Hür Adam üzerine bir değerlendirme
Abdulkadir MENEKamenek@hotmail.com13 Ocak 2011
Hür Adam filmini, vizyona girdikten iki gün sonra seyretme imkânı buldum. Bu film, Üstad’ın hayatı, davası, mücadelesi ve Risale-i Nur’lar üzerinde yapılan ciddi anlamda ilk film olması açısından çok önemli bir anlam taşıyor. Film güzel hazırlanmış. Üstad’ın davasını samimi bir şekilde nazara vermeye çalışıyor.
Oyuncuların içtenliği, samimiyeti hemen göze çarpıyor. Rollerini en iyi şekilde ve gerçek anlamda yaşıyormuş gibi yapmaya çalışıyorlar. Özellikle başrol oyuncusu ve Üstad’ı canlandıran Mürşit Ağa Bağ, oynadığı bu önemli rolün hakkını en iyi şekilde vermeye çalışıyor. Şamlı Hafız Tevfik rolünü oynayan Tarık Tanrısever’i de unutmamak lazım. Bu konuda eleştirmenlerin büyük bir çoğunluğu hemfikir.
İyi bir sinema seyircisi değilim. Sinema kültürümüzün zayıf olduğunu peşinen kabul etmemiz gerekiyor. Bunun için de işin bu ciheti üzerinde pek durmayacağız. Fakat filmde bariz olarak dikkati çeken biyografik bazı bilgilere değinmemiz gerekiyor. Aslında bu konuları dahi bazı arkadaşlar önemli görmeyebilir. Onlara elbette saygı göstermek durumundayız. Fakat Üstad’ın hayatını anlatan bir filmde, ileride yapılacak yeni çalışmalarda daha özenli davranmak için en ufak bir yanlışı dahi belirtmemiz gerekiyor.
Üstad’ın Barla’ya geliş tarihi 1927 yılının 1 Mart günü. Bu konu artık tamamen vuzuha kavuşmuş durumda. Filmde 1926 yılı olarak gösterilmiş. Üstad 1926 yılının hemen başlarında sürgün yolculuğuna başlıyor. Meşakkatli bir yolculuğun ardından Trabzon’a varılıyor. Burada bir müddet kalınıyor. Sonra vapur ile İstanbul. 1926 yılının Mayıs ayında İstanbul’dan ayrılış ve vapur yolculuğu ile İzmir-Antalya üzerinden Burdur’a naklediliyor.Sekiz ay kadar süren Burdur sürgününün ardından bir aylık Isparta ikameti ve Barla’ya nefyediliş. Yepyeni bir baharın arifesinde Barla’ya ilk adım atılıyor.
Bazı talebelerin şapka giyme meselesi de filmde abartılı bir şekilde nazarlara verilmiş. Özellikle bir grup Nur Talebesinin tamamen şapkalı bir şekilde Emirdağ’da Üstad’ı ziyareti hiç uygun düşmemiş. Şamlı Hafız Tevfik’in yıllar sonra Emirdağ’a Üstad’ın ziyaretine fötr şapkalı bir şekilde gönderilmesine niye gerek duyulmuş, doğrusu anlayamadım. Evet,
bir kısım Nur Talebeleri belli bir müddet şapka giymişler ve daha sonra da terk etmişlerdir. Filmdeki şapka ısrarının dozunun kaçtığını söylemek gerekir. Fakat zamanın dehşeti göz önüne alındığı zaman, belki durum bu şekilde senarize edilmiştir.
Şamlı Hafız Tevfik’in Üstad’ı ilk görüşü mütareke yıllarında İstanbul’da gerçekleşmiştir. Üstad, Hutbe-i Şamiye’yi Emeviye Camisinde 1911 yılının bahar aylarında okumuştur. Kendisi de oğlu Mehmet Tevfik gibi bir Hafız olan Yüzbaşı Veli Bey ise 1914 yılında Şam’a tayin ediliyor. Yani
Hafız Tevfik’in Üstad’ı 1911 yılında Şam’da görmesi mümkün değil. Hafız Tevfik de ailesi ile birlikte 1914 yılında Şam’a gidiyor ve dönüşte de bundan dolayı ‘’Şamlı’’ diye anılmaya başlanıyor. Şam dönüşü Üsküdar’da oturmaya başlamış olan ailenin, esaret dönüşü 1918 yılında Üsküdar’da oturmaya başlamış olan Üstad ile yollarının burada kesişmesi kuvvetli bir ihtimaldir. Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi’nin son baskılarında bu durumu düzeltti. Fakat eski baskılardaki hatayı hala ısrarla yazan ve söyleyenlerin ardı arkası kesilmiyor.
Türk-Kürt kardeşliği de filmde vurgulanan çok önemli konulardan birisidir. Fakat yapılan bir hata, bu mesajı fazlasıyla gölgelemeye yetiyor. Birlik, beraberlik ve Tevhid ehli olan Bediüzzaman’ın mesajları, eğer bu konuda tam ve doğru olarak yansıtılsaydı, Sırat Köprüsünden geçtiğimiz bu günlerde, bu film çok daha büyük bir görev ifa edecekti. Burada bu mesaji gölgeleyen cümle Üstad’a söyletilen
"Bu devleti bugüne kadar Türkler idare etti, bundan sonra da Türkler idare edecek" cümlesidir. Risale-i Nur’un hiç yerinde böyle bir cümle geçmiyor. Bazı arkadaşların böyle yorumlayabilecekleri bazı ifadeler mevcut olabilir. Fakat bu bir yorumdan öteye geçmez.
Üstad’ın II. Meşrutiyet yıllarında Kürtlere söylediği
"Türkler bizim aklımız, biz onların kuvvetiyiz, mecmuumuz iyi bir insan oluruz" sözünden dahi böyle bir anlam çıkarmak bence mümkün değildir. Olsa olsa bir işbölümü veya gönüllü bir beraberlikten söz edilebilir.
Üstad’ın isyana teşebbüs edenleri vazgeçirmeye çalışması ile bu cümleyi birbirine karıştırmamak gerekiyor. Üstad meşrutiyetten ve demokrasiden yanadır. Birlik ve beraberlik içinde, insan haklarına, etnik kimliğe saygılı, milli adet, anane ve geleneklere bağlı kalınacak şekilde, gönüllü ve meşru birliktelikten yanadır. Bir teslimiyet anlamında olan bir beraberlikten yana olduğunu söylemek mümkün müdür? Doğu illerimizde ve Kürt vatandaşlarımızın filme sahip çıkması noktasında bu mesajın doğru ve Üstad’a yakışır bir tarza verilmesi gerekirdi.
Filmi seyredip de, bu cümleden rahatsız olan Kürt kardeşlerimizi yadırgamamak gerekir. Bu çetrefilli konuda verilecek mesaj, çok daha net, demokratik, Üstad’a ve İslam’a yakışır olmalıydı. Ne yazık ki bu fırsat kaçmıştır.
Dikkatimi çeken bir diğer önemli nokta da, İsevilerin hakiki ruhanileri ile ahir zamanda yapılacak ittifaka, Yahudilerin de eklenmiş olmasıdır. Üstad, bunu Hz. İsa’nın (AS) nazil olup İslam’a tabi olması şeklinde yorumluyor ve mesajlarını bu çerçevede şekillendiriyor. Bunu belki "bütün ehl-i kitabın ittifakı" şeklinde okuyan ve normal karşılayanlar olabilir. Fakat bulunduğumuz İslam coğrafyasında yaşanan bunca gelişmelere ve İsrail’in sebep olduğu zulüm ve katliamın devam ettiği bir sırada yapılmış olmasının bir faydası olacak mı?
Hem Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’da ahir zamanda dinsizlik şahs-ı manevisine karşı yapılacak olan ittifaka Yahudileri dâhil ediyor mu? Ben Risale-i Nur’un hiçbir yerinde böyle bir mesaja rastlamadım. Belki gözümden kaçmış olabilir.
Bu yazıyı yazarken çok üzücü bir hadiseye de şahit olduğumu ifade etmek isterim. Salı akşamı Kanaltürk televizyonunda Tarık Toros’un hazırlayıp sunduğu Merkez Siyaset programında maalesef hiç hoş olmayan diyaloglar yaşandı. Mehmet Tanrısever, Tarık Tanrısever, Mürşit Ağa Bağ, Ahmet Tezcan, Ali Murat Güven ve Nuh Gönültaş’ın katıldığı programda filmin değerlendirilmesi yapılırken kullanılan ifadeler bu nezih ortama hiç yakışmadı. Üç günlük gişe rakamları da beklenen şekilde çıkmayınca moraller biraz bozulmuştu. Ata Demirer’in ‘’Eyvah Eyvah 2’’ filmi üç günlük süre içinde 801 bin kişi tarafından seyredilirken, ‘’Hür Adam’’ filmi bu süre zarfında sadece 239 bin kişi tarafından seyredilmiştir. Bu tablo karşısında elbette kimseyi suçlayacak durumda değiliz. Herkes böyle bir durumdan kendisine düşen dersi çıkarmalıdır.
Ben programda cereyan eden hadiseleri anlatıp, o üzücü tabloyu tekrar yaşatmak istemiyorum. Fakat böyle tabloların bir daha yaşanmasına asla fırsat verilmemelidir. Herkesi filme gitmesi için teşvik etmek gerekir. Allah rızası için bir hizmet yapılmıştır ve eksiklikleri ile birlikte çok güzel bir eser ortaya çıkmıştır. Üstad’ın hayatını beyaz perdeye aktarmak bile tek başına çok büyük bir hadisedir. Üstad ve Risale-i Nur vasıtası ile İslam’a hizmet edenlerin Üstad’ın hayatı ile ilgili olarak her türlü sıkıntı göze alınarak çekilmiş ve vizyona girmiş bir filme destek vermesini beklemek ve bunu istemek çok doğru bir tavırdır. Herkes üzerine düşeni ön yargısız ve samimi bir şekilde yapmalıdır.
***
"Kul Adam ve Hür Adam"
Abdulkadir MENEKamenek@hotmail.com04 Ocak 2011
Hür Adam filmi, kamuoyunda bence beklenenin çok üzerinde bir ilgiye mazhar oldu. Bu ilginin her geçen gün arttığına şahit oluyoruz. Medyada müspet veya menfi çok sayıda yorum ve haber yapılıyor. Fakat yapılan haberlerin ve yazıların büyük bir çoğunluğu, müspet yaklaşımlar ve yorumlar.
Ankara Barosuna kayıtlı bir avukatın, film daha vizyona girmeden yaptığı suç duyurusu, bu ilginin her geçen gün artarak devam etmesinden duyulan korkudan başka hiçbir anlam taşımıyor. Bir film daha vizyona girmeden, basında çıkan haberlerden yola çıkılarak yapılan suç duyurusunun, filmin yapacağı büyük tesirden, bir kesimin duyduğu büyük korkunun da işareti sayılmalıdır.
Fakat bu konuda yapılacak bütün engellemelerin hiçbir işe yaramayacağını peşinen ifade etmek istiyorum. Milletin büyük bir çoğunluğuna mal olmuş bir şahsiyetin, birtakım yasaklamalarla veya engellemelerle kulvar dışına atılmasının imkanı yok.
Üstad Bediüzzaman, çok zor zamanları ve büyük devlet baskılarını yüzünün akıyla ve ‘’serfiraz’’ bir şekilde aşmayı ve bütün dünyanın gündemine gelmeyi ihlası ile başarmış "dürr-i yekta" büyük bir müceddittir.
Şahsen "Hür Adam" ismi gündeme geldiği günden beri, konu ile bağlantılı olarak Üstad’ın Kürt aşiretlerinin "nasıl hürriyet imânın hassasıdır?" suallerine verdiği cevap aklıma gelir ve Hür Adam ismini bu cevap ile ilişkilendiririm. "Zirâ, rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi, o adamın şefkat-i imaniyesi bırakmaz. Evet, bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar."
Filme isim olan Hür Adam’a gereğinden fazla veya zorlama bazı manalar yüklemek doğru değildir. Buradaki Hür Adam ifadesinin, Bediüzzaman Hazretleri’nin bütün hayatı boyunca takındığı müstağni tavrın ve ‘’ tam bir Abdullah’’ olarak yaşamanın neticesi olarak kullanıldığı bütün Nur Talebelerinin malumudur. Allah’a gerçek manada kul olanın, hiç kimseye kul olmayacağını ifade eden Üstad’ın bu destansı hayatı sonucu ‘’Hür Adam’’ ismi bütün Nur Talebelerinin makbulü olmuş ve bu mana için benimsenmiştir.
Mahkeme salonunda, yapılan muhakeme bütün şiddetiyle devam ederken, namaz vaktinin girmesi üzerine izin isteyen Üstad’a Mahkeme reisi izin vermemiş, bunun üzerine Üstad ‘’biz buraya namazın hukukunu müdafaa için geldik’’ diyerek dışarı çıkmış ve namazını kılmıştır. Sanırım bu tablo, buradaki ‘’Hür Adam’’ ifadesinin ne manaya geldiğinin de çarpıcı bir misalidir.
Nur Talebelerinin ‘’Hür Adam’’ ismini benimsemelerini ve sahip çıkmalarını ‘’eksen kayması’’ şeklinde ifade etmek doğru değildir. Nur Talebeleri, bu isme, Üstad’ın bütün hayatı boyunca Allah’tan başka hiç kimseye kul olmayan haysiyetli tavrı ve gerçek bir kula yakışır duruşu için sahip çıkmışlardır. Bu tabirin, Nur Talebelerini iyi tanıyan Sayın Mustafa Özcan tarafından kullanılması gerçekten şaşırtıcı olmuştur. Ayrıca Nur Talebelerinin meseleye "kompleksli" tarzda yaklaştıklarına dair kullanılan ifadenin de doğru olmadığını üzülerek belirtmek durumundayız.
Üstad’ın hayatı orta yerdedir. Hakkında yazılan binlerce kitap ve yapılan çok sayıda araştırma şu gerçeği net bir şekilde ortaya çıkarmıştır: Said Nursi, bütün hayatı boyunca manevi olarak hür yaşamış ve hürriyetine son derece önem vermiştir.
Burada zorla ve silah gücüyle yapılan bedeni hapislerin ve maddi baskıların kendisi için önem taşımadığı herkesin malumudur. "Mahkûmken bile hükmeden" ve dünyaya bütün varlıkları ile bağlananların dünyalarına beş para ehemmiyet vermeyen Üstad’ın bu tavrı nedeniyle kendisine "Hür Adam" denmesini belki bazıları kendilerine göre bazı gerekçelerle uygun görmeyebilir. Fakat bu ismi mezkur nedenlerden dolayı kabul edenleri ‘’eksen kayması’’ ile suçlamak veya bu mütevazı, fakat izzetli insanları ‘’kompleksli’’ olarak nitelemenin ne kadar gerçekçi olduğunu, insaf sahiplerine havale ediyorum.
Said Nursi’nin kâmil manada bir "Kul Adam" olduğuna asla şüphe yoktur.
Abdülgani Ensari’nin anlattığına göre, Mustafa Kemal ile tartışmasının en hararetli anında bile ezan okununca tartışmayı kesmiş ve odayı terk ederek Rabbine yönelmiştir. Fakat kendisine zulmedenlere, haksızlık yapanlara, memleket memleket sürgüne gönderenlere zerre kadar boyun eğmemiş ve Allah’tan başka hiç kimseye kul olmamış bir "Hür Adam" olduğu konusunda da kimsenin hiçbir şüphesi olmadığı inancındayım.
Bediüzzaman Kainatın Halık’ına gerçek manada ‘’Kul’’ olmuş, maddeye ve faniye asla teslim olmamış bir ‘’Hür Adam’’dır.
http://www.risalehaber.com/author_artic ... hp?id=9305***
Risale-i Nur, Nutuk ve Menderes
Abdulkadir MENEKamenek@hotmail.com22 Ocak 2009
Tercüman Gazetesinde yayınlanan yazı dizisinde tashih edilmesi gereken bir diğer konu da, Erzurum Ticaret ve Sanayi Odasının Ülkücü Başkanı Muammer Cindilli'nin ortaya attığı tutarlı olmayan iddiadır. Şu an yaşayan Türk Diline iki büyük eserin önemli katkısı vardır. Bunlardan biri Atatürkün Nutuku, diğeri de Risale-i Nur Külliyatıdır. diyen Sayın Cindilli'nin bu iddiasının bir temenniden öteye geçmediği söylenebilir.
Risale-i Nur Külliyatının Türk diline en büyük hizmeti ettiği doğrudur. Çünkü milyonlarca kişi tarafından okunan bu eserler ile doğudan batıya, kuzeyden güneye bir büyük gönül köprüsü kurulmuştur. Bizi ecdadımızın bin yıllık diline bağlayan ve bugün çok dinamik ve canlı bir şekilde varlığını sürdüren Risale-i Nur Külliyatının bu büyük hizmetini anlatmanın zorluğu ortadadır. Her gün on binlerce mekânda, yüz binlerce insan tarafından hararetle okunan, müzakere edilen bu eserler ile Türk Dilinin her türlü dayatma ve yönlendirmenin aksine büyük bir kültürün parçası olarak zengin bir hazine gibi varlığını devam ettirmenin yolu açılmıştır. Ayrıca Risale-i Nur Külliyatı kırktan fazla dünya diline çevrilmiştir. Bu tercüme çalışmaları büyük bir şevk ile devam etmektedir. Bin yıllık dilimizin zengin terkipleri ve letafeti tercümeler ile dahi olsa dünya insanları ile buluşmaktadır.
Birçok insan Risale-i Nuru tanıdıktan sonra, bu muhteşem eserleri orijinalinden okumak için Türkçe öğrenmişlerdir. Türkiyeye gelip bu eser külliyatından daha çok istifade etmek için ülkemizde uzun süre ikamet eden çok sayıda kişiden bahsetmek mümkündür.
Burada yeri gelmişken, yıllar önce yapılan bir ilginç tespite yer vermekte fayda vardır. 1977 yılında aydınlarla Said Nursi ve Nurculuk konusunu görüşen Necmeddin Şahiner, çok değerli Sosyoloji Profesörlerinden Cahit Tanyol ile de görüşür. Bu görüşme esnasında Prof. Dr. Cahit Tanyol şu enteresan ifadeleri kullanır: Araştırmalarına devam et, hatta bu Said Nursinin kerametlerini, hakkında söylenilen menkıbeleri de topla. Türk halkı nasıl olup da bunun peşinden gidiyor. Biz devrimleri kanun kuvvetiyle koruyoruz. Said Nursi sırtında bir Kürt hırkasıyla milyonlarca insanı peşine taktı. İşte bu nokta sosyolojik açıdan çok ilginçtir, Sosyolojinin meşgul olduğu bir sahadır. Ben bu akılsız Marksistlere şu Nur Risalelerini bir okuyun diyorum. Onlar tutup benim aleyhimde nümayiş yaptılar. Sonra 1971de gidip ikişer üçer sene yattılar. Sonra gelip özür dileyip elimi öptüler. Hocam siz haklıymışsınız dediler. İlkokuldan, üniversiteye kadar devrimleri, Kemalizmi ders veriyoruz, Fakülteyi bitiren öğrenci ya Marksist oluyor veya Nurcu oluyor.(1)
Nutuk için, hangi verilere dayanarak böyle bir iddianın ortaya atıldığını cidden merak ediyoruz. Bütün bu tespitler ışığında, bu konudaki kararı okuyucularımızın basiretine ve uyanık vicdanlarına havale ediyoruz.
Tercüman Gazetesindeki yazı dizisi, ufak tefek yanlışlarla birlikte genel olarak doğru ifade ve tespitlerle devam ediyor. Said Nursi, çok partili siyasi hayata geçildikten sonra Demokrat Partiyi desteklemiş ve talebelerinden de aynı desteği istemiştir.
Bu desteğin ifade edildiği birçok mektup Emirdağ Lahikasında geçmektedir. Ayrıca talebelerine de aynı telkinlerde bulunduğu Son Şahitlerin hatıraları ile sabittir. 27 yıl süren Tek Parti zihniyetinin ülkeyi ne hale getirdiği herkesin malumudur. Halkta büyük bir tepki meydana gelmiş, ancak bunu göstermek için de sabırla meşru bir zemin beklemiştir. Bu meşru zemin 14 Mayıs 1950 yılında yapılan Genel Seçimlerdir. Millet eline geçen bu demokratik fırsatı çok iyi değerlendirmiş, yirmi yedi yıl boyunca kendisine çile çektirenlere, yokluğa ve kıtlığa mahkûm edenlere, dinini öğrenmesine ve yaşamasına fırsat vermeyenlere yeniden hükümeti kurma şansı vermemiş ve muhalefete mahkûm etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, bu demokratik fırsatın en iyi şekilde değerlendirilmesi için Demokratları teşvik etmiş ve yol göstermiştir.
Bu arada Menderes ile görüştüğüne dair herhangi bir kayıt mevcut değildir. Yalnız Adnan Menderes, seçim çalışmaları için Emirdağa geldiği bir sırada caddede arabası ile geçip halkı selamlarken, evinin penceresinde duran Bediüzzaman ile göz göze geldikleri ve selamlaştıkları bilinmektedir. Bütün görüşmeleri uzaktan bu selamlaşmadan ibarettir. Bediüzzaman ve Adnan Menderesin 1950'li yıllarda görüşmelerde bulundukları ifadesi bu nedenle doğru değildir. Ancak Bediüzzaman Hazretleri Demokrat Partili yöneticiler ve milletvekilleri ile defalarca görüşmüştür. Ziyaretine gelenleri kabul etmiş, Menderese selam göndermiş, tavsiyelerde bulunmuş, yapılmasını istediği hususları kendisine iletmiştir.
Talebesi Tahsin Tola Demokrat Parti Isparta Milletvekili olarak Meclise girmiş, yine talebesi Hamza Emekin Demokrat Parti Emirdağ İlçe Başkanı olmasına karşı çıkmamıştır. Bütün bu faaliyetler,siyaseti dinsizliğe alet edenlere karşı siyasetin dine dost ve hizmetkâr edilmesi maksadıyla yapılmıştır. Ezanın yeniden aslı gibi okunmasından büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade eden Bediüzzaman, Ayasofyanın beş yüz sene devam eden vazifey-i kudsiyesine çevrilmesini ve âlem-i İslamda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine alem-i İslamın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi senedir mahkemelerin muzır bir cihetini bulamadıkları ve beş mahkemenin de beraatına karar verdikleri Risale-i Nurun resmen serbestiyetini ilan etmelerini talep etmiştir.(2)
Adnan Menderes'in, Bediüzzaman Hazretlerine siyasi bir beklentini ötesinde samimi bir muhabbet beslediği rahatlıkla söylenebilir. Bediüzzaman Hazretlerinin bazı şehirlere yaptığı seyahatlere şiddetle karşı çıkan İsmet İnönüye verdiği cevapta bu samimiyetin izlerini görmek mümkündür:
"Allah aşkına, Paşa niçin bu kadar dinden, dindarlardan rahatsız oluyor, öleceğini bilmiyor mu? Şimdiye kadar kendisine ne zararları dokunmuştur. Bütün hayatını dine vakfetmiş bir pir-i faniden ne istiyor? Niçin eziyetinden hoşlanıyor, niçin meşakket çekmesinden hoşlanıyor, niye bu kadar dine ve dindarlara karşıdır, anlayamıyorum?"Dipnotlar:
1-Aydınlar Konuşuyor, Necmeddin Şahiner, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1977, sayfa:199
2- Emirdağ Lahikası, 318. mektup, sayfa:748.