise öğretimi Rusçanın kusursuz bir şekilde bilinmesini gerektirmemektedir. Bu cumhuriyetlerde yerli dilde yapılan yayınlar, gerek basılan kitapların sayısı, gerekse işlenen konular açısından çoğalmakta devam etmektedir. Ancak modern eğitimin getirdiği imkânlardan ve avantajlardan yararlanmak isteyen Sovyet Müslümanları için (ki bunların gittikçe artan bir bölümünü kadınlar oluşturmaktadır) sanayi sektörüne veya kamu hizmetine girmek veya toplum hayatında önemli bir mevkie sahip olmak, Rusçanın iyi derecede bilinmesini gerektirmektedir. Bu son derecede doğal bir eğilim olup, gerek ders kitaplarının bulunması, gerekse kurslara katılmak bakımından eskisine kıyasla gerçekleştirilmesi çok daha kolay bir iştir. Dolayısıyla böyle bir davranış Ruslaşma anlamına gelemeyeceği gibi, aslında bunun tam aksi olmaktadır.
Kısa bir süre önce Sovyet silahlı birlikleri içindeki etnik gruplar hakkında bazı bilgilerin sağlanması mümkün olmuştur. Rusça Sovyet askerinin tek ve resmi dili olup, Rus kökenli olmayan erlerin Rusçayı yeterince anlayabilmeleri için gerek özendirici, gerekse zorlayıcı disiplin önlemleri titizlikle uygulanmaktadır. Sovyet ordusunda rütbe sahibi olmak isteyen bir müslümanın, kuşkusuz Rusçayı kusursuz bilmesi gerekmektedir, ancak bazı istisnalar dışında müslümanların böyle bir arzusu yoktur. Esasında silahlı birlikler her ne kadar bölgesel ve etnik gruplara göre düzenlenmiş değillerse de, siyasal bakımdan güven duyma ve siyasal yatkınlığa göre, farklılık ve ayrıcalığın gözetildiği somut örnekler vardır. Ayrıca eski sömürgeci alışkanlıktan kaynaklanan (12) ve çok iyi kamufle edilmemiş bir durum da, müslüman ve Türk kökenli erlerin büyük bir çoğunluğunun muharip değil de yardımcı sınıflarda toplanmasında kendisini göstermektedir. Bu erlerin birçoğu komutları anlayacak kadar Rusça öğrenebilmektedirler. Ancak aralarında kendi dilleri ile konuşmaktadırlar. Sovyet silahlı birliklerinin bütün Sovyet vatandaşlarını aynı pota içinde eritme gibi bir fonksiyonu yoktur. Buna rağmen, kırsal kesimlerden gelen Müslüman erleri terhis olurken, orduya katıldıklarında bildikleri Rusçadan çok daha fazlasını elde ederek sivil hayata dönerler. Oysa, müslüman bir ulustan oldukları bilinci askerlik hizmeti süresinde daha da güçlenmiş olur. Çünkü bu hizmet sırasında, daha önceden kendi cumhuriyetlerinde karşılaştıklarından çok daha fazla bir şekilde, dolaylı ve dolaysız ayrıcalığa tanık olmuşlardır. SSCB'de İslamiyet güçlendikçe ve Sovyet yöneticileri askeri insangücü bakımından muhtaç oldukları ve sayılan durmadan artan Müslüman erlerin güvenilirliği hakkında daha çok kuşkuya düştükçe, ayrıcalık yöntemleri değil devam etmek daha da katılaşacağa benzemektedir (13). ikinci dil konusunda üzerinde durulması gereken bir nokta vardır. O da Rusçadan başka bir dilin öğrenilmesi isteğidir. Böyle bir eğilimin Ruslaşmaya karşı için olduğu da tartışma götürmez. Bu aynı zamanda İslâm kültürü ve İslâmi değerlere gösterilen ilginin bir ifadesidir. Orta Asya'da Türkik gruplar ve Tacikler arasında Özbekçe ortak bir dil olarak gelişmekte devam etmektedir. Türk-Acem (örneğin Özbek-Tacik) dil ortaklığı orta çağlardan beri Orta Asya kentlerinde yaygınlaşmış ikinci bir dil olup, birçok gözlemcilerin sandıklarından da fazla bir süre varlığını sürdürebilmiştir. 1979 sayımından alınan bilgiler, Özbek Cumhuriyeti'ndeki Orta Asya'lı azınlıkların Özbekçeyi ikinci bir dil olarak ve artan bir sayıda benimsediklerini göstermektedir. Bunun en çarpıcı örneği Kara-kalpaklardır, onlar dil bakımından her ne kadar Kazaklara daha yakınlarsa da, Özbek Cumhuriyet'nin bir kesimini oluşturmaktadırlar. Orta Asya'daki Türk dilleri arasında en gelişmiş, geleneksel ve tabii bir dil olarak Çağatay-Özbek dilinin prestiji olduğu kadar, geniş bir alanda da konuşulduğunu gösterebiliriz (14).
Dağıstan ve Kuzey Kafkasya'nın diğer yörelerinde, Çarlık döneminde "Kafkasya'daki Tatar lehçeleri" diye adlandırılan ve Anadolu Türkçesine yakın olan Azeri Türkçesi de aynı şekilde yaygınlaşmaktadır (15). Üstelik Dağıstan'da dini prestijinden ötürü Arapça da bilinen bir dil olarak kalmıştır. Bölgesel yerli dillerin, konuşulan ikinci lisan olarak yaygınlaşması pratik nedenlerden ileri gelebilir. Bununla birlikte, bilinç altında saklanmış ve geleneksel olan dini, kültürel ve siyasal etkenlerin önemini de gözardı etmemek gerekir. 0 halde istisnai durumlar ve aydınların tutumu dışında pratik gerekçelerin etkinliği başta gelmektedir. Bu örneklerden Azeri ve Özbekçenin konuşulan ikinci dil olarak Rusça ile yarışma halinde olduğu sanılmamalıdır, çünkü bu diller birbirlerinden farklı ortam ve durumlarda konuşulmaktadır. Ancak elde ettiğimiz bu bilgilerden konuşulan dillerin milliyetçilik ve siyasal davranışları nasıl etkiledikleri hakkında tek ve kesin bir sonuca vardığımızı söyleyemeyiz. Nitekim eldeki istatistikler sağlıklılık açısından tartışma konusu olabileceği gibi (16), akıcılık ve diğer başlıklar altında görülen kavramlar üzerinde de, bu kavramların kapsadığı kişilerin nitelikleri bakımından tartışma konuları ortaya çıkabilir.
Komünistler ve bu sistemin avukatları, Sovyetler Birliği'ndeki sosyo-kültürel gelişme ve onun getirdiği siyasal tatbikatın bir benzeri olmadığına parmak basarak, dünyanın başka yörelerinde kazanılmış tarihsel tecrübelere bakılarak bir kıyaslamaya gidilmesinin uygun olmayacağını ileri sürerler. Böyle bir iddia geçerli değildir. Çünkü komünist olan toplumlar, dünyanın diğer yörelerindeki toplumlardan bütünü ile farklı ve onlara hiç benzemeyen bir hukuk sistemine göre yönetilemezler. SSCB'deki milliyetçilik ve din etkenlerini ilgilendiren konular, aynı platform üzerinde ve dünyanın diğer yörelerindeki gelişmeler de göz önüne alınarak incelenmelidir. SSCB'deki Müslümanların eğilimleri ile hakim zümre olan Rusların eğilimleri arasında bir takım paraleller görmek mümkündür. Ruslar arasında, bazen eski gelenekselliği andıran bir milliyet kavramının uyanışına tanık olduğumuz kadar, milliyetin bir ifadesi olarak kendi dinlerine olan ilgilerinin de gittikçe artmaya başladığını da görmekteyiz. Bu gelişmeler Marksist-Leninist 'bilimin' öngördüğü doğrultudan çok başka bir istikamete yönelmiştir. Eğitimde gelişme ve iktisadi şartların iyileştirilmesinin bir sonucu olarak dinin gittikçe zayıflayacağı var sayılmıyordu. Oysa din yeni bir anlam kazanmış bulunuyor. Sovyetler Birliği 'ndeki Müslüman ulusların aksine dil tek başına Rusların milliyetçi davranış ve duygularını kamçılayan önemli bir etken olamamıştır. Bu da Rus dilinin herhangi bir sorun yaratmamış olmasından kaynaklanır. Çünkü bu dil, reform bahanesi ile ne yoğun baskılara ne de yeniden düzenleme girişimlerine maruz kalmamıştır. Rus dili 1920'li yıllardan itibaren Özbek, Kazak ve Azeri dilleri üzerindeki siyasal amaçlı baskılardan uzak kalmıştır. Rus milliyetçileri kendi dillerinin statüsünü korumak için mücadele etmek zorunda kalmamışlardır. Rusça ancak Urallar bölgesi ve Volga boyunda oturan eski -Ortodoks ve Müslüman olmayan azınlıkların Ruslaştırılması söz konusu olunca değeri artan bir önem kazanmıştır. Rusça bu uluslar arasında konuşulan dil olarak ister birinci, ister ikinci derecede gelsin, hızlı bir gelişme içindedir. Ancak Mordvinler ve Udmurtların Rusçayı evlerinde konuşulan dil olarak benimsemekle kendi dillerini yavaş yavaş unutmaya başlayıp başlamadıkları sorusu ortaya çıkabilir. Belki de durum gerçekten böyledir. Ancak bundan da yanlış bir sonuç çıkartılmamalıdır. Çünkü dünyada ana dillerini yitiren insanların, kendi milli duygularını kaybetmediklerini gösteren birçok örnek vardır. (İrlandalılar veya Yahudiler gibi). Ayrıca Volga Ural bölgesindeki Ruslaştırma hareketinin uzun bir zamandan beri devam ettiği de gözden kaçmamalıdır. Bugün kendilerine Rus olarak bakılan çok sayıdaki millet grubunun kökeninin Finno-Ugur, Özbek, Türkik ve Kafkas olduğu ve bunların geçen yüzyıllar içinde Ruslaştırıldıkları anlaşılmaktadır. Şu anda Volga-Ural ulusları arasında cereyan eden bu akım belki de geçmiş uygulamaların daha hızlandırılmış bir biçimidir. Bu ulusların arasında bir Türkik örneği olarak hiçbir zaman İslâmlaşmamış Çuvaşları gösterebiliriz. Bunlardan büyük bir kesim 18. yüzyıl başlarında Ortodoks olmuşlardır. O halde Müslüman olmayan Türk uluslarının Ruslaştırılması daha mı kolay olmaktadır? Oysa 14 ve 15. yüzyıllardan beri Ruslaşmış olan Türk kökenli Volga-Ural uluslarından Tatar ve Başkırtların Ruslaştırıldıklarına dair elde bazı veriler vardır. Ancak bu durum ulusların kendi öz cumhuriyetleri dışında ve kentlerde oturan soydaşları için geçerli olabilir. Nitekim Tatarlar arasında bu özellik çok yaygındır (17).
Müslümanlar arasında da son 20 veya 30 yıl içinde Türkiye'de hızlanmış bir kaynaşma olayını görmek mümkün olmuştur. Bu ülkede 19. yüzyılda yerleşmiş Çerkez ve Kuzey Kafkas göçmenlerinin çocukları Türk benliğine kavuşmuşlardır. Türkiye'ye gelen Müslümanlar gibi, Müslümanların bir İslâm toplumu ile kaynaşmaları, din meselesi olarak bir sorun yaratmış değildir. Oysa son 20 veya 30 yıl içinde SSCB'deki Müslümanlar arasında görülen milli varlığa sahip çıkma konusu farklı bir şekilde gelişmektedir. Din onların kültürünün başta gelen bir özelliğidir ve artık yalnızca bir ibadet veya inanç meselesi olmaktan çok daha fazla bir önem kazanmıştır. Sovyetler Birliği'nin Müslüman yörelerinde Sovyet biçimindeki Rus kültürü, Islâmiyetin kazandırdığı duygulara ters düşmektedir. Orta Asya'da yaşayan Müslüman milletlerin sınırları hâlâ kesinlikle belli değildir ve aşırı İslâm milliyetçisi bir akımın bulunduğunu gösteren belirtiler vardır. Ayrıca bir Türk-İran bilinci de gelişmeye başlamıştır. İslâmiyet Orta Asya dillerinin tümünü de geniş çapta etkilemiştir. Sovyet döneminde Orta Asya'da zoraki olarak çizilmiş sınırların içindeki milliyetçilik duygusunun ne kadar güçlü olduğu hakkında kesin bir şey söylenemez. Dil bu duygunun önemli bir göstergesi olmakla birlikte, tek göstergesi de değildir (18).
Tıpkı temel Avrupa dillerinden Fransızca, İtalyanca veya Almanca da olduğu gibi lehçe farklılıkları çok büyük olup, resmi işlemlerde kullanılan milli dilin düzenlenmiş ortak kalıplarına rağmen, yüzyıllar boyunca varlıklarını korumuşlardır. Türk dilleri gramer ve etimoloji bakımından İndo-Avrupai dillere kıyasla daha bir yakınlık gösterir, örneğin Kazakça ve Türkmence arasında Kuzey Alman Platt lehçesi ile Bavyera (Oberbayerisch) ağzı veya Fransız Provencal (güney) lehçesi ile Normandiya ağzına kıyasla çok daha büyük bir yakınlık vardır. Orta Asya'daki Türkik dillerinin siyasal bir müdahaleye uğramaksızın daha doğal bir şekilde gelişmesi, dilleri Acemce olanlar hariç, ortak tabirlerin en azından şimdiki beş cumhuriyette bütünleşerek, bir iletişim ve yönetim dilinin gerçekleşmesini mümkün kılabilir. Böyle bir gelişme şimdiki halde elli yıl öncesine kıyasla çok daha zor görünüyorsa da, imkânsız değildir (19).
Şimdiki Sovyet yönetimi hangi alanda olursa olsun yeni bir politika deneyimine geçme konusunda son derece çekimser kalmaktadır. Bir yandan Slavların çoğalması teşvik edilirken öte yandan Müslüman nüfus üzerinde doğum kontrolünün uygulanması ne gibi sonuçlar doğurur? Yüksek öğretimin milli dilde yapılmasını özendirmemek, basın ve haberleşmede bu dilin kullanılmasını kısıtlamak gibi yumuşaklık ve sertlik arasında değişen bir tedbirler paketinin sonuçları ne olur? Böyle bir politikanın uygulanmasına gidilebilir mi? Gidilirse ne gibi tepkiler uyandırır? Bunlar sert değil de yumuşak bir biçimde uygulansa gene de tepkilere yol açar mı? Bizim görüşümüz, ancak çok yumuşak ve ince bir şekilde kendisini pek belli etmeyen baskıların, yerli dilin kullanılmasında caydırıcı metodlara ve Rusçayı özendiren önlemlere başvurulmasının SSCB'de olumlu olacağı merkezindedir. Nitekim ülkede şimdi bu yollara başvurulmuştur. Ancak bunların da başarılı olacağı şüphelidir. Etnik anlayış ve bunlardan kaynaklanan kurumların gelişmiş olması, bu durumun ters yüz edilmesini bir hayli zorlaştırmaktadır. Belli başlı Müslüman ulusları kültürel özerkliklerinden yoksun kılmak doğrultusunda girişilecek sert tedbirler, büyük tepkilerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Tepkiler çeşitli şekillerde kendisini gösterebilir. Sovyet yönetiminin Müslüman vatandaşları için bu konuda tasarladığı girişimler, özellikle başta Afganistan gelmek üzere, Sovyet sınırlarının güneyindeki komşu Müslüman ülkelerde nasıl bir kaynamanın olduğu göz önünde tutulmaksızın, kesinlikle ortaya konulamaz. Nitekim Sovyetler burada kendileri için bir sorun yaratmış oldukları gibi, bu meseleyi istedikleri şekilde çözmekte pek etkili olamadıklarını da göstermişlerdir (19).
Bir an olsun Rusya'da tüm nüfusun kusursuz olarak Rusça konuştuğu, Tatar, Azeri ve Özbek dillerinin ancak sönük bir hatırası kaldığı homojen bir toplumun yaratılmış olduğunu düşünelim. O zaman Müslüman-Türk ve diğer milliyet kavramları ortadan kalkacak mıdır? Böyle bir gelişme olursa veya 21. yüzyıl içinde gerçekleşirse, o zaman yeni bir Sovyet insan türü yaratılmış olur ki, İrlandalılar kendi dillerini yitirdikleri halde zaman geçtikçe çok daha milliyetçi olmuşlardır, öte yandan Fransa'dan kurtulabilmek için başarılı bir mücadele vermiş olan Cezayirli liderler, davalarını kazandıktan sonra Arapça öğrenmek zorunda kalmışlardır. Hintlilere gelince, kendileri için kullanışlı bir dil olması bakımından İngilizceden kurtulamadıkları gibi, artık böyle bir çaba göstermekten de vazgeçmiş görünüyorlar. İsrailliler ise pratik hayatta çoktan ölmüş olan bir dili yeniden canlandırmışlardır. Bu konuda verilecek örnekler sonsuza kadar gider. Buna rağmen bizim şöyle bir sonuca varmamız mümkündür. Sovyet Müslümanları arasında Rusçanın ikinci dil olarak bilinmesindeki artışın Ruslaşmanın yaygınlaşması ile hiçbir ilgisi yoktur. Aslında böyle bir yaklaşım ilerde Sovyet müslümanlarının kendi haklarına da sahip çıkarak, onlara tam bir millet yapısı içinde kendi geleceklerini kendilerinin tayin etmesi imkânınım da verebilir. Emperyalist bir devletin dilinin bilinmesi, bir zamanlar İspanyol, Fransız ve İngiliz imparatorluklarının parçası olan Birleşmiş Milletler üyelerinin, kendi milli varlıklarını ileri sürerek bağımsız ülkeler haline gelmelerini engelleyememiştir.
NOTLAR
1. Orta Asya'daki bu tecrübenin özeti için bk. benim makalem 'Politics and Alphabets in inner Asia' Joshua A . Fishman (editör) The Creation and Revision of Writing Systems (The Hague Mouton, 1976) s. 371-420. 2. En son yayınlanan ve en iyileri: J.R. Azrael (editör) Soviet Nationality Policies and Practices (New York, Praeger, 1978) ve W.O. Mc. Cagg ve B.D. Silver (editörler) Soviet Asian Ethnic Frontiers (New York, Pergamon. 1979). 3. İstatistikle ilgili bilgiler genellikle serbest Avrupa Radyo'sundan alınmıştır (Radio Liberty) (REE/RL) Research Bulletin ' The Ali Union Census of 1979 in the USSR' (Eylül 1980). Dil konusuna yaklaşım bir sayımda başka diğer bir sayımda da başka olmuştur. Sübjektif nitelikler konusundaki faktörler için, gerek sayımı yapanlar, gerekse sayılanlar açısından verilerin nasıl toplandığı hakkında bk. Rasma Karklin 'A note on nationality and native's tongue as census categories in 1979, Soviet Studies, cilt 32, no: 3 (Temmuz 1980) s. 415-22. 4. Bir sütun hariç bu tablodaki bütün rakamlar inandırıcı olabiliyorsa da, Rusçanın konuşulan ikinci dil olarak 1970 ilâ 1979 arasında gösterdiği büyük artış yalnız inandırıcı olmamakla kalmayıp, aynı zamanda Sovyet haberlerinin Özbekistan'daki Rusça öğretiminin yürütülmesinde çekilen sıkıntılara ilişkin tablosu ile çelişmektedir. (Ann Sheely, 'Language affiliation data from the census of 1979' RL/130/80, RFE/RL Research Bulletin, yukarıda 3 nolu dipnotta gösterilmiştir) Sayımı yapanlar ikinci dil olarak Rusçanın seviyesini ölçerken ya çok gevşek davranmışlar veya cumhuriyet düzeyindeki ortalama rakamlar kasden şişirilmiştir. 5. Yeni yapılan bir araştırmada milli bilincin inatla korunduğu ve bunu belirtmek için her fırsattan yararlanıldığı kaleme alınmıştır. Bk. Rasma Karklins, Nationality Power in Soviet Republics (Cambridge, Mass: National Counsil for Soviet and East European Research, 1980). 6. Bu artışlar hakkında birçok araştırıcının yorumu vardır. En ayrıntılı araştırma için bk. Murray Feshbach 'Prospects for outmigration from Central Asia and Kazakhstan in the next decade'. US Congress Joint Economic Committee', The Soviet Economy in a Time of Change (Washington DC, United States Government Printing Office, 1979), pp. 656-709. Bu incelemeye ilişkin istatistikler Dr. Fesbach tarafından güncelleştirilmişlerdir. Bk. 'Trends in the Soviet Muslim Population: Demographic aspects'. Bu kitabın içinde mevcuttur. 7. Diğerleri için bk: Brian D. Silver, Population distribution and the ethnic balance in Transcaucasia, Kennan Institute of Advanced Russian Studies Occasional Paper No: 102, Washington 1980 ve Ann Sheehy 'Demographic trends moving in Uzbeks favor' RL/422, 80 (20 Kasım 1980). 8. Bk. C. Davis and Murray Feshbach, Rising Infant Mortality in the USSR in the 1970's (Washington DC, US Bureau of the Census, 1980). 9. 26. parti kongresinde kabul edilen bir belgede Slav doğum oranındaki düşüşün alınacak bazı teşvik tedbirleri ile tersine döneceği görüşü belirtilmiştir. Bk. Sergei Veronitsyn 'The XXVI Congress of the CPSU-the beginning of a differentiated demographic policy' RL/91/81 (2 Mart 1981). 10. Michael Rywkin 'Central Asia and Soviet Manpower' Problems of Com-munism January-February 1979) s. 1-13. 11. Tatarlar arasında anadilin kullanılmasındaki azalış, herşeyden önce kendi cumhuriyetleri dışında oturan Tatarların durumunu yansıtabilir. Bu dengeyi bozan aslında aynı oranda artış gösteren yakın soydaşları Başkırtlardır. Bk: Ann Sheehy 'Tatars lose some ground in population in the Tatar ASSR' RL/ 378/80 (15 Ekim 1980) Rusçayı ilk dilleri olarak konuştuklarını iddia eden Başkırtların sayısı 1970 ilâ 1979 arasında % 2.6'dan % 4.5'e yükselmiştir, oysa aynı süre içinde Başkırtçayı ana dilleri olarak ilan edenlerin sayısı 61.9'dan 66.2'ye çıkmıştır. Tatarcanın edebi bir dil olması dolayısıyla Başkırtlar arasında kendi dillerinden daha büyük bir prestiji vardı. Tatarcayı birinci dilleri sayan Başkırtların sayısı artık yeryüzünden eksilip gitmektedir. Bk. Ann Sheehy RD/247/80. 12. Birçok sömürgeci askeri teşkilatlarda olduğu gibi, silah altına alınanlar birbirinden farklı dil ve soy gruplarından geliyorlarsa eski geleneksel yöntemi uygulamak daha çok rahatlık için tercih ediliyordu. Afrika'nın çeşitli yörelerinde bu konuda Fransız, Belçika, Portekiz veya İngiliz uygulamaları olarak çeşitli benzer örnekler mevcuttur. Dilin bilinmesi ile siyasal güvenilirlik arasında hiçbir bağ yoktur. 13. S. Enders Wimbush ve Alex Alexiev, The Ethnic Factor in the Soviet Armed Forces (Santa Monica, Calif.: Rand 1980). 14. Edwin Allworth, Uzbek Literary Politics (The Hague Mouton, 1964) çağdaş Özbekçenin gelişiminde başvurulacak temel kitaptır. Ayrıca Bk. James Critchlow 'Nationalism in Uzbekistan in the Brezhnev Era' G.W. Simmons (Editör) Nationalism in the USSR and Eastern Europe (Detroit, Mich. Uni-versity of Detroit Press, 1977) en son bilgiler için Sheehy 'Demographic Trends Moving in Uzbeks' favor'. aynı eser. 15. S. Enders Wimbush 'Divided Azerbaijan' in Mc Cagg and Cilver, Soviet Asian Ethnic Frontiers, s. 72-3. 16. Örneğin, bilindiği kadarı ile sayımı yapılan kişi ikinci bir dil olarak yerel bir dili Rusça gibi akıcı olarak bilse dahi, sayımda ikinci diller kategorisindeki bu iki dili birden belirtme hakkı kendisine tanınmaz. 17. 11 nolu dipnota bakınız. 18. Bk. Alexander Benningsen 'Several Nations or One People Ethnic Consciousness among Soviet Central Muslims', Survey, Cilt 24, no. 3 (1979), s. 51-64 ve Kemal Karpat 'The Turkish nationalities....' Mc- Cagg and Silver, Soviet Asian Ethnic Frontiers, s. 117-44. 19. Afganistan'daki etnik ve lengüistik faktörleri kendilerine göre düzenlemeye çalışan Sovyetlerin karşılaştıkları zorluklar ve düş kırıklığı en gerçekçi biçimde ve bütün ayrıntılarıyla Eden Naby tarafından incelenmiştir 'The Ethnic Factor in Soviet Afghan Relations' Asian Survey (Mart 1980) s. 237-56.
------------------------------------------- Sovyet Müslümanları Arasında İkinci Dil Olarak Rusçayı Yaygınlaştırmanın Gittikçe Artan Önemi O.D.T.Ü. Asya-Afrika Araştırmaları Grubu Yayın No: 35 Yaacov Roi (editör) THE USSR AND THE MÜSLİM WORLD, London (Ailen + Unwin) 1984, yayınından alınmıştır.
KAYNAK: SOVYET MÜSLÜMANLARI ARASINDA İKİNCİ DlL OLARAK RUSÇAYI YAYGINLAŞTIRMANIN GİTTİKÇE ARTAN ÖNEMİ Yazan: Paul B. Henze Çeviri : Prof. Dr. Yuluğ Tekin KURAT Baskı: O.D.T.Ü. Mimarlık Fakültesi Basım İşliği Ankara- 1986
|