Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 10 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 19.04.10, 11:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk

Ahmed TAŞGETİREN


Genç bir toplumuz. 70 milyonluk nüfusumuzun 26 milyonu 18 yaşın altında, yarısı da 20 yaşın altında. Dörtte üçü 40 ve daha aşağı yaşlarda. 65 yaş ve daha üstündekilerin toplam nüfusa oranı ise sadece yüzde 4.8.

Genç bir toplumuz ve gençliğimiz problemli. "Suçlu çocuk - Suçlu gençlik" bir problem olarak Türkiye'nin gündeminde. İlk öğretimde esrar kullanma yaşı 10-11'e inmiş durumda. Bu yaşlarda en az bir kere sarhoş olanların oranı yüzde 13.1. Sigara, alkol, bally çocukların dünyasında. İntiharlar var, cinayetler var, çeteleşme var.
Türkiye'nin geleceğinden endişe etmek için her şey var.
Oysa böyle bir genç nüfus, her ülke için büyük bir potansiyel olabilir.

Haşr Suresi, ayet 18:
"Her insan, geleceğe ne gönderdiğine baksın."
İnfitar Suresi, ayet 5:
"Her insan geleceğe ne gönderdiğini, geride ne bıraktığını bilecek."


Bu ayetlerle Allah Teala insana, dünya hayatı - ebedi hayat uyarısı yaptığı gibi, nesiller açısından "geleceği inşa" uyarısı da yapıyor.

Geleceğin taşları bugünden konuyor. Geleceğin toplumu bugünden inşa ediliyor, gelecek bugünkü çocukların - gençlerin yüreklerinde saklı.
Ne ekersen onu biçeceksin.

Bir tuba ağacına da su verebilirsin, bir zakkuma da...
Bir Fatih de büyüyebilir çocuklarımızın yüreğinde, bir eşkıya da...


Genç nüfus, sağlıklı yetişmezse büyük risk, bir atom bombası, sağlıklı yetişirse büyük imkan, bir rahmet yağmuru...
İnsan, bir ülkenin en önemli sermayesi... İnsan sermayesi de, onun insanlığa katkısı ile ölçülüyor.

Belki tüm dünya gençliği problemli, Ünlü psikolog Jung'un dediği gibi "Çağımızın nevrozu kollektif bir ruh yitimi." halinde.

Değerli bilim adamı Psikiyatr Kemal Sayar'ın dediği gibi "Modern şehrin üzerinde melekler dolaşmıyor."

Ama biz, gençliğin yüreğini dokuyacak ışıklara sahip olduğumuz halde problemlerle boğuştuğumuz için bu gerçeklik bizi daha çok yakıyor. Tüm dünya gençliğine sağlıklı bir yürek kıvamı sunacak potansiyele sahipken, problemlerle boğuşmak kahredici bir vakıa.

İstanbul sokaklarında uygulanan MOBESE sistemi, sokakları tarıyor ve görüntülüyor. Aynı uygulama New York'ta da devreye konmuş. Sokaklarda, metroda her yerde bir göz. Terör, gasb, soygun, elhasıl artan suçluluk, çareyi, bir anlamda her insanın başına bir polis dikme noktasına sürükledi. İnsanın insana karşı güvenlik ihtiyacı her geçen gün artıyor.

Şöyle bir soru:
-Acaba tüm insanlar çalsaydı, tüm insanlar gücü yettiği oranda şiddet uygulasaydı, tüm insanlar yalan söyleseydi... tüm insanlar, Kur'an'ın meleklere atfen bildirdiği endişe içinde "kan dökücü ve fesat çıkarıcı" olsaydı... bu sokak gözlemcileri yeterli olur muydu?
Ya o kameraların başındaki insanlar fesatçı, kan dökücü olsaydı... MOBESE'ye de bir MOBESE lazım olmaz mıydı?

Yüreği ihmal eden yaklaşımlar...
İmanı görmezden gelen çareler...
Allah'a bağlılığı gözardı eden laik yönelişler...
"Tanrısız, öte dünyasız ahlak" üretmeye çalışan seküler zihniyetler...

Ve işte geldiğimiz nokta:
Her insana bir gözlemci...
İnsanın insandan korkusu bu.
"İnsan insanın kurdu" çünkü... İlahi ölçülerden koptuğunda...

Türkiye'ye döndüğümüzde...
Neden "suçlu çocuklar" üretmeye başladı ülkemiz?
Onların doğarken kir düşmemiş yüreklerine ne oldu? Nasıl çalındı, yağmalandı? Biz ne veremedik, anneler - babalar, okullar, sokaklar, ekranlar, balya balya gazeteler...
Ya da ne verdik ki, böyle cam kırıkları üzerinde yürümeye başladılar. Elleri kirlendi, ayakları çamura battı, yüreklerinde kara lekeler oluştu?

"Kaybolan bir gençlik" sorunu çıktı ortaya, neden?

Belki adını bile koymakta zorlanacağız bu belalı sürecin...
Çünkü kendi reçetelerimize karşı savaş açmak gibi bir kısır misyon yüklendi üzerimize, toplum olarak...

Yüreğini kurtarmak gerekiyor çocuklarımızın, gençlerimizin?
Ne ile kurtarılacak?


Bunun çaresi fizik bünyeyi imar edecek doktorlarda değil. Kir yüklenmiş yüreği kardiyolog tedavi edemiyor, ya da ölçüleri darmadağın olmuş bir dimağa, beyin cerrahının - nörologun bistürisi şifa sunamıyor.

Bir başka iksir gerekli.
Bir başka kalb doktoru.
Bir başka beyin inşacısı..
.
"Din kenarda dursun, biz çocuğun beynini, kalbini dokuruz!"

Yok öyle bir şey.

İnsanoğlu'nun yürek ve beyin inşasında kullanacağı malzemeler ya Rahman'dan gelecek ya Şeytan'dan...

Güzelliğin kaynağı Rahman, çirkinliğin rehberi Şeytan...

Yalan kötü mü?
Cinayet kötü mü?
Hırsızlık kötü mü?
Uyuşturucu kötü mü?

Bir "değer üreticisi" lazım tüm bu değer yargılarını belirleyip insana sunacak...
Kim o?
Ben, sen, o değil. İnsana kalsa binlerce izafi cümle söyler, birinden ötekine darmadağın edilen... Üzeri çizilen...

Sonra sorumluluk kime karşı?
MOBESE'yi kuran güce karşı... MOBESE görmezse? Orada dilediğin cürmü işle...

Oysa "Allah'ı görüyormuş gibi, sen O'nu görmesen de O'nun seni gördüğü"nü yüreklere kazıyan bir bilinç yüklenmek var.

MOBESE'siz ama, Rabbin nazarları altında bir hayat...
Bu bilinçle örülmüş bir yürek, bir dimağ, bir kişilik.

Yüreği manen boşaltılandan erdem beklemek abes.

Yüreğine hiçbir nur konmayandan, ışık üretmesini beklemek boş.

Eğitim sisteminiz, neyi neden yetiştireceğine karar verememiş ise, ya da ona yüklediğiniz ideolojik misyonla, "Laik profan insan - Kutsalı elinden alınmış, Kutsalla bağı kopmuş, Kutsal'ı referans olmaktan çıkarılmış insan" yetiştirme görevi vermişseniz, rüzgar ekmeye başlamışsınız demektir ki, biçeceğiniz tek şey fırtınadır.

İşte çocuklar, öyle bir fırtınaya tutulmuş, öyle bir anaforun içine düşmüş savruluyor önümüzde...

Adını koymak:
Manevi Boşluk.

İşte budur Türkiye'de de, dünyada da, insanın başına musallat edilen bela.

Yürekleri boşaltılıyor insanın.
Kur'an diyor ki:

"Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından hiç ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz. Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar."
"Sonunda bize gelince arkadaşına: "Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü bir arkadaşmışsın!" der, pişmanlığın bugün size bir faydası olmaz, zira haksızlık etmişsiniz, şimdi azabda birleşiniz."
(Zuhruf, 36 -39)

Bu ayetleri dünya boyutunda da düşünmek mümkün, ebedi hayat boyutunda da...
Allah'ı anmaktan uzak olanın dostu Şeytan olur. Şeytan - ki Allah onu insan düşmanı olarak niteliyor- bir insanın yanı başında fısıldamağa başladığında da, onun bilincini tutsak eder ve onu "Hayvandan daha aşağı"lara, hayvanın yapmayı tasarlayamayacağı vahşetlere sürüklemek için elinden geleni yapar.

Aile, okul, sokak, medya...
Çocuk kişiliği bu dörtgen içinde oluşuyor.
Bu dörtlü içinde aile, en büyük duyarlılık, en büyük sorumluluk sahibi olmalı. Eğer anne - baba çocuklarını bir can yangını halinde yüreklerinde hissedebilirlerse, okula da, sokağa da, medyaya da nizam verebilirler.
Devletin, hükümetlerin, medyanın kafasını toparlamasını da, eğitim sisteminin ve çocuğa taşınan mesajların sağlıklı hale gelmesini de anne - baba hassasiyeti sağlayacaktır. Herkesin evinin kapısının önünü süpürmesinin en gerekli olduğu andır bu an... Çocuklarımızın soluduğu sokak havasını, okul havasını, medya dalgalarını temizlemek en hayati görev haline gelmiştir.

Okulların cezaevi, eğitim kadrolarının gardiyan, çocukların muhtemel suçlu, anne - babaların cezaevi ziyaretçisi haline gelmesini istemiyorsak... Hergün çocuklarımızın gözüne korkuyla, endişeyle bakmayı istemiyorsak, bir uyuşturucu tuzağına tutulmasına razı değilsek, ıskartaya çıkarılmış varlıklara dönüşmesinden endişe ediyorsak...
Devletin yüreğinin kapısını daha yüksek vuruşlarla çalmalıyız...

Bir çocukta bir Fatih de saklıdır, bir cani de...
Yonta yonta onun içindeki Fatih'i bulan, tarihe adını yazdıracak... Çürüte çürüte çocuğun bir caniye dönüşmesine imkan hazırlayan, utancı, ezikliği, mağlubiyeti, hüsranı, pişmanlığı paylaşacak...

Bir gün insana "Bak bugünlere gönderdiğine" diye seslenilecek. Bugün gördüklerimiz dünlerden gönderilenlerdir, onlar içine düştükleri çırpınışlarla bize "Yarına ne gönderdiğine bak!" diye sesleniyor.


Yazar: Ahmed TAŞGETİREN
Kaynak: Altınoluk.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 19.04.10, 13:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Şimdi şu yazıyı okuyunca iki farklı his hücum etti zihnime-gönlüme:

1. Öncelikle her satırının altına imza atarım. O kadar beğendim yazılanları...

***

2. Fakat yazarını düşününce bambaşka sözler geliyor dilimin ucuna:

Ey Ahmet Taşgetiren! Herhalde 60 yaş etrafındasındır.

Dervişane (?) bir tevazu arkasına gizlensen de ( bu gizlilik bir işe yaramazken hala ne diye ısrar edilir gizlilik perdesinin ardında durmağa ? onu da bil-e-mem.) herkes biliyor ki sen bir tasavvuf erisin.

Ey Ahmet Taşgetiren, bu şikayetleri kızından-oğlundan şikayetci "Cuma müslümanı" bir mesai arkadaşım yapsa ona hak veririm de...

Ey Ahmet Taşgetiren, sen ki elinde kalem olan bir insansın; günlük bir ulusal gazetede yazılar yazıyorsun; TV'lerde yorum yapıyorsun; radyolarda konuşturuluyorsun... (Ertesi gün çoğu çöpe gidecek konulara yorum yapmağa çalışıyorsun...)

Ey Ahmet Taşgetiren; ne diye açıkça yazmıyorsun?: "Ey ana-babalar çocuklarınızı-gençlerinizi tasavvuf dergahlarına götürün; mürşidlerin nazarına arz edin." diye...

Ey Ahmet Taşgetiren, "Öyle bir dergah mı var ? Öyle bir mürşid mi var?" dersen ; ben birşey demeyeyim, şuradaki kaç kardeşim üzülür...

Ey Ahmet Taşgetiren, yaşın 60'a dayanmış -ve belki geçmiş- iken hala hangi kaygıların hangi endişelerin girdabındasın ki bu "açık TASAVVUF daveti"ni yapmaktan sarf-ı nazar ediyorsun?

Ey Ahmet Taşgetiren, "TC yasaları var" diyorsan, bir bak Mehmet Şevket EYGİ'ye... (ki kendisi biat almış bir derviş ol-a-madığını yazmaktadır) Neler yazıyor tasavvuf düşmanlarını da İslam düşmanlarını da çatlatacak... Ve hiç değilse TASAVVUFA DAVET eden bu yazıları ile dualarımızı devşiriyor...

Ey Ahmet Taşgetiren, bugünlerde yazmazsan ; bu vakitte söylemezsen ne zaman yazacaksın - söyleyeceksin : "Ey insanlar kalblerin itminanı huzuru bir MÜRŞİD-i KAMİL eliyle tutunulacak silsilenin ZİKRULLAH'ındadır. Ruhların özgürleşmesi için illa ki TASAVVUFA MUHTAÇ bütün insanlık" diye...

Ne zaman ?

Ne zaman ?

Ne zaman ?

***

(Şu satırlar kalbimin-gönlümün feryadıdır... Yazmasam yük olurdu bana... Hakkınızı helal edin ey dervişan.)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 19.04.10, 21:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Alıntı:
(Şu satırlar kalbimin-gönlümün feryadıdır... Yazmasam yük olurdu bana... Hakkınızı helal edin ey dervişan.)


Rahatlamışsınızdır umarım. :?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 08:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Nazımız kime geçerse....

:)

( Zaten nâzımızın geçeceği kaç kalem var ki ? )


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 10:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 17.11.09, 20:45
Mesajlar: 96
erbainer yazdı:
Nazımız kime geçerse....

:)

( Zaten nâzımızın geçeceği kaç kalem var ki ? )


müsterih olunuz tanışmadık , tanımıyoruz birbirimizi şahsen ama alemi ervah ta inşallah tanışmışızdır...
aynı bahçenin gülleri olmadığımız ne malum?

taş atandan gocunmayan bir meşrebin mensubları, gül atandan incinir elbet...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 10:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Mürşid
Ahmet Taşgetiren
1997 - Subat, Sayı: 132, Sayfa: 003

Mürşid kelime olarak "yol gösterici" anlamına geliyor. Bir tasavvuf terimi olarak ise, "kendisine bağlanan ve İslâmî bir terbiyeyi gönülden arzu irade eden insanları (mürid) eğiten "merkez insan"ı anlatıyor. Mürşid mürid ilişkisi, tamamen bir kalbî eğitim meselesidir. İslam insanını Rasûlullah'ın örneklediği ölçüler içinde her nesilde yeniden yeniden inşa misyonudur. İslam insanı olabilmek için kalbî bir eğitim zarureti ortadan kalkmadığı sürece bir "yol gösterici bir mürebbi bir mürşid" zarureti de ortadan kalkmaz.

tasavvuf bir İslâmî müessese ve burada gerçekleşen terbiye de, İslam ilkeleri çerçevesinde bir şahsiyet inşasından ibaret. İslam temel çerçeve, belirleyici, olmazsa olmaz değerler manzumesi. Bundan çıkacak sonuç şu ki, tasavvuf bünyesinde, İslam'dan başka değer yargılarıyla bir eğitim söz konusu olursa, bu, tasavvufun doğuş mantığının ihlali anlamına geliyor.

Kişinin İslam içinde eğitilmesi için değişik yollardan söz etmek mümkün. İnsan kitaplara başvurarak ya da bir kişinin dizinin dibine oturup kuralları öğrenerek, ya da gözlemlerle kendini eğitebilir. Ancak mekteb eğitimi, insanoğlunun geliştirdiği ileri bir eğitim merhalesidir. tasavvuf da, İslâmî kişilik eğitimini mekteb eğitimi çerçevesine oturtan bir disiplindir.

tasavvuf, böyle bir disiplini oluştururken, Rasûlullah'ın terbiye sisteminden yola çıktığı kanaatindedir. Rasûlullah da bir merkez insandır. Mekke'de Dar'ül-Erkam gibi ya da Medine'de Mescid-i Nebevi gibi maddi mekanları vardır. Burada insanlarla bir arada bulunur, sohbet eder, bilgiler verir, davranış modelleri sunar, onlarla göz göze, kalb kalbe gelir ve bu iklimde bütün zamanların "örnek müslüman"ı olarak kabul edilen "sahabî" yetişir. Rasûlullah'ın bu iklimde insanları bilgilendirdiğini, uyardığını, dertlerini dinlediğini, sorularına cevaplar verdiğini, maddi manevi problemlerini çözdüğünü görüyoruz. Bir süzülüş ve arınma gerçekleşiyor. Sanki Dar'ül-Erkam, kalblerin yeniden yoğrulduğu bir potadır. İslam insanı o potanın ürünüdür.

Hazreti Muhammed (s.a.)den sonra peygamber gelmeyecektir. Bundan sonra bütün insanların kişilik ölçüşü İslam'dır. Ancak, Rasûlullah'tan sonra insanların kişiliklerinin nasıl ve hangi mektebte yoğrulacağı sorusu, bir örnek arayışını gündeme getiriyor. Orada,şahsiyet eğitiminde, Rasûlullah'ın Dar'ül-Erkam ve Mescid-i Nebevi uygulamaları gündeme geliyor. Rasûlullah'ı örnek alan, kişiliğini O(s.a)nun ahlak ölçüleriyle dokuyan, bir bakıma O'nun boyasına boyanan, İslam'ın akide ve hayat boyutuna ilişkin temel ölçülerini bilen ve insan ruhunu tanıyan bir merkez insan olsa ve o insan, İslam'ın alfabesinden başlayarak kişiliğini yeniden dokumak isteyen insanlara "yol gösterse", kılavuzluk etse, onların yol üzerinde karşı karşıya gelecekleri problemleri işaretlese, bu problemleri aşmalarında onlara yardımcı olsa ve sonuçta "Allah'ı seven ve Allah'ın sevdiği" insanlar haline gelecekleri bir seyr ü sülukta onların elinden tutsa..Bu da, bir tür "sünneti-Rasûl" olmaz mı?

Mürşid, Rasûllulah' ın "terbiye" sünnetini ihya eden bir insan.

Bunun için öncelikle kendi kişiliğinde son derece önemli özellikler bulunması gerektiği belli bir şey. Bir bakıma Rasûlullah adına insana İslâmî kişilik kazandıracaksınız. Bu noktada yalnız, tasavvufi anlamda mürşidin değil İslam adına söz söyleyen herkesin konumu önemli. Rasûlullah, "benim adıma yalan bir şey nakleden cehennemdeki yerine hazırlansın" buyuruyor. Onun için bir ayetin veya hadisin yorumunda bile titiz olmak gerekiyor. Ayette Allah Teala'nın, hadiste Rasûlullah'ın kasdını anlamak gibi bir sorumluluk söz konusu. Onun için içtihad, yani bir ayetten hüküm istinbat'ı "derin bir kuyudan su çıkarma"ya benzetilmiştir. Çünkü sorumluluğu son derece büyük.

İmamet makamına geçen insanın sorumluluğu da "Rasulûllah makamına geçen insanın sorumluluğu" olarak görülmüş, bu yüzden pek çok insan, imamete geçmekten kaçınmışlardır.

Mürşidlik de, böylesine büyük sorumluluk gerektiren bir makamdır. İnsanlar size "teslim" olacak ve siz, onların yüreklerini, emanete riayet şuuru içinde yoğuracaksınız. Onların süzülüşüne, arınmasına nezaret edecek, onları Allah'ı seven ve Allah'ın seveceği insanlar haline getireceksiniz. Bu sorumluluk Peygamberlerin sorumluluğu...

Kendinize bağlamayacak, Allah'a bağlayacaksınız. Hatta onun gönlünde mal, mülk, evlad, eş, mevki, makam gibi tüm bağlılıkları Allah'a varışı engelleyebilecek konumdan çıkarıp, ilahi ölçülerin belirlediği çerçeveye indireceksiniz. Bunun için kendi kendinizi de aşacak, "kulluk"tan hoşnud olacaksınız.

Mürşid olmak için, başlıbaşına bir iç eğitimi geçirmiş olmak gerekiyor.

Tarikatlerde "silsile" temel müesseselerden birisi. Silsilenin başlangıcı Rasülullah'a ulaşıyor. Bir kolda silsile Hazreti Ebu-bekir'le başlıyor, öbüründe Hazreti Ali ile... Yani Rasülullah'ın rahle-i tedrisinde yoğrulmuş iki büyük sahabi...Bu iki burç insandan akıp geliyor. Kalbden kalbe akış oluyor. Rasülullah'ın kalbinden Ebü-bekir'e veya Ali'ye ve onlardan nesiller boyu bir akış...Ne akışı? Bir ruhi kıvam akışı, bir feyz-i Rabbani akışı, bir teslimiyyet akışı, bir itmi'nan akışı...Bu süreçte veren kadar alan da önemli... Her kalb aynı istiab haddinde olmuyor. Onun için verirken seçilmese bile, insanlar alırken ve alıp özümlerken seçiliyor. Rasülûllah, muhakkak Allah'tan aldığını herkese eşit vermiştir. Ama O'ndan alınanı içinde yoğurmak ayrı bir merhale... Kaç insan "Miraçtan sonraki şüphe anaforu içinde Peygamber mucizesini "O söylüyorsa doğrudur" diye karşıladı? Orada Ebu-bekir teslimiyeti gerekiyordu. Hicret sırasında da, suikast tehlikesi bulunan Peygamber yatağına fütursuz uzanmak için Hazreti Ali adanmışlığı...

tasavvuf, bu silsile duyarlığı ile, ana çıkış noktasını Rasülullah'tan başlatmış oluyor. Diğer bir ifade ile kalbî bir bağla. İslam'ın en merkez insanına bağlanmış oluyor. Bunu eleştirel bir yaklaşımla "meşruiyyet arayışı" olarak değerlendirmek yerine, her dönemde bir "murakabe alanı" olarak değerlendirmek daha sağlıklı olur. Yani "mürşid" olarak ortaya çıkan kişilerin meşruiyyetlerinin test edileceği bir sınav modeli... Rasülullah'tan yola çıkan, O'na benzemek, O'nun ahlakî salâbetini taşımak zorundadır. "Yıldızınız Ebübekir veya Ali ise, onların teslimiyet ve adanmışlığının kantarında tartılacaksınız.

Onun için gerçek mürşidler, bu silsile hassasiyeti içinde olmuşlardır. Herbiri kalbini, bir önceki neslin mürşidine olabildiğince açmış ve Peygamberi meltemin teneffüsü için çaba göstermiştir.

Her nesilde gerçekleşen süzülüşle, arınma ile, bünyesinden bu tür merkez insanlar çıkarabilmek, İslâm ümmetinin hayatiyetinin diriliğinin göstergesidir. Eğer böyleyse, Peygamberî eğitim devam ediyor demektir, ve ümmet sürekli yenilenen bir bünye vasfı taşır. Ama bu kıvamda merkez insanlarımız yetişmiyorsa, ya da merkez insan konumunu yer yer Peygamberî bir emanetin sorumluluğundan habersiz kişiler işgal etmeye başlamışsa, İslâmî şahsiyetin dokunduğu mekteb izmihlale uğramışsa, o zaman ümmet bünyesinde pörsüme söz konusudur. Merkez insanları kalbî insicamdan ve arınmışlıktan yoksun bir topluluk felaketle karşılaşmış demektir.

Mal-mülk peşinde, şan şöhret tutkunu, kadınlara zaafı bulunan, evladü ıyali, kalbî önceliklerini gölgelemiş bir insanın mürşidliğinden de söz etmek mümkün değildir, sade bir İslâmî kişiliğe sahip bulunduğundan da...Mürşid, Allah huzurunda fenayı yol edinen insandır. Onun kişiliği "fani oluş" terbiyesi ala ala süzülmüştür. Maldan, candan geçmiş insandır. Nasıl mal hesabı, şan şöhret hesabı yapar?

Mesele, mürşidin mevcudiyet gereklerini tartışmak değil, niteliğini tartışmak noktasında odaklaşmalıdır. tasavvufun net ölçüleri içinde, Peygamberî ahlaka sahip olmayan bir insan gökte uçsa itibar edilmemesi tembih edilir.

Bu noktada fevkaladeliklere değil, "istikamet'e itibar edilecektir.

Allah'ın her insana ikramı vardır. Görmek bir Allah ikramıdır, duymak, düşünmek, hatırlamak, sevgi, şefkat, merhamet, evlad, mal, mülk her güzellik bir Allah ikramıdır...Allah belki kendisine "dost" olma iştiyakındaki insanlara daha başka ikramlarda da bulunur. Belki kimi sıkıntılarla sınar dostlarının dostluklarını... Onun için Allah dostları "Ne lütfuna sevinirim, ne kahrına yerinirim, bana seni gerek seni" sözünü vird edinmişlerdir. Keramet arayışında olmaz mürşidler. Gaybı bilme iddiaları yoktur. Allah'ın bildirdiğini bilirler her insan gibi. Allah'ın bildirdiğini de, kendi nefislerini cilalayacak biçimde isti'mal etmezler. Fevkaladelik beklentisi, belki müridin teslimiyyet zaafının ürünüdür. Uçan mürşid olmazsa kalbini teslim edemeyenler, bu zaaflarının sonucu olarak mürşid diye başlarını taştan taşa vurabilirler. Ama "Allah'ın dostluğunu kazanma"nın büyük hazzını arayanlar, Kur'an'ın ve Rasülullah'ın belirlediği ölçüler üzerinde "gayur" bir titizlik gösteren Allah dostlarının yanında itmi'nan bulurlar.

Mürşid-mürid ilişkilerindeki, teslimiyyet, rabıta gibi tüm disiplinler, kişinin kalbî eğitimini temin maksadına matuftur. Yani bir insana özel statüler vermek için "mürşidlik" adı altında bir sistem kurmak söz konusu değildir. Mürşid öncelikle dünyevi statü kaygısını aşmış olmalıdır ki, mürşid olsun. Mürşid, işin içinde, insanın eğitimine rehberlik edecek kadar vardır. Bir emaneti ifa etmek konumundadır. Mürşidin nefsine pay çıkaracak bir ilişki, zaten önce mürşidi ıdlal eder. "Kemal ehli olması" şart olan bir mürşidin, başkasını eğitme görevini ifa ederken, kendisini ıdlal edecek bir ayak sürçmesini kabul etmesi mümkün olur mu?

Kalbini, Allah'ın nazar edeceği bir duruluğa kavuşturmak, Müslüman için olmazsa olmaz bir hedeftir. Bunun yolunu bir şekilde bulmak zorundadır. Bunun için eğer bir mürebbi gerekiyorsa, onu bulma çabası da, kalbî eğitim zarureti kadar hayatidir. Mürşid, kalbî eğitim arayışında bir başvuru mihveridir. Ancak bunun kadar önemli olan, arayış ölçülerimizin sıhhati ve bulunan insanın, İslam'ın irşad ölçülerine mutabık olup olmadığının tesbitidir.

İnsan kalbini ihmal etmemeli. Onun Allah muhabbetine yaraşır bir kıvama ulaşması için itina etmeli. Bunun terbiye ortamını aramalı. Ve onu bir mürebbiye emanet ederken Kur'an'dan ve Rasülullah'tan ulaşan ölçüleri titizlikle gözetmeli. Terbiye önemli, terbiye ocağı ve mürebbi daha önemli.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 12:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 21:01
Mesajlar: 488
Sanırım yanlış anlaşıldım.

Şahsen tanıdığım ve sevdiğim Ahmet Taşgetiren'in Altınoluk'a yazdığı yazılar değil kastım.

Toplumun geneline hitap eden gazetelerde (önce Yeni Şafak şimdi Bugün) "neden tasavvufu savunma ve gençleri tasavvufta fiilen yer almağa davet makamında yazılar yazmıyor?" demek istedim. (Zaten Mehmed Şevket Eygi örneğini de Milli Gazete'de cesur olarak yazdıkları için verdim.)

Gazete yazılarında -hiç değilse haftada bir kez- bu mealde yazsa faydalı olacağı inancındayım.

Bu dileğim caridir; dua yerine geçsin inşaallah...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 12:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Mürşidi Hayatta İken Okuyabilmek
by Ahmet Taşgetiren on 01/07/2009

Musa Efendi’nin rahmet-i Rahman’a yolculuğunun üzerinden 10 yıl geçmiş.

Dile kolay.

Zaman su gibi akıyor.

Bizler, o Allah dostunu hep hasretle ve sonsuz rahmet niyazlarıyla yadetmekteyiz.

Her bir seveni, acaba, hangi duyguyla yadeder ve acaba hangi hususiyetini hatırlar?

Kendi kendine baktığında, bir mürşidikamille aynileşme gayreti açısından hangi eksiklik duygusuna kapılır?

Adem Ergül Bey’in kaleme aldığı “Sahibü’l – Vefa Hace Musa Topbaş kuddise Sirruh” isimli eser, Musa Efendi’yi şahsiyet bütünlüğü içinde anlamaya ve bizlere sunmaya çalışıyor.

Tabii ki, bu tür zata mahsus eserler bile, bakanın ve yazanın kalbi yorumlarıyla, kalem gücüyle bağlantılı ve sınırlıdır.

Mevlana’nın resminin yapılması ile ilgili menkıbede, ressamın her yaptığı resmin başka başka şekillenmesi gibi, bir şahsiyet portresinin çizilmesinde de muharririn gönül dünyasının öne çıkarmaları veya gri tonlarda bırakmaları her zaman söz konusudur.

Buna rağmen, Adem bey’in eseri çok güzel bir Musa Efendi portresi sunuyor bizlere… Mesela, “Örnek şahsiyetinden ana çizgiler” başlığı al-tındaki bölümün alt başlıkları şöyle:

-İhlas ve istikamet merkezli bir hayat.

-Tazim ve şevkle ifa edilen ibadet hayatı

-Engin sevgi ve şefkati.

-Dasitani vefası.

-Din, vatan ve millet aşkı.

-Ecdada ve tarihi mirasa saygısı.

-Aile ve akraba hukukuna riayeti.

-Sahaveti ve infak duygusu.

-Tertip, düzen ve intizamı.

-Fetanet ve dirayeti.

-İtidale riayeti.

-Nezaket ve zarafeti.

-Rıza ve teslimiyeti.

Sadece bu başlıklar bile, Musa Efendi şahsiyetinin nasıl bir güzellik ifade ettiğini ortaya koymaya yetebilir. Ama buradaki her bir başlığın altını dolduran bilgiler, değerlendirmeler, hatıralar, nezaheti zarafeti, kemali, istikameti, muhabbeti….. müsellem bir Allah dostunu bizlere takdim ediyor.

Benim kendi kendime sorduğum şey ise, böyle bir Allah dostunun, hali hayatında,sevenleri, bağlıları,gönül yolculuğuna refakat edenleri, elinden tutanları tarafından ne kadar anlaşılabildiği, daha da önemlisi onunla ne kadar şahsiyet transferi gerçekleştirilebildiği hususudur.

Evet, tasavvuf, bir şahsiyet transferi hadisesidir.

Bunun teknesi, potasıdır.

Elinden tuttuğunuz mürşid-i kamil ile aynileşebilme sözleşmesi ve bu yönde ortaya konan gayretler manzumesidir.

Kalbi transferler yaşanır.

Rabıta ile birliktelikler daimi kılınır.

Peygamberahlaklıgüzel bir insandan, güzellikler taşınır.

Bunun tasavvuf dilindeki ismi aynileşmedir, in’ikas (akisleşme)tır , insibağ (boyasına boyanma)dır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden bugünlere uzanacak çerçevede, nesiller arası intikalle iç içe bir kalbi emişme yaşanır.

Bu işin olduğunun,yani tasavvufun bir şahsiyet terbiyesine dönüştüğünün işareti,gönül halkasında bulunanlarda mürşidi kamilin şahsiyet pırıltılarının yansır hale gelmesidir.
Bugünden dün elinden tutulanların şahsiyet bütünlüğüne bakarken, bizde onların ne kadarı mevcut sorusunu sormak, yolculuğu anlamlı kılmak için olmazsa olmaz bir muhasebedir.

Bugünden bugüne bakıldığında da, bugün elinden tutulan Allah dostlarını doğru ve bütüncül okumaya çalışmak ve arada oluşabilecek şahsiyet farklarını en aza indirmek, olmazsa olmaz bir muhasebe olmalıdır.

Rasulullah’ı anarken de, Allah dostlarını yad ederken de, ana derdimiz, onlara ne kadar benzediğimizin muhasebesiniyapmakvebundansonrası için, kişiliğimize ve dünyamıza güzellikler taşıyabilmektir.

Hepimiz ebedi alem yolcusuyuz. Elhasıl söylenecek olan şudur: Orada, yanyana durduğumuzda onlara çok yabancı olmamak için bir çabamız olmalı.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 12:45 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Kâmil ve Mükemmil (Musa Topbaş Efendi)

--------------------------------------------------------------------------------



Mürşid-i kâmil'i, Mûsa Efendi Hazretleri'nin şahsında anlamaya çalıştığımızda, bendenizin gönlüne iki türlü yansıma oluyor... Birisi onun, Huzur'daki şahsiyetinin unsurlarını, diğeri, yüklendiği misyonla ilgili şahsiyet değerlerini ihtiva ediyor... Belki onun kişiliğinde bunun ikisi içiçe mündemiçti, ama bizler, eğer anlayıp temessül etmek, onunla bütünleşmek bir zaruretse, anlamaya çalışırken, böyle bir ayrımı yararlı bulabiliriz.

Huzur'daki şahsiyeti... Yani bir kul olarak kişiliği üzerine ancak güzellikler söylenebilir... Belki hepsinin özeti "kemal"dir... Kâmil insanın tarifi nasıl yapılabilirse, odur Musa Efendi Hazretleri...

Hani Kur'an'ın yüzüne secde izi vurmuş insan tarifi gibi...

Mutlak, kalbin yüze bir yansıması olmalı...

83 yaşın yüze yansıyan çizgilerine bakınız, ubudiyyetin güzelliğinden başka ne görebilirsiniz? Teslimiyetten başka... Hayırhahlıktan başka... Dizginlenmiş bir nefsin duruluğundan başka... Havf ve recadan başka... Mahviyetten başka... İtmi'nandan başka... Rızadan başka... Muhabbetten başka... Engin bir kalbin, durulmuş bir ruh dünyasının yansıması vardır o nurani vecihte... Sanki gölgesiz bir sima... hiçbir gizlisi-saklısı olmayan, saydam bir deniz... İçine atıldığınızda doyasıya kulaç atabileceğiniz bir dünyanın kapısı sanki...

Hani Hazreti Ebubekir, irtihali anında Rasûlullah'ın yüzüne bakıyor ve "Hayatında da güzeldin, ölümünde de güzelsin" diyor... Sanki o cennet parçası sima, katre katre dağıtılıyor ümmetinin güzel insanlarının vechine...

Bu yüz, Rabbi ile ilişkilerini sulha erdirmiş bir ruha yaslanır... kullukta karar kılmış, nefsin öncülük edebileceği tüm iddialarından soyunmuş, "Radıyallahü anhüm ve radu anh" sırrına ermiş bir gönül iklimine... Kaderle ilişkilerini halletmiş bir gönül... Ahireti hayatına taşımış bir gönül... Peygamberi aşk, Kur'an'ı mihver edinmiş bir gönül...

Musa Efendi Hazretlerinin yazılarında-sözlerinde-hayatlarında, böyle derin ihtimamların, derin bağlanışların, derin duyuşların, derin ruhi doyuşların yansıması vardır... Rikkat, nezaket, nezahet, re'fet, şefkat, merhamet gibi, yüksek bir ruhi kıvamın tezahürleri onun şahsiyet çizgileri halinde idi...

Bendeniz, Efendi hazretlerinin yüzünde bir kırılma emaresi görmedim bugüne kadar... Kırılma, yani içteki acının, tehevvürün, öfkenin, bugzun dışa vurumu... Böyle bir şeye rastlamadım.

Onun için diyorum, kaderle meselesini halletmiş bir kemal insanı idi O...

Onu en son ameliyat eden doktor dostumu dinledim:

-Çok görmek istemiştim, dedi... Sizin tavassutunuzu rica edecektim. Bir türlü fırsat olmadı. Kısmet, o son anlara imiş... Ayağının ameliyat görevi bana düştü... İki kelimecik işittim o kısa sürede... Allah... Allah... Zikir ehlinin, zor zamanlarda sığınağı o olmalı...

Evet öyledir... Bir kere kalbinize, Rabbinizle hoşnut olma terbiyesi vermişseniz, her ânınızda O'nunla birlikteliği idrak ölçüsü haline getirmişseniz, O'nun size şah damarınızdan daha yakın olduğunu gönül kıvamı halinde hissedebiliyorsanız, "Allah" dersiniz... Allah vekil.. Ve ni"mel vekil...

Vasıyet olarak bıraktığı notlarda "Yeterince kul olamadım" diyorlar... Kemal sınırlarında dolaşan bir Allah dostu için bunu anlamak mümkün... Sanki Sıratın üzerinde yürüyormuş gibi bir hayat yaşayanlar için, Rabbi gücendirmeyi, şah damarının kesilmesi ile eşdeğer görenler için, bu kaygı anlaşılabilir... Kullukta rikkati arayanlar için, "Leyla'yı incitme" sancısı her zaman vardır... Ama işte kullukta güzellik de odur zaten... Havf ve Reca salıncağında dolanıp durmak ve her an rızayı aramak... İnsanı kemal yolunda yücelten bu ruh titreşimidir...

Bütün bunlar, Efendi Hazretlerinin, kendi kozası içindeki görünümleridir... "Çiçek gibi bir hayat" denilmişti bunun için... Aynen öyle... Ona, hayatı için emanet edilip de, varoluş gayesi hilafına istimal edilen bir nesne olmuş mudur? Cenazesinde binlerce kişi göz yaşlarıyla "şehadet etti" güzelliğine, nezafetine... nezahetine... En son "Cânı cânan dilemiş, vermemek olmaz ey dil..." diyerek yol aldı Rabbine... Rıza kervanına katıldı... Malını, mülkünü, evlâdü ıyalini, hayatını, sevgilerini, husumetlerini, herşeyini "Allah için" kılmıştı, sonunda kendi varlığı için "İnna lillah ve inna ileyhi raciûn" diyerek revan oldu Hakk'ın katına...

Bu çizgiler, bir insan için kemal çizgileri olsa da, gene de kendi kozası içinde yaşamış ve kanatlanıp asli dünyasına uçmuş bir kelebeği andırabilir...Tek başına da güzeldir. Ama Mürşid-i Kâmil'de bir başka derin boyut daha vardır... Bir bakıma onu farklı bir misyonla donatan boyut... İrşad eden ve başkalarının kemal yolculuğuna rehberlik eden boyut... Bir gönül mürebbisi, kalb münşii, ruh mimarı... Kendi kişiliğini aşan ve başkalarının sorumluluğunu yükleyen bir görev...

Peygamber'den emanet kalmış bir görev... Yüreği binlerce, onbinlerce gönül erinin yükünü taşıyacak ölçüde sağlam olanların kuşanacağı bir sorumluluk...

-Efendim, kalbimi size emanet etmek istiyorum. Ona Allah için yol gösterir misiniz?

Bu irade ile size el uzatan, yürek uzatan birisine ne dersiniz?

Başınızı alıp kaçar mısınız sorumluluğndan korkup? Ruhun ince yol kıvrımlarında, nefsin derin uçurumlara çeken çağrılarında, yanyana yürüyüp, onu can havliyle sırtlanma, taşıma iradesi gösterebilir misiniz? Yoksa "Benim derdim bana yeter" deyip, kendi inzivalarınıza mı sığınırsınız?

Mürşid, insanları, Allah için zimmetleyen insan demektir... Huzur'da bir akit söz konusudur... Gören ve duyan ve bilen ve bize şahdamarımızdan yakın olan huzurunda bir ahidleşme... "Gel beraber yürüyelim" vuslata doğru... Müridin gözü, kulağı, hisleri olma... Onu yüklenme bir bakıma...

Bir genç şöyle demişti bir gün:

-Sorumluluğunu bilen çoban yaralı kuzuyu dağda bırakmaz. Heybesine koyar ve köye taşır. Benim mürşidim de öyledir. Yaralanırsak yolda bırakmaz bizi, yüreğine koyar ve yaralarımızı sarar, bizi taşır menzil-i maksuda...

Böyle bir emanet oluşa, böyle bir emanet alış mes'uliyeti taşır mürşid...

Van'ın falanca köyündeki bir insanın sancısını taşımak yüreğinde... Orada yüreğini size emanet etmiş bir kişinin olduğunu bilmek... Bu, yüreğinde bir dağı taşımak kadar ağır bir mes'uliyet...

Ama işte, "mükemmil olan- insanların kemal yolculuğuna rehberlik eden" mürşid-i kâmiller, böyle bir görev idraki içindedirler...

Muhterem Efendi Hazretlerinin bir mektubunda şu ifadeler geçiyor:

"Fakirin de siz kıymetli kardeşlerimizi ziyasedi ile göreceğim geldi. Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn Hazretleri müsade ederse bu sene Anadolumuzu mümkün olursa köy köy dolaşıp kardeşlerime her hususta hizmet etmek istiyorum..."

Köy köy dolaşmak ve kardeşlere hizmet etmek... Bu, 70 yaşlarında bir insanın hasreti...

Bir gün ziyaretimizde "Sizi çok özledik efendim" demiştim, "Ben de sizi çok özledim" deyivermişlerdi... Sanki sitem sezmiştim derin tebessümlerinde... Anladım ki, içlerinde saklıyorlardı bizleri... Ele ele tutuşup, mânen zimmetleştiği herkesi... Sanki bir hizmet eri oluyorlardı sizinle ahitleştiklerinde... Sizi Allah'ın emaneti gibi değerlendiriyorlardı. Sanki ahirette yalnızca kendi şahsi defterlerinden değil, bu, bir şekilde yollarının buluşmuş olduğu tüm "kardeş"lerinden hesap vereceklerdi...

Mahmud Sami Ramazanoğlu Efendi Hazretlerinin, 1940'lı yıllarda, defterlerinde kalmış bir kaç ismi bulabilmek için Bursa'ları, Samsun'ları dolaştığını işitmiştim bir defasında... Demek ki, içlerinden silinmemişti o isimler en zor şartlar içinde... Annelerin, doğurdukları çocukları cami avlularına bıraktıkları, sevgilerin, aşkların bir gecelik zamanlara sıkıştığı, gönüllerin öz kardeşleri bile içine sığdıramayacak kadar daraldığı bir zamanda, onbinlerce insana, Hak rızası için, kalbinde bir yer ayırmak nasıl bir ruh kudreti gerektirir? Nasıl bir inanç ve irade disiplini? Nasıl bir aşk? Nasıl bir engin yürek?

Üstelik sadece yürekte saklamak değil, gönüllerini yoğurmak... İradesi çözüldüğünde tedavi etmek, düşeceği-kalkacağı zamanlara, yolun engebelerine işaret etmek, yaraları sarmak ve Rasûlullah'dan beri bir bayrak yarışı gibi devam ettirilen sonsuz yürüyüşün devamını sağlamak...

Musa Efendi Hazretlerinin, Sami Efendi Hazretlerine karşı aşk derecesindeki vefasını, sevgisini gözledim zaman zaman... İki şey vardı bu aşkta: Bir, kendisini irşad etmişti, gönül mimarı idi, derin vefa hissiyle yüklüydü o sebeple, iki, bir görevi emanet etmişti kendisine... O emaneti ifa ederken, sanki hep üstadına yaslanıyordu, ruhu bir yandan onun hatıralarından emiyordu Allah dostluğunun kıvam ölçüsünü...

Bir yazılarında, "Bu yola giren salik, ihlâs, sebat ve gayreti sayesinde büyük veliler derecesine çıkabileceğini kati olarak bilmelidir." ifadesi vardı. Onu okuyunca ne kadar sevinmiştim. Demek içimizde bir ufuk vardı, o kutlu dostluk noktasına ulaşmak için... Demek bu yolculuk bu ufku yakalamak içindi...

Sami Efendi Hazretleri, gençlik günlerimde yanımdan akan ırmaktı... Ondan bir katrecik bile olsa yararlanamamıştım. Bunun tesellisi yok. Musa Efendi Hazretlerinin yakınlarına sokuldum, muhabbetine, iltifatına, tebessümüne mazhar oldum. Her karşılaştığımızda "Hizmetleriniz, gayretleriniz güzel, daha çok yazın, ama bunların hiçbiri, sizi kalbinize itina etmekten alıkoymasın" uyarısında bulundular... Sanki kalbimizin müfettişi gibi denetlediler. İyi ki yaptılar... Buna rağmen, kendimizi inşa sürecinde onların örnekliğinden ne kadar yararlandık sorusuna, şöyle yürek dolusu cevaplar veremiyorum...

Derim ki, kalbini gündemine alanlar, bir mürşid-i kâmil ile ahidleşenler işi titiz tutsunlar.. Bakın onlar gidiyor... Onlar sağken, yanınızda iken, onlarla kalben emişebilirken kalbinizi inşaya bakın... Sonunda "Ya leytenî" dememek için...

Rabbim güzel bir kardeşliği paylaşanları ahirette elele tutuşanlardan eylesin...


Ahmet TAŞGETİREN

(Altınoluk Dergisi)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Gençlikteki Sancının Adı: Mânevi Boşluk
MesajGönderilme zamanı: 20.04.10, 13:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Şahsım adına yanlış anlamadığımı söyleyeyim 8-)

Tanımayanlar olabilir diye, Taşgetiren ağabeyin bu konuyla alakalı olarak Altınoluk dergisinde yazdığı bilinsin istedim. Sizin temenninize değinecektim sonrasında.

Temenniniz makul karşılabilir. Fakat Ahmet Taşgetiren yazmış olduğu gazetelerde mesleğinin gereğini yerine getirmektedir. Bir öğretmene, doktora bırakın mesleklerinizi de tasavvufa davet ile uğraşın denemez herhalde. Meslekleri haricinde herkes diğer işlerle de uğraşabilir. Parçaya değil bütüne bakılınca, yazdıkları gazetede zaten İslami içerikli yazılar yazanlar vardır. Her bir yazar kendi sütununun gereği ile alakalıdır. Ayrıyeten belki haftada bir yazacağı bir yer verseler de orada bu konularla alakalı olarak yazsa olabilir. Zaten yazanlar var, nasibi olan bulur da denilebilir :)

Eğer bazı yerler hakkında haber yapılamıyor, ifşa edilemiyor ve bunlar tasavvufu en güzel şekilde yaşarken, büyük hizmetlerini de sessizce bir tarikat, cemaat adının çığırtkanlığını yapmadan yapabiliyorlar ise tebrik etmek lazımdır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 10 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye