Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: AGNOSTİSİZMDEN 'İTTİFAK' TÜRETMENİN İMKÂNI
MesajGönderilme zamanı: 26.06.09, 10:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
AGNOSTİSİZMDEN 'İTTİFAK' TÜRETMENİN İMKÂNI

Prof. Dr. İlhami Güler*

Tartışmanın belli bir edep dairesinde, argümanlara dayanarak yapılması tartışanları olduğu kadar, kültürleri ve toplumları da zenginleştirir, geliştirir. Sayın Mahcupyan’la tartışmamız bu niteliklere sahiptir. Eğer okuyucularımız olduysa ve bıktırıcı da olmayacaksa –öyle umuyorum- Sayın Mahcupyan’ın 20 Mayısda bu sayfada serdettiği itirazlarına ve bir iki de yanlış anlamalarına tekrar cevap vermek istiyorum.

Önce medeniyet tanımına ilişkin bazı hususlara değinmek istiyorum. Kavramın çok netameli ve tartışmalı olduğunu herkes biliyor. Tartışmanın anlamlı olabilmesi için kendi pozisyonumu netleştirmem gerek. Ben, ‘ittifak’tan daha ziyade ‘kimliksel hal’in kavram için daha temel ve belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu durum, tarihsel olarak ittifakı olmasa da kültürel alışverişi dışlamaz. Medeniyetler, ‘hareketli özcülüğün’ iyi bir örneği olarak hem bir ‘kim’liğe sahiptirler, hem de başka kültürlerden ve medeniyetlerden beslenirler. Kültür, ruh, prototip, dünya görüşü, paradigma, medeniyet vs. adı değişse de, epeyce sayıda düşünce/kültür ve medeniyet tarihçisinin üstünde oydaştığı belli sayıda totaliteler var. Bu totaliteler, demografik olarak birden çok etnisite ve dili aşıp geniş coğrafyalarda uzunluğu değişik tarihsel kesitlerde bir mayalanma yaratır. Bu totaliteler, toplumların oluşturduğu bilim, sanat, felsefe, iktisat, siyaset, ahlak vs. gibi alt kültür kümelerini bir bütünlük (harmoni, aşure, mozaik) içinde topladığı gibi, örneğin ‘İslam Medeniyeti’ söz konusu olduğunda Emevî, Abbasî, Endülüs, Selçuklu, Osmanlı gibi tarihsel/siyasal gövdeleri de toplar. Bu, Necip Fazıl’ın bir şirinde “Bende bir şey vardı, her şeyi tutan bir şey” dediği şeydir. Sonra da bu “ruh”un, etkisi altına girdiğimiz Batı “medeniyet”inden farklılığını şöyle dile getirir: “Utanırdı burnunu göstermekten babaannem, kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem.”

Prometauscu, Seküler, Kahraman veya Duyumcul medeniyetin (Yunan/Roma ve 16. yüzyıl sonrası Avrupa) tarihsel bütünlüğü üzerine E. From da şöyle der: ‘İçimize dikkatlice bakacak olursak, çevremizdeki insanların ve liderlerimizin davranışlarını inceleyecek olursak, iyi, güzel ve değerlinin neler olduğu konusundaki görüşlerimizin, o eski Yunan ve German kahramanlarıyla tıpatıp benzediğini görebiliriz. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın tarihi –Hıristiyanlık dininin kabul edilmiş olmasına rağmen- zorbalıkların, fetihlerin ve açgözlülüklerin tarihidir. En yüce değerlerimizi, diğerlerinden güçlü olmak, başkalarını boyunduruk altına almak ve onları sömürmek olarak sıralamak mümkündür.’ (Erich From, Sahip Olmak Ya da Olmak, çev. A. Arıtan, İstanbul 1990, s. 201). Müellifin Hıristiyanlığı (Schubar’ın tasnifinde‘Mesihçi’, Sorokin’in tasnifinde ‘Düşünsel’) bu (Kahraman/Duyumcul) ruhtan fiili/tarihsel olarak olmasa da, kültürel olarak istisna ettiğine dikkat etmek gerek. Avrupa’nın Hıristiyanlık parantezini Nietzsche Yeni Ahit’e inananların Hiristiyanca yaşaması olarak görmez. Hırıstiyanca olmayan bir yaşam(Kahraman ruh, Nordik-German) onu onaylayıp güç aracı olarak kullanmıştır der.(Heıdegger,Tanrı Öldü Sözü, çev: L. Özşar. Bursa.2001.s.20) Kölelerin özgürlük ideolojisi olan Hıristıyanlık, kendine Romayı örnek alıp örgütlenince ruhunu kaybetti.

Derrida, Kahraman ruhu ‘Huzur Metafiziği’; Levinas ise, Ötekini inkâr eden ‘Ayniliğin Ontolojik Emperyalizmi’ olarak niteler (Eurocentrism). Unutmayalım ki, bu yüzyılın başlarında(Birinci Dünya savaşı) yapılan insan kıyımları da, İkinci Dünya savaşında yapılanlar da bu ruh veya bu ruhun ‘iğvasına’(ırkcılık, milliyetcilik)kapılanlar tarafından yapıldı. Ancak, Konfüçyanizm/Budizm’in ‘uyumlu’ ruhu önce Komünizme, sonra da Kapitalizm’e ayartılmadan önce ve Hinduizm’in ‘Zahid’ insanları Kapitalizme ayartılmadan önce ‘Kahraman/Duyumcul’ insandan bambaşka idiler.

Gelelim Sayın Mahcupyan’ın maddeler halindeki itirazlarına. Aynı sıraya sadık kalarak mülahazalarımı serdedeceğim.

1. Hantington’un –siyasal bir stratejist olarak- ortaya attığı tezin politik bir manevra olduğu kanaatindeyim. Çünkü ortada yükselen bir Hindu/Zahid veya Budist, uyumlu (Çin) medeniyet/ruh yoktur. Tam tersine Kahraman kültürün iğvasına kapılmış, kendileri de kahraman olmak isteyen insanlar var. Habermas’ın dediği gibi, artık Modernite sırtımızda bir deri gibi. Ben de zuhurunun şiddetinden dolayı ‘her yerde’ demiştim. Çağdaş Duyumcul/Kahraman kültür, Hint-Çin Uygarlıklarını da İslam (Osmanlı) uygarlığını da durdurdu, onlara galip geldi.

2. Bu gerçek, bu üç uygarlığın (Çin, Hint ve İslam) kendi başarısızlıklarını, zaaflarını inkâr etmeyi veya görmemezlikten gelmeyi gerektirmiyor. Kendi payıma (İslam uygarlığı) konuşacak olursam, İslam uygarlığının doğuş tarihlerinde (7-13 yy) hareketli bir öze sahipken, 13. yy ila 20. yy arasında, durgun bir özcülüğe yuvarlandığını ve düşünsel anlamda aklı kullanma yerine hafızayı geliştirdiği, cepten yediği ve sürekli geviş getirdiğini (et-Tekraru ahsen, ve lev kane yüz seksen, Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur) itiraf edebilirim.


3. Ben, medeniyetlerin kimliğinin Sorokin’in iddia ettiği gibi hayatın/insanın/dünyanın nihaî hakikat değerinin ne olduğuna ilişkin soruya verilen cevaplara (Duyumcul, Düşünsel, İdealist/Sezgisel) bağlı olarak şekillendiği tezine katılıyorum. Kişi, zamanla bu cevaplardan birine olan güvenini/inancını/itibarını kaybedip ötekine geçebilir. Veya günümüzde olduğu gibi, birinin başarılı olması diğerlerini kendine çekebilir. Veya zihnen bir yerde, bedenen başka bir yerde olabilir (örneğin son yıllarda Avrupa’da ve Amerika’da Spritüalist, Mistik, Budist akımların yaygınlık kazanması gibi). Ancak, agnostik olmanın dışında bu sorunun, yani insan olma yordamının başka cevabı yoktur. İnsanlığın kültür hazinesinde yoktur. Bu gerçek ile bu kimliklerin öteki ile ilişkisinde totaliterliğe veya demokratikliğe olan eğilimleri ayrı şeylerdir. Prosüdürel olarak demokratik olunması gerektiğinde Mahcupyan’la aynı fikirdeyim. Duyumcul kültür, özgürlüğü Levinas’ın dediği gibi “kendisi-için” insan olarak temellendirdiği için,demokrasi,insan hakları ve hukuk devletini de-bunlar evrensel değerler olmalarına rağmen- “kendi içinde” tutmuş, ötekine layık görmemiştir.Evrenselleşenler teknoloji ve sınırsız üretim-sınırsız tüketim(kapitalizm) oldu.

4. Eğer yukarıdaki iddia doğruysa, 16. yüzyıldan sonra tekrar aynı öncüller üzerine aktüelleşen Avrupa-Burjuva (Duyumcul/Kahraman) uygarlığı, bilimsel bilgi/teknoloji dışında artı bir değer ürettiği konusunda sayın Mahcupyan kadar emin değilim. İlkçağ Sofistlerinin felsefî perspektifini yeniden üreten Nietzsche, post-modern bir rölativizmin (kimilerine göre nihilizm) gelişmesine katkıda bulundu. Bu doğru. Ancak bu dalga Avrupa uygarlığının derininde yatan ‘Huzur Metafiziği’nin ve aynılığın ontolojik emperyalizminin epistemolojideki araçsal-akılcılığını (pozitivizm) politikadaki acımasızlığını (kapitalizm/emperyalizm), bütün yaldızlı insan hakları söylemlerine rağmen kendi dışındaki dünyaya karşı sömürgeci tutumunu (şirketlerin küreselleşmesi) pek fazla etkilemiyor. Bosna, Raunda, Irak, Afganistan Gazze… olayları bunu göstermiyor mu?


5. İnsanlığın bir bölümünün veya tarihte hiç görülmediği üzere bugün büyük bir bölümünün bir medeniyet halinden ötekine geçişinin yasasının bilinemiyor olması, bu hallerin gerçekliğini veya geçişlerin olgusallığını mantıken yalanlamaz. Geçişleri izah eden organizmacı (Spencer, Toynbee, İbn Haldun), ahlakçı (Schweitzer) teoriler vardır. Ancak tutarlılıkları tartışmalıdır. Mega tasniflerin zamansal sınırlarının, gövdelerinin bütünlüğünün üzerine, hayli zengin tartışmalar vardır. Ancak bu, bizim insanlığın tarihsel macerası üzerine düşünmemizi, onu anlamaya çalışmamızı, kategorize etmemizi, bugün tarihsel olarak nasıl bir momentte bulunduğumuzu anlamamız için engel teşkil etmemelidir. Atıfta bulunduğum Sorokin’in ‘Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri’ adlı kitabı, bu tartışmaların iyi bir özetini verir.

6. Öz ile Varoluş arasındaki derin felsefi tartışmaya dalmadan, katı özcülük ile (Aristo, Pozitivizm) katı rölativizm (Sofistler, Post-Modernizm) arasında bir yolun olduğunu söylüyorum.Sayın Mahcupyan’ın durduğu yerin de burası olduğunu sanıyorum. Fiziksel nesnelerin, Biyolojik canlıların derinindeki hareket ve oluşuma (Kevn ve Fesad) rağmen bir ‘Kim’likleri, türleri, cinsleri olduğu gibi, kültürlerin de hareket eden, değişen, gelişen, alış-veriş yapmalarına rağmen bir kimlikleri, ‘ruhları’ vardır. İnsanlar, bu kimliklerin farkında olmaya bilirler, terk edebilirler, değiştirebilirler, ancak kültür prototiplerinin, paradigmaların, dünya görüşlerinin, uygarlıkların, bunları taşıyan etni-siteleri/dilleri ve onların jenerasyonlarını aşan ömürleri vardır. Siyaset ve siyasî önermeler de iktisat, felsefe, ahlak, bilim, sanat… vs. alt-kültür kümeleri gibi üst-sisteme, paradigmaya gevşek veya sıkı bir biçimde bağlıdır. Örneğin Makyavelli, Avrupa’nın düşünsel (Hıristiyanlık) üst-sistemden Duyumcul üst-sisteme geçerken, Duyumcul üst-sistemin mukaddemlerini/öncüllerini siyaset felsefesinde üreten adamdır. Dekart Felsefede, Kant ahlakda, Vico tarihde … bu işi yaptılar.

7. İslam’ın kurucu metinleri ve bunların ‘hareketli özcülük’ bağlamında yorumlanması (Ehlu’r-Re’y, Logos, İctihâd) İslam uygarlığını yaratmıştır. Müslümanlar, kültürel komşuları olan Yunan, Hind ve İran’dan çeviriler yaparak, bu kültürel kategorilerle iletişime, etkileşime girerek birçok kültürel unsuru kendi bünyelerine katmışlardır. Örneğin, İran devlet geleneği Emevi-Abbasi bürokrasisini etkilemiştir. Hint kültürünün ve Yeni Eflatunculuğun başat unsuru olan ‘Zahid’ zihniyet, İslam kültüründe ‘Tasavvuf’ olarak kristalleşmiştir. Yunan felsefesi, İslam felsefesine ruhunu vermiştir, tabiat bilimlerine Müslümanlar katkıda bulunmuşlardır… Fakat bütün bu etkileşimleri kurucu metinler (Kur’ân, Hadîs) şekillendirmiştir. Tıpkı Ortaçağ bilimini, felsefesini, mimarisini, siyasetini… İncillerin ve Kilise’nin şekillendirdiği gibi. 13. yüzyıldan itibaren giderek düşüncenin yerini taklîd, yani Re’y (düşünce) ekolünün yerini, texti/metinleri ve rivayeti (geçmişi) önceleyen ekol (Ehlu’s-Sunne) almıştır. Bu dönüşümün organizmacı (İbn Haldun) açıklaması olduğu gibi, çok nedenli tarihsel, politik, psikolojik, teolojik, ekonomik açıklamaları da vardır.

8. Nihayet son nokta olarak, insanlığın nereye gitmesi gerektiğine ilişkin soruyu insanlık sormuş ve bir yaşam yordamı olarak bu soruya Sorokin’e göre üç (Duyumcul, Düşünsel, Ülkücü/Sezgici) Schoubart’a göre de dört (Kahraman, Uyumlu, Zahid, Mesihçi) cevap vermiştir. Her ikisine göre de şu anda gezegenimiz (16. yüzyıldan itibaren) yükselen Kahraman/Duyumcul kültürün etkisindedir: ‘Maddî değer, servet, fizikî rahatlık, zevk, erk, ün ve popülerlik Modern Duyumcul (Kahraman) insanın uğrunda dövüştüğü ve uğrunda mücadele ettiği esas değerler olmuştur. Tanrı Krallığının değerleriyle birlikte bunlara da dudakta kalan (sözde) bir bağlılık gösterilmeye devam edilmiş, fakat gerçekte önemli olmaktan çıkmışlardır…’ (Sorokin, a.g.e, s.176.)Evet, bugün, iç dünyalarında milyonlarca Budist, Hindu ve Müslüman, ideolojik olarak (inanç) kimliklerini sürdürseler de, davranışsal ve maddi unsurlarıyla Kahraman/Duyumcul kültürün/uygarlığın etkisindedirler. Bu nihaî cevaplara inanmaları onların davranışlarını ve maddi dünyalarını fazla etkilemiyor. Bu durum, ancak onları davalarını kaybetmiş, ‘dindar’lar kılar o kadar. Fazla değil. Hinduizmin, Budizm’in mukaddemlerinin felsefî metanetinin gücüne/tutarlılığına veya davranışlarının geçerliliğine müntesiplerinin Kahraman uygarlığa adapte oluş kabiliyetlerine bakarak hüküm verebiliriz. İslam’ın bir “Hareketli özü” olduğu için –Müslümanların ayartılabilirliğine rağmen- hala direniyor. Bugünkü nisbî fiziksel çatışmadan öte ilerde gerçek entelektüel bir ‘çatışma’nın yaşanıp yaşanmayacağını İslam dünyasının entelektüel bir performans gösterip göstermeyeceği belirleyecek. Hayata böyle bakma ise benim ‘ataerkil’ olmamdan değil, insanlık için –tıpkı Karaman kültür gibi- bir ‘dava’ya sahip olmamdan kaynaklanıyor.

Cennetini yeryüzünde kurmak isteyen insanın amacı ile uhrevi dinlerin nihaî amacı asla örtüşemez. Yaşamın biricik olduğuna inanan bir insan için ‘ölüm eğer yaşanmamış bir yaşamın sonunu oluşturuyorsa daha da korkutucu hale gelir. Bu durumda ölüm korkusu, ölümden sonrasına yönelik değildir. Aksine, boşa çıkan umut ve beklentilerin son bulduğunun kesinliği karşısında ölümden öncesine ilişkin duyulan dehşeti yansıtır. Ve O’nu vahşice koruma stratejilerine iter: ‘Ya ben ya da onlar’.” (Bucher, A.,Yüzyılımızda İnsanYüzyılımızda Felsefesi, Haz: İ. Kuçuradi, Ankara 1997, s.218). Bu son cümleyi Veled Bush’un ağzından duymuştuk. Obama da Ebu Gureyb fotoğrafları sansürü ve Guantanamo konusundaki vadinden dönerek kendine inananları hayal kırıklığına uğratmaya başladı bile. ‘Melez’ Obama’nın bu zeminde herhangi bir iz açabileceğine pek ihtimal vermiyorum. El an üzerinde/içinde bulunduğumuz kültürün yarattığı sosyal karakterin dominant niteliği Fromm’un dediği gibi eğer ‘istifçi’, ‘sömürücü’ ve ‘alıcı’ karakterler ise, (Sahip Olmak), sizin Hz. İsavari –onun davası koşulsuz sevgiydi- gerçekçi olmayan ‘ittifak’ davanızın pek bir anlamı yoktur. İttifak, bu kültürde içeriğini NATO gibi silahlı örgütlerde veya AB ve ABD gibi ekonomik entegrasyonlarla somutlaştırıyor. BM ise, hal-i hazırda bunların icraatlarını insanlığa meşrulaştırma aracıdır. Çünkü bu kültürün kurucu kahramanlarından(filozoflarından) Demokritos: ‘Savaş, her türlü iyi şeyin babasıdır’ demişti.

Demokratik zihniyet, Politik bir prosedür olmanın ötesinde, sayın Mahcupyan’ın lügatinde epistemolojik ve teolojik bağlamda nereye gideceğini bilememe olarak felsefî düzlemde ‘Agnostisizm’e denk düştüğüne göre, insanlığın bu belirsizliğe tahammülü olmadığı ortadadır. O halde, herkes nereye gideceğini kendince biliyor. Nasıl gideceğini (yaşam yordamını) de aslında bu gideceği yer belirliyor. Sorun, hayat hakkında bütüncül/mega inanışlara veya ideolojilere sahip olup-olmamak değildir; sorun, sahip olduğunuz din, öğreti veya ideolojinin özellikle “öteki”ne karşı bakışıdır. Hintliler ve Çinliler (Zahid ve Uyumlu tipler) Kahraman kültür tarafından ayartılıncaya kadar, tarih boyu hiç yurtlarından çıkmadılar.

Hıristiyanlar (Katolikler), öz (Protestan) ve üvey (Müslüman) kardeşlerine karşı dinsel sefere çıktılar(Haçlı savaşları, Din savaşları). Müslümanlar da onlara karşı sefere çıktılar. Bu, Düşünsel/Mono-Teist prototip veya Üst-sistemin kendi içindeki “iç-kavgası”ydı. Ötekine karşı müsamaha ve şiddete başvurma hususunda Müslümanların Teolojisi, Hırıstıyanlara oranla daha barışçı idi. Çünkü dinleri, Hrıstiyanlıkta olduğu gibi zorla din değiştirmeyi onaylamıyordu. Tam tersine: “Sizin dininiz size, benim dinim bana”(109/6) veya “Dinde zorlama yoktur”(2/256) diyordu. Kendi dışındakiler(gayr-ı müslimler), kendileriyle “Hayırlarda yarışılacak”(2/148) veya “zımmetullahi ve resulih=Allah’ın ve Resulünün korumasında” olan insanlardır. Düşmanları ise, gayr-i müslimler değil, “Sadece zalimlerdir.”(2/193) Kahraman insan ise, -Hıristiyanlık parantezine rağmen- dünyayı kasıp kavurmaya Romadan beri devam ediyor. Sonucu Fuzuli’ye bırakalım:
“Yok aradığın dilber bu şehr-i içre ey Fuzuli,
Bir peri-suret görünmüş, bir hayal olmuş sana.”

*Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi · Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Ana Bilim Dalı ilhamiguler@hotmail.com

----------------------------
NOT: Bu yazı, Etyen Mahcupyan ile sürdürdüğümüz tartışma bağlamında son olarak onun 20 Mayıs 2009 tarihli ZAMAN gazetesinde yayınlan cevabi yazısına cevap olarak kaleme alınmıştır. Yazıyı gazeteye gönderdikten sonra uzun zaman geçmesine rağmen, -yaklaşık bir ay-tartışma ritmi göz ardı edilerek yayınlanmamıştır. Nedeni sorulduğunda da, gazetenin kendi yayın politikası gereği, daha önemli gündemleri olduğu söylenmiştir. Bu cevabın tatmin edici olmaktan uzak olduğu ortadadır. Ben, cevabımı TIMETÜRK okuyucuları ile paylaşmak istedim. Merak edenler ekli link’den http://www.zaman.com.tr/haber.do?habern ... i-cikar-mi
dönüp Mahcupyan’ın tezlerini okuyabilirler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye