Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: ''En az 25 yıldır İstanbul'da yaşıyor olmak''
MesajGönderilme zamanı: 12.05.10, 04:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
"inned-Dîne 'Indellâhil-İslam".. binaenaleyh, Allah katında Din ne ise dindarlık da odur dervişlik de odur.. (yani) zamana veya mekana göre tegayyür (değişgenlik) kabul eden bir Din olmadığı gibi; o Dini haddi zatında yaşamanın, hayata tatbik etmenin dahi görecelik ve tegayyür kabul etmesi mümkün değildir..

ındel-Hakk olana "Din" ındel-halk olana "Diyanet" dememek (öyle görmemek) lazımdır.. yani, madem ki Diyanet ındel-halk mezâhib ve meşâribe inkısam ediyor buna göre dindarlığın da (dervişliğin de) bir şehircesi, köycesi.. var olmalı (veya geliştirilmeli) değil midir?.. diyemeyiz..

dindarlığın neyini geliştireceğiz ki?.. ef'âl-i Mükellefîn (farz vacib sünnet haram helal.. ila ahir..) her zaman ve zeminde sabittir.. (uyarlama kabul etmez).. aynı şekilde dervişlik dahi (şer'i şerifden usulü erkanı merasimi ne ise) her yerde birdir.. evet, çevre iklim nüfus ve sair şartlar açısından şehir hayatı ile köy hayatı mütefavit (farklı) olabilir ama bu farklılık Din u diyaneti (şeriat ve sünneti) versiyonel kılmaz..

anadoluda "Yûnus" metropolde "Gâlib" modeli diye bir şey yoktur.. nitekim, Bülbüllerin (âşıkların) terennümü hiç bir yerde değişmezdir: lakin aksanları makamları tonları ve tınıları fark edebilir.. (meramları birdir).. mesela köyde sarık desinler şehirde tac-ı şerif.. bu neyi değiştirir?.. köyde aba giymişler şehirde kaba.. ne fark eder?..

afganistan'da misvak ne ise newyork'da dahi odur.. diş fırçası kullanabilirsin ama şehirdeyiz diye onu misvakın yerine kaim tutamazsın.. ve mesela, Sakal her yerde Fıtrî bir esasdır emr-i cibillîdir dînî icabdır.. onu (bila-mazeret) sinek kaydı traş edip şehre göre tağyir (versiyon) edivermek asla caiz ve helal değildir.. (ve sair Şeriatı da buna kıyas et)..

malum olsun ki, Tekke terbiyesi her yer ve zamanda birdir (olması gereken de budur).. mesela çille-i Mevlevi konya'da 1001 istanbul'da 101 olmaz.. dergahlar anadoluda (dağda köyde) olmuş metropolde (büyük kentte başkentte) olmuş hep aynıdır.. (yani) dergahların şartnameleri "ef'al-i şerifesi" hiç bir zaman ve mekan diliminde değişmemiştir.. (mimarisi motifi metrekaresi değişebilir ayrı mes'ele)..

nitekim, âşık Yunus-i Kâdirî efendimiz (ks.) anadolunun ücra köşelerinde (doğayla içiçe) halvetnişîn oldular: onun dergah-ı Tapduk serencamı meşhurdur: dile kolay 20 yıl hizmet eylediler.. (tarih: hicri 700'ler).. aynı şekilde büyük Dîvan edîblerinden pir-i sâni Osman Şems-i Kadiri hz. (ks.) dahi İstanbul üsküdar'da ki dergahlarında münzevî idiler rivayete göre 23 yıl ayağını dışarı atmayıp riyazat u mücahedede kaldılar.. (tarih: miladi 19.yüzyıl ahirleri)..

malum olduğu üzre Tasavvuf tarihinin en aziz ve mübarek hayat sîmaları genellikle büyük metropollerde yetişmiştir.. Şam'da, Bağdad'da, ispanya Endüslüs'de, osmanlı pâyitahtı İstanbul'da, selçuklu başşehri Konya'da vs.. buralarda zuhur eden Evliya-i azimenin haddi hesabı yoktur.. şunu demek isterim: şehir Tekkeleri deyince aklımıza kültür sanat musıki edebiyat gelmesin.. kalabalık şehirler, saraylar, yalılar, kent ışıkları, zemane icadları, tanzimat hengamı, lale devri, batıcılık cereyanı..vs..vs.. bunlar hakiki Tekkeleri farklı bir versiyona (şehre mahsus bir reform arayışına) itmemiştir..

zaten hakiki Dergahların şahs-ı Maneviyesi hiç bir surette melâmet oklarından (mahalle baskısından) havf u ar etmezdir.. hatta bu tablonun tam tersi cihetinde: devrin Sultanları vezirleri ve valileri ile hemcivar (gelir gider) olup onların iltifat ve ihsanlarına nailiyet bile bu Delikanlıları (dergahu Allah delilerini) bozmamıştır; hülasa şehir Tekkelerinde ayş u ıyş etmek takva azimet riyazat ve mücahede sahasında hiç bir şeyi hafifletmemiştir..

binaenaleyh, zaman ne kadar terakki ederse de etsin dindarı (mükellefi ef'âlinde) bozmamalıdır.. zemin (şehirler ışıklar ve neonlar) nereye kadar baliğ olursa olsun dervişi (racüliyetten) kasmamalıdır.. şehir Dindarlığı şehir Tekkeciliği her zaman olduğu gibi -yine/yeniden- Hakk'ın yolunda sebîl olmayı salık vermelidir.. cenab-ı Muhammed Mustafa (sav.) ve erbab-ı Aşk u Hakayık canibinden şiddet ve takazaya maruz kalınacak bir değişim/dönüşüm (su koyverme) hareketi asla tasvib edilemez...

Sevgilerle... :)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: ''En az 25 yıldır İstanbul'da yaşıyor olmak''
MesajGönderilme zamanı: 12.05.10, 09:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Kudsî yazdı:
aynı şekilde büyük Dîvan edîblerinden pir-i sâni Osman Şems-i Kadiri hz. (ks.) dahi İstanbul üsküdar'da ki dergahlarında münzevî idiler rivayete göre 23 yıl ayağını dışarı atmayıp riyazat u mücahedede kaldılar.. (tarih: miladi 19.yüzyıl ahirleri)..


Azizim şu Zat-ı Kerim'in nutk-ı şeriflerinden bir beyit olsun okuyabilir miyiz?

(NOT: Şu yazındaki teorik kabullerin hepsine amenna ve lakin pratik kısıma nazar edilince hatlar karışır...
viewtopic.php?f=48&t=448
Şu konuya da himmet ediverseniz mustefid olunur.)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: ''En az 25 yıldır İstanbul'da yaşıyor olmak''
MesajGönderilme zamanı: 13.05.10, 08:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
İlginç bir yazı ....

Konu ile ilgisi yüzünden buraya alındı.

Alıntı:

Metropollerde veli ve âşık insan yetişir mi?

Bilal Medeni
bilalmedeni@timeturk.com
07.09.2009

Metropollerde erdemli insan yetişebilir mi ya da maneviyat dediğimiz atmosfer metropollerde teneffüs edilebilir mi? Erdem kavramını daha da somutlaştırmak için şöyle soralım soruyu: metropollerde veli veya gerçek anlamıyla âşık insan yetişir mi? Bu soruların cevabı metropolleri ortaya çıkaran modernizm düşüncesinin içeriğinde yatmaktadır. Çünkü modern toplumu, mimariyi ve şehirciliği vücuda getiren tüm bu olgulara yön veren motifin düşünsel arka planıdır. O zaman bu düşünsel background’u irdelemeye çalışalım.

Modern şehirlerin ortaya çıkışı Rönesans sonrası, aydınlanma ve sanayi devrimi gibi tarihi dönemeçlerin akabine denk düşer. Modern şehri ortaya çıkaran olgu ise geleneksel dönem ekonomik faaliyetlerinin farklılaşıp modernite bağlamında farklı bir biçime doğru evrilmesiydi. Kısaca metropoller ilk olarak kapitalist faaliyetlerin tam odağında doğuvermişti.

Modernite, şehirlerin yapısal özelliklerini farklılaştırdığı gibi şehir insanının değerler dünyasını da baştan sona yeniden dizayn etmişti. Dolayısıyla fiziki olarak farklılaşmanın yanında, bireysel anlamda değişen değer algıları ile birey ve topluma yön veren inanç/dünya görüşü mantalitesi de ciddi bir kırılmaya uğruyordu.

Modernizm öncesi geleneksel toplum ile modern toplum arasında insan ve anlam noktasında ciddi farklılıklar oluşmuştur. Max Weber’in deyimiyle “modern toplum etkin ve verimlidir ama anlaşılır ve anlamlı değildir.” Kuşkusuz ki bu dönüşümün temelinde değişen insani erdemlerin etkisi vardır. Bu yüzden artık metropollerde veliler ve gerçek âşıklar yani erdemli insanlar yetişememektedir. Zira modern şehirlerin üzerine kurulduğu değerler dizisi “aklı” temel değer alıp “gönlü” metafizik bir saçmalık olarak itham etmiştir.

Erdemli bir insanın yetişmesi içsel şartlar kadar dışsal şartlara da ihtiyaç duyar. Mekân-insan ilişkisi ile toplum-insan ilişkisi döngüsel bir mahiyettedir. Yani insan bu iki alanla ilgili tüm ilişkilerde hem belirleyendir hem de belirlenen. Bu sebebe istinaden erdemli bir insan erdeme mütemayil bir toplumla o toplumun değerler dünyasına uygun biçimde inşa edilmiş şehirlerde ortaya çıkabilir. Kimsenin kuşkusu olmasın ki plazalarda ve gökdelenlerde ne erdemli ilişkiler ne de erdemli insanlar olabilir. Bir şehrin mimarisini ortaya çıkaran husus o şehrin uygarlık algısıdır. Mimarisinde mahremiyeti ve derinliği kaybetmiş şehirlerin meskûnlarından değer yüklü davranışlar beklemenin anlamsızlığına düşmemeli insan. Bu gerçek Sezai Karakoç’un “Balkon” adlı şiirinde çok çarpıcı olarak betimlenmiştir.

Modern öncesi şehirler ile modern şehirler arasındaki temel fark hayatın bir anlam etrafında dönüp dönmemesidir. Tarihteki insanı erdemli yapan temel olgu hayatının her aşamasına sinen anlam arayışıydı. Arayışın nasıllığını bir yana bırakırsak eski uygarlıkların tamamına hâkim olan duruş, merkezinde anlam olan bir yaşam stiliydi. Oysa günümüz dünyasının modern ve devasa şehirlerinde olmayan tek şey anlamın ta kendisidir. Konfora, tüketime, hazza, tekniğe, kayıtsızlığa sahip olan insan sadece anlama sahip olamamıştır. Anlamın yokluğu ise insanı ölçüsüz, frensiz ve öz denetimsiz bir tabiata sürüklemiştir. İnsan bu zihniyet içerisinde özgürleştikçe(!) yalnızlaşmış ve kaygılı bir hale dönüşmüştür.

Geleneksel toplumların kontrol mekanizmalarından ve disiplinlerinden kendini bağımsızlaştıran insan, kendini farklı bağımlılıklara köle durumuna düşürmüş ve modern insan özgürleştikçe(!) yalnızlaşıp depresif bir kişiliğe bürünmüştür.

19. Yüzyıl düşünürleri modernizmin bu paradoksunu sezmiş ve insanın bu anlam yitikliğine çareler aramış, modernleşen ama aynı zamanda paradoksal olarak ortaya çıkan anomi/kuralsızlık ve yabancılaşmayı izale etmeye dönük zihinsel çabalar içerisine girmişlerdir. Ama bu düşünürler modern algı ile anlam arasında bir bağıntı kurabilmeyi başaramamışlardır. Zira “modernizm” ile “anlam” kavramları ayrı terminolojilerin ve disiplinlerin mefhumlarıdırlar. “Anlam” geleneksel toplumların düşün dünyasına ait bir mefhumdur. Bundan dolayı modernist algı içerisinde “anlam”dan bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla modernist düşünce çerçevesinde “anlam” mefhumu irdelenmeye başlandığında direkt olarak geleneksel toplumun değerler dünyasına giriş yapılmaktadır. Bu ise modernizmin, geleneksel düşünüş şekliyle ilgili temel iddialarının tutarsızlığını ortaya çıkarmakta ve geleneğe bir ric’at anlamına gelmektedir. Modern kalıplar içerisinde kalıp “anlam”dan dem vurmak modernist ilkeler açısından mümkün değildir.

Öncü modernist düşünürlerin “anlam-anlamsızlık” hakkındaki kaygıları ve arayışlarına karşın modern hayat ile anlam arasında bir ilişki geliştirmeyi gereksiz gören batılı düşünürler dahi olmuştur. Örneğin sosyal bilimci Becker (1985) “insanların hayata daha az anlam yükleyerek de yaşayabileceklerini” ileri sürmüştür. Bu yaklaşım “modernizm” algısı ile “anlam” düşüncesinin aralarındaki geçişkensizliğe ilkesel bir temel sağlamaktadır.

Modern inşanın temelinde insan aklının mutlaklaştırılması yatar. Moral değerleri, manevi dinamikleri ve insana yaşam ile eşyayı anlamlı kılacak tasavvurları, ölçülüp analiz edilemediği sanısıyla reddeder. Zira modern insan için gerçekliğin ölçüsü öngörülmesi, denetim altına alınabilmesi ve ölçülüp gözlemlenebilir olmasına bağlıdır. Gerçekliğin bu tanımıyla çelişen tüm yaklaşımlar birer yanılsamadan ibarettir.

Kısacası gelenek ve modernite ölçüler, ilkeler, amaçlar ve araçlar açısından tamamen zıt yönlerde hareket etmektedirler. Dolayısıyla geleneksel toplumlara ait kavramların ve yapıların modern toplumlarda yaşam şansı bulması mümkün değildir. Bu durum bile yalnız başına metropollerde neden erdemli insanların yetişmediğini açıklamaktadır. Çünkü modern toplum düşüncesinde erdem, antik çağ insanlarının hülyalarından başka bir anlama gelmemekte ve günümüz tüketim dünyasında herhangi bir maddi getiriye tahvil edilememektedir.

Modern toplumun bu karakteri, batılı bir tarihçinin deyimiyle “genel insanlık kalıplarından bir sapma” olarak tanımlanmıştır. Her ne kadar burada söz konusu olan “genel insanlık kalıpları” hususu tartışmaya açıksa da önemli bir tespittir. Çünkü batının temsil ettiği ilkeler bütünü tarihsel zaman içerisinde insanın gerçek karşısındaki konumlanışı açısından kelimenin tam anlamıyla bir kırılma noktası olmuştur. İnsan eylemlerinin hareket alanı olan “kişi, yapı, doğa ve kültür” modernizm ile birlikte tamamen bir farklı okumaya tabi tutulup başkalaştırılmış ve insanlık tarihindeki genel temayüllerin aksi istikamette bir yol izlenmiştir. Bu açıdan modern toplum ve Batı “genel insanlık kalıplarından bir sapma” anlamına gelmektedir.

Bütün bu nazari/teorik izahatlardan sonra rahatça görüleceği gibi modernizmin tüm kurum ve kurallarıyla yaşandığı ve genel kabul gördüğü toplumlarda erdemli insan yetişemez. Böylesi toplumlarda yaşayan Müslüman bireyi tasvir eden en güzel model İbni Bacce’nin “münzevi adam” tiplemesidir.

“Münzevi Adam” metruk yerlerde yaşayan ve toplumla fiziki ayrı kalışı temsil eden bir kişilik değildir. O içsel anlamıyla yalnızlaşmış, değerler ve ilkeler açısından toplumdan farklılaşmış, toplum içerisinde yaşarken kendisini toplumdan değerler noktasında soyutlayan ve denetleyen kişidir. Günümüz modern toplumlarında endişe sahibi Müslüman şahsiyeti en iyi anlatan tanım budur.

Erdemli davranışlar ve bu davranışları kişiliklerinin birer unsuru haline dönüştüren “veli” ve “âşık” insanlar geleneksel toplum biçimine ait olan kavramlar ve kişilik tipleridir. Geleneksel toplum içerisinde veliler ve âşık insanlar çok rahat bir biçimde ortaya çıkabiliyordu. Çünkü her şeyden önce geleneksel toplum insanının mücadele edeceği bir modernite algısı bulunmamaktaydı. Dolayısıyla insanlar bireysel enerjilerini ilkesel temelde bir yaşam formu oluşturmak için kullanıyorlardı. Buna ek olarak nüfus yoğunluğunun çok düşük olması, ekonomik ilişkilerin son derece basit birkaç işlemden ibaret kalması, ekonominin salt ihtiyaç için yapılıyor oluşu, sosyal ilişkilerin karmaşıklıktan öte basit ve rafine vaziyeti ile hayatın mihverinde her daim bulunan “anlam” erdemli davranışları ve bu davranışları hayatlarına aktaran veli ve âşık insanları meydana çıkarıyordu.

Eğer bugün Mevlana’larımızın, Mem ile Zin’lerimizin, Leyla ile Mecnun’larımızın olmayışını tartışıyorsak bilelim ki bunun sebebi içinde yaşadığımız toplumsal yapı ve modern düşünce tarzıdır. Ve yine bugün toplu cinayetleri, ahlaki yozlaşmaları, sevgisizliği, sosyal adaletsizlikleri, maddi ve manevi açlığı gözlemliyorsak bunun sebebi kuşkusuz ki modern telakkilerdir.

“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur-37)


http://timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=16161


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye