sufiforum.com
http://sufiforum.com/

Cemaat Diktatörlerinin Psikanalizi / Hamdi TAYFUR
http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=160&t=10586
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Yazar:  yakin [ 13.08.12, 14:51 ]
Mesaj Başlığı:  Cemaat Diktatörlerinin Psikanalizi / Hamdi TAYFUR

Cemaat Diktatörlerinin Psikanalizi

Hamdi TAYFUR


Cemaat liderleri ve diktatörlük!

Bu iki ifade bir arada kullanılabilir mi?
...

Atasoy Müftüoğlu “manevi diktatörler” diyerek ifadeyi çok daha fazla genelleştiriyor; küçük cemaat gruplarından çıkartıp topluma şamil kılıyor.

Manevi baskılarıyla pek çoklarının akıllarına prangalar vuran ve kalplere kurdukları tahtlarda küstahça oturmaktan iflah olmaz derecede zevk alan bu diktatörlerin, kapalı cemaat topluluklarında küçük iktidarlara oynayan cinslerini “cemaat diktatörleri” olarak isimlendirmek çok da yanlış olmasa gerek…

Oysa liderliğin doğru örneği Muhammed Peygamberi, Allah Kur’an’da anlatırken onun davete muhatap insanlar üzerinde bir “Musaytır” (88/22), yani bir baskıcı, diktatör veya elindeki satırı sallayarak insanlara zorla daveti veya kendi isteklerini kabul ettiren bir zorba olmadığını/olmaması gerektiğini söylemektedir.

İşte bu yazıda -önce grup ve cemaatlerin ortaya çıkma sebeplerini kısaca ortaya koyduktan sonra- kapalı grup ve cemaatlerde boy veren bu tip liderlerin psikolojik alt yapılarını birazcık deşmeye ve cemaat bireylerinin zihin yapılarında ve nefislerinde oluşturdukları inanılmaz ifsadı irdelemeye çalışacağız.

Bu yazının devamında -bir sonraki sayıda- cemaat ve kapalı grupların genel niteliklerini yapısal özellikler olarak tespit edip, bunların bireylerin zihinsel ve manevi dünyalarında oluşturduğu menfi tesirleri tahlil edeceğiz.

Kendileri de aslında geniş katılımlı birer grup olan toplumların içindeki cemaatler ve grupların varlığı, çok eski tarihlere uzanan sosyolojik bir vakıadır. Sosyoloji; toplumu, toplumların oluşumu ve değişimini inceleyen ve nesnel yasalarını saptamaya çalışan bir bilim dalıdır. Genel anlamda toplumların oluşumu, değişimi ve bu değişimde esas olan prensiplerle, toplumların yapısının ürettiği problemlerin insan aklı üzerindeki etkileri önemli bir husustur.

Konumuzu “Geniş katılım grupları/toplulukları içinde yer alan cemaatler ve grupların akletme üzerindeki olumsuz tesirleri” olarak sınırlamakla aslında genel toplulukların oluşturduğu sosyolojik ve kültürel kodlara bir gönderme de yapmış oluyoruz. Cemaatlerin ve grupların gösterdiği tipik davranışlar büyük toplulukların içinde barındırdığı bazı kodların ve sinmiş özelliklerin sivrilmiş birer örneğidir.

Büyük topluluklar, tipik cemaat davranışlarına yol açan olağan dışı durumlara toptan bir cevap veremezse, tepki gösteremezse ya da çözüm üretemezse cemaat ve grupların ortaya çıkması için uygun zemin oluşmuş demektir.

Grup, fırka ve cemaatlerin ortaya çıkışının ve çeşitliliğinin geri planında ihtilafların derinleştirilerek tefrikaya dönüştürülmesi vardır. İhtilafların arkasında ise “insanın karakteri”[1], “dilin tabiatı”[2] nedeniyle birbirini anlamamak ve gerekli iletişimi kuramamak; “evren ve hayatın tabiatı”[3]nın farklı görüntü ve renkleri mümkün kılması; “tarihten gelen anlaşmazlıkların sonlandırılamaması”, “dini metinler”[4]in yapısının ihtilafı mümkün kılan bir yapıda olmasından dolayı dini anlama biçimlerinin sürekli çeşitlenmesi gibi sayılabilecek birçok neden vardır. Sıralanan ihtilaf sebeplerinin geri planındaki en önemli etkenlerin bencillik, menfaatler ve heva olduğunu da unutmamak gerekir.

Yetenekli liderlerin grupların oluşumunda önemli bir etkisi vardır. Ancak hiçbir lider yoktan bir hareket meydana getiremez. Gerekli şartlar olgunlaşmadığı sürece, potansiyel bir lider ne kadar yetenekli olursa olsun, peşinden kimseyi sürükleyemez.[5] Cemaatler ve grupların toplumda yaygınlık kazanması ve rağbet görmesi olağanüstü değişim dönemlerinden geçildiğinin bir işaretidir. Cemaatler ve gruplar mevcut düzene karşı şiddetli bir hoşnutsuzluğun doğal sonucudurlar. Normalleşme süreçlerinde bu tarz oluşumlar toplumun daha sağlıklı hale gelişine etki eden sivil toplum kuruluşları olarak ortaya çıkarken, olağan dışı koşullarda gidişi tersine çevirmeyi amaçlayan yapılar haline dönüşürler.

Örselenme+hoşnutsuzluk+endişe+ideal geçmiş özlemi

Tarihte ortaya çıkan dinsel gruplar, mezhep ve fırkaların ortaya çıkışına tesir eden evrensel faktörleri yukarıda kısaca sıralamıştık. Modern dönemlerde ortaya çıkan grup ve cemaatler de bu evrensel faktörlerden etkilenirler. Ancak bunların dışında her dönemin kendi özgün sosyolojik ve tarihi koşullarına uygun olarak ortaya çıkan bazı sebepler de vardır. Bunlar bu tür grup ve cemaatlerin kendi dönemlerinde oluşumuna kaynaklık ederler. Tarihi ve sosyolojik koşullar incelenerek her dönemin kendine özgü belirleyici sebepleri ortaya konabilir.

Ancak bizim konumuz modern bir olgu olarak grup ve cemaatlerin ortaya çıkışı, bunların yapısal özellikleri ve cemaat içi ilişkiler ile lider-birey ilişkisi olduğundan bu dönemde baskın olan sebepleri ortaya çıkarmaya çalışacağız.

Geçmişte de benzer sebepler fazlalık ve eksikliği ile etki eden birer faktör olmasına rağmen özellikle modern dönemlerde grup ve cemaatlerin ortaya çıkabilmesi için, topluca karşı karşıya kalınan bir “örselenme”nin olması, bu örselenmenin ortaya çıkardığı gidişattan kaynaklanan hoşnutsuzluğun ortaya çıkardığı bir “endişe”nin hat safhaya ulaşması en temel şartlardandır. “Örselenme+hoşnutsuzluk+endişe” toplamına birlikte muhatap olmuş kişilerin harekete geçme isteği, bunların ortak davranışlar sergileyerek bir araya gelip cemaat ve grupları oluşturmalarına yol açar. Aslında hareket, ideal olana geri dönme veya döndürme hareketidir. Bu nedenle bütün cemaat/grup yapılarının örselenme öncesinde var olan, “hoşnut olunan bir durum ideali” vardır. Bu, ideal geçmişi -yani hoşnut olunan dönemi- gelecekte kurma idealidir. Öyleyse yukarıdaki üçlü toplama bir dördüncüsünü daha ekleyip, buna “ideal geçmişin gelecekte yeniden inşası için harekete geçme” diyebiliriz.

Bu dörtlü toplamın ortaya çıkması şartların olgunlaştığına işarettir ve böylesi anlarda kendileri de dörtlü etkinin tesirinde olan yetenekli liderler harekete geçerek cemaatlerini oluşturabilirler.

Örselenme+hoşnutsuzluk+endişe+ideal geçmişin gelecekte yeniden inşası için hareket” toplamıyla neyi kastettiğimizi kısaca açıklayalım.

Toplumların hayatında hızlı değişimlere yol açan, insanları şiddetle sarsan, onları aşağılatan, büyük acılar çekmesine yol açan olay veya ardışık olaylar toplamının muhataplar ve artlarından gelen nesiller üzerinde oluşturduğu etkiye “örselenme” diyoruz. Toplumlar tarihlerinin hızlı değişim anlarında belli “örselenme”lere uğrarlar ve bunlar ilginç toplumsal yapılanmalara ve değişimlere yol açar. İslam tarihinde ortaya çıkan tarikat yapılanmalarının ilk ortaya çıkışı, Moğol/Tatar istilaları ve Haçlı Seferleri’nin toplumda meydana getirdiği örselenmeler ortaya çıkartılmadan anlaşılamaz. Aynı dönemlerde ortaya çıkan oldukça öze dönüşçü sert söylemlere sahip selefi hareketler de benzeri istilaların sebep olduğu örselenmelerden yeteri kadar nasiplerini almışlardır. Biraz daha geriye gidersek İslam tarihinin ilk yüzyılında ortaya çıkan hemen hemen tüm fırkalar “fitne” olarak isimlendirilen sarsıcı hadiselerin derin tesiri altındadırlar.

Günümüz İslami cemaatlerin ortaya çıkmasına yol açan “örselenme” Batı’ya karşı bir-kaç yüzyıl öncesinde başlayan peş peşe yenilgiler ve toprak kayıplarıyla ortaya çıkan, İslam topraklarının tümüyle parçalanması, işgal edilmesi, sömürgeleştirilmesi ve birliği temsil eden hilafet kurumunun ilga edilmesiyle zirveye ulaşan olayların ortaya çıkardığı örselenmedir. Geçmişten beri zaten varlığını sürdüren mezhep, tarikat ve dini yapılanmaları kısmen dışarıda bırakırsak modern dönemlerde ortaya çıkan tüm İslami cemaatlerin oluşumunda bu örselenme ortak paydadır. Tarikatların, mezhebe bağlılığın ve geçmişten beri varlığını devam ettiren benzeri dini yapılanmaların böylesi dönemlerde canlanmasının en önemli sebebi de sözünü ettiğimiz örselenmedir. Cemaatlerin birbirlerinden farkı bu noktadan sonra ortaya çıkar. Bu örselenmeye verilen cevaplar, çözüm önerilerindeki farklılıklar ve ihtilaflar cemaatler arasındaki farkı ortaya çıkartır.

Örselenme anında merkezi otorite (devlet veya imparatorluk) ya da toplum, olumsuzluklara direnmeyi becerebilseydi ve daha yumuşak bir geçişle yeni şartları oluşturabilseydi genele yaygın bir örselenme de oluşmayabilirdi.

Tarihte yaşanmış olan örselenmeler toplumların genlerine işler ve kuşaktan kuşağa sessizce aktarılır. Oluştuğu anda etkinliği zayıf kalabilen örselenmeler kuşaklar sonra bir grubun oluşmasında yeniden ortaya çıkabilir. Olmadık bir çatışmanın gerçek nedenine dönüşebilir. Vamık Volkan’ın “zaman çökmesi”[6] olarak adlandırdığı bu süreçte seçilmiş örselenme daha dün olmuş gibi yaşanır. “Geçmişe ilişkin duygular, algılar ve beklentiler, güncel olaylar ve düşmanlarla ilgili olanlara büyük oranda karışır ve bu da akıl dışı politik kararlar almaya ve yıkıcı davranışlara yol açar.”[7] Karşılıklı çatışanlar ayrı ayrı örselenmelerin tesiri altındaysalar “bitmeyen savaş”ın onulmaz temsilcileri olarak akıl dışılıklar üretmeye devam ederler.

Liderler gruplarını oluştururken, toplumlarca özümsenmiş olan, “örselenmeler” den kaynaklanan psikolojik genleri manipüle ederler. Böylece gruba eğilim artar ve insanlar grupla birlikte hareket etmek için seferber olurlar.

Örselenmenin varlığı tek başına yeterli değildir. Bazı toplumlar veya örselenmiş toplumun bazı bireyleri örselenmeyi “düşmanına benzemek” tarzında içselleştirebilir. Durumdan rahatsız olmak yerine büyük bir memnuniyet duygusuna kapılabilir. Bunu bir gereklilik olarak görebilir. Bu bir tür yansıtmadır. Bu tiplerin örselenmelerden kaynaklanan bir kalkışla bir gruba mensup olmaları mümkün değildir. Bu nedenle örselenmenin peşi sıra durumdan hoşnutsuzluğun sürekli hale gelmesi, grupların oluşup varlıklarını sürdürmelerini gerekli bir şartıdır. “Hoşnutsuzluk” aşağıda üzerinde duracağımız “ideal geçmiş özlemi” duygusu ile doğrudan ilgilidir. Örselenmeye yol açan olaylar kısmen veya tamamen ortadan kalksa ve ortam daha memnuniyet verici gelişmelere uygun olsa da hoşnutsuzluk devam eder. Hatta devam etmelidir ki cemaat ve grupların varlık sebebi ortadan kalkmasın. Çünkü hoşnutsuzluğa kaynaklık eden şey yeni gelişmelerin ne derece memnuniyet verip vermediği meselesi değildir. Asıl önemli olan “ideal geçmiş” veya “altın çağ”a ne kadar yakın veya uzak olunduğu meselesidir. Her gelişme altın çağın ideal ölçüleriyle karşılaştırılır. Buna uymayan her müspet gelişme aslında ancak bir komplonun veya yeni bir aldatmacanın parçası olabilir. Bu nedenle müspet bir ortam ve yeni gelişmeler de olsa hoşnutsuzluk sürer/sürmelidir. Bu nedenle grup/cemaat liderleri ideal geçmişe/altın çağa sürekli vurgu yapmaya devam ederler, günü küçümserler, her yeniliğin sürekli bir kötülük ürettiğini ve bunların kötüye gidişin, “altın çağ”dan uzaklaşmanın bir parçası olduğunu anlatıp dururlar.

Hoşnutsuzluğa eşlik eden bir diğer duygu da “endişe” duygusudur. Örselenmeye yol açan olay veya olaylar grubunun sürekli tekrar edeceğine dair duyulan korku, bu endişenin kaynağıdır. Her şey her gün daha da kötüye gitmektedir. Bu kötüye gidiş gerçekten var olan bir durum olabileceği gibi kişilerin öyle zannettikleri için kapıldıkları bir duygu da olabilir. Ancak örselenmiş, hoşnutsuz, anksiyete/endişe duygusuna kapılmış bir bireyin bunu ayırt edebilecek akletme yetisi oldukça zayıflamıştır. Yoğun örselenmeler yaşamış toplumlarda komplo teorilerinin bolca üretilmesinin bir nedeni de bu yaygın endişe duygusudur. Olumlu gelişmeler bile bir komplonun parçası olarak anlaşılır. Çünkü örselenemeye yol açan o derin darbenin devam ettiğine dair endişe kalplerde kök salmıştır. Bir türlü endişelerden kurtulup, örselenmeye yol açan olaylar zincirinin kırıldığına inanmak istemezler. Bu nedenle grup ve cemaatlere derinden bağlı bireyler çoğunlukla komplocu bir kafa yapısına sahiptirler. Cemaatin var oluşunu gereksiz ve geçersiz kılan her türlü olumlu gelişme komplocu yorumlarla geçersiz kılınmaya çalışılır. Bunlar bir komplonun parçası olarak gösterilir. Bu komploların bir numaralı üreticileri de normal olarak cemaat liderleridir.

“İdeal geçmiş özlemi” örselenmenin olumsuz tesirlerini yok etmenin, hoşnutsuzluğu memnuniyete çevirmenin ve endişelerden kurtulmanın tek yoludur. Bu nedenle acilen harekete geçilerek “ideal olanı” yeniden oluşturmak için çaba gösterilmelidir. Her grup ve cemaatin idealize ettiği bir “altın çağı” vardır. Bu bazen geçmişteki bir imparatorluğun yeniden kurulması olabilir. Örneğin “Osmanlı İmparatorluğu” pek çok cemaat bireyinin rüyalarını süslemektedir. Almanya’daki Nazi grupları Hitler’in yaşadığı döneme büyük bir özlem duyarlar. Yahudiler yüzyıllarca kurtarılmış topraklarda kuracakları bir Yahudi devletinin hayaliyle yaşadılar. Kudüs civarındaki “Zion” kasabasına geri dönüş ideali “Siyonizm” ideolojisini üretti. Müslüman grupların idealize ettiği çağ “Asr-ı Saadet”tir. Bu çağ öylesine kutsanır ki, bu dönemin kötülükleri bile örnek alınacak bir ideale dönüştürülür. İronik olarak bu kutlu asır hem ulaşılması mümkün olmayan bir dönem olarak yüceltilir, hem de o çağı gelecekte kurmak bir hedef haline getirilir. Bu çağı daha fazla yüceltmek için cemaatler tarihe yeni bir perspektif getirmişlerdir. Bu perspektif kısmen sadece modern dönem Müslümanlarına has bir perspektif değildir kuşkusuz. Ama hiçbir zaman bu çağdaki kadar üzerine vurgu yapılmamış ve önemli hale getirilmemiştir. Bu perspektifle tarihin ideal çağı “Asr-ı Saadet” dört halife döneminin bitimiyle sona erer. Bazılarınca Hasan’ın kısa halifelik dönemi de buna dâhil edilir. Ömer b. Abdülaziz’in kısa halifelik dönemi de sapmadan bir istisna olarak görülür. Oysa Ömer’in yapmaya çalıştığı da idealize ettiği ilk döneme bir geri dönüş çabasıdır. Bu nedenle İslamcılığın ilham kaynaklarından birisi Ömer b. Abdülaziz’dir. Tarihin bunların dışındaki kısmı kocaman bir boşluktur. Sürekli geriye doğru bir gidiştir, gerilemedir. Yapılması gereken ise o ideal çağı gelecekte yeniden kurmaya çalışmaktan ibarettir. Yani Asr-ı Saadet’e geri dönmek… Modern dönem cemaatlerinin temel ideali budur.

Dört temel kavramla -örselenme, hoşnutsuzluk, endişe, ideal geçmiş özlemi- karakteristik hale gelen bu tarz psikolojilerin yaygın olduğu toplumlarda, liderler cemaat veya gruplarını oluşturmak için çok da zorlanmazlar.

Cemaat ve grupların oluşmasına zemin hazırlayan sebeplerle ilgili bu açıklamalar aynı zamanda “insanlardan bazıları niçin gruplara/cemaatlere koşarak girerler?” sorusuna da bir cevap niteliği taşımaktadır.

Sıraladığımız nedenlerin yanı sıra; değişiklik isteği, güçlülük duygusu, umut, geleceğe olan inançla birikmiş güç, gelecekten duyulan korku, güçlü bir öğreti ve yanılmaz bir önderle yeni bir üstünlüğe sahip olunacağına ve gücün kapılarının açılacağına olan körü körüne inanç, başka bir insan olma isteği, anlam arayışı, sorumluluktan kaçarak topluluk sorumluluğuna dahil olma, eşitlik ve kardeşlik arayışı, kişiliğini gizleme amacına dönük eşitlik arzusu, serbest ortamdaki yalnızlığın ve güçsüzlüğün verdiği kaçış duygusu, serbest rekabetin acımasız sınavından kaçış, yaratıcı güçlerin kaybolması/yeteneksizlik, zayıf toplumsal bağlar, kolektif dayanışma mekanizmasının çekiciliği, bir yere ait olma arzusu, topluma uyamamak, zulme/haksızlığa uğramak, hayal kırıklığına uğramak, kendinden hoşnut olmamaktan kaynaklanan aldatılma isteği, grupla aynı şeyden nefret etmek[8], yakınlık gereksinimi, benlik gereksinimi, güçsüzlüğün telafisi, prestij ve menfaat sağlamak, saldırgan dürtülerini doyurmak, birlikte hareket etmenin heyecanını tatmak, mahrumiyetler, yapısal gerginlikler[9], toplumda yalnız kalanların, yabancılık çekenlerin, yalnızlığın bıktırıcılığından kaçanların yaşadığı “birleşme açlığı”[10], fanatikliğin tatmini, paranoyaklık, nevrotik rahatsızlıklar gibi sayılan pek çok neden grup ve cemaatlere katılmada önemli birer etken olabilir. Bu listedeki tüm nedenlerin aynı anda bir kişide toplanması mümkün değildir. Zaten bunların bir kısmı birbiriyle çelişen nedenlerdir. Ancak bunlardan bir veya birkaçının mevcudiyeti grup ve cemaatlere katılmak için yeterli olur.

Cemaat adayı çoğunlukla liderin veya cemaat davetçilerinin etkili bir tebliğine muhatap olur. Çağrı dine yapılıyormuş gibi görünse de, grubun kendi mantığı içindeki önceliklere göre yapılır. Adayın niçin başkalarıyla değil de kendileriyle beraber olması gerektiği üzerine veya niçin o gruba mensup olmaksızın dinin gereklerini yerine getirmiş olamayacağına dair ilgi çekici argümanlarla yüklemeler yapılır. Aynı zamanda geçmiş veya benzer grupların yetersizlikleri ve başarısızlıkları ısrarla vurgulanır. Duygusal yakınlıklar ve heyecanların kışkırtılması hat safhadadır. Cemaatle aynı bölgeyi paylaşan benzer özellikteki cemaatler küçümsenirken, cemaatten eleman çalamayacak uzak bölgelerdeki veya ülkelerdeki hareketler yüceltilir. Cemaate sanki o grupların bir parçasıymış gibi bir hava verilir. Cemaatin varlığını tehdit eden veya cemaat elemanlarının kafalarını bulandıran(!), farklı cemaatler ve şahıslar söz konusu cemaatin bir numaralı düşmanı ilan edilir. Bunlara karşı kılıçlar çekilir. Anti-propagandalar yapılır. Söylemle ve fikirle karşı çıkılamıyorsa okların doğrultulduğu diğer cemaat ve şahıslar hakkında komplolar üretilir. Belden aşağı tüm taktikler kullanılarak cemaat bireylerinin bundan etkilenmesi engellenmeye çalışılır. Rakiplerin ne geçmişlerindeki kirler bırakılır, ne de iç içe oldukları gizli ilişkiler… Tüm kirli çamaşırlar ortaya dökülmeye çalışılır. Cemaat liderleri bu kirli psikolojik savaşın gizli yöneticileridirler. Kendileri asla ortaya çıkıp bu psikolojik savaşta açıkça rol üstlenmezler. Bu çamurlu propagandadan isimlerinin zedelenmesine izin vermezler. Kalemşorlarını ortaya sürerler. Hatta bazen kendi yazdıklarını bu kalemşorların imzası altında yayınlarlar. Liderleri lider yapan gönüllü kulların onların etrafından çözülüp gitmemesi gerekir. Oysa bu tür propagandalar cemaatler arasındaki duvarları güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.

Eğer mitoz bölünme ile yeni bir cemaat ve yeni bir lider ortaya çıkmışsa bu yeni oluşum karşısında eski grup tüm koruma duvarlarını elemanlarının etrafına örer. Gruptan kopanlarla tüm ilişkiler kesilir. Onlarla bir şekilde diyaloga geçenler hemen kontrol altına alınır. Her iki grup da birbirinin rakibi ve düşmanı gibi hareket eder. Gizli gizli birbirlerinin ne yaptıklarını soruştururlar. Başlıca gündemleri karşı grubun neler yaptığına dair taze haberlerdir. Bunları öğrenip konuşmaktan derin bir zevk alırlar. Oysa birbirlerinden özde hiçbir fakları yoktur.

Bu söylemlerden ve antipropagandalardan aşırı derecede etkilenen ortadaki bir aday cemaate girmeye, eğer tereddüt geçirdiyse tekrar aynı cemaatte kalmaya veya taraf değiştirerek karşı cemaate gitmeye karar verdiğinde kendini yeniden hidayete ermiş veya imanını tazelemiş gibi hisseder. Tabi bu hislerin onda yeniden oluşabilmesi için grup lideriyle veya liderin görevlendirdiği birisiyle günah çıkarma ve itiraf seanslarına katılması gerekir. Lidere karşı veya cemaate karşı içine düştüğü tereddütleri itiraf etmek -bir Hıristiyan’ın papaza günah çıkartmasında olduğu gibi- müthiş bir rahatlık verir. Bunun ismi de imanın tazelenmesidir. Oysa iman tazelenmemiş sadece lidere olan bağlılık ve sorgusuz biat tazelenmiştir.

Cemaate yeni katılan bir birey için ise bu aşama dinin ikinci bir şehadeti gibidir. Aday geçmişiyle, çevresiyle, bazen işiyle ve ticaretiyle ilgili bütün köprüleri yıkar. Önceki hayatının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu itiraf ederek nâdim olur.[11] Artık cemaatle bütünleşmeye, bireyselliğinden sıyrılıp topluluk içinde bir kum tanesi, okyanusta bir damla olmaya hazırdır. Gardıroptaki yedek takım elbisesi de dâhil tüm mal varlığını cemaat liderine teslim etmeye hazır halde biat ederek kendisine verilecek özel görevi beklemeye koyulur.

Grup menfaatinin ve cemaate has özel hedeflerin tüm bireyselliklerin üzerinde olduğu ve herkesin ortak bir iradeye tabi olduğu böylesi oluşumlar, duvarları olmayan hapishaneler gibidir. Bireylerin tüm iradeleri ellerinden alınır, düşünme yetileri, kişisel yetenekleri ortadan kaldırılır. Herkes ortak bir akla tabi olur. Yapılacaklar ve yapılmayacaklar merkezi bir otorite tarafından kararlaştırılır. Bu tür ortamlarda şahsiyetlerin gelişmesi, yeteneklerin faydaya dönüşmesi, fikir üretmek neredeyse imkânsızdır. Gruplar ve cemaatler bunu hiç ifade etmemelerine rağmen akletmenin büyük bir düşmanıdırlar. Bunun nasıl olduğunu daha iyi görebilmek için -ayrıntısına bir sonraki yazıda gireceğimiz- grupların ve cemaatlerin bazı temel özelliklerini maddeler halinde sıralayalım.

Otoriter bir liderin etrafında toplanan bir cemaatin özel ve genel birçok niteliğinden söz edilebilir. Tüm kararlar, fikirler ve kutsal metnin yegane yorumlayıcısı konumundaki sorumsuz ve ebedi tek liderin varlığı; mensuplarındaki, ilahi metnin tek gerçek yorumlayıcıları ve uygulayıcıları olduklarına dair mutlak ve sorgulanamaz inanç; liderin konumu, seçilmiş oluşu ve cemaatin seçkinliği konusunda ikna etme amacına dönük uydurulmuş menkıbeler ve sırlarla yüklü büyüsel inançlar veya elle tutulmaz, olağanüstü güçler veya Tanrı yasalarıyla desteklenildiği duygusuna kapılmak; cemaatin amacını yüceltmek için her şeyin kötü gittiğine dair yaygın kötümserlik; kurban edilmişlik duygusunun diri tutuluşu (aleyhteki her olayın ajitasyon için kullanılması) ve paradoksal biçimde bunu tersine çevirebilecek tek taraf olduklarına olan inanç; grup veya cemaatle dış dünya arasına konulan fiziksel ve psikolojik barikatlar; aileden kopuş; hiyerarşik yapı; tek tip düşünceye dönük eğitim; eleştirel düşüncenin yok edilişi; aforoz edilme korkusu, fitne ve ihanet suçlamasının özgüvenle dolu yapıcı eleştirileri ortadan kaldırması; liderin kendisini yüceltip cemaat bireylerini aşağılayan bir yöntemi psikolojik baskı unsuru olarak kullanması; şeytanlaştırma/ötekisini icat; bireyselliğin yok edilişi, kolektiflik; cemaat merkezli tanımlanan yeni ahlak anlayışı[12] gibi özellikler cemaatlere ilişkin sayılabilecek genel niteliklerdir.

Diktatör Cemaat Liderlerinin Psikanalizi

Yukarda da belirttiğimiz gibi her grup veya cemaatin başında dominant özelliklere sahip bir lider bulunur. Cemaat içinde fikir akışı ve işlerin yürümesi liderden cemaate doğrudur. Her şeyin merkezinde bu lider bulunur. Lider her şeye vaziyet eder. Grup içinde müthiş bir hegemonyası vardır. Yönetimin tek hâkimidir. Karar ve tayin yetkisinde tek söz sahibidir. Cemaatin var oluşu onun var oluşuyla neredeyse eşdeğerdir. Grubun sadece beyni değil aynı zamanda omurgası gibidir.

Lider kimse tarafından seçilmez, tayin edilmez. Liderin azli bir şekilde mümkün olursa bu aslında grubun da öldüğü anlamına gelir. Çünkü yeni bir lider yeni bir grup demektir. Yeni lider yeni grubu eski grup ve lideri kıyasıya eleştirerek biçimlendirir. Eskinin devamı gibi gözüken ama aslında yeni olan bir grup ortaya çıkmış olur.

Bu sebeple cemaatler asla bir lider seçmezler. Tersine liderler cemaatlerini seçerler. Bir grubun oluşması veya mitoz bölünme gibi mevcut bir gruptan bölünerek ayrılması şartları oluştuğunda lider cemaatini seçer ve yeni bir grup ortaya çıkarır. Bazı İslami cemaatlerin en büyük ironisi, söylem ve tebliğlerinde Raşit Halifeler dönemi ile sonraki dönemin arasını keskin çizgilerle ayırıp iki dönemin en büyük farkının, birisinin seçime diğerininse saltanata dayalı bir dönem olduğunu ısrarla vurgulamalarına rağmen, kendi yapılarının saltanat sisteminden bile katı bir liderlik yapısına sahip olmasıdır. Emevi sultanları kılıç zoruyla da olsa tebaalarından biat alırlardı. Cemaat liderleri böyle bir şeye tenezzül dahi etmezler.

Liderin seçerek tayin ettiği şura, kararların çoğunluk sistemine göre alındığı bir kurul değil, onun fikir ve önerilerinin onay merciidir. Burada ortaya çıkabilecek öneriler liderin görüşüyle paralellik arz eden, onu sorgulamayan ve muhalif olmayan görüşlerdir. Çünkü lider bu konuma eleştirel bakış açısına sahip, üretken kafaları getirmez. Yanlışlıkla böyle bir şey yaparsa da derhal o üyeyi elimine eder. Üyeler liderin görüşünü onaylamak ve hiyerarşik olarak kendi altlarındakilere onaylatıp uygulatmaktan mesuldürler.

Bu tür bir yapıda lideri değiştirmek, liderin o güne kadarki uygulamalarındaki başarısızlığını sorgulamak ve yeni bir başkan seçmek gibi görüşler, kimse tarafından ne akla getirilebilir ne de seslendirilebilir. Şûraya düşen lidere akıl vermek değil, o arzu ettiğinde izin verdiği kadar fikren ve bilgi toplayarak ona yardım etmek ve liderin muhatap olmaktan imtina ettiği ve teknik olarak da tek başına gerçekleştirmesinin mümkün olmadığı hiyerarşik olarak alt kademedeki bireyler üzerindeki otoritesinin teminidir. Lider, kendi seçtiği ve görünürde şura heyetine benzeyen yapıyı kullanarak cemaatine vaziyet eder.

“Üyelerin, kendilerine başkan tarafından görüşleri sorulduğu zaman, bununla büyük bir lütufa mazhar edildikleri düşüncesi içinde olmaları ve bunun şükrünü bildiklerini tüm varlıkları ile göstermeleri gerekir. Başkanın verdiği kararlara, akla yatmasa da, huşu içinde uyulur; çünkü onun hep bir bildiği vardır. Başkanın karşısında edille-i şer’iyeden kabul edilen ‘cumhurun reyi’ni (çoğunluk kararını) savunmak yıkıcılık, bozgunculuk, güvensizlik ve inançsızlık olarak görülür. Alttakilerden istenen aklını kullanmanın ötesinde tereddütsüz itaattir; özel hayatını ihmal edecek ve aklını devre dışı bırakacak şekilde fedakârlıktır. Üyeden istenen ehliyet, liyakat ve bilgi değil, özellikle de anlamadığı durumlarda mutlak itaat ve ölü gibi teslimiyettir. Üstteki makam mutlak itaat makamıdır. Alttakinin üste bağlılığı, üsttekinin kesin doğru olduğu ve yanılmaz oluşu üzerine kuruludur. Bazı şeylerin alttakiler tarafından anlaşılmayışı kendi hamlığındandır. Ayrıca üsttekinin bazı söz ve davranışlarının anlaşılmaması da onun büyüklüğüne, yüceliğine delalettir. Alttakinin akıl yürütmesi de ukalalıktır, haddini aşmaktır.”[13]

Aslında liderleri lider yapan tebaalarındaki gönüllü kulluk psikolojisidir.[14] Liderlere putlaştırma derecesindeki bağlılık kendiliğinden olan bir hadise değildir. Öncelikle insanlar psikolojik olarak buna hazırdırlar. Liderlerin tüm hâkimiyetinin halktaki bu gönüllülük psikolojisine dayanması çok enteresan bir durumdur. Halklar kendilerine vaziyet eden, hatta zulmeden bu liderlere olan bağlılıklarından vazgeçseler, onların tüm karizmasının ayaklar altında kalacağı çok açık olmasına rağmen tarihte bu böyle olmamıştır. Aslında lidere ait tüm karizma ve otorite tebaalarının ona bir bağışıdır. Kitleler ilginç bir şekilde bu gönüllü kulluktan gizli bir zevk alırlar ve liderler de bundan sonuna kadar yararlanırlar.

Topluluklar kahramanlarına, liderlerine ve kurtarıcılarına gönüllü kulluk psikolojisinden kaynaklanan derin bir minnet ve şükran duygusu beslerler. Bu duygu, liderleri olduklarından büyük görmeyi, yüceltmeyi hatta Rableştirmeyi beraberinde getirir. Toplumun veya cemaatin akıldan ne kadar uzakta olduğunu anlamak için, aralarında yaygın olan “kahraman aşkı”, büyük kral, büyük lider, büyük kumandan, büyük filozof, büyük bilgin/âlim, büyük savaşçı, büyük devrim veya din önderi, büyük hatip[15] söylemlerine bakmak yeterlidir. Büyük adam edebiyatına ilgi ne kadar yaygınsa toplum o derece hastalıklı, problemli ve makul davranıştan uzak demektir. Çünkü bu tür ortamlarda fikirlerin doğruluğunun sınanması veya makbul oluşu deliller ve akıl üzerinden değil önderlerin büyüklüğü üzerindendir.

Topluluklar liderlerini aynı zamanda tüm iyiliklerin kaynağı olarak da görürler. Hem kitlelerin bu eğilimini tatmin etmek, hem de kendilerinden başka hiç kimsede bir iyilik tezahürü olabileceği fikrine katlanamamaları sebebiyle liderler, cemaat faaliyetleri içindeki faydalı ve mantıklı her girişimi kendilerine bağlamak isterler. Her girişimde mutlaka onların bir etkisi bulunmak veya gösterilmek zorundadır. Aksi takdirde bir girişim veya proje ne kadar değerli, gerekli, uygulanabilir ve faydalı olursa olsun önemsizleştirilir veya öyle gösterilir. Fikirlerin veya projelerin cemaat içinde uygulanabilmesi için bunların liderden alınan ilhamla yapıldığı izlenimi verilmek zorundadır.

Tebaasının bu şekilde yücelterek en sağlam fikrin sahibi, kutsal metinlerin en doğru yorumcusu, dinin en güzel temsilcisi ve en mükemmel uygulayıcısı, her iyiliğin sebebi ve kaynağı, kararında yanılmaz olan, her işinde bir hikmet bulunan, bütün gözlerin kendisine döndüğü, bütün ellerin kendisine uzandığı, yokluğuna tahammül edilemeyen birisi yaptığı lider[16] hakkında efsaneler ve menkıbeler de yaygın biçimde kullanılır. Atasoy Müftüoğlu’nun ifadesiyle, kurulan her cemaat, cemaat binasının yanına bir de fabrika kurmaktadır. Bu fabrika menkıbe üretim merkezidir. Bu fabrikada lider hakkında menkıbeler uydurulur veya başlarından geçen sıradan hadiselere derin anlamlar yüklenerek yaygın biçimde anlatılması sağlanır.

Sıradan insanların çok üstünde olağanüstü yeteneklere sahip olmaları; seçilmiş kişiler oldukları izlenimini güçlendirecek anlatılar; geleceği okuma/gelecekten haber verme yeteneğine sahip olduklarına dair inanç; sahip olduğu ilmin çalışılarak değil vehbi (bahşedilmiş-ilham mahsulü) olduğuna dair kabul; rüyalarının tıpkı peygamber rüyaları gibi hep doğru çıkan rüyalar olduğu gibi yaklaşımlar lider hakkında genele yaygın bir kült oluşturma çabalarının bir neticesidir. En normal cemaatlerin liderleri bile hayatlarında bir-kaç kez özel bir görev için seçildiklerini kendilerine söyleyen peygamberi rüyalarında görmüşlerdir. Ya da küçük bir çocukken önemli bir şahsiyet onun ilerde özel ve büyük bir adam olacağını haber vermiştir. Pek çok yetenekli çocuk için bu tarz sözler toplum içinde normal bir şekilde söylenir. Ancak bu, liderler için olunca onların yüceltilmesi için etkili bir menkıbeye dönüşür.

Kitlelerin içine düştükleri büyük sıkıntılardan kurtuluş için kendilerini kurtarıcı bekleme psikolojisine ne kadar kolay kaptırdıkları[17] göz önünde bulundurulursa, liderlerin niçin kendileri hakkında anlatılan menkıbeler, efsaneler ve kerametlere göz yumdukları daha anlaşılır olmaktadır. Bu yolla liderin o makama layık, seçilmiş tek kişi olduğu fikri benimsetilmiş olmaktadır.

Böylece liderin sorgulanabilme kapısı da tamamıyla kapanmaktadır. O makama layık tek kişi o liderse onu sorgulamak da büyük bir saygısızlıktır. Onlar mademki bu kadar yücedirler öyleyse en iyi fikir, en iyi bilgi ve en doğru karar onlara ait olandır. Her şeyin en iyisini bilirler. Kimin bilgisi ve fikri onunkinden üstün olabilir ki?

İşte tam bu noktada, liderin yüceltilmesinin yanı sıra cemaati bir arada tutmanın bir başka aracını daha tespit edebiliriz. O da şudur: Lider grubunu bir taraftan kendini yüceltirken, diğer taraftan da cemaat mensuplarını aşağılayarak, değersizleştirerek bir arada ve kendine bağlı tutar. Aynı zamanda eleştirilerin ve muhalefetin oluşmasını engeller. Bir cemaat mensubu liderine karşı kendisini küçük ve alçak gördüğü ölçüde onu gözünde büyütür ve bağlılığı kat be kat artar. Kendisi küçük bir böcek kadar değersizken, lideri gözünde koca ve erişilmez bir devdir. Onu nasıl eleştirip yaptıklarını sorgulayabilir ki?

Mensubunu aşağılama taktiği liderlerin hitaplarında bolca kullandıkları yöntemlerdendir. Kendilerinin önemli planları, yapılacak tonlarca işleri, gerçekleştirecekleri büyük amaçları vardır. Oysa cemaat mensupları oyunla oynaşla meşguldürler. En basit işleri bile becermekte yetersiz kalmaktadırlar. Hepsi yeteneksiz, tembel, iş bilmez yığınlardır. Liderleri olmasa kim onlara yol gösterirdi bilinmez!

Böylece biteviye yinelenen aşağılama seansları sayesinde cemaat üyeleri de kendilerinin ne kadar yeteneksiz, tembel, aptal, iş bilmez, beceriksiz kişiler olduklarına inanmaya başlarlar. Oysa hayatlarının en büyük fedakârlığını yapmışlardır ve doğru olup olmaması bir yana her şeylerini geride bırakıp yüce amaçlar uğruna tüm iradelerini liderin ve cemaatin iradesine teslim etmişlerdir. Böylesi bir fedakârlık aslında liderin bile kendi adına gerçekleştiremediği zor bir iştir. Çünkü liderler iradelerini kimsenin eline teslim etmezler. Oysa cemaat mensupları bunu görebilecek veya söyleyebilecek bir özgüvene sahip değildirler.

Cemaatin yapısı ve liderin konumu ile yaptığı işlere gelecek eleştirilere karşı kullanılan en etkin kalkanlardan birisi bu aşağılama yöntemidir. Birisi lideri, cemaatin genel gidişatındaki yanlışları eleştirmeye kalkışmasın, hemen “sen kim oluyorsun, bugüne kadar ne yaptın, liderimizin başardığı işlerin kaçta kaçını yaptın ki onu eleştiriyorsun?” tarzında saçma bir cevapla karşı karşıya kalıverir. Liderin yapabildiklerini yapamamak, onu eleştirme hakkına sahip olmamanın en temel gerekçesi haline getirilmektedir. Bir de buna Saff suresinde geçen

“Ey iman edenler, niçin yapmayacağınız bir şeyi söylüyorsunuz? Yapmayacağınız bir şeyi söylemek, Allah katında çok büyük bir günahtır”[18]

ayetleri ekleniverir. Oysa ayetlerde kastedilen, yapılmaya niyeti olunmayan bir şey için “yaparız’” denilmesinin büyük bir günah olduğudur. Ayet kişileri eleştirme hakkının şartlarını belirlemek veya sınırlandırmak için inmemiş, bambaşka bir maksatla inmiştir. Aynı şekilde peygamberin arkadaşları, vahyin müdahalesinin olmadığı her durumda peygambere açıkça fikirlerini ve eleştirilerini sunmaktan geri durmamışlardır. O, peygamber olduğu halde ilişkileri böyleyken, sonraki dönemin liderlerinin kendi yapabildikleri ve başkalarının yapamadıkları üzerinden eleştirilemez olduklarını söylemeye kalkışmalarının akla uymayan bir durum olduğu çok açıktır.

Kendini yüceltirken tebaasını veya rakiplerini küçümseme yöntemiyle insanları kendine bağlama ve itaate zorlama hadisesini, Kur’an’da Firavun’la kavmi arasındaki ilişkide çok net olarak görmek mümkündür:

“Firavun halkına bir nutuk çekerek “Ey kavmim!” dedi. “Mısır’ın hakimiyeti bana ait değil mi? Bütün bu nehirler benim hakimiyetim altındaki topraklarda akmıyor mu? Benim, bu ülkenin hakimi olduğumu görmüyor musunuz? Ben, ne demek istediğini bile anlatamayan şu zavallı adamdan (Musa’dan) daha üstün değil miyim? Madem bu adam peygamber ise neden ona altın bilezikler verilmemiş, neden yanında melekler gelmemiş?” Firavun böylece halkını da aşağılamış oldu. Onlar da bu aşağılamayı kabullenerek ona itaat ettiler. Çünkü onlar iyice yoldan çıkmış bir halktı.”[19]

Tüm bu durumlara meydan verebilecek bir oluşumun ortaya çıkabilmesinin geri planında bir de liderlerdeki hastalıklı şahsiyetin etkisi rol oynamaktadır. Liderlerin pek çoğu az ya da çok, belli ya da belirsiz psikolojik hastalıklarla maluldür. Tabii ki bu söylediğimiz hastalıklı yapıların oluşmasına yol açan liderler için geçerlidir. Bu tip liderler kendilerindeki psikolojik sendromları aynen cemaat üzerinden yansıtırlar ve yapı buna göre biçimlenir.

Liderlerin pek çoğunda az ya da çok gözlemlenebilen bir hastalık megalomanidir. Megalomani, kendini büyük görme, büyüklük kuruntusuna kapılma hastalığıdır. Liderler kendilerinin normal insanların çok fevkinde oldukları kompleksi içindedirler. Bu hastalık sebebiyle, kendilerinin yüceltilmesinden hoşnut kalırlar. Yüceltilmek isterler. Bu yüzden başkalarının onları aşan yetenek, fikir ve başarılarına tahammül edemezler. Onlar üstündür ve her şeyin en iyisi sadece onlara ait olandır! Tarihteki megaloman liderler olayları vakanüvislerine yazdırırken kendi adlarını baş tarafa yazdırırlar. Bu nedenle Mısır’ı Fransız ordusu değil Napolyon fethetmiştir, Gal memleketini fetheden Roma ordusu değil Sezar’dır, Roma kapıları önünde, imparatorluğu titretmiş olan Kartaca ordusu değil Anibal’dır.[20] İstanbul’u Osmanlı ordusu değil Fatih Sultan Mehmet fethetmiştir.

Megaloman bir liderin en iyi fikrin, en doğru kararın, en iyi işlerin kendisine ait olduğunu, dolayısıyla ona karşı fikir ve eleştiri öne sürülemeyeceğini, hareketlerinin başkaları tarafından asla engellenemeyeceğini ve hesap sorulamayacağını düşünmesi ve her iyiliğin sebebi olarak kendisini görmesi bu hastalığının bir neticesidir. Bu tip liderler kendilerini alçak hissetmelerine yol açan her türlü bağ ve bağlılıktan sıkılırlar.

Liderlerin pek çoğunda görülen bir diğer hastalık çeşidi de paranoyadır. Paranoya; sanrılar, yani gerçek olmayan düşünceler üzerine kurulu, kişinin algılamalarının normal dünyada olmayan şekilde, kaygı ve korku içerikli olarak biçimlenmesine dayalı psikolojik bir rahatsızlıktır. Paranoyanın en dikkat çeken özelliği, hastanın hayatını sanrısına göre biçimlendirmesidir. Bu sebeple teşhisi zordur, psikiyatrik bulguları da yoktur.

Tarihte büyük etkiler uyandırmış pek çok liderin paranoyak olduğu düşünülmektedir. Örneğin Hitler ve Stalin bilinen en meşhur paranoyaklardandır. Paranoyak liderler, paranoit karakterlerini siyasetlerine yansıtarak toplumlarına insanlık tarihinin en büyük acılarını yaşattılar. İlginçtir, politikalarını tamamıyla paranoit sanrıları ve komplo teorileri üzerine kurmalarına rağmen, bunları halklarına; hatta kendileri için ölmeye hazır bilim ve düşün adamlarına, gazetecilere, generallerine inandırdılar ve onları peşlerinden sürükleyebildiler.[21]

“Örneğin Stalin son derece güvensiz, hastalık düzeyinde kuşkucu bir insandı. Bir insana bakıp şöyle diyebilirdi: ‘Bugün gözlerin niye bu kadar hilekârca bakıyor?’ Hastalıklı kuşku, onun yıllardır tanıdığı önde gelen partililere bile güvenmemesine neden olmuştur. Her yerde ve her şeyde ‘düşmanları’, ‘ikiyüzlüleri’ ve ‘casusları’ görüyordu.”[22] Bu paranoit sanrıları yüzünden Stalin milyonlarca kişiyi katletti. Kurbanlarının sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, bunun 20 milyondan aşağı olmadığı söylenmektedir. Sayı ile ilgili tahminler 40 milyona kadar çıkartılmaktadır. Stalin insanlık tarihinin en büyük kitle katliamcısıdır. Hem kendine yakın olanları, hem düşman gördüklerini hem de gelecekte düşman olabileceklerinden korktuğu kişileri de öldürttü.[23]

Paranoit kişiliğe sahip bir lider kişisel sanrılarını tebaasına telkin ederek korkularını grubun genel karakterine dönüştürür. Hastalıklı düşünceler, büyük amaçlar için bir araya gelmiş seçkin kişilerin özel hedefleri haline gelir. Birbirine benzer özelliklere sahip olmalarına, hemen hemen aynı kaynaklardan yararlanmalarına ve aynı ortak şartların bir ürünü olmalarına rağmen bazı cemaatlerin aşırı şiddet eğilimli, bazılarının daha ılımlı; bazılarının aşırı gizli ve kapalı, bazılarının ise topluma daha açık olmasının geri planında liderlerinin paranoit özelliklerini cemaatlerine taşımaları vardır. Paranoyak bir lider grubunu şiddet yanlısı, gizliliği amaç haline getiren bir yapıya dönüştürür.

Paranoyak liderin en büyük korkularından birisi, grup içindeki özerkliğini ve otoritesini yitirme korkusudur. Bu yüzden cemaatinde sürekli muhalif kokuların peşini takip eder. En küçük bir ayrıntıyı bile kaçırmamaya özen gösterir. Bu nedenle en yakınındakilerden cemaat bireylerinin durumlarıyla ilgili sürekli raporlar alır. Daha da ötede muhalif olduğuna dair hiçbir işaret taşımamasına rağmen, ilerde kendisine rakip olabilme kapasitesine sahip elemanları hisseder. Bu konuda ciddi bir beceriye sahiptir. Bu tip şahsiyetleri ezer, grup içinde yükselmelerine fırsat vermez, faaliyetlerini sınırlandırır. İlk bulduğu fırsatta da onları cemaatin dışına iter.

Liderlerde rastlanan bir diğer hastalıklı karakter de “narsistik” olmalarıdır. Bunların kendilerine olan sevgileri çok güçlüdür ve kolayına kendilerinden başka sevilecek bir nesne görmezler. Herkesin sadece kendilerini sevmesini, kendilerine hayranlık duymasını ve sadece kendilerinin yaptıklarının övülmesini isterler. Bu kişisel bozuklukları nedeniyle sonsuz başarı, güç ve görkem fantezileriyle uğraşırlar.[24] Narsisizm, lider olma isteğinin en önemli tetikleyicisidir. Bu duygunun tatmin olması bir topluluk içinde büyüklüğünü göstermek ve güçlülüğünü başkaları nezdinde ispat etmekle mümkündür.

Narsistik liderler, “kimliklerinin yalnızca ‘iyi’ parçasını kabul ederek sanki ‘Tanrı’nın dünyaya bir ihsanı’ imiş gibi davranmaktadırlar: Güzellikte, zekâda, güçte vb. ‘bir numara’dırlar.”[25] Oluşturdukları grup/cemaat onların narsistik duygularını tatmin ettikleri bir araç gibidir. Liderlik ettiklerini buna inandırırlar. Hurafe üretimi yoluyla üstün niteliklerini tebaalarına kabul ettirirler.

O, “başkalarını ‘cam fanus’ aracılığıyla gözlediği kendi yalnız krallığında yaşamaktadır. Camın dışında olanların bu krallığa hayranlık ve kıskançlıkla baktıklarını ve kalleş olduklarını düşündüğünde vicdanı sızlamaksızın, duygusal yönden mutlak bir önemsizleştirme ile onları birer ‘hiç’ olarak görmektedir. Narsistik kişilikteki insanlar, buna uygun olarak bir başkasının başrolü kendilerinden alma olasılığıyla karşı karşıya geldikleri zaman haset duygularına kapılmaktadırlar.”[26]

Narsistik liderlerin “kişilik yapıları, onları kendi üstünlüklerinin altını çizmek için yandaşlarından bazılarını değersizleştirme ya da kendilerine özlemini çektikleri saygıyı gösterecek olanlara büyük bir değer verme yoluyla yandaşlarını yönlendirmeye itmektedir. Bu tür politik liderler, kendi dolaysız çevreleri içinde kendilerine hayran olan kimselerin tüm bireyselliğini inkâr eder ve onları, kendi büyüklüklerinin destek noktası olarak kullanırlar.”[27] Liderlerin yakınında yer alan yeteneksiz pek çok kişinin gösterdikleri çok kötü performanslara rağmen uzun yıllar konumlarını koruyabilmelerinin geri planında bu gerçek yatmaktadır. Bu tip yeteneksiz şahsiyetler liderlerinin narsistik duygularını tatmin etmede gösterdikleri üstün performans ve liderlerinin üstün şahsiyeti karşısında kendi kişilik özelliklerini inkâr etmeleri nedeniyle, ne kadar başarısız olurlarsa olsunlar konumlarından uzaklaştırılmazlar.

Liderlerin paranoyası ile narsistik duyguları arasında da bir ilişki vardır. Onların asıl büyük korkusu, gruplarının dağılmasıyla narsistik duygularını tatmin edecek elemanlardan yoksun kalma korkusudur. Bu nedenle bazen cemaatler dağılır, ama bu narsistik liderler onlara bu duygularını tatmin ettiren bireylerin etraflarından uzaklaşmaması için ellerinden geleni yaparlar. Çünkü onlara muhtaçtırlar. Zaman zaman bu ezik elemanlarını toplayarak yaptıklarını övmelerini isterler.

Liderler aşırı derecede ihtiraslıdırlar ve inanılmaz tutkuları vardır. Ancak ihtiraslarını ve tutkularını cemaatin amaçlarıyla örtüştürürler. Kendi tutkularına dava ya da ideoloji süsü verirler. Bu tutkularını meşrulaştıracak kaynak ve dayanaklar bulmakta zorlanmazlar. Bu tip liderlerde var olan mal tutkusu cemaatin güya genel amaçlarına uygun olarak edinilen mülklerle tatmin edilir. Cemaatin ekonomik problemlerini çözmek için şirketler kurulur, faaliyetler yapılır. Cemaat mensupları da bu şirketlere ya madden ya da boğaz tokluğuna çalışarak destek verirler. Bu tip ekonomik yapılanmaların cemaatin genel menfaatine fayda sağladığı pek görülmemiştir. Ancak liderler bu yolla tutkularını tatmin edebilirler.

Liderler mala karşı öylesine tutkuludurlar ki, başında bulundukları yönettikleri her şeyin kendi malları olduğunu düşünürler. Sadece cemaati değil, cemaate bağışlanan maddi imkânları, cemaat üyelerine ait malları ve hatta cemaat mensuplarını bile kendine ait zannederler. Bu nedenle cemaate ait ortak mal varlıklarını kendi zimmetinde veya kesin güven duyduğu kişilerin zimmetinde tutarlar. Cemaat elemanlarının özel bir mülkü olmasına asla katlanamazlar. Bir sebebini bularak onu kendi üzerlerine geçirirler.

Cemaat liderlerinin yapı içinde böylece bir tür diktatöre dönüşmelerine yol açan özellikleri bunlarla sınırlı değil kuşkusuz. Daha ayrıntılı örneklerle bunların ortaya konulması ve açılması mümkündür. Tek tek bilinen cemaat liderlerinden yola çıkarak bunu açmak da mümkündü. Ama biz yöntemimiz ve prensiplerimiz gereği, farklı cemaat liderlerinde var olan ortak özellikleri veya bazılarında olup bazılarında olmayan ayrıntıdaki özellikleri, bu konuda yapılan araştırmalardan da yararlanarak isimler üzerinde durmadan ortaya koymaya çalıştık. Bu tespitleri yapmamız tüm cemaat liderlerini aynı kefeye koyduğumuz anlamında anlaşılmamalıdır. İyi niyetli bazı liderlerin sıraladığımız özeliklerden bir kısmına sahip olmalarına rağmen yaptıkları önemli işler vardır kuşkusuz. Bunları inkâr etmiyoruz. Ama bizim ana konumuz cemaat ve grup tipi yapılanmaların ve bunların liderlik kurumlarının bireylerin akletmeleri ve kişilik özellikleri üzerinde yaptığı engelleyici etkiler olduğundan menfi yönlere odaklanmamız zorunlu bir durumdu.

Liderlerin hasletleri ve yaptıkları iyi işler mensuplarınca zaten abartılarak bolca anlatılıyor. Ben bunun anlatılması işini liderlerin tâbilerine bırakıyorum.

Bir sonraki yazıda cemaatlerin tipik ortak özelliklerinden bahsederek konuyu derinleştirmeye ve lider cemaat ilişkilerinin farklı yönlerini ortaya koymaya çalışacağız.


[1] İhtilaflar Karşısında İslami Tavır, Yusuf el-Kardavi, s.66
[2] Yusuf el-Kardavi, age, s.64
[3] Yusuf el-Kardavi, age, s.71
[4] Yusuf el-Kardavi, age, s.61
[5] Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, s.127
[6] Vamık D. Volkan, Körü Körüne İnanç, s.70
[7] Vamık D. Volkan, age, s.70
[8] Eric Hoffer, age, s.11-46
[9] Mehmet Ali Büyükkara, “Dini Grup Yapılarında Dine İlişkin Muhtemel Anlama ve Temsil Sorunları”, Usûl Dergisi Ocak-Haziran 2007 sayısı s.109, 111
[10] Robert S. Robins, Politik Paranoya, s.110
[11] Mehmet Ali Büyükkara, agm, s.112
[12] M.Ali Büyükkara, agm, s.121, Eric Hoffer, age, s.138, Robert S. Robins age, s.136, Vamık D. Volkan, age, s.202-203, Hamdi Kalyoncu, Liderlere Tapınma Psikolojisi, s.54
[13] Hamdi Kalyoncu, age, s.59
[14] Etienne de La Boêtie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev
[15] Hamdi Kalyoncu, age, s.82
[16] M.Ali Büyükkara, agm, s.122
[17] Örneğin, mehdi inancı, İsa’nın dirilerek geri dönüşü, mucize beklentisi vs.
[18] Saff suresi, 61/2-3
[19] Zuhruf, 43/51-54
[20] Hamdi Kalyoncu, age, s. 23
[21] Robert S. Robins, age, s.34-35
[22] Vamık D. Volkan, age, s.272
[23] Robert S. Robins, age, s.296-297
[24] Vamık D. Volkan, age, s.176
[25] Vamık D. Volkan, age, s.285
[26] Vamık D. Volkan age, s.287
[27] Vamık D. Volkan age, s.291

http://islamiyorum.com/index.php?sayfa= ... 07&sayi=72

1. sayfa (Toplam 1 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/